Tumgik
#politikmeram
seslimeram · 4 months
Text
Yazgı...
Tumblr media
Bir yazgı kabilinden bildirilen şeylerle hayatın ehven olanla kesişimi yerle bir ediliyor iş bu sahnede. Umudun berhava olunduğu yerin gerçekliği bir yazgıymış gibi duyurulmaya devam olunuyor. Her şey bilakis muktedirin kabulü ile oluşturulurken hayatın sıradan ola gelen insanların elinden çalınması bir mesel olarak görülmez. Bu sizin hakkınız denilerek var edilen cürüm hem hal sahanın yönetim olgusu güncellenir. Kanun, nizam, uygulama, her dem bir üst klanın halkı aşağıda görmesiyle beraber bir vahamet hali bütünüyle bir kör karanlığı yazgı diye bildirir. Bu hallerin yekununda bir yeni yüzyıl söz konusu olabilir mi? Bırakalım yeni yüzyıl metaforunu, geçmişin var edilmiş yıkıcılığının sorgulanmadığı, yüzleşilmediği bir zeminde kader / yazgı insandan yana değişir mi? Devleti yönetenlerin eliyle biçimlendirilen o yazgı mefhumunda genel geçer olmayan yaraların tümüyle birden yüzleşmek, o arafta yaraları sorgulayıp, iyileştirmeye çabalamaya daha çok var mıdır sahi ama sahiden? Bütünüyle normatif yerle yeksan edilip dururken, cürmün cürmü, yıkımın yıkımı tetiklediği bir düzlemde çürümeye bir dur denilebilecek midir gerçekten de? Akla, fikre, bedene doğrudan yöneltilen biyolojik-politik bir sarmalın içinde yaşam idesinin mahvı güncelleniyor. Her şey kader / yazgı diye geçiştiriliyor. Bu kadar kolay mıdır böyle kestirip atmak. Her şey olurken, hiçbir şey olmuyormuş gibi davranılmasına bir son, aleni bir biçimde verilebilecek midir?
Makus kader diye bildirilenlerin devletin ta kendisinin var ettiği eylemlerle birlikte çıktığı ve türetildiği bir zeminde onca badirenin arasında bir yol var mıdır, kalmış mıdır sahiden? Düzen sahiplerinin, devletinden sermayesine hep aynı odaklardan, her dem benzeş mavra, manevraları birlikte şekillendirdiği bir zeminde geleceksizlik bahsi gerçek kılınırken onca yıkımın hesabı her ne olacaktır. Aşina olunan terör, tahakküm, tehdit döngülerinin ara sıra değil doğrudan doğruya kesintisiz yinelendiği bir zeminde o yazgı mefhumu hayatlarımızı topyekun dönüştürmek adına süreğen kılınan bir meseldir. Her şey birbiri içerisine lehim edilmiş giderken, ulaşılan merhale dahilinde canhıraş bir yıkıcılık / duraksamayan bir tam teşekküllü tehdit, kesintisiz bir hedef alma / linç ettirme hallerinin toplamında bir ülkede yaşam idesi kuşatılır. Bugün bu raddede karşımıza çıkan ülke profilinin, ekranlardan açık ve aleni bir biçimde sunulan, gösterilen ve kafamıza kakılıp durulan yer imgesinin her ne şekilde vahameti bina ettiği muhakkaktır. Öylesine, laf olsun diye değil sahiden de cürüm içerisinde yüzen, tek bir gün iyi bir şeyin var edilmesine dahi müsaade edilmeyen bir yer gerçekliğinde onca kötülük de bir kader / yazgı değildir, olmayacaktır da!
Mustafa Bildircin’in BirGün Gazetesindeki haberidir: “Türkiye’de iktidar eliyle yaratılan yoksulluk en çok çocukları etkiledi. Milyonlarca çocuk yoksullukla boğuşurken "Türkiye’de Çocuk Olmanın Bedeli Raporu", yürek yakan tabloyu gözler önüne serdi. CHP Milletvekili Cevdet Akay tarafından hazırlanan rapor, milyonlarca henüz beşikteyken yaşam savaşı vermek zorunda kaldığını ortaya koydu.
Akay’ın çalışmasında, eğitimden sağlığa, çalışma yaşamından sosyal hayata kadar çocukların yaşadığı sorunlara değinildi. Çalışmaya göre, Türkiye’de 15-29 yaş grubunda bulunan ve ne eğitimde ne istihdamda yer alan gençlerin oranı yüzde 28,7’ye ulaştı.
Milyonlarca Çocuk Kayıp
TÜİK verilerinden yararlanılarak hazırlanan raporda, erkek çocukların yüzde 76,2’sinin, kız çocuklarının yüzde 79,6’sının ancak ortaöğretimi tamamlayabildiği belirtildi. İlkokul, ortaokul ve ortaöğretimdeki her 100 çocuktan 9’unun okulu terk ettiği bildirildi. Raporda, 5 yaş grubunda 219 bin, 6-9 yaş grubunda 222 bin, 10-13 yaş grubunda 236 bin ve 14-17 yaş grubunda ise 524 bin olmak üzere toplam 1 milyon 201 çocuk hiçbir okula kayıt olmadığı aktarıldı.
Raporda, ailesinin sosyoekonomik durumu nedeniyle çalışmak zorunda kalan ya da zorla çalıştırılan çocuklara da yer verildi. Resmi verilere göre, 4-11 yaş grubunda 32 bin, 12-14 yaş grubunda 114 bin, 15-17 yaş grubunda ise 574 olmak üzere, Türkiye’de 5-17 yaş grubunda toplam 720 bin çocuk, “Ekonomik faaliyette” yer aldı. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre 2013-2023 döneminde, 888 çocuk işçi yaşamını yitirdi.
Kronik Yetersiz Beslenme
Raporda, 5 yaş altı çocukların yüzde 1,7’sinin akut yetersiz beslenme, yüzde 6’sının ise kronik yetersiz beslenme yaşadığı ifade edildi. Raporda, TÜİK’in Türkiye Çocuk Araştırması’nda yer alan ve çocukların içinde bulunduğu durumu ortaya koyan şu bazı bilgiler sıralandı:
• Her gün peynir ve yoğurt gibi süt ürünlerini tüketemeyen çocuk oranı yüzde 42.2,
• Her gün ekmek veya makarna tüketen çocuk oranı yüzde 62.4,
• Her gün meyve tüketemeyen çocuk oranı yüzde 49,
• Her gün sebze tüketemeyen çocuk oranı yüzde 87,
• Her gün et, tavuk veya balığı tüketemeyen çocuk oranı 87.3...
Çocuk Yoksulluğu
Akay’ın, Türkiye’de Çocuk Olmanın Bedeli çalışmasında yer alan diğer bazı veriler ise şunlar oldu:
• Türkiye, çocuk yoksulluğunda OECD’ye üye 41 ülke arasında yüzde 22 ile en yüksek yoksulluk oranına sahip ikinci ülke.
• 2014’te 11 bin 95 olan, çocukların istismarına ilişkin suç sayısı 2022 itibarıyla 31 bin 885.
Uyuşturucu Batağı
• Türkiye’de 12-17 yaş grubunda olup 18 yaşını doldurmamış hükümlülerin sayısı bin 373’e ulaşıyor.
• Türkiye’de, uyuşturucu kullananların yüzde 69,6’u 15-24 yaş aralığında uyuşturucu kullanmaya başladığını söylüyor.”
Dönüştürülen ülkenin noksansız bir yıkım halinden mürekkep olduğu gerçekliğini daha ne anlatabilir ki? Geleceğini şimdiden mahveden, bunu da en başta çocuklarına karşı tüm tahakküm hamlelerini birlikte var ederek güncelleyen bir yerde nasıl bir istikamet söz konusu edilebilir, düşünür müydünüz? Aralıksız bir biçimde yoksul / yoksun kılma hali bütünlüklü bir biyopolitik tahayyül olarak yinelenip dururken cürmün kıyısında hayatın ehvenle olan bağları nasıl muhafaza edilebilecektir. Gündelik yaşam koşullarının enikonu mahvedildiği, günü gününe yaşanan bir yerdeki imkansızlıklara mahkum edilmiş insanlar karşısında halen masallar anlatılırken bunca kötülüğün ardı neye çıkar. Kolektif bir yıkım halini süreğen kılan bir aklın karşısında çocukların eksik kılındığı, aç konulduğu en çok da umutlarından edildiği bir yerin dört başı mamur olsa ne yazar, her şey aleni bir halde o tersini bildirirken yıkıcılık sahici bir travma olarak hayatta konumlandırılırken sahiden neye yarar. Günlük beslenmeden, bir hakikat haline dönüştürülen çocuk işçiliğinin temel, yaygın bir mefhuma dönüşmesine daha şimdiden geleceğine hiçbir kıymet vermeyen onları duymayan bir ülkede ne kaderdir, hangi şeyler yazgı. Sorgular mıydınız?
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “2024 Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ile bağlı kuruluşların bütçesine dair konuşması sırasında AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, CHP Muğla Milletvekili Gizem Özcan'ın konuşması kesti, ayağa kalkarak AKP grubunu dışarı çıkmaya çağırdı.
2024 Aile Bakanlığının bütçesinin yoksulluğu daha da artıracağını ifade eden Gizem Özcan, bakanlığın sorunların çözümü noktasında bir perspektife sahip olmadığını belirtti. "Ülkemizde kadınlar için bir karadüzen sürüyor" diyen Özcan'ın kadına yönelik şiddet ve cinayet, yoksulluk ve işsizlik verilerini açıkladığı sırada AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin tarafından sözü kesildi.
Akp’liler Meclisi Terk Etti
Zengin yerinden kalkarak AKP grubunu dışarı çıkmaya çağırdı. AKP'li milletvekilleri ve Zengin Meclis'i terketti. Oturuma verilen aranın ardından görüşmeler yeniden başladı.
"Veriler Neden Paylaşılmıyor?"
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) kadın milletvekilleri, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesine dair konuşmalarında iktidarının kadınlara tek vaadinin onları yok saymak ve nesneleştirmek olduğunu ifade etti.
DEM Parti Kadın Meclisi Sözcüsü Halide Türkoğlu, 6284 sayılı kanunun uygulanmamasını eleştirerek “Bu kanun uygulanıyor olsaydı sadece bu yılın ilk 10 ayında 253 kadın katledilmezdi. Sadece Kasım ayında 33 kadın katledildi. Sizin övdüğünüz, ‘Sahip çıkıyoruz’ dediğiniz ailelerin içerisinde Kasım ayında 33 kadın katledildi. Kadına yönelik şiddet, kadın yoksulluğu verileri neden paylaşılmıyor? Bakanlık ‘Aileye yönelik hizmetlere özen ve önem veriyoruz’ diyor, en son verilerin 2014 yılında paylaşıldığını itiraf ediyor, şaka değil, arkadaşlar, aile içi şiddet araştırmaları en son 2014 yılında paylaşılmış” dedi.
"Çocuklar Okula Aç Gidiyor"
Diyarbakır Milletvekili Adalet Kaya da, AKP’nin iktidarı boyunca zengini daha zengin yoksulu ise daha da yoksul kıldığını belirterek "Türkiye’de en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay, bir önceki yıla göre 1,3 puan artarak yüzde 48’e yükselmiş; en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay ise 0,1 puan azalarak yüzde 6’ya gerilemiştir” dedi. Toplumun geniş kesimlerinde çocukların okula aç gittiğini söyleyen Kaya, “Asgari ücretle büyük kentlerde kira dahi ödenemiyor. Geçim sıkıntısı yurttaşları, özellikle de gençleri yaşamdan koparacak, vazgeçecek noktaya taşıyor. Bu genel tablonun değişmesi için elbette bir bakanlık bütçesinin değişmesi yetmez, bütçe tercihlerinin ve siyasi iktidarın eğilimlerinin değişmesi gerekir. Kadınlar erkekler tarafından katledilmeye ya da şüpheli biçimde yaşamlarını kaybetmeye devam ediyorlar. Hâl böyleyken Erdoğan çıkıp İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin kadına yönelik şiddeti artırmadığını iddia ediyor. 6284 sayılı yasanın uygulanmasını sakatlamış durumdadır” diye konuştu.
