Tumgik
#adnan hoca dava
adnanoktarsevgidili · 4 years
Text
TV PROGRAMLARINDA SEVGİ DİLİ ESAS ALINMALIDIR
CNN Türk Televizyonundaki Olumsuz Üslup ve Hatalı Değerlendirmeler
Tumblr media
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının, A9 TV'de katıldıkları canlı yayın programlarının bazı bölümlerinde müzik dinlemeleri, dans etmeleri, şarkı söylemeleri ve eğlenmeleri adeta çok sıra dışı ve yadırganacak olaylarmış gibi çeşitli TV kanallarında ve sohbet programlarında sık sık gündeme getirilmektedir.
Hatta söz konusu programlarda kimi zaman, saygı ve terbiye sınırlarını aşan, kişilik haklarını ihlal eden, ölçüsüz hatta hakaretamiz bazı ifadelerin kullanıldığına da ne yazık ki şahit olmaktayız.
Bu tür programlardan bir tanesi, geçtiğimiz 16 Şubat Pazar günü, CNN Türk televizyonunda, Enver Kaptanoğlu'nun hazırladığı "Nasıl?" isimli bir programdı.
Programa katılan konuşmacılardan Sayın Ramazan Kurtoğlu'nun, Sayın Adnan Oktar'ın ve A9 TV'deki bazı canlı yayın programlarına katılan hanımların, program konsepti dahilinde dans etmelerini kınayan ifadeleri oldukça düşündürücüdür.
Tumblr media
Ramazan Kurtoğlu
Sayın Kurtoğlu'nun bu ifadelerini anlamak mümkün değildir. Zira, ülkemizde yüzlerce televizyon, binlerce radyo kanalı olup bunların yalnızca ekonomi, spor, vb. spesifik konularda yayın yapan bazıları hariç neredeyse tamamına yakınında eğlence ve müzik programları, şarkı ya da dans yarışmaları, gösterileri, oyun havaları... her gün, gece gündüz yayınlanmaktadır. Halkımızın çok büyük kısmı da bu programları büyük bir zevkle ve beğeniyle izlemektedir.
Yine, halkımızın çok büyük bölümü düğünlere, eğlencelere, müzik çalınan mekanlara, davetlere, diskolara, kulüplere gitmekte, buralarda ister müzik dinlemekte, ister şarkı söylemekte, ister dans etmekte, ister oyun oynamakta veya halay çekmektedir. Kısaca herkes her yerde dans etmekte, oynamakta ama Sayın Kurtoğlu'nun tabiriyle kimse "cakkudu cukkudu" etmemektedir.
Aynı şekilde, Sayın Kurtoğlu da arkadaşları da ailesi, yakınları ve akrabaları da düğünlere giderek yine kendi tabiriyle "cakkudu cukkudu göbek atmaktadır". Eğer bunda yanlış, adaba, edebe, ahlaka, toplum kurallarına aykırı bir şey varsa, dans etmeyi, göbek atmayı kınayan, eleştiren bir kişi olarak en başta kendisinin yapmaması gerekmez mi?
İŞİN DOĞRUSU, DANS ETMEKTE, MÜZİK DİNLEMEKTE, EĞLENMEKTE, BAŞKALARINI RAHATSIZ EDİP ZARAR VERMEDİKTEN SONRA NE İSLAM'IN NE DE TOPLUMUN KURALLARINA AYKIRI OLAN, ELEŞTİRİLECEK, KINANACAK HİÇBİR ŞEY YOKTUR. YÜZDE 90'INDAN FAZLASI MÜSLÜMAN OLAN ÜLKEMİZ İNSANLARINDAN HİÇBİRİ DANS ETTİĞİ, OYNADIĞI, HALAY ÇEKTİĞİ, HORON TEPTİĞİ İÇİN HAŞA DİNDEN, İMANDAN, İSLAM'DAN ÇIKMAMAKTADIR. BUNLARI YAPANLAR, İSLAM'I DA YANLIŞ TEMSİL ETMEMEKTE, SAPKINLIĞA VEYA DELALETE DÜŞMEMEKTE, YİNE NUR GİBİ TERTEMİZ MÜSLÜMANLAR OLARAK HAYATLARINA DEVAM ETMEKTEDİRLER.
Üstelik, kimsenin bu insanlara "bu yaptığınızın neresi İslam, siz İslam'ı nasıl temsil ediyorsunuz, insanların inançlarının içini mi boşaltıyorsunuz" gibi sorular sormak aklına bile gelmemektedir, ayrıca haddi de değildir. Çünkü yaptıkları İslam'a ve Kur'an'a aykırı değildir ve bu meşru fiilleri yaparken İslam'ı temsil etme gibi bir iddiaları da bulunmamaktadır.
Nitekim, Sayın Adnan Oktar da her zaman İSLAM'A UYULMASINI, KUR'AN'IN ESAS ALINMASINI söylemiş, hiçbir zaman "bana uyun" dememiştir. Hayatı boyunca ne hocalık ne mürşitlik ne de İslam'ı temsil etme iddiasında olmamıştır. Kendi deyimiyle "sıradan, mütevazi, Allah'ı çok seven herhangi bir Müslüman"dır. Yukarıda sözünü ettiğimiz dans eden, müzik dinleyen, eğlenen tüm diğer Türk ve Müslüman vatandaşlarımızdan, kardeşlerimizden farkı yoktur.
Ayrıca, Sayın Kurtoğlu'nun, programda Sayın Adnan Oktar'ı kastederek "O da SÜREKLİ İSLAM İSLAM diyordu... çıkıyor televizyon ekranına, kameranın karşısında. Sevgili peygamberimizden, Allah'tan, Lillah'tan BAHSEDİYOR, BAHSEDİYOR, BAHSEDİYOR..." şeklinde ifadeler kullanarak böyle güzel bir tavrı, hem de Allah'tan, İslam'dan çok bahsetmesine vurgu yaparak güya hatalı, eleştirilecek bir konu olarak göstermeye çalışmasını anlamak mümkün değildir. Bir insanın her gün televizyonda saatlerce ve her vesileyle sürekli Allah'ı ve peygamberimiz (sav)'i anmasından, hatırlatmasından daha güzel ne olabilir. Bu haşa, ayıplanacak, eleştirilecek değil, aksine iftihar edilecek, teşvik edilecek bir davranıştır.
Bugün televizyon ekranlarında sık sık halkın karşısına çıkan akademisyelerimizin, bilim adamlarımızın, medya mensuplarımızın, siyasetçilerimizin de sık sık Allah'tan, İslam'dan, Peygamberimiz (sav)'den bahsettiklerini, sevgiyi, dostluğu, kardeşliği dile getirdiklerini görmek, gerek bizleri gerekse tüm vatandaşlarımızı çok fazla sevindirecek, mutlu edecek son derece güzel ve hayırlı bir davranış olacaktır. Ne mutlu ki Sayın Adnan Oktar, tüm hayatında olduğu gibi, televizyon ekranlarına çıktığında da, yerli-yabancı TV kanallarına röportajlar verdiğinde de, konu ya da ortam ne olursa olsun her fırsatta Allah'ı anan, her konuyu Allah'a bağlayan en güzel modelin de öncülüğünü yapmış, örnek olmuş bir Müslümandır.
Diğer yandan Sayın Kurtoğlu, "İslam'dan bahsediyorsanız bunun bir adabı ve edebi vardır" derken adab ve edeb ölçüsü olarak neyi kastettiğini belirtmelidir. İslam'da adabın, edebin, ahlakın ölçüsü Kur'an'dır. Nitekim, Resullulah (sav)'in ahlakından sorulduğunda, Hz. Aişe (r.anha) validemizin "Siz Kur’an’ı okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur’an’dı" (Müslim 1/514 Hadis no: 746) cevabı çok ünlüdür.
Bir ortamda, bir mekanda, bir etkinlikte hanımların bulunmasının, dans, müzik ya da eğlence olmasının Allah'ı anmayı, Allah'ı hatırlatmayı yasakladığına, engellediğine dair bir Kur'an ayeti olsa Sayın Kurtoğlu'nun onu delil göstermesi gerekmez miydi? Ya da Peygamber Efendimiz (sav)'in şu durumlarda Allah'ı anmayın gibi haşa bir sözü olsa onu söylemeli değil miydi? Kaldı ki söylemesi de mümkün değildir, çünkü ne böyle bir ayet ne de hadis vardır.
Dahası, söz konusu adap, edep, Allah'a ve mukaddesata saygı göstermek olunca bu konuda dünya üzerinde Sayın Adnan Oktar'dan daha hassas ve daha titiz bir insan göstermek çok zordur. O yüzden, bu konuda endişe etmek, ortada çok büyük bir tehlike varmış gibi tavırlar göstermek yersizdir.
Bugün onlarca televizyon kanalında, birçok eğlence programının formatında din adamlarının, alimlerin, hocaların konuk edildiğini, dans, müzik, eğlence gibi etkinliklerin arasında onlara da zaman ayrılıp dini konular hakkında bilgi alındığını tüm Türkiye her gün izlemektedir. Bunda da hiçbir anormal, adaba, edebe, İslam'a aykırı bir durum olmadığı gibi her televizyon programında Allah'tan, Peygamber Efendimiz (sav)'den, dinden, imandan, Kur'an'dan bahsedilen bölümler olması insanların içini açan, imanına, maneviyatına, ruhuna son derece fayda veren çok güzel faaliyetlerdir.
Hepsinden ötesi, bu tür neşeli ve eğlenceli programlarda, ortamlarda, mekanlarda Müslümanların Allah'ı unutmaması, sürekli Allah'tan ve İslam'dan bahsetmesinin özellikle çok daha büyük bir değeri ve hikmeti vardır. Nitekim Sayın Adnan Oktar, belli bir dönem tv programlarında, dans, müzik, dekolte, eğlence, neşeli ve ileri derecede modern görünüm gibi uygulamaların özel ve kasıtlı olarak gündemde tutulmasının, günümüzde her yönden ezilmeye, zulmedilmeye, haşa küçük düşürülmeye çalışılan Müslümanların fayda ve menfaatlerine yönelik hikmetlerini defalarca dile getirmiş, detaylarıyla izah etmiştir. Bu uygulamalarla amaçlanan önemli gördüğümüz hususları kısa başlıklarla özetleyecek olursak:
Müslümanlarla alay edilmesi, küçümsenmesi ve hor görülmesi gibi çirkin bir tavır ve zihniyeti ortadan kaldırmak amaçlanmıştır;
Sayın Cumhurbaşkanımızın ve hükümetimizin demokrasi ve özgürlük taraftarı olduğunu, dansa, müziğe, dekolteye, kadın hürriyetine karşı hiçbir olumsuz yaklaşımı olmadığını göstermek amaçlanmıştır;
Müslümanların bu dünyada eğlenemeyeceği, güzel giyinemeyeceği, güzel evlere, arabalara ve eşyalara sahip olamayacağı yanılgısını yıkmak amaçlanmıştır;
Başörtüsü dolayısıyla İslam'a mesafeli duran hanımların önce İslam'ı kabul etmelerini sağlayarak, onları yıldıran görüntüyü ortadan kaldırmak amaçlanmıştır;
Dine uzak kesimlerin oluşturmaya çalıştıkları "Müslüman kadınlar zevksizdir, bakımlı olmayı, makyaj yapmayı, giyinmeyi bilmezler" algısını yıkmak amaçlanmıştır;
Sağcı muhafazakar kesimin bugüne kadar iletişim kurmada yetersiz kaldığı modern, aydın, solcu, batılı çevrelere, sahil kesimlerine ulaşmak amaçlanmıştır;
Toplumsal ayrışma ve kutuplaşma tehlikesi bertaraf edilerek sinsi ve fırsatçı dış güçlerin müdahale ve işgal bahanelerini ortadan kaldırmak amaçlanmıştır;
Meşru fiilleri suç ve günah sandıkları halde bunları gizlice yapanların suçluluk duygusuna kapılıp kendilerinin münafık olduklarını düşünerek dinden uzaklaşmalarını engellemek amaçlanmıştır.
Sonuç olarak da Müslümanlara karşı yürütülen alay, istihza, küçük görme gibi çirkin tavır ve zihniyeti ortadan kaldırmak için uygulanan bu yöntem etkisini göstermiş, başarılı olmuş, gereken mesajlar verilmiş ve sonucu da alınmıştır. Bundan böyle, daha fazla sürdürülmesine de gerek kalmamıştır.
Görüldüğü gibi, sığ ve yüzeysel bakışla kavranamayan bazı olayların derin düşünüldüğünde çok sayıda anlam ve hikmetleri vardır.
Detaylı bilgi için bkz:
https://www.net-cevap.com/net-cevaplar/ileri-derecede-modern-gorunum-ve-dekolte-giyim-tarzinin-nedenleri
Yine, çeşitli haber ve sohbet programlarına konuşmacı olarak katılan bazı kişilerin hiçbir somut bilgi, belge ve kanıta dayanmayan, tümüyle desteksiz anlatımlarla, sevgisiz ve kavgacı bir üslupla insanlar hakkında uydurma ithamlarda bulunmalarına bir örnek de, 13 Şubat 2020 tarihli CNN Türk televizyonunda yayınlanan "GECE GÖRÜŞÜ" programında yaşanmıştır.
Programda konuşan gazeteci Necdet Pekmezci, Sayın Adnan Oktar hakkında güya "hayatı boyunca çalışmayıp lüks bir hayat sürdüğü" şeklinde anlamsız ve asılsız bir iddia öne sürmüştür. Hiçbir delil ya da bilgiye dayanmadan, "nasılsa ünlü bir tv kanalına çıkmışım, artık buradan ne anlatsam halk inanır" mantığıyla ortaya atılan bu iddiada en küçük bir gerçek payı olmadığının en önemli delili, Sayın Adnan Oktar'ın 350'ye yakın kitabın yazarı olmasıdır.
Tumblr media
Necdet Pekmezci
Sayın Adnan Oktar dünya tarihinde gelmiş geçmiş en önemli yazarlardan biridir. Eserleri, Türkiye'de olduğu kadar, Hindistan'dan Amerika'ya, İngiltere'den Endonezya'ya, Polonya'dan Bosna'ya, İspanya'dan Brezilya'ya kadar dünyanın pek çok ülkesinde yoğun ilgi ve beğeniyle okunmaktadır.
İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Urduca, Çince, Arapça, Arnavutça, Rusça, Boşnakça, Uygurca, Endonezyaca, Azerice, Bengolice, Bulgarca, Danimarkaca, Lehçe, Malezyaca, Portekizce, Sırpça, Hollandaca, İbranice, Macarca, Fince, Farsça, Hausa, Dhivehi dili, Hindice, İsveççe, Japonca, Kırgızca, Kishwahili, Malayalam, Norveççe, Romence, Tamil, Telagu, Thai dili gibi 73'ten fazla dile çevrilen, hatta bazı ülkelerin OKUL MÜFREDATLARINDA yer alan bu eserler ülkemizde ve yurt dışında milyonlarca kişilik bir okuyucu kitlesiyle buluşmaktadır.
Dünyanın dört bir yanında çok büyük takdir toplayan bu eserler pek çok insanın İslam'ı, Kur'an'ı tanımasına, Allah'a iman etmesine, pek çoğunun da imanının derinleşmesine vesile olmuştur. Kitapları okuyan, inceleyen herkes, bu derin etki ve faydanın, samimi, hikmetli, akılcı ve kolay anlaşılır üslubun farkına varmaktadır.
Tüm bu faaliyetlerin yanı sıra, Sayın Adnan Oktar'ın eserlerinden faydalanılarak Türkçe ve onlarca yabancı dilde binlerce belgesel ve internet sitesi hazırlanmıştır. Yine, onun eserlerinden yola çıkılarak Türkiye ve dünya çapında düzenlenen ilmi ve kültürel konulu 5000'den fazla konferans organizasyonu Sayın Adnan Oktar'ın çalışmalarının ışığında gerçekleştirilmiştir.
Bunlara ek olarak Sayın Adnan Oktar'ın 10 yıla yakın bir süredir, her gün A9 TV'deki canlı yayın programlarında devletimize, hükümetimize, Sayın Cumhurbaşkanımıza verdiği güçlü ve etkili fikri destek ve katkıya tüm vatandaşlarımız şahittir. Bu süreçte Sayın Adnan Oktar'ın çok hayati konularda sunduğu son derece akılcı ilmi ve fikri öneriler kimi zaman ertesi gün hayata geçirilen hükümet politikalarında ve icraatlarında son derece etkili olmuştur.
Görüldüğü gibi, tüm bunlar ve burada sayma imkanımız olmayan diğer sayısız fayda ve katkı, son derece yoğun ve kesintisiz çalışma temposu gerektiren çalışma ve faaliyetlerdir. Hal böyleyken, hayatının her anı bu şekilde vatana, millete, Müslümanlara ve tüm insanlığa faydalı faaliyetlerle dolu bir insanın "hayatı boyunca çalışmadığını" öne sürmek asılsız olduğu kadar oldukça da ön yargılı ve sevgisiz bir iddia olacaktır.
Haber Global Kanalındaki Hatalı Üslup ve Olumsuz Konuşmalar
Diğer bir vahim konu da, cevap haklarını kullanma imkanı olmayan insanlara karşı TV ekranlarından, fütursuzca hakaretamiz ve çirkin bir üslup kullanılmasında sakınca görülmemesi ve bu tür ölçüsüz konuşmalara, sanki çok normal ve meşru davranışlarmış gibi göz yumulmasıdır.
13 Şubat 2020'de Haber Global kanalında yayınlanan bir programda bu endişe verici durumun örneklerinden biri yaşanmıştır. Programa katılanlardan Optima Araştırma A.Ş.'nin Yönetim Kurulu Başkanı Hilmi Daşdemir ve Ömer Lütfi Avşar isimli bir avukat, Sayın Adnan Oktar hakkında kendilerince bir takım saygıya ve terbiyeye uygun olmayan ifadeler sarfetmişlerdir.
Tumblr media
Hilmi Daşdemir
Öncelikle belirtmek gerekir ki Sayın Adnan Oktar, hakkında hiçbir kesinleşmiş yargı kararı bulunmayan, hayatında hiçbir suça karışmamış, tek bir sabıka kaydı bulunmayan, hakkında hiçbir somut suç delili, hatta emaresi bile bulunmaksızın 19 aydır hukuksuz bir biçimde cezaevinde tutulan, masumiyet karinesine sahip bir insandır. Hayatı İslam'a, vatana, millete, devlete hizmetle geçmiş tertemiz bir vatan evladıdır.
