Tumgik
#tbav camiası
Text
AÇIKLAMALAR
Tumblr media
Malum olduğu üzere, Sayın Adnan Oktar ve TBAV camiası mensubu arkadaşlarımıza yönelik 11 Temmuz 2018 tarihli polis operasyonuyla başlayan savcılık soruşturması ve akabinde açılan ceza davası, Dosyada, -TBAV camiasının mağdur olmasında menfaati bulunan bir kumpas çetesinin organize iftira senaryoları dışında- tutukluluğu gerektirecek somut bir delil olmamasına rağmen 176 kişinin tutuklanmasıyla başlamıştır.
Yaklaşık 2,5 yılı aşkın zamandır devam eden yargılama süresince, bazı medya kuruluşlarının daha polis operasyonunun ilk gününden itibaren masumiyet karinesini ayaklar altına alarak yürüttükleri iftira kampanyaları ve hukuka aykırı yayınları sonucu oluşan, kamuoyu infiali sebebiyle arkadaşlarımızın yargılanmaları da haksız ve hukuka aykırı şekilde, hep tutuklu olarak devam ettirilmiştir.
TBAV camiası mensubu arkadaşlarımızın tutuklu yargılanmalarının sağlanmasıyla planlarının birinci aşaması başarıya ulaşan kumpas çetesi, hiç hız kesmeden planlarının ikinci safhasına geçerek cezaevlerinin zorlu koşulları altında çeşitli sağlık sorunlarıyla boğuşan tutuklulara yönelik özel bir çalışma başlattılar.
Art niyetli bazı avukatlar ve iftira çetesi mensupları eliyle yürütülen bu özel çalışmada, tüm tutuklu TBAV mensupları bulundukları cezaevlerinde tek tek ziyaret edilmiş, “SÖZDE İTİRAFÇI, ETKİN PİŞMAN” olmaları (yani 30 yıldır tanıdıkları masum kişilere gerçek dışı bazı suçlayıcı iftiralar yöneltmeleri), aksi takdirde hapiste çürüyecekleri söylenerek aldatılmaya çalışılmış, sistematik olarak baskı ve tehditlere maruz bırakılmışlardır.
Bu somut gerçek, soruşturmanın ilk aşamalarından bu yana yaşadığımız ve yazımızda örnekleriyle anlatacağımız vahim olaylarla birlikte değerlendirildiğinde, tutuklu yargılanan TBAV camiası mensuplarının; “Etkin Pişmanlık” uygulaması adı altında, daha önce örneğine rastlanmamış yeni bir “uzatılmış işkence” yönteminin mağduru haline nasıl getirildiklerini de açıkça gösterecektir.
0 notes
2 YILDAN BU YANA CAMİAMIZA KARŞI YAPILAN HAK VE HUKUK İHLALLERİ, ZULÜM VE EZİYETLER GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Tumblr media
Kamuoyunun malumu olduğu üzere, Sayın Adnan Oktar ve çok sayıda arkadaşı 11 Temmuz 2018 tarihinde düzenlenen sansasyonel bir polis operasyonu ile tutuklandı.
2 senedir cezaevinde bulunan Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının masumiyet karinesi bu süre zarfında yok sayıldı, basın yayın organları tarafından yargısız infaza maruz bırakıldı ve yüzlerce kişi, aileleri, yakınları ve sevenleriyle birlikte büyük mağduriyetler yaşadı. Sayın Adnan Oktar ve 80 kadar arkadaşı halen İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden yargılama sürecinde tutuklu olarak Silivri Ceza İnfaz Kurumu’nda tutulmaktadır. Adli kontrol şartları uygulanarak salınan 100 kişinin ise özgürlükleri ev hapsi uygulamasıyla kısıtlanmaya halen devam etmektedir.
Operasyonun ilk gününden itibaren Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları, kendilerine yöneltilen tüm suçlamaların geçersiz olduğunu delilleriyle ortaya koymuş, tüm ithamların çok derin ve kapsamlı bir kumpasın sonucu olduğunu ispatlamışlardır. Operasyon ve sonrasındaki soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde yaşanan zulüm derecesinde hak ve hukuk ihlallerini gündeme taşımışlar, ilgili kurumları başka kimselerin benzer mağduriyetleri yaşamalarına engel olmak amacıyla bilgilendirmişler, ancak Devletimize duydukları derin saygı ve itaat sebebiyle kimseden şikayetçi olmamışlardır.
Emniyet ve Yargı Kurumlarındaki Son Atamalar Bazı Gerçeklerin Ortaya Çıkmaya Başladığının Bir Göstergesidir
Son günlerde, sözünü ettiğimiz bu ihlallerin önemli ölçüde müsebbibi konumundaki bazı emniyet ve yargı mensuplarının, ardı ardına görevlerinden alınarak farklı illere tayin edilmeleri ise, yapılan bu hak ve hukuk ihlallerinin, zulüm ve eziyetlerin nihayet fark edildiği kanaatini uyandırmaktadır. Aynı zamanda, hükümetimizin ve devlet büyüklerimizin de bu hukuksuzluklarla ilgili yeni bilgi sahibi olduğunun da açık bir göstergesidir.
Camiamıza yönelik operasyonun altında imzası olanların başında, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü MUSTAFA ÇALIŞKAN, İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü FURKAN SEZER ve ekibi ile İstanbul Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu savcılarından CANER BABALOĞLU gelmektedir. Gelinen aşamada, BU KRİTİK İSİMLERİN TAMAMI GEÇTİĞİMİZ GÜNLERDE PEŞ PEŞE YAPILAN ATAMALARDA GÖREVLERİNDEN ALINMIŞ VE BÖYLELİKLE AYNI ZAMANDA, SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARI HAKKINDAKİ DOSYALARDAN DA EL ÇEKTİRİLMİŞLERDİR.
Tumblr media
İstanbul Eski İl Emniyet Müdürü MUSTAFA ÇALIŞKAN
Bu kişilerin görev başında olduğu dönem boyunca, çalıştıkları birimlerdeki bazı memurlar tarafından ilk günden bu yana çok ciddi hak ve hukuk ihlalleri yapılmış ve bu kanunsuz uygulamalarla ilgili olarak da düzenli bir biçimde Devletimizin ilgili birimleri bilgilendirilmiştir.
Örneğin;
ADI GEÇEN YETKİLİLERİN İLGİLİ RESMİ KURUMLARIN BAŞINDA OLDUĞU DÖNEMDE, ÜZERİNDE GİZLİLİK KARARI BULUNAN SORUŞTURMA DOSYASINDAKİ GİZLİ KALMASI GEREKEN BİLGİLER MEDYAYA DÜZENLİ SERVİS EDİLMİŞ, BAZI HUSUMETLİ MÜŞTEKİLER VE ONLARIN İŞBİRLİKÇİLERİ İLE PAYLAŞILMIŞ, BU KİŞİLERLE GAYRİ HUKUKİ İŞ BİRLİĞİ YAPILMIŞ, GERÇEK DIŞI, DELİLSİZ VE MESNETSİZ SUÇ İSNATLARI GÜYA GERÇEK GİBİ GÖSTERİLMİŞ, YÜZLERCE KİŞİ, ONLARIN AİLELERİ VE YAKINLARI HAKSIZ YERE MAĞDUR EDİLMİŞTİR.
İstanbul Eski İl Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, henüz operasyon sabahında, teamüllerde hiç olmayan bir şekilde, bir bilgi notu yayınlatmış ve basını ve Türk halkını güya “konu hakkında bilgilendirmiştir.” Bu, bir bilgilendirme değil itham ve karalama notu olarak tarihteki önemli hukuksuzluklar arasındaki yerini almıştır. Söz konusu notta “Adnan Oktar Suç Örgütü” şeklinde kullanılan tanımlamayla henüz soruşturması devam eden, mahkemesi bile görülmemiş bir olay için, ceza alıp almayacağı belli olmayan yüzlerce kişi hiçbir hukuki dayanağı olmadan ağır töhmet altında bırakılmış, kamuoyu nezdinde baştan suçlu ilan edilmiş, kara propaganda yapan bazı basın kuruluşlarının önü açılmıştır.
Bu görülmemiş hakkaniyetsiz ve hukuksuz yöntemle, hukukun en temel değerlerinden ‘’masumiyet karinesi’’ açıkça ihlal edilmiştir. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan kişilerin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmektedir. Hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz. Dolayısıyla, masumiyet karinesi, en başta kamu görevlilerinin bir insanın suçluluğuna ilişkin zamansız açıklamaları bakımından önemli şartlar getirmektedir.
Tumblr media
Mustafa Çalışkan
Mustafa Çalışkan, bahsi geçen bu notuyla yetinmemiş, 2018 yılının Aralık ayında katıldığı bir panelde yaptığı konuşmada Adnan Oktar ve arkadaşlarını, bulunduğu resmi makamın görev, yetki ve sorumluluklarını aşan bir üslupla, kendince “suç örgütü” olarak tanımlamıştır. Sayın Çalışkan’ın ne derece yanlış bilgilendirildiğinin en önemli delili bizzat bu konuşmasıdır. Mustafa Çalışkan konuşmasında, halen Adnan Oktar’ın yanında güya kendi rızaları dışında tutulmuş olan binlerce çocuk olduğunu ve bu çocuklarına ulaşamayan da binlerce aile olduğunu söylemektedir. Bu, huzurdaki davanın iddianamesinde bile yer almayan son derece gerçek dışı bir iddiadır.
İl Emniyet Müdürü seviyesindeki bir devlet görevlisi olan Sayın Mustafa Çalışkan'ın bu derece akıl almaz gerçek dışı iddiaları, delilsiz, belgesiz, uydurma hikayeleri bu kadar rahatça sarf edebilmesini, resmi makamının gerektirdiği ciddiyet, sorumluluk ve görev ahlakıyla, polis meslek ilkeleriyle bağdaştırmak mümkün değildir.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin “suç kovuşturmalarıyla ilgili bilgilerin medyaya sunulmasına ilişkin ilkeleri” başlıklı tavsiye kararında, Emniyet yetkililerinin yapacağı basın açıklamalarının “Masumiyet Karinesi”ne ve “Bilginin Doğruluğu” ilkesine uygun olması gerektiği belirtilmiştir.
"Binlerce Acılı Aile" İddiasının Hiçbir Gerçekliği ve Dayanağı Yoktur
Öte yandan, Çalışkan’ın gerçekleştirdiği operasyondan dolayı sözde “binlerce ailenin” kendisine duacı olduğuna dair açıklaması hiçbir dayanağı olmayan, hayali bir iddiadan ibarettir.
Çocuklarından ayrı kaldıklarını iddia eden ve söz konusu komploya bizzat iştirak eden bir kısım husumetli müştekilerin baskı, kontrol ve yönlendirmesiyle hareket eden EN FAZLA 6-7 AİLE BULUNMAKTADIR. Bu ailelerin, çocuklarıyla aralarındaki bazı anlaşmazlıklar ise tamamen aile içi özel ve kişisel sebeplerden kaynaklanmaktadır. Camiamızla konunun bu açıdan hiçbir ilgisi yoktur.
Bu arada, bu ailelerin sözde kendilerinden koparıldığını iddia ettikleri ÇOCUKLARIN 8-10 YAŞLARINDA DEĞİL ORTALAMA 40'LI VE 50'Lİ YAŞLARDA olduklarını da burada belirtmekte fayda vardır. Sonuçta, bu traji-komik saçma iddia da, doğal olarak konuların tüm detaylarına hakim olması mümkün olmayan kamuoyunda infial uyandırmayı, hassas sinir uçlarını tahrik etmeyi amaçlayan bir algı malzemesinden başka bir şey değildir.
DAHASI, SÖZÜNÜ ETTİĞİMİZ BU 6-7 AİLENİN ÇOCUKLARI DA DAHİL OLMAK ÜZERE 11 TEMMUZ OPERASYONUNDA GÖZALTINA ALINAN 200'E YAKIN ARKADAŞIMIZIN HEMEN HEPSİ, "AİLELERİNE TESLİM EDİLMEK" ŞÖYLE DURSUN TUTUKLANARAK CEZAEVLERİNE KONMUŞTUR. HAYATLARINDA HİÇBİR SUÇA KARIŞMAMIŞ BU ARKADAŞLARIMIZIN 90 TANESİ 1.5 YIL EN KÖTÜ CEZAEVİ KOŞULLARINDA TUTUKLU KALMIŞ, DİĞER 77'Sİ DE HALEN TUTUKLU OLARAK 25 AYDIR CEZAEVİNDEDİR.
Polis operasyonunun ilk anlarından itibaren, gerek Mustafa Çalışkan'ın yayınlanan “bilgi” notu gerek görevli polis memurlarının Sayın Adnan Oktar’ın başını şiddetle yere doğru bastırarak götürmeleri ve bu zulmü tekrar tekrar ve özellikle de kameralar karşısında uygulamaları, gerek gözaltındakilerin görüntülerinin basına sürekli servis edilmesi ve gerekse Mustafa Çalışkan’ın paneldeki konuşmaları, tüm bunların kamuoyunu tahrik etmeye yönelik özel ve planlı bir “algı” operasyonunun parçaları olduğu izlenimini vermektedir.
İstanbul Emniyet eski Müdürü Mustafa Çalışkan’ın Masumiyet Karinesi’ni ve polis meslek ilkelerini ihlal eden bu yaklaşımları, paneldeki konuşmasından sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün 2018 yılı faaliyet raporuna da yansımıştır.
Mustafa Çalışkan Döneminde Yayınlanan Emniyet Faaliyet Raporu'ndaki Hukuksuzluklar
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün her yıl yayınladığı ve kamuoyuyla paylaştığı faaliyet raporunun 2018 yılı nüshasında, Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik gerçekleştirilen polis operasyonuna geniş yer verilmiş, raporun yayınlandığı tarih itibariyle Savcılık soruşturması aşamasında olan ve hakkında gizlilik kararı bulunan dosyayla ilgili birçok mesnetsiz iddia, yorum ve fotoğraf paylaşılmıştır. Camiamız aleyhinde kirli bir algı operasyonu yürüten bir kısım medya kuruluşlarının basın meslek ilkelerini ve soruşturma gizliliğini ihlal eden iftira içerikli sayfalarını olduğu gibi sayfalarına taşıyan bu rapor, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının Anayasal haklarını, “Bilginin Doğruluğu” ve “Masumiyet Karinesi” ilkelerini bir kez daha ağır bir şekilde ihlal etmiştir. Dolayısıyla Mustafa Çalışkan’ın kendince en gurur duyduğu operasyon olarak nitelediği bu operasyon aslında bir başarı değil, hukukun yerle bir edildiği bir hezimet operasyonu olmuştur.
Bu ve benzeri sayısız haksız ve hukuksuz uygulama ve faaliyetin ardından, 16 Haziran 2020’de yapılan tayinler neticesinde MUSTAFA ÇALIŞKAN İÇİŞLERİ BAKANLIĞI TARAFINDAN SAHA GÖREVİNDEN ALINMIŞ, ANKARA’YA MASA BAŞI GÖREVİNE ÇEKİLEREK Emniyet Genel Müdür Yardımcısı yapılmıştır. Çalışkan’ın ekibinin büyük kısmı da Türkiye’nin farklı bölgelerine dağıtılmıştır.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü kadrosunda yapılan değişiklikler bununla sınırlı kalmamış, SÖZ KONUSU POLİS OPERASYONUNA MAHAL VEREN SORUŞTURMAYI YÜRÜTEN İSTANBUL MALİ SUÇLARLA MÜCADELE ŞUBE MÜDÜRÜ FURKAN SEZER DE GÖREVİNDEN ALINARAK KİLİS’E ATANMIŞTIR.
Tumblr media
Eski İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü FURKAN SEZER
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik düzenlenen polis operasyonu ve bunu takip eden gözaltı, tutukluluk, soruşturma ve kovuşturma süreçleri tarihe geçecek çok büyük zulüm ve haksızlıklarla, görülmemiş hukuksuzluklarla, insanlık dışı uygulamalarla, ağır cezaevi eziyetleriyle ve kişilik hakları ihlalleriyle doludur. Operasyonun ardından savcılık makamınca iddianame yazılması da 1 yıl sürmüş, bu zaman zarfında tüm şüpheliler haklarındaki suç isnatlarını bile bilmeden cezaevlerinde tutulmuştur. Ortaya çıkarılan iddianameyi inceleyen Türkiye’nin önde gelen hukukçuları da dair yüzlerce insan büyük bir şaşkınlık yaşamıştır. Büyük kısmı tekrarlardan ve husumetli müştekilerin soyut hayali anlatımlarından oluşan iddianamede çok fazla miktarda maddi hata ve şahsi yorum içeren bölüm bulunmakta olup somut hiçbir suç delili sunulamamıştır, çünkü yoktur.
İddianame Savısı Caner Babaloğlu'nun Taraflı ve Hukuksuz Uygulamaları
İddianameyi kaleme alan iki savcıdan birisi olan CANER BABALOĞLU İSE 17 HAZİRAN 2020’DE HSK 1. DAİRESİ 2020 ADLİ VE İDARİ YARGI YAZ KARARNAMESİ KAPSAMINDA İSTANBUL CUMHURİYET SAVCILIĞI GÖREVİNDEN ALINARAK DİYARBAKIR BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ ÜYELİĞİ göreviyle DİYARBAKIR’A GÖNDERİLMİŞTİR.
Savcı Caner Babaloğlu da soruşturmaya atandığı ilk günden itibaren yargılananlara hasmane ve taraflı bir tutum içerisinde olduğunu gizlemek ihtiyacı dahi hissetmemiştir. Caner Babaloğlu, verdiği her kararla, yazdığı her müzekkereyle dosyanın müştekilerini ve etkin pişmanlık yasasından yararlanmak zorunda bırakılan sözde itirafçıları kayırdığı izlenimini vermiştir.
Dosya kapsamında böyle bir iddia ve ima dahi olmadığı ve kendisi bizzat iddianameyi hazırlayan savcı olarak bunu gayet iyi bildiği halde Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını sözde bir "terör örgütü" gibi lanse etmeye çalışmış, HER MÜZEKKERESİNDE ISRARLI VE KASITLI OLARAK ve HUKUKUN DIŞINA ÇIKARAK BU İFADEYİ KULLANMIŞTIR. Ayrıca, dosya kapsamında verdiği hukuka aykırı tahliye ve tefrik kararları ile de müşteki ve sözde itirafçıları alenen kayırarak hukukun en temel kurallarını dahi çiğnemiştir.
Sonuç olarak;
Yakın zamanda yapılan söz konusu kritik atamalar çok önemli bir gerçeği gözler önüne sermiştir. DEVLET YETKİLİLERİMİZ, SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARI HAKKINDA YÜRÜTÜLEN SORUŞTURMA VE HALEN DEVAM EDEN KOVUŞTURMA SÜREÇLERİNDE HAKKA, HUKUKA VE VİCDANLARA AYKIRI TUTUM VE DAVRANIŞLARI YAKINDAN TAKİP ETMEKTE, YETERLİ VE GEREKLİ BİLGİ VE KANITLARA ULAŞTIKÇA DA GEREKENİ YAPMAKTA HİÇBİR TEREDDÜT GÖSTERMEMEKTEDİR. Bu hukuk ihlalleri hakkında tarafımızca yapılan düzenli bilgilendirmeler ve talepler en sonunda yerini bulmuş, sorumlular hakkında işlemler yapılmış ve mevcut görevlerinden alınmışlardır.
Elbette ki yargı süreci devam etmektedir ve yapılan haksızlıkların oluşturduğu mağduriyetlerin etkisi de henüz sonlanmış değildir. Ancak, bizzat devletin en üst kademelerince yapılan bu kritik atamalar polis operasyonunun ilk günlerinden bu yana malum husumetli çevrelerce sürekli ve art niyetli olarak dillendirilen, "bu operasyonun güya devletin ve hükümetin üst kademelerinin emri ile yapıldığı" yönündeki yalanlara, asılsız ve mesnetsiz iddialara verilmiş en güzel cevap olmuştur.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla duyurulur.
0 notes
kediciklervedekolte · 4 years
Text
KONU DEKOLTE DEĞİL, SEVGİMİZE VE DOSTLUĞUMUZA DUYULAN ÖFKE
Tumblr media
11 Temmuz 2018 tarihinde arkadaş camiamıza düzenlenen polis operasyonun ve sonrasında 170 arkadaşımızın tutuklanmasının, içlerinde hanımların da bulunduğu 78 arkadaşımızın halen tutuklu yargılanıyor olmasının ardındaki önemli sebeplerinden birinin bazı arkadaşlarımızın dekolte giyinmesi, televizyon yayınlarında dans etmesi, bikini ile fotoğraf çektirmesi olduğu söyleniyor.