"Üniversitelerde Bilim Ortamı Yok"
Diyarbakır Milletvekili Sevilay Çelenk ise, AKP’nin eğitim politikasına tepki gösterdi. 12 Eylül Darbesi’nin ürünü olan YÖK'ü, üniversitelerdeki rektör ve dekan seçimlerini eleştiren Çelenk, "Küçük taşra şehirlerde kurdukları, ahbap çavuş ilişkileriyle akademik kadrolarını doldurdukları ve akademik unvanları ardı ardına verdikleri akademisyenler, akademik yükseltmelerde jürilerde yer alarak üniversitenin geleceğini belirliyorlar. Taşra üniversitelerinde bilim, üniversite ortamı oluşturmak gibi bir amaçları gerçekte yoktur." dedi.
Cezaevlerindeki tutuklu öğrencilere de değinen Çelenk, "70 bine yakın bir rakamdan en son söz edildiğini hatırlıyorum. AKP, öğrenci muhalefetini en berbat darbeci iktidarlardan bile berbat yöntemlerle hep bastırmış ve bastırmaya devam ediyor. Oysaki öğrenci muhalefeti, tarihin her anında ve dünyanın her yerinde vardır. Antik Yunan’a gitseniz, orada da öğrenci muhalefetini görürsünüz. Üstelik AKP'yi iktidara getiren etmenlerden bir tanesi de başörtüsü için haklı bir mücadele veren öğrencilerin muhalefetidir.” ifadelerini kullandı.”
Bir yazgı kabilinden bildirilen şeylerle hayatın ehven olanla kesişimi yerle bir ediliyor iş bu sahnede. Sadece mecliste tek bir gün altı yüz kadar vekilin dönüşümlü var ettiği kavga dövüşün ortasında dahi ol yazgı denilenlerle hakikatin arasındaki uçuruma dair pek çok hal, detay direkt örnekleniyor. Yaşamın kuşatılması mefhumunun nasıl aralıksız bir gerçek haline dönüştürüldüğünün saklanmadığı zeminde, bütçe görüşmelerinin arasında çıkagelen hakikatin detaylarıyla zaten halihazırda var edilmiş katran karası ülkenin hali de dökülüyor, peyderpey. Artık bir izahata, fazladan tek bir cümleye hacet kalmaksızın her insanını gözden yok sayan, detay addeden, onlar için en doğrusu bu diyerek en akla seza işlerin altına imza atılan bir tek adam ülkesinde söz fasarya kılınıyor. Gerisi her dem anlatmaya çalıştığımız yalın bir yıkıcılık meseli, gerisi hep tuhaf bir kokuşmanın sureti temsili. Yazgıymış gibi duyurulan mesellerin kenarında, kıyısında bir acayip kokuşma hal ve istemi aralıksız var ediliyor artık. Yeni yüzyıl cikleti çiğnenip durulurken asıl var edilen şeyin sıradanın hakkının hukukunun gasp olunduğu bir zemin gerçekliği unutturulmak isteniyor. Unutuyor musunuz, sahiden bunca zorbalığın ortasında var edilmiş olagelen her türden tahakküm / yıkım / cendere haline alışıyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Marco Longari/Agence France-Presse — Getty Images / New York Times
3 notes · View notes
seslimeram · 4 days
Text
Sesli Meram #456 - Yersiz Yurtsuz (22.04.2024)
Tumblr media
"Duraksamayan, bitimsiz, hiç tekinsiz bir ezber şablonunun içerisinde debelenip duruyor iş bu memleket. Tüketilenin hayat olduğu akla düşürülmeden bir heyula içerisinde yedi gün, yirmi dört saat duraksamaksızın bir cerahat var ediliyor. Denetim, gözetim ve tahakkümü her yere taşıyan, her günün asal demirbaşı ilan eden bir iktidar pratiğinin aldığı hemen her yengi sonrasında olduğu gibi önce naralar, sonra eylemlerle birlikte bir cerahat ekseni var ediliyor. Modern zamanların yıkıcı iktidar pratiklerine misal Zeybekçi efendi’nin bahsettiği gibi “Yani eyvallah, İsrail'in yaptığı katliamı kınıyoruz ama diğer taraftan da İsrail 6 satıp 1 aldığımız bir ülke. O anlamda, daha hassas olmamız gerektiğine inanıyorum.” Yıkıcı iktidar pratiğinin salt / sırf / sadece emtia üstünden güncellendiği, ol para için ne taklalar atıla geldiği, dahası da kırım / cinayet / terör konusunda sayılı azılı devletlerden birisine özenilip, imrenirken bir yandan ithama devam bir yandan da ticari faaliyetlere olanak için zemin yoklanan bir yerde her türlü ezberle günler geçirilir. Hamaset, ayrımcılık, nefret üçlemesini sınır içinde satmaya devam ederken, sınır dışında var edilen açmazları ticari fırsatlara dönüştürme gailesinden de çekinmeyin, gocunmayın o ayrı bu ayrı diye çıkagelen bir zihni tezahürün kimselere faydası dokunur mu? Doğrudan ve yalın ezber edilmiş replikler, siyasal demagoji / ajitasyonlarla birlikte ucuza kapatılmış bir ülkenin her anında apayrı fecaatler var ediliyor. Bir hikaye ki otuz iki kısım tekmili birden yepyeni yaralara mahal veriyor. Demokrasi, adalet, hürriyet, eşitlik vesair ol müştereklerimizin köküne dökülmek istenen kibrit suyu, 2028’e kadar var edilebilecek bir deneyimi vaaz ediyor. Tümüyle, doğrudan, bariz bir çürümeyi. Dipsiz, eksiksiz bir yok edişi. Süreğen, aralıksız bir muhtaç kılmayı. Bunlarla mı yeni ülke, bu bahisler miydi, onca öykünülen…" sesli meram
podcast image credit: ümran عمران :::ready-remade serisi:::deniz sağdıç
0 notes
seslimeram · 6 days
Text
Ezberler İçinde Yıkımı Var Eden Ülke
Tumblr media
Duraksamayan, bitimsiz, hiç tekinsiz bir ezber şablonunun içerisinde debelenip duruyor iş bu memleket. Zatı alileri, baş efendinin seçim hezimetini, kendi bekası adına yönlendirip, yeniden tanımlayarak oluşturduğu haleti ruhiye sırasında, ezberlerle bir kere daha hayatın akışı tersine işleniyor. Ya tahakküm resmen savunuluyor. Ya bitimsiz bir cerahat. Ya belli başlı bir tahakküm nesnelleştiriliyor. Yahut da inkarın biri bitmeden bir başkası var edilip, yollar çiziliyor. Duraksamadan, bitmeyecek bir kısır döngü içerisinde giderek eleştirdiği o tek adam rejiminin ta kendisine dönüşen bir sureti temsille hayat her anlamda ‘çepeçevre’ kuşatılıyor. Tek adam rejiminin en güncellenebilir sürümü içerisinde mahzun / mağdurun ta kendisi olduğunu bildiren bir temsil bugün en karanlık suretleriyle birlikte bir ülkenin yönelimini belirginleştiriyor. Her şey ezber edilmiş şablonların arasında hem nalına hem de mıhına bir tezahürle birlikte biteviye bir yıkıma çıkartılır. Yeni ülke tiradının ardılı ola gelen her şey bu tahayyülün izleri üstünde bina edilir.
Tekdüze, tekil bir uzamdan biçimlendirilen akla seza her ne varsa bununla yolunu alenen kesiştiren bir aklın tezahürü olarak var ettikleri açmazları, her açmaz dipsiz karanlıktaki bir eşiği göstere gelir. Hayatın ehven olandan men edilmesinin neticesinde çıkagelmiş ol her hamleyle birlikte bu cürüm hemhal ülke de gerçekliğini pekiştirir. Didaktik, kendisini mütemadiyen tekrarlayan bir fasit döngü içerisinde bu hazin sularda yürüyen ülkenin hali, gerçekliği karşımızdadır ne eksik, ne fazla. Yalnız ve doğrudan müdahalelerle birlikte bir istikametteki hayat akışına karşıtlık, olağanı, normali zayi etmek kesintisiz kılınır. Yerel seçimleri mütemadiyen genel seçimlerle karıştıran, bunu da bir savaş sahnesindeki en son hamlenin ta kendisiymiş gibi pazarlayan muktedirin o hezimeti sindirmesinin yolu daimi bir biçimde ezberlerine tutunarak, sürekli nefreti, daimi ayrımcılığı, arasız ve fasılasız bir halde kötülüğü eyleyerek, arka çıkarak, yol vererek mümkün olur. Yenginin arkasından ol çıkagelen ilk meclis grup toplantısında baş efendinin var ettiği sözler zaten belirgin olana dair bir izahattir.
Evrensel Gazetesine bağlanalım: “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yerel seçim yenilgisinden sonraki ilk grup toplantısında, AKP’nin oy kayıplarını katılımın düşmesine bağladı. Parti içindeki itirazları eleştiren ve değişime gideceklerini savunan Erdoğan, geçim derdi ve işsizlik konularına ise değinmeyip sadece “Enflasyonla mücadeleye devam” demekle yetindi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yerel seçimlerin ardından AKP’nin ilk grup toplantısında konuştu. Seçim sonuçlarına ilişkin partisine moral vermeye çalışan Erdoğan, parti genel merkezinden köy temsilcilerine kadar herkese sırayla teşekkür etti. Erdoğan partisinin oy kaybını kabul etse de Cumhur İttifakının yüzde 40.5 oy oranıyla seçimlerde üstünlükle çıktığını savundu. Seçimlere katılımdaki düşüşe dikkat çeken Erdoğan, “Katılım oranının düşüklüğü partimizin oylarını da etkilemiştir” dedi.
"Partiye Ayar Verdirmeyiz"
Seçim sonucunu AKP’den öz eleştiri talebi olarak değerlendiren Erdoğan, “Kendi bünyemizde gerekli değişimi gerçekleştireceğiz” dedi. Öte yandan parti yöneticileri arasında yükselen eleştirilere de seslenen Erdoğan, “AK Parti’yi eleştiri ya da öz eleştiri maskesi altında hırpalamaya kalkışanlara da asla müsaade etmeyiz. AKP’ye ayar vermeye çalışanlara kesinlikle rıza göstermeyiz. Buradan muhalefete de ekmek çıkmaz. AKP üzerinden kendilerine şahsi ikbal devşirmek isteyenlere ekmek çıkmaz” dedi.
"81 İlde Tek İktidar Var"
Bu yerel seçimde de muhalefetin yeni belediyeler kazanmasına ilişkin ise Erdoğan, “Bunun bir yerel seçim olduğunu unutup şımaranlar pervasızlaşanlar hatta farklı heveslere kapılanlar olduğunu görüyoruz. 81 ilimizde tek bir iktidar var o da Cumhurbaşkanı ve kabinesidir. Şunu herkes görsün ve bilsin, biz bitti demeden hiçbir şey bitmez” diye konuştu.
İsrail’le Ticaret Eleştirilerine Savunma
İsrail’le ticarete yönelik eleştirilerin karşılık bulduğunu kabul eden Erdoğan, bu eleştirileri “alçakça iftiralar” diye suçladı. Erdoğan, “Hiç kimse ne şahsımın ne bu kadronun Filistin hassasiyetini sorgulayacak kalibrede, kapasitede değildir” diyerek kendisini savundu. İsrail’i “Bunlar Hitler’i çoktan geçti” diye eleştirdi. Erdoğan devamında "Haftasonu Filistin davasının lideri misafirim olacak. Beraber pek çok şeyleri dertleşeceğiz konuşacağız." dedi.