Bu nedenle, hiçbir geçerli bilgi, belge ya da kanıt sunmadan bir insan hakkında gelişigüzel, "sapkın", "soytarı" gibi hakaret içeren ifadeleri sarf etmenin hiçbir bilgilendirme, aydınlatma veya analiz değeri taşımadığı gibi yalnızca kişilerin bastırılmış bilinçaltını gözler önüne seren karalama maksatlı tavırlar olduğunu belirtmek gerekir.
Ayrıca, bu ve benzeri programlarda dikkat çeken bir başka ilginç husus, konu her ne olursa olsun SÖZÜ BİR ŞEKİLDE SAYIN ADNAN OKTAR'A GETİRME çabasıdır. Bugün basında sırf birkaç cümleyle bile olsa kendisinin adından söz etmek için yazılan upuzun makaleler, TV kanallarında Sayın Adnan Oktar'dan kısaca bahsedebilmek için hazırlanan saatlerce süren programlar yayınlanmaktadır. Her vesileyle Sayın Adnan Oktar'ın gündeme getirilmeye çalışılması da insanların kendisini ne derece önemsediğinin, unutamadığının, bilinçaltlarına kazındığının bir göstergesidir. Bu durum da kendisinin müstesna kişiliğini ve çalışmalarının etki gücünü göstermesi bakımından oldukça manidardır.
Tumblr media
Ömer Lütfi Avşar
Çok sayıda insanın istifade etmeyi umarak izlediği bu tür programlarda kimseye ne bilgi ne ahlak ne adap ne edep bakımından bir katkısı olmayan üslup ve konuşmaların insanlara kötü örnek olmak dışında hiçbir fayda sağlamayacağı açıktır. Bugün bu tür ifadeleri engel tanımadan kullanabilen kimselerin yarın başkalarının da bu yanlış tavrı kendilerine karşı sergileyebileceğini iyi düşünmeleri gerekir.
Bu tür bir sınır tanımazlığın önü açılırsa bir zaman sonra aynı ölçüsüz üslubu kullanmaktan kimse çekinmeyecek, aynı rahatlık ve vurdum duymazlıkla yarın da bu insanlar için "TV'ye çıkıyor soytarılık yapıyor", "sapkın hareketler yapıyor" denilebilecektir. Hatta, "dilin kemiği yok" düsturuyla, çok daha uç ifadeler sarfetmekten geri durulmayacaktır.
Dolayısıyla, hiçbir ölçü ve sınır gözetmeksizin, insanların kişilik haklarını çiğnemekte hiçbir beis görmeksizin mevcut konjonktürü fırsat bilerek, "ben yaptım oldu" şeklinde bir mantığın yarın da başkalarının aynı şeyi kendisine yapmasının kapısını açabileceğini unutmamak gerekir.
Bu tür olumsuz konuşma ve tavırlar, günden güne TV ekranlarından bu şekilde yaygınlaştığı takdirde milyonlara çok olumsuz bir örnek teşkil edecektir. Bu yoğun telkinin altında kalarak aynı yakışıksız üslubu ve tarzı benimseyen, normal ve meşru kabul eden, her fırsatta birbirine öfke duymayı, hakaret etmeyi, saldırmayı günlük yaşamın bir parçası olarak gören bireylerden oluşan bir toplum da dejenerasyonun ve çözülmenin eşiğine gelecektir. Bu ise ülkemiz açısından çok büyük bir tehlikedir.
Ülkemizin, huzur, güven, istikrar sevgi ve kardeşlik ortamına en çok ihtiyacı olan böyle bir dönemde insanları gerilime, öfkeye, sevgisizliğe, çatışma ve kavga ruhuna sürükleyen bu tür üslupların yaygın hal alması çok sakıncalı ve tehlikeli bir durumdur.
Bu itibarla, en basit, en meşru, dahası çok sayıda fayda ve hikmetleri olan güzel faaliyetleri sürekli garip komplo teorileri eşliğinde, sinirli bir yüz ifadesi ve abartılı anlatımlarla güya büyük tehlike arz eden çok vahim olaylarmış gibi kamuoyuna çok farklı ve yanlış biçimde yansıtmanın kimseye bir katkısı yoktur. Aksine, günümüzde git gide yaygınlaşan, tv programlarında reyting aldığı düşüncesiyle desteklenen ve sürekli yer verilen bu olumsuz, sevgi ve şefkat ruhundan uzak, kavgacı üslubu teşvik eden toplum mühendisliği modeli, insan fıtratına tamamen aykırıdır. Bu nedenle de toplumu günden güne gergin, mutsuz, moralsiz, karamsar bir psikolojiye sürüklemektedir.
Her gün onlarca tv programında yayınlanan bu olumsuz telkin fırtınası, insanlara sürekli korkunç, karmaşık ve karanlık bir gelecek sunmaktadır. İnsanlar da korkup tedirgin oldukları için bu programları izleyerek çare bulacaklarını ümit edip daha da fazla gerilime girmektedir. Bu durum insanlarda sevinçten, neşeden eser bırakmamış, hem halkı hem siyaseti hem ekonomiyi ciddi şekilde kötü etkilemiş, küskün ve içe kapalı, üreticilikten, girişimcilikten kaçan, her şeyden tedirgin, güvensiz, yarın başına nasıl kötü bir şey geleceğinin endişesini taşıyan mutsuz ve karamsar bir toplum ortaya çıkarmıştır. Ülke olarak giderek dünya üzerinde yalnızlaşan bir sürece girilmiştir.
Oysa milyonlarca insana ulaşma imkanı olan bu programlarda, sevgiden, dostluktan, kardeşlikten, muhabbetten bahsedilse, hep olumlu üslup hep olumlu ifadeler, sevgi ve muhabbet sözcükleri kullanılsa durum bugünkünden çok farklı olacaktır. Herkesin içi açılacak, psikolojisi düzelecek, şevk ve heyecanı, morali ve enerjisi yeniden tırmanışa geçecektir. Elbette ki insanlardaki bu iyileşmenin bereket ve güzelliği tüm topluma, ülkemize, devletimize ve hükümetimize de yansıyacaktır.
Burada tek kilit kelime sevgidir; insanlara, olaylara, toplum kesimlerine sevgiyle bakıldığı, insanlar birbirlerini sevgi ve sevgiyle andıklarında bunun geri dönüşü de mutlaka sevgiyle olacaktır.
Topluma sevgi ve huzurun yayılmasında medya kuruluşlarımıza, bu tür programların yapımcılarına, programlara konuk olarak katılan bilim ve düşünce insanlarına çok önemli sorumluluklar düşmektedir.
Bu sevgisizliğin, ön yargılı ve yıpratıcı tutumların önü alınmaz ise, bundan bir gün herkes zarar görecektir; bu durum da toplumumuzda onarılmaz yaralar ve derin manevi çöküntüler meydana getirecektir.
Kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız.
0 notes
GİRİŞ
Tumblr media
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinde 2019/313 E numarasına kayıtlı davamıza bakmakla görevli hakimler Galip Mehmet Perk, Ahmet Tarık Çiftçioğlu ve Talip Ergen’den oluşan heyet, davanın ilk gününden bu yana deyim yerindeyse nefes almadan ve aldırmadan bir yargılama yürütmüşlerdir. Bu süreçte DAVANIN ESASINA DAİR HİÇBİR İŞ VEYA İŞLEM YAPMAYA GEREK GÖRMEYEN MAHKEME HEYETİ, müşteki tarafca yapılan talepleri istisnasız olarak değerlendirmiş ve kabule yönelik kararlar vermiş olmasına rağmen SANIKLAR VEYA MÜDAFİLERİNCE YAPILAN TALEPLERİN TAMAMINI GÖZARDI ETMİŞ VEYA REDDETMİŞTİR.
Aşağıda detaylarıyla izah edeceğimiz üzere;
- Mahkeme heyeti, yargılama boyunca tek bir delil araştırması yapmamış, sanıkların ara aşamalardaki taleplerini reddetmiş, taraflara kovuşturmanın genişletilmesi talepleri olup olmadığını sormamış, tüm tanık çağırma taleplerini de haksız gerekçelerle reddetmiştir.
- Mahkeme heyeti, dinlenmesini kendisinin resen talep ettiği tanık polis memurlarının dinlenmesinden ve birçok mağdur/müştekinin dinlenmesinden haksız gerekçelerle vazgeçmiştir.
- Mahkeme heyeti, tüm yargılama süreci boyunca sanıklara ve müdafilerine karşı çok sert ve agresif bir tutum sergilemiş, kimi zaman alaycı üsluplarla kimi zaman ise bağırarak, kızarak sözlerini kesmiş, konuşmalarına müsade etmemiş ve çeşitli el, kol hareketleri ve yüz mimikleri ile sanıklar üzerinde psikolojik baskılar kurmuştur.
- Mahkeme başkanı Galip Mehmet Perk, sanık müdafilerinin beyanları veya itirazları sırasında çoğu zaman mikrofonlarını kapatarak konuşmalarına izin vermemiş, sonrasında kendi istediği beyanlarını sesli olarak tutanağa geçirmiştir.
- Mahkeme heyeti CMK 201. maddesini kötüye kullanmış, ayrıca sanık müdafilerinin müşteki, tanık ve etkin pişman sanıklara yönelttikleri sorulara haksız gerekçelerle sürekli müdahale etmiş, birçok sorunun sorulmasına müsaade etmemiştir. Buna rağmen mahkeme heyeti cevaplanması elzem olan konular hakkında resen hiçbir soru yöneltmemiştir.
- Mahkeme heyeti tüm müşteki, mağdur, tanık ve etkin pişman sanıkların ifadelerini soyut ve afaki gerekçelerin arkasına sığınarak CMK m.200/1 uyarınca sanıkların yokluğunda almış ve sanıkların bu kişilere soru sorma haklarına mani olmuştur. Bu kişilerin ifadelerine ait çözüm tutanaklarını incelemeye vakit olmadan alalacele iddia makamından esas hakkında mütalaası istenmiş ve aynı hızla son savunmalar alınarak davanın esası hakkında karar verilmiştir.
- Mahkeme heyeti pandemi şartlarını göz ardı ederek -özellikle tutuklu sanıkların müdafii desteğinden yararlanamadıklarını bile bile- yargılamaya hızla devam etmiş ve sanıklar ve müdafilerine yeteri kadar süre vermeden cebren savunmalarını almıştır. Savunmalar sırasında sanıklar ve müdafilerine sık sık sert ve agresif müdahalelerde bulunmuş, birçok iddia hakkında savunma yapmalarına müsaade etmemiş, savunma süresini dakikalar müddetinde sınırlı tutmuş, birçok sanığın savunmasını yarıda keserek yerine oturtmuş, bazı sanık müdafilerini ise Jandarma marifetiyle salondan çıkartmıştır.
- 4100 sayfalık iddianame, 499 sayfalık esas hakkında mütalaa, yaklaşık 50 bin sayfalık müşteki ifadeleri, beyan, sorgu, dijital materyal vb gibi yeküne rağmen sanıkların son savunmalarını alırken “sadece esas hakkında mütalaaya cevap vermekle” sanıkları sınırlı tutmuş, sanıkların dosya kapsamında savunma yapma taleplerini hukuksuz olarak reddetmiş, savunma yapmaya devam etmek isteyen sanıkları “azarlayarak” yerine oturtmuş, daha da vahimi gerçekleri çarpıtarak tutanağa bu durumları geçirtmemiştir.
Tüm bu hukuksuzluklar ve daha fazlası duruşma tutanaklarının SEGBİS çözümleri okunduğunda ve video ortamında izlendiğinde çok daha net olarak anlaşılacaktır. Ancak mahkeme heyeti duruşmaların sesli ve görüntülü kayıtlarını henüz daha taraflara vermemiştir. Yargılamanın sonlanmış olmasına rağmen duruşmaların görüntülü kayıtlarının taraflardan saklanıyor olması da ayrı bir hukuksuzluk olup gerçeklerin gizlenmeye çalışıldığının bir göstergesidir.
Aşağıda yapacağımız izahların daha somut olarak anlaşılabilmesi bakımından öncelikle dava dosyası hakkında bazı tarihsel ve istatiksel bilgileri sunmamızın faydalı olacağı kanaatindeyiz. BU SAYEDE MAHKEME HEYETİNİN TABİRİ CAİZSE “FRENİ PATLAMIŞ BİR KAMYON GİBİ YOKUŞ AŞAĞI BÜYÜK BİR HIZLA VE SAVRULARAK” YARGILAMA YÜRÜTTÜĞÜNÜN ANLAŞILACAĞI KANAATİNDEYİZ.
1 note · View note
Text
AÇIKLAMALAR
Tumblr media
Malum olduğu üzere, Sayın Adnan Oktar ve TBAV camiası mensubu arkadaşlarımıza yönelik 11 Temmuz 2018 tarihli polis operasyonuyla başlayan savcılık soruşturması ve akabinde açılan ceza davası, Dosyada, -TBAV camiasının mağdur olmasında menfaati bulunan bir kumpas çetesinin organize iftira senaryoları dışında- tutukluluğu gerektirecek somut bir delil olmamasına rağmen 176 kişinin tutuklanmasıyla başlamıştır.
Yaklaşık 2,5 yılı aşkın zamandır devam eden yargılama süresince, bazı medya kuruluşlarının daha polis operasyonunun ilk gününden itibaren masumiyet karinesini ayaklar altına alarak yürüttükleri iftira kampanyaları ve hukuka aykırı yayınları sonucu oluşan, kamuoyu infiali sebebiyle arkadaşlarımızın yargılanmaları da haksız ve hukuka aykırı şekilde, hep tutuklu olarak devam ettirilmiştir.
TBAV camiası mensubu arkadaşlarımızın tutuklu yargılanmalarının sağlanmasıyla planlarının birinci aşaması başarıya ulaşan kumpas çetesi, hiç hız kesmeden planlarının ikinci safhasına geçerek cezaevlerinin zorlu koşulları altında çeşitli sağlık sorunlarıyla boğuşan tutuklulara yönelik özel bir çalışma başlattılar.
Art niyetli bazı avukatlar ve iftira çetesi mensupları eliyle yürütülen bu özel çalışmada, tüm tutuklu TBAV mensupları bulundukları cezaevlerinde tek tek ziyaret edilmiş, “SÖZDE İTİRAFÇI, ETKİN PİŞMAN” olmaları (yani 30 yıldır tanıdıkları masum kişilere gerçek dışı bazı suçlayıcı iftiralar yöneltmeleri), aksi takdirde hapiste çürüyecekleri söylenerek aldatılmaya çalışılmış, sistematik olarak baskı ve tehditlere maruz bırakılmışlardır.
Bu somut gerçek, soruşturmanın ilk aşamalarından bu yana yaşadığımız ve yazımızda örnekleriyle anlatacağımız vahim olaylarla birlikte değerlendirildiğinde, tutuklu yargılanan TBAV camiası mensuplarının; “Etkin Pişmanlık” uygulaması adı altında, daha önce örneğine rastlanmamış yeni bir “uzatılmış işkence” yönteminin mağduru haline nasıl getirildiklerini de açıkça gösterecektir.
0 notes
Text
TAHLİYE OLAN ARKADAŞLARIMIZ HİÇ KİMSE İÇİN HİÇBİR ZAMAN BİR BASKI UNSURU OLAMAZ
Tumblr media
TAHLİYE OLAN ARKADAŞLARIMIZIN MÜŞTEKİ VE ETKİN PİŞMANLAR ÜZERİNDE BASKI OLUŞTURACAĞI İDDİASI TÜMÜYLE YERSİZ, ASILSIZ VE ANLAMSIZDIR!
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının yargılandıkları davada, 13 Aralık 2019 tarihinde 90 arkadaşımızın tahliye olmasıyla birlikte, bazı çevrelerce bu durumun müştekiler ve etkin pişmanlar üzerinde sözde bir baskı oluşturacağı iddia edildi. Son derece yersiz, akıl ve mantık dışı bu iddialar üzerine aşağıdaki hususları kamuoyunun bilgisine sunmak ve açıklamak gereği duyuyoruz.
Öncelikle tahliye olan 90 arkadaşımızdan 77’si kadındır, ayrıca tamamı ev hapsindedir, 24 saat evden çıkmaları yasaktır ve elektronik kelepçe tedbiriyle birlikte polis kontrolündedirler. Bu durumda olan kişilerin, 'herhangi birine bir baskı veya tehdit oluşturacağı' iddiası hayatın gerçeklerine uymayan, son derece yersiz ve anlamsız bir iddiadır.
Daha da önemlisi, ne Sayın Adnan Oktar ne de camiamız mensupları kimseye asla baskı, tehdit veya zor kullanmazlar ve hiçbir zaman da kullanmamışlardır. Bugüne kadar bunun herhangi bir örneği bulunmamaktadır. Tüm arkadaşlarımız son derece nezaketli, hukuka saygılı, her zaman sevgiyi, merhameti ön planda tutan insanlardır. Öyle ki duruşmalar sırasında ifade veren arkadaşlarımız, kendilerine çok ağır iftiralar atan kişiler için dahi olumsuz bir ifade kullanmamışlardır.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız, kanunlara, hukuka son derece bağlı, barışçıl, mülayim, sevecen insanlardır. Herhangi bir insanı, özellikle de kadınları, genç kızları rahatsız etmekten her zaman imtina ederler.
Zor Ve Baskıyla Müşteki Ve Etkin Pişman Yapılan Arkadaşlarımızı Çok Seviyoruz!
Söz konusu asılsız iddianın tam aksine, Sayın Adnan Oktar ve camiamız, davamızdaki müşteki ve etkin pişman arkadaşlarımıza büyük bir sevgi ve şefkat duymaktadır.
Bu arkadaşlarımız, camiamıza husumeti olan bazı şahıslar tarafından gelecekleri karartılmakla, müebbet hapis cezaları alarak hayatlarının sonuna kadar cezaevlerinde çürümekle, koğuşlarda dayak yemek, şişlenmek, öldürülmek, bıçaklanmak, intihar süsü verilerek öldürülmekle, medyada ve sosyal medyada tüm topluma rezil edilmekle, haysiyet, şeref ve namuslarını lekeleyecek ahlaksızca iftiralarla karşı karşıya kalmakla, hem kendilerinin hem de anne, baba ve yakınlarının mallarına el konulmakla ve bunlara benzer sayısız korkunç ve acımasız tehditlerle korkutularak bizlere iftira atmaya zorlanmışlardır.