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki arkadaş camiamız, toplumun her kesiminden ve çok farklı sosyal çevrelerden gelen insanların inanç ve ülkü birlikteliği, sevgi ve dostluk bağı altında biraraya geldiği bir camiadır. İçimizde dekolte giyinen hanımlar olduğu gibi çarşaf veya başörtüsü kullanan hanımlar da bulunmaktadır. Dans etmeyi, eğlenmeyi, cemiyet hayatı içinde olmayı seven arkadaşlarımız olduğu gibi daha mutaassıp ve sade yaşayan arkadaşlarımız da vardır. Orta yaş ve üzerinde arkadaşlarımız olduğu gibi 20’li yaşlarda olanlar da, zevkleri kültürleri birbirinden çok farklı olanlar da bulunmaktadır.
Bizler hiçbir arkadaşımızın yaşam tarzına, inancına ve hayatına karışmayız. Kimseyi tek tip olmak için zorlamayız. Bizler insanlara Allah’ın varlığının ve birliğinin delillerini anlatır, onları Kuran’a ve Peygamberimiz (sav)’in hayatına davet eder ama bu davete nasıl ve ne kadar icabet ettiğine karışmayız. Zira Allah Kuran’da “dinde zorlama olmadığını” (Bakara Suresi, 256) bildirmiş ve Peygamberimiz (sav)’e dahi “Sen sadece bir uyarıcısın” (Fatır Suresi, 23) demiştir. Kuran’a göre Müslümanlar tebliğ yapmakla yani insanlara Allah’ın varlığını anlatmakla ve onları iyiliğe davet etmekle sorumludur ama onlara nasıl yaşayacaklarını dayatmakla sorumlu değildirler.
Dolayısıyla, bizlerin arkadaşlarımızın nasıl giyindiği, nasıl yaşadığı, nelerden zevk aldığı, neleri yapıp neleri yapmadığı konusunda bir dayatma yapmamız ya da onları istemedikleri bir şeye zorlamamız asla söz konusu değildir. Her insan kendi vicdanıyla anladığı ve kavradığı kadarıyla dini yaşar.
Arkadaş içinde hakim olan bu anlayış aslında Türkiye’de toplum ortalaması ve genelinin de bir yansımasıdır. Farklı kültür ve inançların bir arada asırlardır kardeşçe yaşadığı ülkemizde, muhafazakar ve modern kesim de içiçe yaşamaktadır. Dahası her yıl kıyı bölgelerde yüz binlerce kadın bikini ile denize girmekte, plajlarda kadınlı erkekli yan yana bir nevi iç çamaşırı olan mayolarla yatıp uzanmakta, akşamları eğlence mekanlarında oldukça dekolte kıyafetlerle dans edip eğlenmekte, en ücra bir Anadolu kasabasındaki, köyündeki düğünde dahi kadınlar erkekler kolkola girip birbirine adeta yapışıp halay çekmektedir. Hemen her haftasonu gidilen pikniklerde davullar zurnalar çalınmakta, neredeyse tüm mahalle birlikte dans edip eğlenmektedir. Bu ülkede hangi gazeteyi açsak, hangi haber sitesinin internet sayfasına girsek ya “sayfa güzeli”, ya “cesur pozlar” ya “en moda bikini tavsiyesi” ya “şok frikik”le ilgili onlarca fotoğrafla karşılamak olağan bir durumdur. Magazin haberleri saatlerce, evlilik dışı ilişkileri, yeni aşkları, maceraları,kaçamakları adeta överek anlatmakta, gençlere model olarak sunmaktadır.
Ülkemizin televizyon kanallarında her gün 7/24 yayınlanan ve milyonlarca insan tarafından takip edilen yerli-yabancı dizilerde mini etekli, şortlu, bikinili, taytlı, vücut hatlarını tümüyle ortaya koyan, hatta kimi zaman neredeyse transparan giyimli hanımlar, duştan yeni çıkmış erkekler, havuz kenarında parti yapan gençler günlük sıradan görüntüler arasında yer almaktadır. Yine birçok film ve dizide, eşini aldatan kadınlar, metresiyle yaşayan iş adamları, gayri meşru çocuğu olan insanlar hayatın doğal bir parçası olarak anlatılmakta, tüm bu anormallikler insanlara gayet normal, meşru, sıradan olaylarmış gibi telkin edilmektedir. Bu ülkenin televizyon yayınlarında, yarışma programlarında homoseksüel sanatçı ve sunucular, makyajlı erkekler dahi olağan karşılanmakta hatta en çok izlenen programlar arasında yer almaktadır.
Neredeyse tüm dergiler, büyük gazetelerin bazı köşeleri flörte davet yazıları, evlilik öncesi cinsel ilişki tavsiyeleri, kadınlara "erkekleri avlamak için" nasıl daha çekici olabileceklerininönerileriyle doludur. En çarpıcı ve şuh fotoğraf nasıl çektirilir, ne tür pozlarla sosyal medyada ilgi çekilir ve daha çok takipçi kazanılır yazıları en çok okunanlar arasında yer almaktadır.
Bu ülkede en üst düzey siyasetçiler ve devlet adamları dahi katıldıkları davetlerde hanım sanatçılarla birlikte şarkı söylemekte, konserlerde en ön sıralarda tempo tutarak şarkılara eşlik etmektedir. Kadın voleybol takımıyla sahaya çıkıp voleybol oynayan eski Başbakanımız Sayın Binali Yıldırım gibi bir çok siyasetçimiz hayatın içinde hemen her alanda hayat dolu ve modern bir yapı sergilemektedir. Sayın Cumhurbaşkanımız da modern ve aydın bir insan olarak Külliye’de verdiği yemek davetlerinde dekolte giyinen hanımları ağırlamakta, farklı yaşam tarzları ve tercihleri olan sanatçılarla sofrasını paylaşmaktadır.
Daha da vahimi bu ülkede yaklaşık 200 bin hayat kadını, devletin denetiminde olan evlerde çalıştırılmakta günde yaklaşık 3 milyon erkek bu kadınlarla ilişkiye girmekte ve buradan elde edilen gelirle memurların ve bürokratların maaşları ödenmektedir. Yine bu ülkede Milli Piyango gibi kurumlar aracılığıyla devlet eliyle kumar oynatılmakta, şarap fabrikaları litrelerce şarap üretmektedir.
Bizler ise bu ülkede ve toplumumuzda alışılagelmiş tüm bu hususların helal ve meşru olanlarından bir rahatsızlık duymayan, haram olanlarına karşı ise inancımız gereği doğruyu hatırlatma sorumluluğumuzu yerine getiren insanlarız.
Her şeyin alabildiğince özgür bir şekilde yaşandığı ülkemizde bazı arkadaşlarımızın dekoltesinin ve eğlencesinin neden bu kadar büyük bir öfke ve nefrete sebep olduğu ise üzerinde durulması gereken bir konudur. Öyle ki bu nefret, sırf dekolte giydiler ya da dekolte giyilmesine karışmadılar diye arkadaşlarımızın 870 yılla yargılanmalarına sebep olmaktadır.
Eğer bu insanlar bizim camiamız içinde yer almasalar, Sayın Adnan Oktar'ın arkadaşları olmasalar ama yine o dekolte kıyafetleri giyseler, yine o dansları yapsalar, yine o bikiniler ile poz verseler hatta tüm bunların onlarca kat fazlasını misliyle yapsalar kimse onlara karışmayacak, bu durumdan rahatsız olmayacaktı.
Televizyonlarda gazetelerde gördükleri, doğal karşıladıkları, yukarıda sadece birkaç örneğini sıraladığımız şeylerde olduğu gibi bu arkadaşlarımızı da normal karşılayacaklardı. Plajda binlerce erkeğin arasında bikini giyip dans etmeyi normal karşılayan insanların A9 TV yayınında bir hanımın dekolte giyinip dans etmesini anormal karşılamasının tek sebebi ise bunun bizim arkadaş camiamız içinde yani bizim sevgi ve dostluğumuz içerisinde gerçekleşiyor olmasıdır.İzlediği dizideki evlilik dışı ilişkiyi “ne güzel aşk” diye değerlendiren, A9 TV yayınında ise bazı hanımların Sayın Adnan Oktar’a olan samimi sevgilerini yadırgayanlar aslında bu güçlü sevginin Sayın Adnan Oktar’a yöneltilmesine tahammül edememektedirler.
Yani konu, tıpkı Hz. Yusuf kıssasında olduğu gibi baştan sona sadece kıskançlık, haset ve bu hasetten oluşan çılgınca bir öfkedir. Bugün dekolte sebebiyle 870 yılla yargılanan arkadaşlarımız bizim camiamızdan ayrıldıklarını söyleseler ve aynı dekolte yaşamlarına devam etseler kimse bu dekolteye tepki göstermeyecektir. “Kendi seçimi” deyip geçecektir.
Bugün A9 TV yayınlarındaki dansı, eğlenceyi gece gündüz eleştirenler yarın aynı arkadaşlarımız aynı dansı ve daha fazlasını bizim camiamız dışındaki bir ortamda mesela Bodrum’da bir gece klübünde yapsa alkışlarla izleyecektir.
Açıktır ki burada asıl rahatsızlık konusu dekolte değildir. Bizden istenen de aslında dekolte olup olmamak değil, birlikte olmamamız, yani arkadaşlarımızla dostluğumuza devam etmememiz, Sayın Adnan Oktar'la görüşmememizdir. Bize söylenen “birbirinizi sevmekten vazgeçin”dir. Bizden beklenen ahlakına ve vicdanına duyduğumuz güven sebebiyle canımız gibi sevdiğimiz Adnan Oktar Bey’in çevresinden dağılıp gitmektir. Ancak, bu son derece mantıksız aynı zamanda akla ve vicdana aykırı bir taleptir.
Anlamsız bir öfke ve nefret ile bizlerin sevgisinin son bulmasını bekleyenler, dağılıp gitmemizi isteyenler çok önemli bir gerçeği ise göz ardı etmektedir. Sevgiyi yaratan Allah’tır. Allah bir insanı sevdirdiğinde tüm dünya biraraya gelse o sevgiye engel olamaz. Müslümanların dağılıp gitmesi için harcanan çaba tarihte ilk defa görülen bir şey değildir. Nesiller boyunca tüm mümin toplulukları “insanların kendilerine karşı toplanmış olmasıyla” korkutulmaya çalışılmış ve dağılmaları için maddi ve manevi baskıya uğramışlardır:
Onlar ki: "Allah'ın Resûlü yanında bulunanlara hiçbir infak (harcama)da bulunmayın, SONUNDA DAĞILIP GİTSİNLER," derler. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Ancak münafıklar kavramıyorlar. (Münafıkun Suresi, 7)
Onlar, kendilerine insanlar: "SİZE KARŞI İNSANLAR TOPLA(N)DILAR, ARTIK ONLARDAN KORKUN" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 173)
Tüm bunlar karşısında ise tarihteki tüm müminler gibi bizlerin de sözü aynıdır:
De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)
TÜRKİYE’NİN DÖRT BİR YANINDA, TELEVİZYON VE GAZETELERİN HEPSİNDE, İNTERNETİN HER YERİNDE, HAYATIN İÇİNDE DEKOLTE, MÜZİK, DANS VE EĞLENCE OLDUĞUNU GÖSTEREN ÖRNEKLERDEN BAZILARI
0 notes
adnanoktaraiftira · 4 years
Text
SÖZDE ETKİN PİŞMAN OLMAK ZORUNDA BIRAKILAN ARKADAŞIMIZ ALİ ŞEREF GİDER’İN DURUŞMA İFADESİNDE YER ALAN İDDİALARLA İLGİLİ HABERLERE YÖNELİK CEVAPLARIMIZ
Tumblr media
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, Sayın Adnan Oktar ve birçok camia mensubumuzun yargılandığı davanın 25.06.2020 tarihli duruşmasında, arkadaşımız Ali Şeref Gider ifade vermiştir. Tutuklu bulunduğu cezaevinde kumpasçıların yoğun baskı ve tehditleri sonucunda (sözde) etkin pişman olmak zorunda bırakılan Ali Şeref Gider, özel kurgulanarak kendisine dayatılan camiamız aleyhindeki asılsız, mesnetsiz ve gerçek dışı ifadelerin altını imzalamaya, mahkemede de bu iftiraları tekrarlamaya mecbur kalmıştır.
Aynı yöntemle daha önce de sözde etkin pişman olmaya zorlanan arkadaşlarımızın gerçeklere tümüyle aykırı duruşma beyanları gibi, Ali Şeref Gider'in dayatılmış ifadesinden bazı bölümler de medyadaki karalama maksatlı birçok habere konu olmuştur.
Söz konusu haberlere yönelik cevaplarımıza geçmeden önce bazı somut gerçeklere değinmemiz yerinde olacaktır.
Ali Şeref Gider uzun yıllar boyunca vakıf camiamız içinde yer almış ve camiamız bünyesinde birçok sosyal, bilimsel ve kültürel faaliyete katılmış bir arkadaşımızdır. 11.07.2018 tarihli ilk polis operasyonunda gözaltına alınmamıştır. Camiamıza İngiliz derin devletinin öncülüğünde bir komplo kurulduğunu, ortada işlenmiş hiçbir suç olmadığını, kendisinin de hayatında hiçbir suça karışmadığını kendisi de gayet iyi bilmektedir. Bu nedenle de tutuklandığı tarihe kadar camiamızla olan ilişkisini sürdürmekte bir beis ve sakınca görmemiştir. Öyle ki, 2019 yılının Aralık ayında tahliye edilip ev hapsine alınan bazı arkadaşlarımıza geçmiş olsuna ziyaretlerine gitmiş, hatta sosyal medyada bu ziyaretleriyle ilgili resimler dahi paylaşılmıştır.
Ancak, Ali Şeref Gider geçtiğimiz Mart ayında yapılan bir polis operasyonuyla apar topar gözaltına alınmıştır. Emniyetteki ifadesinde, gerek kendisine gerekse camiamıza yönelik tüm suçlamaları reddetmiştir. Emniyette yalnızca gerçekleri söylediği ve arkadaşlarına iftira atmadığı için tutuklanan Ali Şeref Gider, Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na sevk edilmesinin ardından, daha önceden birçok arkadaşımızın maruz kaldığı şekilde bazı kumpasçı avukatları tarafından yürütülen baskı ve tehditlerin aynısıyla karşılaşmıştır. Bunların, güya "uzun yıllar boyunca cezaevinden çıkamayacağı, devletin camiamızın üzerini çizdiği, kurtulmanın tek çaresinin (pişmanlık duyacağı herhangi bir hatası olmadığı halde) "etkin pişmanlık hükümleri"nden yararlanmak olduğu" şeklindeki baskı ve tehditlerine boyun eğmek zorunda kalmıştır. Bunun neticesinde de, içeriğini kumpasçıların belirlediği iftiraları, asılsız ifadeleri anlatmayı kabul etmiştir. Cezaevinden kurtulmak için ne kendisinin ne de camiamızın asla işlememiş olduğu uydurma hayali suçları, iftiraları güya gerçekmiş gibi anlatmıştır. İşte, 25.06.2020 tarihli bazı haberlere konu olan da kendisine baskı ve tehditle dikte edilmiş bu gerçek dışı ifadelerdir.
Kumpasçıların hazırladığı bu iftira ve yalanlar, Ali Şeref Gider'e olduğu gibi daha önceden de bazı arkadaşlarımıza ve camiamızla bağlantısı bulunmuş olan bazı masum genç kızlara zorla söylettirilmiştir. Böylelikle, somut ve gerçek hiçbir suç delili ya da suç unsuru içermeyen dava dosyamız suni ve hukuksuz olarak bu uydurma suçlamalarla doldurulmaya çalışılmıştır.
Tüm bu aleni haksızlık, hukuksuzluk, iftira ve karalamalarla, esas hedeflenen, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın çok yüksek cezalar alarak ömürlerinin kalan kısmını cezaevinde geçirmelerini sağlamak ve bu sayede dünya çapında Allah’ın varlığını, birliğini, İslam Birliği’ni, devletin bölünmez bütünlüğünü anlattığımız, savunduğumuz kültürel faaliyetlerimizi, İngiliz derin devleti ve bunun yönettiği bölücü şer güçlerin oyunlarını her seferinde bozmasını engelleyebilmektir. Bu suretle de Sayın Cumhurbaşkanımız ve hükümetimize en büyük, en akılcı ve etkili ilmi, fikri ve manevi desteği kesebilmektir.
ANCAK, TÜRK ADALETİNİN VE YÜCE TÜRK MAHKEMELERİNİN BU KAHPE OYUNU BOZACAĞINA OLAN İNANCIMIZ TAMDIR.
Ali Şeref Gider’in 25.06.2020 tarihli bazı haberlere yansıyan mahkeme ifadesindeki asılsız suçlamalar hakkındaki gerçekler ise şöyledir:
Ali Şeref Gider’in İfadesinde Dile Getirdiği ve Dosyada Cinsel Sömürü Düzeni Olarak Tarif Edilen “Turnike” İsimli Sistem Tümüyle Hayali Bir İthamdır
Camiamıza karşı kurulan komploda en çok başvurulan ve planlı bir karalama ve itibarsızlaştırma malzemesi olarak medyada sık sık gündeme getirilen asılsız ve hayali suçlamaların başında cinsel saldırı/istismar suçlamaları gelmektedir. Dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi son yıllarda ülkemizde de artışa geçen ve toplumumuzda büyük infiale yol açan cinsel saldırı ve istismar suçları, kamuoyunun camiamıza karşı tahrik edilmesi ve öfkelendirilmesi amacıyla özel olarak bir algı unsuru olarak seçilmiş ve kulanılmıştır. Tümüyle asılsız ve mesnetsiz iftiralar, yalan beyanlar altında toplanarak, hakkımızda ortaya atılan diğer uydurma ve hayali senaryolara katılmıştır.
Sayın Adnan Oktar'ı ve arkadaşlarımızı güya cinsel suçlar işleyen insanlarmış gibi gösterebilmek için camiamızla geçmişte ilişkisi olmuş ya da operasyon sabahına kadar camiamızın mensubu olarak yaşamış insanlar hedef seçilmiştir. Bu kişiler, gerek operasyon öncesinde gerekse sonrasında bazı husumetli müştekiler tarafından tehditlere maruz kalırken, bunlara bağlı bazı avukatlar aracılığıyla da korkutulmuşlardır.
ÇEŞİTLİ DÖNEMLERDE CAMİAMIZLA, ARKADAŞLARIMIZLA TANIŞIKLIĞI OLMUŞ BAZI MASUM VE MAZLUM GENÇ KIZLAR, HUSUMETLİ MÜŞTEKİLER VE ONLARA BAĞLI BİR KISIM AVUKATLAR VASITASIYLA YOĞUN VE ŞİDDETLİ BASKILARA UĞRAYARAK DEHŞETE DÜŞÜRÜLMÜŞLERDİR. GÜYA CİNSEL SALDIRIYA VEYA İSTİSMARA UĞRADIKLARI YÖNÜNDE SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARIMIZ ALEYHİNDE İFADE VERMEZLERSE, MEDYA VE SOSYAL MEDYADA HER ÇEŞİT İFTİRAYLA KARALANACAKLARI, HAYATLARININ SONA ERECEĞİ, GELECEKLERİNİN KARARACAĞI, DOSYAYA ŞÜPHELİ SIFATIYLA KATILARAK HAPSE ATILACAKLARI YA DA TUTUKLUYSALAR ÖLENE KADAR CEZAEVİNDEN ÇIKAMAYACAKLARI, GÜN YÜZÜ GÖREMEYECEKLERİ GİBİ ASILSIZ TEHDİT VE YALANLARLA İRADELERİ VE DİRENÇLERİ KIRILMIŞTIR.
İşte bu zor, baskı ve tehditler karşısında yapayalnız kalan, dehşete kapılan genç kızların birçoğu kendilerini, ailelerini, hayatlarını, geleceklerini, işlerini, varlıklarını, özgürlüklerini kurtarabilme korkusu içinde Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hakkında hayali ve uydurma senaryolara dayalı gerçek dışı cinsel ithamlarda bulunmaya mecbur bırakılmışlardır.
