Tumgik
#beat şiir
ceffelkalem · 2 years
Text
"Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak! Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak,
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekun hattını afet Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!
Durum diye bir laf var, buyurun size durum Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodrum!
Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey.."
1 note · View note
nevzatboyraz44 · 9 months
Text
Gallipoli wars, Gallipoli, Çanakkale, Türkiye 🇹🇷
TO A PASSENGER
(This poem was written on the slopes of Gallipoli.)
Stop, traveler! You came and stepped on without knowing
This land is the place where an era collapsed.
Bend down and listen, this silent mass
A homeland is where its heart beats.
At the end of this lonely, shadowless road
This mound you see is in Anatolia
For the sake of independence, for the sake of honor
It is the place where the deceased Mehmet lies.
This mound is a big earthquake when it breaks,
As the last piece of the homeland passes by,
The flood in which Mehmed drowned the enemy
It is the place where his holy blood was shed.
Think about the resurrection of blood and bone flesh.
This bump he made is relentlessly tough
At the end of a war, the whole nation
It is the place where he tastes the pleasure of freedom.
Necmettin Halil ONAN
......
BİR YOLCUYA
( Bu şiir Gelibolu yamaçlarında yazıldı.)
Dur yolcu! bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek, Anadolu'nda
İstiklal uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmet'in yattığı yerdir.
Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed'in düşmanı boğduğu sele
Mübarek kanının akıttığı yerdir.
Düşün ki, haşr olan kan, kemik eti
Yaptığı bu tümsek, amansız çetin
Bir harbin sonunda bütün milletin
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.
Necmettin Halil ONAN
11 notes · View notes
hetesiya · 1 year
Text
Mülkiyete Son: San Francisco Diggers'ın Özgür Şehri
San Francisco Diggers, Çeviri: Ayşe Boren
Tumblr media
San Francisco’nun iki etnik azınlığının (Çinliler ve İtalyanlar) geleneksel semti olan North Beach, 1950’lerde, yeni serpilmeye başlayan alt-kültürün merkeziydi. Şairlerin başını çektiği “Beat kuşağı”nın dünya çapında tanınmaya başladığı sıralarda, aslında şiir burada gelişen sanat formlarından yalnızca biriydi. North Beach, ressamlar, heykeltıraşlar, yazarlar, fotoğrafçılar, müzisyenler, sinemacılar ve şairler için adeta bir cennetti. Sanatçılar kolektif bir yaşam sürdürüyor, birbirleriyle yakın ilişki içinde çalışıyorlardı.
Fakat zaman içinde bu özel ve benzersiz semt herkesin ilgisini çekmeye başlayınca, vaktiyle sessiz sakin bir yer olan bölge turistlerle doldu ve şiir okuyan, esrar içen aylak sakinler birdenbire emniyet güçlerinin ilgi odağı oldu. Bunun üzerine pek çok sanatçı, North Beach’ten ayrıldı. Gittikleri yerlerin başında, San Francisco kentinin gururu Golden Gate Park’ın sınırındaki Haight-Ashbury semti geliyordu. Haight-Ashbury, bundan sonra, San Francisco Mim Topluluğu (Mime Troupe), Sanatçı Kurtuluş Cephesi (Artists Liberation Front-ALF) ve ardından 1960’ların en etkili karşı-kültür hareketlerinden Diggers'ın beşiği olacaktı.
Dansçı ve mim sanatçısı Ronald G. Davis, 1959’da, Brechtçil tiyatro ile İtalyan Commedia dell’Arte geleneğinden esinlenen San Francisco Mim Topluluğu’nu kurdu. Dış mekânlarda ücretsiz oyunlar sergileyen topluluk, 1963’ten itibaren, kamusal alanda izinsiz müdahaleler biçimini alan “gerilla tiyatro”lar sergilemeye başladı.(video belgesel sayfanın en sonunda)
“Mim Topluluğu’nun şöhreti kısa sürede arttı ve topluluk Davis’in çabalarıyla aktivist genç sanatçıları kendi bünyesine katmayı bildi. Sadece tiyatrocular değil yazarlar, heykel sanatçıları, müzisyenler, dansçılar topluluğun eğlenceli gösterilerinde aktif görevler aldılar ve halka açık mekânlarda sergilenen politik sanatsal gösterilerinin mantığı üzerine pek çok gözlem yapma ve değerli deneyimler elde etme şansını yakaladılar. 1966 yılına gelindiğinde yaklaşık yirmi kişilik bir grup sahnede hayal edilen gerçekliği gündelik hayatta gerçekleştirmek için topluluktan ayrıldı ve şehrin farklı bir bölgesine giderek alternatif bir kolektif kurdular. Böylece 'gerilla tiyatrosu'nun ikinci aşaması başladı. Kendilerine İngiliz iç savaşı sırasında boş toprakları tarıma açan bir grup devrimci köylüden ilham alarak 'Diggers' [Kazıcı] adını verdiler. Diggers üyelerinden [Peter] Coyote, Mim Topluluğu’nun kişisel deneyimi açısından kendisine neler kattığını şu cümlelerle ifade ediyordu: ‘Dünyaya Marksist prensipler ışığında bakmaya ve analiz etmeye, onu daha kapsamlı biçimde kavramaya gerçek anlamda ilk kez Mim Topluluğu’nda başladım. Dogmatik olma gereği duymayan analizler: sınıf, sermaye, kim neye sahip, kim ne yapıyor, kim ne için çalışıyor. Ve bu birden imgelemin işleyişine hız verdi… Birdenbire her şey yerli yerine oturuyor ve entelektüel yaşamınızla sanatsal yaşamınız arasında bir bağ oluşuyor.’ "[1]
Tumblr media
Eski Diggers üyelerinden aktör Peter Coyote, Kara Panterlerle
Diggers, performansı, izleyenlerin bilincini yükseltecek, çerçevesi belli bir hadise olmaktan çıkararak, yeni bir toplum hayatının sürekli icrasına dönüştürdü. Hayallerindeki yaşamı şimdi ve burada somutlaştırmak amacıyla “yaşam-oyunculuğu” adını verdikleri bir teknik benimseyen Diggers, doğrudan eylem ile tiyatro oyunculuğunu biraraya getirmişti. Ücretsiz dağıttıkları Free City, Free News gibi dergiler aracılığıyla duyurdukları etkinliklere binlerce insan katılıyordu. 