Bir kısmı ise belli bir süre boyunca tehditlere boyun eğmemiş ve sanık konumuna düşmüş ancak cezaevinin yıpratıcı koşullarına sadece 6-7 ay kadar dayanabilmiş ve camiamıza iftira atmak zorunda kalmışlardır. Hem cezaevinin ağır şartları hem de yine aynı husumetli çevrelerden gelen yoğun psikolojik baskı ve tehditler neticesinde, Sayın Adnan Oktar’a ve arkadaşlarımıza iftira atarak hayatlarını kurtarmak zorunda kalmışlardır. Açıktır ki müşteki ve etkin pişmanlara asıl baskı, camiamıza husumetli kişiler tarafından yapılmaktadır.
Söz konusu husumetli kişiler, polis operasyonundan yani 11 Temmuz 2018 tarihinden önce, camiamızda bulunan veya bir dönem camiamızla bağlantısı olan kişilere psikolojik baskı yapmaya başlamışlardır. Örneğin, kimi müşteki avukatları ya da bizzat müştekilerin kendileri, istedikleri yönde ifade vermeleri için arkadaşlarımızı zorlamışlardı. Bizlere iftira atmadıkları takdirde sanık durumuna düşeceklerini, hapse gireceklerini söylemiş ve, “bitaraf olmayan bertaraf olur” sözleriyle tehdit etmişlerdir. Bununla da kalmamış, hem husumetli müştekilerin kişisel sosyal medya hesaplarından hem de tehdit ve karalama amaçlı özel olarak açılmış sosyal medya hesaplarından camiamızla bağlantısı olan herkes hakkında uzun süre çok çirkin iftiralarla dolu, itibar zedeleyici, karalayıcı paylaşımlar yapmışlardır. Bu kişilerin çalıştıkları iş yerleri, bağlı oldukları kurumlar, aileleri, iş ve sosyal çevrelerine bu iftiralar gönderilmiştir. (Bu yöndeki deliller dava dosyasına sunulmuştur.)
Bu paylaşımlar sonucunda işlerinden çıkartılan, ailelerinin ve çevrelerinin olumsuz tavır ve tepkilerine maruz kalan, baskı gören arkadaşlarımız olmuştur. Husumetli grubun bu tür saldırıları sonucunda zorla müşteki yapılan hanımlar da, itibarlarını korumak, hapse girmemek, gerek sosyal medya karalamalarından gerekse ailelerine ve kendilerine yöneltilen tehdit ve baskılardan korunmak için camiamıza iftira atmak zorunda kalmışlardır. Aksi takdirde, hem iffetsiz bilinme hem de tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklarını düşünmüşlerdir. Malum iftiraları atarak, hem sözde cinsel tacize uğramış mağdur konumuna gelmiş hem de tutuklanmaktan, mallarına el konmasından, işlerini kaybetmekten kendilerini korumuş olmuşlardır.
Gözaltı ve tutuklanma öncesi bu tür tehditlere boyun eğmeyen arkadaşlarımızdan bazıları ise, cezaevinde benzer baskı ve tehditlere daha fazla dayanamayarak, iftira ve gerçek dışı asılsız iddialarla dolu ifadelere imza atmak zorunda kalmışlardır.
SEKİZ GÜN SÜREN GÖZALTI SIRASINDA KOŞULLAR SON DERECE AĞIRDI. YERALTINDA BULUNAN NEZARETHANEDE, 160-170 KİŞİ KADAR, DAR VE SIKIŞIK KOĞUŞLARDA TUTULDULAR. YERDE, SERT ZEMİNDE YATMAK ZORUNDA KALDILAR. KOĞUŞ DUVARLARI KÜFLÜYDÜ. NEZARETHANELER 8 GÜN BOYUNCA TEMİZLENMEDİ. SON 48 YILIN EN SICAK GÜNLERİ OLMASINA VE 160-170 KİŞİ AYNI YERDE, DAR BİR MEKANDA BULUNMALARINA RAĞMEN, BU 8 GÜN BOYUNCA BOZUK OLDUĞU BAHANESİYLE HAVALANDIRMALAR ÇALIŞTIRILMADI. ARKADAŞLARIMIZIN LAVABOYA GİTMELERİNE GÜNDE SADECE 2 KEZ İZİN VERİLDİ. BU NEDENLE ÇOK AZ SU İÇEBİLDİLER. YEMEKLER YİYEMEYECEKLERİ KADAR KÖTÜ VE AZ MİKTARDAYDI. ÇOĞUNLUKLA SADECE EKMEK YEDİLER. DÜZENLİ İLAÇ KULLANANLAR İLK 5-6 GÜN İLAÇLARINA ULAŞAMADILAR.
Avukatlarıyla büyük çoğunluğu görüşemedi. Bu nedenle avukatı gelen kişilerin avukatlarını vekil tutmak istediler. Ancak savcılıktan gelen, her avukatın sadece bir müvekkili olabileceği şeklinde hiçbir hukuki dayanağı olmayan, anayasa ve insan haklarına tümüyle aykırı keyfi karar ile, bu imkanlarından da yoksun bırakıldılar, büyük çoğunluğu sorgularına, hiç tanımadıkları, ismini dahi bilmedikleri, sorguları öncesinde yarım dakika kadar görüşebildikleri avukatlarla girdiler.
Bu zorlu gözaltı sürecinden sonra tutuklanarak, Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevlerine dağıtılan arkadaşlarımız, cezaevlerinde de son derece zor koşullarla karşılaştılar. Havasız, bakımsız, soğuk, suyu akmayan, çok kısıtlı saatlerde sıcak su verilen, böceklerin, farelerin yaşama alanı olmuş koğuşlarda, bazıları tek başına bazıları ise azılı suçlular, seri katillerle, dengesiz, cana kastetme riski olan akıl hastalarıyla can güvenlikleri olmadan yaşamak zorunda kaldılar. Bu süreçte, hem aileleri hem de kendileri “sözde itirafçı” olmaya zorlandılar. Görüşe gelen tanımadıkları avukatlar, bazı cezaevi yönetimleri arkadaşlarımıza ‘itirafçı olmadan cezaevinden çıkmalarının mümkün olmadığını, en az 60 yılla yargılanacaklarını, Devletin üzerlerini çizdiğini’ söylediler. Çocuklarını ziyarete gelen aileler, yaşlı anne, babalar cezaevi önlerinde yollarını kesen husumetli müştekiler ve yanlarındaki bazı avukatlar ve polis olduğunu söyleyen kişiler tarafından korkutuldu, tehdit edildi, iftiracı olmaya zorlandı.
İşte bu dehşet verici ortama bazı arkadaşlarımız sadece birkaç hafta, bazıları da 6-7 ay dayanabildi. Ancak bir süre sonra hayatlarından endişe etmeye başladılar ve camiamıza iftira atarak hayatlarını kurtarmak zorunda kaldılar.
Bu süreci, bu arkadaşlarımızın yaşadıklarını çok iyi bildiğimiz için, 30 yıllık arkadaşlarına, can kardeşlerine iftira atmak zorunda bırakılarak müşteki veya etkin pişman yapılan bu kişilere karşı hiçbir husumet veya öfke duygusu içinde değiliz.
Bilakis bu arkadaşlarımızın üzerlerindeki baskı ve tehditten kurtulmalarını istiyoruz. Can, mal ve ailelerine bir zarar gelecek korkusuyla iftira atmalarını da Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerle değerlendiriyoruz. Bilindiği gibi Cenab-ı Allah, can tehlikesi olduğunda, inkâr için dahi ruhsat vermektedir.
Cenab-ı Allah, birçok ayetinde ise bağışlayıcı olmayı emretmektedir. Müminler, kendilerine düşmanlık yapanlara dahi iyilik yapmakla emrolunmaktadırlar:
İyilikle kötülük bir olmaz. Sen, en iyi olanla karşılık ver! Bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kişi sanki candan bir dostmuş gibi olur. (Fussilet Suresi, 34)
Peygamber Efendimiz (sav), amcası Hazreti Hamza’yı vahşice şehit eden Hazreti Vahşi’yi dahi bağışlamış, onu İslam’a davet etmiş ve İslam’ı kabul etmesiyle birlikte din kardeşi olarak görmüştür.
Hz. Yusuf (as) da, kendisini kuyuya atarak neredeyse ölümüne neden olan kardeşleriyle yıllar sonra karşılaştığında, onları bağışlamış ve şöyle demiştir:
Dedi ki: 'Bugün size karşı sorgulama, kınama yoktur. Sizi Allah bağışlasın. O, merhametlilerin (en) merhametlisidir.' (Yusuf Suresi, 89-93)
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları, daima Kur’an-ı Kerim’e, Peygamber Efendimiz (sav)’in güzel ahlakına ve sünnetine uyan, kanunlara, hukuka saygılı, sevecen, barışçıl, merhametli insanlardır.Bizler camiamıza yönelik saldırı ve iftiralarda da kendimizi sadece kanun ve hukukla savunuruz, bunlar dışında bir yola başvurmak imanımıza, ahlakımıza ve vicdanımıza uymaz.
Asıl baskı ve tehdit altında olanlar yeni tahliye olan 90 arkadaşımızdır!
Tahliye oldukları günden bu yana 90 arkadaşımıza, bir takım basın-yayın organlarında ve sosyal medyada, ağır bir psikolojik baskı uygulanmakta, hatta tehditler yöneltilmektedir.
Açıkça görüldüğü gibi, asıl tehdit ve baskı altında olanlar tahliye olan arkadaşlarımızdır. Bir yanda bu tehditler, diğer yanda birtakım basında çıkan yalan ve iftira dolu haberler ile arkadaşlarımıza ve ailelerine çok ciddi bir psikolojik baskı uygulanmaktadır.
Mallarına, paralarına el konulmuş, hiçbir suçu olmadığı halde 17 ay cezaevinde çok zor şartlar altında kalmış olan arkadaşlarımıza kendilerince göz dağı vermeye kalkanlar, onları tehdit edenler, bir algı mühendisliği yaparak tahliye olmuş hanım arkadaşlarımızı güya baskı unsuru gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Yukarıda da açıkladığımız gibi bu iddia, gerçeklerle ilgisi olmayan bir algı operasyonundan ibarettir. Amaç, yargıya baskı yapmak, arkadaşlarımızı yıldırmak ve korkutmaktır.
Son olarak tekrar belirtmek istiyoruz ki; Kur’an ahlakına uygun bir ahlak ve düşünce içinde bize iftira atmak zorunda bırakılan, zorla ve baskıyla müşteki ve etkin pişman yaptırılan arkadaşlarımızı çok seviyoruz, onlara karşı öfke, kızgınlık ya da düşmanlık gibi hislerimiz hiç yok. Kendimiz kadar onların da bu baskı ve tehditlerden kurtularak, huzurlu ve vicdanlarına uygun bir hayat yaşamalarını diliyoruz.
Kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız.
0 notes
MEDYANIN ZORAKİ "BENZERLİK KURMA" TAKTİĞİ
Tumblr media
11 Temmuz 2018 operasyonuyla başlayan ve günümüze kadar aralıksız devam eden kara propaganda sürecinde, Sayın Adnan Oktar'ı sözde karalama ve itibarsızlaştırma amacıyla başvurulan ucuz medya tekniklerinden birisi de kendisiyle hiçbir ilgisi ya da benzerliği bulunmayan kişilerle arasında SAMİMİYETSİZ VE ZORLAMA BENZERLİKLER KURMA çabasıdır.
Zoraki ilişkilendirme ve benzerlik kurma amaçlı haberlerin hazırlanış şeklinden, aslında GERÇEK HEDEFİN HER ZAMAN SAYIN ADNAN OKTAR OLDUĞU hemen anlaşılmaktadır. Benzetilmeye çalışılan diğer kişilerin ise, sözü bir şekilde Sayın Adnan Oktar'a getirebilmek için kullanılan göstermelik bahaneler olduğu hemen farkedilmektedir.
Bu zihniyetteki bazı yazar ve gazetecilerin, kimi zaman yazdıkları upuzun yazıları, makaleleri sırf aradaki bir iki cümlede Sayın Adnan Oktar'a kendilerince olumsuz göndermeler, çirkin ima ve benzetmeler yapabilmek için yazdıklarını, gerçekte ise tek dertlerinin Sayın Adnan Oktar olduğunu en basit zekaya sahip birinin dahi görmesi mümkündür. Bu acınacak durum ister istemez akıllara, "bu nasıl bir haset ve öfkedir" sorusunu getirmektedir.
Sayın Adnan Oktar'ın, birkaç paragraf sonra kısa başlıklar halinde özetlediğimiz 40 yıllık fikri mücadelesi ve görüşleri bu sorunun cevabını, yani sözünü ettiğimiz kişi ve çevrelerdeki rahatsızlık ve kıvranmanın asıl nedenini açıklamaya yeterli olduğu kanaatindeyiz.
Bir kısım medyada, yalnızca olumsuz algı oluşturma kastıyla tamamen art niyetli olarak Sayın Adnan Oktar'la aralarında benzerlik kurulmaya çalışılan kişiler genelde, toplumun tedirgin olduğu, ciddi akıl zafiyetleriyle bilinen İskender Evrenesoğlu, Hasan Mezarcı, vb. türünden marjinal, meczup kimseler ya da herkesin nefret ettiği, büyük öfke duyduğu ve şiddetle karşı olduğu teröristbaşı Fethullah Gülen tarzı vatan haini, İslam düşmanı kişilerdir.
İskender Evrenesoğlu, hayatı boyunca anormal tavır ve açıklamalarıyla tanınmakla birlikte kendi halinde, zararsız, meczup, gariban hepsinden öte artık vefat etmiş bir insandır. Hasan Mezarcı'nın durumu zaten ortadadır, burada tarif etmeye bile gerek yoktur. Fethullah Gülen ise darbeci, fitneci, bölücü, vatan-millet, devlet düşmanı, 15 Temmuz isyanlarının, katliamlarının, cinayetlerinin azmettiricisi, Türk, İslam ve Kur’an karşıtı sapkın bir kişidir.
Sayın Adnan Oktar, Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi aşığıdır ve bu mübarek şahısların pek yakın bir zamanda zuhur edeceğini, hadislerden ve günlük sosyolojik gelişmelerden yola çıkarak her vesileyle anlatır. Fethullah Gülen ise her iki kudsi şahsın da gelişine inanmayan, hatta onlara gizli düşmanlık besleyen bir kimsedir. Sayın Adnan Oktar Türk milliyetçisi ve vatanseverdir, Fethullah Gülen, Türk ve Türkiye düşmanı bir vatan hainidir. Sayın Adnan Oktar kendine Kur’an-ı Kerim’i ve Peygamber Efendimiz'i (sav) rehber edinmiştir. Fethullah Gülen ise haşa "Kuran Müslümanlığı diye bir sapıklık ortaya çıktı" diyen, kendini de Kainat İmamı ilan eden bir sapkındır. Kısaca bu zıtlıklar saymakla bitmez. Yani, arada değil en küçük bir benzerlik aksine BÜYÜK BİR UÇURUM VE TEZAT vardır.
Dolayısıyla, 40 yıllık ilmi ve fikri mücadelesi boyunca her daim ve her vesileyle vatanına, milletine hizmet etmiş, devletin ve meşru hükümetin yanında yer almış, onları koruyup kollamış, milli-manevi değerlerimizi savunan, Allah'ın varlığını ve birliğini, yaratılış gerçeğini, iman hakikatlerini, Kuran mucizelerini, Peygamber Efendimiz'in ahir zamanda tüm İslam alemi için çok büyük bir kurtuluş ve hakimiyet müjdesi olarak haber verdiği Mehdiyet ve Altın Çağ'ın alametlerinin günümüzde ardı ardına gerçekleştiğini gözler önüne seren, Darwinizm, materyalizm, komünizm ve benzeri batıl ideolojilerin geçersizliğini bilimsel yöntemlerle ispat eden, Türk-İslam Birliği'ni, Türk-İslam aleminin ihyasını, huzur, mutluluk ve refahını hedefleyen en etkili ve akılcı tekniklerin ve anlatımların kullanıldığı üstün kalitede 300'den fazla eser kaleme almış, eserleri dünya çapında 73 farklı dile çevrilmiş, internet sitelerinden yüz milyonlarca kere ücretsiz indirilmiş, eserlerinden faydalanılarak yüzlerce belgesel film hazırlanmış, Türkiye'de ve dünyada binlerce konferans verilmiş, on binlerce internet sitesi yapılmış, en hayati güncel siyasi, sosyal ve kültürel konularda yüzlerce makalesi en popüler basın-yayın organlarında yayınlanmış, hemen her gün geceli gündüzlü saatler boyunca katıldığı Televizyon programlarında, canlı yayınlarda, yerli ve yabancı medyaya verdiği röportajlarında devletimize ve hükümetimize ihtiyacı olan en kritik konularda her türlü ilmi ve fikri desteği vermiş, dış güçlerin devletimize, hükümetimize ve Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik saldırı, fitne ve oyunlarını bertaraf etmeye yönelik en akılcı çözümleri önermiş ve vatanına, milletine, devletine, Müslümanlara ve tüm insanlığa daha burada sayma imkanı bulamadığımız benzeri sayısız fayda ve katkıları sunmuş olan SAYIN ADNAN OKTAR'IN SÖZÜ EDİLEN VE TÜMÜYLE SAMİMİYETSİZ, SUNİ VE ZORLAMA BİR BİÇİMDE BENZERLİK KURULMAYA ÇALIŞILAN KİŞİLERLE UZAKTAN YAKINDAN HİÇBİR İLGİ VE BENZERLİĞİNİN OLMADIĞI VE HİÇBİR ZAMAN DA OLMAYACAĞI SON DERECE AÇIKTIR.
Bu tür yakışıksız, samimiyetsiz ve tamamen zorlama benzetmelere, ucuz algı yöntemlerine tevessül etmek kamuoyunun aklıyla ve zekasıyla alay etmekten başka bir şey değildir.
Sayın Adnan Oktar'ın 40 yıllık ilmi ve fikri çalışmalarından milli, yerli, ultra-modern, samimi ve akılcı dindar kişiliğinden ideolojik olarak son derece rahatsız olan BİR KISIM SÖZDE GAZETECİ VE YAZAR TAKIMI dünya çapında üne sahip, yerli-yabancı milyonlarca kişinin sevdiği, saydığı, hayranlık duyduğu ve takip ettiği bu değerli fikir ve dava adamını ilkel yöntemleriyle güya etkisiz kılabilmek için, bir gün bu tür zorlama benzetmelerle ÖNEMSİZ göstermeye, bir başka gün ise olmadık yaygaralarla SON DERECE TEHLİKELİ bir kişi gibi göstermeye çalışarak adeta ne yapacağını şaşırmış durumdadır. Bu şekilde, çelişkiden çelişkiye koşup saçmalarken kendi tutarsızlığını, samimiyetsizliğini, art niyetini de gözler önüne sermektedir.
