Tumgik
#tevhid
tewhid · 10 days
Text
Korkuyor muyuz hak olanı haykırmaktan? Bence onlar korkuyor hak olanı haykırmamızdan...!
35 notes · View notes
urvetulvuskaa · 5 months
Text
İnsan bir anda uçurumdan aşağı gidebilir.. Gerek geçmişe baktığımızda gerekse şimdi bunun örneklerini görebiliyoruz.. Allah'tan daima doğru yol üzere sebat, istikamet istiyoruz.. Bir saniyemizin dahi garantisi yokken hiç bir şey imanımız ve istikametimizden daha değerli değildir.. Sürekli değişen, Allah'ın parmakları arasında olan, dilediğini düzelten, dilediğini kaydıran, dilediğini sabit kılan kalplerimiz için Allah'tan daima, daima sebat istiyoruz..Yakîn gelene kadar, son nefese kadar..Bu yüzden bu duaya devam edip hem de duanın gereğince salih amel istikâmetinde bulunmak lâzım.
رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةًۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ
Rabbimiz! Hidayet ettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize kendi katından bir rahmet ver. Şüphesiz ki sen, (karşılıksız olarak kullarına hibe eden) El-Vehhâb’sın. (Âl-i İmran, 8)
كانا مسلمين ولكنهما سألاه الثبات
Selam bin Ebi Muti' dedi ki: Onlar müslümandılar, fakat Allah'tan sebat istediler.. ( İbn Ebi Hâtim)
يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْبِي عَلَى دِينِكَ
Ey kalpleri çeviren, onlara tasarruf eden Allâh’ım! Benim kalbimi Sen’in tâatin üzerine sabit kıl.”
(Rasûlullah صلى الله عليه وسلم)
Allah'ım senden, dinde sebat edenlerin az olduğu bir zamanda kalbimizi Tevhid üzere sabit kılmanı istiyoruz..
..
20 notes · View notes
hazerparem · 5 months
Text
Tumblr media Tumblr media
İslâm mutluluk için "yerden bitki gibi büyümek" anlamındaki kökten gelen "felâh" terimini kullanır. ilâhî yükümlülüğü yerine getirmekten ibarettir. Bir insan Allah'ın merhametini ve bağışlamasını umabilir; ama tembellikten ya da açıkça meydan okumadan dolayı ilâhî emirleri yerine getirmezse onun merhametine güvenemez. Kaderi ve akibeti tamamen kendisinin bu emirleri ne şekilde yaptığına bağlıdır.Allah’ın idaresi lehte ya da aleyhte değil, âdildir. Adaletinin ölçüsü mutlak surette en hassas ve kusursuz dengeye sahiptir. Onun bu dünyaya ve öteki dünyaya ait mükafât ve cezalar sistemi herkese, ilahî emirlere uyması ya da uymaması durumuna göre hak ettiği şekilde uygulanır.
20 notes · View notes
muvahhid · 6 days
Text
Tumblr media
Bahar çicekleri ile güzelleşir,
Dünya İslam ve Müslümanlarla.🌼
9 notes · View notes
geceninkaranligi-2 · 9 months
Text
Tumblr media
42 notes · View notes
adasun01 · 3 months
Text
Dua görünmezdir ama imkansızı mümkün
kılar. Harikalar yaratmak Allah'ın İşidir.
Bizim işimiz basit: dua et, inan ve bekle...
10 notes · View notes
kiyamterzi · 1 year
Text
Tumblr media
🥀 “Allah’tan başkasına gönül verene sema’nın boşluğu bile dar gelir...” #kıyamterzi
114 notes · View notes
hatiragulzaman · 8 months
Text
Tumblr media
🍁🍃🍁🍃
La İlahe İllallah, İslam'ın temel inançlarından biridir.
La İlahe İllallah ifadesi, İslam'ın temel ilkelerinden biridir.
