Tumgik
#söz mühendisi
anka-khann · 5 months
Text
Ben ve sen; biz olamadık olabilirdik ama sen istemedin benimde artık istenmediğim yerde kalıcak yüzüm kalmadı. Halbuki ben istenmediğimi hissettiğim yerde gölgemi bırakmazdım. Sende kalmak için neler neler yaptım, insan evinden uzak duramazmış sen bana hiç uğramadın bile aklına da gelmeyeyim bundan sonra...
Tumblr media Tumblr media
Yanlış anlama kırgınlığımda kızgınlığımda kendime çünkü herşeyi gören gözüm, gönlüme hiç bişey izah etmeyi beceremedi..✒️📖
174 notes · View notes
endibewurdum · 4 months
Text
"Sırf birisini kaybetmek istemediğin için daha fazla anlayışlı ve affedici olmaya çalıştıkça, karşındakine de hak vermeye, düzeltilr sanarak konuyu kapatmaya çalıştıkça, kimse seni kaybetmekten de incitmekten de korkmamaya başlıyormuş. Hayattan aldığım en büyük derslerden biri bu."
33 notes · View notes
nimhandeee · 1 year
Text
Tumblr media
"Birini mi kaybettin?"
"kimsen olmayınca birini kaybetmiş sayılır mısın? Varlıklarını hissetmedim ama yokluklarını hissediyorum."
55 notes · View notes
yolhikayelerim · 3 months
Text
Sonra sen geldin işte
3 notes · View notes
aptalbalik69 · 1 year
Text
Sevgili ebeveynlerim, ben ayrılıyorum
Sizi seviyorum,ama gidiyorum.
Artık bir çocuğunuz olmayacak
Bu gece
Kaçmıyorum, uçuyorum
İyice anlayın, uçuyorum
Tüttürmeden, alkolsüz
Uçuyorum,uçuyorum
2 notes · View notes
gecedensozler · 1 year
Text
- Söz verdi Olric
+ Ne sözü efendim?
- "İncir ağacı çiçek açınca geleceğim" dedi
+ Ama efendim
- Biliyorum Olric. Sus...
Giden de biliyordu, incir ağaçlarının çiçek açmadığını "Dönmeyeceğim" sözünün en soyut haliydi bu.
4 notes · View notes
nevzatboyraz44 · 1 year
Text
Tumblr media
Harap olmuş Maraş’ta camları bile kırılmamış, boyası, sıvası bile çatlamamış, çizilmemiş bir bina dikkat çekiyor.
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası yazıyor binanın üzerinde.
Birçok kişi “işte akıl, bilim, teknik, mühendislik yolundan şaşılmayınca böyle olur,” diye paylaşıyor.
Tamam, iyi, güzel de, etrafındaki bu harabeye dönmüş şehrin binalarını kimler yaptı?
Bunların (çoğu aynı zamanda inşaat mühendisi olan) müteahhitleri, bu projelerin altında imzaları olan mimarlar, inşaat mühendisleri, hatta zemin etüdünü yapan jeoloji mühendisleri vb. söz konusu kendi binaları değil de, halkın oturacağı binalar olunca o “akıl, bilim, teknik, mühendislik” yolundan neden saptılar?
Bunu yaparken meslek namusu, meslek ahlakı çuvala mı girdi?
Sömürgeci Fransızlar gibi “bon pour l’Orient” (bu Doğu için yeterince iyidir) diye mi düşündüler?
Artık hepimiz, istisnasız 85 milyon, hep suçu başkalarına atıp kendi sorumluluklarımızı hasıraltı etmeye son vermenin vakti gelmedi mi???
Alıntı: Sadi Yumuşak
43 notes · View notes
Text
Tumblr media
"Kendi potansiyelinin kapısını açmak için anahtar sürekli öğrenmede yatar" ifadesi, bireysel ve profesyonel gelişimde sürekli öğrenmenin önemini vurgular. Bu söz, başarı ve yeteneklerin genişletilmesi için öğrenmenin hiçbir zaman sona ermeyeceğini ve bireylerin sürekli olarak yeni bilgiler ve beceriler edinmeleri gerektiğini anlatır.
Bu düşünce, özellikle hızla değişen dünyamızda daha da anlam kazanır. Teknolojinin ilerlemesi, endüstrilerin evrimi ve küresel bağlantılar, öğrenmenin ve kendini geliştirmenin sürekli bir süreç olması gerektiğini gösterir. Örneğin, bir yazılım mühendisi, sürekli değişen teknoloji ve programlama dilleriyle güncel kalmak için devamlı yeni beceriler öğrenmek zorundadır. Bu sürekli öğrenme olmadan, mühendis sektördeki gelişmelere ayak uyduramaz ve kariyerinde geri kalabilir.
