Allah(c.c)'ın var oluşu, bilinmesi aklen zorunlu ve apaçık bir gerçektir. Dejenere olmamış bir insanın, fıtratı gereği yaratanını tanımaması mümkün değildir. Bu nedenle Allah(c.c)'ın zatını veya O'nun sıfatlarından bazılarını inkar eden insan, inkarının yol açtığı manevi boşluğu bir şekilde doldurmak zorundadır. İşte bu noktada şirk kavramı karşımıza çıkmaktadır.
Şirk; herhangi bir varlığın Allah(c.c)’ın zatında, sıfatında, mülkünde, otoritesinde ve fiillerinde payı olduğuna inanmak ya da İslam’ın ibadet olarak kabul ettiği bir eylemi, Allah(c.c)’tan başkasına yapmaktır. Şirk en önemli iman sorunudur; zira özünde Allah(c.c)'a noksanlık izafe etmek vardır. Bu nedenle de Kur'an'da tevbe edilmediği takdirde affedilmeyeceği bildirilmiştir (bkz. Nisa/48, 116).
Şirk koşanlar müşrik olarak isimlendirilir. Şirk kafirliğin nedeni olduğundan her müşrik kafir, her kafir de aynı zamanda müşriktir. Şirkin şekli ve düzeyi kafirliğin türünü belirler. Örneğin ateistlik mutlak, yani tam şirktir. Çünkü bunların Allah(c.c)'a izafe ettikleri noksanlık, yaratıcı olmadığını sanarak O'nu tamamen yok saymalarıdır. Kendi heva ve heveslerini O’na eş koşarlar (bkz. Casiye/23-24). Deistlikteki şirk ise ateistliğe göre kısmidir. Şöyle ki; Allah(c.c)’ı ilah olarak kabul etmekle beraber, O’nu rab olarak tanımadıklarından hükmüne boyun eğmezler.
Geleneksel anlamda müşrik deyince akla gelen ilk şey, Allah(c.c)'a inanmayıp heykelin karşısında yere kapanan insanlar gelir. Oysa bu müşrik tanımı bir halk efsanesidir; çünkü mekkeli müşrikler Allah(c.c)'ın varlığına ve yaratıcı olduğuna inanıyorlardı (bkz. Yunus/31; Müminun/84-89; Ankebut/61, 63; Lokman/25; Zümer/38; Zuhruf/9, 87). İçlerinde ahirete inananların, hatta namaz kılanların dahi olduğu söylenmektedir. Öyle ki; mealen “Vay haline o namaz kılanların…” şeklindeki kınama ifadesiyle başlayan Maun Suresinin iniş sebebinin de Mekkeli müşrikler olduğu ileri sürülmüştür (bkz. Maun/1-7).
Öncelikle bilinmeli ki; Mekkeli müşriklerin inançları sadece onlara özgü değil, kıyamete kadar dünyanın her yerinde görülebilecek türden sapkınlıklardır. Nitekim sinsi şeytan, her topluma içinde bulundukları çağın şartlarına uyarlayarak şirki sevdirmeye devam etmektedir. Onun tuzağına düşenler kendilerini doğru yolda sandıkları için, kıyamet gününde "vallahi biz müşriklerden değildik" (bkz. Enam/23) diyerek şaşkınlıklarını dile getireceklerdir. Allah(c.c) muhafaza etsin; ne kötü bir akıbet!
Çağımız dünyası, adeta bir putlar galerisine dönüşmüş durumdadır. Adı konulmamış bu putlara karşı mücadele vermek, oldukça zor ve karmaşık bir hale gelmiştir. Çünkü bunlara olan tutkunun, onları nasıl putlaştırdığının izahı zorlaşmıştır. Bugünün putları küçük, ama etki alanları oldukça büyüktür. Para, ırkçılık, akıl, bilim, teknoloji, siyaset, lider, devlet, ideoloji, mezhep, tarikat, cemaat, moda, sanat ve sporu günümüz putlarına örnek olarak sayabiliriz.
Kur'an'da insanlar için, "Onların çoğu, şirk koşmadan Allah'a inanmazlar." (Yusuf/106) buyrulmaktadır. Bu ayet, şirke düşmeme noktasında son derece dikkatli olmamız gerektiğini bize hatırlatmaktadır. Bunun için, öncelikle şirkin ne olduğunun iyice bilinmesi gerekir. Zira şirkin ne olduğunu bilip kavramadan ondan sakınmak kolay değildir. Bu nedenle müşriklerin özelliklerini anlatan ayetleri iyice öğrenip, kendini şirkten korumak her müslümanın asli görevi olmalıdır. Aksi takdirde kişi, ucundan bucağından bulaşarak farkında olmadan şirk koşar hale gelebilir.