Bu ifadeyi kabul etmek, İslam'a girmenin ilk şartıdır. La İlahe İllallah, İslam'ın iki temel ilkelerinden biri olan tevhid inancının bir ifadesidir. Tevhid, Allah'ın tek ve eşsiz olduğunu, her şeyin yaratıcısı, sahibi ve yöneticisi olduğunu kabul etmektir. Diğer temel ilke ise İslam'ın son peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna inanmaktır.La İlahe İllallah anlamı
Kelime-i tevhid sözlük anlamı ile “Allah’ı birleme cümlesi” demektir. “Lâ ilahe illallah” sözünden ibarettir ve “Allah’tan başka ilah yoktur.” anlamına gelir. Bu cümlenin ifade ettiği mana İslam’ın temel ilkesini oluşturur. Hz. Peygamber, “Kıyamet gününde benim şefaatim sayesinde en mutlu olacak insan, kalbinden içtenlikle, Lâ ilâhe illallah diyendir.” (Buhârî, İlim, 33; Rikâk 51) buyurmuştur.
21 notes · View notes
alperenlive · 2 years
Text
Tumblr media
Ahzâb Sûresi 47. Ayet
Bismillahirrahmanirrahim
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ فَضْلًا كَب۪يرًا
Mü’minlere kendileri için Allah’tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele.
Ahzâb sûresi Medine’de hicrî beşinci yılın sonlarında inmiştir. 73 âyettir. İsmini, 20. âyette geçen اَلأحْزَابُ (ahzâb) kelimesinden alır. “Ahzâb” topluluk, grup, parti, bölük gibi mânalara gelen اَلْحِزْبُ (hizb) kelimesinin çoğuludur. İnsanın her gün okumayı mutat hale getirdiği dua demetine ve Kur’an’da bir cüz’ün dörtte birine de hizb denilir. Bu sûrede “ahzâb” kelimesiyle, müslümanlara karşı savaşmak için birleşen müşrik Arap kabileleri ve onlara katılan diğer düşman güçleri kastedilir. Mushaf tertîbine göre 33, iniş sırasına göre 97. sûredir.
Konusu
Resûlullah (s.a.s.)’in şahsında tüm mü’minlere Allah’tan korkup kâfirlere ve münafıklara itaat etmeme, Kur’an’a ittibâ ve Allah’a tevekkül gibi temel ahlâkî esaslara yer vererek başlayan sûrede üç mühim tarihî hâdiseden bahsedilir:
›  Hicrî 5. yılın Şevvâl ayında vuku bulan Hendek, diğer ismiyle Ahzâb savaşı ve bu vesileyle münafıkların iç dünyalarının ortaya konması, ruh hallerinin tasvir edilmesi.
›  Hicrî 5. yılın Zilkâde ayında yapılan Benî Kurayza gazvesi, bu vesileyle mü’minlere zafer ve ganimetlerin müjdelenmesi.
›  Yine Hicrî 5. yılın Zilkâde ayında meydana gelen Peygamberimiz (s.a.s.)’in Hz. Zeynep’le evlenmesi ve bu hâdise esas alınarak evlatlıkla alakalı hükümlerin düzenlenmesi.
Bu hâdiseler Ahzâb sûresinin ne zaman indiği hususunda net bir fikir verdiği gibi, sûrede temas edilen diğer konular da bu üç ana hâdise etrafında döner durur. Hususiyle Resûlullah (s.a.s.)’in müstesnâ şahsiyeti, Allah katındaki değeri, kendisine ve hanımlarına mahsus evlenme, boşanma, örtünme hükümleri; mü’minlerin Efendimiz (s.a.s.) ve hanımlarıyla olan içtimâî münâsebetlerine dâir edep kâideleri beyân edilir. Allah ve Rasûlü’ne  karşı saygısız davranan kimselerin hem dünya, hem de âhiretteki fecî sonlarından birer manzara sunularak, mü’minlerin bu hususta daha dikkatli olmaları istenir. Sûre din ve kulluk emânetini taşımanın ehemmiyeti ve zorluğunu dile getirerek nihâyete erer.