Sürekli öğrenme, ayrıca kişisel tatmin ve bireysel yeteneklerin genişletilmesi anlamına da gelir. Yeni bir dil öğrenmek, bir müzik aleti çalmak veya bir sanat formunda ustalaşmak gibi kişisel ilgi alanlarında öğrenmeye devam etmek, bireyin yaşam kalitesini artırabilir ve yeni bakış açıları kazandırabilir. Bu tür öğrenmeler, kişinin dünya görüşünü genişletir ve daha yaratıcı ve yenilikçi olmasını sağlar.
Ayrıca, sürekli öğrenme, bireyin problem çözme yeteneklerini ve karşılaştığı zorluklar karşısında daha esnek olmasını sağlar. Yeni bilgiler ve beceriler, kişinin mevcut sorunlara yeni ve etkili çözümler bulmasına yardımcı olur. Bu, iş hayatında olduğu kadar günlük yaşamda da bireyin karşılaştığı problemlere karşı daha donanımlı olmasını sağlar.
Sonuç olarak, "Kendi potansiyelinin kapısını açmak için anahtar sürekli öğrenmede yatar" sözü, öğrenmenin bir yaşam boyu süreç olduğunu ve bireyin gelişimi için hayati önem taşıdığını hatırlatır. Bu, hem profesyonel başarıyı hem de kişisel doyumu destekleyen bir anlayıştır. Sürekli öğrenme, bireyin dünyayla etkileşimini ve kendini ifade etme biçimini zenginleştirir, böylece kişi kendi potansiyelini maksimum düzeyde kullanabilir.
0 notes
gundemarsivi · 10 days
Text
Tumblr media
Orhan Ayber’e Adil Olmak
✍🏻 Kemalist İlkay
https://www.gundemarsivi.com/orhan-ayber/
Orhan Ayber ağabeyim, 30 Ekim depreminde yıkılan Yağcıoğlu Aparmanında sorumlu görüldüğü ve cezası kesinleştiği için yaklaşık üç aydır cezaevinde. Neden diye soranınız olursa aşağıdaki savunmasını okuyabilirsiniz. Yazısını kendisini ziyaret edebilen eşi aracılığı ile göndermiş.
M Osman Akbaşak
*
Orhan Ayber’in Savunması
“1975 yönetmenliğinde nervürlü demir kullanma zorunluluğu yoktu. 1999’da Marmara depreminden sonra kullanımı zorunlu hale geldi. Beton kalitesini tutturmak kolay değildi, çünkü hazır beton yoktu. Beton ihtiyaçlarını belirli gruplar karşılıyordu ve hiçbirimizin denetleme imkanı yoktu. 2000 yılından sonra hazır betona geçildi. Yağcıoğlu Apartmanı, yapıldıktan sonra çeşitli depremler olmasına rağmen binada çatlak bile oluşmadı. Kolon kesme olayından haberdar değilim. Muhtemelen ben istifa ettikten sonra olmuştur. 1999 yılında görevden ayrıldım. Bina, 23 numaralı kolon ve perdenin kesilmesi sebebiyle yıkılmıştır. Kolonların zayıflığı söz konusu değildir.”
“2000 yılından sonra gelen Yapı Denetim Kanunu’nda mühendislere verilen yetki o yıllarda yoktu. Mühendisler fenni mesul oldukları binaları denetlemek isteseler dahi inşaatlara girmeleri büyük çoğunlukla istenmez ve izin verilmezdi. İnşaata girildiğinde de yapılabilecek tek kontrol demir sayımı olabilirdi. Demir ve beton kalitesini ölçecek laboratuvarlar yoktu. Sadece o zamanki adıyla Bayındırlık İl Müdürlüğü’nün ve İnşaat Mühendisleri Odası’nın laboratuvarları vardı. Bunlar da genellikle tartışmalı konularda çalışırlardı. Asla İzmir’in tamamına yetecek malzeme ve ekipmanları yoktu. Böyle bir alışkanlık ve zorunluluk da yoktu. Hatta hiç kimsenin aklına gelmezdi”
Orhan Ayber
*
Orhan Ayber’e Adil Olmak
Saygıdeğer Orhan Ayber hakkında sizlere ne çok şey anlatmak isterim bir okur olarak, bir arkadaş olarak, bir editör olarak, hatta onu çok seven biri olarak ama elimden geldiğince size onu kısaca tanıtacağım.
Dört yılın üzerinde Gündem Arşivi’nde yazılarını iletmekle onur duyuyorum kendisinin. Her yazısında insani yönü ağır basan, ülke sorunlarına kafa yoran, çözüm ve öneriler sunan harika bir yazardır kendisi ki şahit olmak isterseniz Gündem Arşivi’ndeki tüm yazılarını okumanız yeterli olacaktır.
Bu ülkede hiç konuşulmayacak Küresel Isınma sorununa çözümlere kafa yordu, milli gün ve bayramlarımızı şanla, şerefle kutladı ve tarihten öyle detaylar sundu ki farkındalığımı pek çok kez arttırdı.