İşte bahsini ettiğimiz asılsız cinsel suçlamalar, arkadaşlarımızın yargılandığı dosyada "turnike" ismi verilen hayali bir cinsel istismar sistemiyle adlandırılmıştır. Hayali turnike sisteminde birçok genç kızın sözde örgütün erkek mensupları tarafından güya cinsel saldırı ve istismarlara maruz kaldığı ileri sürülmüştür. Komplocuların asıl hedefi Sayın Adnan Oktar olduğu için de, her iftira konusunda olduğu gibi, bu hayali sistemi kuran, talimatlarını veren ve yönlendirenin de güya Sayın Adnan Oktar olduğu yalanı ortaya atılmıştır.
Arkadaşımız Ali Şeref Gider de dayatılmış ifadesinde, kumpasçılar tarafından aleyhimizde olumsuz kamuoyu algısı oluşturma amacıyla üretilmiş "turnike adı verilen uydurma, hayal ürünü bir sözde cinsel sömürü sistemini kabul etmek zorunda bırakılmıştır. Daha önceden, sözde etkin pişman olmak zorunda kalan arkadaşlarımızda olduğu gibi, ona da güya “turnike” adı verilen sisteme dair özel kurgulanmış gerçek dışı senaryolar anlattırılarak halkımızın infial oluşturmak amaçlanmıştır.
Gerçekte ise;
Dosyadaki sözde “turnike sistemi” mağdurlarının Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu tarafından yapılanbedensel ve ruhsal muayelerinde hiçbir cinsel saldırıya maruz kalmadıkları kesin bir biçimde ortaya konmuştur. Bu kişilerin aklen ve ruhen karşılaşacakları olayların fiili sonuçlarını idrak etmeye de gayet muktedir oldukları anlaşılmıştır. YALNIZCA BU ADLİ TIP RAPORLARI BİLE, DOSYADAKİ SÖZDE CİNSEL SALDIRI İDDİALARININ TAMAMEN İFTİRA OLDUĞUNU KANITLAMAYA YETERLİDİR.
Hiçbir sözde cinsel saldırı veya "turnike" mağduru, iddia ettiği hayali olaylar sonrasında EMNİYET, SAVCILIK GİBİ RESMİ MAKAMLARA BAŞVURUP ŞİKAYETÇİ OLMAMIŞTIR. Çünkü, şikayetçi olunacak hiçbir olay yaşanmamıştır.
Hiçbir sözde "turnike" mağduru, ifadesinde anlattığı hayali saldırıların ardından hastaneye başvurmamış ve iddiasını somut ve net bir biçimde doğrulayacak herhangi bir SAĞLIK RAPORU ALMAMIŞTIR. Çünkü hiçbir cinsel saldırıya uğramamıştır.
Hiçbir sözde "turnike" mağduru, iddiasını doğrulayacak hiçbir somut kanıta veya belgeye sahip değildir. Örneğin, DNA kalıntısı içeren herhangi bir giyim eşyası gibi...
Sözde” turnike sistemi” mağdur olduklarını iddia eden bayanların uğradığı sözde cinsel saldırı olaylarının hiçbir tanığı yoktur. Nitekim, yerleşik Yargıtay içtihatları ve emsal mahkeme kararları uyarınca, MAĞDURUN SAĞLIK RAPORUNUN, TANIĞININ VEYA HERHANGİ BİR SOMUT DELİLİLİN OLMAYIŞI, İDDİALARININ GERÇEK OLMADIĞINA dair çok önemli bir karine teşkil etmektedir.
Dosyadaki cinsel saldırı olaylarından birçoğunun güya yıllar önce yaşandığı iddia edilmektedir. Bu durumla ilgili yerleşik Yargıtay içtihatlarında ve emsal mahkeme kararlarında ise, "MAĞDURUN YILLAR SONRA ŞİKAYETTE BULUNMASI, İDDİALARINDA SAMİMİ OLMADIĞINI GÖSTERMEKTEDİR." tespiti yer almaktadır.
TBAV camiasına yapılan operasyon gününe kadar iki yıl boyunca Savcılık ve Emniyet tarafından aralıksız teknik takip yapılmıştır. Ancak, BU SÜREÇ BOYUNCA HİÇBİR SUÇ UNSURUNA RASTLANMADIĞI GİBİ, HİÇBİR CİNSEL SALDIRI VAKASINA YA DA MAĞDURUNA DA RASTLANMAMIŞTIR. Zira, bu teknik takip sırasında en küçük bir tecavüz şüphesine dahi rastlanmış olsa polisimizin derhal suçüstü müdahale edip sözde tecavüz mağdurunu kurtarması gerekirdi. Oysa, böyle bir durum hiçbir zaman yaşanmamıştır.
Dosyada güya cinsel saldırı mağduru olduklarını iddia eden kadınların hiçbiri, bu sözde saldırılar nedeniyle emniyete, savcılığa başvurmadığı, doktora, hastaneye bile gitmediği gibi, GÜYA DEFALARCA YAŞADIKLARI BÖYLESİNE KORKUNÇ BİR OLAYI NE AİLELERİNE NE ARKADAŞLARINA NE DE EN YAKINLARINA DAHİ ANLATMAMIŞ, ONLARDAN HİÇBİR YARDIM İSTEMEMİŞTİR. Bu da hayatın doğal akışına son derece aykırı, mantıksız ve anlaşılamaz bir durumdur.
Dosyadaki sözde mağdurların tamamı ifadelerinde, kendilerine güya cinsel saldırıda bulunduklarını iddia ettikleri kişileri çok sevdiklerini, onlarla aylarca, yıllarca görüştüklerini, hatta bu görüşmeler için kendilerinin ısrarcı olduklarını, ONLARLA EVLENMEYİ İSTEDİKLERİNİ, bir kısmı da aileleriyle tanıştırdıklarını dile getirmektedir. Oysa, bu ifadeleri sözde cinsel saldırı iddialarıyla çok büyük çelişki halindedir.
Sözde mağdur olduklarını iddia eden bayanların büyük bölümü yıllarca vakfımız bünyesindeki birçok kültürel etkinliğe gönüllü olarak katılmışlardır. Bu etkinliklerde ve diğer çok çeşitli sosyal ortamlarda her fırsatta arkadaşlarımızla çok yakın ve samimi olduklarını vurgulayan yüzlerce fotoğraf çektirip bunları sosyal medyadan yıllarca paylaşmışlardır. Camiamızda bulundukları dönemde çektirdikleri bu fotoğraflarda son derece neşeli, sevinçli, güler yüzlü ve sevgi dolu görünümlere, yüz ifadelerine sahiplerdir; her hallerinden, çok eğlendikleri ve mutlu oldukları apaçık ortadadır. Herkesin gözleri önündeki bu açık gerçeğe rağmen, SÖZ KONUSU BAYANLARIN YILLAR BOYU BÖYLE YAKIN VE SAMİMİ ARKADAŞLIK İLİŞKİSİ SÜRDÜRDÜKLERİ KİŞİLERDEN BİR ANDA TOPLU HALDE CİNSEL SALDIRI İDDİALARIYLA ŞİKAYETÇİ OLMALARI SON DERECE ANORMALDİR. GERÇEKTE BAMBAŞKA KİMSELER TARAFINDAN TEHDİT VE BASKI ALTINA ALINDIKLARININ, ZORLA BÖYLE DAVRANMAYA MECBUR BIRAKILDIKLARININ BARİZ BİR KANITIDIR.
Cinsel saldırı gibi çok büyük bir fiziksel ve duygusal travmayı, hem de defalarca yaşadığını iddia eden bir kadının normalde, kendisine defalarca cinsel saldırıda bulunduklarını iddia ettiği kişilerle, değil bir daha yanyana gelmek, onların yüzünü dahi görmek istememesi gerekir. Dahası, İDDİA ETTİĞİ GİBİ BİR MAĞDURİYETİ GERÇEKTEN YAŞAMIŞ OLSA, arkadaşlarımızla birlikte yukarıda sözünü ettiğimiz ortamlara ve etkinliklere güle oynaya katılması, onlarla birlikte fotoğraf karelerine rahat, neşeli, güler yüzlü, mutlu-mesut pozlar vermesi ve bunları kendi sosyal medya hesaplarında paylaşması ASLA MÜMKÜN DEĞİLDİR.
Her gün gazetelerden, televizyon ekranlarından cinsel saldırıya uğrayan zavallı genç kız ya da kadınların nasıl perişan bir hale geldiklerini, hayatlarının nasıl mahvolduğunu, çoğunun ruhi bunalıma girdiğini, yaşamdan koptuğunu, hatta bazılarının intihara bile teşebbüs ettiklerini yakinen görmekteyiz. Oysa, dosyadaki sözde mağdur bayanların tamamı sözde eylemlere maruz kaldıklarını iddia ettikleri tarihlerde bu son derece aktif bir sosyal yaşam sürdürmektedir. Kimisi iş, okul hayatlarına devam ederken kimisi spor, dans, tiyatro, gezi, alışveriş, vb. aktivitelerinden hiçbir zaman geri kalmamaktadır. Sokaktaki rastgele herhangi bir bayandan çok daha mutlu, neşeli, dolu dolu, aktif bir yaşam sürmektedir. TARİHİN HİÇBİR DÖNEMİNDE, DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE BU TÜR SÖZDE TECAVÜZ MAĞDURLARI NE GÖRÜLMÜŞ NE DE DUYULMUŞTUR.
İşte, tüm bunlar ve benzeri, bariz çelişki ve mantıksızlıklar, dava dosyasındaki sözde "TURNİKE", cinsel saldırı gibi iddiaların hiçbir hukuki ve kanuni değeri ve dayanağı olmadığı gibi, akla, mantığa, vicdana ve hayatın doğal akışına da tümüyle aykırı olduğunun çok önemli kanıt ve göstergeleridir.
NORMAL ŞARTLARDA KANITLANMASI, DOĞRULANMASI SON DERECE KOLAY OLAN CİNSEL SALDIRI GİBİ BİR İDDİADA, BURAYA KADAR AÇIKÇA GÖRDÜĞÜMÜZ ÜZERE, TEK BİR SOMUT DELİL, BELGE VE İSPAT DAHİ SUNULAMIYORSA, BU DURUM İDDİALARIN TÜMÜYLE GEÇERSİZ VE GERÇEK DIŞI OLDUĞUNUN, TÜMÜYLE İFTİRADAN İBARET OLDUĞUNUN APAÇIK BİR GÖSTERGESİDİR.
Dava dosyasında bahsi geçen yüzlerce sözde cinsel saldırı olayının, değil tamamı ya da bir bölümü, tek bir tanesi bile buraya kadar saydığımız somut, maddi, teknik, akli ve vicdani delillere sahip değildir. Dolayısıyla Ali Şeref Gider’in ifadesinde geçen “turnike şampiyonası”, “turnike sistemiyle kızların kibirlerinin ve putlarının yok edilmesi”, “turnike için kız tavlama eğitimi”, “turnike sistemiyle cezalandırma”,  gibi saçmalıkların da gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur. Bunlar, tamamıyla kamuoyunun camiamıza karşı öfke duyması için komplocular tarafından uydurulmuş yalanlardan ibarettir.
0 notes
buyukiftira · 4 years
Text
FETÖ’YE YARDIM İDDİASI BÜYÜK BİR İFTİRADIR
Sayın Adnan Oktar ve arkadaş camiamızın “sözde FETÖ ile iltisak ve irtibat halinde olduğu ve FETÖ’ye yardım sağladığı” iddiası, baştan sona mesnetsiz, somut gerçeklerle taban tabana zıt, karalama ve infial oluşturma amaçlı bir iftiradan ibarettir. Şöyle ki:
Sayın Adnan Oktar, FETÖ’ye hiçbir şartta ve hiçbir zaman asla yardım etmemiş, tam aksine FETÖ’nün Devletimize karşı organize ettiği tüm hain kalkışma, darbe ve fitnelere karşı en mükemmel ve net cevapları veren kişi olmuştur.
Tumblr media
Diğer yandan da Sayın Adnan Oktar, FETÖ’cülerin çıkarttığı tüm fitnelerde, onların karşısında dururken, aynı zamanda da en güçlü şekilde Devletin ve hükümetin yanında yer almıştır.
Sayın Adnan Oktar gibi, on yıllardır her fitne ve kargaşada tarafını, kesintisiz olarak Devletten ve milli liderden yana kesin bir şekilde belli eden ve ilk andan son ana kadar bu duruşunda kararlı bir tavır ortaya koyan ikinci bir kişi daha yoktur.
Buna rağmen FETÖ karşıtı en güçlü, en etkili tavrı gösteren kişiyi, sözde FETÖ’ye yardım etme iddiasıyla suçlamak, camiamıza atılan iftiraların gerçek dışılığını ve vahametini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Nitekim, Adalet Bakanımız Sayın Abdulhamit Gül de 4 Ocak 2020 tarihinde, CNN Türk'te yayınlanan Hafta Sonu programında, "BİRİLERİNİ FETÖ'CÜ DİYE MAHKUM EDERSENİZ, FETÖ İLE MÜCADELEYİ SULANDIRMIŞ OLURSUNUZ” diyerek bu önemli hataya dikkat çekmiştir.
Sn. Adnan Oktar 2000’li yıllardan bu yana FETÖ’yü en sert dille eleştiren kişilerden biridir. Ve bu nedenle deemniyet ve yargı teşkilatlarımıza sızmış FETÖ’cüler tarafından kendisine ve camiamıza yönelik pek çok kez kumpas kurulmuştur.
Sn. Adnan Oktar, FETÖ’ye karşı olduğunu TV’deki canlı yayınlarında, köşe yazılarında ve sosyal medya platformlarında uzun yıllardır çok açık bir dille ifade etmektedir. Ayrıca Sn. Adnan Oktar’ın bu fikirleri, sadece Türkiye genelinde değil, aynı zamanda da dünya çapında en önde gelen gazete, dergi ve internet sitelerinde de çok çeşitli dillerde yayınlanmıştır.
FETÖ’cülerin, kendileri hakkında bir kere bile ters konuşanı, aleyhlerinde tek bir fikir beyan edeni dahi düşman olarak ilan ettikleri herkesin malumudur. Dolayısıyla yıllarca geceli gündüzlü en ses getiren mecralarda kendilerini eleştiren ve hain darbe girişimine karşı da sabaha kadar aleyhlerine konuşan bir kişiye nasıl düşmanca bir tavır alacakları da tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıktır.
Nitekim, bugüne kadar kripto FETÖ’cüler her fırsatta Sn. Adnan Oktar ve arkadaş camiamıza yönelik kumpas faaliyetlerini en etkin şekilde sürdürmüşler, sık sık asılsız şikayetlerle, haksız göz altılarla, açtıkları kumpas davalarıyla, TV ve basın yoluyla yaptıkları haberlerle bu husumetlerini ortaya koymuşlardır.
Tüm bu gerçeklere rağmen, halihazırda süregelen davamızda, camiamız yine yalan ve iftira içerikli beyanlarla, ‘sözde FETÖ ile ilişkili gibi’ tanıtılmaya çalışılmaktadır.
Cumhurbaşkanımız’ın, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ’cülerin yeni bir hain kumpas ve katliam girişiminde bulunması ihtimaline karşı halkımızı silahlanmaya çağırması üzerine, herkes gibi camiamızdan bazı kimseler de Cumhurbaşkanımızın çağrısına uyarak, ruhsatlı silah almışlardır. Ancak bu sefer de akıl ve mantık dışı bir yaklaşımla, bundan dolayı camiamıza, “Neden silah aldınız? Silah aldığınıza göre silahlı suç örgütüsünüz” denilerek çok mesnetsiz, baştan sona haksız, hukuksuz bir iftira kampanyası ve aleyhte bir algı operasyonu yapılmıştır.
Cumhurbaşkanımızın çağrısına uyarak ‘FETÖ’cülerin hain girişimlerine karşı silah almamızdan dolayı, camiamıza ‘FETÖ’ye yardım ve destek’ suçlaması yapılması ise, elbette ki çok büyük bir çelişkidir ve akıl dışı bir iddiadır.
Ayrıca yine bu amaçla, 11 Temmuz 2018 tarihinde yapılan operasyonda, camiamızdaki bazı kişilerin usulüne uygun olarak alınmış ruhsatlı silahları, sanki ruhsatsız ve vukuatlıymış gibi kamuoyunda sergilenerek, bu yolla toplumda aleyhte olumsuz bir algı ve infial oluşturulmaya çalışılmıştır. Gerçekte birbirinden çok farklı yerlerde bulunan, 116 ayrı adresten alınan az sayıdaki silah sanki tek bir yerden çıkmış gibi gösterilmiş ve bir algı oluşturulmuştur. TBAV Camiası bu süreçte, sözde “silahlı bir suç örgütü olma” iftirasıyla karşı karşıya kalmıştır.
Oysa ki soruşturma sürecinde bu ruhsatlı silahların kriminal ve balistik incelemeleri de yapılmış ve bunların tek bir vukuatları dahi olmadığı açıkça ispatlanmıştır.
Yıllardır FETÖ’yü Devletimizin, milletimizin başına bela olarak saran, tanklarla, tüfeklerle halkımızın kapısına dayandıran, camiamız aleyhinde de kumpaslar kurduran zihniyet, bugün de bu mesnetsiz iftira ile FETÖ’yü, Sn. Adnan Oktar’ın ve TBAV camiasının başına bela etmek istemektedir. Geçmişte yaşananlara bakıldığında da bu durum çok net olarak görülecektir.
FETÖ’nün, 1971 Muhtırası sonrasında yıl yıl bütün devlet birimlerine sızarak güçlendiği ve o tarihten itibaren geniş çaplı desteklendiği çok net anlaşılmıştır. 70’li, 80’li, 90’lı yıllarda iyice gücünü arttıran FETÖ yapılanması, 2000’lerin başından itibaren de, Sayın Adnan Oktar’a yönelik çok sayıda soruşturma ve dava açmıştır.
TBAV Camiası aleyhinde, özellikle de ‘sahte delil üreterek’ davalar açılması için çalışan çok sayıda FETÖ’cü bulunmaktadır.
Nitekim, FETÖ yapılanması bugüne kadar sinsi kumpas yöntemlerini kullanarak en çok Sn. Adnan Oktar’a ve camiamıza komplo kurmuştur.
Halihazırda yürütülen soruşturmada da yine kripto FETÖ’cülerin çok aktif olduğu aşikardır.
İşkence suçundan dolayı polislikten atılan Adil Serdar Saçan tarafından yapılan 1999 Operasyonu’nun da FETÖ tarafından organize edildiği herkesçe dile getirilmektedir.
İstanbul Mali Şube eski Müdürü FETÖ’cü Yakup Saygılı, İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube eski Müdürü FETÖ’cü Mutlu Ekizoğlu, eski savcı FETÖ’cü Fikret Seçen, İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi eski Müdürü FETÖ’cü Nazmi Ardıç, Organize Şube eski Müdür Yardımcısı FETÖ’cü Ahmet Davulcu, Organize Suçlar Şubesi eski amirlerinden Mustafa Kılıçaslan gibi onlarca FETÖ’cü, Sn. Adnan Oktar ve TBAV camiası aleyhinde komplolar hazırlamışlardır. Dahası, sahte suç ihbarları yaptırarak, hukuk dışı soruşturmalara imza atmışlar ve hatta camiamız hakkındaki lehte olan delilleri de imha etmişlerdir.
Bu konudaki önemli bir husus ise, Adnan Oktar ve arkadaşlarına zaman içerisinde takipsizlik ve beraat veren hakimlerin de, tek bir FETÖ soruşturmasına dahi girmemiş, ülkemizin şerefli hakimlerinden olmalarıdır.
Diğer yandan da, şu ana kadar Devletimiz tarafından tespit edilmiş en az 3 milyon FETÖ’cü olduğu herkesçe bilinmektedir. Sadece 1-2 tane FETÖ’cünün camiamızla çok az görüşmüş olması, aleyhimizde bir algı oluşturmak için çarpıtılarak kullanılmaya çalışılmaktadır. Oysa ki öncelikle bu görüşmeler -17/25 Aralık dönemi öncesinde- gerçekleşmiştir. Dahası bu kişilerle sadece uyarı amaçlı olarak ve -yalnızca 1-2 dakika- görüşülmüştür.
Ve bu da hukuken hiçbir açıdan bir suç değildir. Buna rağmen bunun sanki suçmuş gibi konuşulması ve camiamızın sözde FETÖ ile ilişkiliymiş gibi yansıtılmaya çalışılması ise, tamamen beyhude bir çabadır. Zira milletimiz, somut delilleriyle gözler önünde olan apaçık gerçeklerin çok iyi farkındadır.