365 notes · View notes
teneres · 1 month
Text
"Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek" imanın olmazsa olmaz gereklerinden ve dinin en büyük esaslarından olduğu halde, Müslümanlardan nesiller ve asırlar boyu sayılamayacak kadar çok kimseler, bu büyük dini esası hep zayi edegelmişlerdir. Böylece ümmet içinde, dinden ve imandan sapan fırkalara türemek için zemin hazırlanmıştır. Hatta ümmet içindeki bütün bid'at ve dalalet yollarının, batıl dinlerin mensupları olan kafir ve müşrikler ile muvalat etmekten dolayı meydana geldiğini söylemek, asla abartılı bir ifade değildir. İslam ümmetinin dini ve imanı ile zinde kalabilmesi, kimliğini ve yapısını koruyabilmesi, izzeti ve zaferi, hatta bu dinin bekası, Müslümanların arasında "Allah için sevgi"yi ve kafirlere/müşriklerle karşı "Allah için buğz ve düşmanlığı" yerleştirmeye bağlıdır.
Bil ki, şeytan ve dostları günümüzde, Allah'a ve dinine karşı "demokrasi", "hümanizm", ve "hoşgörü" gibi isimlerin altında savaşmaktadırlar. Bu isimlerin ardındaki davetlerinin aslı; "İnsanı, din farkı gözetmeksizin insan olduğu için sevmek ve saygı duymak"tır. Kendisini İslam dinine nisbet edenlerden pek çoğu, şeytanın süslediği bu davete aldanmış hatta bunun İslam'ın bir emri olduğunu bile sanmışlardır. Büyük bir acı ile söylüyoruz ki bu batıl davet, İslam beldelerinde bir yangın gibi yayılmış, ümmetten sayısız kimsenin göğüslerini işgal etmiştir. Öyle kötü bir duruma gelinmiştir ki, ümmetin çocukları, gençleri, kadınları ve erkekleri insanları dinlerine göre sınıflandırmaz olmuşlardır. Ben Müslümanım diyen sayısız kimse için artık Müslüman ve Kafir, Müşrik ve Muvahhid, imanlı ve imansız gibi ayrımlar bir anlam taşımamaktadır. Hatta şöyle -veya benzeri- sözleri söyleyenleri bile bulabilirsin; "Ben Müslümanım ama, dinler arasında ya da inançlı inançsız ayrımı yaparak başkalarına düşmanca tavırlar takınmayı doğru bulmuyorum." Bu kimselerin daha da hayret edilecek halleri: "İnsanları dinlerine göre sınıflandırmamayı ve bütün din mensuplarını sevip dost edinmeyi" İslam'ın bir gereği olarak görüp göstermeleridir. Bu demokrasi ve hümanizm çığırtkanlarına, İslam beldelerinin halkları bir tarafa, basiretsiz alimleri bile kulak vermektedirler.
Müslümanlar üzerine, yeni bazı oyunlar oynanmakta; kafirleri, müşrikleri, Yahudileri ve Hristiyanları sevmek, hatta dinlerini geçerli ve makbul saymak, İslam'ın bir gereği olarak gösterilmektedir. Bu batıl "hoşgörü" adı altında, ayet ve hadislerden getirilen deliller (!) ile Müslümanlara telkin edilmektedir. Bu zındıklar, Yahudi ve Hristiyanların cehenneme girmeyeceğini, onların da dinlerinin makbul olduğunu telkin etmektedirler ki, imanı yok edeceği için en tehlikelisi de budur. Hatta birilerinin "hoca" diye itibar ettiği sefih bir zavallı "Ehli Kitab ile Amentüde İttifakımız Var" demek bedbahtlığında dahi bulunmuştur. Kafirleri, müşrikleri ve Müslümanları eşit seviyede kabul eden bir kalbin Müslümanlığından söz edilebilir mi? Kafirleri, müşrikleri ve Müslümanları eşit olarak değerlendiren bir toplum İslam'ın neresindedir? Allah'ın ismine yemin olsun ki bunlar eski Mürcie'den çok daha fazla haddi aşmışlardır. Öyle ya! Onlar: "İman da, küfür de kalbin itikadından ibarettir" diyorlardı, bunlar ise küfre itikad edenleri bile cennet ehli saymak istiyorlar. Allah'tan af ve afiyet dileriz.