Dış Siyasetten yazılarından öyle bir yetiştim ki Putin’in kırmızı çizgilerini, Çin’in ulaşmak istediği noktayı ve ülkemizce doğru olan seçim ilerde ne olmalı gibi bir sürü şeyi yazılarından öğrendim.
Saygıdeğer Orhan Ayber çok bilge, çok bilinçli ve çok iyi niyetli muazzam birisidir. Böyle bir insanın hata yapma ihtimalinin söz konusu olma ihtimaline dahi inanmam mümkün değil.
Kendisinin mesajındaki gibi kesilen kolonun haberlerde altının defalarca çizildiği ve halkça hayretler edildiği bu olayda, nasıl değerli ağabeyim sorumlu tutulur anlamam mümkün değil!
Şakran Cezaevinde şimdi kendisi. Kolonu kesenler ya da kolonun kesilmesine izin verenler içerde değil. Binanın yıkılmasına sebep olan kimseciklere hiçbir suçlama okumadım.
Benim canım ağabeyim günah keçisi değil! O çok değerli bir inşaat mühendisi ve çok değerli bir gazetecidir.
Onun acilen kalemine ulaşıp yazması lazım, çünkü onun yaşam sevinci yazmaktır.
Aylardır ailesi çok üzüldü ve kendisinin sağlığı iyi değil! Her acile gidişinde endişelerimiz çok artıyor.
Yastığa başımı koyup uyumaya çalıştığımda nasıl böyle bir şey yapılır ona sorusu uyutmuyor. Sahi böylesi güzel bir insana nasıl böylesi bir ceza verilir. Hatası yok iken birini suçlamaktan kötü bir şey var mıdır?!
Canım ağabeyim çok onurlu bir insan ve bu olay onu hayli üzmüş ve utandırmıştır, onu tanıyorum. En çok buna üzülüyorum.
Haberlere erişip not alamıyor, her şeyi çokça merak ederek dört duvar arasında yaşıyor bu aydınımız.
En azından umarım ev hapsine döner cezası, eşi Aysel ablamla birlikte hayata tutunur ve en yakın zamanda yeniden aramızda olur dileğimle. Ailesi, dostları ve okurları onu çok özledi!
Eksikliğini fark eden değerli okurları da meraklanarak onu bana soruyor. (Bense yazılarını yayınlamadan yazıları üzerine onu dinlemeyi yani haftalık düzenli haberleşmeyi çok özledim.)
Kalemini çok özlediğim yetmezmiş gibi sağlığından endişelerim artıyor… En mühim olan şey benim için sağlığı.
Umutla bekleyişten başka çare kalmadı, umarım en yakın zamanda olur yanımızda. Eğer bunca olaya dayanamazsa suçlusu kim olacak diyerek sorumluları vicdana davet ediyorum.
Kemalist İlkay
0 notes
korkutkalkan · 17 days
Link
Atatürk Üniversitesi Deprem Araştırma Merkezi kurucusu, Jeoloji Mühendisi Dr. Mehmet Salih Bayraktutan, iddia edildiği gibi İstanbul'da çok ağır ve yıkıcı bir deprem beklenmediğini söyledi. Bayraktutan, "İstanbul'a ön yargılı yaklaşım, arazideki olumlu jeolojik gerçekleri görmezlikten gelmenin sonucudur. Depreme hazırlık çalışmalarını da olumsuz etkilemektedir. Deprem riskinin yaklaşık 80 kilometre uzunluğundaki Kuzey Anadolu Fay (KAF) segmetinde hareket mekanizmasının değişmesi, doğrultu-atımlı sistemden normal-atımlı hareket tarzına geçmesi, Çınarcık çöküntüsüne doğru akan çok sayıda kompleks heyelanların egemen oluşu, kuvvetli yer hareketinin yön ve büyüklüğünün farklılaşması sonucunu doğurmuştur. Bunun da İstanbul'a yansıması, KAF'ın Gerede doğusu ve Silivri batısına göre zayıflamasını sağlamıştır. Türkiye'nin dört bir tarafında olduğu gibi söz konusu İstanbul segmenti üzerinde, 4- 5 büyüklüğünde depremler meydana gelmesi doğaldır. İstanbul'da iddia edilen yıkıcı deprem olmayacak. İstanbul'un en büyük şansı, zeminin geoteknik dayanımı yüksek kayalardan oluşmasıdır. Zemin ve eviniz sağlamsa; rahat uyuyabilirsiniz" dedi. 