Diggers pek çokları tarafından hippi kültürüyle özdeşleştirilmişse de, ve bazı açılardan bu kültürle benzerlik gösterse de (egemen yaşam biçimlerinin koşullandırmasından kurtulmak üzere uyuşturucu kullanımını teşvik etmeleri gibi), toplumsal programdan yoksun olduğu için hippiliği eleştiriyorlardı. Tıpkı paranın ölümünü ilan ettikleri happening gibi, hippiliğin 'cenazesini kaldırdıkları' bir gösteri de düzenlemişlerdi. Diggers’ın başlıca hedefi, para ekonomisinden bağımsız Özgür Şehirler kurmaktı. Bu şehirlerde ücretsiz hukuki ve tıbbi yardım sağlanacak; herkes ücretsiz pansiyonlardan, iletişim ve ulaşım hizmetlerinden faydalanabilecekti. Üretim fazlası ve para bağışıyla işleyen bu proje kısa ömürlü olmakla birlikte, Amerika ve dünyadaki pek çok başka karşı-kültür hareketini etkiledi. Diggers bu amaçla, Özgür Şehir Kolektifi adı altında başka bölgelerde de faaliyet yürüttü ve kendi mahallelerinde ücretsiz sosyal hizmet ağı kuran Kara Panterler gibi örgütlerle dayanışma içinde oldu. [DY-AB]
Kaynaklar:
The Early History of the Digger Movement
http://www.sfmt.org/company/history.php
Michael William Doyle, “The Haight-Ashbury Diggers and the Cultural Politics of Utopia, 1965-1968”, doktora tezi, Cornell Üniversitesi, 1997.
Will Bradley, “Introduction”, Art and Social Change içinde, ed. Will Bradley ve Charles Esche (Tate Publishing, 2007) s. 17-18
Fırat Güllü, San Francisco Parklarında Neler Olmuştu?
Les Diggers de San Francisco, belgesel, Céline Deransart ve Alice Gaillard [video en altta]
Özgür Şehir
Bilinç durumumuz, yeraltında birbirimizi alt etmeye yönelik oyunlar oynamayı bırakıp, özgür şehirlerde yaşayan özgür ailelere uygun görevler geliştirmek için gayret göstermemizi gerektiriyor.
Bireysel faaliyetlerimiz için gereken özgürlüğü sağlayabilmek için elimizdeki olanakları müşterekleştirmeli ve enerjilerimizi buluşturmalıyız. 
Dünyanın her şehrinde gevşek bir rekabetçi yeraltı oluşumu var. Bu oluşumlar, amaçları bazen örtüşen bazen çatışan (ama çoğunlukla nihai hedef olan özerkliğe ulaşma olasılığını zayıflatan) topluluklardan oluşuyor. Geldiğimiz noktada hepimizin bir silahı var; hepimiz onu kullanmasını biliyoruz; düşmanımızı tanıyoruz ve kendimizi savunmakta tereddüt etmeyiz. Daha fazla hakarete tahammülümüz yok. O halde, biraz daha kararlı davranıp Batı dünyasının kentsel ortamlarında özgür şehirler kurmanın vakti geldi.
Özgür şehirler, temin ettikleri ve sürdürdükleri hizmetlerle, özerk toplulukların yemek, matbaa olanakları, ulaşım, alet edevat, para, barınak, çalışma alanı, kıyafet, makine, kamyonet vs. bulma derdine düşmeden programlarını yürütmelerine imkân tanıyan bir özgürlük zemini sağlayan Özgür Ailelerden oluşur (San Francisco özelinde bu aileler Diggers, Kara Panterler, Provo’lar, Mission Rebels ve çeşitli devrimci grup ve komünlerdir).
Devrimimizin bu aşamasında, Amerika’nın şehirlerine yayılmış bütün ailelerin, komünlerin, Siyah örgütlerin ve grupların, eşgüdüm içerisinde çalışarak, tekil klanlar bünyesinde faaliyet gösteren kişilerin ihtiyaçlarını bedavaya karşılayabilecekleri Özgür Şehirler kurmaları şarttır.
Tüm yoldaşlar yapılması gerekeni yapmak için ne gerekiyorsa alacaktır.
Özgür Şehir
Bir taslak ... bir başlangıç. Tüm hizmetler, birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenmiş ve aşırı iş yüküyle ustalık ve şevkle baş edebilecek kadar davalarına adanmış yoldaş grupları tarafından yürütülmeli.
Özgür Şehir Santrali/Enformasyon Merkezi, bütün hizmetleri, faaliyet ve yardımları  koordine etmeli; desteği, en çok ihtiyaç duyulduğu noktaya yönlendirmeli. Ayrıca, hukuki destek, barınak, makine, ve benzeri ihtiyaçlar söz konusu olduğunda müracaat mercii burası olmalı. Evlerinden edilmiş toplulukların ve bireylerin posta adresi olarak işlemeli ve başıboş enerjileri en çok ihtiyaç duyuldukları noktaya yönlendirmeli.