Şimşek Programına Devam
Erdoğan’ın halkın geçim derdiyle ilgili sorun ve taleplerine konuşmasında değinmemesi dikkat çekti. Ekonomiye ilişkin sadece önümüzde seçimsiz döneme ilişkin çizdiği rotaya kısaca değinen Erdoğan, “Şunu herkes görsün ve bilsin, biz bitti demeden hiçbir şey bitmez. Artık seçimin de olmadığı önümüzdeki dört yıl içinde enflasyonla mücadelemizi inşallah zaferle sonuçlandıracağız. Geçmişte yaptık, yine yapacağız” dedi. Erdoğan seçim sonrası yürütecekleri politikada yine “terörle mücadele” vurgusu yaptı.”
Dön baba dönelim. Birbirini bir türlü tutmayan bir demeçler silsilesi. 1 Nisan sabaha karşı söylenenlerle daha yeni meclis grup toplantısında ortaya çıkan farklılık başlı başına her nasıl bir cendereye tutulduğunu ülkenin bildirir. Duraksamadan mütemadiyen ezberlerle birlikte var edilen nobran / ketum değil çalçene kesintisiz bir itham ve yaftalama sürekliliği ile birlikte bir seçim tahayyülü kenara terk edilir. Yerel seçimin, genel seçimler gibi bir savaşa bizatihi kendi eliyle dönüştürüldüğünü bilmesine rağmen baş efendi hiçbir türlü memleket idaresi için gerekli düzenlemelerden yana bahis açmaz. Bütünüyle sıkıntılar içerisinde hayatta / ayakta kalmaya çalışan asgari ücretliden / emekliye kimseler için bir doğru düzgün iyileştirmeden bahis açmaz. Salt ekonomik parametreleri yandaşlar için kıyak / cukka / indirmeden ibaret olan bir menzildeki yağmacılığa bir dur demez hiç ama hiçbir zaman diyemez. Büyükşehir belediyelerinden belde belediyelerine kadar hemen hepsinde borç hanelerinin en az birkaç yüz milyon liradan, birkaç milyar liraya kadar uzanabildiği bir sarmalın içerisinde ezberlerle maval okuyarak hangi günü kurtulur. Seçim hezimeti bir yana onu dahi sürekli istismar edip, genel seçimlerde kim ne olacak herkes görecek yollu aba altından sopa sallamalara devam olunurken, katılımın düşüklüğü dert bildirilirken yarının ehven değil fenalıklara gebe olduğunu / bırakıldığını kim her nasıl fark edecektir. Şimdi ağzımızın tadını bozmayalım yollu göndermeler var edilirken bizatihi ortamı değiştirmeye yönelik, militarist, faşist, ayrımcı ve nefretten yön bulanlara zemin sağlanırken sahiden yolu nereye çıkar bu ülkenin? Soran edeni olur mu acaba?
Genel geçer değil, insana dair umudun var edilebildiği her eşikte kendini tekrar eden bir soluksuz yok etme isteminin olduğu zeminde hayata tek bir an olsun yeni ufuklar çizilebilir mi? Baş efendi kadar, apaçık bir biçimde memleketin başına gelebilecek en büyük zül temsillerden faşist efendinin ayarları hep bozulan memlekete dair önermeleri, o önermelerdeki saçmalıklar boyutunu ne yapacağız misal? Memleket yönetim katının tüm o curcuna hallerinin kıyısında gündelik yaşama vurulan ketleri nasıl / ne zaman konuşacak bu ülke misal? Gelişigüzel atfedilmiş / serpiştirilmiş olagelen ezberlerden biraz öteye geçildiğinde yansıyan çürümenin, vizörün kıyısında kalakalan insanların ol hayat haklarının akıbeti her nice olacaktır, sahi ama sahiden de?
Şirnex’te seçim günü gasp edilmiş iradeye karşı sesini yükselten ve günlerce konuşulan ol “konuş sen nerelisin” sözünün sahibi Süleyman Salğucak için misal soruşturma açılmasının utancı ne yana düşer? Hakkaniyetsizce bir kentin idaresinde dahi son sözü, en son sözü söylemesi gereken yurttaşların gözlerine baka baka ama hile hurda, ama kolluk kuvvetlerini kullanarak, zoraki belki de oy verdirerek bir seçimi heder etmenin, kenti bir kez daha gasp etmenin hesabı bu ileri demokrasi ülkesinde ne yana düşer sahiden de? Bir biçimde onca hedef almaya, şiddete, ötekileştirmeye rağmen ayaklarının üstünde durmayı başarıp, Wan, Amed, Merdin, Colemerg gibi pek çok yerde seçilmiş Dem Parti (Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi) iradesi ne olacaktır misal? Tümüyle nobran bir pratikle, yine aynı ezberci kin kusan / ayrıştıran / haddizatında Merdin ve Amed / Sur Belediyeleri için soruşturmalara gark olunan bir zeminde, seçmenin mesajı, iradesinin sunduklarına yanıt yine zorbalık mı olacaktır, nedir, nicedir?
Duraksamayan, bitimsiz, hiç tekinsiz bir ezber şablonunun içerisinde debelenip duruyor iş bu memleket. Tüketilenin hayat olduğu akla düşürülmeden bir heyula içerisinde yedi gün, yirmi dört saat duraksamaksızın bir cerahat var ediliyor. Denetim, gözetim ve tahakkümü her yere taşıyan, her günün asal demirbaşı ilan eden bir iktidar pratiğinin aldığı hemen her yengi sonrasında olduğu gibi önce naralar, sonra eylemlerle birlikte bir cerahat ekseni var ediliyor. Modern zamanların yıkıcı iktidar pratiklerine misal Zeybekçi efendi’nin bahsettiği gibi “Yani eyvallah, İsrail'in yaptığı katliamı kınıyoruz ama diğer taraftan da İsrail 6 satıp 1 aldığımız bir ülke. O anlamda, daha hassas olmamız gerektiğine inanıyorum.” Yıkıcı iktidar pratiğinin salt / sırf / sadece emtia üstünden güncellendiği, ol para için ne taklalar atıla geldiği, dahası da kırım / cinayet / terör konusunda sayılı azılı devletlerden birisine özenilip, imrenirken bir yandan ithama devam bir yandan da ticari faaliyetlere olanak için zemin yoklanan bir yerde her türlü ezberle günler geçirilir. Hamaset, ayrımcılık, nefret üçlemesini sınır içinde satmaya devam ederken, sınır dışında var edilen açmazları ticari fırsatlara dönüştürme gailesinden de çekinmeyin, gocunmayın o ayrı bu ayrı diye çıkagelen bir zihni tezahürün kimselere faydası dokunur mu? Doğrudan ve yalın ezber edilmiş replikler, siyasal demagoji / ajitasyonlarla birlikte ucuza kapatılmış bir ülkenin her anında apayrı fecaatler var ediliyor. Bir hikaye ki otuz iki kısım tekmili birden yepyeni yaralara mahal veriyor. Demokrasi, adalet, hürriyet, eşitlik vesair ol müştereklerimizin köküne dökülmek istenen kibrit suyu, 2028’e kadar var edilebilecek bir deneyimi vaaz ediyor. Tümüyle, doğrudan, bariz bir çürümeyi. Dipsiz, eksiksiz bir yok edişi. Süreğen, aralıksız bir muhtaç kılmayı. Bunlarla mı yeni ülke, bu bahisler miydi, onca öykünülen...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Selma GÜRBÜZ – The Night, El Yapımı Kağıt Üzerine Guaj 2005 – ArtDog
1 note · View note
seslimeram · 10 days
Text
Sesli Meram #455 - Yersiz Yurtsuz (15.04.2024)
Tumblr media
"Bir yandan da akp-mhp kliklerinden çıkagelen yağma haberlerinin üstü örtülür. Derdest edip, halka ait olanın gözlerinin içine baka baka sömürüldüğü, çalındığı belediyelerdeki uçuk kaçık rakamların yeni yönetimlere terk edildiği bir güncellik hasıl olur. Kayyumlar eliyle Bakur Kürdistan’ı sathı mahallinde var edilmiş kara delikler gibi paraların yutulup, sindirildiği, çoktan tuz buz edildiği bir zeminde bunlar gibi nice örnekle birlikte sağcı ol fundamentalist diktanın ezberden hak yemez olduğu bir kere daha tescillenir. Digor’dan, Amed’e, Colemerg’ten, Wan’a pek çok yerde kayyım felaketinin, hamlesinden çıkagelen her türlü yağmacılığın lira karşılığı milyarları bulur. Emval-i metruke gibi, hiçbir hakları / tasarrufları söz konusu olmadığı halde babalarının malıymış gibi iç ettikleri gayrimüslim mallarından kendilerine / ismen yeni ülkelerine kurucu sermaye edinen, bunlarla yepyeni imtiyazlı sınıflar kuran aklın, bir başka tezahürü bu defasında çaktırma gereği duymadan, her şeyin kalem üstünde kitabına uygun kılarak doğal rezerv alanlarını, kamuya ait olan her şeyin ama her şeyin iç edildiği / peşkeş çekildiği bir başka evre takip eder. Tümüyle yerel seçim yengisini aşabilmek için bulunan yöntem yeniden ve çok daha organize bir biçimde hayata saldırmak olduğunu da kendiliğinden kanıtlar muktedir, tüm o avenesi. Kesintisiz bir cerahat sarmalında dünyadaki insan hakları, hukuk, siyasi, ekonomik denge, yaşatma hali düzeneklerinde çarpıcı bir biçimde dipleri boylamış bir ülkenin hakikati cürümlere tutunarak var edilir. İyi de daha nereye kadar, daha kaç zaman?" sesli meram
podcast image credit: milattan sonra 4 milyar:::emin mete erdoğan:::artful living
0 notes
seslimeram · 17 days
Text
Sesli Meram #454 - Yersiz Yurtsuz (08.04.2024)
Tumblr media
"Kötülüğü, dur durak bilmeden nefreti büyüten, şiddeti bir yön bulma aparatı olarak ele alan, değnek gibi kendisinin rutininde eksik kılmayan bir aklın var ettiği hezeyanlara esir yirmi bir koca yıllık iktidar pratiğinde bir kere daha dur denilir, artık yeter. Her dem aynı, benzeş odaklardan toplumun bir kesimini terörist ilan edip, nefrete yem etme gayretinin her nasıl biçimlendirildiği az çok söylemlerden sonra ekranlardaki yorumcu görünümlü, atm farelerinden belirgin olur. Misal, Hande Fırat, Zafer Aydın, Hakan Coşkun, Nedim Şener, Hulki Cevizoğlu, Mehmet Uçum, Abdulkadir Selvi, Hakan Bayrakçı nicesi ve daha nicesinin ortaklaşa o terörist bunlar diyen iktidarı haklıymış göstermek için var ettikleri taklaların ortasında onca insan bir kere daha kimin ne olduğunun bilincine çoktan vardığını bildirir. Tehditlerin, birbiri ardına çıkagelen hedef göstermelerin ortasında eninde sonunda varılacak olan sınama bir kez daha iktidarı bulur. Kepazelik, kötülük ve hiç bitimsiz bir cendereye alma halini sürekli yeniden imal ederek ceberut devlet aklının en olmadık labirentlerinde dolanarak ne demokratik ülke, ne de yaşanabilir bir memleket imal edilebilir. 31 Mart gecesi yaşananlardan sonra görünen köy buna dair bir şerh düşme bahsidir." sesli meram
podcast image credit: painting:::andrés lamarche:::art upon
0 notes
seslimeram · 24 days
Text
Sesli Meram #453 - Yersiz Yurtsuz (01.04.2024)
Tumblr media
"Biteviye kurumsallaştırılan dille birlikte oluşturulan tehdit mekanizmaları, geleceği her ne şekilde bu ülkenin yönetim katının çalmaya devam olduğunu da örnekler. Sürekli kılınmış olagelen her hamleyle o şiddet pratiklerine bel bağlamak kesintisiz kılınır. Baş efendi tüm o faşizan / dinci / ırkçı yapılarla gizli örtük kurduğu operasyon ağı / memleketin yegane hal ve istikameti belirlenir. Gelsin ondan sonra ana haber nam saray sultasının var ettiği hınç / linç dalgaları. Kesintisiz kılınmış bir hizaya çekmeye silsilesi. Göz dağları arkasına dizilmiş nice tehdit, hakaret ve sokağa yansımış olan kaybedişin, kenara terk edilmiş olan insana reva görülen sancılar, yıkımlar ve benzeri nice küçük kıyamet. Bütünüyle bir halin, memleket sathı mahallinin her nasıl bile isteye dönüştürüldüğü, dahası maçası yetmediği ilk anda insanını tefe koyan / gözden çıkartabilen, kolayca eleyip, ayrıştırabilen bir aklın, fikrin sahibinin elinde bir yön şiddetle buluşturulur. Her seçimin bir son seçim, hemen her seçimin o yönlendirip, yücelttikleri yepyeni ülkeleri adına / için bir ölüm kalım savaşı olduğundan bahisler açıp, kah çalıp çırpıp, kah sahiden de destek / umuttur diye basılan oylarla kalınan iktidar halinin en dehşet dolu yüzeyleri var edilir. Bugünün şiddetin tam anlamıyla pençesine düşmüş / kuşatılmış olagelen menzilin hakikati budur, bu kadardır." sesli meram
podcast image credit: illustration:::martina francone:::collater.al
0 notes
seslimeram · 30 days
Text
Sesli Meram #452 - Yersiz Yurtsuz (25.03.2024)
Tumblr media
"Sınırları afaki kılınmış bir yaşamsal pratiğin / hayatın temel odaklarından birisi olarak var edilen özgürlüğün nasıl da laf kılındığını sorgulayan bir meram ortadadır. Wendy Brown, çağın var edilmiş bir salgın gibi ötekisini def etme alt etme çabalarına karşı sözün bizatihi eylemin nasıl da yaşamdan yana kurulması gerektiğini göstere gelir. Erk, muktedir pratiği olarak nakşedilmiş olagelen tahakküm olgusunun, tehdit / terör / taciz üçlemesinin arasız, fasılasız her güne içkin addedildiği bir zeminde, öteki sanılan özgür kılınmadıkça kimseyi özgür olarak göremeyeceğimiz bir dünyanın binasına devam olunuyor. Ne yol, ne izan, ne anlam, ne yön, ne tek satır açıklama. Tümüyle afaki bir biçimde bütünüyle çitlenen, sınırlı ve her günü muğlak bir özgürlük kırımının orta yerinde yaşam mahvedilmeye sevk olunur artık. Tümüyle kesintisiz bir halde tahakküm veçhesi imal edilirken toplumsal ve siyasal özgürlük metaforu da yerle yeksan edilir. Ötekiler yeniden kamusal olarak addedilen sınır dışına itilir.