'KAYA ZEMİNİN DEPREM ŞİDDETİNİ AZALTICI ETKİSİ OLACAKTIR' Kuzey Anadolu Fay (KAF) kuşağında Tatvan'dan Çanakkale'ye uzanan kuşak üzerindeki şehirlerdeki deprem beklentisinin İstanbul'da daha zayıf olduğunu ifade eden Bayraktutan, "İstanbul'un çok büyük bölümünde yüksek geoteknik dayanımda kaya zeminin varlığı, diğer şehirlerde olmayan çok büyük bir avantajdır. Haramidere Vadisi gibi, dere tabanları ile akarsu deltası gibi sınırlı birkaç alan dışında kaya zeminin deprem şiddetini azaltıcı etkisi olacaktır. Kent alanının büyük bölümü kaya zeminden oluşumu, boğazın açığında (Üskudar-Kadıköy) Çınarcık çukurluğu duvarına yaklaşık 20 kilometre mesafede oluşu, İstanbul'un fay kuşağının kuzeyinde ve dışında yükselen blok üzerinde olması, KAF kuşağının körfezin güney kıyısı boyunca uzanan ana fay hattından 40 kilometre uzakta bulunması (Üsküdar-Çınarcık arası) ve yapıların Anadolu'daki binalara kıyasla çok daha iyi teknik hizmet almış olması gibi üstünlüklere sahiptir" diye konuştu. 'SİYASİ MAKSATLI ALGI OPERASYONLARI' Bayraktutan, "Ülkemizde Kuzey Anadolu Fay kuşağı içinde doğrudan fayın üzerinde ve alüvyon zeminde gelişen İstanbul dışında birçok yerleşim yerlerimiz var ve alüvyon zeminlere doğru hızla geliştirilmeye de devam edilmektedir. Gerçek risk altında bulunan bu şehirlerin kısa sürede sağlam zeminlere dönüştürülmeli, buralar kentsel dönüşümle sonuçlandırılmalıdır. Hatta birkaç milyon yapı yıkılacak ve çok yüksek can kaybı rakamları verilmesi, uygulanmakta olan yeni kentleşme stratejisini olumsuz etkileyebilir. Öyle ki İstanbul'da çok ağır hasar ve can kaybı yapacak 7.0'inin üstünde bir depremi dört gözle bekleyen 'Zamanı geldi, yaklaştı, eli kulağında, ayak seslerini duyuyorum, kapıyı çalıyor' gibi ifadelerle medyayı meşgul eden bir kesim oluşmuştur. Bunun altında jeolojik gerçeklerden çok, halkın psikolojisini bozacak hatta panikletecek sonuçlara sebep olan ve karar verici mevkileri yanlış yönlendirecek siyasi maksatlı algı operasyonları bulunmaktadır" dedi. 'KAF'IN ADI GEÇEN BÖLGEDE ETKİNLİĞİNİ KAYBETTİĞİNİ GÖRDÜK' Türkiye-Yunanistan doğal gaz boru hattının Geoteknik Risk Raporu'nu hazırlaması sırasında, boru hattının 80 kilometrelik deniz geçişinde su altı görüntü çekme ROV cihazı ile çekimler yaparak hem borunun konumu üzerindeki tahribatlar hem de bölgenin heyelanlarını tespit ettiğini vurgulayan Bayraktar, "Pendik-Ambarlı arasında yaklaşık bir metre çapındaki borunun çizgisel olan orijinal konumundan, boğazdan gelip, Marmara'ya çıkan ağır tonajlı gemiler ve tankerlerin çapaları boruya takılan ve zincirlerinin kırılması sonucu boru hattı D-harfi şeklinde heyelanların başlangıcına doğru ötelendiğini tespit ettik. Bu alanın fay kareterinin değişmesi ve çok derin heyelanların oluşması, İstanbul boğazının açılması sonucudur. Bu çalışma sırasında KAF'ın adı geçen bölgede etkinliğini kaybettiğini ve heyelanların egemen olduğunu gördük. Dolayısıyla bu jeolojik yapı, İstanbul deprem riskini önemli ölçüde azaltmaktadır" dedi. 'BEKLENEN İSTANBUL DEPREMİ DİYE LANSE EDİLİYOR' Bayraktutan, yıkıcı depremin Marmara Denizi'nin güney kıyısı boyunca uzanan; Gölcük, Yalova, Çınarcık, Gemlik, Bandırma, Mudanya ve Erdek yakınlarından geçen KAF'ın güney branşı üzerinde yaşanacağını söyledi. Bayraktutan, güney hattın Biga Fayı ve Kestanbolu Fayı üzerinden devam ettiğini belirterek, "Kestanbolu Fayı üzerinde jeotermal kaynaklar, volkan çıkışları ve genç kırık yüzeyleri ile deprem riskini artırmaktır. Neden yapılıyor maalesef bilmiyorum; ama İstanbul'a yaklaşık 80-100 kilometre uzaklıkta yaşanan bir depremi bile beklenen İstanbul depremi diye lanse ediliyor" diye konuştu. 