Ayrıca o dönemlerde FETÖ’cülerin karanlık, kriminal ve tehlikeli yönleri Devletimizce ve milletimizce de bilinmiyordu. Bu nedenle de herkes FETÖ'cülerle görüşüyordu. Tüm devlet yetkilileri, hükümetler, Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, Bakanlar, milletvekilleri zaten bu kişilere en güçlü şekilde destek veriyorlardı.
Ve FETÖ’cülerin hain ve karanlık yönlerinin henüz bilinmediği bu dönemlerde de FETÖ’cüler hükümetle dosttular. Ama bizim camiamıza yine düşmandılar. Her devirde bizlere karşı cephe almış durumdaydılar.Çünkü o zamanlarda da onları Sn Adnan Oktar’dan başka eleştiren, FETÖ aleyhinde bu kadar çok konuşan başka kişi yoktu.
Sn. Adnan Oktar o dönemlerde de FETÖ’cülerin anormal yönlerine karşı en etkili fikri mücadeleyi vermiş kişidir. Camiamız hiçbir dönemde FETÖ’ye asla yardım etmemiş, her zaman karşılarında durmuştur.
Devletin ve hükümetin en üstten en alta tüm birimlerinin övgülerle bahsettikleri, teşvik edip destek verdikleri ve açıkça yardım ettikleri Türkçe Olimpiyatları Organizasyonu, Abant Toplantısı ve Dinler Arası Diyalog Etkinliği gibi toplantıların hiçbirine Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarından hiç kimse katılmamıştır. Ve asla FETÖ’cülerin yanında yer almamışlardır.
Ayrıca 15 Temmuz hain darbe girişimi gecesi Cumhurbaşkanımıza sözde çok yakın olduğunu iddia eden birçok kişi, bilindiği gibi hiç ortada yoktu. Bu kimseler önce duruma bakmışlar, neler olup bittiğini sessizce değerlendirip beklemişler ve hain darbe girişiminden günler sonra ortaya çıkmışlardır.
Sn. Adnan Oktar ise, 15 Temmuz’da FETÖ’nün hain darbe kalkışmasında tankların köprüyü kapadığı haberi televizyonlarda yayınlanır yayınlanmaz A9 TV stüdyosuna giderek hemen televizyondan canlı yayın yapmaya başlamıştır.
Ve 15 Temmuz hain darbe girişimi gecesi, saat tam 23:51’de Sn. Adnan Oktar “Meşru hükümet demokratik hükümettir” diyerek, darbeye ilk karşı çıkışını yaparak hükümete desteğini ortaya koymuştur. Ve 23:51’den itibaren darbeye karşı durmuş ve müdahale etmeye başlamıştır.
Sn. Adnan Oktar, darbe girişimi gecesi, internetten açıklanan ve ayrıca TRT’den okunan sahte darbe bildirisinin geçersiz olduğunu, daha ilk yayınlandığı anda, A9 TV’deki canlı yayınında söyleyerek milletimizi bilinçlendirmiş ve halkımızın Hükümetimizin yanında tavır almasını sağlamıştır. Ve darbe girişimi gecesi, olayların daha en başından, “bu girişimin başarısız olacağını, halkımızın rahat olmasını” söyleyerek bu hain darbe planının etkisiz hale gelmesinde çok büyük bir rol oynamıştır.
A9 TV stüdyosu Çengelköy’de Kuleli Askeri Lisesi’nin çok yakınındadır. Bilindiği gibi hain darbe olaylarının en şiddetli geçtiği birkaç noktadan birisi Çengelköy ve Beylerbeyi Köprü ayağıdır. Her ikisi de A9 TV stüdyosuna çok yakın olmasına rağmen Sn Adnan Oktar her şeyi göze alıp stüdyoya giderek, dakika dakika çok mühim açıklamalarda bulunmuştur. Bu açıklamalar sayesinde halkımız moral bulmuş, darbeciler ise demoralize olmuştur.
Devletimizden yana tavır koyup destek olmak yerine ortadan kaybolan, hiçbir açıklama yapmaksızın günlerce, haftalarca sessiz kalıp, perde arkasında saklanan bazı kimseler ise, Sn Adnan Oktar’ın o gece ortaya koyduğu Devletimize, milletimize sahip çıkan, cesur, akılcı ve etkili tavrı hayranlıkla karşılayıp takdir edecekleri yerde, böyle mesnetsiz iftiralarla ortaya çıkmakta ve camiamızı ‘FETÖ’ye yardım etmek’ gibi, hayali bir iftirayla karalamaya çalışmaktadırlar.
Sn Adnan Oktar ve camiamız FETÖ’cülerin hiçbir faaliyetlerine, hiçbir dönemde destek vermediği ve yardım etmediği gibi, 17-25 Aralık’taki FETÖ yargı darbesi girişiminin başladığı günden itibaren de yine Cumhurbaşkanımıza ve Hükümetimize en etkili şekilde, kesintisiz olarak destek vermiştir.
17- 25 Aralık döneminde ayrıca kimi basında da Cumhurbaşkanımız ve Hükümet karşıtı çok büyük bir kara propaganda yapılmış, bu kara propagandaya en etkili cevabı da yine Sn Adnan Oktar ve arkadaşları vermiştir. Sn Adnan Oktar, 17 Aralık’ı 18 Aralık’a bağlayan geceden itibaren 30 Mart 2014’e kadar kesintisiz ve sonrasında da A9 TV’de katıldığı canlı yayınlarla Sn Erdoğan’a ve hükümete sahip çıkarak, güçlü bir şekilde savunmuştur.
Oysa çok açıktır ki, FETÖ’ye yardım etmek isteyen bir kişi, 17-25 Aralık gibi Hükümeti devirmeye ve FETÖ’nün Devleti ele geçirmesini sağlamaya yönelik hain bir kalkışmayı, -yani kendine göre böyle büyük bir fırsatı- kaçırmaz ve tüm bu süreç boyunca var gücüyle FETÖ’ye destek olurdu.
Bununla birlikte, eğer 17-25 Aralık darbe kalkışması başarılı olsaydı, Sn Erdoğan’la beraber ilk tutuklanacak kişilerden biri de şüphesiz Sn Adnan Oktar olurdu. Nitekim FETÖ’cüler de bunu defaatle dile getirmiştir.
Gezi Kalkışması ve 15 Temmuz’daki hain darbe girişiminde olduğu gibi, Sn Cumhurbaşkanımızın yakın siyasi çevresi de dahil olmak üzere, gazeteciler, aydınlar ve yazarların büyük bir kısmı 17-25 Aralık olayları sırasında, aylarca renklerini belli etmeden, sessizce bir köşeden bu fitneyi seyretmişlerdir. FETÖ benzerleri, FETÖ’ye yakın olanlar ve kripto FETÖ’cüler ise her zamanki gibi sinsice Ak Parti karşıtlığı yapmışlardır. Oysa Sn. Adnan Oktar, her fitne girişiminde ne yaptıysa aynısını yapmış, canı pahasına Devletimizi ve Hükümetimizi savunmuştur.
SONUÇ
Tüm bu somut gerçekler açıkça göstermektedir ki, Sn Adnan Oktar ve TBAV camiası hakkında ortaya atılan tüm suçlamalar gibi, ‘Adnan Oktar camiası FETÖ’ye yardım etti’ iddiası da büyük bir yalandır.
Dava dosyasında yer alan suçlamaların tamamının bomboş olması ve hepsinin de yüzlerce somut delillerle çürütülmüş olması sebebiyle, adeta taştan yağ çıkarmaya çalışırcasına, bu tarzda hiçbir hukuki dayanağı olmayan, karalama amaçlı konular gündeme getirilmektedir.
Gerçekler tüm delilleriyle apaçık ortada olduğu halde, yalan iftira ve karalama kampanyalarıyla camiamıza hayali suçlar isnat edilmeye çalışılmaktadır.
Bu suçlamaların hiçbir gerçekliği olmadığını kamuoyunun bilgilerine sunarız.
0 notes
medyayacagri · 4 years
Text
BİR KISIM MEDYA KURULUŞLARINA ÇAĞRI !!!
Tumblr media
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik operasyonun gerçekleştiği 11 Temmuz 2018 tarihinden bu yana camiamız aleyhindeki asılsız ve gerçek dışı yüzlerce iddiayı, olmadık iftiraları akıl almaz biçimde, NEFES ALMADAN kamuoyuna servis etmenizi endişeyle izliyoruz.
Üstelik, sistematik bir biçimde yayınladığınız hayali kurgu, senaryo ve iftiraları içeren gerçek dışı haberlerinizi, yalnızca husumetli bir grubun beyanlarını kaynak alarak hazırlıyor, tek bir iddianıza dahi SOMUT MADDİ DELİLLER SUNAMIYORSUNUZ. Bunun yanında, BİZİM MASUMİYETİMİZİ, BİZLERE ATILAN SUÇLAMA VE İFTİRALARIN GERÇEK DIŞI OLDUĞUNU İSPATLAYAN BİNLERCE KARŞI–DELİLİ ADETA YOK SAYIYORSUNUZ.
Dahası, böyle bir kaygınızın bile olmadığı açıkça görülüyor.
Sayın Adnan Oktar ve TBAV camiası ile ilgili yayınladığınız her gerçek dışı haberin yanlışlığını, asılsızlığını belge ve delilleriyle sunduğumuz halde aynı haberleri yaklaşık 14 aydır mükerrer bir şekilde yayınlamaktan vazgeçmemeniz akıllarda önemli soru işaretleri ve endişeler oluşturuyor.
CAMİAMIZ ALEYHİNDE 1 SENEDİR ISRARLA YAYINLAMAYI SÜRDÜRDÜĞÜNÜZ UYDURMA İDDİALARIN GERÇEK DIŞI VE ASILSIZ OLDUKLARI, BUNLARIN İDDİANAMEDE BİLE YER ALMAMASIYLA BİR KEZ DAHA İSPATLANDI
Asılsız ve mesnetsiz olduğunu defalarca ispatladığımız halde, akla hayale gelmedik iftiralarla, hakaretlerle, karalamalarla dolup taşan yüzlerce uydurma haberi, ardı arkası kesilmeyecek bir biçimde sayfalarınıza, yayınlarınıza taşıdınız.
Ne var ki içindeki iddiaların tamamı somut delillerden yoksun, belgesiz, dayanaksız ve bütünüyle magazin içerikli olan "iddianame"de bile sizin Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelttiğiniz akıl almaz suçlamaların, hayali senaryoların, uydurma haberlerin hiçbirisi yer almadı.
Bu bütünüyle uydurma, mesnetsiz ve hayal ürünü haberleri bir kez daha hatırlayacak olursak :
– “Binlerce Şantaj kaseti var” dediniz, bir tane bile çıkmadı;
Eğer iddia edildiği gibi, ortada şantaj kasetleri diye bir şey olsaydı, aynı anda 120 eve habersiz, eş zamanlı yapılan baskınlarda bunlar mutlaka ortaya çıkardı. Ayrıca 2 yıl teknik takibe alınan telefon konuşmalarında bu konuya ait mutlaka bir delil bulunması gerekirdi. Kaldı ki binlerce değil, bir tane bile sözde şantaj kaseti bulunmuş olsa bugüne kadar bunun haberini zaten BİNLERCE KEZ yayınlardınız!
– “6 kamyon tarihi eser çıktı” diye defalarca haber yaptınız, oysa tek bir tarihi eserin dahi olmadığı ortaya çıktı;
Operasyon sırasında girilen evlerdeki normal ev eşyalarını, elektrikli abajurları, Kütahya seramik süs eşyalarını, reprodüksiyon tabloları aylarca kamuoyuna tarihi eserlermiş gibi sundunuz. Fakat, tamamının en fazla 4-5 yıllık eşyalar olduğu Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından verilen bilirkişi raporlarıyla ispatlandı.
– Bir doktor arkadaşımıza ait EKG cihazı için “yalan makinası bulundu” şayiasını çıkardınız;
Bu iddianızın da, gerçek dışı olduğunu, bunun da hemen ortaya çıkacağını kendiniz de çok iyi bildiğiniz halde sırf kamuoyunda aleyhimizde şaibe oluşturmak, kara propagandanızı sürdürmek adına bu saçma yalanı haber diye yayınladınız. Yalan olduğu ortaya çıkan hiçbir haberinizi tekzip etmediğiniz gibi kamuoyunu yanılttığınız için özür bile dilemediniz.
– “Taciz, tecavüz var” dediniz, DNA testleri yapıldığını, her şeyin ortaya çıkacağını söylediniz de neden bu yalanları çürüten test sonuçlarını yayınlamadınız ???
İstismar, tecavüz ve taciz iddialarını tümüyle çürüten, SAYIN ADNAN OKTAR’A VE ARKADAŞLARINA AİT DNA RAPORLARI, KAN ÖRNEKLERİ TERTEMİZ ÇIKIP ORTADA HİÇBİR SUÇ OLMADIĞINI SOMUT OLARAK İSPATLAYINCA, bu sonuçları hiçbir şekilde yayınlamadınız. Temiz çıkmamız, hiçbir suç çıkmaması sizi neden sevindirmedi?
– TBAV mensuplarına ait ruhsatlı silahlarla “suç işlendi” dediniz, bu haberiniz de anında belgelerle çürütüldü;
İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü tarafından yapılan balistik incelemelerinde TBAV mensuplarına ait silahların tamamen legal ve ruhsatlı oldukları, hiçbir suça veya olaya karışmadıkları anlaşıldı.
– Güya “Zorla alıkonulduğu”nu iddia ettiğiniz kadınlar nerede?
120 yere yapılan eş zamanlı baskınlarda ne bir suç unsuruna ne de bir zorla tutulma vakasına rastlanmadığı gibi şu an tutuklu bulunan 100 bayan arkadaşımız da herhangi bir zorla tutulma şikayetinde bulunmadı.
– A9 TV ve Global Yayıncılık gibi şirketler üzerinden güya “100 MİLYONLARCA DOLARLIK kara para aklandı” dediniz...
Bu iddianız da TMSF Başkanı Sayın Muhiddin Gülal’ın, “Adnan Oktar ile alakalı çok bir şey yok aslında, (TOPLAM 86 ŞİRKETİN) 10 MİLYON TL SEVİYESİNDE BİR AKTİF BÜYÜKLÜĞÜ SÖZ KONUSU” sözleriyle resmi ağızdan yalanlandı. A9 TV, Global Yayıncılık gibi şirketlerin ortalama bir bakkal dükkânından fazla cirosu ve sermayesi olmadığı ortaya çıktı, Günlerce sayfalarınıza, kanallarınıza defalarce taşıdığınız bu gülünç iddialara dair İDDİANAMEDE BİLE HERHANGİ BİR SUÇ İSNADI YOK. Şirketlerin, güya kara para aklama faaliyeti olarak gösterilen işlemlerin ofis boyların bankalara yatırdıkları 500'er, 1000'er liralık elektrik, su, doğalgaz faturaları olduğu anlaşıldı.
Bunların yanı sıra, bir yılı aşkın bir süredir yüzlerce kez yayınladığınız ve defalarca çürütülmüş, asılsızlığı, uydurmalığı, saçmalıkları gözler önüne serilmiş gerçek dışı haberlerinizden diğer bazılarını da tekrar hatırlayacak olursak:
– Evler yıkıldı, altları kazıldı, TOPRAĞA GÖMÜLÜ OLDUĞUNU İDDİA ETTİĞİNİZHAYALİ MİLYONLARCA DOLAR hiçbir yerden çıkmadı.
– Sözde işkence ya da eziyet gördüğünü iddia ettiğiniz husumetli müştekilerin HİÇBİRİNİN GEÇERLİ RAPOR YA DA BELGESİNİN OLMADIĞI, tüm iddiaların fantezi ve televole mantığındaki iftiralar ve delilsiz-belgesiz yalan beyanlar üzerine kurulu olduğu anlaşıldı.
– Güya fişlendiğini iddia ettiğiniz şahıslara ait HAYALİ FİŞLEME ARŞİVLERİNİN OLMADIĞI Emniyet Müdürlüğü’nce yapılan tüm detaylı araştırmalar sonucunda ispatlandı.
– Arkadaşlarımızın 15 Temmuz hain FETÖ darbesinden sonra, binlerce vatandaşımız gibi, herhangi yeni bir darbe girişimi durumunda kendilerini savunmak amacıyla aldıkları “RUHSATLI YİVSİZ AV TÜFEKLERİ”ni, "SNİPER TÜFEĞİ" diye manşetlere taşıdınız, bu iddianız da gerçek dışı çıktı.
– Sürekli gündem yaptığınız sözde askeri ve siyasi sırların sızdırıldığına dair CASUSLUK İFTİRALARININ TEK BİR KANITI, BELGESİ VEYA FOTOĞRAFI YOK.
– Değil uyuşturucu, sigara, alkol, nargile dahi kullanmayan Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının, “KANLARINDA UYUŞTURUCU BULUNDU” iftiranızın da gerçek dışı olduğu Adli Tıp Kurumu Kimya İhtisas Dairesi raporuyla ispatlandı.
– "Evlerin altında gizli geçitler, gizli hücreler var" diye tamamıyla kurgu olan iddiaları haber yaptınız, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü hiçbir evde böyle bir yapıya rastlamadı. BU HABERİN DE GERÇEK DIŞI OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI.
– Güvenlik kameralarıyla 7/24 kayda alınan BAHÇE MERDİVENLERİNİN GÖRÜNTÜLERİNİ SİYAH BEYAZA ÇEVİRİP KARARTIP FLULAŞTIRARAK"gizli geçit görüntüleri" diye haber yaparak insanları yanılttınız.
– Evlerde, ofislerde “dinleme cihazları, böcekler, gizli kameralar” var dediniz, bu iddianızın da gerçek dışı olduğu iddianamenin açıklanmasıyla bir kez daha ortaya çıktı. Adeta halkın aklıyla alay edercesine, BAHÇE VE GÜVENLİK KAMERALARINA BİLE GİZLİ KAMERALAR DEDİNİZ.
– Sayın Adnan Oktar’ın canlı yayında gösterdiği 60 YILLIK EL YAZMASI TEVRAT için hiçbir aslı olmayan “Tarihi Eser Tevrat” safsatasını ortaya atınız, bu uydurma iddianız da iddianamede yer almadı.
Buraya kadar verdiğimiz örneklerden de açıkça anlaşılacağı üzere, HAKLARINDA HİÇBİR YARGI KARARI BULUNMAYAN, HAYATLARINDA HİÇBİR SUÇA KARIŞMAMIŞ, SABIKA KAYITLARI BİLE BULUNMAYAN VE BİR ANAYASAL HAK OLARAK "MASUMİYET KARİNESİNE" SAHİP SUÇSUZ İNSANLARI DAHA MAHKEMELERİ DAHİ GÖRÜLMEMİŞKEN GERÇEK DIŞI HABERLERLE SUÇLU İLAN EDİYORSUNUZ!
BU ŞEKİLDE KANUNSUZ VE HUKUKSUZ DAVRANMA YETKİSİNİ NEREDEN ALIYORSUNUZ?
ANCAK, BİR YANDAN BİZE "YARGISIZ İNFAZ" YAPARKEN, DİĞER YANDAN SUÇLULUĞU KESİNLEŞMİŞ VE H��KÜM GİYMİŞ OLAN BAZI ŞAHISLARIN DA SERBEST BIRAKILMALARI GEREKTİĞİNİ SAVUNUYORSUNUZ. YARGILANMIŞ, KARARI KESİNLEŞMİŞ VE HÜKÜM GİYMİŞ SUÇLULARIN CEZAEVİNDE OLMALARINDAN DOLAYI ADALETİN VE HUKUKUN KALMADIĞINI BELİRTEN HABERLER YAYINLIYORSUNUZ!
Bu nasıl bir çelişki!
Camiamız aleyhinde, kamuoyunda olumsuz algı oluşturmak, karalama ve itibarsızlaştırma kampanyası yürütmek amacıyla yayınladığınız gerçek dışı haberlerin hiçbirinin doğru olmadığını her yönden ispat ettiğimiz halde;
– Bu nasıl bir yayıncılık ve habercilik anlayışıdır?
– Tarafsızlık, objektiflik, adalet, doğruluk, dürüstlük gibi temel habercilik ilkelerini niçin ihlal ediyorsunuz?