Özgür Gıda Depolama ve Dağıtım Merkezi, halihazırdaki bütün bedava gıda kaynaklarına gitmeli –satılmayan bol miktarda artık gıdanın biriktiği sebze ve meyve pazarları, köylü pazarları, kesim ve et işleme tesisleri, çiftlikler, mandıralar, hayvan çiftlikleri, tarım meslek okulları, dev kurumlar–ve dilenmek, ödünç almak ve çalmak da dahil olmak üzere mümkün olan her tür yolla kamyonlarını üretim fazlasıyla doldurmalı; şoförlerle irtibat kurarak, sevkiyattan arda kalanların kendilerine ulaştırılmasını temin etmeli. En doğrusu vardiyalı çalışmak: sabah vardiyası erzağı toplar, akşamüstü vardiyası ise elindeki liste doğrultusunda gıdayı, özgür ailelere ve gettolarda yaşayan fakirlere teslim eder.
Bu grup, insanların gıda fişlerini ortak bir havuzda biriktirmelerine yardımcı ollmalı ve annelerini (ya da başka bir tayfayı) yolcular ve evsizler için bedava bir lokanta açmaya ikna etmeli. 
Tumblr media
Diggers üyeleri ücretsiz yemek dağıtıyor
Özgür Şehir Bankası ve Hazinesi
Bu grup para toplamaktan, Özgür Şehir’de yaşayan ailelerin kiralarını ödemek, akaryakıt ve benzeri başka ihtiyaçlarını karşılamak için beleş para kaynakları yaratmaktan mesul olmalı. Bunun dışında, fakir getto çocukları için ufak tefek üçkağıtlar (kurabiye satışı, vs.) tertipleyecekler.
Özgür Şehir Hukuki Danışma Hizmetleri
Bu hizmet, Özgür Şehrin haklarını ve sunduğu hizmetleri savunmaya hazır, fiyakalı, pişkin ve birinci sınıf avukatlar tarafından verilecektir... beyaz, liboş, suçluluk duygusuyla kıvranan adalet tellallarına lüzum yok. Bize tuttuğunu koparan birinci sınıf avukatlar gerekiyor. Dava konusu olan beleş para ve mülkü mükemmelen idare edebilecek ve muhitinizdeki polis zulmünün hakkından gelebilecek avukatları yanımıza çekin.
Özgür Şehir Konut ve Çalışma Alanları
Bu grup, marangoz atölyelerine, garajlara, tiyatro sahnelerine vesaire çevirmek amacıyla metruk binalar kiralamalı veyahut kent yönetimiyle anlaşarak bu mekânları devralmalı. Çevreye-özgü eserler üreten sanatçılar büyük depoları devasa dans-şenlik-şölen saraylarına dönüştürebilir.
Şehir mekânlarını özgürleştirme hamlesi, ciddi ve iş kotarmaya odaklanmış üç kişilik bir ekip tarafından yürütülmeli. Bu ekip, kent bürokrasilerini ve gecekondu ağalarını köşeye sıkıştırabilmek için avukatlarla ortak çalışmalar yürütebilmeli. Özgür Şehir’e mekân devşirmek için kentteki çoğu gayri menkulün sahibi konumundaki kilise hedef alınmalı. Kilise yetkilileri muhatap alınırken tavizsiz bir üslup benimsenmeli ki, işin şakası olmadığını anlasınlar.
Özgür Şehir Çevre ve Tasarım Ekibi
Üniversite ya da sanat enstitülerinde okuyan sanatçı gruplarını saflarımıza katmalı ve gecekonduların ve çoğu Özgür Şehir Aile meskeninin rutubetli sefaleti üzerine çalışmalarına yardımcı olmalıyız. Rahatsız edilmeksizin topluluk için yaşam alanları inşa eden iyi ressamlardan, heykeltıraşlardan ve tasarımcılardan oluşan gruplar... Gerekli malzemeler ve araç gereç üniversite projelerinden ve imalatçılardan yürütülebilir. 
Kaynak: “The Post-competitive, Comparative Game of a Free City” başlıklı bildiriden kısaltılarak çevrildi, Art and Social Change içinde, s. 152-156.https://www.youtube.com/embed/i6sPo2Yi3jE
youtube
[1] Tırnak içindeki bölüm, Fırat Güllü’nün Mimesis dergisinde yayınlanan San Francisco Parklarında Neler Olmuştu? başlıklı yazısından alındı. Coyote alıntısını aktaran, Bradford D. Martin, “The Theater is in the Street: Politics and Public Performance in Sixties America”, University of Massachusetts Press, 2004, s. 89.
0 notes
yorgunherakles · 3 years
Quote
ve öyle yorgunum ki suratıma baktıklarında kendilerinden nefret ettiğimi anlıyorlar.
bukowski - chinaski
40 notes · View notes
birazumutlazimm · 5 years
Text
Yalnızlık ömrüm boyunca tanımadığım bir yabancıydı
Onunla şimdilerde beraber uyanıyoruz
9 notes · View notes
nolifezenci-blog · 5 years
Text
Tumblr media
11 notes · View notes
thepoetscryformore · 5 years
Photo
Tumblr media
''Azizlerin hayatının cazibesine kapılmış,papaz olma hayalleri kuruyordum ancak daha sonra şeytanın daha zevkli görünen yolunda kayboldum.'' -Neal Cassady
2 notes · View notes
melihtiger-blog · 5 years
Text
-SEN-
Hatırladım,isteyip istemediğimi bilmeyerek,
Bir kahve bardağının sıcaklığında.