0 notes
benimpencerelerim · 19 days
Text
MAVI KANLI YARASALAR ve KUKREYEN FARE
MAVİ KANLILAR SINIFI
Türkiye’nin hemen her kurumu bir mavi kanlılar sınıfı, onun kontrolünde ve ona mahkum bir üst düzey bürokrat ve diğerlerinden oluşmaktadır. Mavi kanlılar sınıfı içinde bir kesim sınıfın çıkarlarını koruyan, gelen her bürokratı kıskıvrak avuçlarının içine alan ve onu yönlendiren mavi kanlılar cuntasını oluşturmaktadır. Bürokrat ne kadar yetersizse mavi kanlılar cuntasının etkinliği, yür��tmede söz sahibi olması o oranda daha fazla olmaktadır.
Türkiye’nin hemen her kurumu bu yapıya sahip olduğu için diğerleri için eşit ve özgür bir şekilde yaşayabileceği, kaçabileceği bir yer yoktur. Onlar için tek seçenek başka bir ülkeye göç etmektir. Bu seçeneği gerçekleştirmenin de kendine has çeşitli zorlukları vardır. O yüzden mavi kanlılar dışında kalan tüm diğerleri bu yapının hapishanesinde yaşamak zorunda kalmaktadır, kaçabilecekleri bir özgürlük adası yoktur.
Mavi kanlılar cuntasının üyelerini sadece kendileri ve sınıfın onlarla temas etmek zorunda olan elemanları tanımaktadır. Onlar karanlıkta mağaralarda yaşayan yarasalar gibidir. Kurum içindeki iktidar pozisyonları nedeniyle herkes ve her şey hakkında bilgi sahibiyken diğerleri onlar hakkında hiçbir bilgiye sahip değildir. Zorunlu temaslar sonucunda onları tanıyan mavi kanlılar sınıfının üyeleri de onların şerrinden korktukları için seslerini çıkaramamakta ve ketum davranmak zorunda kalmaktadır.
Mavi kanlılar cuntasıyla atanan bürokrat arasındaki ilişki Emret Bakanım dizisindeki bakan-bürokrat ilişkisine benzemektedir. Sahip oldukları ve kurumun kuruluşunda yine kendileri gibi mavi kanlı olan dinozorlar tarafından oluşturulan iktidar pozisyonları sayesinde sahip oldukları bilgileri güç olarak kullanmakta ve bürokratı o dizide olduğu gibi avuçları içinde oynatmakta ve saltanatlarını sürdürmektedirler. (bunu biz önemliyiz, biz önemli işler yapıyoruz, diğerleri destek personelidir söylemleriyle de pekiştirmektedirler. Diğer personeli kurulun asli işleri dışında ve iktidar pozisyonlarının dışında tutup, mesela  bilgi işlem personeli gibi diğerlerine, kıskançlıkla kendilerine ayırdıkları ve üstüne titredikleri denetleme görevi gibi asli görevler verilmeye kalkıldığında hemen ayağa kalkmaktadırlar. Kah kendi içlerinden çıkan kah dışardan atanan bürokratın bilgi işlemciler gibi diğer personelin bu tür asli görevlere talip olduğu durumlarda bu istekleri sudan gerekçelerle reddetmesi de ayrıcalıklı konumlarını ve kanlarının saflığını koruma yollarından birini oluşturmaktadır.)
Böylece mavi kanlılar cuntasının üyeleri kurumların kuruluşundan itibaren su başlarına oturmuşlar, su başlarını tutmuşlar ve diğerlerine ve dışarıya akan suyu kontrol ettikleri için kendilerinin daha önemli olduğu gerçeğini oluşturmuşlardır. Kuruluşta oluşan bu asimetrik güç yapısı başta ABD,  gelir dağılımın son derece eşitsiz olduğu bir dizi ülkede zenginliğin ve fakirliğin nesilden nesile aktarılması gibi gücün, bilginin, iktidarın, önemin nesilden nesile mavi kanlılar sınıfı ve bu değerlerin üstünde tepinen mavi kanlılar cuntasının üyelerine aktarılmasını sağlamıştır.
Mavi kanlılar sınıfı kendilerini dev aynasında görmüşler, göstermişler ve bu devasa farkı da insan yaşamında en önemli kalemlerin başında gelen gelir dağılımıyla dostun düşmanın gözüne sokmuşlardır. Kuruluşta oluşan iktidar pozisyonun verdiği güç ve yetkiyle hükümet üyeleriyle kendileri bağlantı kurmuş ve kurum personeline yapılan zamları mavi kanlı idealleri doğrultusunda belirlemişler ve böylece kurum içinde bir ücret uçurumunun oluşmasını sağlayarak kendi önemlerine bir de bu şekilde bir payanda yaratmışlardır.