– Neden kanıtsız, belgesiz, asılsız bilgilerle manşetler atıp, uydurma haberler yapıyorsunuz?
– Tehdit mi ediliyorsunuz?
– Derin devlet baskısı altında mısınız?
– Polis teşkilatımız içinde yapılanan kripto bir yapı mı var ve size bu haberleri yayınlamanız için baskı yapıyor?
Sürekli gerçek dışı, önyargılı, asılsız haberlerle adaletin ve hukukun da gücünü kırıyorsunuz. Mahkemeler üzerinde baskı oluşturuyorsunuz, yaptığınız haberler delilsiz, mesnetsiz olduğu halde, çıkardığınız infiallerle, koparttığınız yaygaralarla adil ve bağımsız yargıyı etki altında bırakıyorsunuz.
İnsanlar da bu durumdan dolayı güzel ülkemizde adaletin, hukukun kalmadığını düşünüyor; basına ve yargıya duyulan güven giderek düşüyor. Anketlerden, “Yargıya Olan Güven Yüzde 20'lere Düştü”, “Adalete Güven Arzulanan Seviyede Değil” sonuçları çıkıyor.
Ama, sizin habercilik anlayışınızın bunda hiçbir katkısı yokmuş gibi İŞİNİZE GELMEYİNCE ADALETSİZLİKTEN, HUKUKSUZLUKTAN, YARGININ DÜZGÜN İŞLEMEYİŞİNDEN YAKINIYORSUNUZ.
Eğer yargının düzelmesini istemekte samimiyseniz öncelikle habercilik anlayışınızı düzeltin. SEVGİYİ, DOSTLUĞU, GÜZELLİĞİ, KARDEŞLİĞİ esas alın. Doğru habercilik ve yayıncılık tüm basına, medya kuruluşlarına hakim olursa göreceksiniz ki yargı da düzelecektir.
YAPTIĞINIZ KARA PROPAGANDA VE OLUŞTURDUĞUNUZ İNFİAL SONUCUNDA MASUM BİR İNSAN İÇİN HİÇBİR GEÇERLİ VE HUKUKİ DELİL OLMAKSIZIN 870 YIL HAPİS CEZASI İSTENİYOR !
Sayın Adnan Oktar aleyhinde tek bir tane bile somut suç unsuru ve delili olmamasına, masumiyetinin ise yüzlerce delili olmasına ve bunları defalarca sunmamıza rağmenkendisi için 870 YILHAPİS CEZASIisteniyor. Bu ise, 10 KERE MÜEBBET ALMAKanlamına geliyor!
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları, MASUMİYET KARİNELERİ HİÇE SAYILARAK yaklaşık 14 aydır kamuoyuna hukuksuzca servis ettiğiniz mesnetsiz haberlerle kara propagandaya maruz kalıyorlar.
Bu durumda soruyoruz :
>> BÖYLE VAHİM BİR ADALETSİZLİK KARŞISINDA, başta taraflı ve husumetli gerçek dışı haberleri yayınlayanlar olmak üzere, medyaya düşen suçsuz bir insan hakkında 870 yıl ceza istenmesinin dehşet ve vehametini manşetlere taşıması değil midir?
>> En başta, BÖYLE GÖRÜLMEMİŞ TARİHİ BİR ZULMÜN, HAKSIZLIĞIN VE HUKUKSUZLUĞUN üzerine gitmeniz, bunu sorgulamanız, bunu defalarca haber yapmanız gerekmez mi?
>> Bu habercilik ve yayıncılık anlayışınızı değiştirmediğiniz takdirde, yakındığınız adaletsizliğin, hukuksuzluğun düzelmesi nasıl mümkün olabilir?
>> Gerçek dışı haber ve iftiralarla İNSANLARIN HAKSIZLIĞA, HUKUKSUZLUĞA VE ZULME ALIŞTIRILDIĞI BİR TOPLUMDA bir süre sonra adalet zayıflar ve sonunda da yıkılır. Böyle yaparak herkese olduğu gibi kendinize de zarar verdiğinizi göremiyor musunuz?
>> Bugün bize yapılan zulüm ve haksızlıkların yarın size de dönmeyeceğinden emin misiniz? Dönerse, o zaman hukuk ve adalet size de gerekmeyecek mi ?
Yapmayı alışkanlık haline getirdiğiniz olumsuz, karamsar, sevgisiz, öfke ve nefret söylemleri dolu, gerçeklikten uzak, güvenilirlikten yoksun haberlerin etkisiyle toplum günden güne daha çok gerginleşiyor.
Sırf öfke, muhalefet, kara propaganda maksatlı haberleriniz adalet sistemine olduğu gibi ekonomiye ve sosyal düzene de zarar veriyor. Toplumu nefrete, öfkeye, sevgisizliğe sürüklüyorsunuz. İnsanlar birbirini kırıp geçiriyor, anne, baba, çocuk birbirini öldürüyor. TV, radyo, gazeteler her gün dehşet, cinnet, felaket, cinayet haberleri ile dolup taşıyor. Her gün kadın cinayeti var.
Çizdiğiniz karanlık tablo yüzünden birçok insan, Türkiye’de artık huzurun, rahatın, güvenliğin kalmadığı kanaatinde, hatta ilk fırsatta güzel ülkemizi terk etmeyi düşünenler var. Maddi imkanı olan birçok vatandaşımız ise Türkiye’yi terk ederek yurt dışına yerleşmiş durumda.
Oluşturduğunuz tahribat nedeniyle Türkiye, dünya mutluluk sıralamasında gerilemeye devam ediyor. Birleşmiş Milletler 2019 Dünya Mutluluk Raporu’na göre TÜRKİYE 79. SIRA İLE DÜNYANIN EN MUTSUZ ÜLKELERİNDEN BİRİ HALİNE GELDİ. İsveç, Norveç, Danimarka, Almanya gibi pek çok batı ülkesi adeta cennet gibiyken bizim ülkemizde neşeli insan bulmak bile zor hale geldi. Ülkenin pek çok yeri adeta korku filmi gibi. Öfke, kin, nefret giderek hızla yayılıyor.
Artık bu öfke ve nefret ruhunu körüklemeyin, İYİLİĞİN, GÜZELLİĞİN, DOSTLUĞUN, ŞEFKATİN YAYILMASI İÇİN ÇABALAYIN. Aksi takdirde, yakın bir gelecekte böyle bir Türkiye’de siz, eşleriniz, çocuklarınız, kardeşleriniz, sevdikleriniz, yakınlarınız nasıl yaşayacak? Bunları bir düşünün.
HUKUKSUZ, ADALETSİZ, VİCDANSIZ, İLKESİZ VE TARAFLI BİR HABERCİLİK ANLAYIŞI, EN BAŞTA YÜCE KİTABIMIZ KURAN-I KERİM'İN HÜKÜMLERİNE VE PEYGAMBER EFENDİMİZ (SAV)'İN HADİSLERİNE TÜMÜYLE AYKIRIDIR
Buraya kadar, benimsemiş olduğunuz hukuka, adalete, evrensel insan haklarına ve basın meslek ilkelerine aykırı, taraflı, kara propaganda maksatlı ve öfke dolu habercilik anlayışının yanlışlığından, sakıncalarından ve bu zihniyetin devletimizin dirlik ve düzeni, toplumumuzun sağlığı açısından doğurduğu olumsuz sonuçlarından bahsettik.
Hepsinin ötesinde bu tür bir zihniyet, en başta Yüce Kitabımız Kuran'ı Kerim'in ayetlerinde bildirilen, her durumda HAKKI VE ADALETİ GÖZETME, DÜRÜST OLMA, KİN VE ÖFKEYLE HAREKET ETMEME, İNSANLARA İFTİRA, ZULÜM VE HAKSIZLIKTA BULUNMAMA gibi pek çok hüküm ve güzel ahlak ölçüsüne de kökten aykırıdır.
Her durumda temel başvuru kaynağımız olan KURAN’DA, YÜCE RABBİMİZ;
– Müslümanlara işlemedikleri suçlar yönelterek onlara eziyet edenlerin, “bir iftira ve açık bir günah” yüklenmiş olduklarını bildirmektedir :
“Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara İRTİKAB ETMEDİKLERİ (BİR SUÇ) SEBEBİYLE EZİYET EDENLER ise, gerçekten bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir.”(Ahzab Suresi, 58)
– Müslümanların, “kendi aleyhlerinde bile olsa” her koşulda adil olmalarını emretmektedir :
Allah bir ayetinde ise “…kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun” buyurarak adaletten hiçbir şekilde ve hiçbir koşulda şaşmamayı emretmiştir:
“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, ALLAH İÇİN ŞAHİTLER OLARAK ADALETİ AYAKTA TUTUN. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. EĞER DİLİNİZİ EĞİP BÜKER (SÖZÜ GEVELER) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Nisa Suresi, 135)
– Kuran’da “bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın” buyurulmaktadır:
Allah’ın Kuran’da bildirdiği gerçek adalet, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan hükmetmeyi, insanların hakkını korumayı, zulme asla rıza göstermemeyi, zalime karşı mazlumdan yana tavır almayı, ihtiyaç içinde olanlara yardım eli uzatmayı emreder. Bu adalet, bir karar vermek gerektiğinde her iki tarafın da hakkını korumayı, OLAYLARI ÇOK YÖNLÜ DEĞERLENDİRMEYİ, ÖN YARGISIZ DÜŞÜNMEYİ, TARAFSIZLIĞI, HAKKANİYETİ, DÜRÜSTLÜĞÜ, HOŞGÖRÜYÜ, MERHAMETİ VE ŞEFKATİ gerektirir.
Kuran’ın emri gereği tüm kişisel duygu ve düşüncelerinizi bir tarafa bırakmayı, kendisinden yardım talep eden iki tarafa da adil davranmanız, her şart ve durumda doğrulardan yana olmanız, Kuran’da belirtilen İslam ahlakı ölçüsünde, dürüstlükten ve doğruluktan asla taviz vermemeyi kendinize ilke edinmelisiniz. Çünkü, Allah Kuran’da “adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun” diye emretmektedir:
“Ey iman edenler, ADİL ŞAHİTLER OLARAK, ALLAH İÇİN, HAKKI AYAKTA TUTUN. BİR TOPLULUĞA OLAN KİNİNİZ, SİZİ ADALETTEN ALIKOYMASIN. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır.Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (Maide Suresi, 8)
Dolayısıyla, kin, nefret, haset, kıskançlık, çekememezlik, öfke, intikam, çıkar gibi nedenlerden dolayı, taraflı ve adaletten uzak habercilik anlayışını ısrarla sürdürenler, bu ayetin hükmüne girmekten çok çekinmelidirler.
– Kuran’da doğru sözlü olmayı emretmekte, yalan ve gerçek dışı beyanda bulunmayı, iftira atmayı kesin olarak yasaklamaktadır:
“Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve sözü doğru söyleyin.”(Ahzap Suresi, 70)
– Peygamberimiz (sav) de hadislerinde yalanın her türlüsünden sakınmayı buyurmuştur:
“Kıyamet günü Allah Katında mahlukların en sevimsizleri YALANCILAR, KİBİRLİLER VE KARDEŞLERİNE KARŞI SİNELERİNDE AMANSIZ KİN BESLEYENLER olacak …”(İmam Gazali, İhya’u Ulum’id-din, 3. Cilt, s.355)
“Siz doğruluğa devam ediniz, çünkü DOĞRULUK MUHAKKAK SAHİBİNİ HAYIRLARA ERİŞTİRİR. İYİLİKLER DE CENNETE HİDAYET EDER, GÖTÜRÜR. Doğruluğa devam ettikçe ve doğruyu aradıkça Allah Teala’nın indinde sıddik olarak yazılır. Yalandan sakınınız, muhakkak yalan insanı fücura götürür, fücur ise ateşe yani cehenneme götürür, KUL YALANA DEVAM ETTİKÇE VE YALANI ARADIKÇA İNDİ İLAHİ’DE YALANCI YAZILIR.” (Mehmed Zahid Kotku, Hadislerle Nasihatlar, Cilt 1, s.279; Buhari ve Müslim’den)
Bir başka hadisinde de Resûlullah(sav) şöyle buyurur :
"ZANDAN SAKININIZ. ÇÜNKÜ ZAN (YERSİZ İTHAM), SÖZLERİN EN YALAN OLANIDIR. Başkalarının konuştuklarını dinlemeyin, ayıplarını araştırmayın, birbirinize karşı öğünüp böbürlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın, kin tutmayın, yüz çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları! Allah'ın size emrettiği gibi kardeş olun. (Müslim, Birr 30)
Sonuç olarak !
Bizler İslam ahlakı ile yetişmiş bir toplumuz.
Bu nedenle, yukarıdaki ayetler ve hadisler ışığında, hak, hukuk, adalet ve vicdan ölçüleri içinde, hatalarınızı tekrar gözden geçirmenizi önemle tavsiye ediyoruz. "Yargısız İnfaz" görünümündeki haberlerle insanları manen yok etme kampanyalarına artık son verin. Bu ne İslam ahlakına ne de devlet terbiyemize uygun değildir. ADALETİ, HUKUKU TEŞVİK EDİN, YARGININ ÜZERİNDEKİ BASKIYI KALDIRIN!
Hatalarınızdan tövbe ederek Allah'a dönün. Çünkü, Allah, tövbe edip kendini düzeltenlerin tövbelerini kabul edeceğini bildirmiştir:
“Ancak tevbe edenler, (kendilerini ve başkalarını) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar(a gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim.” (Bakara Suresi, 160)
Hepimiz Müslümanız, her şeyden önce din kardeşiyiz. Bu yüzden aramızda kardeşlik, dostluk hakim olmalı. KİNİ, ÖFKEYİ, NEFRETİ DEĞİL, ALLAH’IN VE PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN EMRİ OLAN SEVGİYİ, ŞEFKATİ, BARIŞI VE KARDEŞLİĞİ YAYALIM.
BİZLERİN SİZE KARŞI BİR ÖFKESİ, KÜSKÜNLÜĞÜ, DARGINLIĞI YOK. SİZ TÖVBE EDİP BİZE KARŞI TUTUMUNUZDAN VAZGEÇERSENİZ BİZ DE ALLAH’IN EMRİ GEREĞİ SİZLERİ AFFEDERİZ:
“Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.” (Araf Suresi, 199)
Peygamberimiz (sav) de Müslümanların birbirleri arasında kin, öfke, haset gibi olumsuz duygular beslemekten sakınmalarını şöyle emreder:
"BİRBİRİNİZE HASET ETMEYİN, KİN TUTMAYIN. BAŞKALARININ AYIPLARINI ARAŞTIRMAYIN, konuştuklarını dinlemeyin, müşteri kızıştırmayın. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun." (Müslim, Birr 30)
"BİRBİRİNİZLE ALÂKAYI KESMEYİN! BİRBİRİNİZE SIRT DÖNMEYİN! BİRBİRİNİZE KİN TUTMAYIN! HASET ETMEYİN. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun!” (Müslim, Birr, 30)
Gelin, bu öfke ortamını kardeşlikle el ele ortadan kaldıralım. Türkiye normale dönsün. HEP BİRLİKTE DÜRÜSTLÜK, ADALET, HUZUR, SEVİNÇ VE MUTLULUK İÇİNDE YAŞANACAK BİR TÜRKİYE’NİN OLUŞMASI İÇİN elbirlik gayret etme kararı alalım. Türkiye’nin cennet gibi olmasına çabalayalım. BİRBİRİMİZİ SEVİP DOSTÇA, KARDEŞÇE HUZURLU BİR ŞEKİLDE YAŞAYALIM. Çocuklarımıza güzel, mutlu bir Türkiye bırakalım.
Saygılarımızla.
0 notes
Text
FİŞLEME SAFSATASI
SAYIN ADNAN OKTAR VE TBAV MENSUPLARI ALEYHİNDEKİ FİŞLEME İFTİRASI VE BU İFTİRANIN ZEMİNİNİ HAZIRLAYAN EMNİYET VE YARGI İÇİNDE YUVALANMIŞ KARANLIK YAPI HAKKINDA KAMUOYU BİLGİLENDİRMESİ
Tumblr media
Sayın Adnan Oktar ve TBAV mensupları, 11 Temmuz 2018 tarihinde yapılan polis operasyonunun ilk anından itibaren, kanun, hukuk ve insanlık dışı sayısız uygulamalara ve kötü muamelelere maruz kalmışlar ve halen de kalmaktadırlar.
Gözaltı sürecinde başlayan kin ve öfke dolu hukuksuz uygulamalar, geçen 1 yıllık süre zarfında dilekçelerin dosyaya verilmesinin engellenmesi, kendilerini polis olarak tanıtan karanlık kişilerin cezaevleri önlerinde ziyarete gelen ailelerin yolunu keserek onları tehditle "dayatılmış itirafçılık"a zorlamaları, cezaevindeki tutuklu arkadaşlarımızın cinayetten müebbet hükmü almış, vb. ağır suçlular ve travestilerle aynı koğuşlarda tutulmaları nedeniyle ciddi can güvenliği sorunları yaşamaları, sürekli eziyet ve tehditlere maruz kalmaları, harcırahlarına el konması, astım hastalarının havalandırması olmayan yoğun sigara içilen koğuşlara konulmaları kanser, kalp hastası ve ameliyatlı hasta arkadaşlarımızın tedavilerine izin verilmemesi, kış koşullarında soğuk koğuşlarda tutulmaları... gibi hukuk, vicdan ve insaf dışı uygulamalar bunlardan yalnızca bazılarıdır.
11 Temmuz 2018 operasyonu sırasında ve sonrasında yaşanan, Türk adalet tarihinde eşi benzeri görülmemiş hukuksuz uygulamalar ne yazık ki halen de devam etmektedir. Operasyon esnasında ve operasyondan önceki 2 yıllık gizli araştırma ve teknik takip süresince hiçbir somut delil bulunamadığı halde emniyet ve yargı içine sızmış karanlık bir yapı, medya içindeki kirli bağlantılarını da kullanarak yürüttüğü iftira kampanyası ile ilk günden bu yana kamuoyunda TBAV camiasını suçluymuş gibi gösterebilmek amacıyla yoğun bir algı kampanyası sürdürmektedir.
17 Haziran 2019 tarihinde basında çıkan, güya Sn. Adnan Oktar ve TBAV mensuplarının insanları "fişledikleri" yönündeki asılsız ve tümüyle dayanaksız iddiaları içeren haberlerin de bu algı operasyonu kapsamında servis edildikleri anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi, 1999'da Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarına yapılan operasyonda ortada hiçbir suç unsuru bulunmadığı için bir kısım emniyet mensupları yapay müşteki ve suç üretebilmek amacıyla "basın kanalıyla şikayetçi toplama" yöntemine başvurmuşlardır.
Ne yazık ki bugün de Devletin kendilerine verdiği adalet, huzur ve asayişi sağlama gibi kutsal görevleri suistimal eden, emniyet birimlerimize sızmış "kripto FETÖcü" olmaları kuvvetle muhtemel bir kısım karanlık kişilerin bugün de 99'da başvurulan birebir aynı kirli yöntemlere tevessül ettikleri endişeyle gözlenmektedir.
Ancak şu hususu da önemle belirtmemiz gerekir ki, Sayın Adnan Oktar ve TBAV camiasının her dönem sevgi ve saygı duyduğu, desteklediği, her vesileyle koruyup kolladığı, savunduğu şerefli kahraman polisimiz, askerimiz, hakimlerimiz ve savcılarımız yukarıda sözünü ettiğimiz bir kısım kriptoların bu karanlık girişimlerinden tümüyle münezzehtir.
17 Haziran 2019 tarihinde “Fişleme” başlığı altında medyada yayınlanan Ali Eyüpoğlu haberi de, 99 operasyonunda emniyete sızmış karanlık çevrelerin basını kullanarak şikayetçi devşirme yöntemini andıran bir görünüm içermesi bakımından dikkat çekicidir.
Söz konusu haberde yer alan mesnetsiz iddiaya gerekçe gösterilen konu ise Beyaz TV'de Ali Eyüboğlu'nun sunuculuğunu yaptığı bir magazin programındaki kişilik haklarını ihlal eden hukuka aykırı iddialara karşı, Sayın Adnan Oktar'ın A9 TV kanalında belge ve delilleriyle cevap hakkını kullanmasından ibarettir. Sözünü ettiğimiz magazin programındaki asılsız iddialarla ilgili olarak, arkadaşlarımızdan Didem Ürer hanımefendi de Beyaz TV'ye canlı yayın sırasında telefonla bağlanarak camiamıza yönelik iftiraları delilleriyle çürüten açıklamalar yapmıştır.