Şirki şu başlıklar altında özetlemek mümkündür;
TAPMAKTA ŞİRK
Şirkin en açık ve net olan şeklidir. Allah(c.c)'tan başka canlı veya cansız varlıklara (güneş, ay, yıldızlar, ateş, yarı veya tam ilah zannedilen insan ve hayvanlar gibi) tapınmak ve onlara ibadet etmektir. Bu şirkin bir de Allah(c.c)’la beraber başka ilahlara tapılması şeklinde olanı vardır. Hıristiyanlıkta sonradan uydurulan teslis inancını, buna örnek gösterebiliriz (bkz. Tevbe/30; Maide/72).
KULLUKTA ŞİRK
"Rab" kelimesi bir bakıma yaratılanların talim ve terbiye ile sevk ve idaresini temsil eder. Bir kulu rab edinmek için illaki ona: “Bu benim rabbimdir.” demek gerekmez. Bu yetkileri bir kula layık görüp o kulun izin de giderseniz, o sizin rabbiniz olmuş olur. Tevbe Suresinin 31 nci ayetinde mealen,
"Onlar, Allah'dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah'dan başka hiçbir ilah yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir."
buyrulmuştur. Bu ayetin tefsiri niteliğindeki bir hadis şöyledir:
"...Adiy b. Hatim(r.a), Medine’ye geldi. O, Tay Kavmi'nin lideriydi. Boynunda gümüş bir haçla Resulullah(s.a.v)’ın huzuruna girdi. Resulullah(s.a.v) Tevbe Suresinin 31 nci ayetini okuyordu. Adiy b. Hatim(r.a), Peygamber(s.a.v)’e: 'Onlar, din adamlarına tapmadılar ki!' dedi. Reslullah(s.a.v): 'Evet, fakat din adamları, onlara helali haram, haramı helal kıldılar. Onlar da tabi oldular. Bu, onların, din adamlarına ibadetidir.' buyurdu." (Tirmizi, 3095; İbni Ebi Hatim, 10057-10058)
Neyin helal ve haram, neyin emir ve yasak olduğunu belirleyen tek merci Allah(c.c)’tır. Kendine veya sıfatı her ne olursa olsun başka birine bu yetkiyi veren, Allah(c.c)’ın dışında başka bir rab edinmiş olur (bkz. Ali İmran/64; Zümer/3; Nahl/73; Furkan/41;Casiye/23).
HAMD VE ŞÜKÜRDE ŞİRK
Şirkin bu türünde toplumlarda iyi ve güzel şeylere vesile olan (örneğin yönetici, lider, komutan, patron ve ağa gibi) bazı seçkin insanlar, başarılarından dolayı kutsallaştırılarak putlaştırılır. Bu onlara nimetlerin yaratılmasında payları varmışcasına minnet duyma, onları gerçek değerlerinin üstüne çıkartma, kusurlarında bile bir üstünlük veya bir hikmet arama şeklinde tezahür eder.
Bu şekilde tabulaştırılan insanların tenkit edilmesine rıza gösterilmez. Nimetlerden mahrum bırakılma endişesiyle, bunlardan Allah(c.c)’tan korkar gibi korkulur; Allah(c.c)’tan daha çok onlara hamd ve şükür edilir (Fatiha/2; Enam/1; Lokman/12; Kasas/70; Ankebut/17, 25, 53; Zümer/38; Araf/194, 197; Yusuf/40; Ali İmran/175; Nisa/131; Teğabun/1).
İBADETTE ŞİRK
Kur'an'da çeşitli ayetlerde sırf Allah(c.c) rızası için değil de, sadece gösteriş olsun diye ibadet edenler kınanmıştır (bkz. Bakara/264; Nisa/38; Enfal/47; Nisa/142; Maun/6). Peygamber Efendimiz(s.a.v) "Ümmetim için gizli şirk ve şehvetten kaygı duyuyorum" demiş, "Sizden sonra da hala şirk olacak mı?" sorusuna, "Evet, fakat güneşe, aya, taşa ve puta tapmak şeklinde olmayacak, insanlar ibadetlerini riya için yapacaklar" cevabını vermiştir (Müsned, IV, 124).
Ayrıca dine sonradan sokulan şeyler (bidat), iyi bilinen ölmüş kişilerin aracı edinilmesi ve onlardan şefaat umulması, birtakım dileklerin gerçekleşeceği umularak yapılan türbe ve mezar ziyaretleri de şirk niteliğindedir (bkz. Enam/56; Kehf/110; Şuara/213; Kasas/88; Mümin/66; Cin/18; Zümer/43-44; Araf/37; Yunus/18, 106; Ahkaf/5-6; Nahl/20-21; Zuhruf/86).
