İçinde senden başka ses yoksa o ev ölüdür, dedim. Olur mu, dedi, bir tek sen olsan bile o evin içi dünyayla doludur.
Yalnızlığı biliyorum, dedim. Hayal ve hatıradan yapılmış zamanı biliyorum. İnsan yüreğinin bir başına gezdiği yerleri biliyorum. Yaşayan bir sesten söz ediyorum. Kendi kendine konuşmak yerine birisine bir söz söylemekten. İçindeki sesin bir başkasında can bulmasından. Bininci kez duyuyor olsak da, bize bakarak söylenmiş bir söze sevinmekten. Eşyalara bile hayat veren bir sesten. Kapının dışında bir şenlik alayı gibi çınlayan, “benim” sesinden. Fotoğrafların çerçevelerinden inip koltuklara oturduğu bir sesten.
Elbette ölümü biliyorum!
Ayda bir kez de olsa kapının çiçek açmasından söz ediyorum. Pencerelerin sokağa gülümsemesinden. Çay bardaklarının soluğumuzu kırmızıya boyamasından. Aynaların buğulanmasından. Muslukların şarkı söylemesinden. Acı da verse bir insanın hayatımıza dokunmasından. Odaların birdenbire sokaklarla dolmasından. Çatımıza konan yıldızın sabah bahçemize inmesinden. Tanrının, azıcık da bizim yalnızlığımızda soluk almasından söz ediyorum.
Dünyanın en büyük yalnızlığının insan olduğunu elbette ben de biliyorum!
Sen konuşmazsan dünya susuyor biliyor musun? İnsan unutmanın sularını geçti. Kimse kimseyi hatırlamıyor. Anlamını bir gün bile düşünmedikleri bir kalabalık yetiyor herkese. Toprağı ölü bir huzurla değiştiler. Gökyüzünü can sıkıntısıyla değiştiler. Arzuyu pişmanlıkla değiştiler. Kimse bir başkasına misafir olmuyor. Acı bitti. Zaman yok. Gönül soğuk. Sevme korkusu öyle kötürüm etti ki herkesi, yalnızlıktan bunalan insan, dönüp yine kendi yalnızlığına sığınıyor.
Sadece bir ishak kuşu, gecenin öteki yüzünde, rüzgârın yapraklarda uyuduğu keder saatlerinde, hepimizin etine gömdüğü bir eski şarkıyı bir yaşama nişanı olarak dünyaya salıp duruyor. Radyoda bir Urfa hoyratı, dışarıdaki geceden büyük bir gece içimde, boş sokağa bakarak ishak kuşunun ağıtını söylüyorum odalara:
Bu handan / Kervan işler bu handan / Kes siyah zülfünü haraç eyle / Kurtar beni bu kandan.
- Şükrü Erbaş, Kes Siyah Zülfünü Haraç Eyle
(Çırpınıp İçinde Döndüğüm Dünya)
- Görsel: George Frederic Watts’ın Hope/Umut (1885) adlı tablosu (Versiyon 1)
Bu yaşta ne derdi olur dediler aileme anlatamadım, boşver geçer dediler arkadaşlarıma anlatamadım, biri girdi hayatıma gider diye anlatamadım. Ben hep sustum ne olmamı istedilerse kim olmamı istedilerse o oldum. Yetmedi kimseye, her defasında daha fazlasını istediler hep kendimden verdim elimde avucumda verecek bir kendim kalmayana kadar verdim. Sonra sen değiştin dediler böyle değildin sana bir şeyler oldu dediler ben bile artık kim olduğumu bilmiyorum diyemedim, yine sustum. Bu defada suskunluğumu yargıladılar dilime pranga vuranlar…
Acı çekmemek için uzaklaşmaya çalışıyorsun ama seni çağırdığımda bir balık gibi unutuyorsun her şeyi. Okyanus bilmişsin beni. Sarılırken titreyen vücudunu dindirir mi dalgalarım? Ellerimle yüzüne dokunduğumda heyecanlanan nefesini susturur mu öpücüğüm? Göller gibi dolup taşan gözlerini ormanlarına karıştırmak ancak senin yapacağın bir büyüklüktü. Giderken neredeyse düşecek olan ayaklarını gördüm. Ya senin nasıl bir kalbin var adam? Galiba bugüne özeldi havai fişekler. Tam öpecekken kayboldun, belki de öpseydim neler olacağını gösterdiler bana.
Doyasıya yaşamayı yasaklamışlar , elimizden çekip almışlar da hiç sesini çıkarmamışsın gibi. Haklarını suyun damlasına kadar bilirken ağzına kilit takılmışta anahtarını okyanusta kaybetmişliğin suskunluğunu yaşıyor gibisin . Hiç sen sen değilsin bu aralar. Senden öte bir sen var karşımda. Ama mahçup ama hazin ama sessiz. Suskunluğun içime işliyor. Eksik anahtarını ben tamamlamak istiyorum ama ya gidersen ya giderken geri vermeyi unutursan en kötüsü ya bir daha aklına hiç gelmezsem ve ben hep böyle yarım kalmaya mahkum kalırsam ya da zaten kaldıysam ...
-Olsun. Bende pek konuşmam ama ben suskun olunca insanlar bana hep neyin var diye sorar sanki hep birşeyim olmak zorundaymış gibi. Sanki sessiz olanlar hep mutsuzmuş gibi... Sende mutsuzmusun?