ÖZETLE, 2 YILA YAKIN BİR SÜREDİR, HER GÜN KESİNTİSİZ BÜYÜK BİR GAYRETLE BİR İNSANI ÖNEMSİZ, İTİBARSIZ VE DEĞERSİZ GÖSTEREBİLMEK İÇİN ÇIRPINMAK GERÇEKTE O İNSANIN TARİH BOYUNCA BENZER SALDIRI VE İFTİRALARA UĞRAYAN PEYGAMBERLER, VELİLER VE SALİH MÜSLÜMANLAR GİBİ NE DENLİ ÖNEMLİ, DEĞERLİ VE YIKILAMAYACAK BİR İTİBARA SAHİP OLDUĞUNUN EN ÖNEMLİ KANITIDIR.
0 notes
NORMAL VE LEGAL BİR YAŞAMDAN YAPAY SUÇLAR ÜRETİLEREK "HAYALİ BİR SUÇ ÖRGÜTÜ" OLUŞTURULAMAZ
NORMAL HAYAT VE LEGAL TAVIRLARI TÜRLÜ ZORLAMALARLA SUÇ GİBİ GÖSTERMEYE ÇALIŞARAK ‘HAYALİ BİR SUÇ ÖRGÜTÜ’ İMAJI OLUŞTURMAK KANUNA VE HUKUKA TÜMÜYLE AYKIRIDIR !
40 yıldır Devletimizin ve halkımızın gözü önünde olan, sevgi dostluk ve kardeşlik dışında hiçbir şey istemeyen arkadaş camiamız 11 Temmuz 2018’de düzenlenen operasyon sonrasında kamuoyuna ‘sözde bir suç örgütü gibi’ yansıtılmak istenmiştir. Tüm dava iddianamesi de bu gayrı hukuki hedefe yönelik olarak ‘zoraki suç isnatlarıyla’, ‘suni suçlarla’, ‘suç unsuru içermeyen sahte suçlamalarla’ doldurulmaya çalışılmıştır.
Tertemiz bir arkadaş topluluğundan, her yerde güzel ahlaklarıyla tanınan tertemiz insanlardan, Allah korkusuyla, samimi imanla, Kur’an ahlakıyla yaşanan tertemiz hayatlardan, ‘karalamalarla, iftiralarla ve kötü niyetli yorumlamalarla’ ‘hayali bir suç örgütü’ oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu girişim daha ilk gününden itibaren başarısız olmuş, halkımız Adnan Oktar ve arkadaşlarından asla bir suç örgütü çıkmayacağını görmüş, önde gelen hukuk profesörleri ve akademisyenler de iddianamenin hukuki hiçbir değeri olmadığı, hiçbir somut, kesin ve inandırıcı delil barındırmayan dava dosyasının bomboş olduğu gerçeğinde ittifak halindedir.
Tüm insanlar gibi bizlerin de yaşadığı normal sıradan bir hayat, özel bir telkin ve ikna metodu ile özel kelimeler, terimler, tamlamalar kullanılarak göz göre göre, adeta insanların akıllarıyla alay edercesine güya suçmuş gibi ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Arkadaşlarımız bir sabah kalkmışlar ve 40 yıllık hayatlarının günlük detaylarını anlatan cümlelerin  başına "örgütsel saik" ifadesi eklenerek sözde “bir suç örgütünün mensuplarıymış gibi” gösterilmeye çalışıldıklarını fark etmişlerdir. Bir anda hiç yoktan hayali bir örgüt var edilmiş, normal sıradan hayatlara suni ve sahte suçlar atfedilerek ortada sanki dehşet verici bir tablo varmış algısı oluşturulmuştur.
Bir insanın hayatının en doğal parçası olan ihtiyaç içinde olan birine yardım etme, tanıyıp güvendiği bir insanla ticaret yapma, şirket kurma, yurt dışına gitme, yurt dışında şirket kurma, en yakın dostundan mal alıp satma, sevdiği dostlarıyla bir arada vakit geçirme, hasta bir arkadaşının baş ucunda bekleme, bedelli askerlik yapma, oy kullanma, evlenme veya boşanma, çocuk sahibi olma veya olmama, eğitimine devam etme veya herhangi bir sebeple eğitimini yarım bırakma, hatta AVM’ye gitmek gibi sıradan ve gündelik hayatın bir parçası olan eylemler cümle başlarına “ÖRGÜTSEL SAİK” ifadesi eklenerek suçmuş gibi gösterilmeye çalışılmıştır.
Oysa bir eylemin başına “örgütsel saik” ibaresi eklenmesi o eylemi suç kılmaz. Anayasamıza ve evrensel hukuka göre bir eylemi suç kılan unsurlar, kanıtlar belirlidir ve bu unsurların, somut ve gerçek delillerin hiçbiri bizim dosyamızda bulunmamaktadır.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hakkındaki bu ‘hayali ve zorlama suç isnatları’ tamamıyla ‘bir algı ve kumpas operasyonun, bir karalama kampanyasının ürünü’dür. Önce bir ‘algı çalışması’ yürütülmüş ve toplumdaki camiamıza ideolojik karşıtlık içerisinde olan, kıskançlık besleyen, nefret dolu ve kompleksli bazı insanlar bir araya getirilmiştir. Ardından da bu insanlar ‘bir linç kampanyası yapılacak’ diye müjdelenerek motive edilmiştir. Bu linç ruhu ile galeyana getirilen bu kalabalıkla da organize bir linç uygulaması gerçekleştirilmiştir.
Dosyada yer alan tüm suçlamalar kamuoyu nezdinde camiamızı güya ‘sapkın, tehlikeli, dış güçlerin kontrolünde, vatanı ve milleti aleyhinde faaliyetlerde bulunan ve suç işleyen insanlardan oluşan bir yapı’ gibi gösterme amacıyla ortaya atılmıştır. Bu özel olarak kurgulanan karalama yöntemiyle camiamız aleyhinde bir kamuoyu baskısı oluşturmak ve bu yolla yargı üzerinde baskı kurarak dava sonunda ağır cezalar çıkması hedeflenmiştir.
Oysa ki başta Sn. Adnan Oktar olmak üzere bu camiadaki tüm arkadaşlarımızın en önemli özellikleri, suç işlemek bir yana, gönüllü olarak hayatlarını ‘her türlü suçun, kötülüğün, yanlış ve gayri ahlaki tavrın dünya çapında ortadan kalkması ve tüm toplumlarda yalnızca sevginin, güzel ahlâkın, iyiliğin, barışın, hoşgörünün hâkim olması için fikri mücadele vermeye adamış insanlar olmaları’dır.
Sayın Adnan Oktar ile tüm arkadaşlarımızın 30-40 yıllık geçmişleri incelendiğinde hayatlarında yalnızca iyiliğin, güzel ahlâkın, fedakarlığın, samimiyetin, tertemiz bir vicdanın ve tüm dünyanın iyiliği için harcanmış benzersiz bir çabanın hâkim olduğu görülecektir. Hayatlarının hiçbir döneminde, hiçbir yerinde, suça dair hiçbir eylem ve tavır asla olmamıştır.
Ancak buna rağmen halihazırda sayın Sayın Adnan Oktar ve tüm arkadaşlarımız ‘iftiralara dayalı hayali suçlamalar sebebiyle’ yargılanmakta ve yaklaşık 2 yıla varan bu yargılama sürecini de ‘tutuklu olarak’ geçirmektedirler.
Dava dosyasına bakıldığında, ‘hiçbir suç unsuru içermeyen tertemiz hayatların nasıl bir suç örgütünün parçası gibi gösterilmeye çalışıldığı’, ‘doğal hayatın legal ve meşru parçalarının nasıl suç eylemleriymiş gibi ele alındığı’ ve bunun için de ‘hangi aldatma ve linç yöntemlerinin kullanıldığı’ kolaylıkla görülebilmektedir.
0 notes
Text
ARKADAŞIMIZ SEDAT ALTAN'DAN DEĞERLİ GAZETECİMİZ SAYIN AHMET HAKAN'A AÇIK MEKTUP
Tumblr media
Değerli Üstadımız Sayın Ahmet Hakan;
Ben, Cem Sedat Altan. Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında açılan dava kapsamında 2 yıldan bu yana tutuklu bulunuyorum. Adnan Bey ve diğer arkadaşlarım gibi ben de hayatımda hiçbir suça karışmadm. Bu dava dosyasında da hiçbir suçum olmadığı ve aleyhimde öne sürülen ithamlarla ilgili tek bir suç delili bile ortaya konmadığı halde camiamıza yönelik çok kapsamlı bir kumpasın parçası olan yalan beyan ve iftiralar nedeniyle halen Silivri 9 No.lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda tutukluluğum devam ediyor.
9 Haziran 2010 tarihinde yayınlanan “Askeri casusluk ve gazetecilik” başlıklı makalenizde aydın, dürüst, tecrübeli, açık sözlü ve haksızlıklara karşı kararlı duruşuyla tanınmış bir gazetecimiz olarak, basın mensupları Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel’in siyasal ve askeri casusluk suçlamasıyla gözaltına alınmalarını gündeme getirdiniz.
Yazınızda, aynı zamanda bizim camiamızı da yakından ilgilendiren ve tümüyle katıldığımız çok önemli bir tespitinizi dile getirdiniz:
"Askeri casusluk” iddiası, çok ama çok ciddi bir iddia...
Vatana ihanetin en üst noktası...
Daha ötesi yok!
İşte tam da bu nedenle böyle bir iddianın altının çok sağlam kanıtlarla doldurulması şart...
Hangi askeri belge, nereden temin edilmiş?
Belgeler hangi düşman kuvvetlere verilmiş?
Hepsinin tek tek ortaya konması ve bütün kuşkuların ortadan kaldırılması gerekir."
Tumblr media
Sayın Adnan Oktar ve aynı dava kapsamında yargılanan tüm arkadaşlarımız adına benzer mağduriyetleri misliyle yaşayan bir camianın mensupları olarak bu konuya gösterdiğiniz hassasiyeti son derece vicdani, tespitinizi de çok doğru, isabetli ve haklı bulduğumuzu belirtmek istedik.
11 Temmuz 2018 tarihli polis operasyonunda Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın gözaltına alınmalarıyla birlikte kendimizi bir anda TCK'daki neredeyse tüm suç maddeleriyle suçlanıyor vaziyette bulduk. Ne var ki ortada, bu uydurma suçlara dayanak olacak hiçbir suç unsuru, somut, inandırıcı ve gerçek bir suç delili ya da bir suçüstü durumu yoktu.
Sadece, geçmişten camiamıza husumetli olan bazı müştekilerin ve onların baskı ve tehditleriyle korkutularak sözde itirafçı ya da etkin pişman yapılarak aleyhimizde asılsız ve uydurma itham ve iftiraları sarf etmeye mecbur bırakılan bazı çaresiz arkadaşlarımızın gerçek dışı beyanları dışında dava dosyası bomboştur. Türkiye'nin önde gelen hukukçularının da ortak kanaati budur.
İtham edildiğimiz söz konusu suç maddeleri arasında aynı Sayın Müyesser Yıldız'a da yöneltildiği gibi "siyasi ve askeri casusluk" isnadı da var. Ancak, bu iddiaya dayanak olarak gösterilen, birkaç müşteki ya da sözde itirafçıya kurgulanıp dikte ettirilmiş beyanlar dışında öne sürülen tek bir somut delil yok.
Sizin de yazınızda dikkat çektiğiniz mantıklar doğrultusunda söz konusu iddiayı değerlendirmek gerekirse;
Bu iddianın altını dolduracak tek bir sağlam kanıt var mı? Sağlam değil, zayıf kanıt bile yok!
Hangi resmi, siyasi ya da askeri kurumdan bir gizli bilgi, belge ya da devlet sırrı kaçırılmış? Hiçbir kurumdan!
Hangi siyasi veya askeri gizli bilgi, belge, devlet sırrı kaçırılmış? Ortada öyle bir belge ya da sır yok!
Sözde gizli bilgi, belge, devlet sırları kim tarafından kaçırılmış? Hiç kimse!
Bu sözde casusluk faaliyeti hangi yabancı ülke adına yapılıyor? Hiçbir ülke!
Sözde siyasi ve askeri casuslarımız CIA mi, FSB mi, MI6 mi, Mossad mı... hangi istihbarat örgütüne çalışıyor? Hiçbiriyle uzaktan yakından ilgileri yok!
Arkadaşlarımız arasında herhangi bir devlet memuru, askeri ya da siyasi kurumlarda görevli kimse var mı? Tek bir tane bile yok!
İşte, her ne kadar garip görünse de bu akla ziyan iddianın saçmalığını ve mesnetsizliğini tam olarak ifade edebilmek için bu soruları sorup cevaplarını da ortaya koymak gerekiyor.
Sizin deyiminizle "çok ama çok ciddi" olan bu iddianın sözde dayanağı yalnızca, Türkiye ile yabancı bir ülkenin resmi görüşmelerinde zaman zaman ücretli simültane tercümanlık yapan yabancı uyruklu bir kişinin bazı arkadaşlarımızla olan tanışıklığından ibaret. Kaldı ki bu yabancı tercümanın görüşmelerden kaçırabileceği gizli bir bilgi, bir devlet sırrı da yok. Çünkü katıldığı bütün görüşmeler iki ülkeden çeşitli yöneticilerin ya da temsilcilerin katıldığı halka ve basına açık bilgilendirme toplantıları ve görüşmeleri... Konuyla ilgili olan herkes bilir ki ülkelerin aralarında düzenledikleri gizlilik gerektiren ikili kapalı görüşmelere ancak o ülkelerin Dışişleri Bakanlıkları'nın kayıtlı personeli olan belirli yeminli tercümanlar katılabilir. İddiaya dayanak gösterilen kişi ise ne herhangi bir ülkenin Dışişleri'ne ne de başka resmi kurumuna kayıtlı olmayan, yalnızca gizlilik gerektirmeyen halka açık basın ve bilgilendirme toplantılarına zaman zaman çağrılan freelance bir tercüman.
Diğer yandan, hakkımızda öne sürülen askeri casusluk iddiası başından beri hep âtıl kaldı. İddianame hiçbir somut delile dayandırılamadığı gibi, mahkeme sürecinde de hiçbir casusluk belgesi ortaya konamadı. Hangi askeri bilginin veya belgenin, kime, ne karşılığında iletildiği hususları hep delilsiz ve dayanaksız kaldı.
Konuyla ilgili gönderdikleri yazılarda, Dışişleri Bakanlığımız ve MIT teşkilatımız da, iddiaya sözde dayanakmış gibi gösterilen kişi ve olaylardan yola çıkarak bir casusluk ithamı yapılmasının mümkün olamayacağını belirtmişlerdir.
Belgelerdeki ilgili bölümleri bir kopyasını aşağıda bilgilerinize takdim ediyorum :
Tumblr media Tumblr media
Takdir edersiniz ki, gerçekten bir askeri casusluk durumu olsaydı, daha ilk günden bunun detayları konuşulur, konu günlerce, haftalarca gündemde kalır, halk ayağa kalkardı. Ama böyle bir şey 2 yıldır yaşanmadı, casusluk suçlaması da "önce ortaya atalım sonra altını doldururuz" türünden tüm diğer hayali suçlamalar gibi altı boş bir iddia olarak yalnızca lafta kaldı.
Ancak, ne acıdır ki bu tür sinekten yağ çıkarma metodlarıyla devlet, millet, vatan aşığı insanların hiçbir kanun ve hukuk gözetilmeden, tekrar sizin deyiminizle "vatana ihanetin en üst noktası" anlamına gelen, akla hayale sığmayacak en uç ithamlarla suçlanmaya ve karalanmaya çalışıldığı vahim ve ürkütücü hadiselere giderek daha sık şahit olmaktayız. Daha da acı olan bu haksızlık ve hukuksuzlukların yine kanun-hukuk mekanizmaları kullanılarak yapılmaya çalışılması.
Sayın Hakan, basından da takip etmiş olacağınız üzere, bize yöneltilen ithamlar aynı bu sözde askeri ve siyasi casusluk, vatan hainliği iftiraları gibi, hep kamuoyunda infial oluşturmayı hedefleyen özel seçilmiş ve kurgulanmış ithamlar. Kadınlara şiddet, işkence, alıkoyma, cinsel saldırı, çocukların istismarı... gibi.
Hepsi de akla gelebilecek en uç, en abartılı, insanları galeyana getirmeye, ortadaki asıl zulmü perdelemeye ve işlenen haksızlık ve hukuksuzlukları meşru göstermeye yönelik delilsiz, mesnetsiz, abartıda ve alçaklıkta sınır tanımayan iftiralardan ibaret. Hiçbirinin tek bir sağlam, somut, geçerli ve hukuki kanıtı yok. Bu suçlamalara tek dayanak gibi gösterilen ise yalan beyan ve iftiralar.
Bu yalan beyan ve iftiraların çok büyük bölümü ise, sonradan, baskı ve tehditle korkutularak sözde itirafçı ya da etkin pişman olmaya mecbur edilen arkadaşlarımıza aittir. Sırf dava dosyasına Sayın Adnan Oktar ve camiamız aleyhinde malzeme doldurmak adına, kumpasçılar tarafından arkadaşlarımıza, normalde hiçbir kadının kendi aleyhinde asla sarf etmeyeceği aşağılatıcı ve küçük düşürücü sözler söyletilmiştir. Olmadık iğrenç ve dehşet verici senaryoları hem ifadelerinde hem de medyada tekrar tekrar anlatmaya mecbur bırakılmışlardır.
Gerçekteyse, cinsel taciz, saldırı, tecavüz gibi suçlamaları somut olarak ispatlamak son derece kolaydır. Binlerce sayfa dolusu itham, iftira, hikaye veya senaryo uydurulana kadar tek bir iç çamaşırı, doku veya DNA örneği, tıbbi rapor, sözde tecavüzler sonrası hemen polise, savcılığa yapılmış başvurular, doktorlara, kliniklere, hastanelere gitme, tedavi görme, vb. olaylar ve bunların belgeleri, kayıtları sunulsa bu sözde iddialar desteklenmiş olurdu. Ancak, dosyada böyle tek bir somut belge, kayıt, delil, vb. yoktur. Çünkü asıl amaç hukuki bir dosya sunmak değil amansız bir karalama kampanyası yapmak olduğu için binlerce sayfalık hiç yaşanmamış kurgu hikayeler, akıl almaz çirkin ve ahlak dışı anlatımlar üretilmiştir.