Sesini duydum,önümden geçen eski model bir arabadan gelen Ahmet Kaya şarkısında,
Filizlenivermiştin sanki,en ihtiyaç duyduğum anda kalbimin kurumuş otlarının arasında.
Seni buldum,görmek isteyip istemediğimi bilmeyerek.
Fazla sıcak olmadığını sandığım çayımdan ilk yudumumu aldığımda,
Hani tam o anda dilin yanar ya,
Sende öyle yaktın,neden gittiğini bilmeyerek.
Seni aradım,herşeyin başladığı o sokağa gidip,
O günü hatırladım.
İsmini bile bilmediğim günü anlamlı kılan,
Akrebin yelkovana olan uzaklığını bilmediğim bi saatte karşıma çıkan,
Seni anımsadım.
Eğer bir şey varsa aklıma takılan,
O da neden gittiğindir.
25.04.2019
Eşref Melih Kaplan
1 note · View note
son-dunedain · 5 years
Text
Allen’ın de dediği gibi; Kutsal İstanbul’da, kutsal Moskova’da, kutsal New York’da hep biz inleyeceğiz!
4 notes · View notes
tuhaf1blog-blog · 5 years
Text
Körüz Dimi Peki ya Neden Konuşuyoruz
GÖRÜR GİBİ.
6 notes · View notes
erdnckaplan · 2 years
Text
“Seni muhteşem piç!” Jack Kerouac Kendini Anlatıyor
Tumblr media
“Ama o vakit sokaktan aşağı ruh hastaları gibi dans ederek indiler ve ben ayaklarımı sürüyerek peşlerine takıldım, hayatım boyunca ilgimi çeken insanların peşlerine takılmam gibi; çünkü benim ilgimi çeken insanlar deli olanlardır, yaşamak için deli olan, konuşmak için deli olan, her şeye aynı anda ihtiras duyan, hiçbir zaman esnemeyen ya da sıradan bir şey söylemeyen. Ama gece boyunca maytaplar gibi yanan.”
- Jack Kerouac, On the Road
Jack Kerouac reading poetry. PHILLIP HARRINGTON
Ben hayatım boyunca pranga mahkûmiyetlerinden kaçan köksüz bir ağaç oldum. Ne durmayı ne de aynı yolu ileri geri kat etmeyi severim. Bana sorarsanız, gerçek yaşam hiç durmadan dosdoğru denize doğru gitmektir. Öyküler söylemek, öyküler dinlemek, öyküler yaşamak…
Benim öyküm de onlardan biri. Her zaman gizlice anlatıldığını duyduğunuz, dünyanın ne tarafına, ne kadar uzağa giderseniz gidin, bar olan ya da olmayan her yerde, sarhoş olan ya da olmayan herkes tarafından anlatılan, doğruluğuna güvenilir öykülerden biri. Ölmüş tüm sivrisineklerin hayaletlerinin toplamı gibi bir şey. Dibinden bir avuç kum çıkarana kadar okyanusu boylamaya yetecek kadar ağır bir öykü.
Adım Kerouc. Jean-Louis Lebris de Kerouac. Ama ben kendime Jack derim, Jack Kerouac. Jack London en sağlam adamlarımdandır, ismim buradan geliyor.
Daha on yaşına gelmeden yazar olmayı kafama koymuştum. Babam matbaacıydı, birkaç derginin basımını yapıyordu. Sürekli yazıyordum, her an her yerde. Yürürken bile yazdığım oluyordu. Kafama bir direk patlayana ya da ayağıma bir taş takılıp asfalta yapışana dek yazıyordum. Sonra ayağa kalkıp kaldığım satırdan devam ediyordum. Anneme, babama, arkadaşlarıma uzun uzun mektuplar yazıyordum. Gün içinden fotoğraflar çekip, her küçük ayrıntısını yazıyordum bu fotoğrafların. Yazdıklarım satırlarla ifade edilen yaşam fotoğraflarıydı.
Ailem yarı Fransız yarı Kanadalıydı. 6 yaşına kadar evde İngilizce konuşulmadı. Quebec Fransızcası denen o aksanı öğrendim. Büyük abim Gerard’ ın erken ve ani ölümü kafamdaki tahtalardan bir kaçını sertçe kanırttı. Ne yapacağımı, ne hissedeceğimi kestiremiyordum. Tek yapabildiğim yazmak oldu. Gerard için bir roman yazdım.
Babam parasal sorunlar yaşıyordu. Kurtuluşu kumarda araması işleri iyice kötüleştirdi. Durumu toparlamaya niyetlenmiştim. Atletik bir vücudum vardı ve futbola bayılıyordum. Bana üstün yetenekli diyenler bile oldu ki sporculuğum sayesinde Boston Koleji ve ardından Columbia Üniversitesi’ nden burslar kazandım. Tam her şey yoluna giriyor gibiydi ki daha ilk sezonumda bacağım kırıldı. Beni sürekli yedek kulübesinde bekleten kalın kafalı koçada sürekli laf anlatmaktan bıkmıştım. Sonunda kavga ettik ve takımdan kovuldum. Bende okulun öğrenci gazetesine spor yazıları yazmaya başladım. Futboldan daha eğlenceliydi yazmak. Kısa süre içinde okuldan da ayrıldım ve içmeye başladım. Baya bir içiyordum. Beni utandıran babamı utandırmıştım ya da utandıramamıştım bile. Bunun için gurur duymuyorum, üzülmüyorum da.