7 notes · View notes
belkidebirharfimben · 9 months
Text
Psikolojinin Allah'ı yok mu?
Tumblr media
"Ey ahmak nokta-i sevda! Hâlıkın ef'âli sana nâzır değildir. Ancak Ona bakar. Kâinatı senin hendesen üzerine yapmış değildir. Ve seni hilkat-i âlemde şahit tutmamıştır.” Mesnevî-i Nuriye’den.
Allah amellerini mübarek etsin. Geçenlerde ODTÜ mezuniyet töreninde “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur!” ayet mealinin pankart olup gezdirildiğini gördük. Cenab-ı Hak, kelamullahından nur alan böyle sineleri çoğaltsın, müslüman memleketini müslümansız bırakmasın. Âmin. Fakat elbette yarasa tabiatlıların bu nurdan gözleri kamaştı. Hemen başlarını mâbâdlarına çevirdiler. Hatta mırıldandılar: “Böyle birşeyi savunmak akademinin/psikolojinin değerlerini aykırıdır!” Neden efendim? Onlar açık açık söylemezler ya. Biz çekinmeyip deyiverelim: Zira kafalarındaki bilimin Allah’ı yoktur. Yani Allah varsa bilim yoktur. O yüzden yanlarında ‘Allah’ denildiğinde ‘Euzü’yü duyan İblis’e dönerler. Şeytanlarından önce kendileri çarpılırlar. Kaçacak mağaralar ararlar.
Will Smith’in, yaşanmış bir hikâyeye dayanan, dişe dokunur, mesaj içerir filmlerinden Doğruyu Söyle’de (Concussion/2016) buna benzer bir sahne olduğunu izleyenler hatırlar. (Hafızamda kaldığı kadarıyla nakledeyim.) Nijeryalı dindar bir hristiyan olan Dr. Bennet Omalu ABD’de adlî tabiblik yapmaktadır. Amerikan futbolu yıldızlarının emekliliklerinin ardından intihara kadar varan psikolojik sorunlar yaşamaları dikkatini çeker. Böyle vakalardan birisini, cebinden de para harcayarak, özel olarak incelemeye tâbi tutar. Teşhisini kesinleştirir. Durum apaçıktır. Futbolcuların oyunun sertliği içinde kafalarına aldıkları darbeler beyinlerinde hasara neden olmaktadır. Ve bu hasar ilerleyen yaşlarda kendini iyice belli etmektedir. Dr. Omalu’nun asıl mücadelesi bu teşhisten sonra başlar. Kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışır. Bulgularını yayınlamak ister. Bir bilimsel derginin editörüne verileri aktardıktan sonra şöyle bir cümleyle sunumu bitirir: “Tanrı insanı futbol oynasın diye yaratmamış!” Editörün bu finale tavrı gariptir: “Tamam. Güzel. Tanrıyı çıkar. Elindekileri makaleye dönüştür. Bunu dergide yayınlayalım.”
“Tanrıyı çıkar!” dindarlığın, sahadaki bilimsel muvaffakiyeti ne olursa olsun, titri/yetki sahibi Nemrutlardan gördüğü muamelenin özüdür. Belki biraz da bu yüzden, Bediüzzaman, “Muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar!” diye yakınan lise talebelerine şöyle cevap vermiştir: “Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla, mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil onları dinleyiniz.” Devamında birçok misalle bu uyanışın yöntemini de belirtir mürşidim. Teberrüken birisini alıntılayalım: “Meselâ, nasıl mükemmel bir eczahane ki, her kavanozunda harika ve hassas mizanlarla alınmış hayattar macunlar ve tiryaklar var; şüphesiz gayet maharetli ve kimyager ve hakîm bir eczacıyı gösterir. Öyle de, küre-i arz eczahanesinde bulunan dört yüz bin çeşit nebatat ve hayvanat kavanozlarındaki zîhayat macunlar ve tiryaklar cihetiyle bu çarşıdaki eczahaneden ne derece ziyade mükemmel ve büyük olması nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıb mikyasıyla, küre-i arz eczahane-i kübrasının eczacısı olan Hakîm-i Zülcelâli, hatta kör gözlere de gösterir, tanıttırır.”