Dahası, tecavüze uğradıklarını iddia edenlerin bu iddialarının asılsız olduğu, Adli Tıp kurumunda yapılan detaylı tetkik ve muayeneleri sonucunda hazırlanan ruhsal ve fiziksel heyet raporları ile tek tek çürütülmüştür. Sözde çocuk istismarına dayanak gibi gösterilen ve A9 stüdyosunun bahçesinde toplu çekilmiş bir hatıra fotoğrafının ise annenin refakatinin olduğu bir ortamda çekildiği ancak bu fotoğrafın, annenin görüntüsü özellikle kesilip çıkarıldıktan sonra savcılığa verildiği ortaya çıkmıştır.
Diğer yandan, operasyonun hemen öncesinde emniyet ve yargı birimleri camiamızı 2 yıl boyunca gizli teknik takip altına alarak tüm hareketlerimizi, konuşmalarımızı, mesajlaşmalarımızı izlemiş, ortam dinlemeleri yapmış, kamera kayıtları almıştır.
Bu nedenle, eğer iddia edildiği gibi ortada köle haline getirilmiş, esir tutulan, her gün cinsel şiddete, sömürüye, saldırıya maruz kalan kadınlar varsa, küçük çocuklara korkunç cinsel istismarlar yapılıyorsa, askeri ve siyasi casusluk faaliyetleri tüm hızıyla sürüyorsa, her türlü suç işleniyorsa, 2 yıl boyunca bizi an an, adım adım takip eden emniyet birimlerimizin bu dehşetli suçların işlenmesine göz yumması, hiçbir suç üstü yapmaması, müdahale etmemesi, o sözde zavallı kadınları, küçük çocukları kurtarmaması, devlet sırlarının yabancı ülkelere sızdırılmasına izin vermesi elbette ki olacak şey değildir.
Demek ki iddia edilen bu uydurma suçların, bu hayali olayların hiçbiri gerçekte yaşanmamıştır. Zira, teknik takibin başlamasından operasyon anına kadar geçen 2 sene boyunca emniyet güçlerimiz tarafından hiçbir suçüstü ya da müdahale yapılmamış, bunu gerektirecek hiçbir durum vaki olmamıştır. Operasyon esnasında da aynı şekilde, eş zamanlı olarak kapıları koç başlarıyla kırılarak ani baskınla girilen 120 ayrı evin hiçbirinde herhangi bir suç unsuru ya da suç üstü olayla karşılaşılmadığı gibi, tek bir uygunsuz duruma dahi rastlanmamıştır.
Eğer bu dosyada öne sürülen iddialardan tek bir tanesi bile doğru olsaydı, gerçekten de ortada iddia edildiği gibi çok çok ciddi, vahim, akıl almaz suçlar olsaydı Türkiye'de yer yerinden oynar, insanlar galeyana gelirdi. Ancak, bir kısım medyanın aleyhimizde 2 yıldır her çeşit iftira, karalama ve provokasyon yöntemini denemesine rağmen manipüle edilmeye açık, sürü psikolojisiyle güdülen cahil ve bilinçsiz küçük bir güruh dışında aklı başında, şuurlu, uyanık hiç kimse bu saçma ve uydurma iddialara zerre kadar itibar etmemekte, kale bile almamaktadır. En üst düzeydeki insandan sokaktaki vatandaşımıza kadar herkes bu iddiaların gerçek olmadığının farkındadır ve tüm bu dehşet verici hayal mahsulü hikayelere karşı en ufak bir reaksiyon gösterme ihtiyacı dahi hissetmemektedir.
Sizin de belirttiğiniz gibi, vatana ve millete karşı işlendiği öne sürülen her suçlama çok ağır ve ciddi ithamlardır ve ancak kesin ve somut delillere dayanıyorsa ciddiye alınıp değerlendirilmelidir. Bu şartı yerine getirmeyen ve delili olmayan her iddia ise açık birer iftiradır.
Geriye sadece dekolte giyindiği, dans ettiği ve bu medeni davranışları takdir ve tasvip ettiği için akla ziyan bir biçimde haklarında yüzlerce yıl istenen insanlar kalmıştır.
Her şeyin alabildiğince bu derece özgür bir şekilde yaşandığı ülkemizde bazı arkadaşlarımızın dekoltesinin ve eğlencesinin neden bu kadar büyük bir öfke ve nefrete sebep olduğu üzerinde durulması gereken ciddi bir sorundur. Öyle ki bu nefret, sırf dekolte giydiler ya da dekolte giyilmesine karışmadılar diye arkadaşlarımızın yüzlerce yılla yargılanmalarına sebep olmaktadır.
Eğer bu insanlar bizim camiamız içinde yer almasalar, Sayın Adnan Oktar'ın arkadaşları olmasalar ama yine o dekolte kıyafetleri giyseler, yine o dansları yapsalar, yine o bikinilerle poz verseler hatta tüm bunların onlarca kat fazlasını misliyle yapsalar kimse onlara karışmayacak, bu durumdan rahatsız olmayacaktı.
Bugün dekolte kaynaklı rahatsızlık sebebiyle yüzlerce yılla yargılanan arkadaşlarımız bizim camiamızdan ayrıldıklarını söyleseler ve aynı dekolte yaşamlarına devam etseler hiç kimse giyimine kuşamına, yaşam biçimine karışmayacaktı.
Bugün A9 TV yayınlarındaki dansı, eğlenceyi gece gündüz eleştirenler yarın aynı arkadaşlarımız aynı dansı ve daha fazlasını bizim camiamız dışındaki bir ortamda mesela bir tatil beldesinde, bir diskoda, gece klübünde yapsa alkışlarla izleyeceklerdir. Açıktır ki burada asıl rahatsızlık konusu olan dekolte değildir.
Bizden asıl istenen de kimin ne giydiği, nasıl yaşadığı değil, 30 yıllık, 40 yıllık arkadaşlarımızla, dostlarımızla, ahiret kardeşlerimizle, Adnan abimizle bundan böyle asla görüşmememiz, kısaca dağılıp gitmemizdir.
Bizim de asla böyle bir düşünce ve niyetimiz olmadığını ve olamayacağını da burada yeri gelmişken belirtmek istiyoruz. Değerli gazetecilerimizin istenmedik gözaltı ve tutukluluk olaylarına gösterdiğiniz hassasiyet vesilesiyle bizim de 2 yıldır yaşadığımız mağduriyetleri güvendiğimiz değerli bir kardeşimiz olarak sizinle de paylaşmak istedik.
En içten saygılarımla ve başarı dileklerimle.
Cem Sedat Altan
0 notes
Text
MÜŞTEKİ İFADELERİ HAKKINDA BASINDA YER ALAN GERÇEK DIŞI HABERLER
Tumblr media
Müştekilerin Mahkeme Huzurundaki İfadeleri Bunun Bir Kumpas Davası Olduğunu Bir Kez Daha İspatladı !!!
Adnan Oktar ve arkadaşları davasında müşteki ifadelerinin alınmaya başlanmasıyla, 5 ve 6 Ağustos 2020 tarihli bazı gazete ve internet sitelerinde bir takım gerçek dışı bilgilerin yer aldığı haberler yayınlandı.
Öncelikle, Mahkemenin aldığı karara saygı duymakla birlikte, basında yer alan, yargılananların müştekiler üzerinde baskı kurduğu ve sözde korkutucu etkileri olduğuna dair haberler akla, mantığa, izana, gerçeklere ve akılcı her türlü kavrama baştan sona aykırı iddialardır.
Hayatını sevgi üzerine kuran Adnan Oktar ve arkadaşlarının baskı, yıldırma, dayatma, zorlama, tehdit, korkutma gibi ifadelerle aynı cümle içinde yer alması bile abestir. Bugüne kadar ne Adnan Oktar ne de arkadaşları hakkında bu yönde açılmış bir soruşturma dahi bulunmamaktadır.
Tamamen hayal ürünü bir iddia olmakla birlikte, güya askeri ve siyasi casusluk gibi dehşet verici suçlar işlediği iddia edilen sözde silahlı suç örgütünün sözde tehdit yöntemleri olarak ise “TWEET YAZMAK” cevabı gelmektedir. Böyle bir tweet veya yazı da hiç olmamakla birlikte, “TWEET YAZARAK KORKUTUCU GÜÇ KULLANANAN SİLAHLI SUÇ ÖRGÜTÜ” ifadesinin içindeki akıl, mantık ve hukuk çöküntüsünü kamuoyunun takdirine bırakıyoruz.
Nitekim söz konusu davada, sözde silahlı suç örgütünün hayali suçlarından biri de “hukuk grubu kurmak”, yani herhangi bir durumla karşılaştığında bunu hukuku kullanarak çözmektir. Öyle sanıyoruz ki, değil Cumhuriyet tarihinde dünya tarihinde hakkını hukukla, kanunla, mahkemeyle arayan hiçbir suç örgütü görülmemiştir.
Bir sorunla karşılaştığında mahkemeye başvuran mafya kavramı ne kadar abesle iştigalse, iftiraya, saldırıya, hukuksuzluğa maruz kaldığımız zaman bunu Türk Adaletine taşıdığımız için suçlanıyor olmamız da, hukuk dışına asla çıkmadığımız bu derece sabitken, müşteki hanım ve beyleri tehdit ettiğimiz iddiası da o kadar abesle iştigaldir.
Ayrıca nezaketi, insaniyeti, güzel sözlülüğü, inceliği, görgüsü, kalitesi ile tanınan Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın yüzlerindeki nurun ve temizliğin kimse üzerinde korkutucu bir etkisi olması mümkün değildir. Tam tersine başta Sayın Adnan Oktar olmak üzere herhangi bir arkadaşımızla karşılaşan insanın üzerinde oluşabilecek tek etki sevgi, güzellik, iyilik ve pozitif olan her şeydir.
Basında yer alan “yakışıklı erkekler grubu olduğu”, “bunların kız getirmekle görevlendirildiği”, “kızları çektiği” gibi çirkin iddialar ise her şeyden önce bu satırları yazanların dünyaya ve kadınlara yönelik kabul edilmesi imkansız bakış açısını yansıtan seviyesiz ithamlardır. Tek başına “kız getirme” kavramı ve ifadesi dahi bu kumpası hazırlayanların çirkin ve karanlık dünyasının önemli bir göstergesidir. Kadınlara verdiği değer ve gösterdiği saygı ile ön planda olan arkadaş camiamızda hiç kimsenin böyle bir üslup kullanması mümkün değildir.
Kaldı ki başta Sayın Adnan Oktar olmak üzere arkadaşlarımız herhangi bir hanımla arkadaşlık kurmak istedikleri takdirde bunu onlara birinin sağlamasına hiç ihtiyaç duymayacak şekilde yüksek kalitede fiziki, maddi ve manevi özelliklere sahiptirler. Sayın Adnan Oktar’ın yüksek ahlakı, kalitesi ve etkileyici görünümü sebebiyle, talep etmese dahi kendisiyle arkadaş olmak isteyenlerin çokluğu bilinen bir gerçektir.
Bilindiği üzere cinsel suçlar ispatlanması en kolay suç kategorisidir. Gerçekten tecavüze uğrayan bir kadının bunu ispatlayabilmesi oldukça kolaydır. Değil iç çamaşırı veya kıyafeti, tek bir parça peçeteyle dahi doku alması, saklaması, ilgili birimlere teslim etmesi ve doğru söylediğini ispatlaması mümkündür. Bizlerin yargılandığı davada ise bolca laf ve magazin yanında bir tane bile somut bulgu ve ispat bulunmamaktadır.
Yıllar boyunca tecavüze uğradığını iddia eden kadınların tecavüze maruz kaldıkları yere güle oynaya seve isteye, üstelik bir gün değil üç ay değil 10 yıl 20 yıl boyunca neden gelmeye devam ettikleri sorusu bir yana, bunca zaman boyunca bir tane bile delil ortaya koyamadıkları durumu açıklamaktadır. Böyle bir tecavüz ve taciz hiçbir zaman yaşanmamıştır.
Bu konuda doğruyu söylediğimiz Adli Tıp raporlarıyla da ispatlanmıştır. Tecavüze uğradıklarını iddia eden kadınların Adli Tıpta yapılan fiziki incelemelerinde tecavüze uğramadıkları bilimsel olarak ortaya çıkmış, bu raporlar dava dosyasına girmiştir.
Tüm bunların yanı sıra arkadaş camiamıza yönelik en çirkin ve ahlaksız iftiralardan biri olan turnike sistemi hakkında daha önce basına yaptığımız çağrıyı bir kez daha yinelemek istiyoruz:
“Eğer gerçekten turnike sistemini eleştiren bir haber yapmak istiyorsanız, genelevlerde her gün 100’lerce insanla turnikeye girmeye mecbur bırakılan, onların üzerinden elde edilen gelirle on binlerce insanın maaşının ödendiği, 200 bin zavallı kadının kurtulmasını sağlamak için haberler yapın. Genelevlerin kapatılmasına vesile olacak manşetler atın. Böylece büyük bir hayra vesile olursunuz. Genelevlerde her gün düzenli, vesikalı ve vergili işleyen turnike sistemini göz ardı edip, bunun hakkında tek bir kelime bile yazmayıp, tertemiz Müslümanlara atılan iftiraları gerçekmiş gibi manşetlere taşımanın vicdanları yaraladığını siz de görün.”
Sonuç olarak, yalan bin defa da söylense yalandır ve olabilecek en iyi kurgu da yapılsa yalan mutlaka açık verir. Bu davada ise söylenen yalanlar ve iftiralar binlerce yönüyle ifşa olmuş, açık vermiştir. Milletimizin vicdanında ilk günden beri ak olduğumuz biliyor ve Yüce Türk Adaletinin de oynanan bu oyunun farkında olduğuna inancımız tamdır.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.
0 notes
poetgokhan · 3 years
Text
Tumblr media
ERBAKAN
1969 yılı, siyaset meydanında, siyasetin en az yüz yıllık yönünün, rotasının Batı’ya kul olmak üzere kurulan kölelik sisteminin yönünün kıbleye doğru dönmesi hareketinin başlangıcıdır. Yani miladıdır.
 Bir zamanların solcu Ecevit’ine sosyalistler suflörlük yaparken, 1973 yılında Ecevit’le Erbakan birlikte hükümeti kurduklarından üç ay sonra Ecevit, Meclis kürsüsünden o ünlü kararını zapta geçiriyor ve “Tarihi yanılgıya son” diyor.
1999 Ekim’inde faili meçhul bir bombayla öldürülen Ahmet Taner Kışlalı’nın cenazesi kaldırılırken tüm solcular koro halinde “Başbuğ Ecevit” diye bağırdılar.
Düne kadar kulağını sosyalist yazarlara çeviren, ezanı asli haliyle okutmaya başlayan, Kur’an kurslarının açılmasını ve imam-hatip okullarının açılmasının önünü açan, Başbakan Adnan Menderes’in yakasına yapışan genç adam, Sayın Deniz Baykal, “Tarihi yanılgıya son” verildikten sonra CHP başkanı iken Şeyh Edebali’lerin, Hacıbektaş-ı Veli’lerin, Yunus’ların yolunu izleyeceğini halka deklare etti.
Sayın Necmettin Erbakan, siyasete atılmadan önce il ve ilçelerimizde iki belediye başkanı adayı olurdu. Genellikle biri sağcı sarhoş, öbürü solcu sarhoş olurdu. Şimdilerde bütün partiler, şehrin en dindar ve en çalışkan insanını aday göstermeye başladı. 1957’den 1969’a kadar Karaman Belediyesi’nde CHP meclis üyeliği yapan Yunus Aksoy (Karamanlılar onu “Kambır Yunus” diye bilirler).
1969’da Erbakan merhumu Kervansaray Meydanı’nda konuşurken dinler ve o gün orada Hoca’yı destekleme kararı alır.
Milli Nizam Partisi olarak girdiği ilk seçimde Kambır Yunus Milli Nizam’dan tek başına belediye meclis üyeliğine seçilir. Ama bütün CHP meclis üyeleri ona saygıda kusur etmemeye alışık olduklarından haksız kararların meclisten geçmemesini, doğruların geçmesini Kambır Yunus ayarlar.
Bir gün bana anlatıyor, “Yahu hoca, ben solcuydum, Adalet Partisi’nin başkanı sağcı. Ben beş vakit namazımı hiç geçirmem, o cuma namazından başka kılmaz.
Ben ağzıma damla içki oymadım, o ayık gezmez.
Ben meclis üyeliğinde kimseye haksızlık yapmadım o, bizim partililerle beraber birçok haksız işler yaptılar. Bana bu sağcılıkla solculuğu bir anlatıver” demişti.
Daha sonra Erbakan Hoca’nın “Ahtapotun alt çenesiyle üst çenesi” misaliyle anladığını söylemişti.
Milli Görüş hareketinden, beş başbakan, iki cumhurbaşkanı çıkmıştır.
Dünya genelinde en fazla bilinen liderdir
Sağ ve soldan hükümete sahip olma gayreti olan bütün parti, dernek, sivil toplum kuruluşları ve vakıfların desteklediği partilerin çıkardığı bakan sayısının toplamından daha fazla bakan çıkarmıştır Milli Görüş hareketi.
Dünya genelinde en fazla bilinen liderdir.
2001 yılında ünlü bir televizyon muhabiri, İsviçre’nin Basel şehrinde konser veren Sayın İbrahim Tatlıses’i dinlemeye gelen kızlara, Türkiye’nin başkentini soruyor, cevap olarak “Adana” diyor.
“19 Mayıs size neyi hatırlatır?” diyor, cevap “Ablamın doğum gününü” oluyor.
Muhabir, “Ama bu kızların hepsi Sayın İbrahim Tatlıses’in bütün türkülerini biliyor” diyor.
“Türkiye’nin cumhurbaşkanı kim?” diyor.
Cevap “Erbakan” oluyor.
Haldun Simavi’nin çıkardığı Günaydın gazetesinin muhabiri, Filipinler’de Moro Müslümanlarıyla konuşuyor ve çeşitli sorulardan sonra Türkiye’yi tanıyıp tanımadıklarını soruyor, onlar da cevap olarak “Necmettin Erbakan” diyorlar.
2001 yılının ilkbaharında, Almanya’nın iki büyük şehrinde dört konferans verdim. Onlarla özel konuşmalarımızda, kendilerine Avrupa kapılarını açanın Sayın Süleyman Demirel olduğu halde, niçin Sayın Necmettin Erbakan’ı sevdiklerini ve onun adını daha iyi bildiklerini öğrendim.