Kısaca, ortada "fişleme" gibi uydurma, hayali bir olay değil, insanların kendilerine atılan iftiralara karşı en doğal olan savunma ve cevap haklarını belge ve delilleriyle kullanmaları durumu söz konusudur.
Öncelikle belirtmemiz gerekir ki, ne Sayın Adnan Oktar’ın ne de TBAV camiası mensuplarının gazeteci Ali Eyüpoğlu'nun veya çalıştığı kurumun aleyhinde bir tavır ya da düşünceleri yoktur. Ali Eyüpoğlu'nun çalıştığı TV kanalı nasıl bir medya kuruluşu ise A9 TV kanalı da bir medya kuruluşudur. Her medya kurumu ve ilgili çalışanları kendilerine sayısız kanaldan ulaşan bilgi, belge, resim, görüntü ve fotoğrafları değerlendirerek derleyip, yorumlayıp haber ya da program haline getirirler. Hal böyleyken, medya kurumlarının arşivlerinde saklı bulunan, olaylar ve kişilerle ilgili milyonlarca bilgi, belge, resim ve haberin bugüne kadar "FİŞLEME" olarak nitelendirildiği görülmüş şey değildir.
Ne var ki Sayın Adnan Oktar ve TBAV mensuplarının, A9 TV vasıtasıyla aleyhlerinde ortaya atılan iddialara karşı cevap haklarını kullanırken internette herkesin erişebileceği, kamuoyuna açık bilgi ve belgelerden faydalanmaları, güya "TBAV camiasının insanları fişlediği" şeklinde akla ziyan bir iddiaya dönüştürülmüş ve bu safsatadan yapay suç ve şikayetçiler oluşturma çabasına girilmiştir.
Herkesçe bilineceği üzere fişleme denilen uygulama gizli olur. Kimsenin bilmediği, internetten veya kamuoyunun kullanımına açık bilgi kaynakları vasıtasıyla ulaşamayacağı gizli, özel bilgi, belge ve görüntüler içerir. A9 TV kanalında yayınlanan her türlü bilgi, belge, resim ve görüntü ise gizli, saklı ya da özel değil internetten herkesin rahatlıkla ulaşabileceği kamuoyuna açık dokümanlardır.
Herkesin internetten kolayca ulaşabildiği bu tür bilgilerin güya bir flaş diskte fişleme şeklinde saklandığının iddia edilmesi de son derece mantıksız ve akıl dışıdır. Bu tür ucuz mantıklarla, herhangi bir medya kurumunun son derece legal bir bilgi ve görüntü arşivi bile "fişleme" olarak itham edilebilir. Böyle bir saçmalığa ise kimsenin itibar etmeyeceği açıktır.
Hepsinden ötesi tüm kamuoyunun her gün A9 TV'deki canlı yayınlarından da şahit olduğu üzere, Sayın Adnan Oktar açıklamalarını her zaman kesin belge ve kanıtlara dayandıran, aleyhindeki iddialara kanunlar çerçevesinde cevap veren, iftiralar karşısında daima hukuki yolları benimseyen, doğruları söylemekten asla çekinmeyen, 304 kitap yazmış bir fikir adamıdır. Fişleme gibi gizli-saklı, hukuksuz, karanlık ve çirkin yöntemlere asla tevessül etmeyeceği açıktır.
Tüm diğer uydurma ve dayanaksız ithamlar gibi, insanları "fişleme" iddiası da dava dosyasının ne derece boş olduğunun ve doldurmak için aylardır nasıl çaresizce beyhude bir gayret içinde olunduğunun bir başka göstergesidir.Aynı zamanda, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına karşı düzenlenen komployu hazırlayan, emniyetin içine sızarak müştekilerle ortak hareket eden karanlık kişilerin varlığı hakkında da önemli bilgiler vermektedir.
Nitekim, 17 Haziran 2019 tarihinde basında yer alan bu “Fişleme” yalanı aslında son derece planlı ve organize bir komplo zemini üzerine düzenlenmiş 11 Temmuz Operasyonu'nun ilk günden bu yana nasıl ve kimler tarafından etki altında tutulmaya ve manipüle edilmeye çalışıldığının net bir göstergesidir. Bu tümüyle gerçek dışı iftira, Sayın Adnan Oktar ve TBAV üyelerine düzenlenen komployla ilgili bazı çok önemli, temel gerçeklerin bir kez daha gün ışığına çıkmasını sağlamıştır. Şöyle ki:
1-Fişleme gibi safsata derecesinde bir iftiranın ortaya atılması, OPERASYONDAN ÖNCEKİ 2 YIL VE SONRASINDAKİ 1 YILLIK SÜRE ZARFINDA YAPILAN ARAŞTIRMALAR, TEKNİK TAKİPLER KOĞUŞTURMALAR VE SORUŞTURMALAR SIRASINDA ALEYHTE HİÇBİR SOMUT DELİL OLMADIĞININ, DİĞER BİR DEYİMLE DOSYANIN BOMBOŞ OLDUĞUNUN GÖSTERGESİDİR.
2-Operasyonun ilk gününden itibaren boş dava dosyasını doldurabilmek gayretiyle ortaya atılan hayali şantaj-montaj kasetleri, vb. türünden uydurma iddiaların ne derece boş ve gerçek dışı olduğu, bugüne kadar bu tür asılsız iddiaları destekleyen hiçbir somut kanıta ulaşılamadığı için sözde fişleme iftirası üzerinden, son derece zorlama, mesnetsiz, hukuksuz ve akılsızca suni suç ve şikayetçiler üretme telaşına girildiği açıkça gözler önüne serilmiştir.
3-Fişleme iftirası, emniyet ve yargı içine sızmış karanlık kripto yapının bu dava ile ilgili her türlü gayrı meşru yola tevessül edebilecek, son derece gözü dönmüş, kin, nefret, öfke ve hasetle hareket eden, pervasız, düşük ahlaklı, kanun-hukuk tanımaz bir güruhtan ibaret olduğunu ortaya koymaktadır.
4- Fişleme iftirasının düşündürdüğü bir başka vahim gerçek de, üzerinde "GİZLİLİK KARARI" bulunan dava dosyası yargı makamlarının incelemesi altında iken, operasyonun başından beri dosyanın içeriğiyle ilgili her türlü bilgi ve konunun nasıl olup da basına sızdırıldığı ve bu hukuksuz duruma da hayret verici bir biçimde nasıl hukuksuz olarak göz yumulduğudur.
5-Tüm bunların ötesinde, fişleme konusunun gündeme gelmesi, çok önemli bir kanunsuzluğu ve illegal durumu ortaya koymaktadır. Bilindiği üzere, fişleme konusu tanınmış bir gazetecinin, emniyet birimlerince aranıp, "MÜŞTEKİ OLMAYA" çağrıldığını söylemesi ile gün yüzüne çıkmıştır. İlgili gazetecinin haberinde yer verdiği ayrıntı çok dikkat çekicidir :
“Israrla çalınca açtım, arayan İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü polisi çıktı ve şöyle dedi: “Fişlendiğinizi saptadık, O nedenle İstanbul Emniyet Müdürlüğü Aklama Suçları Birim Amirliği’ne gelip, ‘MÜŞTEKİ’ OLARAK İFADE VERMENİZ LAZIM.” (Ali Eyüboğlu17.06.2019 Milliyet Gazetesi)
Uydurma suçlar üreterek insanları da bunlardan dolayı şikayetçi olmaya zorlamanın ne kanunla ne hukukla hiçbir ilgisi yoktur. Bu olay, söz konusu karanlık ve gayrı meşru faaliyetin yalnızca bir basın mensubuna denk geldiği için gün yüzüne çıkmış çok küçük bir örneğidir. 11 Temmuz Operasyonu öncesinde ve sonrasında namuslu, şerefli, samimi, dürüst, vicdanlı ve adil emniyet ve yargı mensuplarımızı etki altında bırakmaya ve yanlış yönlendirmeye çalışan, husumetli müştekilerle, sahte tanıklarla işbirliği içinde hareket eden sözünü ettiğimiz kripto yapının bunun gibi basına yansımayan, ancak tarafımızca bilinen yüzlerce kişiyi arayıp korkutarak müşteki olmaya zorlamaları, cezaevlerinde de aynı yöntemle "dayatılmış itirafçılar" devşirmeye çalışmaları son derece hukuksuz, vahim bir durumdur.
Bu itibarla, emniyet ve yargı birimleri içinde yuvalanmış, kin, nefret ve husumetle hareket eden bu karanlık ve hukuksuz yapının acilen araştırılıp tespit edilerek etkisiz hale getirilmesi, bu yapıya kimlerin dahil olduğunun deşifre ve ifşa edilmesi, karanlık bağlantılarının, özellikle dış odaklarla ilişkilerinin ortaya çıkarılması kamuoyunun devlete, yargıya ve polise olan güveninin zedelenmemesi açısından son derece hayatidir.
Bu şer yapıya en kısa zamanda müdahale edilmesi, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının nasıl tarihi bir komploya maruz kaldıklarını ve masumiyetlerini gösteren gerçeklerin de gözler önüne serilmesini sağlayacaktır.
Saygılarımızla Kamuoyunun Bilgisine Sunulur.
0 notes
Text
ESKİ SAĞLIK BAKANIMIZ SAYIN OSMAN DURMUŞ’UN VEFATI ÜZERİNE ÇIKAN HABERLERE CEVABIMIZDIR
Eski Sağlık Bakanımız Sayın Osman Durmuş’un 26.10.2020 tarihinde vefat etmesinin ardından pek çok gazetenin 29.10.2020 tarihli yayınlarında Sayın Adnan Oktar’ın ismi anılarak 1999 yılındaki “Oktar Babuna kan kampanyası”na ilişkin haberler yapılmıştır.
Tumblr media
Öncelikle Eski Sağlık Bakanımız Sayın Osman Durmuş’a Allah’tan rahmet, ailesine ve yakınlarına baş sağlığı dileriz.
Söz konusu haberlerde yer alan haksız ve asılsız suçlamaların gerçekleri yansıtmadığını kamuoyuna bildiririz. Şöyle ki:
“Oktar Babuna’nın kan kampanyası”na ilişkin yapılan haberler, 19 yıl öncesine ait bir konudur. Bu konu daha önce de yargıya taşınmış ve Teknik ve Bilim Araştırma Vakfı (TBAV) camiası mensupları bu yargılamadan kesin olarak aklanarak çıkmıştır. Bu konunun Sayın Bakanımızın vefat haberi ile tekrar gündeme getirilmesinin tek sebebi, kamuoyunda infial oluşturmak için her türlü yalana başvurma ve insanları “bu kadar çok suç isnadı varsa en azından bir kısmı doğrudur” düşüncesine sevk ederek algı operasyonunu başarılı kılmaya çalışmaktır. Konunun detayları ise şu şekildedir:
ULUSAL KEMİK İLİĞİ BANKASI KURULMASI ÇALIŞMALARI
Türkiye’nin Ulusal Kemik İliği Bankası’nı kurmak ve lösemi hastalığına yakalanan vatandaşlarımıza şifa olabilmek amacıyla 1999 yılı Mart ayı itibariyle kendisi de ölümcül lösemi hastalığına yakalanmış olan beyin cerrahı Dr. Oktar Babuna öncülüğünde büyük bir kampanya başlatıldı. Kısa zamanda yardımsever Türk halkının büyük desteğiyle olağanüstü bir sivil hareket haline dönüşen kampanya, dönemin hükümetinden gazetecilerine, bakanlarından il sağlık müdürlerine neredeyse Türk halkının tamamının yoğun desteğiyle yürütüldü. Öyle ki, 3 ay gibi kısa bir sürede yaklaşık 150.000 kişi kan taramasından geçirildi.
Kampanya tamamen legal yollarla, devletin bilgisi ve kontrolünde yürütüldü. Kampanyanın sahibi, para toplama ve harcama yetkilisi olarak İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı tespit edildi. Vakfın Başkanı ve aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı olan Prof. Dr. Faruk Erzengin çalışmaların başında yer aldı.Kampanyanın en önemli destekçisi bizzat dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel oldu. Merhum Demirel 28 Mart 1999 tarihli demecinde şu sözleri sarf etti:"İlik Bankası’nın kurulmuş olması fevkalade iyi olur. Ben hem her türlü himayeyi, hem her türlü desteği veririm, yapılacak her kampanyaya katılırım. Nihayet bu bir milli dayanışmadır, bir sosyal olaydır. Temsil ettiğim devletin başı olarak her türlü desteği vermeye hazırım. Benden ne zaman ne isterseniz yanınızda bulacaksınız. Bu hareketi başarıya ulaştıralım.“ (Süleyman Demirel)
Tumblr media
Sayın Demirel’in desteği sadece beyanat vermekle sınırlı kalmadı, toplanan kanların tahlil için yurtdışına gönderilmesi ile ilgili gümrük işlemlerinin kaldırılması ve kanların Türk Hava Yolları uçakları ile ücretsiz taşınması gibi pek çok konuda kendisi bilfiil müdahale ederek yardımcı oldu.
Sayın Demirel, 27 Mart 1999 tarihinde Prof. Dr Cevat Babuna ve Prof. Dr. Cahit Babuna’yı Cumhurbaşkanlığı makamında kabul etti ve ilerlemelerle ilgili bilgi aldı.
İstanbul’da düzenlenen ilk büyük kan alma organizasyonu Abdi İpekçi Spor Salonu’nda gerçekleşti. Mesut Yılmaz, eşi Berna Yılmaz ve ANAP yöneticileri bu organizasyonu sahiplendi. Mesut Yılmaz’ın özel kalemi Sema Erdem ve ANAP Basın ve Halkla İlişkiler Danışmanı Hale Dicleli, kan alma organizasyonunda herşeyin bizzat kendileri tarafından planlandığını ve organize edildiğini çeşitli defalar kamuoyuna açıkladı. Bu organizasyon için gereken tüm Valilik izinleri de yine ANAP yetkilileri tarafından alınmıştı.
Dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır, Bursa Valisi Orhan Taşanlar gibi devletin en üst kademelerinden isimler bizzat kampanyaya katılıp kan verdiler.
Eski Başbakan ve dönemin DYP Genel Başkanı Tansu Çiller TGRT Televizyonu’na 15 Nisan 1999 tarihinde verdiği röportajda kan kampanyası için parti olarak nasıl seferber olduklarını anlattı.
İçişleri eski Bakanı Meral Akşener 26 Nisan 1999’da İzmit’te düzenlenen organizasyonda kan verirken “biz Oktar Babuna’ya bu manada çok şey borçluyuz” şeklinde konuştu.
Tumblr media
Medya mensupları kampanyaya ilk günden itibaren sahip çıktılar. ATV Ana Haber’de Ali Kırca, Kanal D’deki Yorum programında Güneri Cıvaoğlu, Kanal 6’da İşte Hayat programında Nurseli İdiz, Show TV Ana Haber’de Reha Muhtar, Star TV’de Deniz Arman tüm halkımızı Dr. Oktar Babuna için kan vermeye davet etti.
Tumblr media
Dönemin pek çok köşe yazarı, gazetelerindeki köşelerinde kampanyaya gönülden destek verdi. Bazı örnekleri şöyle listeleyebiliriz:
Taha Akyol, Milliyet 23 Nisan 1999
Hasan Cemal, Milliyet 6 Haziran 1999
Gülay Göktürk, Sabah 18 Mayıs 1999
İsmet Berkan, Radikal 31 Mart 1999
Fikret Bila, Milliyet 14 Haziran 1999
Derya Sazak, Milliyet 21 Mart 1999
Mehmet Ali Birand, Posta 22 Mart 1999
Ayşe Arman, Hürriyet 24 Mart 1999
Duygu Asena, Milliyet 15 Mayıs 1999
Mümtaz Soysal, Hürriyet 9 Haziran 1999
Hasan Pulur, Milliyet 28 Nisan 1999
Melih Aşık, Milliyet 28 Mayıs 1999
Tumblr media
Gazeteci ve program yapımcısı Savaş Ay, A Takımı isimli televizyon programında konuya geniş yer ayırdı, hatta bizzat kendisi bir reklam filmi çekerek televizyonlarda yayınlanmasını sağladı.
İstanbul’un dışında 12 ayrı ilde de İl Sağlık Müdürlerinin izinleri ve katkıları ile kan alım organizasyonları düzenlendi.
Genelkurmay Başkanlığı, tüm Silahlı Kuvvetler genelinde gönüllü olan kişilerin kan vermelerini sağlamak için talimat yayınladı. Hatta Karadeniz Ereğlisi’nde düzenlenen organizasyon için askeri spor salonu tahsis edildi. Karadeniz Bölge Komutanı Tuğamiral Özbek Görgün Paşa da kampanyaya katılarak kan verdi.
Eskişehir Hava Kuvvetleri Komutanlığı, İzmit Jandarma Komutanlığı, İzmit 15. Kolordu Komutanlığı ve Gölcük Donanma Komutanlığı da kampanyaya katılarak binlerce gönüllü askerimizin kan vermesine vesile oldu.
Tumblr media
Dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem, başta Almanya olmak üzere Türk vatandaşlarının yaşadığı ülkelerdeki büyükelçiliklerimize ve konsolosluklarımıza talimat göndererek kampanyaya destek vermelerini talep etti.
Toplanan kanlar EMNİYET MÜDÜRLERİNİN TALİMATIYLA POLİS ESKORTLARI EŞLİĞİNDE havaalanına götürüldü, ANAP yöneticilerinin tahsis ettiği özel uçaklarla Almanya ve ABD’deki dünyanın en iyi ve ünlü laboratuvarlarına gönderildi. Çünkü Türkiye’de bu kanların analizini yapacak laboratuvarlarına gönderildi. Çünkü Türkiye’de bu kanların analizini yapacak laboratuvarlar çok kısıtlıydı. Örneğin Çapa Tıp Fakültesi’nin laboratuvarı günde sadece 4 kan örneğini analiz edebiliyordu. Ankara’daki laboratuvar da benzeri kapasitedeydi. Bu da toplanan yüzbinlerce örneğin analizinin onyıllara yayılması demekti. Oysaki kan örneklerinin ömrü sadece 24 saatti, öyle günlerce senelerce bekletmek bunları ziyan etmek anlamına gelecekti. Bu nedenle, kampanyanın karar mercii olan İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ VAKFI kararıyla analizlerin yurtdışında yapılması planlandı.
Tumblr media
Bu çapta büyük bir organizasyonun hiçbir aşamasının devletin bilgisi, kontrolü, izni olmadan yürütülemeyeceği açıktır. Nitekim yukarıda sunmuş olduğumuz belgeler de durumun tam olarak bu şekilde olduğunu, kampanyanın her aşamasının en üst düzeyde devlet bilgisinde yürüdüğünü ispatlamaktadır.
Kampanyanın ilerleyen aşamalarında lösemi hastalarından büyük kazançlar elde eden, bu nedenle kampanyadan maddi çıkarları zedelenen Ankara merkezli onkoloji çevrelerince bazı asılsız dedikodular çıkarılmıştır. Amaçları kampanyayı sabote edip eski rant sistemlerinin çarklarını döndürmektir. Bu sebeple, kampanya, kampanyanın düzenleyicileri ve para toplamaya yetkili olan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı çeşitli denetimler ve soruşturmalardan geçmiş ancak bunlardan hep aklanarak çıkılmıştır. Yürütülen 3 ayrı soruşturmanın (Bakırköy C.B.Savcılığı’nın 12.11.1999 tarih, 1999/54571 sor, 1999/20329K sayılı, İstanbul C.B.Savcılığının 07.04.2000 tarih, 1999/60752 sor, 2000/3849K sayılı, 15.03.2001 tarih, 2000/66717 sor, 2001/3331K sayılı) hepsi takipsizlik kararlarıyla sonuçlanmıştır. Bu kararlar kesinleşmiştir. Takipsizlik kararları ile kampanyada hukuka aykırı hiçbir eylemin olmadığı hukuk nezdinde de birçok kez belgelenmiştir.