Bu meselede yukarıda zikredilenlerden daha garibi de şudur bence arkadaşım: Bu sekülerizm kaselislerinin din düşmanlığındaki gayreti, bönlüğü, basitliği, iptidaîliği, hamlığı vs. Batılı pirlerinde dahi bulunmaz. Mesela: Psikolojinin Freud ve Jung ile birlikte ‘üç kurucu babasından biri’ sayılan Alfred Adler, İnsanı Tanıma Sanatı isimli eserinde, ‘ben merkezciliğin’ psikolojik sağlığa verdiği zararı izah sadedinde, sözü ilginç bir yere getirip der ki:
“Gelişmiş bir toplumsallık duygusunu içinde barındıran ve ‘Başkalarına ne verebilirim?’ sorusunu soran biri tüm karşıtlığıyla kendini beğenmiş kişiyle yanyana getirildiğinde arasında ne büyük bir değer farkının bulunduğu hemen anlaşılacaktır. Bu da ulusların binlerce yıl önce müthiş bir kesinlikle sezdiği ve İncil’in o bilgelik dolu ‘Vermek almaktan daha hayırlıdır!’ sözünde dilegelen bakış açısına götürür bizi. Alabildiğine eski bir insanlık deneyiminin dışavurumu sayılan bu sözün anlamı üzerine düşündük mü görürüz ki: Burada anlatılmak istenen ruhsal bir durumdur; vermenin, kollayıp gözetmenin, yardım elini uzatmanın insanın ruhunda yarattığı havadır; bu hava, ruhsal yaşamda kendiliğinden bir denge ve uyum sağlar, veren kimsenin kendiliğinden ele geçirdiği bir Tanrı armağanıdır adeta. Daha çok almaya eğilimli kimse ise çoğu zaman dağınık ve tutarsız biridir. Hoşnut olmak nedir bilmez. Tam bir mutluluğa ulaşabilmek için elindekiler dışında daha nelere kavuşması ve neleri kendisine maletmesi gerekeceği düşüncesiyle oyalanıp durur hep. ‘Gözlerimi çevirip başkalarının gereksinimlerine bakayım’ demez. Başkalarının mutsuzluğunu kendi mutluluğu saydığından, bir uzlaşmanın sağlayacağı huzur düşüncesine kafasında yer yoktur. Dikkafalılığıyla yarattığı yasalara başkalarının boyun eğmesini ister amansız bir tutumla, varolandan başka bir gökyüzü ister, bir başka türlü düşünce ve duygu ister. Kısaca: Onda gördüğümüz herşey gibi hoşnutluk ve alçakgönüllülük duygusundan uzaklığı da dehşet vericidir.”
Tumblr media
Adler bu hususta daha birçok önemli şey söylüyor. Fakat yazıyı daha fazla uzatmayalım. Yalnız şu noktaya bir dikkat çekelim: Adler’in bahsettiği bilgelik, sadece İncil’de değil, hadis-i şeriflerde de bulunuyor. “Veren el alan elden hayırlıdır!” buyuran Aleyhissalatuvesselam Efendimiz de bize mezkûr duruşu bir anlamda tavsiye ediyor. Biz; Bediüzzaman’ın ifadeleriyle; hodbin, hodgam, hodendiş bakanlardan değiliz varlığa. Olmamalıyız. Kainatı kendi merkezimizde şekillenmeye zorlamamalıyız. Bu yalnızca ‘nazarımızda pek fena bir memlekete’ düşmemize sebep olur. Halbuki memleket fena değildir. Nazarımızda öyledir. Mü’mine yakışan hüdabinliğinden kaynaklanan bir “Herşeyle beraber birşeyim!” neşesine sahip olmaktır. Tevhide iman tevhidle yaratılmış herşeye bağlar bizi. “İman bir intisabdır.” Artık bu zeminde, varlığın merkezini Allah’ın esmaü’l-hüsnası şekillendireceğinden, mü’min ben merkezciliğin vartalarından kurtulur. İnsaniyetini bütünün amacına kattıklarında arar. Kendi varlığına kapanmaz. 