Çoğunluk Avrupa’da iyi para kazanırken, çocuklarını barlarda, pavyonlarda, uyuşturucu salonlarında kaybetme korkusuna kapılmış ve kurtarıcı olarak Sayın Necmettin Erbakan’ı ve onun misyonunu görmekte olmuş.
Onun için hiçbir parti şu anda bile Avrupa’da Milli Görüş kadar güçlü değildir.
1969 SEÇİMLERİ ve TANIMAM
Benim onu tanımam 1969 seçimlerinde oldu.
Karamanlı hemşehrimiz olan RifatBoynukalın, onun öğrencilerinden imiş. Erbakan onu, Balıkesir’den bağımsız aday yapmış, kendisi de Konya’dan aday olmuş. Rifat ağabey bize Hoca’yı tanıttı ve destek vermemizi istedi. Karaman’da Uyanış gazetesi çıkarıyoruz ve evlerde İslami Diriliş çalışmaları yapıyoruz. İşte o günlerde geldi Rifat ağabey.
Akşam toplantılarına katılanların hepsi, gazeteyle beraber propaganda çalışmalarına katıldılar. İmamlarımız ve imam hatiplilerimiz çok iyi çalıştılar.
Milli Nizam kurulduğu günlerde CHP ile Adalet Partisi’nin ileri gelenleri bir araya gelirler ve on beş tane cami imamını savcılığa şikâyet ederler.
Bu yazıyı yazmadan önce 22.01.2021 tarihinde o imamlardan, sonra Ankara bürokrasisinden emekli olan birine telefon ettim ve sonucun en olduğunu sordum, “Hatırladığım kadarıyla olaydan beş altı yıl sonra mahkemeye 27 lira ceza ödedim” dedi.
Şikâyet edenler, hiçbir imamın adını yazarak şikâyet edememişler ancak “filan caminin hocası” diyerek on beş cami saymışlar. Polisler, o camilerde imam veya müezzin hangi hocayla karşılaşmışlarsa getirmişler karakola ve onlara dava açılmış. Hatta Demirel hastası bir arkadaşımız da Erbakancılıktan yargılandı ve o yargıdan sonra o da Milli Görüşçü oluverdi.
“12 Eylül 1980 darbesinde parti liderlerine getirilen yasakları ilk delen Necmettin Erbakan merhum oldu” dedi bana Hürriyet’in muhabiri ve anlattı: “Hoca’nın basın danışmanı basın mensuplarına telefon ederek, Hoca’nın Konya’ya gideceğini söyledi. Hürriyet’ten ben ve on kadar diğer gazetelerden muhabir beraber çıktık yola.
Konya’nın Kulu ilçesinden itibaren Hoca’nın daha önce attığı fabrika temellerinin binalarını ve çalışanların çalışmasını bize göstererek gidiyor ve hiç konuşmuyordu. Konya’daki fabrikaları da gezdirdi ve Konya’da Ali Güneri’nin evine doğru yöneldik. Bir de baktık Konya, yol boyu sıralanmışlar ve Hoca’yı selamlıyorlar.
Merhum Ali Güneri’nin evi ve o semt tıklım tıklım Konyalı. Hoca görüntüde yasak kurallarına uymak için evin içinde konuşuyor ama bütün sokaktakiler de hoparlörden dinliyorlar. Gazeteci arkadaşlarla bu olayı “Yasağı Hoca deldi” diye verdik.
Malum o günlerde Demirel de Nazlı Ilıcak’ın ağzından “Bir bilen diyor ki” diyerek duyuruyordu sesini.
İnsanlık gemisinin yönü kıbleye döndü de biz niye hissetmiyoruz, denebilir. Eğer hissedilirse sarsılırız, başımız döner, kargaşa olur. Şeytan uyanır.
Döndüren Rabbimiz.
Dünyayı Rabbim döndürüyor da biz sarsılıyor muyuz?
Biz, hiçbir insanın teninin sarsılmasını istemediğimiz gibi, gönül telinin bile titremesini istemeyiz.
Bu dünya gemisinde olup da “Ben kıbleye doğru gitmem” deyip diretenler, hatta sırt dönenler de aynı istikamete doğru gidiyorlar.
07/06/2001 tarihli Aktüel dergisinde uzun bir yazıda ateist bilinenlerle röportaj yapılan yazıda eskiden sosyalist, komünist ve de ateist olanların yeniden Allah’a dönüş yaptığını yazıyor ve birçoğunun adını veriyor.
AĞIR SANAYİ HAMLESİ DEDİĞİNDE DALGA GEÇMİŞLERDİ
Son zamanlarda sahte peygamberlerin, sahte şeyhlerin, sahte mehdilerin türemesi de yükselen değerin İslâm olduğunu gösteriyor.
Kalpazanlar, değerli olan paranın sahtesini piyasaya sürerler.
Hoca’nın, “Ağır Sanayi Hamlesi” dediği günlerde hem siyasilerimiz, hem aydınlarımız bu ifadelerle dalga geçmişlerdi.
Zaman geçti, aynı kelimeleri kendileri de kullanmaya başladılar.
“Önce Ahlak ve Maneviyat” dediğinde gericilik ve yobazlıkla suçlamışlardı.
Aradan yıllar geçti, muhalif partiler de belediye başkan adayı veya milletvekili adayı belirlerken ahlaklı insanlar seçme mecburiyetinde kaldılar.
Şu anda eskiden Milli Görüşçü olup şimdilerde CHP’de milletvekili, parti yöneticisi, akıl vericisi durumunda olan sayılamayacak kadar insan var.
1969 yılı öncesi yazılan dini eserlerde, İslâmcı şair ve yazarlarımızın eserlerinde akait ve ilmihal bilgileri işlenirdi. İslami hizmet verenlerimiz, sağ partilere “Zikirlerimize izin verin, ezanımızı aslına döndürün yeter” derlerdi. Daha sonraki eserlerde Türkiye’nin ve dünyanın sorunlarının İslâm’a göre tahlili ve İslami inkılâb yazılmaya ve yapılmaya başlandı.
Başörtüsü sorunu 1969 tarihinden önce vardı. Birileri çıkıp da “Başörtüsünü siyasiler istismar ediyor. Biz buna karşıyız” demesin. Sayın Erbakan siyasete atılmadan önce başörtülüler diğer fakültelere alınmadığı gibi Ankara İlahiyat Fakültesi’ne bile alınmıyordu.
Hatice Babacan olayı 1969 yılından öncedir. Başörtülü diye Ankara İlahiyat Fakültesi’ne alınmamıştı.
O günlerde yalnız ilahiyatta başörtülü bir kızımız varken şimdilerde her fakültedeki kızlarımızın yarısı kapalı, açık olanlarımız da yasağa karşılar.
Ülke ve tüm dünya Müslümanları, dönüşü olmayan, Allah’ın rızasına kilitlenen ve sonu iki dünyada da güzellikler görülen bir yola girdiler.
Allah cellecelalüh, Necmettin Erbakan Hoca’ya rahmet eylesin, mekânını cennet eylesin ve bu ümmete Kur’an-ı Kerim’de va’dedilen günleri göstersin. Amin.
02 Mart 2021 - Milli Gazete, Mahmut Toptaş tarafından kaleme alındı
https://www.milligazete.com.tr/makale/6542715/mahmut-toptas/erbakan
1 note · View note
gundemarsivi · 4 years
Text
Tumblr media
SİNAN CEMGİL’İN KISA METRAJLI BÜYÜK YAŞAM ÖYKÜSÜ
“Bu oğlum Sinan… Bunlar da onun arkadaşları (Kadir ve Alpaslan), kardeşleri…. onlar da oğullarım… Bu çocuklar, bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir istekleri yoktu. Her biri birer dehaydı. Her biri üstün zekalı birer güzel insandı. Dileselerdi, düzenin adamları olsalardı, şimdi burada cansız yatmazlardı. Birer milyoner olurlardı. Ama onlar, halkı, sizleri sevdiler. Sizin sorunlarınızı omuzladılar. Size yalan söylüyorlar. Onlar eşkıya değildi.” Nazife Cemgil (Sinan Cemgil’in annesi)
“Varlıklı bir aileden geliyoruz, benim oğlumun hiçbir parasal sorunu yoktu. Bir okuma sorunu da yoktu, Türkiye’nin en güzel üniversitesini en yüksek puanı tutturarak girdi. Bitirdiğinde de memleketin en yüksek kademesine gelebilirdi, ama sizin için öldü!” Adnan Cemgil (Sinan Cemgil’in babası), oğlu Sinan Cemgil’in cesedini izleyen köylülere bu sözleri dedikten sonra; köylüler suçluluk psikolojisiyle başlarını öne eğer…
Kurtuluş Savaşı’da Muğla’nın Kuvay-i Milliye başkanlığını yapan Erzurumlu dedesinin torunu, felsefe öğretmeni annenin ve edebiyat öğretmeni babanın oğlu. Ailesi devrimci genleriyle, çok küçük yaşlarda hapishane de gördü (babası TMBB’nin karar almaksızın Menderes Hükümetinin Kore’ye asker göndermesini protesto ettiğinden babasıyla hapisi gördü; sahi ne işi vardı askerlerimizin orada? Haklı bir savaşı bugünlerde de anlamamak mümkün değil…), annesiyle aynı dava yüzünden sürgün de gördü…
ODTÜ’de Mimarlık Fakültesine girdiğinde, siyasetle ilgilenmeye başladı. Dönüşüm dergisinde eşi olacak Şirin Yazıcıoğlu ile tanışır ve aşık olur. Dönüşüm dergisini satarken yakalanır göz altına alınırlar. Aynı yıl, ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü’nün kuruluşuna katılır, hatta bir süre de genel başkanlığını yapar ve Türkiye İşçi Partisi’ne de üye olur.
1967 yılında ilkokul yapma amacıyla Muş’un Korkut ilçesine giden ODTÜ kafilesinde yer alan Sinan, arkadaşlarıyla birlikte halk kültürü üzerine de incelemelerde bulunur. Bu incelemelerden geriye kalan, kafilenin diline persenk olan Çift Jandarma (https://youtu.be/_lf44sJXJUQ) türküsüdür.
Sinan’ın Amerikalı öğretim görevlisinin; Yıllardan beri ODTÜ’de İngilizce eğitim görüyorsunuz. Nasıl İngilizce bilmezsiniz? sorusuna verdiği yanıt bugünlere kadar gelmiştir:
“Biz, ODTÜ’de İngilizce üç kelime öğrendik: Yankee go home.”
Sinan Cemgil’in İngilizcesi çok iyiydi, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca ve Latince biliyordu; arkadaşlarına Dante’nin şiirlerini okuyup, defterine hep okuduğu ya da hoşuna giden sözleri de not alıyordu. O vakitlerde, her yanda Amerika’nın artan etkisiyle, üç kelimeyle Amerikan öğretim üyesine, nasıl posta koyduğunu da az önceki paragrafta iletmiştim.
O çok espritüel, taklit yapmakta çok başarılı, çok kültürlü ve çevresince çok sevilen biriydi. Teorik liderliğiyle lider oldu. O kadar bilgeydi ki ODTÜ’de ilk kez ona Hoca diyen çevresiyle, Hoca demek adet oldu.
1968’le birlikte yoğunlaşan öğrenci eylemlerinde, üniversitedeki hareketin doğal önderi olur. ODTÜ’de Toplumcu Gurup içinde yer alır. 1968’de ODTÜ’deki boykota ve 1969’daki ODTÜ işgaline önderlik eder.
Toprak reformunun gerçekleştirilmesi istemiyle hazine topraklarını işgal eden Elmalı köylülerini ziyaretinin Türkiye İşçi Partisi Genel Merkezi tarafından tepki ile karşılanması, TİP’ten istifasını getirir.
Sosyalist Devrim-Milli Demokratik Devrim tartışmalarında Milli Demokratik Devrim’i savunsa da Hüseyin İnan’la birlikte Türk Solu ve Aydınlık odaklı MDD yorumlarından ve bu çevredeki tartışmalardan uzak durur ve farklı bir yol açmak için arkadaşlarıyla birlikte harekete geçer.
Şi­rin ile Si­na­n’­ın ya­kın­laştıran 1966’da­ki Var­to Dep­re­mi sı­ra­sın­da ol­du, her ikisi de gö­nül­lüydü. 8 Şubat 1969 yılında henüz öğrenciyken Şirin Yazıcıoğlu ile evlenir. An­ka­ra Sıh­hi­ye Mey­da­nı­’n­da­ki bir bod­rum ka­tın­da ya­şa­ma­ya baş­la­dı­lar.
O dönemlerde, Robert Komer (Vietnam Kasabı) Türk yakın siyasi tarihinde belirleyici bir iz bırakmıştır. 6 Ocak 1969’daki ODTÜ’yü ziyareti sırasında, rektörlük binasının kapısında duran diplomatik plakalı 1968 model Cadillac otomobili, temsil ettiği Amerikan değerlerine karşı duran, Komer’in Vietnam geçmişinden haberdar ODTÜ’lü öğrenciler tarafından araba ters çevrilerek yakıldı. Söylentiye göre arabayı ateşe veren Deniz Gezmiş’in yakın arkadaşlarından Taylan Özgür iken, benzin deposuna sıkıştırılıp ateşe verilen eşarp da o dönemin bir diğer önemli ismi olan Sinan Cemgil’e aittir. Olaydan üç gün sonra Deniz Gezmiş ve (Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ın da içinde bulunduğu) yedi kişi hakkında verilen tutuklama kararı sonrasında, 3.000’den fazla öğrenci bir dilekçeyle kendilerinin de eyleme katıldığını bildirmiştir.
Taylan, 23 Eylül 1969 yılında Öğrenci Birliği Kongresine katılmak üzere İstanbul Üniversitesine geldiği sırada kolluk kuvvetleri tarafından Beyazıt Meydanı’nda arkasından vuruldu. 21 yaşında hayatını kaybeden Taylan Özgür’ün cinayeti halen aydınlatılmadı. Ablası Hale Kıyıcı kardeşinin katledilmesini şöyle anlatıyor:
“Kardeşim Taylan’ın İstanbul Üniversitesinin bahçesinde öldürülmediğini gazete arşivlerine bakarak bile öğrenebilirdiniz. Yaralı vaziyette Kumkapı Toplum Polisi karargâhında 2,5 saat dövülerek tutulduğunu, ODTÜ’den İstanbul’a nasıl geldiğini, yanında olup da katili en yakından görüp davada tanıklık yapmayan Mim. Sait Kozacıoğlu’nun adını geçirememek, danışmanlarınızdan Fahri Aral’ın savcılıkta tanıyıp da, mahkemede tanıyamadığını söyleyerek yargılanan kişinin beraatine neden olduğunu, sağır sultan bile duydu.”
Sinan Cemgil’in eylemde birlikte yer aldığı çok sevdiği arkadaşı Mustafa Taylan Özgür’ün İstanbul’da öldürülmesi üzerine Ankara’da Atatürk Anıtı önünde toplanan kalabalığa, aranıyor olmasına karşın şöyle hitap edecektir:
“Bir devrimci kardeşimiz polis kurşunu ile kahpece öldürülmüştür. Devrimci şehitlerin matemini tutacak zamanımız yoktur. Devrimcilerin postunu ucuza satmayacağız.”
28 Ocak 1970 yılında doğan oğluna söz verdiği gibi arkadaşı Taylan’ın adını verir.
Toprak reformunun önemini biliyor ve gerçekleşmesi için çaba veriyordu arkadaşlarıyla. Hazine topraklarını işgal edenleri bu gençler takip ediyor ve çok üzülüyorlardı. 12 Mart 1971 muhtırasından sonra, arkadaşlarıyla birlikte Ankara’yı terk eden Sinan Cemgil, 17 Mart’ta Deniz Gezmiş’le Yusuf Arslan’ın Gemerek’te yakalanmaları üzerine Adıyaman civarındaki Nurhak dağına çıktı. Buradan arkadaşlarıyla birlikte gerilla kampı kurmalarının nedeni Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını korumak için devam edeceklerdi.
Cemgil ve arkadaşları, mayısın sonunda Adıyaman’da İnekli köyü muhtarının ihbarı üzerine kuşatıldılar. Sinan, 31 Mayıs 1971’de askerlerle çıkan çatışmada; Alparslan Özdoğan ve Kadir Manga ile birlikte vuruldu.
Ülkemizin ilerlemesi için 27 yaşında köylüleri uyandırmaya arkadaşları ile gittikleri Nurhak Dağları’nda Jandarma tarafından öldürüldüğünde; sırt çantasından 4 kitap, bir de kuru soğan çıktı.
Sinan Cemgil ve arkadaşlarının amaçları elbette toplumu ilerletmekti, fakat o devrimci arkadaşlarının gerek Mahir Çayan gerek Üç Fidan için de fayda sağlamak, onları kurtarmak için de güçlenmeyi hedeflemişti. Ama, o çok sevdiği arkadaşlarının acısını görmekten korkarken; kendi ve dostlarının ölümüyle, kurtarmak istediği arkadaşlarına ölümüyle yasını yaşatmıştı.
27 yaşında, yaşlı bir tabut sessizce taşınsa da mezara, daha sonraki birçok protestoda ölümsüzlüğü hep genç kalacaktı. O 27 yaşında, üniversite öğrencisi, 15 aylık oğluyla, güzel ve çok yetenekli karısıyla yaşasaydı; Halk için Ezilmeseydi, uzun ömrüyle birlikte sevdikleri ile yaşlansaydı, ne güzel olurdu! Ama yolu kapatan Amerikanlar vardı, kendisi de antiemperyalistti; benim fikrim de hiç gerçekleşmeyecek bir olasılığın hayaliydi…
Ve artık Sinan Cemgil’in arkadaşlarının ölümleriyle hayat devam edecekti!..
“Siz­ler ki hü­zün var
yü­zü­nüz­de ye­re eğik
göz­le­ri­niz acı­nı­zı gös­te­ren,
ne­re­den ge­lir­si­niz,
ren­gi­niz acı­nın ren­gi­ne dön­müş böy­le..!” Dante
Sinan Cemgil’in söylediği türküsüyle https://youtu.be/ieuxtVI-uPg yazımı tamamlıyorum. Onu hasretle, sevgiyle, özlemle ve şevkatle anıyorum.