Kampanyanın yarıda bırakılmasından sonra dönemin Fazilet Partisi’ne mensup 20 milletvekili, bir Meclis Araştırması Önergesi ile gelmiştir. 22.07.1999 tarihli bu önerge metninden kısa alıntılar sunmak istiyoruz:
Ulusal kemikiliği bankası kampanyası, DEVLET TARAFINDAN DESTEKLENMİŞ OLUP, sivil insanlar tarafından da çok büyük bir ilgiyle karşılanmış bir kampanyadır. Bu kampanya ile ilk aşamada lösemi hastası Dr. Oktar Babuna'ya uygun bir kemik iliği vericisinin bulunması, daha sonraki aşamada ise, Türkiye'de ulusal kemik iliği bankasının kurulması hedeflenmekteydi. Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı, İstanbul Valiliği, İstanbul Üniversitesi gibi, devleti temsil eden kişi ve kurumlar tarafından desteklenerek, 160000 doku tahliline ulaşan ve kemik iliği bankasının fiilen kurulmasını temin ederek, sayıları 8000'e varan lösemili Türk vatandaşlarının ilik bulma ve yaşama şansını yüzde 70'lere çıkaran böyle bir kampanyanın, Sağlık Bakanlığı tarafından durdurulması, halkımız arasında hayret ve şaşkınlık ile karşılanmıştır.Ülkemizde, lösemi hastalarına yardım etmek için yıllardır faaliyet gösteren Lösemili Çocuklar Vakfı’nın yakalayamadığı başarıyı, birkaç ay içinde yakalayarak, onu çok gerilerde bırakan böyle bir kampanyanın Türkiye'ye sağlayacağı imkânlar, kampanyanın durdurulmasıyla heba edilmiş ve sayıları 8000'e varan lösemili Türk vatandaşlarının hayal kırıklığına sebep olmuştur, belki de onları ölüme mahkûm etmiştir.Ülkemiz insanları için hayırlı ve onurlu bir hizmeti hedef alan bu kampanyaya engel olmak için eldeki delillerin daha tatminkâr ve açık olması gerekmez miydi?
Dönemin Sağlık Bakanı tarafından da mesnetsizce ve hiçbir bilimsel temeli olmaksızın ortaya atılan "genetik haritamızın çalınacağı" şeklindeki gülünç komplo teorilerine ilişkin ise, 1999 yılında toplanan kanların tahlillerini yapan Almanya’daki Stefan Morsch Vakfının kurucularından Susanne Morsch’un Temmuz 2018 tarihinde, şu şekilde cevap vermiştir;
"Bu nedenle kötüye kullanabileceğini düşünmüyorum… Bakın prosedüre göre bize gönderilen örnekler bir donör koduyla geliyor. Yani, laboratuvarlar örneklerin kime ait olduğunu bilmiyor. Bu bilgi sadece kampanyayı düzenleyen ve izin formlarını toplayan kişilerde var. Bizdeki uzmanlar sadece donörlerin hastayla uyumlu olup olmadığını tespit etti." (https://t24.com.tr/haber/oktar-babuna-icin-toplanan-kanlara-ne-oldu,671142)
Kan örneklerinin Türk halkı aleyhine bir şekilde kullanılacağı, gen haritamızın çıkarılacağı, gibi iddiaların ne kadar akıl dışı olduğunu anlayabilmek için bazı önemli gerçekleri hatırlatmakta yarar var:
T.C. Dış İşleri bakanlığının verilerine göre hali hazırda yurt dışında 6.5 milyon Türk vatandaşı yaşamaktadır ve bunların yaklaşık 5.5 milyonu Batı Avrupa ülkelerine yerleşmiş bulunmaktadır. (http://www.mfa.gov.tr/yurtdisinda-yasayan-turkler_.tr.mfa)
Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın tamamı sağlık hizmetlerini bulundukları ülkelerde almaktadır ve tüm sağlık taramalarını, kan tahlillerini bu ülkelerin kuruluşlarında yapmaktadırlar.
Yani yaklaşık 6.5 milyon Türk vatandaşına ait kan örnekleri ve diğer bilgiler zaten hali hazırda dışarıda yabancı ülkelerin sağlık kurumlarında mevcuttur. Sonuç olarak, söz konusu "kan kampanyası"nın, bugüne kadar öne sürülen tüm mesnetsiz, uydurma ve saçma iddialara rağmen, kapsamlı resmi denetim ve incelemelerle hiçbir şaibeli ya da esrarengiz yönü olmadığı açık ve net bir biçimde ortaya konmuştur.
Özetle, güya "kan örneklerinden Türklere karşı genetik silah yapılacağı" safsatası, hiçbir akılcı ve bilimsel değeri olmayan saçma bir iddiadır. Bu tür  cahilce uydurma iddialar, magazin basınına malzeme oluşturması dışında aklı başında kimsenin itibar etmeyeceği basiretsiz, ferasetsiz, gülünç komplo teorilerinden ibarettir. Aradan 20 yıl geçmesine rağmen ortada Türkleri hedef alan herhangi bir genetik silah olmaması da bu iddianın gerçek dışı bir akıl tutulması olduğunun göstergesidir. Türk milleti sapasağlam ayaktadır. Tüm ülkeleri kasıp kavuran COVID-19 pandemisi bile Türk milletini etkilememiştir.
Dolayısıyla, bugün, kampanyanın üzerinden 20 yıl geçtikten sonra -üstelik Eski Sağlık Bakanımızın vefatı vesilesiyle- delilsiz, belgesiz dedikoduları tekrar gündeme getirmenin iyi niyetli olmadığını düşünüyoruz.
Bu kapsamda tüm basın mensuplarını vicdanını, basiretini, ferasetini kullanıp doğruyu araştırıp bulmaya davet ediyor, gerçekleri kamuoyunun bilgisine arz ediyoruz.
0 notes
jansetjankat · 5 years
Photo
Tumblr media
Sn #AdnanOktar ’ın görüşlerinin tersini savunan bazı şahısların TBAV camiası ile uzaktan yakından bir alakası yoktur. Sosyal Medyadaki Ajan Provokatörlere Dikkat! Kendilerini Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını güya savunuyor gibi gösterip TBAV Camiasının canla başla savunduğu milli oluşumlara sinsice tavır alan ajan provokatörlere herkes dikkat etmeli. https://www.instagram.com/p/BwNwX-sgcE9/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=6hwkmrs0ktn6
0 notes
Text
1.2. Etkin Pişman Olmak Mecburiyetinde Kalan Arkadaşlarımız Kandırılarak İşlemedikleri Suçları Kabul Edip Yüklenmeleri Sebebiyle, Gerçekte Kendilerinin de Masum Olduklarını İspat Edecek Dosya Kapsamında Savunma Delillerinden de Bilmeden Feragat Etmektedirler
Tumblr media
Çünkü dava dosyası yerel mahkemenin verdiği bu karardan sonra sırasıyla önce İstinaf Mahkemesine, oradan da Yargıtay'a gidecektir. Dolayısıyla dava dosyasının bundan sonraki aşamaları duruşma yapılmaksızın ilerleyecek olup, bundan sonrası hep yerel mahkemenin verdiği kararların usül ve yasalara uygun olup olmadıklarının evrak üzerindeki tarafsız kontrollerinden ibaret olacaktır.
Yani ta soruşturma aşamasından başlayıp, yerel mahkemenin vermiş olduğu karar aşamasına kadar geçen süre içerisindeki tüm dosya hareketleri, olaylar, kararlar, deliller, mütalaalar vb. her şey, hem usul hem de esasa ilişkin olarak dosya üzerinden incelenecek ve iddia makamı ile yerel mahkeme heyetinin -savunma avukatlarının tüm ikaz ve uyarılarına rağmen- yapmış ve göz yummuş olduğu yüzlerce hak ve hukuk ihlalleri, Yargıtay tarafından evrak üzerinde tek tek belirtilerek bozma gerekçeleri olarak belirtilecektir.
Bununla birlikte Yargıtay'ın evrak üzerinde yapacağı değerlendirmelerde, YARGILANANLAR EĞER HAKLARINDAKİ SUÇLAMALARI REDDETMİŞLERSE, CEZA VE CEZASIZLIK KARARI İHTİMALİ %50 - %50 OLARAK BELİRTİLMİŞTİR ve yargılananlara ceza verilebilmesi için, bu kişilerin dosya kapsamında suçlu olduklarının tüm şüphelerden uzak bir şekilde delillerle ispatlanabilmesi gerekmektedir. Ancak Etkin Pişmanlık Uygulamasını kabul edip kumpas çetesinin aldatmacasına kanarak İŞLEMEDİKLERİ SUÇLARI ÜSTLENEREK KABUL EDİP, İKRAR EDENLER KONUSUNDA CEZA UYGULAMASI KESİN HALE GELİR VE BUNUN DEĞERLENDİRMESİ %100'DÜR. Yani Yargıtay dosyayı evrak üzerinden inceleyeceği için etkin pişmanlık uygulamasını kabul eden kişilerin kandırılmış olup olmadıklarına bakmaz, bu kişilerin İFADELERİNDEKİ İKRARLAR (KABULLER) ÜZERİNDEN DEĞERLENDİRMESİNİ YAPAR, örgütlü suçlar bakımından ceza indirimi uygulanmasına, ancak örgüt kapsamı dışındaki suçlar bakımından ise CEZALANDIRILMALARINA KARAR VERİR.
Dolayısıyla Etkin Pişman olan arkadaşlarımız, yargılananlar olarak dosya kapsamında ileri sürmüş olduğumuz ve Yargıtay'da Kesin Bozma Gerekçesi olacak suçsuzluğumuzun kesin ispatı hükmündeki savunma delillerimiz olan;
Ceza Hukuku Profesörleri, Yargıtay Onursal başkan ve Üyeleri ile Adli Bilişim Uzmanları tarafından hazırlanmış onlarca Bilimsel Mütalaa,
Yargılanalar ile müşteki ve mağdur olduklarını iddia eden kadın ve kızların (taciz ve tecavüz iddiaları bakımından) bir araya gelmediklerini kanıtlayan HTS Çakışma Kayıtları
Taciz ve Tecavüze uğradıkları iddialarında bulunan kadın ve kızların kendi sözlü beyanları dışında iddialarını kanıtlayacak nitelikte herhangi bir rapor veya biyolojik delil gösterememeleri
Polis operasyonundan 2 yıl önce başlayan emniyetin olağan üstü teknik takip, inceleme ve espiyonaj çalışmalarına rağmen, taciz, tecavüz ve alıkonulma iddiaları bakımından yargılananlar aleyhine tek bir somut bulgu veya delil elde edilememiş olması.
Takip edilip izlenen evlerden hiç birisinden bağırıp çağırma, şikayet veya olağan dışı bir şey olmayıp, polis tarafından kontrol edilen çöp ve atıklardan da herhangi bir biyolojik bulgu elde edilememiş olması
Müşteki ve mağdur oldukları iddia edilen kadınların son derece eğitimli, kültürlü, gece hayatı, erkek arkadaşları olan sosyal çevre ve statüsü olan kız ve kadınlar olup, yapılan pskiyatrik incelemelerde de kendilerinde herhangi bir zeka geriliği veya iradelerinin fesada uğratıldığına ilişkin herhangi bir emarenin olmadığı yönündeki psikiyatri raporları
gibi çok sağlam yüzlerce delilden BİLMEDEN FERAGAT ETMİŞ BULUNMAKTADIRLAR. Dolayısıyla bu deliller Yargıtay aşamasında yargılanan arkadaşlarımızın beraatlerine vesile olurken, etkin pişmanlık uygulamasıyla kandırılarak işlemedikleri suçları ikrarlarıyla kabul edenler ise kaçınılmaz şekilde %100 CEZA İLE KARŞILACAKLARDIR.
0 notes
Text
2. ETKİN PİŞMANLIK YASASI HÜKÜMLERİNİN TBAV CAMİASI MENSUPLARINA YÖNELİK HAKSIZ VE HUKUKSUZ UYGULAMALARI ile KUMPAS ÇETESİNİN ETKİN PİŞMAN DEVŞİRME ÇALIŞMALARI
Tumblr media
2.1. Tutuklu TBAV camiası mensuplarına, “ETKİN PİŞMANLIK” yasasının amacı ile yasal koşullarına (CMK m.148) muhalif uygulamalarda bulunulmuş olması, AÇIKCA HUKUKA AYKIRILIK TEŞKİL ETMEKTEDİR.
Türk Ceza Kanunu’nun çeşitli maddelerinde düzenlenmiş olan “Etkin Pişmanlık” müessesesi, kişinin işlediği suçtan dolayı özgür iradesiyle sonradan pişman olması, suç teşkil eden fiilin meydana getirdiği olumsuzlukları gidermesi ve ceza adaletine olumlu davranışlarıyla katkı sunması durumunda değerlendirilen bir ceza hukuku uygulamasıdır.
Etkin pişmanlığın uygulanması ve geçerli olabilmesi için her şeyden önce ortada tamamlanmış bir suç ve bu suçun mağdurlarının olması gerekmektedir. Mevcut dosyada ise hiçbir somut delili bulunmayan, iftira mahiyetindeki bazı gerçek dışı müşteki beyanları dışında ne bir suç ne de gerçek anlamda bir mağdur bulunmamaktadır.
Örneğin, dosyamızdaki tutuklamaya esas teşkil eden en belirgin suç isnatlarından olan “kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma” ve “cinsel dokunulmazlığın ihlali” eylemlerinden dolayı MAĞDUR OLDUKLARI İLERİ SÜRÜLEN KIZ ve KADINLAR DA TUTUKLANMIŞTIR.
Dosya içeriğine göre mağdur olarak mı, şüpheli olarak mı değerlendirildikleri belirsiz olan bu kişilerin esasen tutukluluğu gerektiren hiçbir suçları bulunmadığı halde, insani sınırları zorlayan bazı koşullarda bekletilmelerinin amacı ise, soruşturma kapsamında ortaya atılan asılsız iddiaları zorla kabul etmelerinin sağlanarak birer “sözde itirafçı” konumuna gelmelerinin sağlanmasıdır. Bu yolla, somut delilden yoksun olan dosyanın içinin doldurulması ve hayali senaryolardan ibaret olan iddiaların bir şekilde somutlaştırılması amaçlanmaktadır.
Oysa ki Etkin Pişmanlığın uygulanabilmesi ve geçerli olması için gerekli en önemli yasal koşul, etkin pişmanlıktan faydalanmak isteyen şüphelinin bu davranışının özgür iradesine dayalı olmasıdır. Yani, etkin pişmanlık ve bu kapsamdaki beyan ve ifadeler, “ÖZGÜR İRADE” ile verilmelidir.
Avukat nezaretinde yapılan emniyet sorgusunda, hür iradeleriyle, kendilerine yöneltilen tüm iddia ve isnadları cevaplayan ve bunların asılsız olduğunu açıkça beyan eden kişilerin; tutuklanarak insani sınırları zorlayan bazı koşullarda aylarca cezaevinde tutulmaları ve bu esnada bazı art niyetli avukatlar ile bazı emniyet mensupları aracılığıyla sistematik şekilde gerek tehdit edilerek, gerekse aldatılarak “İTİRAFÇI OLMAYA ZORLANMALARI”, etkin pişmanlık yasasının “ÖZGÜR İRADE” koşulunun açık bir ihlali hükmündedir.
Nitekim, Yargıtay 5. Ceza Dairesi Onursal Üyesi ve Türkiye'nin İlk Baş Ombudsmanı M. Nihat Ömeroğlu, bu gerçeği, Milliyet Gazetesi’nde 11.06.2017 tarihinde yayınlanan köşe yazısında kanunlar ve Yargıtay içtihatları ışığında şöyle açıklamaktadır :
“Etkin pişmanlık ÖZGÜR İRADE ile AÇIKLANMALIDIR. Etkin pişmanlıkta şüpheli veya failin özgür iradesi ile beyanda bulunması gerekir. Kanuna aykırı deliller veya suç teşkil eden yöntemlerle (dolaylı yolla olsa dahi) alınırsa ifade özgürlüğü, adil yargılama ve hukuk ihlal edilmiş olur ve asla kabul edilemez. Etkin pişmanlık sadece yararlananı ilgilendirmeyen, birçok kuruluş veya kişiyi etkileyebileceğinden ÖZGÜR İRADE İLE AÇIKLANMAZSA HUKUK ve ADALETİN KATLEDİLMESİ SONUCUNU DOĞUR. İlk akla gelenler CMK yazılı beyanın “özgür irade” ye dayanması, “kanuna aykırı bir yarar vaat” edilmemesi, “yasak delille elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da, delil olarak kabulü”, “müdafi hazır bulunmadan kollukça alınan ifade şüpheli veya sanık doğrulamadıkça” değerlendirmeye alınmaz.” 
Yargıtay Onursal Üyesi M. Nihat Ömeroğlu’nun yukarıda ifade ettiği gibi, dolaylı olarak da olsa, bir kişinin iradesinin kanuna aykırı yöntemlerle zorlanması yasaktır, hukukun ve adaletin katledilmesi anlamına gelir.
Sayın Ömeroğlu'nun atıfta bulunduğu, yasak ifade alma usullerini düzenleyen Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. Maddesi’nin birinci fıkrası ise şöyledir:
“Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.”
Bu kanun maddesinde de açıkça ifade edildiği üzere, bir sanığın özgür iradesini engelleyici nitelikte, kendisine yönelik uygulanacak kötü davranma, yorma, tehditte bulunma ve aldatma gibi yöntemler kanunen yasaktır ve esasen işkence kapsamında kabul edilmektedir.
İşte mezkur soruşturma kapsamında cezaevinde tutuklu bulunan TBAV mensubu arkadaşlarımızın maruz bırakıldıkları; özgür iradeyi zorlayan ağır tutukluluk şartları ve bazı avukatlar tarafından gerçekleştirilen sözde itirafçı olmaları yönündeki aldatıcı söylemler ile baskı ve tehditler, KİŞİNİN İRADESİNİN DOLAYLI OLARAK ZORLANMASI kapsamında olup, dolaylı bir işkence metodu olarak kabul edilmelidir.
Bu nedenle, aynı zamanda işkence suçunu teşkil eden bu eylemler, ETKİN PİŞMANLIK UYGULAMASININ KANUNLAR İLE ÇİZİLEN AMAÇ ve YASAL KOŞULLARINA AÇIKÇA AYKIRI olup, hukukun ve adaletin de katledilmesi anlamına gelmektedir.
0 notes
Text
2.3. Tutuklu TBAV mensuplarına yönelik bu hukuksuz uygulamalar “uzatılmış, dolaylı işkence metodu” olması sebebiyle, Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi ile Hukuk Devleti ilkesine de aykırıdır.
Tumblr media
Prof. Dr. Ersan Şen, Haber7.com sitesinde Temmuz 2014 yılında yayınlanan “Haksız Tutuklama İşkence Yasağının İhlali Sayılır” başlıklı makalesinde şu hukuki tespitlerde bulunmuştur:
“…Esas itibariyle haksız tutuklamanın bir yandan da işkence veya insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza sayılması gerektiği tartışmasızdır. Çünkü masumiyet/suçsuzluk karinesi altında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından yoksun bırakılmak suretiyle tutuklanan ve uzun bir süre kapalı cezaevi şartlarında tutulan, yani olağan günlük yaşam şartlarından koparılıp birçok hak ve hürriyeti kısıtlayarak bir yere kapatılan kişi, işkenceye, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye veya bir tedbir olan tutuklama vasıtasıyla cezaya maruz bırakılmıştır.
Özellikle tutukluluğun açık hukuka aykırılığında veya tutuklama tedbirinin bir insanı baskı altına almak veya toplum yaşamından koparmak için uygulandığı durumda başka bir unsur veya kanıt aramaksızın İHAS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) m.3'de düzenlenen işkence yasağının ihlal edildiği kabul edilmelidir.”
Görüldüğü üzere, Prof. Dr. Ersan Şen, tek başına haksız tutuklamanın kendisinin dahi işkencenin varlığının kabulü için yeterli olduğunu ifade etmektedir. Yani tutuklanan kişinin cezaevindeki yaşam koşullarında hiçbir sorun olmasa dahi, tutuklama haksız ise işkencenin varlığı da sabittir.
TBAV camiasına yönelik yürütülen soruşturma ve yargılama sürecine baktığımızda ise haksız tutuklamaların yanı sıra, yukarıda örneklerini verdiğimiz durumun vahametini arttıran sayısız hukuka ve vicdana aykırı uygulamanın da varlığı söz konusudur ki, bu mevcut işkencenin boyutunu daha da belirgin hale getirmektedir.
Prof. Dr. Ersan Şen’in atıfta bulunduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. Maddesinin hükmü şöyledir:
“İşkence Yasağı: Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.”