EGEMENLİKTE ŞİRK
Yerlerin ve göklerin egemenliği, mutlak hükümran olan Allah(c.c)’a aittir (bkz. Araf/54; Kehf/26; Ali İmran/189; Maide/44; Taha/114). İlahi değil de beşeri kanunlara dayalı düzen kurmak, bir nevi yeni bir din oluşturmaktır (bkz. Şura/21). Zira din fert ve toplumla birlikte devleti de içine alan hayat biçimi demektir. Bunu Hz.Yusuf(a.s)’ın kıssasında kralın uyguladığı kanunların, onun dini olarak ifade edilmesinden anlamaktayız (bkz. Yusuf/76).
Kur’an’la bağdaşmayan kanunlara rıza gösterip riayet eden kişi, Allah(c.c)’a değil o kanunları yapanlara ibadet etmiş olur. Hem Allah(c.c)’ın kitabına iman ettiğini söyleyen, hem de başka hükümleri benimseyen insanlar Kur’an’da kitap yüklü eşeğe benzetilmiştir (bkz. Cuma/5). Eşek kitapla yüklüdür ama içinde yazanları bilmez, bilse bile ona uyup gereğini yapmaz; sadece taşır.
SEVGİDE ŞİRK
Herhangi bir varlığı Allah(c.c)’ı sever gibi sevmek, affedilmez günahlardan olan şirkin kısımlarındandır. Kişi daima beğendiği, hoşlandığı, sevdiği ve değer verdiği şeyleri yaratanın Allah(c.c) olduğunun bilincinde olmalıdır. Kişi ölümüne kadar bütün varlığıyla hayatını Allah(c.c)'a adamalıdır.
Bilindigi üzere Hz.ibrahim(a.s) evladını çok sevmeye başlayınca imtihan edilmiş, onu öldürmesi istenmiştir. Kendisi zor bir karar olsa da Allah(c.c)'ın emrini uygulamak için hazırlanmış, lakin son anda testi geçtiği kendisine haber verilmiştir (bkz. Saffat/100-110). İbrahim kıssasından alacağımız ders evlat, eş mal ve mülk gibi dünyevi şeyleri çok sevip; onlara Allah(c.c)'tan daha çok bağlanmamaktır. Zira bu da şirkin başka bir şeklidir (Bakara/165; Araf/189-190; Tevbe/24).
“Desem ki yeryüzüne beş peygamber geldi, beşincisi sensin. Desem ki iki kişi kaldık dünyada, ikincisi sensin. Desem ki biri var yeri göğü var eden, o da sen olurdun. Sana tapmak için kilden bir heykel yapardım güzelliğince.”
desem ki, yeryüzüne beş peygamber geldi; beşincisi sensin. desem ki, iki kişi kaldık dünyada; ikincisi sensin. desem ki, birisi var yeri göğü var eden; o da sen olurdun. sana tapmak için kilden bir heykel yapardım güzelliğince. bilsem ki sen tanrı'dan iyisin, bilsem ki tanrı senden güzel değil. senin o kocaman kocaman gözlerin yok mu, nas��l duruyor boşluğunda arzuların anlamıyorum. nasıl nasıl bakıyor bana, böyle merhametten uzak. git diyorsun, nereye gideyim? ümitlerim ne olacak, bunca şiirleri kim söyleyecek sana, kim anlatacak dünyaya sığmayan güzelliğini? gitmek mümkün olsa da gitsem uzaklara, sevmesem seni bir daha, paramparça etsem yüreğimi cam gibi. sonra yaksam, savursam küllerini karlı dağlardan, açık denizlerden. yine seni severdim toz toz, yine sana tapardım küllerin ağırlığınca. bu oksijen gazı olmasa da olurdu ama beethoven gelmeseydi dünyaya seni bu kadar sevemezdim. ikimizin ortasında o duruyor; sağımızda birinci keman, solumuzda ikinci keman, karşımızda üçüncü keman. sonra orglar, flütler, kontrbaslar. sustur şu orkestrayı beethoven, şimdi dokuzuncu senfoninin sırası mı? bunca yalnızlıklar, bunca yoksulluklar benim işim değil. bu çirkinliği ben yaratmadım, ne de bu kahpe güzellikleri. bende sevmediğin ne varsa senden türedi. şu karanlık bakışlar, şu ellerin pisliği, şu dudaklarımdan çıkan iğrenç sözler; besbelli senin eserin. ne buldumsa sende buldum, kötülükten yana. ne öğrendimse senden öğrendim, seni sevdikten sonra başladım yaşamaya. seni tanrı yarattıysa beni kim yarattı? bu azabı kim verdi bana? çıngıraklı