Yazımın linki
Yazımı hazırlarken faydalandığım kaynaklar ve okunmasını değerli bulduğum fakat yazıma ekleyemediğim yalnız okuyup hoşlandığım kaynaklar;
1-Taylan Cemgil’in yazdığı kitap için röportajı. http://halkinkurtulusu.net/?p=2434
2-https://tr.wikipedia.org/wiki/Sinan_Cemgil
3-https://www.evrensel.net/haber/362014/taylan-ozgur-kimdir-nasil-olduruldu
4-https://www.sozcu.com.tr/2014/yazarlar/soner-yalcin/bir-amazon-kadini-sirin-cemgil-579059/
4 notes · View notes
DAVA DOSYASINDAKİ BİRÇOK EVRAK ISRARLI TALEPLERİMİZE RAĞMEN TARAFIMIZA VERİLMEMİŞTİR
Müştekiler ve vekillerince dosyaya sunulan birçok dilekçe, ses ve görüntü kayıtları içeren flash bellek, CD ve bunların ekleri ile dışarıdan dava dosyasına gelen evrak, tutanak, bilirkişi raporu vs ısrarlı taleplerimize rağmen tarafımıza verilmemiştir. Hatta bunların birçoğu üzerinden sanıklara sorular yöneltilmiş ancak sanıkların bunları incelemelerine müsaade edilmemiştir.
Davanın ilk gününden bu yana en büyük sorunlarından biri olan bu durumun düzeltilmesi ve eksiklerin tamamlanması için yaptığımız onlarca sözlü ve yazılı talep mahkeme tarafından kaaleye alınmamıştır. Bu nedenle de sanıklar kendileri aleyhinde dosyaya sunulan delilleri inceleyemeden savunma yapmaya zorlanmış ve böylelikle savunma hakları ve adil yargılanma hakları ellerinden alınmıştır.
Ayrıca UYAP portalıda son derece karışık olup özellikle çoğu evrağın eki UYAP sistemine eklenmemiştir. Bu konuda yaptığımız taleplerimiz neticesinde bir kısım evraklar taranıp sisteme yüklenmiş ise de bir kısım evrak eki hiçbir zaman yüklenmememiştir.
Mahkeme tarafından davanın esasına dair karar verilmiş olmasına rağmen halen daha tarafımıza verilmeyen evrakların bir kısmı şu şekildedir. Ancak tam bu noktada hatırlatmalıyız ki, aşağıdaki evraklar tarafımızca var olduğu bildiğimiz fakat ulaşamadığımız evraklarla sınırlıdır.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
0 notes
sevgibirlikteligi · 3 years
Text
SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞ GRUBU BİR SUÇ ÖRGÜTÜ DEĞİL BİR SEVGİ VE GÖNÜL BİRLİKTELİĞİDİR
Tumblr media
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının yargılandığı davada, camiamızdaki kişilerin hayatlarının her safhası, aile ilişkileri, eğitim durumları, yurt dışı-yurt içi seyahatleri, evlilikleri, aralarındaki alım-satım veya ticaret ilişkileri, özetle hayatlarına dair tüm tercihleri ve fiilleri, hiçbir suç içermemesine rağmen bir dava konusu haline getirilerek “güya örgütsel tutum” olarak değerlendirilmiştir.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının, bir örgüt olmadıklarının ve örgütsel amaçlarla davranmadıklarının anlaşılması için, Kur’an-ı Kerim’e ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetine uygun olan yaşam tarzlarının çok iyi anlaşılmasının büyük önem içerdiği kanaatindeyiz.
Öncelikle bir gerçeğin net bir şekilde açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları bir suç örgütü değildir. Birlikte olmalarının amacı suç işlemek değildir. Zaten ortada işlenmiş, TCK tarafından konusu suç olarak tanımlanmış bir fiil de yoktur. Bu kişilerin bir arada olmaları, birbirlerini sevmeleri, birbirleriyle ticari ilişkiler kurmaları, birbirleriyle evlenmeleri, birbirleriyle görüşmeleri ve bunun gibi günlük hayatları da suç unsuru içermemektedir. Zaten bir suç örgütünün varlığından bahsedilebilmesi için gerekli yasal şart olan “amaç suç” iddianamede dahi tanımlanamamıştır, çünkü böyle bir amaç suç bulunmamaktadır.
Davanın ilk celsesinde savunmalarını yapan 168 tutuklu sanığın dile getirdiği gibi Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının yaşam tarzlarının ve bir arada bulunmalarının temelinde Allah sevgisi ve bu sevgiden kaynaklanan birbirlerine karşı duydukları saygı dolu bir sevgi ve bağlılık vardır.
Sayın Adnan Oktar’ın Harun Yahya mahlası ile kaleme aldığı eserlerinde de anlattığı gibi temeli Allah sevgisinden kaynaklanan sevgi anlayışını kavrayan, tanıyan her insan hayatını çok sevdiği, güvendiği, yakın hissettiği kişilerle birlikte geçirmek ister.
Hayatlarını İslam dininin, Kur’an ahlakının düsturlarına göre yaşamaya niyetli tüm samimi Müslümanlar gibi Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları da dindar bir arkadaş grubu olarak birlikte yaşamaktan zevk alan insanlardır. Ancak bu yalnızca Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına has bir talep veya uygulama değildir. Türkiye’deki ve hatta dünyadaki bütün dindar arkadaş grupları, cemiyetler bu şekilde birlikte bir hayat kurar, birlikte olmaktan zevk alır, birlikte çalışır, birlikte faaliyet gösterir, yaşar, birlikte ibadet ederler. Ancak bu onları hiçbir şekilde bir suç örgütü yapmaz.
Bu, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve diğer devlet büyüklerimiz tarafından da kabul edilmiş bir gerçektir. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde ve 2019 yerel seçimlerinde İstanbul Belediye Başkanlığına aday olarak seçimlere katılan, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlığını da yapmış olan Sayın Binali Yıldırım ise en son seçimlerden hemen önce İstanbul Fatih’teki İsmailağa Cemaatini ziyaret etmişlerdir.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Devlet büyüklerimizin bu ziyaretleri, İsmailağa Camii cemaatinin ve bunun gibi Türkiye’de gönül birliğiyle hareket eden tüm cemaatlerin meşruiyetini tanıdıklarını, bu gönül birliğine ve dindar yapıya büyük bir saygı duyduklarını göstermektedir.
Birlikte yaşayan, gönül birliği içinde birlikte hareket eden ve birbirine benzer tercihleri olan dindar insanların suç örgütü olduğu gibi bir ön kabul ile hareket edilecek olursa bu Türkiye için çok tehlikeli bir adım olacaktır.
Ülkemizde birçok dini grup ve cemaat bulunmaktadır. Bu cemaatlerin hepsinin mensupları, kendi aralarında yakın sosyal ilişkiler içerisindedir, alışverişlerini, ticaretlerini, evliliklerini çoğunlukla kendi aralarında yaparlar. Çünkü bir inanç, güven, sevgi ve gönül bağlılıkları vardır. Hepsinin kendine has giyim şekilleri vardır, hatta giyimlerinden dahi hangi cemaate mensup oldukları anlaşılabilir. Bu birliktelikleri, “suç örgütü” olarak tanımlamak büyük bir hatadır.
Dolayısıyla, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının arasındaki günlük yaşama dair bu tür ilişkileri, “örgütsel tutum” olarak değerlendirmek, bu cemaatlerin tamamını “suç örgütü” olarak nitelendirmek anlamına gelecektir. Böyle çarpık bir yaklaşımla, İsmailağa Cemaati'nin de sözde bir "hiyerarşik yapılanma" şemasını çıkarmak mümkündür. Sayın Mahmut Hoca Hazretlerine, haşa “1 numaralı örgüt lideri”, Cübbeli Ahmed Hoca’ya “dış ilişkilerden sorumlu örgüt yöneticisi” gibi nitelendirmelerde bulunmak nasıl abesle iştigal ise, Sayın Adnan Oktar ve arkadaş grubu için de aynı “abes durum” geçerlidir.
Nitekim, İsmailağa Cemaatinin de, ve diğer birçok cemaatin de yazılı ve sanal yayınları, internet siteleri, youtube kanalları, sosyal medya hesapları bulunmaktadır. Bu yayınlarda ve hesaplarında, bu camiaya mensup kişiler, inançlarına uygun yayın ve paylaşımlarda bulunmaktadırlar. Tüm bu kültürel ve sosyal faaliyetler, bu kişilerin anayasal bir hakkıdır.
Hal böyleyken, eğer camiamızdaki benzer ilmi, sosyal ve kültürel faaliyetler, “örgütsel propaganda” olarak tanımlanır ve arkadaşlarımız bu gerçek dışı ithamla yargılanırlarsa, Türkiye’de çok tehlikeli bir kapı açılmış olur; sadece dini cemaatler değil, her türlü sivil toplum kuruluşu özgürce inancını, dünya görüşünü paylaşamaz bir duruma gelebilir.
Benzer şekilde Mahmut Esat Coşan Hocanın muhterem oğlu Sayın Muharrem Nureddin Coşan Hocanın liderliğindeki –Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve merhum devlet büyüklerimizden Sayın Turgut Özal ve Sayın Necmettin Erbakan Hoca gibi Türkiye tarihinde çok önemli isimlerin de mensubu bulunduğu– İskenderpaşa camii cemaatinin gönül birlikteliği, birlikte yürüttükleri çalışmalar, Merhum Mahmut Esat Coşan Hocanın adını verdikleri kültür merkezleri ve hatta ticari faaliyetleri yine -haşa- benzer şekilde bir suç örgütü oldukları iddiasıyla değerlendirilmesi tehlikesi oluşur.
Böyle anormal bir bakış açısıyla ise bu camialarla görüşmek suç kapsamına girer. Dolayısıyla, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının görüşmelerini, birlikte yaşamalarını, birbirlerini ziyaret etmelerini suç saymak, diğer tüm dini gruplarla görüşmeyi de suç saymak anlamına gelecektir.
Oysa, Sayın Cumhurbaşkanımız Mahmut Hoca’yı ziyarete gitmektedir. Eğer bu suç olsa, en başta Cumhurbaşkanımız bunu yapmazdı.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaş grubuna yönelik örgüt iddiasına gerekçe gösterilen özellikler, faaliyetler ve fiiller ölçü kabul edilirse, bu durumda İsmailağa cemaati de tam bir örgüt yapılanmasıdır. Ne var ki örgüt olmak, örgütlenmek suç işlemek amaçlı olmadığı ve kanunlara saygılı olduğu müddetçe hiçbir şekilde suç değildir, tam aksine anayasal bir haktır. Ülkemizde legal binlerce örgüt (organizasyon), sivil toplum kuruluşu vardır.
Bu nedenle, gerek camiamız gerek İsmailağa Cemaati gerek İskenderpaşa Cemaati gerekse diğer tüm İslami cemaatler, her açıdan meşru, legal, devletine ve kanunlarına saygılı, hiçbir suça karışmamış tertemiz birer gönül birlikteliğidir. Başlarında bir büyükleri bulunmaktadır, kendi içlerinde kurdukları şirketleri, televizyonları, radyoları, youtube kanalları, yayınları bulunmaktadır. Bir karar alırken birbirlerine danışırlar, istişare ederler. Hastaları olduğunda ilgilenirler, ihtiyaçlarını karşılarlar, maddi-manevi yardımlaşırlar, her konuda birbirlerine destek olurlar. Bunların hiçbiri de suç değildir. Çünkü bu birliktelik suç işlemek için değil, hayır işlemek, din ahlakının güzelliklerini yaşamak, dayanışma içinde olmak için kurulmuştur. Bu son derece açık bir gerçektir. Nitekim Cumhurbaşkanımızın ve diğer devlet büyüklerimizin bu tür ziyaretleri bu gerçeği teyit eder niteliktedir.
Sayın Cumhurbaşkanımız gençliğinde de İskenderpaşa cemaatini desteklemekteydi, eşi Sayın Emine Erdoğan Hanımefendi ise Şeyh Nazım Kıbrısi Hazretlerine bağlıydı. Hatta, Şeyh Nazım Kıbrısi Hazretlerinin sağlığı ile bizzat Cumhurbaşkanımız ilgilenmiş, kendisine özel doktor göndermiş, maddi ve manevi destek vermiştir. Bunlar İslam’ın, Kur’an ahlakının gereğidir. Hiçbiri suç değildir, suç örgütüne ait özellikler değildir.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları gibi, yukarıda adları geçen ya da geçmeyen birçok dindar cemiyet ve arkadaş grubu çeşitli yayın organlarını kullanarak dine, imana, devlete, millete hizmet etmek, faydalı olmak amacıyla dergiler, gazeteler çıkarıp, yayınlar yapmaktadır. Bu faaliyetleri "örgütsel amaçlarla yapılan faaliyetler ve örgüt propagandası" olarak tanımlamak çok büyük bir haksızlık ve vicdansızlık, hiçbir hukuki ve kanuni dayanağı olmayan bir hata olacaktır.
Ne var ki, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik davanın içeriği yalnızca inançtan kaynaklanan tümüyle meşru ve legal bir yaşam tarzı tercihinin sorgulanmasından ibarettir. Allah rızası için, Allah sevgisiyle bir araya gelmiş, bu amaçla İslam'a, imana, devlete, vatana, millete, Müslümanlara hizmet etmeye gönüllü insanların güzel niyetleri “örgütsel saik”, yaptıkları hayırlı işler “örgütsel faaliyet”, Allah rızasını, Allah sevgisini ve vatan ve millet aşkını anlatan çalışmaları “örgüt propagandası”, birbirlerine olan saygı dolu sevgileri ve birbirleri arasında herhangi bir ast-üst ilişkisi olmaksızın Kur'an'ın istişare, ve danışma öğütlerine titizlik göstermeleri ise “hiyerarşik yapı” olarak yorumlanarak bir dava konusu haline getirilmiştir.
Böyle bir zihniyet Türkiye Cumhuriyeti’ndeki tüm dindar arkadaş grupları ve cemaatler açısından çok büyük bir tehlike arz etmektedir. Bu vahim tehlike gözardı edildiği takdirde, Türkiye’deki bütün İslami cemaatlerin ve dindar grupların birer organize suç örgütü olarak değerlendirilmesi an meselesi olabilir. Bu anormal yaklaşım ise Türkiye, Ak Parti hükümeti ve Sayın Cumhurbaşkanımız aleyhinde bir takım sinsi ve karanlık hesapları olan dış güçlerin uzun zamandan beri planladığı tuzağa düşmek anlamına gelecektir.
Cemaatler, dindar gruplar, doğaları itibariyle Türkiye Cumhuriyeti’nin koruyucu temel taşlarını oluşturmaktadırlar. Nitekim İskenderpaşa Cemaati'nin internet sitesi "cemaat" kavramını çok güzel bir şekilde açıklamaktadır:
“Cemaatleşmenin mânâsı imana, Kur'âna, vatan ve Müslümanlara hizmet etmek gayesiyle, birkaç kişinin bir araya gelip kenetlenmesidir. Böyle bir işi yapmak büyük bir ibadettir. Bugün Türkiye'de nice cemiyetler ve cemaatler var ki büyük hizmetler vermektedirler. Bu cemaatleri meydana getiren, cemaat ruhuna sahip fertlerdir. İslâm tarihinde ilk cemiyetleşen fertler Peygamber ve etrafındaki ashabıdır.”
(http://www.iskenderpasa.com/22F268FF-C0CE-4EC7-9275-FBF066C3F04C.aspx)
Bu durumda, yukarıda örnekleri verilen cemaatleri ve benzeri başka dindar cemiyetleri, bu cemiyetlerin vakıflarını, mensuplarının sahibi olduğu şirketleri, okulları, üniversiteleri, bu kişilerin yürüttükleri hayır işlerini de “örgütsel saik” ile açıklamak gibi tehlikeli bir adımın, başta Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasına, toplum yapısına ve milli manevi değerlerimize yönelik bir saldırı hükmünde olacağı ortadadır.
Sayın Cumhurbaşkanımızın ve hükümetimizin, devletin bekasını dindar Türk milletinin birlik ve beraberliğini hedefleyen bu sinsi ve tehlikeli tuzağı bertaraf edeceğine olan inancımız tamdır.
SONUÇ
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının yaşam tarzlarından, birbirlerine olan sevgi ve saygılarından, birbirleriyle ticaret yapmak, birbirleriyle yaşamak, birbirleriyle evlenmek gibi kendi kişisel tercihlerinden dolayı yargılanmalarının hiçbir hukuki temeli ve dayanağı yoktur. Söz konusu davanın konusunu oluşturan iddianamenin öne sürdüğü tüm fiiller ve iddialar, yargılananların kişiliklerine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez anayasal temel hak ve hürriyetlerini konu alan, esas itibariyle yargı konusu olamayacak fiillerdir.
Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’de, müminlere bir arada bulunmalarını, birbirlerinden ayrılmamalarını emretmektedir:
Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Biz'i zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi 'istek ve tutkularına (hevasına)' uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme. (Kehf Suresi, 28)
Müminlerin bir arada olmaları, birbirlerine yardım etmeleri, hastayken birbirlerine bakmaları, güvendikleri insanlarla ticaret, alım satım yapmaları, birbirlerini ziyaret etmeleri asla suç sayılamaz. Birlikte hareket etmek, dayanışmak, yardımlaşmak Müslümanları suç örgütü yapmaz. Suç örgütleri egoist, saldırgan, çıkarcıdır, kendi içlerinde menfaate dayalı bir ilişkileri vardır. Müslümanlarda ise, sadece Allah’ın rızasını, rahmetini ve Cennetini gözeten, fedakâr, sevgi dolu bir yapı bulunmaktadır.
Devletimizin İslam’ı, Kur'an'ı, dindarlığı teşvik ettiği bir dönemde, Müslümanlara, görüşmeyin, bir arada bulunmayın, yardımlaşmayın, birlikte iş yapmayın, birbirinize sevgi, saygı, vefa göstermeyin demek kabul edilebilir bir durum değildir. Hiçbir Müslümanın, Kur’an’a aykırı böyle bir talebi kabul etmesi mümkün değildir.
İslam'a, Kur’an’a ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetine uygun olan bu gerçekler göz önüne alındığında Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına yöneltilen suçlamaların ne derece yersiz, haksız, hukuksuz, asılsız ve mesnetsiz olduğu çok açık bir biçimde ortaya çıkacaktır.
Kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız.