Birbirinin aynısı, yekpare bir ezberden meram eyleyen, baş efendi ve baş faşistin ortaklığı dahilinde sunulmuş olagelen şeyin de aşağı yukarı bu minvalde bir toplamı imal ettiğinin altını çizebiliriz. Özgürlük mefhumunu sınırlandırırken, bununla bir gelecek tahayyülünü imal ettiğini, kimselerin ne fikrine, ne yaşam görüsüne karışmadıklarından bahis açarken bir yandan da en olmayacak şeyleri olur addeden, tüketen, yıkıcı ve özgürlüklere kastın her ana pay edildiği bir memleket bina olunur. Tümüyle seçim sathı mahallinin var ettiği açıklardan da feyiz alarak yinelenen bir tahakküm şeceresi hakikatimiz kılınır. Gün aşırı, iki miting, onlarca farklı mekanda zikredilen onlarca bahisle bir memleketteki yaşamak olgusunun talan edilmesi, özgürlük mefhumunun da sınırlı bir kesime ait kılınmasının yolu açılır. Ak parti iktidarının sunduğu, faşistler ve kendisinin laciverdi olagelen küçük tefek partilerin fundamentalist, kati ve kötücül eksenlerinde cirit atan bir tahayyül gerçek kılınır. Demokrasi sizlere ömürdür bir kere daha." sesli meram
podcast image credit: illustration:::nuria riaza:::picame
0 notes
seslimeram · 1 month
Text
Yıkıcı Günlerin Kenar Notları
Tumblr media
“Muhtemelen sizin de, hem de çok defa, konuşmanıza "hepimizin hemfikir olduğu gibi" ifadesiyle başladığınız oluyordur. Eminim, insanların da böyle konuştuğunu duydunuz. Ya da bu ifadeyi gazete makalelerinde, özellikle aslında bir tür okura seslenen başmakalelerden okuyorsunuz. Ancak hiç kendinize bu "hemfikir" olan "hepimizin" kim olduğunu sordunuz mu?” Sosyolojik Düşünmek – Zygmunt Bauman – Ayrıntı Yayınları
Doğrudan, yalın, katışıksız bir döngü içinde hayat mefhumu talan ediliyor. Bildik tümce, betimlemelere yer bıraktırmayacak bir açıklıkla, muktedir ve avenesi bir kere daha tüm o seçim sathı mahallini öne sürerek hayatın kuşatılmasını doğru ve apaçık bir yıkım idesini imal etmeye devam ediyor. Biyolojik politik bir sarmal olarak güncellenen yeni ülke fikri doğrudan o faşist amirin, baş efendiye dediği gibi yeni yüzyılın başa örülecek çoraplarını güncellemek için doğrudan tutkuyla iteklenir. Demokrasiyi sahici olarak bir dolgu olarak gören ve amaca ulaşabilmek adına kullanışlı bir aparat kılan / belleyen o muktedir aklının bir tevatür değil doğrudan yönlendiği saha o çitlenmiş, hayat idesinin kuşatıldığı bir yeri de göstere gelir. Yirmi bir yıllık iktidar tahayyülünün var ettiği eşik o dönemeçler içinde, arasındaki zulmü yaşamda sabit kılıyor. Doğrudan müdahalelerle birlikte var edilmiş olan sözüm ona mutabakatlarla madun siyaset pragmatist bir ülkeyi dönüştürür. Ezberler, daim yinelenen masallar ve daima karşılıksız konulan hikayeler / atfetme halleri bu taraz taraz hayatı gösterir. Lime lime edilmiş sıradanın hayatı denetim, gözetim ve tahakküm üçlüsü refakatinde devletlinin propaganda aygıtını değerlendirmesiyle beraberce zehirlenmiş başka bambaşka bir tavra / yönelime evrilir. Bu hallerin istikametin esas var edilen şey o hayatın talan olunmasıdır.
Herkesin hemfikir olduğu yanılgısını kullanışlı addeden, bununla kendisine yepyeni bir istikamet imal etmeyi, yanlışı doğru, eğriyi düz, yalanı hakikat olarak gören bildiren bir toplamla hayat mefhumu topyekun kuşatılır. Sosyal politik deneysellik / deneyi aleni bir yaşam aksiyonu kılan devletlinin var ettiği her şey o tasavvur olunan yıkıcılığı güncel bir mefhuma dönüştürür. Geleceğini bir şimdi içerisinde tüketen, şimdisini dününün devamı kılan, dününü de olabildiğince yalın bir biçimde unutturmaya çalışan aklın sunduğu her şey hayat mefhumunu derdest etmeyi amaç edinir. Cerahat içerisinde, birbirinden bağsız, bağlantısız görünse de her durumda birlikte / hep beraberce okunduğunda gerçekliği tam ve eksiksiz ortaya çıkan bir cerahat imiyle hayat mahvedilir. Baş efendi, baş faşist ve tüm o zümrelerin birlikte imal ettikleri yenilik dolu ülkenin ısrarla geçmişini tekrarlayan, daim bir biçimde yorgun düşüren, kötülüğü önceleyip, hayatı zehreden bir sureti temsile evrimi kesintisiz kılınır. Seçim sathı mahallinde onca tehditle, bir dolu hakaretle, daimi bir ayrım ve ötekileştirmeyi öne sürüp, ardından da kimseler sıkıntı çekmiyor, kimsenin kimliğine karışmıyoruz, hayatın özgürlüğüne saygı duyuyoruz gibi nice çıkarım var edilirken hakiki olan şey bodoslama bir yıkıcılıktır. Her gün her yerde, hemen hemen her şekilde.
Evrensel Gazetesinden Ali Alper Alemdar’ın makalesini aktaralım: “Merkez Bankası son faiz kararı ile havlu attığını ilan etmiş oldu. Burjuva iktisatçıları arasındaki genel kanının aksine, Merkez Bankasının faiz kararını, rasyonel politikalara dönüşten ziyade, panik halinde alında alınmış bir karar olarak görmekteyim. Keza, Şimşek döneminde, rasyonel politikalara dönüş adı altında, kuru kontrol altına almada işe yarayan politikalardan, saatli bomba denilerek, vazgeçildiğini gördük. Elindeki araçlardan vazgeçen Merkez Bankası ve Mehmet Şimşek, son çare olarak faizi beklentilerin üzerinde yükseltti.
Faizi yükseltmek, gerçekten TL’nin değer kaybını engelleyebilir mi? Eğer, bu soruyu 2017 yılı öncesi cevaplamam gerekseydi, bir nebze de olsa evet diyebilirdim. Fakat, 2024 yılında, güncel uluslararası ve ulusal politik ekonomik konjonktürde bunun pek de mümkün olmadığı gözüküyor. Peki, para arzını ‘sıkılaştırma’ ve faizi yükselterek kur şoklarını engelleme politikasının etkileri nelerdir ve özellikle seçim sonrası bizi neler beklemektedir.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Şimşek dönemindeki para ve maliye politikası, genel seçim öncesi Millet İttifakının önerdiği politikalardan çok farklı değil. İttifak dağılmasına rağmen, ittifakı oluşturan partilerin halen daha aynı çizgide olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Şimşek’in, rasyonele dönüş adı altında uyguladığı politikaların faturasının bedeli ise işçi sınıfı için günden güne artmaktadır. Nebati döneminde başlatılan işçi sınıfını fakirlikle kontrol altına alma stratejisinin, Şimşek döneminde işsiz ordusunu büyütme stratejisine dönüştüğünü, gerek kemer sıkma gerekse de faiz politikasından görebiliriz. Son alınan faiz kararının etkilerinin, bu yönde olması kuvvetle muhtemeldir. Keza, faiz artışının etkileri, halihazırda olabildiğince baskılanmış ücretlerden ziyade, işsizlik üzerinde olacaktır. Bunun en önemli göstergelerinden birisi kapanan şirketlerinin sayısındaki artış, faiz politikasının sonuçlarını yansıtan önemli göstergelerinden birisidir.
Kur şoku ile başlayan, pandemi kaynaklı üretimdeki azalma ile derinleşen ve şirketlerin süper kârları ile devam eden enflasyonun, nedeni ise halen daha Şimşek ve burjuva iktisatçıları tarafından ücretler ve talep olarak görülmektedir. Halbuki, bu iddiayı kanıtlayacak ne anlamlı bir veri ne de çalışma bulunmaktadır. Buna rağmen, para ve maliye politikası, böylesi bir sorunun varlığı üzerinden yapılmaktadır. Bu politikaların kendi içerisindeki tutarlılığı ya da Şimşek’in gerçek bir politikası var mı tartışılabilir. Fakat, bir sene içinde atılan her adımın, sermaye yanlısı olduğu görülmektedir. Faizlerin arttırılması, kemer sıkma politikaları, küçüklü çaplı işletmelerin kapanmasına, tekelleşmenin ve işsizliğin artmasına neden olmaktadır. Bununla birlikte, reel geliri günden güne eriyen emekçiler, yaşamlarını idame etmek için daha fazla borçlanmak zorunda kalmaktadır. Kamu dışı borçlanma sorununu, işçi sınıfının yaşadığı kriz olarak tanımlamaktan ziyade, aşırı harcama kaynaklı gören burjuva iktisatçıları ise borçlanmanın maliyetini arttırmayı savunmaktadır. Son dönemde yürürlüğe giren kredi standartlarındaki sıkılaştırma ve borçlanmanın maliyetinin arttırılması da tam da bu nedenledir. Bütçe dengesi adı altında yapılan kamu harcamalarının azaltılıp, vergilerin artırılması ise kamu dışı kesimin borçluluğunu arttırmaktan başka bir etkiye sahip değildir. Faiz yükseltme ve parasal sıkılaştırma kararları sonucunda ise kamu harici borçluluğun artmasının yanı sıra, borcun maliyeti ve borca ödenen faiz de artmaktadır. Servet transferini tam da böylesi bir tabloda görmekteyiz. Bu politikalar altında emekçilerin daha fazla borcun içine sürüklendiği ve yeni düzenlemeler nedeniyle, daha fazla faiz ödeyeceği aşikardır.