yılanların zehrini içtim, balinaların kusmuklarını. kükürt kokulu imkansızlıklar içindeyim oysa güzeldim tarihin ilk çağlarında. görsen şaşardın, öyle aydınlıktım, öyle iyiydim. kobalt mavileriyle doluydu yüreğim, kurşun beyazlarıyla. severdin beni, midye kabuklarının yeşilliğince. sonunda dediğim çıktı işte. samanyolu'ndan bir yıldız düştü dünyaya, sinekler gibi eziliverdi insanlar. her şey bir anda olup bitti, yapayalnız kaldık. ne radyo-aktivite, ne mantar şeklinde bulutlar, ne yaşamak sevinci, ne ölüm korkusu. sonunda üç kişi kaldık dünyada. sen, ben, bir de jiro'nun lesko'su. yine bana bakarken yüzün kızarıyor, toplum kurallarından kurtulamadın daha. bütün çayırlar bomboş. görmüyor musun? al başını dağlara çık, avaz avaz şarkı söyle sokaklarda. bir kibrit çak, bütün evler yansın. yüz bin yılın öcünü al bu şerefsiz dünyadan. sonra kaldır kendini, denize at. biraz serinle. sevebildiğim kadar insanım ben, on gram arsenik yeter canıma. beni düşünme. uzan mistral rüzgarlarının üzerine nünbüs bulutlar geliyor, kaç. uykumuz bölündü çırılçıplağız, kum fırtınaları başladı çin seddinin ötesinde. gölgemizi bir asya şehrinde unuttuk. taklamakan çöllerinde kaldı rüyalarımız. haydi git. yok olduk, iki olduğumuz yerde. haydi git. bir kalırsak yine var olacağız.
“Divorce me, untie or break that knot again, / Take me to you, imprison me, for I, / Except you enthrall me, never shall be free, / Nor ever chaste, except you ravish me.”
Excerpt from Holy Sonnets: Holy Sonnet XIV aka Batter my heart, three-person'd God (1633) by John Donne / Sculptures by Stephan Sinding at the Ny Carlsberg Glyptotek in Copenhagen; Tapmak [Adoration] (1903) and Slaven [The Slave] (1878)
Goethe'ye göre, kadını, şiiri, müziği sevmeyen, ömrü boyunca ahmak kalır.
Karl Kraus'a göre, bir kadın olmadan yaşanmayacağı doğru değildir, bir kadın olmadan yaşanmış olunmaz sadece.
Winston Churchill, benim en parlak başarım, eşimi benimle evlenmeye ikna etmemdir
diye özetlemiş.
Charlotte Whitton ise, kadınlar, hayatta yapmaları gereken şeyleri, kendilerinin yarısı kadar bile iyi olmayan bir erkeğin yaptığından iki kat iyi yapmak zorundadır, neyse ki, bunu yapmak zor değil diye gülümsemiş.
Lynda Lee-Potter'a göre, güçlü erkekler, kadınların desteğiyle başarılı olurlar, güçlü kadınlar ise kocalarına rağmen başarılıdır.
Aristotle Onassis, eğer ki kadınlar olmasaydı, dünyadaki paranın hiçbir değeri kalmazdı
diye izah etmiş.
Rudyard Kipling, kadının tahmin ettiği şey, erkeğin emin olduğu şeyden daha doğrudur demiş.
Henry Miller'a göre, kadınlarla ilgili yapılabilecek üç şey vardır; onu sevebilir,
onun için acı çekebilir, ya da onu edebiyata çevirebilirsin.
Honore da Balzac, bir kadına inanmak, ona tapmak, onu hayatın başlangıç noktası, ışığı bellemek… Bu, yeniden doğmak değil de nedir, diye sormuş.
Charles Bukowski, hıçkırarak ağlayan bir kadının gözyaşları, ağlatan adamın başına geleceklerinin altına atılacak imzadır diye uyarmış.
Tolstoy, kadın öyle bir konudur ki, onu ne kadar incelersen incele, her zaman yepyenidir demiş.
Turganyev, bütün dehamı, bütün eserlerimi, akşam yemeğine geç ya da erken gelmemle candan ilgilenen bir kadın uğruna feda etmeye hazırım, diye yazmış.
Gökyüzünün yarısını kadınlar taşır diye
Çin atasözü var.
Kadın, bir erkeğin kendisini sevmediğini, ondan daha önce farkeder diye Rus atasözü var.
Pablo Neruda, bir kadın söyleyeceği çok şey olduğu halde susuyorsa, erkek artık tüm