Aman, neler söylüyoruz, çenemiz düştü, Adler Efendi bizi tehlikeli(!) sularda yüzdürdü. Psikoloji adına cür’et edip İncil’e gittik, hadis-i şeriflere uğradık, Allah’lı-Kur’an’lı lâflar ettik. Cık, cık, cık. Oldu mu hiç? Şimdi Allahsız bilimcilerimiz böyle şeylere müsaade ederler mi? “Çaaat!” diye tanrıyı çıkarmazlar mı aradan? Bir antidepresan yazıp yollayacaklarken müşteriyi camiye yönlendirirsek elbette ekmeklerine kan doğramış oluruz. Kalpler Allah’ın zikriyle tatmin olur, tamam, ama bazılarının gözü maddeden başka şeylerle tatmin olmaz. O yüzden ne Adler’e, ne Bediüzzaman’a, ne hadis-i şeriflere, ne de Kur’an’a uyup böyle lâflar edilmesin dilerler. Bunların psikolojisinin Allah’ı yok çünkü. Eh, evet, ODTÜ’de ayetli bilim yürek ister. Kardeşlerimizin yüreğini tekrardan tebrik ediyoruz.
25 notes · View notes
tewhid · 4 months
Text
Sadece Allah’a kulluk edin. Kulluğunuz, ubûdiyetiniz sadece Allah’a olsun. Sadece Allah’ı dinleyin. Sadece Allah’a boyun bükün. Sadece Allah için yaşayın. Hayatınızın tümünde tek hakim varlık Allah olsun. Hayatı parçalamayın. Kulluğu parçalamayın. Gece hayatınızda, gündüz hayatınızda, aile hayatınızda, bireysel hayatınızda, toplumsal hayatınızda, evlenmenizde, boşanmanızda, hukukunuzda, eği-timinizde, savaşınızda, barışınızda, kazanmanızda harcamanızda söz sahibi sadece Allah olsun. Sadece O’nu razı etmeye çalışın. Kendinizi sadece O’na beğendirmeye çalışın...
51 notes · View notes
ebuhureyre · 2 months
Text
Tumblr media
Bir arkadaşım en etkilendiğin Hadis nedir diye sormuştu ama cevaplamak bir türlü nasip olmamıştı. Oysa benim en çok etkilendiğim hiç aklımdan çıkmayan ve en büyüğü sadece Bu Ayet.
Senin Rabbin Unutkan Değildir , Meryem 64.
Bunu tarif edemem,anlatsam bitmek tükenmek bilmez kelimelere ihtiyacım var .. Bir Alim’den okumuştum Bu Ayet öyle bişeyki hem güven hem korku verenmiş .
Bana ise daha çok güven ve mutluluk verdiğini sizlere söylemek istiyorum .Biliyorum Ya Rabb. Önüme her çıkardığında Dualarımı Unutmadığını,beni Unutmadığını görüyorum. Seni seviyorum Ya Rabb. Seni herkesten herşeyden daha çook Seviyorum.
Ey Kardeşlerim Alemlerin Rabbi Olan Allah’a çokca Güvenin.
Çünkü Alemlerin Rabbi Subhan Olan Allah Unutkan Değildir.
7 notes · View notes
caginmumineleri · 2 months
Text
Tumblr media
“...Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”
(A’râf Sûresi, 23)
12 notes · View notes
muvahhid · 21 days
Text
Bizimde dünyalık hayallerimiz vardı.
Ta ki tevhidi bulana dek.
Sonra dedik ki;
Dünya Onların, Ahiret Bizim Olsun... Eğlence onların, hasret bizim olsun.
16 notes · View notes
urvetulvuskaa · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media
"Allah yolundaysan koş, koşmak zor geliyorsa hızlı yürü, o da zor geliyorsa sadece yürü, Olmuyorsa sürün, fakat asla geri dönme."
..
90 notes · View notes