Her seçim öncesi, seçimden sonrası tufan diyen iktisatçıların aksine, seçimlerden bağımsız olarak, emekçilerin yaşadığı kontrollü tufanı anlamamız gerekmektedir. Keza, deprem sonrası mülksüzleştirme politikaları, vergi politikasının dizaynı ve faiz-kemer sıkma politikaları, emekçilerin, sermaye ve devlet tarafından disipline edilip, kontrol altına tutulmasına yöneliktir. Bahsettiğim politikalar birbirinden bağımsız değildir. Her bir politika birbirine bağlı olarak, işçi sınıfını kontrollü tufanın içinde tutarak, politik gücünü zayıflatmaya yöneliktir. Devletin politikalarını bu şekilde deşifre etmediğimiz sürece, emekçiler, politik güçlerinin zayıflıklarından dolayı AKP ve Yeniden Refah gibi partilerin etkilerinin altından çıkamamaktadır.
Tüm bu resme ve olasılıklara rağmen, seçim sonrası politikalarda değişikler olabilir. Elbette, işçi sınıfı lehine çok da olumlu bir gelişme beklememeliyiz. AKP, yerel seçimlerde büyük bir hezimet yaşamaz ise bu politikalar muhtemelen devam edecektir. Fakat, ciddi bir seçim hezimeti yaşanırsa, Şimşek yönetiminin ömrünün de uzun olacağını düşünmemekteyim. Seçim, AKP lehine sonuçlansa dahi, Şimşek’in ortodoks politikalara dönüş çabaları, Türkiye’yi işsizliğin arttığı ve gelir dağılımın iyice bozulduğu bir döneme sürekleyecektir. Faiz kararını, tam da bu çerçeve içerisinde değerlendirmeliyiz. Merkez Bankasının faiz kararı ne piyasa gerçeklerine göre verilen ne de kısa vadede nefes aldıracak bir karardır. Keza, piyasa gerçekliği diye adlandırabileceğimiz homojen ve mutlak bir yapı yoktur. İşçinin piyasa gerçeği ile burjuvanın piyasa gerçekliği arasında ciddi farklar vardır. Kemer sıkma ve faiz politikalarına, piyasanın da değil de işçi sınıfının gerçekliği üzerinden baktığımızda ise devletin ve sermayenin iş birliğini görmek mümkündür. Seçim öncesi başlayan ve sonrası devam etmesi muhtemel ekonomi politikaları, kuvvetle muhtemel, işçi sınıfının içerisinde bulunduğu kontrollü tufanı ve yoksulluğu derinleştirip, sermayenin, sınıf üzerindeki kontrolünü artırmaya yarayacaktır.”
Tümüyle herkesin hemfikir olduğu yanılgısı karşısında muktedirin ses vermesine müsaade ettiklerinin dışından bir meram her şeyi bir kere daha görünür kılar. Anlatılan ile yaşananların arasındaki derin uçurum halinin gerçekliği acı bir Türkiye imgesini de sunar. Hayat mefhumunun talan olunmasında aşılan ekonomik eşiğin her nasıl biçimlendirildiği, dahası taviz üstüne taviz verdirilen insanların sıradan olanlar harici kimselerin olmadığını gösteren bir tavırla biçimlendirildiği meydana çıkar. Seçim sathı mahalli geçicidir, geriye kalan talan / linç / yoksunluk politikası bir hakikat. Günbegün ezber edilmiş şablonlarla bir memleketin esas yıkımına dair hiçbir ön alma bahsine yer vermeden gününü gün etme hallerinin çeşitlendirilmesine tanık ediliyoruz. Afaki kılınmış ol müşterek, herkesin hemfikir olduğu ülke / yönetim / gündelik yaşam pratiklerinin her neyi kapsamadığını artık çok daha net görüyoruz. Hiç kimselerin, hiç kimselere yanlama ihtiyacı olmayan ol sıradan insanların meramının, mesellerinin her ne olduğuna dair en ufak bir tepkimenin var edilmediği yerde, ekonomik / sosyal politik güncel kabus halinin devamlılığı seçim bahsinin ilerisindeki karanlığı imler. Herkesi ortaklaştırmak yerine inatla ayrımcılığa, bir biçimde ötekileştirmeye çaba sarf eden, buna bel bağlayan bir menzilin katran karanlığı her ne olacaktır, düşünür müsünüz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Bülent KILIÇ – İstanbul 2014
1 note · View note
seslimeram · 1 month
Text
Özgürlük Mefhumu
Tumblr media
“Özgürlükle ne kastettiğimiz konusunda açık olmalıyız, zira özgürlük başından beri, bireye ait olan serbestiyle aynı şey değildi, toplumsal olarak koşullanan ve toplumsal olarak paylaşılan bir şeydi. Özgürlük, hayatın belirli bir toplumsal ve siyasal örgütlenişinin sonucu olarak kazanıldığı için, diğerleri özgür olmadığı sürece hiçbir insan özgür değildir.” Wendy Brown - Eleştiri Seküler Midir? - Açılım Kitap
Sınırları afaki kılınmış bir yaşamsal pratiğin / hayatın temel odaklarından birisi olarak var edilen özgürlüğün nasıl da laf kılındığını sorgulayan bir meram ortadadır. Wendy Brown, çağın var edilmiş bir salgın gibi ötekisini def etme alt etme çabalarına karşı sözün bizatihi eylemin nasıl da yaşamdan yana kurulması gerektiğini göstere gelir. Erk, muktedir pratiği olarak nakşedilmiş olagelen tahakküm olgusunun, tehdit / terör / taciz üçlemesinin arasız, fasılasız her güne içkin addedildiği bir zeminde, öteki sanılan özgür kılınmadıkça kimseyi özgür olarak göremeyeceğimiz bir dünyanın binasına devam olunuyor. Ne yol, ne izan, ne anlam, ne yön, ne tek satır açıklama. Tümüyle afaki bir biçimde bütünüyle çitlenen, sınırlı ve her günü muğlak bir özgürlük kırımının orta yerinde yaşam mahvedilmeye sevk olunur artık. Tümüyle kesintisiz bir halde tahakküm veçhesi imal edilirken toplumsal ve siyasal özgürlük metaforu da yerle yeksan edilir. Ötekiler yeniden kamusal olarak addedilen sınır dışına itilir.
Birbirinin aynısı, yekpare bir ezberden meram eyleyen, baş efendi ve baş faşistin ortaklığı dahilinde sunulmuş olagelen şeyin de aşağı yukarı bu minvalde bir toplamı imal ettiğinin altını çizebiliriz. Özgürlük mefhumunu sınırlandırırken, bununla bir gelecek tahayyülünü imal ettiğini, kimselerin ne fikrine, ne yaşam görüsüne karışmadıklarından bahis açarken bir yandan da en olmayacak şeyleri olur addeden, tüketen, yıkıcı ve özgürlüklere kastın her ana pay edildiği bir memleket bina olunur. Tümüyle seçim sathı mahallinin var ettiği açıklardan da feyiz alarak yinelenen bir tahakküm şeceresi hakikatimiz kılınır. Gün aşırı, iki miting, onlarca farklı mekanda zikredilen onlarca bahisle bir memleketteki yaşamak olgusunun talan edilmesi, özgürlük mefhumunun da sınırlı bir kesime ait kılınmasının yolu açılır. Ak parti iktidarının sunduğu, faşistler ve kendisinin laciverdi olagelen küçük tefek partilerin fundamentalist, kati ve kötücül eksenlerinde cirit atan bir tahayyül gerçek kılınır. Demokrasi sizlere ömürdür bir kere daha.
Bianet’ten aktaralım: “Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu, bugün (Mart 23) İstanbul’daki Kadıköy İskelesi’nde "İstanbul'da talana, kanala, Murat Kurum'a izin verme" sloganıyla basın açıklaması düzenledi.
Açıklamada, Kanal İstanbul Projesi’ne karşı verilen mücadelede aktif rol alan ve 30 Ocak 2024’te Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekilliği düşürülen avukat Can Atalay’ın fotoğrafı da yer aldı.
Açıklamada, projenin İstanbul’a vereceği zararlar vurgulanırken, AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Adayı Murat Kurum’un projeye dair net bir tutum almadığına da dikkat çekildi.
“İlave 1,5 milyon insan”
İstanbulluları Kurum’un İBB adaylığına ve rant projelerine karşı mücadele etmeye çağıran koordinasyonun açıklaması kısaca şöyle:
“Kurum’un ‘gündeminde olmayan’ ve hatta Erdoğan’a ‘başka önceliklerim var’ diyebileceğini iddia ettiği sırada Kanal İstanbul projesinin ‘kalbi’ olarak ifade edilen Arnavutköy Dursunköy’de bir projenin ihalesi daha yayımlandı. Gerçeklerin gizli kalmamak gibi bir huyu var, tıpkı Kurum’un mal varlığı beyanında unuttuğu üçüncü evi gibi… Yıllardır söylüyoruz, bu proje İstanbul’un son tarım alanlarını, göllerini, derelerini, ormanlarını, bizimle birlikte yaşayan hayvanları, endemik bitki çeşitliliğini ve İstanbul’un tarihini yani bölgedeki binlerce yıllık kültür varlıklarını yok edecek.
“Kanal İstanbul’un, İstanbul için ilave minimum 1,5 milyon insan demek olduğunu biliyoruz. İstanbul’un ciddi bir ulaşım sorunu olduğu da hepimizin malumu, İstanbullunun bu sorununu çözecek en önemli vaat ‘toplu taşıma’ iken Murat Kurum metro projeleri yerine yol/otoban vadediyor. Niye? Cevabı biz verelim, çünkü en ucuz ve doğaya da en az zarar verecek çözüm kendisinin ve iktidarın umurunda değil.
“İmar aflarının mucidi”
“Biz bu filmi daha önce gördük. İmar aflarının mucidi, Kanal İstanbul’un en büyük savunucusu, 6 Şubat depremlerinin Şehircilik Bakanı Murat Kurum İstanbul’u en iyi ben yönetirim iddiasında ama deprem bölgesindeki halkın bir yıldır yaşadıklarını da bildiğimizden bu sözlerin ‘boş seçim vaadi’ olduğunu ve halkın bu vaatlere karnının tok olduğunu söylüyoruz.
“Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu olarak ilân ediyoruz: Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı olarak işlediği suçlara yenilerini eklemek isteyen Murat Kurum’a biz İstanbullular geçit vermeyeceğiz. Yeni rant ve talan politikalarına izin vermeyeceğiz. Bugüne kadar olduğu gibi bu seçimde de ‘atı alan Üsküdar’ı geçti’ deseniz de mücadele etmeye devam edeceğiz, size ‘Kanalı yaptırmayacağız’. İstanbul halkını yerel seçimlerde Murat Kurum’a oy vermemeye, her daim kenti ve doğayı talan eden rant projelerine karşı mücadele etmeye çağırıyoruz.”