Üniversite yılları fena değildi aslında. Lucien (Carr), beni Allen (Ginsberg) ve William (Burroughs)’ la tanıştırdı. Başlarda birbirimize uyuzlansakta kısa sürede iyi anlaşmış, takımı kurmuştuk. Beat kuşağını oluşturmuştuk. Bizim tayfa, Beatnik’ ler…
Biz öyle kendi yolumuzda kafamız kıyak adamlardık. Ülkeyi dolaşır, caz dinler, edebiyatla ilgilenir, doğu felsefesine dalar, çıkınca güzel kızlarla eğlenir, şiir okur, içer, çeker, savaşa karşı çıkardık. Canımız ne istiyorsa onu yapar, kafamıza göre takılırdık.
Biz beat kuşağıydık. Harika beatnikler. Bu takımın çekirdeğini oluşturan Lucien bir süre sonra bizden koptu aslına bakarsanız. Biz, tüm beat tayfası Joan (Volmer)’ ın
evinde -ki onun evi tüm tayfanın buluşma mekânıdır- cigaralarımızı tüttürüp caz dinliyorduk. Ben Jack London’ dan seçme satırlar okuyordum. Birden Lucien çıkageldi. Uzun zamandır peşinden ayrılmayan David Kammener adında birini bıçaklamış, adam da ölmüş. Ne yapacağını bilemiyordu. Allen ve ben kaç dedik. Ben olsam kaçardım. Ama William onu teslim olmaya ikna etti. İki yıl hapiste kaldı Lucien, çıktığında bizden koptu, beat’ ten de.
Bir ara çok sıkıldım. Orduya katılayım dedim. Canım istedi, o kadar. 2.Dünya Savaşı sırasında beni ordudan çıkardılar. Şizoikmişim. Laf. Bir orduda başka nasıl davranabilir ki insan. Dünyanın en sempatik ve insani yeri olduğunu söyleyemeyeceğim. Kendimi yazmaya verdim. 6 yıl boyunca gece-gündüz sürekli yazdım, hiç durmadan. Cebimden bir an olsun defterim ve kalemim eksik olmadı. Koskoca altı yıl boyunca yazdıklarımı yayınlamaya niyetlenen kimse de olmadı. Beni ilgilendirmez, yazmaya devam ettim.
Neal Cassady’ le çıktığımız, bitmesini hiç istemediğim o sihirli yolculuk hayatımın akışını da değiştirdi. Anlatılmaz yaşanır derler ya, işte öyle bir şeydi. Ama ben anlatmaya karar verdim. Yolculuğun sonunda kendimi bir otel odasına kapattım. Yanıma kafamı kıyak eden bolca benzedrin ve kahve aldım. Daktilomun başından hiç kalkmayacaktım. Metrelerce uzunluğunda bir rulo aldım ve daktiloma yerleştirdim. Yol gibi yolculuk gibi yazacaktım. Yolda yolunu kaybetmiş arayışta olan bir gezgin gibi yazacaktım. Üç hafta sonra ‘’ Yolda’’ bitti. Olması gerektiği tarzda olması gerektiği gibi, caz gibi…
Bana ‘’Beat’ in Kralı’’ , ‘’Hippilerin Babası’’ dediler. Böyle sınıflandırmaları sevmem. Tamam, Beat’ i biz yarattık ve hippileride oldukça etkiledik. Ne olmuş yani? Herkes kendi yolunda yürür. Herkes takılmasına bakmalı. Ama hep dediler, hep söylediler. Zen kaçıkları, havalı beatnikler, gezgin aylaklar, evsiz biraderler. Belki de öyleydik…
Canımın sıkıldığı bir gün bilmediğim bir gemiye atlayıp dünyanın değişik yerlerini görmeye karar verdim. Kendime müthiş eğlenceler düzenledim. Singapur barlarında polo sopası salladım, Avustralya’ da at yarışı oynadım, Bombay’ da sokak serserileriyle dalaştım, pislik yuvası Karaçi’ de keşlerle takıldım, Kahire Kasbah’ da kendi ihtilalimi yaptım ve bunu Marsilya’ dan başlatıp öbür tarafa kadar yaydım. Hayatım boyunca ait olduğum yeri aradım. Yaşamım ve yazdıklarımla toplumun kalıplarını kırmaya çalıştım hep. Kafamın içindekileri yıkmak içinde çok uğraştım. Uyuşturucuları doğru düzgün kullandığıma inanıyorum. Doğru düzgün kullanılınca zihin özgürleştiricileri onlar. Ben de çok özgür kaldım, çok dolaştım, çok açıldım. Zihnimin içine çöreklenmiş o eski dünyayı yerinden söküp attım. Galiba hep mutluluğu aradım ama mutluluğun yolu, mutluluğun harika, garip bir düş olduğunu anlamaktan geçiyor. Zaman ise tozun bile demirden olduğu katranlı bir çukur sadece.
Her taşın altına parmağımı sokmaktan çekinmedim. Bir sürü işte çalıştım. Spor muhabirliği, inşaat ameleliği, askerlik, yemek dağıtıcılığı, kamarotluk, kasaplık, garsonluk, bulaşıkçılık, orman yangın gözcülüğü, demiryolları işçiliği… Şimdi sadece takılıyorum uyuşturucu ve caza düşkün bir gezgin budistim. Ne var yani olamaz mı? Kalıpsız yaşayan kendini yollarda bulan evsiz bir yazarım. Olduğu gibi, geldiği gibi yaşar ve yazarım. İlk düşünce en iyi düşüncedir, benim düsturum da budur. Doğuş, doğuştan, doğaçlama… İç, içsel, içten… İşte benim kelimelerim. Cazın mürekkebe dönüşmesi, yolculuğun fotoğrafı…
Şimdiki gençlerin tek derdi, üniversiteye girmek, evlilik öncesi cinsellikte fazla ileri gitmemek, iyi bir iş, ev, araba edinmek, çocuk sahibi olmak. Yazarken bile sıkılıyorum bunlardan. Aslında başka insanların hayatına karışacak biri değilim. Herkes kendi kurallarına göre yaşamalı. Ama ben daha çok çılgın insanları kale alırım. Yaşamak için çıldıranları. İçlerindeki ateşi tutkuyla besleyenleri.