0 notes
breakingnewsturkey · 5 years
Photo
Tumblr media
Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, cinsel istismar ve cinsel saldırı gibi 24 ayrı suçlama yöneltilen ‘Adnan Hoca’ lakaplı Adnan Oktar ile birlikte 171’i tutuklu 225 kişi, yarın Silivri’de ilk kez hâkim karşısına çıkacak. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı 3 bin 908 sayfalık iddianamede, mağdur ve müşteki 125 ismin en tepesinde ise 20 yıl önce Adnan Oktar’a ilk operasyonu yapan dönemin İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan yer alıyor. Davanın ilk bölümünün kasım ayına kadar sürmesi bekleniyor. Yarın hâkim karşısında SAÇAN 1 NUMARALI MÜŞTEKİ İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu’nun talimatıyla hareket eden polisler, #AdnanOktar ve müritlerine yönelik dev bir operasyon yaptı. Adnan Oktar 11 Temmuz 2018’de gözaltına alındı. Adnan Oktar’ın da arasında bulunduğu 171’i tutuklu 52’si adli kontrollü 226 şüpheli hakkındaki soruşturma tam bir yıl sürdü. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca Temmuz 2019’da hazırlanan 3 bin 908 sayfalık iddianame İstanbul 30’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edildi. Yargılamayı yapacak olan İstanbul 30’uncu Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, 25’i etkin pişmanlıktan yararlanmak isteyen 226 şüpheli hakkındaki yargılamanın 17 Eylül 2019’da Silivri’de yapılmasına karar verdi. 125 kişinin mağdur ve müşteki olarak yer aldığı iddianamenin bir numaralı müştekisi ise örgüte 20 yıl önce ilk operasyonu yapan dönemin İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan oldu. Saçan, iddianamede de yer verilen ifadesinde, 1999’da yapılan operasyonun ardından kendisi hakkında çok sayıda suç duyurusunda bulunulduğunu ve davalar açıldığını anlattı. Saçan, “Tarkan Yavaş içerisinde sicil ve özlük bilgilerimin bulunduğu bir dosyayı soruşturmayı yürüten FETÖ’cü savcılara teslim etti ve 1999 operasyonunu #Ergenekon Örgütü adına yaptığımı iddia ederek şikâyetçi oldu” dedi. #adnanoktar #dava #breaking #breakingnews Kaynak; Hürriyet https://www.instagram.com/p/B2dilollaw8/?igshid=uy6cwstw81ri
0 notes
barkoturktv · 5 years
Text
Erdoğan: Anaların direnişi Kandil'deki kan tüccarlarına diz çöktürecek
Tumblr media
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Malatya İnönü Üniversitesi’nde düzenlenen “Önder İmam Hatipliler Buluşması”nda konuştu. Konuşmasına tüm katılımcıları selamlayarak başlayan Erdoğan, "Buradan ülkemizin dört bir yanındaki imam hatipli kardeşlerime selam ve sevgilerimi gönderiyorum." ifadesini kullandı.  Erdoğan, İmam Hatipliler Kurultayı vesilesiyle bir kez daha imam hatip nesliyle ve imam hatipli dostlarla bir araya gelmenin bahtiyarlığı içinde olduğunu dile getirerek, 16'ncısı düzenlenen kurultayın başarılarla dolu olmasını temenni etti.  Kurultaya davet edenlere şükranlarını ileten Erdoğan, "Bu vesileyle imam hatip okullarının temelini atanlar başta olmak üzere 10 yıllardır bu okulların kuruluşunda, gelişmesinde, sayılarının artmasında emeği olan vakıf insanlarımıza ülkem ve milletim adına teşekkür ediyorum." dedi.  Cumhurbaşkanı Erdoğan, imam hatiplerde görev yapıp ahirete irtihal eden öğretmen ve yöneticiler ile fedakarlıkları ve destekleriyle bu müesseseleri yaşatan hayırseverleri rahmetle anarak, "Tek parti döneminde kapatılan bu okulları 1951 yılında tekrar açan şehit Başbakan Adnan Menderes'e, onun Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri'ye bir kez daha yüce Mevla'dan rahmet ve mağfiret niyaz ediyorum. Son nefesine kadar imam hatip okullarının kök salması için mücadele eden büyük dava, ilim ve hikmet erbabı Celaleddin Ökten hocamızı, Hacı Veyiszade Mustafa Efendi'yi, Ahmet Muhtar Büyükçınar'ı, Mahir İz'i, Ahmet Hamdi Akseki'yi ve diğer tüm alimlerimizi de tazimle yad ediyorum." diye konuştu.  "Gönül insanlarına mahsus yüce bir ruhla çalıştılar" Tüm imam hatip gönüllülerine şükranlarını sunan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Onlar öncüler, önderler olarak vesayetin ufkumuzu kapladığı o karanlık günlerde mücadeleleriyle yolumuzu aydınlattılar. Onlar bizim için gelecek nesiller için gerçekten zor zamanlarda sadece Hakk'a ve halka sığınarak çok büyük işler başardılar. Onlar merhum Nurettin Topçu'nun '40 yıllık öğretmenim hiçbir derse abdestsiz girmedim, gitmedim.' diyerek ifade ettiği bir hassasiyetle gönül insanlarına mahsus yüce bir ruhla çalıştılar. Onlar köy köy, ilçe ilçe gezerek, gerektiğinde sırtlarında tuğla taşıyarak imam hatipleri kurmak için çetin mücadele verdiler. Onlar her türlü engele, her türlü imkansızlığa rağmen manevi kalkınmanın öncüsü bir nesil idealinden asla vazgeçmediler. Onlar sadece okuyan değil, kendilerinden sonrakileri de okutan her biri vakıf çeşmesi misali kıraç gönülleri yeşerten idealist insanlardı. Rabbim tek tek hepsinden razı olsun, onları rahmetiyle, merhametiyle, şefaatiyle kuşatsın diyorum." Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendilerinin de imam hatipli olarak bu yapıyı hiçbir zaman öksüz bırakmamak ve boynu bükük koymamak için çalıştıklarını belirterek, şunları söyledi: "Büyüklerimizin, abilerimizin, Celal hoca gibi dava adamlarının emaneti olan bu okulları 3-5 kendini bilmezin insafına terk etmedik. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığımızdan Cumhurbaşkanlığımıza kadar üstlendiğimiz tüm görevlerde imam hatip neslinin yetişmesine özel önem verdik. Çünkü biz harcı 'Bismillah' denilerek karılan, her tuğlası yine 'Bismillah' denilerek konulan o güzel çatı altında önce vefayı öğrendik. Bu çatı bize dürüstlüğü, samimiyeti, hasbiliği, diğergamlığı, ülkesine, milletine, bayrağına yürekten bağlı olmayı öğretti. Biz bu okullarda mücadeleyi, sabrı, dirayeti, cesareti öğrendik. Biz imam hatiplerde ahlakı, dayanışmayı, sadece varlıkta değil, yoklukta bile ekmeğimizi muhtaçlarla paylaşmayı öğrendik. Biz bu okullarda kardeşliğin, muhabbetin, birbirini sadece Allah için sevmenin eşsiz lezzetini tattık. Biz o kutlu çatı altında Afrikalı, Filistinli, Türkistanlı mazlumların dertleriyle dertlenmeyi öğrendik. Hepsinden önemlisi bu okullarda hayat karşısında soylu bir duruş sahibi olmayı öğrendik. Bundan dolayı dört evladımın dördünü de imam hatip okullarına gönderdim, eğitim öğretimlerini de imam hatip okullarına emanet ettim, bundan da çok çok huzurluyum. Kendim de imam hatip lisesi mezunu olmayı hayatım boyunca büyük bir gurur vesilesi olarak hep yüreğimde taşıdım. Allah'ın izniyle son nefesimi verinceye kadar da imam hatipli olmanın onurunu bir şeref payesi olarak üzerimde taşımaya devam edeceğim."  İmam hatiplere ve gönüllü kuruluşlara yönelik tacizlerin arttığı son günlerde bu buluşmanın anlamlı olduğuna inandığına vurgu yapan Erdoğan, şunları kaydetti: "Son seçimlerde kimi şehirlerimizde ortaya çıkan seçim sonuçlarının belli çevrelerdeki imam hatip hazımsızlığını tekrar nüksettirdiğini görüyoruz. Özellikle İstanbul Büyükşehir gibi uzun yılların ardından el değiştiren bazı belediyelerde 28 Şubat dönemini hatırlatan uygulamalara imza atılıyor. Adeta bir öç alma duygusuyla, intikam hissiyle, asılsız ve çarpıtma bilgilerle gönüllü teşekküllerimiz hakkında iftira kampanyaları yürütülüyor. FETÖ vari taktikler kullanılarak üniversiteli kız çocuklarımıza güvenli yurt imkanı sunan vakıf ve derneklerimiz hedef haline getiriliyor. Basın yayın organlarında, özellikle sosyal medyada millete ve gençlere hizmetten başka hiçbir gayesi olmayan kuruluşlarımıza yönelik itibar suikastları düzenleniyor. Seçimlerden önce öğrencilere burs vermekten, ücretsiz yurt sağlamaktan bahsedenler koltuğa oturur oturmaz işe öğrenciye hizmet veren vakıf ve derneklere saldırmakla başladılar."  "O anaların yanındayız" HDP Diyarbakır İl Başkanlığı önündeki eylemle ilgili Erdoğan, "O anaların yanındayız, devlet olarak elimizden geleni yapıyoruz. Bu terör örgütü kaçacak biz kovalayacağız. Er veya geç bu işin de hesabını soracağız." dedi. Erdoğan, "Bu millet bir daha asla yeni 27 Mayıs'ların, 12 Eylül'lerin, 28 Şubat'ların yaşanmasına izin vermez." ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Ciğerpareleri dağa kaçırılan anaların direnişi, Kandil'deki kan tüccarlarına diz çöktürecektir." dedi. Read the full article
0 notes
jansetjankat · 6 years
Photo
Tumblr media
#adnanoktar diyor ki Bir tek ben yapıyorum. Mesela idamlar başlıyor hemen etiket yapan ben oluyorum. İslam'a, Kuran'a yönelik bir söz oluyor hemen bizim arkadaşlarımız dava açıyor. Sadece biz ilgileniyoruz bu işlerle. Darwinizm dünyanın en büyük belasıydı sadece biz ezdik elhamdülillah. Mesela komünizm en büyük belaydı sadece biz ezdik ilimle irfanla yani. FETÖ’nün Süfyan hareketi olduğunu ben söyledim ilk. Yani deccaliyet hareketi olduğunu. Avrupa'da PKK aleyhine milyonlarca kitap dağıtan ben oldum. PKK aleyhine benim dışında hiç kimse kitap basıp dağıtmadı İslam aleminde. Bir tek ben bak milyonlarca, yüz binlerce demiyorum; milyonlarca PKK'yı rezil rüsva eden kitap dağıttım Avrupa'da. İngiliz derin devletinin bütün rezillikleri ortaya koydum. İngiliz derin devleti daha hala ağlıyor. “Bizi rezil ettiler Türkiye'de” diye. O açıklamalarını onların hazırlasanıza İngiliz derin devletinin. İngiltere'nin resmi açıklamaları var. O elçiler falan hepsi açıkladılar. “Bazı şahıslar” diyor. Ne uzatıyorsunuz? “Adnan Hoca” de işte ya da “Adnan Bey” ne diyorsanız artık. Anlat anlat bitmez faaliyetlerimiz elhamdülillah. https://www.instagram.com/p/BoPmmjTgYbC/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=ywcjtts51yk2
0 notes
denizlihaberim · 6 years
Link
Gazeteci Fehmi Çalmuk’un “Das İst Erbakan-Anadolu’nun Sanayileşme Sevdası” serisinin yayınlanan ikinci cildinde Erbakan’ın kendisini makamına kilitlediği anlatılıyor.
DEMİREL ‘ATIN BU ADAMI’ DEDİ: Erbakan, Odalar Birliği Başkanlığı’na seçildi. Başbakan Süleyman Demirel dönemin Emniyet Genel Müdürü İbrahim Ural’a “Atın bu adamı kardeşim” diye seslenmişti. Atılacak birey Erbakan’dı. sonradan Demirel, “Ne pahasına olursa olsun çıkarın o adamı oradan” demişti. Vali operasyon için emir verdi. Erbakan’ın oturduğu makamın kapısı kırılacaktı. Odalar Birliği önünde ilk olarak Ulusal Türk Talebe Birliği (MTBB) ve MHP’li öğrenciler Erbakan için gece gündüz nöbet tutmaya devam etti. “Milliyetçi Türkiye, kahrolsun masonlar” biçiminde sloganlar atılıyordu. Odalar Birliği’nin üstteki katlarına birçok komando sızdı. Başkanlık odasının kapısı esas baba günüydü, komandosu var, gazetecisi var, sivili, memur, polisi var. Yani cümbür cemaat yerine almıştı.
ÇİLİNGİRE KAPIYI AÇTIRDILAR: Polisler kapıyı açmayı beceremediler. O zaman hırsızlık masasına emir verilip ellerinde iyi bir hırsız olup olmadığı soruldu. Sonunda çilingir Çapur Hüseyin’i getirdiler. Kapı açıldı, Erbakan içeri girenleri karşıladı ve “Müdür bey yaptığınız kanunsuz, bundan sorumlu olursunuz” dedi.
DEMİREL’İN BASKISI SONUCU BIRAKTI: Demirel’ın baskısı sonucu Erbakan, görevini bıraktı. Bu durum Erbakan’ın siyasete girmesini bundan böyle zorunlu ışık halkası getirdi. Odalar Birliği’nden ayrılarak Hak Partisi’ne kaydını yaptırmaya gitti. Veto edileceğini mahsus gitti oysa sonradan Erbakan “Eğer böylece yapmasaydım bunlar, Erbakan solun karşısında sağı böldü diyeceklerdi” diye anlatıyor.
VASİYETE UYMADI: Erbakan’ın kardeşi Selahattin Erbakan “Babamın öğüdünü hatırlıyorum. Küçükken bize elbette siyasete girmeyin diye tavsiye vermişti. Babamın öğüdünü kardeşim tutmadı ve ardına kadar siyasete girdi” biçiminde konuştu.
ENGELLEMELERE KARŞI ZORUNLU KALDI: Erbakan ve Demirel’in İstanbul Teknik Üniversite’den mektep arkadaşı Recai Kutan’ın acayip bir tespiti var. Süleyman Demirel’in Gümüş Motor aleyhine çalıştığını belirten Kutan, “Erbakan’ın Gümüş Motor’dan başlayan engellemelere karşısında bir yükümlülük olarak siyasete girecekti” diyor.
ABD’Lİ KOMUTANA KÖK SÖKTÜRDÜ: Erbakan 27 yaşında Türkiye’nin en genç doçenti olmuştu. DEUTZ AG kadar ‘Dr. Başmühendis’ olarak Erbakan, Almanya’ya misafir etme edildi. Erbakan, kullanılmış motorların boyanarak Türkiye’ye ihraç edilmesinden rahatsızdı. 1954’te 17,5 ay Kağıthane’de vatani görevini yaptı. Teçhizatın ABD’den gelmesi hoşuna gitmiyordu. Türk askerinin kendi teçhizatını yapması için derhal liste hazırladı. Amerikalı albay, listeyi hazırlayan kişi ile görüşmek istedi. Okul Komutanı Şeref Özel ve Erbakan, ABD’li albayın yanına giderler. öncelikle ABD’li albay söze başlar, “Meslek makinelerinin tamiratı sırasında imal edilmesi gereken dağıtılmış parçaların imalatı için tezgahlar istemişisiniz. Siz nasıl olurda bu tezgahları istek edersiniz” dedi. Erbakan “Amerika’daki aynı birliklerde bu tezgahlardan var. Bizde niçin olmasın” cevabını veriyor. ABD’li albay bu hitabe aleyhinde susmakla yetindi ve tezgâhları göndermekten diğer çaresi kalmamıştı. Almanya’da Leopar tankların motorunu Erbakan icat etti. Leopar tankları dünyada başlangıçta hem mazotlu ayrıca de benzinle çalışan motorlardı. Alman profesör arkadaşları Erbakan’a “ Sayın Erbakan siz 10 sene önce bu motoru bulsaydınız biz Almanya olarak 2. Dünya Savaşı’nda Ruslara kaybetmezdik” diyorlar.
OT SATMAKLA KALKINILMAZ: Gümüş Motor, kurulum zihniyetinin aksine yüzde 100 Türkiye’de üretmeyi savunmuş bir anlayışın ürünü. Gümüş Motor, 1 Temmuz 1956 günü 300 ortaklı olarak kuruldu. Adnan Menderes, Erbakan’a döviz ve kredi desteği verdi. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in odasına Genel Müdür Erbakan girdi ve çantasındaki dosyaları masanın üstüne bıraktı. Erbakan, dosyanın birini Gürsel’e gösterdi ve dikkatini çekti. Dosyanın kapağında “ulusal araba projesi” yazıyordu. Gürsel milli otomobil projesini beğenmişti ve “anında kolları sıvayın” talimatı verdi. Ticaret Sanayi Bakanı Şahap Kocatopçu, “Hem Gümüş Motor fabrikasında çalışan keza de Alet Mühendisleri Odası Başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Devlet Başkanı Cemal Gürsel’e geliyor. Türkiye’de otomotiv sanayii kurmak üzere projeler getiriyor. Film gösteriyor ve Gürsel’i ikna ediyor” diye anlatıyor. Gürsel, ‘Bu ahali ot satmakla kalkınamaz” sözlerine dikkat çekti. 1961 yılında Erbakan arabanın etüt çalışmasını tamamladı. Fakat Ulaştırma Bakanlığı, yerli otomobilin imali görevini Devlet Demir Yolları’na verdi. Bu da Erbakan ve Gümüş Motor’un devreden çıkarılması anlamına geliyordu.
LİDERLERİN ERBAKAN HOCASI: Kimisine tarafından “Hoca”, “Profesör” kimisine kadar de “Dava adamı”, “Savunan adam” ve “Mücahit” yakıştırmalarıyla tanımlanan merhum başbakanlardan Erbakan’ın vefatının üzerinden 7 sene geçti. Milli Manzara hareketini kurarak, Türk siyasetine yeni bir kavrama yerleştirerek, kendi ideolojisini bugün deha siyaset, ekonomi, kültür gibi kayda değer alanlarda yaşatabilen Erbakan, Cumhurbaşkanı Erdoğan, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile bugün siyasette ve bürokraside aktif tayin bölge öyle fazla ismin yol göstericisi, “Erbakan Hocası” oldu. 29 Ekim 1926’da Sinop’ta doğan Erbakan, 28 Şubat’ın yıldönümü arifesinde 27 Şubat 2011’de vefat etti. 1 Mart 2011’de vasiyeti üstüne devlet töreniyle değil, İstanbul Fatih Camii’ndeki cenaze töreninin arkasında milyonlar kadar uğurlandı. (Yeni Şafak)
Bu yazı ilk defa Erbakan kendisini makam odasına kilitledi sitesinde yayınlanmıştır.
#Denizlihaber
0 notes