Kurumların çoğunda mavi kanlılar yeni yasalar yapılır, bilişim uzmanı yardımcısı ve bilişim uzmanı gibi yeni mavi kanlı kadroları oluşturulurken, çoğu üniversite sınavında ilk bin içinde bölümlerini kazanmış olan eski bilgisayar mühendisi yazılımcıların ve sistemcilerin mavi kanlılar sınıfına alınmasını sineye çekmiş ama bazı kurumlarda, bu aşağı sınıfların asil ve saf kanlarını kirleteceği düşüncesi ve duygusuyla eski bilgisayarcıların mavi kanlılar arasına katılması maddesini yasa tasarısına koymadıkları, koydurtmadıkları gibi, hükümet üyeleri bakanlarla olan sıcak temasları sonucunda onları yönlendirerek bu doğrultuda yapılan girişimlerin de akim kalmasını sağlamışlardır. ÖNEMLİLER ve DEĞERLİLER
Çetin Altan’ın hayatımıza kattığı önemli kavramlardan biri de önemli-değerli ayrımıdır. Üstad’ın saptamasına göre Türkiye’de önemliler çoğunlukla değersiz, değerliler de çoğunlukla önemsizdir. Değer de üretim, emek, nitelik gibi özelliklerle orantılıdır. Mavi kanlılar sınıfı önemli olduğu ölçüde değerli olsa bile (ki az sayıda değerli olanın yanında çok sayıda vasat ve mebzul miktarda vasat altında olan vardır) diğerleri içinde de aynı derecede ve bazen daha da fazla değerliler vardır. Ama Ordu, Hindistan ve benzeri kast sistemlerine benzer şekilde ellerindeki iktidar gücü ve pozisyonuyla diğerleri sınıfı (kastı) gömleği giydirdiklerinin içinde kalan tüm değerlileri çiğneyip geçmektedirler.
Değer üretimle, üretimin miktarı ve kalitesiyle ilişkili büyük ölçüde. Üretim miktarı ve kalitesi ise büyük ölçüde (günümüzde) entelektüel yetiler ve bu yetilerin bilgiyle, deneyimle donatılmasıyla (eğitimle) ilişkili. Entelektüel yetiler de bilindiği gibi normal dağılıma göre dağılıyor. Bu dağılıma göre ortalamanın epey üstünde olan ve benim üretici elitler dediğim üretimin büyük bölümünü gerçekleştiren kitle nüfusun yaklaşık %17’sini oluşturmaktadır.
Fakat, entelektüel yetilerin toplum içinde son derece orantısız bir şekilde dağılmış olması gelirin de buna paralel bir şekilde aynı ölçüde orantısız bir şekilde dağılması gerektiği anlamına gelmez. Evet, değer, üretim, nitelik farklarını gözeten ve gelir farklılıklarını içeren görece eşitsiz bir dağılım olmalıdır ama adil olan ve olması gereken, mavi kanlılar cuntasının ve kapitalistlerin savunduğu ölçülerde orantısız bir dağılım değil, 0.20-030 arası bir gini katsayısına tekabül edecek ölçülerde nispeten eşit denebilecek bir gelir dağılımı olmalıdır. Bu konudaki akıl yürütmelerimi iki farklı makalede dile getirdim. Onlara bakılabilir.
Mavi kanlıların kendi soyluluklarını kanıtlamak için araçsallaştırdıkları büyük gelir farkları diğerlerinin tamamına yıllarca attıkları kazıkların en önemlisi ve en geneli olmuştur. Bu devasa eşitsiz dağılım sonucunda sesi çok çıkan diğerlerine sus payı vermek için yaratılan ara kadrolar da ulufe gibi dağıtılmış ve diğerleri üstünde kurulan iktidarın ana direklerinden birini oluşturmuştur. Başta ülkenin hemen her yerinde olduğu gibi gücün mutlak sahibi yerel “padişah”, sonra perde  arkasındaki mavi kanlı yarasalar cuntası bu görevleri ve personele yasayla tanınan diğer hakları kendi mülkleri olarak görmüşler ve diğerlerini ödüllendirmek cezalandırmak için kullanmışlardır.
MAVİ KANIN TARİHİ
Mavi kanlılar ve diğerlerinden oluşan kast sisteminin Osmanlı yönetim yapısından cumhuriyete aktarılan ve nesilden nesile taşınan ve sürdürülen bir heyula olduğunu düşünüyorum. Osmanlı devleti de bir yönetici bürokrasi sınıfı (mavi kanlılar sınıfı) ve padişahtan oluşmaktaydı. Halkın çoğunluğu cahil köylülerden(REAYA) oluşmaktaydı. Daha kalifiye ve üretken olan ticaret burjuvazisini (diğerleri) ise Osmanlı yönetimi(padişah ve bürokrasi) sıkı kontrol altında tutmaktaydı.