Yıldızların arasına ağ örmeye çalışan bir örümcek çılgınlığında tek bir mumla dünyayı aydınlatmaya kalkanları severim. Neredeyse tüm hayatım boyunca seyahat ettim ve yazdım. Günlük kaygılarla ömür tüketen insanlar gördüm. 34 yaşına kadar araba kullanmadım hiçbir zamanda ehliyetim olmadı. Çocukluğundan beri araba kullananlar ve ilk fırsatta ehliyet sahibi olanlar tüm ömürlerini ev-iş arasında yol yaparak harcarken ben dünyayı gezdim. Garip bir tezat…
Düşlerle dolu bir akşamüzeri kocaman bir şilebin körfezden süzülerek geçişini izliyordum. Gözlerim bu uzun demir yılanın içindeki insanları, denizcileri, bu düşsel aracı idare eden hayaletleri aradığı halde, liman sularını yara yara giderken çelik gibi parlayan pruvasında ve dünyanın dört rüzgârına açık burnunda hiç kimseyi, tek bir canlıyı bile göremedim.
Kendimi çimenlerin üzerine attım sonra. Bulutları seyrederken düşünme mekanizmamı durdurdum. Yalnız kalmaya, bilgelik kazanmaya çalışıyordum. Yaşamın keyfini tam kalbinden yakalamaya uğraşıyordum. Bu durum beni yangın gözcülüğüne sürükledi. Doğa koşulları altında, tamamen yalnız başıma, ormanın tam ortasında altmış üç gün ve gece sonsuza dek ıssız kalmaya mahkûm bir dağda sonsuzluğu aradım. Kayalara ve ağaçlara hiçliğin anlamını sordum zaman zaman. Yanıt boşlukta kükreyen kocaman bir sessizlikti…
Yıldızları o kadar uzun zaman izledim ki onların birer sözcük olduğunu düşünüyorum artık. Bedenim dünyanın hangi ücra köşesine savrulursa savrulsun doğanın hüküm sürdüğü bu evrende her şey beynimin içinde olup bitiyor. Kafamın içindeki önyargılardan kurtuluyorum ve yaşamı olduğu gibi seviyorum.
Annem Gabrielle ve karım Stella beni bağışlayacaklar mı bilemiyorum. Kalıbı erken hırpalamışım. Biraz fazla içiyorum galiba. Dün karnımda dayanılmaz bir acıyla hastaneye kaldırıldım. Ertesi gün siroz olduğum ortaya çıktı. Şiddetli bir iç kanamaya engel olamamışlar bu sabah, kuyruğu titretmişim. Ölmüşüm bugün. 47’ mde alkolden ölmüşüm. Bir yazar için benim gibi bir gezgin için yakışıklı bir son…
20 notes · View notes
yorgunherakles · 3 years
Quote
felaket benim dönüşüm çizgimin doğal bir parçasıdır, ... trajediye ve yok oluşa doğru bir dönüşüm.
chuck palahniuk - fight club
22 notes · View notes
yasemin87 · 4 years
Text
YouTube'da "İyi Değilim ŞİİR Harika fon Müziği Beat" videosunu izleyin
youtube
Içim o kadar çok acıyor... ki
Hiç iyi değilim
36 notes · View notes
geriigelball · 3 years
Text
Dünyaca Ünlü 28 Müzik Grubunun İsimlerinin Ortaya Çıkış Hikayesi
AC/DC
Grubun kurucuları Malcom ve Angus Young bir dikiş makinesinin etiketi üzerinde bu teknik terimi görüp efsanenin adını koyuyorlar.
The Beatles
Grup ismini, müzikal olarak da etkilendiği The Crickets'ten alıyor. The Crickets neredeyse The Beatles ismini kullanacaktı fakat son anda vazgeçtiler. Lennon, tıpkı onlarınki gibi iki farklı şeyi ifade eden bir kelime oyununu isim olarak istiyordu ve ilhamı yine onlardan aldı. The Beatles, duyulduğunda insanlara 'böcekler' demişsiniz gibi geliyor. Okunduğunda ise, beat(ritm) müziği.
Blur
Hepimizin 'Fifa'daki şarkı' olarak bildiği Song 2 ile dünya çapındaki ününe ün katan grup ilk başlarda 'Seymour' olarak biliniyordu. 1990 senesinde Food Records ile anlaşma imzaladıklarında yayıncı kuruluş grubun ismini beğenmedi ve değiştirmeleri için onlara bir liste sundu, onlar da Blur'u seçtiler.
Alice In Chains
Grubun adı 'Alice N' Chains' şeklinde telaffuz ediliyor. Bu isim hakkında Rolling Stones dergisinin 1992 senesinde yayınlanan makalesine grubun kurucusu Layne Staley bizlere ışık tutuyor. 'Grubun adı eski grubumun bir yan projesinden geliyor. Dalga geçmek için aptal gibi giyinip heavy metal çalacaktık.' diyor. Zira grunge ile heavy metalin yıldızı asla barışmamıştır.