Basitçe ve doğrudan bir talanın önünü alabilmek için birkaç satırlık bir itiraz ancak var edilebiliyor. Düzenin, özgürlükler, hürriyetin tam ve eksiksiz hali, eşitliğin tabandan başlayarak herkesi kapsadığı bir tahayyül olarak yaşatılmadığı bir zeminde, kapalı kapılar ardından bir cendere, doğa için de bir kere daha katliamın çıkmaması için ses veriliyor iş bu menzilde. Rant için var edilen talanın bir kere daha hayatı gölgelediği bir zeminde olan bitenin kesintisi bir yok etme kültü olduğu bir kere gözler önüne seriliyor. Velev ki seçildi Kurum, hemen arkasından bina edileceklerle birlikte bir yaşam hattının daha bile isteye mahvedilmesinin İstanbul sathı mahalline hangi yaraları beraberinde getireceği en kestirmeden açıklanıyor. Özgürlük bahsi kullanışlı bir aparat kılınırken, tahakküm etmeyi aralıksız var eden, sonsuz bir girdap halinde parayı veren düdüğü çalar istediğini de yapar istikametinin zorbalığını içselleştiren, sahip çıkan bir iktidar mefhumunu gözler önüne getirdiğimiz vakit, doğanın yıkımını dahi kendilerine kar sayanların halini açığa düşürür. Olmayan / belki var edilemeyecek bir kanal hikayesinden, yıkıcı olacağı bağır çağır bildirilen depreme karşı önlemleri öncelemeyen, buna dair tespit / eylem planlarını daimi bir biçimde unutturmaya sevk eden, göz ardı eden bir iktidar pratiğinin İstanbul’u toptan yok etmesinin önünü alabilecek her ne vardır bir seçimden gayri. Bir de 2019’dan bu yana sürekli güncellenen bir buçuk milyon konutu dönüştüreceğiz mevzusu vardır ki, her seçim döneminde bizzat Murat Kurum tarafından zikredilip daha sonra denilmemiş gibi yapıla yapıla bugünlere gelinmiş bir tavır söz konusuyken, İstanbul’un sonunun da sonu olagelen ciğerlerinin talan edilmesi özgürlüklerin neresine dahil olur. Bir kere daha hayatı mahvetmenin bir olur hali var edilirken buna dur diyebilecek bir itiraz mekanizması söz konusu olacak mıdır? Düşünür müydünüz...
Tek bir konuda dahi nasıl bir istikametin yakalandığı ortadayken, memleketin genelinde var edilen o tahakküm halinin iç parçalayıcı sureti önümüze düşüyor. Her defasında yeni, yepyeni masallar anlatılırken, kapı eşiklerinde halklar alınıp satılıyor. Haklar yeniden ve yılmadan kırpılıyor. O doğa kırımı senin, bu düzlem benim, şu rant sizin, bu takiye her ama herkesin denilerek muktedir makamı kendi içinde bölüşümlere girişirken sıradanın hayatta var olma hakkı en baştan talan ediliyor her gün bir kere daha. Müştereklerimizin yerle bir edildiği bir zeminde özgürlüklerin talanı önce yaşamsal olan hak / ide / eylemi derdest ederek söz konusu edilir. Biteviye ardından çıkagelen yok etme, ezme ve biçme hallerinin yekununda o müşterek olanın talanı bitimsiz bir yağmaya dönüştürülür. Böyle bir menzilde hayatın ehven olanı nerededir? Bunca karanlığın ortasında bir yarın sahiden söz konusu edilebilir mi?
Özgürlük, hayatın belirli bir toplumsal ve siyasal örgütlenişinin sonucu olarak kazanıldığı için, diğerleri özgür olmadığı sürece hiçbir insan özgür değildir bahsinde değindiği gibi o Wendy Brown’ın dizdiği meram bir şeyleri şimdi aksettiriyor mudur? Otuz iki kısım tekmili birden, yetmiş iki milletin var ettiği bir bileşkeye haiz olduğu zikredilen bir zemin bugün en tahakküm ötesi, tahayyül edilenin dışındaki bir zorbalıkla kuşatılmaya devam olunuyor. Ol iktidar / avenesi / tayfası / çetesi şu ya bu isimlerle anılan takımı, seçilmişler için hayat her gün yeniden bir kazanıma dönüştürülürken, sıradan olanın hakkı da hukuku da topyekun lağvedilir. Bütünüyle özgürlük / eylemsellik / hak arama mücadeleleri “öcü” bilinip, terörize edilerek sorgulanmasın hiçbir şey istenir. Hizada durulan, üsttekilerin alt, en altta olanların canlarını okuduğu, dilediğini sınırlandırıp, dilediğini yok ettiği, kiminin bir ekmek için saatlerini harcaması lazımken, kimisinin komple fırını götürmesine karşın halen doymadığı bir oburluk ile sınanır ülke. Deneyimlenen, gerçekliğine kavuşturulan ol sınama, yeniden pay etme, hakkaniyet kavramları kendilerini ayrıcalıklı ilan edenler için bir başkalaşmış, dönüşmüş, teslim olmuş ülkeyi bir oyun parkına dönüştürür. Kasanın ve kasaya yakın duranların çıkar çatışmaları, rantiye, talan oyunlarında ne gün kalır ne de sahici bir gelecek. Önümüzdeki hafta bir yoğun gündem sarmalı içinde yine vatan, millet hikayeleri aksettirilirken bir seçim daha geçip gidecek. Tümüyle bir başına konulanların ol sahiden kimsesizlerin, ötekilerin, elinden hakkı, hukuku, sözü çalınanların birbirlerine derman olmak için mücadeleden gayri bir şans / ihtimallerinin olmadığı yer artık enikonu görünüyor. Tahakküm ve tehdidin bini bir paraya çıkarken bu gidişata, birbirinin aynısı bir kısır döngüde her gün yeniden sınanmaktan illallah etmediniz mi, hala mı... Hal, gidişat perişanlığın ta kendisiyken... Sahiden...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Mediaethics – Shadow – Dean STUART
1 note · View note
seslimeram · 1 month
Text
Sesli Meram #451 - Yersiz Yurtsuz (18.03.2024)
Tumblr media
"Bütünleşik, birbirini sahiden önemseyen, duyan ve anlayan bir ülkenin imaline daha çok var mıdır? Sosyal medya platformlarında önce Ermeni, sonra Yahudi, dün Rum bugün Kürd, yarın Alevi’ye doğrudan saldırıların var edilebildiği, iktidarın da bile isteye göz yumarak önemsizleştirdiği, inkar ettiği ayrımcılığın bu ülkeyi taşıyacağı yer hiç mi ama hiç mi sorun değildir. Bir koca asrı heder eden, dönüştüreyim derken içinden çıkılamaz bir fasit daireye mahkum kılan o ezberci aklın, devleti önceleyen hallerinde insana salt, sadece insana hiç sıra gelir mi? Bir kabus halinin ortasına demirleyen yerde yarını şimdi, şu andan tüketen bir zeminden herhangi bir umut söz konusu olur mu? Sorular birikiyor, bütünüyle yanıtsız kılınan bir menzile varılıyor. Büsbütün kendini bile duymayan, kendi için dahi endişelenmeyen, varsa şimdi, yoksa şimdi içinde debelenip dururken kendisinin ötesini görmeyen, bırakınız görmeyi sormayan, merak etmeyen, ezberlerinde boğulan bir Türklük ile yarına nasıl varılabilir. Her şekilde vatan bir ev olmaktan alıkonulurken. Her durumda hayatta olmak örselenip dururken. Her gün, yeniden yıkıcılık kutsanırken… Her gün…" sesli meram
podcast image credit: to gather together:::mp5:::wunderkammern
0 notes
seslimeram · 1 month
Text
Kâbus
Tumblr media
Kabusun orta yerinde yol almaya devam diyen bir ülke söz konusu artık. Biteviye olağan bir tahayyül gibi noksansız badireler sarmalında canı çıkartılmaya ant içilen sıradan insan için reva görülenlerin yekunu kabusu imliyor eksiksiz, boşluksuz. Her ne yana dönülürse dönülsün, herhangi bir tedbir alınırsa alınsın sonunda mutlak iktidar pratiği için zehirlenip sınırlanan, kuşatılan bir hayat imgesinin var edildiği kabus gerçekliğimiz kılınıyor. Seçim öne sürülerek günbegün arttırılan bir tahakküm halinin, ya bizimle, bizdensiniz yahut da o mihrak, ayrımcı, terörist, düşkün, nefret kümesinin ta kendisine payanda bilinirsiniz halini mütemadiyen arşınlayan bir mefhum gerçekliğimiz kılınıyor. Medeniyet seviyesinde eşiği atladığımız bugün yarın üstüne basılarak zikredilirken aralıksız yoksunlaştırma halinin bir gerçeğe dönüştüğü, üçüncü dünyanın oyuncusu olduğumuz gerçekliği yüzümüze çarpılır. Belli belirsiz bir yarına kavuşacağı, bunun da müjdeli doğrudan iyimser bir ülke olacağını bildiren seslenişler varken her şey kaypak bir zemine çekiliyor. Kabusu yönlendiren yalın bir terörün, devlet şiddetinin ta kendisinin, hayatta tek söz sahibi olma imgesinin yolu ve zemini sağlama alınıyor.
Baş efendi, son birkaç mitinginde değindiği gibi, bir ana muhalefet olduğunu zikreden ol yapıyı, bir de bu memleketin görüp görebildiği nadir bir çatı olmasını hasetten çekemeyip hedef kılmaya doymadığı Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’ne doğrudan saldırarak kabusun şekillendirilmesinde başat oyun kurucu olduğunu göstere gelir. Tam anlamıyla dişine göre değerlendirdiği Cumhuriyet Halk Partisini saf dışına öteleyebilmek için en akla seza kurguları hakikaten var olmuş gibi gösteren demeçlerle çıkagelir. Bütünüyle bir menzildeki yaşam istinadının tükettirilmesi gailesini nasıl var edip herkesin refah içinde bir hayat sürdüğü yanılgısını duraksamadan pazarlıyorsa kendileri ve bütünüyle o iktidarı var eden Adalet ve Kalkınma Partisi bugünlerde de o minvalde bir yanılgının etrafında tüm o kabus halini güncellemektedir. Salt siyaset sahnesinden çıkagelen anlık tahayyüller değil aynı zamanda gündelik yaşamın orta yerinde kurumsallaştırılan bir kesintisiz nefret edimiyle o kabus hali her yerde var edilir. Cerahati güncelleyen devlet erkanının sunduğu, yönlendirdiği, geliştirdiği her tahayyül bambaşka açmazlara seyrüsefer eden ülkeyi de açığa düşürür.
Bugününden geleceğini zehirleyen bir aksiyon şimdi her yerdedir. Geçmişinin yara verme halini, yıkıcılığın ardından ortaya çıkan insani katastrofu görmezden gelip bugün halen oh olmuş iyi olmuşlar havalarda uçuyorsa o kabustan hiçbir zaman uyanmak söz konusu olur mu, olabilir mi? Daha yepyeni seçim güncesinin kıyısında kim necidir tartışmalarının orta yerinde, bu ülkede kala kala birkaç bin kalmış Rum’un yaşadığı bir sınama halini anmayı dahi çok görüp küfürlerle mukabele eden bir z kuşağı varken bir yarın ümidinden bahis açılabilir mi? 1964 yılında, 24 saat içerisinde 20 dolar ve 20 kiloyu aşmayacak bir yük ile memleketi terk etmek / tehcir olunmanın bahsini sorgulamak onca sene sonra halen mümkün değil midir? Yıkıcılığı, yaşatılan kötülüğü, etme bulma dünyası diye geçiştirmek hangi hukuki terimlere sığar misal? Basit gibi görünen oysa canı esas yakan şeyin komşuların birdenbire sizleri ihbar eden, sizden kalanları talan eden bir cenaha dönüşmesi halinin utancını kendine yük etmeyen, sormayan bir ülkede, yukarıda kırık dökük anlatmaya çalıştığımız o kabusun neye tekabül ettiğini idrak ettirecek bir arayış söz konusu olur mu? Nefret söylemini yaşayan / geçip gitmiş / onca sınamayı sineye çekip bir biçimde yaşamda kalmaya devam edenlerin gözleri önünde sürekli yineleyen bırak konuşmayı, sahici bir özür için devletine baskı dahi kuramayan bir Türk kimliği söz konusuyken o memleketin kabuslarına hiçbir zaman bir son verilebilir mi? Soruyor musunuz? Daha halen 20 Dolar 20 Kilo’yu bilmeyenler için şuraya bıraktığımız röportaj bir şeyleri aksettirebilir mi, okur muydunuz?