Osmanlı devleti, en azından kuruluş ve yükseliş dönemi boyunca liyakata uygun bir şekilde yönetilmiş, ve bu özelliği bir dünya devleti olmasını sağlayan güncel başarılarının da ilerde karşılaşacağı ve halen sıkıntılarını çektiğimiz başarısızlık yol bağımlılığının da nedenini oluşturmuştur. Osmanlı Enderun sistemi liyakat sahibi bürokrasi sınıfını yetiştirmiş, bu sınıf da devleti başarılı bir şekilde yönetirken geleceğin başarısızlığının tohumlarını eken başta ticaret burjuvazisi olmak üzere tüm diğerlerini sıkboğaz etmek gibi uygulamalara imza atmıştır. Osmanlı devletinin dünya çapında başarıları, ülkenin padişahla birlikte tek hakimi olan ve ticaret burjuvazisi ve ulema dışında tek donanımlı, eğitimli kesimi olan Osmanlı bürokrasisinin üyelerinin bu başarıları sadece kendi çabalarının ve niteliklerinin eseri olarak görmelerine ve kendilerini, Osmanlı’ya has bir aristokrat sınıfı gibi hissetmelerine ve bu doğrultuda davranmalarına zaten cahil olan reaya sınıfını da hor görmelerine neden olmuştur.  
Bir tarım ve fetih devleti olan Osmanlı’da o zamanlar tarım üretiminde ve fetihlerde payı olmayan, devletin asli fonksiyonu olan fetih ve bunun finansmanını ve örgütlenmesini sağlayan devlet idaresinde dahli olmayan ve/veya izin verilmeyen sınıflar, yani diğerleri (Ticaret burjuvazisi, zanaatkarlar ve burjuvazi) önemsiz duruma düşmüş, kabul edilmiş, tarım üretimini gerçekleştiren reaya ise eğitimsiz olduğu için küçük ve hor görülmüştür. Osmanlı’da fetihler döneminin sona ermesi, duraklama ve gerilemenin başlamasından itibaren fetih devleti ve işlevlerinin önemini kaybetmesine rağmen iktidarı ve ülkenin zenginliklerinin kontrolünü elinde tutan yönetici sınıflar bu defa da maddi zenginliğin ve iyi gelir sağlayan kadroların ve diğer araçların dağıtımında söz sahibi aktörler olarak önemini korumaya devam etmişlerdir. Benzer süreçler ekonomide kontrolün ve sahipliğin büyük ölçüde devletin elinde olduğu karma ekonomi döneminden serbest piyasa ekonomisi dönemine geçildiğinde de, onun yarattığı özelleşme dalgası ve ekonomik gelişmeye rağmen büyük ölçüde işlemi��tir.
Cumhuriyet dönemi Osmanlı bürokrasisinin uygulamalarını ve kültürünü devralmış, cumhuriyetin yönetsel kurumlarına adapte etmiştir. Bu kurumlarda ve bu kurumların kültürüyle, düşünce kalıplarıyla yetişen dinozorlar da bu kültürü görev aldıkları yeni kurumların kuruluşunda kullanmışlar ve o kurumlara da yerleştirerek yapışkan devamlılığı sağlamışlardır. Yeni kurulan kurumlarda dinozorların rahle-i tedrisatından geçen toy zihinler de bu kültürü ve zihniyet yapısını sünger gibi emerek içselleştirmişler, kendileri ve zihinleri nasırlaşırken sonra gelen yeni toy zihinlere nesilden nesile aktarmışlardır.
Ol hikayet budur.
0 notes
anka-khann · 10 months
Text
Hevesle çabaladığı şeylerin ziyan oluşuna şahit olunca bir daha adım atmak gelmiyor insanın içinden.
Bir kenarda sessizce oturup geleni geçeni izlemek gibi bir his bu.✒️📖
Tumblr media
244 notes · View notes
karaca2508-blog · 2 months
Text
Burası Türkiye: İliç'teki maden faciasında ön bilirkişi raporu: Anagold asli kusurlu bulunmadı!