Black Sabbath
Grubun adı en başta 'Earth' idi. Fakat o dönem aynı ismi kullanan başka bir grup olduğu için isimlerini değiştirmek istediler ve tıklım tıklım dolu bir yerel sinemada oynayan 1963 yapımı korku türündeki bir İtalyan-Fransız yapımı olan Black Sabbath filmini gördüler. İnsanların korkmak için para vermelerinden oldukça etkilendiler ve bir efsanenin adını bulmuş oldular.
Coldplay
Grup önceleri 'Starfish' olarak biliniyordu. Coldplay ismi için toplama bir şiir kitabı olan Child's Reflections: Cold Play'den esinlenmişlerdir.
Eminem
Kendisi pek grup sayılmasa da ismi hep merak konusu oldu. Eminem, fonetik yazılımı olarak Detroitli rapçi Marshall Mathers'ın eski sahne adı olan  M&M'i simgeliyordu. M&M de Marshall Mathers'ın baş harflerinin kısaltmasıdır.
  Nirvana
Kendilerine kesin bir isim koymadan önce grup 'Throat Oyster' ve 'Ted, Ed, Fred' gibi pek çok isimle sahne almıştır. Daha sonra, Kurt Cobain tarafından Budizm'de, her türlü isteklerden, duygulanımlardan, tutkulardan arınıp en yüksek ruh durumuna erişme anlamına gelen 'Nirvana' grubun adı olmuştur. Kurt bunu arkadaşlarına önerdiğinde biraz daha dünyevi bir şekilde yorumlayarak, 'mükemmelliğe ulaşma' olarak tanımlamıştır.
Portishead
Grubun kurucu üyelerinden Geoff Barrow'un memleketi olan bir İngiliz kasabası Portishead, grubun ismi de oradan geliyor.
  Radiohead
Grubun orijinal adı 'On a Friday' (Bir Cuma Akşamında) idi. Parlophone şirketiyle anlaştıklarında, yayıncı kuruluş isimlerini değiştirmelerini talep etti. Onlar da Talking Heads'in 1986 tarihli True Stories albümünde yer alan 'Radio Head' şarkısından esinlenerek, efsanenin adını koydu. Bu tercihlerinin sebebi sorulduğunda 'Albümlerindeki en az rahatsız edici şarkı oydu.' cevabını vermişlerdir.
Smashing Pumpkins
Grubun ön adamı Billy Corgan grubun daha kurulma fikri bile ortada yokken espri olsun diye bu isimle çıkageliyor. O dönem kendisine sorulan 'Bir grupta çalıyor olsan adının ne olmasını isterdin?' sorusuna şaka maksatlı 'Smashing Pumpkins' cevabını veriyor. Velhasıl, şaka gerçek oluyor. Grubun isminin Türkçe meali: Smashing kelimesi sıfat olarak ele alınırsa 'Muhteşem Kabaklar' anlamına geliyor, fiil olarak ele alınırsa 'Kabakları Ezmek' anlamına geliyor. Biz, 'Kabakları Tokatlamak' demeyi tercih ediyoruz.
  R.E.M
Vokalist Michael Stipe'ın sözlüğü karıştırırken tesadüfen karşısına çıkan bir kısaltma. 'Rapid Eye Movement phase of sleep' (Uyku sırasında hızlıca göz kırpma)
Stipe bu açıklamasının sonuna 'Fakat bu grubun adının R.E.M. olmasının sebebi değil.' cümlesini eklediğinden beri, grubun adının açılımı gizemini koruyor.
  System Of A Down
Gitarist Daron Malakian'ın yazdığı 'Victims of a down' isimli şiirden alınmıştır. Daha sonra, alfabetik olarak müzikal ideolleri Slayer'a daha yakın olabilmek için, 'System Of A Down' olarak değiştirilmiştir.
  U2
Bono grubun isminin sahnedeyken seyircilerle kurdukları interaktif iletişimden geldiğini söylemiştir. 'Sen de' anlamına gelen 'You Too' kelimesinin kısaltmasıdır, her şarkısından sonra 'Sağolun.' deyip, 'Sen de.' karşılığını almaya alışmıştır. Ayrıca U2 ünlü bir casus uçak adıdır. Ek olarak, Batı ve Doğu Berlin'i birbirine bağlayan metro hattının  adı da U2'dur. Yine de en iyi U2, Bono'nun U2'sudur.
  The Velvet Underground
Michael Leigh tarafından yazılan sado-mazoşizm hakkındaki bir kitaptan esinlenilmiştir.
  As I Lay Dying
Bir dönemin gençliğini peşinden sürüklemiş metalcore grubu, adını William Faulkner'un 1930'da yazdığı aynı isimli romanından alıyor.
2 notes · View notes
nolifezenci-blog · 5 years
Text
"Ruhunu okşar yaşadığım dram, ve bunu çekmen gerek en katı kural! "
Tumblr media
Zen-G
6 notes · View notes
Text
Aşkım içime gir.