Dönelim günümüze, Hüseyin Kalkan imzasıyla Yeni Yaşam Gazetesinde yayınlamış olan haberi aktaralım: “Dillere pelesenk edilmiş bir söz var. “İstanbul en büyük Kürt kentidir.” Doğrudur da Kürtlerin haklarını inkar etmek için bir giriş cümlesi olarak kullanılmasa. DEM Parti İstanbul Belediye Eşbaşkan adayı Meral Danış Beştaş, “İstanbul’da Kürtler var ama hakları yok” diyor. Beştaş, bu konuyu şöyle açıklıyor: “İstanbul’un en büyük Kürt kenti olduğu doğru. Sonuçta 5 milyonu aşkın Kürt yaşıyor burada. Ama nasıl ki ülke genelinde Kürtlerin özgürlükleri, hakları, talepleri tanınmıyorsa, karşılamıyorsa ve bir savaş politikası hüküm sürüyorsa bunun yansımalarını illerde de tek tek görüyoruz. Genel siyaset illere tek tek sirayet ediyor. İstanbul’da Kürtler var doğru ama İstanbul’da Kürd’e dair bir şey yok. Bazı şeyler yerel yönetimin yapabileceği çerçevededir. Kürtlere dair özgün bir hak yok. Dille olabilir, kültürle olabilir. Kimlik hakları ile ilgili olabilir. Ya da mücadelelerinin önündeki engelle ilgili olabilir. Kürtlerin günlük hayatta görünür olmasıyla ilgili olabilir. Kürt var ama görünmüyor. Kürtlerin kendi güçleri ile oluşturdukları bazı müzik grupları, MKM gibi, Kürt enstitüsü gibi örgütlenmeler var, bu konuda büyük bir çaba var. Ama merkezi yönetimden destek görmedikleri gibi yerel yönetimden de destek görmüyorlar. Günlük hayatta yapılacak bazı ufak değişiklikler, küçük jestler Kürtlerin görünür olmasını sağladığı gibi daha büyük resimde Kürt sorununun çözümüne katkısı olabilir. Mesela toplu taşıma araçlarında Türkçenin yanında Kürtçe anonslar da yapılabilir. Bazı tarihi mekanların yön levhaları diğer dillerin yanı sıra Kürtçe de olabilir. Bunlar yerel yönetimlerin yapabileceği şeyler, onun için bunlara değiniyorum.”
Bu hem hak hem bir hizmet
Beştaş, yerelde atılacak bazı küçük adımların Kürt sorununun çözülmesine katkı sağladığı gibi bunun aynı zamanda bir hak olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Bunu Meclis’te de çok konuştuk. Wan uçağı, Amed uçağı, Êlih uçağı bunlarda Kürtçe anons yapılabilir. Basit şeyler gibi görünüyor, ama bunlar Kürt sorununun çözümü için ortam hazırlayan uygulamadır. Mevcut nizamın buna direnmesinin nedeni de budur. ‘Kürtler TC vatandaşı olduğuna göre Türkçeyi bilmeli.’ Sağlık Bakanı da öyle demişti. ‘Kürtlere ayrıca bir dil hizmeti verilmez, çünkü onlar Türkiye’nin vatandaşları’ demişti. Tamam da vatandaşın bu dili bilmiyor. Mesele orada. İstanbul’a indirgeyecek olursak metroda İngilizce yapılıyor anonslar, Kürtçe yapılmıyor. Bu hem bir haktır hem bir hizmettir. İstanbul’da yaşayan ve Türkçe bilmeyen birçok Kürt var, özellikle kadınlar arasında. Kürtlere hizmet götürmeliyim diye bakarsan, bu aynı zaman da bir hizmettir. Daha yakınlarda İstanbul Havalimanı’nda bir anne Türkçe bilmediği için havaalanı içinde mahsur kaldı. Bunlar çok kolay alınacak kararlarla hayata geçirilebilir. Sonuçları büyük olur. Kamusal yaşamda kendi dilini kullandığını gören insan kendini mutlu hisseder.”
İstanbullularla yönetmek
Parti olarak önemli bir yerel yönetim deneyimine sahip olduklarını belirten Beştaş, İstanbul’u yönetirken bu deneyimden yararlanacaklarını söylüyor. Beştaş, yerel yönetim deneyimi ve İstanbul’a uygulanması ile ilgili şunları söylüyor: “Biz İstanbul’u İstanbullularla birlikte yönetmeyi hedefliyoruz. İstanbul’daki tüm farklılıkların, toplumsal kesimlerin, farklı kimliklerin, inançların katılabileceği bir yerinde yönetim model ile yönetmeyi öngörüyoruz. Biz DEM Parti olarak yerinde demokratik, kadın özgürlükçü ve ekolojik bir yerel yönetim anlayışına sahibiz. En önemli farklılığımız, kentlilerle o kenti yönetmek. Kentlilerin yönetime katılmasını sağlamaktır. Biz bunu mesela Amed’de sağlamıştık. Bizim çok ciddi bir yerel yönetim deneyimimiz var. Diyelim kadınlarla ilgili bir meselede karar alınacak, kadınların katıldığı süreçler sonucu bu karar alınırdı. Diyelim Gazi Mahallesi ile ilgili bir karar alınacaksa karar sürecine Gazi halkının katılmasını sağlayacağız. Diğer bir yaklaşımımız bütçeyi halkın lehine kullanmaktır. İstanbul, dünyanın en güzel şehirlerinden bir tanesi, bir avuç zengine hizmet ediyor. İstanbulluların büyük bölümü bu güzelliklerden yararlanamıyorlar. Kentlilerin büyük bölümü denize bile ulaşamıyor.”
Yaşam standardını yükseltmek
Belediyenin imkanlarını öncelikle emekçilere ve yoksullara tahsis edeceklerini beliren Beştaş, onların hayat standartlarını yükseltmenin öncelikli hedefleri olduğunu söylüyor: “Yoksulların ihtiyaçlarının öncelikle ele alındığı bir sistem öngörüyoruz. Örneğin emeklilerin, örneğin işe gitmek için sabahın erken saatlerinde yol düşen işçilerin yaşam standartlarını yükseltmek için hizmetler üretmeyi temel alacağız. Bunu ulaşımdan tutun da sosyal ve sanatsal yaşam için olanaklar yaratmayı sayabiliriz. İstanbul bir işçi ve gençlik kenti. Gençlik denilirken sadece öğrenciler akla geliyor. Ama İstanbul’da milyonlarca emekçi genç de var. Onların ihtiyaçlarının gözetildiği bir yerden yaklaşıyoruz. Belediye hizmeti halka hizmettir. Yaşamı kolaylaştıracak yerde kararlar alacağız. Toplumsal odaklarla birlikte tartışmak gerek. Belediyelerin yolun yapımından tutun ulaşıma kadar, çocukların eğitiminden kreş hizmetlerine kadar yapabileceği çok fazla hizmetler var. Ve İstanbul Belediyesi dünyanın en fazla olanağına sahip belediyelerinden, 16 bakanlığın bütçesine denk bir bütçesi var. Bu bütçe nasıl harcanıyor, kim denetliyor, nerelere harcanıyor, neler önceleniyor bunlar aslında büyük soru işareti olarak ortada duruyor. Diğer bütün belediyeler gibi. Biz bunları şeffaf hale getireceğiz.”
Barışı bir kuvvet haline getirmek
Özellikle CHP’ye yakın çevreler “DEM Parti, İstanbul’da kazanamayacağına göre neden seçime giriyor? Aldığı oylar Ekrem İmamoğlu’nun kaybetmesine yol açacak” diyor. Burcu Köksal’ın ırkçı çıkışını tartışacaklarına, Köksal’ın çıkışının İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun Kürtlerden alacağı oyu etkileyip etkilemediğini tartışıyorlar. Beştaş, bu yaklaşımı sert bir şekilde eleştirerek şunları söylüyor: “Bu bizim siyasi kimliğimizi görmezden gelen bir yaklaşım. Bizim siyasal perspektifimizi, barış politikalarımızı, yerinde yönetim anlayışımızı ve mücadelemizi görünmez kılan bir yaklaşım, biz bunu her zaman reddettik. Biz kazandırmak ve kaybettirmek için bu seçimlerde değiliz. Biz kendimiz için bu seçimdeyiz. Biz siyasi rekabet etmek için bu seçimdeyiz. Sonuçta biz kökleri çok eskiye dayanan bir geleneğin partisi olarak iddiamızı ortaya koyuyoruz. Nedir bu bizim için kazanmak? Kazanmak sadece alınan oy yüzdesi ile ölçülmez. Kazanmak şu kadar yüzde oy almak değildir. Kazanmak barış politikasını bir kuvvet haline getirmektir. İktidar bütün seçimleri savaş politikası üzerinden götürüyor. Kürt düşmanlığı üzerinden götürüyor. Kürtlere karşıtlık üzerinden götürüyor. Bu seçimde de aynı dil devam ediyor. Biz, savaş politikasının karşısına barış politikasını koyuyoruz ve İstanbul da bunu en güçlü anlatacağımız merkezdir. Hem Kürtlerin, hem Türklerin, Ermenilerin, Rumların, Alevilerin, Sünnilerin bir arada yaşadığı, kısaca Türkiye’nin bütün farklılıklarının bir arada yaşadığı bir merkez olma özelliğini taşıyor. Medya üstten bakan bir yerden yaklaşıyor partimize. Demleniyor gibi söylemlerle bizi ötekileştiriyorlar. Biz bunu tamamen reddediyoruz. Biz, savaş siyasetinin karşısına barış siyasetini koyuyoruz. Tecridin karşısına özgürlük siyasetini kurduğumuzu belirtiyoruz. Türkiye’de Kürt meselesini demokratik temelde çözümünü savunduğumuzu ortaya koyuyoruz. Böylece barış siyasetini bir kuvvet haline getiriyoruz.” Beştaş, Burcu Köksal’ın ırkçı çıkışına değinerek aynı zamanda CHP’nin bu çıkış karşısındaki tutumunu da eleştirdi. “Bu ırkçılık CHP’lileri çok rahatsız etmedi, daha çok bu durumun Ekrem İmamoğlu’nun Kürtlerden alacağı oyu etkileyip etkilemediği tartışıldı. Parti olarak Köksal’a karşı bir tutum almadılar.”
Savaşa değil, seçime gidiyoruz
Beştaş’ın üstünde durduğu başka bir konu ise iktidarın sürdürdüğü militarist politika, “Seçime değil, sanki savaşa gidiyoruz” diyor. Ve iktidarın yaklaşımını şöyle eleştiriyor: “Biz Türkiye’nin en büyük problemini çözmeye adayız. Bunun tarafıyız. Barış elini tutmayan devlettir. Sayın Öcalan’ın barış eli hâlâ havada duruyor. ‘Bir haftada çözerim’ dediği bir durumda hâlâ insanlar ölmeye devam ediyor. AKP silaha dayalı bir seçim propagandası yapıyor. Her gün yeni ürettikleri silahları tanıtıyorlar. İHA’lar, SİHA’lar, uçaklar tanıtılıyor. Yerel seçime değil, sanki savaşa gidiyoruz. Böyle bir siyasi akıl var. Ve açıkçası iktidar dışındaki partiler de bunun karşısında çok net bir pozisyon almıyor. Alamıyor demiyorum, almıyor. Kürtler söz konusu olunca, Kürt meselesi söz konusu olunca, tecrit olunca, anadilde eğitim olunca, Kürtlerin temel hak ve özgürlükleri olunca hepsi bir hizada duruyorlar. İşte biz o hizada değiliz diyoruz. Biz başka türlü bakıyoruz.”