Tumblr media
Erzincan İliç’te Anagold şirketinin işlettiği altın madeninde 9 işçinin göçük altında kalmasına ilişkin Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlatılan Bilirkişi Ön Raporu sonuçlandı. Raporda asıl işveren Anagold Madencilik asli kusurlu bulunmadı, alt işveren şirketlere denetim yapmadığı gerekçesiyle tali kusurlu olduğu ileri sürüldü. İliç'teki maden faciasında ön bilirkişi raporu CHP Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Deniz Yavuzyılmaz,’ın X hesabından paylaştığı raporda asli kusur ise gerekli önlemleri almadığı gerekçesiyle çalışan ve yöneticilerde bulundu. Öte yandan raporda faciaya yol açan denetimsizlik ve şirkete tanınan imtiyazlar konusunda herhangi bir siyasi sorumluluğa ise değinilmedi. Asli kusurlu bulunanlar Operasyon direktör vekili riskli durumları analiz ettirmediği, çalışanları risklerden korumak için gerekli tedbirleri almadığı gerekçesiyle asli kusurlu bulundu. Raporda “ehil yetkili biri olarak şantiyede ortaya çıkması muhtemel tehlikeli durumların belirlenerek risklerden korumak için gerekli tedbirleri aldırmadığı, işyerinde çalışanları sağlıklarını olumsuz yönde etkilenmemesi hususunda gerekli denetim ve gözetim mekanizması kurdurmadığı, kurdurdu ise bunu uygulatmadığı, yetkili biri olarak sabah yığın içinde oluşan çatlakların şantiyede olumsuzluklara yol açabileceği konusunda tedbirsiz davranış sergilediği” belirtildi. Yığın içinde uzun sürede oluştuğu belirtilen açıklık ve çatlakların kapanmaması nedeniyle proses oksit müdürü, oksit operasyon baş mühendisi, oksit operasyon mühendisi, borulama süpervizörü, asli kusurlu bulundu. Alt işveren yöneticilerine de tali kusur Ayrıca alt işveren şirketlerden Çiftay A.Ş’nin saha mühendisi ile saha formeni, Kar-Sa A.Ş.’nin formen ve mühendisi, Asil Çöpler A.Ş.’nin şirket müdürleri, saha süpervizörü, Asil Keklik A.Ş’nin şirket müdürleri ve saha süpervizörü sabah liçteki çatlakların tespit edilmesine rağmen tedbir almadıkları için tali kusurlu bulundu.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
  Erzincan İliç'teki Çöpler Altın Madeni’nde toprak kayması  Erzincan'ın İliç ilçesinde Anagold şirketine ait Çöpler Altın Madeni'nin bulunduğu geniş bir alanda, 13 Şubat saat 14.28'te toprak kayması meydana geldi. Yaklaşık 10 milyon metreküp toprak, 200 metrelik yamaçtan hızla aşağı doğru aktı. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, söz konusu toprağın 800 metre hareket ettiğini belirtti. En az 9 işçi bu kayan toprağın altında kaldı. İhbarı üzerine bölgeye Erzincan Jandarma, AFAD ve sağlık ekipleri yönlendirildi. Fırat Nehri’ne doğru kayan devasa toprak yığınının, siyanür ve sülfürik asit ile yıkanmış malzemelerden oluştuğuna yönelik açıklamalar yapıldı. Anagold Maden'de (İliç'te) çalışan bir işçi, her vardiyada 400 işçi çalıştığını belirterek, "Gördüğünüz topraklar siyanürlü" dedi. Şirketin, tüm itirazlara rağmen Murat Kurum’un Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı olduğu dönemde kapasite artırımına gittiği ve maden hakkında “ÇED raporuna gerek yok” kararı verildiği ortaya çıktı. Read the full article
0 notes
nimhandeee · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bazıllarımız şiirlere tutunuyor, Bazılarımız şarkılara, Filmlere, kitaplara… Sanırım artık insan tutunamıyor insanlara...
60 notes · View notes
elazigsurmanset · 4 months
Text
Karatutlu: “Kahramanmaraş’ta yıkılan hastaneler birinci sınıf tarım arazisine yapılıyor”
Tumblr media
TBMM Genel Kurulu’nda söz alan DEVA Partisi Kahramanmaraş Milletvekili İrfan Karatutlu, Kahramanmaraş’ta 6 Şubat depremlerinde yıkılan hastanelerin, uygun alanlar varken birinci sınıf tarim arazisi üzerine yapılmasına tepki gösterdi. “2011 yılında Kahramanmaraş'ta İl Toprak Koruma Kurulu’nun direnmesine rağmen yüzlerce dönüm birinci sınıf tarım arazisine bir kağıt fabrikası yapıldı, bugün çevreyi kirletmekle meşgul. O tarihte Tarım, Orman Komisyon Başkanı Kahramanmaraşlı bir ziraat mühendisi profesör milletvekiliydi. Yıl 2023, Kahramanmaraş'ta yıkılan hastaneler başka uygun alanlar varken yine birinci sınıf tarım arazisi üzerine yapılıyor; şu anda da Tarım, Orman Komisyon Başkanı yine aynı Kahramanmaraşlı ziraat mühendisi profesör milletvekili.” ifadelerini kullanan Karatutlu, “Günümüzde gıdanın stratejik bir silah olduğu göz önüne alınırsa ülkemizin birinci sınıf tarım arazilerinin hızla yok olmasını milli güvenliğimiz için bir tehlike olarak görüyor musunuz, görüyorsanız ne gibi tedbirler alacaksınız?“ diye sordu. Kaynak: HİBYA Read the full article
0 notes
ihaledanismani · 7 months
Link
Aşırı düşük için alınmış bahse konu fiyat teklifinin eki niteliğinde olan Ek-0.5 maliyet tutarı tespit tutanaklarındaki hata
0 notes