Aşkım içime gir. Aşkım içime gir. Aşkım içime gir. Ben mahpus olmaya hazırım da, sende benim içime girecek yürek var mı? Aşkım içime gir. Aşkım içime gir. Tecavüze uğramış gibidir mahpus, suçunu inkâr eden mahkum taradınfan. Aşkım içime gir! Ve o anlarda en kusursuz intihar süsüdür; mahpus duvarlarını çatlatan, müebbet yemiş mahkumun gülmesi. Aşkım içim... Bazıları böyledir işte; cennet olsa girilmez, cehennem olsa çıkılmaz. Oh my god!Yeah! Naber lan ırkçı?Bu yazıya beat bir şiirle başlamak istedim. Güzel oldu bence. He amına koyim şiir değil üstteki. Zaten götümden uydurdum. İsmini beat şiiri koydum.  Hehehe. Böyle arkadaşlar var değil mi? Şiir yazıp altına "koala kuyruğundaki altın sarısı hayaller" tarzı başlıklar atıyorlar. Nasıl gizemli bir şiir oluyor anlatamam. Sırf başlık şiir kadar amına koyim. Beat şiiri dedim ya aslında tepki vermek içindi o. Hani şu beatçiler ve bukowskiciler var ya o dalyaraklara ithafen yazdım bu şiiri. Adını da "Amına Koyduğumun Özsüzleri" koydum ben de. Her şeyden önce bu yazacaklarımı Bukowski okuduktan sonra övgüler yağdırıp insanlara ahlak dersi verenler, iddaa bayilerinden çıkmayıp kul hakkından bahsedenler ve oy verdiği parti yüzünden insanları eleştirenler okumasın. Bu kadar lak lak yeter. Bir şeyler anlatmak istiy... ben derdimi anlatamıyorum lan. Ne zaman sıkılsam, dertlensem, moralim bozulsa ve farklı kelimelerin aynı anlama geldiği duyguları yaşadığım anlarda Cüneyt Arkın'ın Battal Gazi filmlerini seyredip ağlayacak gibi oluyorum. Dalga geçmiyorum göt oğlanı. Hatta demin aynı şeyi yaptım ve dayanamayıp yazayım buraya dedim.  O duygular da epilepsi nöbeti gibi bir anda girince astım ilacı niyetine kullanıyorum işte. İntiharı seviyorum evet. Siz nasıl anlatıyorsunuz lan derdinizi birilerine? Ben duvarlara bile anlatamıyorum uzun zamandır. 2012 Yılında herkesle paylaşırdım her şeyimi. Sonra paylaştığım insanları kaybetmeye başladım. Futbolda totem çok önemlidir ya bu da onun gibiydi. Derdimi bilen gidiyordu amıma koyim. Sanki içimdeki acıyı anlatmak onlara falçata yarası açmak gibiydi. Önce bacağa saplıyor sonra da anlatacaklarım bitene kadar çevirip damarlanını iptal ediyordum. Alışmak içinde zehir olan bir uyuşturucudur moruk. İnsan alışkanlığını bırakmak için başka bir alışkanlık edinmesi gerekiyor. Çok fazla olması gerekiyor ilkinden. Sigara içenler bilir. Nasıl kurtuldum biliyor musun? Yazarak. Hemen "ööğğğ sen de mi amağa goyen" gibilerinden klişe bir cümle kurma sikerim tahtanı. Yazarak ama kimseye okutmayarak. Adına günlük deniyor. Tek fark, yazdıktan sonra üstünü karalıyordum. Tabii her ilaçta olduğu gibi bunu da kullandıktan ve hastalığı atlattıktan sonra kurtulmam gerekiyordu. Öyle de yaptım. (Bunu yazınca aklıma Ahmet Davutoğlu'nun; herkes konuşur, Ak Parti yapar demesi geldi. Hehehe. Çok güldüm yazarken ve söylemeden geçmeyeyim dedim.) Üç yıldır rutin olarak anlatmıyorum kimseye içimdekileri. Aşkım içime gir. Birilerine derdinizi anlatırsanız hemen şükretmenizi isterler. Ama suskunlarda şöyle diyordu Ecevit; "hep acı çekeceksin. Çünkü insansın. O nedenle geldin dünyaya." İşte bana şükret diyen insanlara da sırf "amına koyduğumun sığırı, ben derdimi sen teselli ver diye anlatmıyorum, en azından içimden çıkardığımı ispatlamak için anlatıyorum. Somut bir şekilde görmek için. Bunun için de seni kullanıyorum. Zaten en iyisini çekemiyorsam sikeyim acısını..." dememek için anlatmıyorum. (Ayrıca bknz. Birine güvenmek bile onu kullanmaktır.) Aşkım içime gir. Klisye gidip günah çıkarmayı denediniz mi? Bunu bizim işyerinden İbo'ya sorduğumda, bana cevap olarak "ben günah çıkarmaya gitsem rahibe ilk soracam soru 'gerçekler acıysa baklava niye tatlı?' olur." demişti. Bu tarz esprileri bütün facebook sayfalarında görebilirsiniz. Ben ilk defa duymuş gibi haykırarak gülmüştüm. Acımı gizlerken yaptığım gibi. Hatta çizgi filmdeki o kedi Tom gibi. Ama aynı kelime espirisine benzer anonim bir espiriyi sohbete gittiğimizde Kuran'da baskı yoktur, hoşgörüdür, temiz ahlaktır, iyi huydur vs diyen abiye "Kuran'da baskı yoksa niye çoğaltılıyor?" diye sorduğumda kimse gülmemişti. Hatta son girişimdi öyle yerelere. Aşkım içime gir. Kime içinizi açarsanız ve anlatmaya çalışırsanız saçma sapan teselli cümlelerinden başka bir geri dönüş bulamazsınız. Zaten yalnızlık, birilerine en ihtiyacınız olduğu anda hissedilmiyor mu lan? "Kapana kısılınca dua etmek bile Allah'ın varlığına kanıt değil midir?" demenin bilimsel yolunu bulmaya çalışmak ile birilerine içinizde cehennem taşıdığınızı ıspat etmek aynı şeydir. İnandıklarını dile getirirler ama inanmadıklarını gözleriyle çivilerler size. İşte o an içinize değmez ağızdan çıkan cümleler, kör bıçak gibi saplanmaya çalışır. Saplandıkça paslandırır içinizi. Aşkım içime gir.
5.9.2020
0 notes