Bu hüküm uyarınca; tutuklu TBAV camiası mensuplarına yönelik yukarıda bazı örneklerini sıraladığımız uygulamaların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin de açık bir ihlali olduğu konusunda şüphe bulunmamaktadır.
0 notes
Text
ETKİN PİŞMANLIK UYGULAMASI BİR ÇOK YÖNÜYLE EVRENSEL HUKUKA VE AHLAKA AYKIRIDIR
GİRİŞ / ÖNSÖZ
Tumblr media
Ülkemiz, başta Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan, Adalet Bakanımız Sayın Gül ve aralarından Yüksek Yargı Organları mensuplarının da bulunduğu pek çok kişi tarafından dile getirildiği üzere, milletimizin Yargı ve Adalete olan güvenlerinin cumhuriyet tarihinin en düşük seviyesine gerilemiş olduğu, halkımızın Adalete büyük özlem duyduğu bir dönemden geçmektedir.
Bu öyle bir dönem ki; Hukukun işleyiş ve uygulanışındaki hata ve haksızlıklardan kaynaklı olarak, kimi azılı suçluların hatta cinayet işlemiş katillerin ellerini kollarını sallayarak tahliye olup serbestçe sokaklarda dolaşabildikleri, ancak buna karşın masum oldukları ispatlanmış kişilerin ise çeşitli hukuksal yorum ve bahaneler üretilerek cezaevlerinde tutulmaya devam edilebildiği, hakim ve savcıların bir karar vermeden önce “vereceğim karar yüzünden, yarın başıma bir şey gelir mi? görevden alınır mıyım? bu kararımdan dolayı ben de yargılanır mıyım?” şeklinde düşünerek hareket ettikleri, sert rüzgarların günden güne yön değiştirdiği çok huzursuz ve riskli bir dönem.
Böyle dönemlerden en çok etkilenen mekanizmalardan birinin adalet sistemi olduğu ise Türkiye’nin acı gerçeklerinden biri. Ortada suç veya suça dair somut bir delil olmadığından, kumpaslar ve komplolarla oluşturulan dava dosyalarının en önemli unsurları ise etkin pişmanlık ve gizli tanıklık müessesleri. Her ikisi de hukukun dışına kolaylıkla çıkılabilen alanlar olmakla birlikte, etkin pişmanlık -kendini sözde kurtarabilmek adına- kişiye yapmadığı eylemleri ve işlemediği suçları yüklenmeyi de beraberinde getirdiği için “pişmanlık” adı altında kişinin kendisini mahvedecek bir yolun seçilmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ortada bir “kurtuluş değil”, zamana yayılmış bir nevi işkence ile işlenmemiş suçu üstlenme ve “kendi eliyle kendini yok etme” vardır.
DİĞER BİR DEYİŞLE ETKİN PİŞMAN OLAN İNSANLAR KURTARILMAMAKTA, BİR TUZAĞIN İÇİNE ÇEKİLMEKTEDİRLER.
Etkin pişmanlık, kişiyi küçük düşürmek, aşağılamak için uygulanan ilkel, acımasız, gayri ahlaki bir metottur. Sevgiyi, sadakati, sabrı, vefayı, yiğitliği yok eden; korkaklığı, vefasızlığı, sadakatsizliği, kalleşliği, teşvik eden bir sistemdir. Kumpasçıların kendilerince zayıf halka tabir ettikleri, karakteri zayıf, egoist, bencil, korkak, vefasız, sadakatsiz, imanı zayıf kişilerden elde ettikleri insan tiplemeleridir.
Adaletten beklenen hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilen deliller ışığında maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu göz ardı edilerek, sadece kamuoyundaki galeyanın veya sosyal medyadaki kontrolsüz yaygaraların tatmin olmasını esas alıp sözde suç ve suçlular tespit edilerek cezalandırılmaları yoluna gidilmesi hakka ve vicdana uygun değildir.
İçinde bulunduğumuz dönemde, hukukun işleyişine ve adaletin tecellisine en büyük zararı veren uygulamaların neler olduklarını sorduğumuzda, değerli ceza hukukçularımız bunlardan birisinin de “ETKİN PİŞMANLIK” yasanın, yanlış yorum ve pratikteki hatalı uygulamaları olduğu konusunda hemfikirdirler.
Etkin pişmanlıktan faydalananların ifadesi bir beyan delilidir. Günümüz modern ceza hukukunda mağdur beyanları bile tek başına yan deliller ile desteklenmedikçe şüpheli olarak nitelendirilmektedir.
Beyan delilleri ile ilgili Prof. Dr. Ahmet Gökçen tarafından hazırlanan Ceza Muhakemesi Hukuku kitabının 356 sayfasında;
“Beyan delilleri arasında özellikle mağdur beyanının doğruluğu, tarafsızlığı veya gerçeği yansıtmama ihtimali daha ağırlıklıdır. Zira mağdurun şüpheli ve sanık gibi muhakeme süjelerinden biri olması, dahası şüpheli ve sanık ile menfaat çatışması içerisinde olması, maddi vakıanın doğrudan tesiri altında bulunması ve doğruluğu güvence altına alan yemin verdirilmeden beyanının alınması gibi nedenlerle tarafsız beyanda bulunması beklenemez ve kabul edilemez. Bu nedenle mağdurun, öç alma duygusuyla hareket edebileceği, sanığa daha çok zarar vermek amacıyla isnadı ağırlaştırmaya çalışabileceği veya gerçekte işlenmiş bir suç olmamak la birlikte nefret, intikam, menfaat temini gibi sebeplerle gerçeğe aykırı beyanda bulunabileceği göz önünde bulundurularak beyan değerlendirilmelidir.” denilmektedir.
Bu gerçek ışığında değerlendirildiğinde etkin pişmanlık beyanlarının delil değeri taşımayacağı açıkça görülmektedir. Etkin pişmanlık beyanları tamamı soyut olmakla beraber modern hukuk görüşünde artık itirafçı adı altında alınan beyanlarla mahkûmiyet kurulamayacağı anlaşılmıştır. “Ya birilerini suçlarsın ya da 20-30 yıl hapis yatarsın” uygulamasının adil yargılamaya uygun olmadığı açıktır.
Bu sebeple maddi delillerin tek başına ispat gücü bulunduğu halde, beyan delili sübjektif, göreceli, yanılgılı veya taraflı olabileceğinden tek başına ispat için yeterli değildir. Bu nedenle, mutlaka yan delille desteklenmelidir
Etkin pişmanlık müessesesi, ülkemizde çok yanlış yol ve metotlar kullanılarak uygulanmakta, normalde adalet sağlaması gereken sistem bunun tam aksine, yeni yeni mağduriyetlere ve adaletsizliklere sebebiyet vermektedir. Bu sistemin ülkemizdeki olağan hale gelmiş bulunan hatalı uygulamasındaki mantıksızlığı bir örnekle açıklamak gerekirse;
Yapılan bir operasyonla on kişinin yakalandığını varsayalım, öncelikle bu on kişi içerisinden, diğerlerine göre güçsüz veya zayıf olduğu düşünülen beş kişi ayrılıyor. Ayrılan bu beş kişi tutuklanarak korkunç ortamlara sokulup canları yakılıyor, ömür boyu buradan çıkamayacakları, bir daha ailelerini göremeyecekleri, mallarına mülklerine el konulacağı ile tehdit edilip korkutularak dehşete düşürülüyor ve biran evvel bu ortamdan kurtulabilmek ümidiyle, diğer beş kişi aleyhinde gerçek dışı, uydurma ifadeler vermek zorunda bırakılıyorlar. Bunun sonucunda beş kişi tahliye edip, diğer beş kişi ise mahkum ediliyor ve buna da SÖZDE “ADALET” denilerek insanların da buna inanmaları bekleniyor.
Böyle bir uygulamanın adalet değil, aksine bir zulüm ve aleni bir kumpas olduğu, bu kumpasın dünyanın hangi ülkesinde, hangi masum insanlara uygulanırsa uygulansın, mutlak surette aynı neticelerin vereceği, ancak bu neticeye ASLA ve ASLA “ADALET” DENİLEMEYECEĞİ de ortadadır.
Dolayısıyla vatandaşlarımızın hukuka ve adalete derinden sarsılmış olan güvenlerinin yeniden tahsis edilmesi için acilen atılması gereken adımlardan birisi de, Etkin Pişmanlık yasasının yanlış ve hatalı uygulamalarının biran evvel önüne geçilmesi ile bundan kaynaklı mağduriyetlerin telafisi olmalıdır.
Bu yazımızda “Etkin Pişmanlık Yasası” ile yasanın suistimale açık olarak, yanlış ve hatalı uygulamalarından kaynaklanan hukuksuzlukları ve mağduriyetleri, Sayın Adnan Oktar ve TBAV camiası mensubu arkadaşlarımızın yargılanmakta oldukları dava özelinde incelemek istemekteyiz.
Ayrıca bizzat bu davanın yargılananları arasında bulunmamız ile polis operasyonun düzenlendiği tarihinden bugüne değin yaşanılanların en yakın şahitleri de olmamız sebebiyle, Etkin Pişmanlık Yasası'nın art niyetli, yanlış ve hatalı uygulamalarının belki de ülkemizdeki en bariz örneklerinin bu davada yaşandığını söylersek haksız da sayılmayız.
0 notes
Text
2.2. Tutuklu TBAV mensuplarının iradelerini zorlamaya yönelik maksatlı olarak gerçekleştirilen baskı ve zulüm niteliğindeki hukuka ve vicdana aykırı bazı uygulamalar
Tumblr media
Yargılama süresi boyunca cezaevinde tutuklu bulunan TBAV camiası mensupları, soruşturmanın ilk aşamasından bu yana birçok hukuka ve vicdana aykırı uygulamanın mağduru olmuşlardır. Bu uygulamaların birçoğunda mükerrer taleplere rağmen ısrar edilmesi de bunların bilinçli olarak tutuklu kişilerin iradelerinin zorlanması amacıyla gerçekleştirildiğini akla getirmektedir.
Yazımızda saymakla bitiremeyeceğimiz, birçoğu cezaevlerinin kapalı kapıları ardında gerçekleşen bu uygulamaların birkaç çarpıcı örneğini dikkatinize sunmamız durumun vahametinin anlaşılması için yeterli olacaktır:
Bilindiği üzere, polis operasyonu sırasında arkadaşlarımızın yıllardır vekilliğini yürüten avukatları da gözaltına alınmış, gözaltında bulundukları sırada tanıdıkları bir avukatın yardımından mahrum kalan kişilere, bazı art niyetli avukatlar adeta musallat olmuş; bu avukatlar gözaltındaki kişileri hem gerçek dışı bilgilerle kandırıp aldatmaya çalışmışlar, hem de çeşitli hakaret ve tehditlerle, sözde itirafçı olmaya zorlamışlardır.
Emniyetteki gözaltılar sonrasında mahkemenin verdiği tutuklama kararıyla birlikte ise teamüllerle bağdaşmayan ve arkadaşlarımızı özellikle mağdur etmeye yönelik haksız ve hukuksuz uygulamaların dozu da olabildiğince artırılmıştır. Örneğin tutuklanan arkadaşlarımız; haftalarca bir tutukevinden diğerine nakledilerek mağdur edilmiş, bilinçli olarak Türkiye’nin çeşitli illerindeki cezaevlerine dağıtılmış, kendisine bakması zor olacak, rahatsızlığı bulunan kişiler tek başlarına kalacakları şekilde özenli bir çalışma yürütülmüştür.
Tutuklamaların üzerinden altı ay geçtiğinde bile tanıdığı arkadaşlarıyla birlikte aynı koğuşta kalırken yeri değiştirilerek yalnız bırakılan ve bu yolla yaşam koşulları zorlaştırılan tutuklu arkadaşlarımız mevcuttur. Bir bayanı, tanıdığı iki arkadaşıyla birlikte kaldıkları koğuştan bir gerekçe olmaksızın tek başına kalacağı başka bir koğuşa transfer etmenin, zaten çok zor olan yaşam koşullarını daha da zorlaştırmaktan başka ne sonucu olabilir? Böyle bir uygulamanın, tek başına bırakılan kişiyi psikolojik bir baskı altına almak, rahatsız etmek, bunaltmak, savunmasız bırakıp yıldırmak amacı taşıdığına kimsenin şüphesi bulunmamaktadır.
Cezaevlerinin birçoğunun yetersizlikleri ve mevcut durumu, tutukluları ciddi olarak sıkıntıya sokacak, rahatsız edecek, yoracak, psikolojik olarak baskı altına alacak mahiyettedir. Cezaevlerindeki kapasite yetersizliği ve tutuklu sayısının çokluğu nedeniyle, birçok cezaevinde tutuklular yerde ya da dönüşümlü şekilde yatmakta, örneğin 15 kişi kapasitesi bulunan koğuşlarda en az 30 kişi kalmaktadır. Soğuk kış aylarında, yeterli ısıtma sağlanamamakta, bu durum özellikle soğuğa karşı hassas bünyeye sahip olan bayanların ciddi mağduriyetine ve hastalanmalarına yol açmaktadır. Sıcak su, çok kısıtlı süre ile sağlanmakta, bazı günler hiç verilmemektedir. Beslenme imkanları son derece kısıtlıdır. Et ve yumurta gibi besin maddelerini çok kısıtlı miktarda alabilen tutuklularda, beslenme eksikliği dolayısıyla kilo ve kas kaybı ve çeşitli hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Bu ve bunun gibi birçok insani sınırları zorlayan koşullar, hukuka aykırı bir biçimde uzatılan tutukluğun ne zaman sona ereceğine ilişkin belirsizlikle birleştiğinde; tutuklular üzerinde psikolojik ve fiziki olarak ciddi bir baskı ve mağduriyet oluşturmuştur.
Halen tutukevlerinde, sağlık durumlarıyla bağdaşmayan olumsuz koşullarda yaşamını sürdürmeye çalışan birçok arkadaşımız bulunmaktadır. Tedavisi gerektiği şekilde yapılmadığı takdirde ölümcül sonuçlar doğurabilecek kalp rahatsızlığı, kanser, yüksek tansiyon gibi rahatsızlıkları bulunan bu arkadaşlarımıza ilaçlarının ulaştırılmasına ve hastanede tedavilerinin sürdürülmesine müsaade edilmemiş, bu konuyla ilgili savcılıklara yapılan başvurular ise dikkate dahi alınmıştır.
Örneğin; sırf Sayın Adnan Oktar'ın akrabası olması sebebiyle 1 yıla yakın bir süre tutuklu bulunan 75 yaşındaki Mete Oktar, kanser hastası olup, cezaevi şartlarında tedavisinin sağlıklı bir biçimde yürütülmesi mümkün olmamasına rağmen, 30 kişilik toplu bir koğuşta, yanında hiçbir tanıdığı ya da arkadaşı bulunmaksızın, ağır suçlardan hüküm giymiş kişilerle birlikte tutulmuştur. Mete Oktar, tedavisi için hastaneye sevk edilirken dahi elleri arkadan kelepçeli bir vaziyette götürülmüş; yolculuk esnasında bilekleri kelepçeden yaralanarak kan revan içinde kalmış, bu şartlarda hastaneye tedavi için sevk edilmektense, cezaevinde kalıp tedavisini aksatmayı tercih eder hale getirilmiştir. Bu yaştaki hasta bir insana böyle bir muamelenin mazur görülmesinin geçerli bir mantığı elbette olamaz. Devletimiz, vatandaşını korumakla mükelleftir. Hiçbir geçerli nedeni olmadığı halde; sadece kişinin iradesini zorlamak ve talep edilen ifadeyi gerçek dışı da olsa vermesini sağlamak amacıyla böyle bir muamelenin yapılmasının, her şeyden önce bir suç olarak kabul edilmesi gerekmektedir.
Mete Oktar dışında, kanser hastalığı bulunan ve cezaevi şartlarında tedavisinin sağlıklı bir biçimde yürütülmesi mümkün olmayan en az 10 bayan arkadaşımız da tutuklu olup bu hanımlar, tedavilerini sağlıklı olarak sürdüremeyecekleri, kendilerine gerekli bakımın yapılmasının mümkün olmadığı şartlarda tutulmuşlardır. Bu kişiler adeta canlarıyla ve masum insanlara iftara atmak arasında bir seçim yapmaya zorlanmışlardır.
Yalnız kanser hastası olan tutuklu arkadaşlarımız değil, bunun yanı sıra, kalp rahatsızlığı, diyabet ve yüksek tansiyon gibi hayati risk taşıyan rahatsızlığı bulunan birçok tutuklu arkadaşımızın da aynı muamelelere maruz bırakılmış, ihtiyaç duydukları ilaç ve tedavi hizmetine müsaade edilmemiştir. Bu ve benzeri birçok vakaya yönelik olarak, Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan başvuru ve taleplerin tümü de sebep gösterilmeksizin reddedilmişlerdir.
Kamuoyunda suni olarak oluşturulan infial dolayısıyla kalabalık koğuşlarda kalması güvenlik sorunu teşkil edebilecek birçok arkadaşımız, savcılığa yaptığımız uyarılara ve başvurulara rağmen, başka hükümlü ve tutuklularla beraber kalabalık koğuşlarda tutulmuşlardır. Hiçbir sabıkası ve cezaevi tecrübesi olmayan arkadaşlarımız özellikle savunmasız kalacakları şekilde, tek başlarına ağır sabıkalı ve tehlikeli suçluların bulunduğu kalabalık koğuşlara dağıtılmışlardır.
Birçok hanım arkadaşımız, “travesti” tabir edilen kişilerin kaldığı koğuşlarda tutulmuşlar, bir kısmı cinayet hükümlüsü olan, tehlikeli ve sabıkalı bu kişilerin yanı sıra, ağır psikolojik tedavi gören müebbet hapis cezası almış bazı kişiler de yine arkadaşlarımızla aynı koğuşlarda tutulmakta; bu yolla her saniye tehdit altında yaşayan hanım arkadaşlarımız üzerinde sabır ve takat sınırları zorlanarak ağır bir baskı kurulmaya çalışılmıştır.
Zulüm mahiyetindeki tüm bu uygulamalara paralel bir biçimde, bu komplonun arkasında bulunan iftira çetesi de yargılamanın görüldüğü mahkemeyi etkilemeye yönelik hukuksuz faaliyetlerini sistematik olarak sürdürmüşlerdir. Bu kişiler, bir yandan basın ve sosyal medya aracılığıyla Sayın Adnan Oktar’a ve diğer arkadaşlarımıza akla hayale gelmeyen iftiralar atarken, bir yandan da tutuklu arkadaşlarımız ve ailelerini, gönderdikleri mektuplarla ve cezaevi ziyareti yoluyla tehdit ederek onları zorla iftiracı yapmaya yönelik organize bir faaliyet yürütmüşlerdir.
Bu iftiracı kişilerin bir kısmı, tutukevlerinin kapısında yanlarında polis memuru olduğunu söyledikleri kişilerle birlikte bekleyerek ziyarete gelen tutuklu ailelerini tehdit etmekte, kendilerine devlet görevlisi süsü vererek “çocuklarını hapisten kurtarmak için şikayetçi olmaları ve çocuklarını sözde itirafçı olmaya ikna etmeleri gerektiği, aksi taktirde çocuklarının yüzlerce yıl hapis yatacakları” şeklinde yalanlarla kendilerine işbirlikçi devşirmeye çalışmışlardır. Hatta bu çalışmalarda öylesine ileri gitmişlerdir ki, çetenin kimi üyeleri, şikayetçi oluşturmak için 800’den fazla telefon görüşmesi yaptıklarını sosyal medya hesaplarından övünerek anlatmaktan bile çekinmemişlerdir.
Yine bu kumpas çetesinin ayarladığı bazı avukatlar, gözaltındaki hanım arkadaşlarımızı ziyaret ederek ağza alınmayacak küfür, hakaret ve tehditlerle kendilerini sözde itirafçı olmaya zorlamışlar, hatta bu avukatlardan biri, yabancı uyruklu olan evli bir hanım arkadaşımızı, istenen iftira içerikli ifadeyi vermezse, fuhuş suçundan tutuklu kişilerin bulunduğu cezaevine gönderteceğini söyleyebilecek kadar dahi ileri gidebilmişlerdir. Ancak işin daha acı tarafı ise, bu kişiler açıkça suç teşkil eden bu eylemlerini pervasızca sürdürmelerine ve bu eylemlerini devlet desteğiyle yaptıklarını çekinmeden ifade etmelerine rağmen, ne yazık ki bu hukuksuzluğa alenen göz yumulmasıdır.
0 notes