Çocuk dostu bir kadın kenti
Beştaş, kadın politikalarını anlatırken İstanbul’un çocuk dostu bir kadın kenti olacağını söylüyor. Bu politikayı şöyle detaylandırıyor: “Bizim politikamız bir kadın politikasıdır aynı zamanda. Sadece İstanbul için değil, her kentte öyledir. Bir kere eşbaşkanlardan biri kadın olacak. Belediye meclisinde kadınlar eşit sayıda olacak. Belediyede kadına dair başkanlık kurulacak. Tamamen kadınlara özgü çalışmalar yürüten, kadınların ihtiyaçlarını gözeten, önerilerini dikkate alan bir sistemle çalışacağız. Yine en önemli maddelerden biri toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçeleme yapacağız. İBB bütçesi kullanılırken toplumsal cinsiyet rolleri gözetilecek. Kadınlara öncelik verilecek, buna duyarlı olacak ve çocuk dostu bir kadın kenti olacak İstanbul.” Kadın hakları ve kadınların maruz kaldığı şiddete Beştaş yabancı değil. İstanbul Sözleşmesi’ni kuran davanın avukatı kendisi. Beştaş kadın sorununa yaklaşımla ilgili şunları söylüyor: “Ben kişisel olarak kadın alanında çok çalıştım. İstanbul Sözleşmesi’ni kuran davanın avukatıyım. O anlamda bildiğim ve yaşadığım bir mesele. Günde 7-8 kadın öldürülmeye başlandı. Toplumsal cinsiyetler konusuna belediyede başlayarak çok geniş bir eğitim çalışması, bilinçlendirme çalışması yürütülmeli. Biz öyle yapacağız. Kadınlar bir kadın belediye başkanı yönetiminde kendilerini çok daha güvende hissedecektir. Ve kadınların ihtiyacını bir kadın en iyi bilir.”
Memleketin muhalefet olgusunu biçimlendiren bir siyasi çatının İstanbul’da gösterdiği adaylardan Beştaş’ın sözleri yeterince açık bir biçimde kabusunun içinde yaşamaya devam diyen ülkenin istikametine bir dur diyebilmek için elzem bir uyarıdır. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi – Dem Parti’nin savuna geldiği biçimlendirme, asırdan da uzunca bir süredir eşitlik / adalet / hakkaniyet temelli bir hürriyet olgusunun yerelden başlayarak nasıl ülkede var edilebileceğini de örnekleyen denemeler barındırır. Kelimesi kelimesine anlatılanlara uyulmasını değil, bir biçimde diyaloğun neden elzem olduğuna dair seslenişlerle bir kabus sonlandırılabilir. İstanbul’un çoğulcu kimliğinin, binlerce ve binlerce yıllık yan yana kadim halklarla imal ettiği o yaşama deneyimine vurulmak istenen tüm ayrımcı yaftalama, kimliklerin birbirini tamamlamasına ön alma hallerini alt edebilmek için bir kez olsun bu ülkede anılıp durulan mozaik mozaik, medeniyetler eşiği / beşiği laflarının gerçekliğine ulaşabilmek için Beştaş ve eş başkan adayı Çepni’nin Dem Parti ile verdiği mücadele bütün meramın da sınırlarını oluşturuyor.
Bütünleşik, birbirini sahiden önemseyen, duyan ve anlayan bir ülkenin imaline daha çok var mıdır? Sosyal medya platformlarında önce Ermeni, sonra Yahudi, dün Rum bugün Kürd, yarın Alevi’ye doğrudan saldırıların var edilebildiği, iktidarın da bile isteye göz yumarak önemsizleştirdiği, inkar ettiği ayrımcılığın bu ülkeyi taşıyacağı yer hiç mi ama hiç mi sorun değildir. Bir koca asrı heder eden, dönüştüreyim derken içinden çıkılamaz bir fasit daireye mahkum kılan o ezberci aklın, devleti önceleyen hallerinde insana salt, sadece insana hiç sıra gelir mi? Bir kabus halinin ortasına demirleyen yerde yarını şimdi, şu andan tüketen bir zeminden herhangi bir umut söz konusu olur mu? Sorular birikiyor, bütünüyle yanıtsız kılınan bir menzile varılıyor. Büsbütün kendini bile duymayan, kendi için dahi endişelenmeyen, varsa şimdi, yoksa şimdi içinde debelenip dururken kendisinin ötesini görmeyen, bırakınız görmeyi sormayan, merak etmeyen, ezberlerinde boğulan bir Türklük ile yarına nasıl varılabilir. Her şekilde vatan bir ev olmaktan alıkonulurken. Her durumda hayatta olmak örselenip dururken. Her gün, yeniden yıkıcılık kutsanırken... Her gün...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
İllüstrasyon: Mert TUGEN – Karbon Galeri v/ BCCT
0 notes
seslimeram · 2 months
Text
Ümitsizliğin Meseli
Tumblr media
Naz, niyaz yok olduğu gibi paldır küldür bir tahakküm boyunduruğu, daimi bir sınamalar silsilesi içerisinde köşeleri çoktan kırılmış, sürprizsiz, düş kırıklığında bir hayat var. Doğrudan doğruya bu döngünün daimi olmasına çalışan bir baş efendi söz konusu artık. Hiçbir ümidi yirmi dört saat yaşatmayan bir aklın var edeceği her türden bet / feci için bir zemin kılınıyor ismi bir biçimde yeni diye anılan ülke. Tek hedeflenen şeyin sadece baskın bir ülke imajını / dikta eden bir temsilin arkasını kollamak olarak biçimlendirildiği zeminde paldır küldür fecaati var etme hali devamlılığa kavuşturulur. Tümüyle nobran, hiç mübalağasız bir tehdit halini o sarmal içerisinde yeniden güncellemek rotasına düşülen bir mesel kılınır. Cerahatin nesi nasıl düzeltilebilir ki, bunca her şey eğrelti bir halde yarım / eksik kılınırken yanıtsızdır iş bu menzilde. Seçim sathı mahallinde, ister genel ister yerel olsun biteviye tükenişin tam ve eksiksiz bir biçimde öne sürüldüğü yer gerçekliğidir mesele. Ya bizimlesiniz yahut da kara toprağın yollu göndermelerin, biz varsa o, bu, şu var biz yoksak hiçbirisi yok üstüne de havayla cıvayı alırsınız yollu göndermelerin ortasında o tahakküm boyunduruğu altına yollanmış bir hayat imgesi var edilir, ne eksik, ne laf kalabalığı.
Hiçbir şeyin doğru izlekte var edilmediği bir zeminin hikayesidir bu sürprizsiz hayat imge ya da anlatımı. Doğrudan doğruya tek adam rejiminin katkı sunan çete üyeleriyle birlikte, en kestirmeden memleketi tımarhaneden hallice kıldığı bir iklimin meselesi bugünün açık kestirmeden en kalıcı sonuçlarından birisidir. Her gün bir acayipliği düşünüp, taşınıp var ederken muktedir eliyle o kesintisiz cürüm bütünleşik menzil güncellenendir. Sonu daimi bir biçimde karanlıklara çıkagelen yerde hayatın sürprizlerini, çekilebilir yanlarının da en kestirmeden törpülenmesi var edilendir. Yirmi bir yıllık iktidar tahayyülünün, kolaylıkla birlikte alt ettiği muhalefet nam çatının bütün o yüzeylerinin de teslimiyetçi hallerinin refakatinde bu dönüşüm var edilir. Birbirlerinin gırtlağına çökmekle meşgulken Özel ile Akşener, küçük tefek yüzdeler partilerinin başkanları vesairesi bir kenardan bütün bu oyun kurma halini, yok etme sistematiğini, hayatı dar etme / dar bir kalıpta var etme ihtimal ve olasılıklarına artık yeter diyebilen Halkların Demokratik Partisi gibi küçücük direniş odakları olmazsa o mutlak karanlık her yeri kuşatacaktır. Zaten amaç da bir asırdır dün Ermeni, Süryani, Rum nasıl duyulmayıp, yok olmanın kıyısına taşındıysa, bugün bir kez daha Alevi / Kürd / Sol titrine haiz olan kesimleri bu toplumdan ilelebet def etmek adına bir istikamet güncellenir. Ki bunca yaranın ortasında o gri, kurşuni, simsiyah haller içindeki memleket denilen yer imal olunur.
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Colemêrg’in Rubarok ilçesine bağlı Düve köyünün girişine X Ray cihazı konuldu. 90’lı yılların OHAL uygulamalarını hatırlatan görüntülerde, köylüler evlerine gidebilmek için her seferinde askerlerin aramasına maruz kalıyor.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Colemêrg (Hakkâri) Milletvekili Öznur Bartın, sanal medya hesabı X’ten bir video paylaşarak Rubarak’un (Derecik) Düve köyüne askerler tarafından X Ray cihazı konulduğunu ve köy halkının evine gitmek için her seferinde çıplak aramaya maruz kaldığını aktardı.
Bartın’ın paylaşımında yer verdiği videoda köyün girişine kurulan kulübenin içinden köylülerin aranarak geçtiği görülüyor. Görüntüler, 90’lı yıllarda OHAL döneminde köylere kurulan arama noktalarını hatırlattı.
Bartın’ın paylaşımı şöyle: “Yok, bu kadarı da olmaz demeyin. Söz konusu Kürtler olunca oluyor! Derecik Düve köyünün halkı evine gitmek için köyün girişindeki askeri noktada X-Ray cihazından geçiriliyor, çıplak aramaya maruz kalıyor, kimliklerine el konuluyor. Zulmünüz batsın. Nedir bu halkın sizden çektiği!”
Bartın, konuyu Meclis gündemine de taşıdı. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın cevaplaması istemiyle verilen önergede şu sorulara yer verildi:
“* Hakkâri Derecik ilçesine bağlı Düve köyünde yaşayan yurttaşların köylerine gidebilmek için askeri kontrol noktasında X-Ray cihazından geçtiklerine, askerlerce kimliklerine el konulduğuna dair bilginiz var mıdır?
* Düve köyü girişindeki askeri kontrol noktasında köy halkının X-Ray cihazından geçirilmesinin, askerlerce yurttaşların kimliklerine el konulmasının ve yurttaşlara karşı yürütülen onur kırıcı muamelenin hukuki gerekçesi nedir?
* Derecik Düve köyüne giriş-çıkışlarda köy halkına verilen rahatsızlık ve uygulanan baskı nedeniyle hakkında işlem yapılan asker sayısı kaçtır?
* Köye giriş-çıkışlarda Düve köyü halkına yönelik yürütülen bu askeri baskı uygulamasına dair bir araştırmanız var mıdır? Köy halkının X-Ray cihazından geçirilmesi başta olmak üzere yaşanan bu hukuksuz ve onur kırıcı uygulamaya ne zaman son verilecektir?
* Yurttaşlara karşı askeri baskıların ciddi boyutlara vardığı belirtilen Düve köyünün yol, su, elektrik gibi temel hizmetlerden yoksun bırakılmasının gerekçesi nedir?
* Düve köyü halkının temel hizmetlere erişimi noktasındaki sorunların giderilmesine dönük bir çalışmanız var mıdır? Köyün yol, su, elektrik sorunu ne zaman çözüme kavuşturulacaktır?”
Köşeleri kırılmış olagelen ol sürprizsiz hayat imgesinin her nasıl bir cendereye dönüştüğü halihazırdaki şu tek örnekten dahi belirgindir. Düve Köyünde insanlara salt aidiyetleri bir başka halktan olduğu için zulmetmek olağan bir halle karşılanır. Doksanlı yılların cendere ile işkence hallerini birbirine yakın tutan, iç içe geçmiş mahvetme şablonunu daimi bir hal ve istemle birlikte derdest etmek adına kullana gelen bir aklın sunduğu şeyin geçmişi birebir tekrarlamaktan ötesi olmadığı muhakkaktır. Yolun yordamın, izah ve izanın birlikte yok edildiği bir zeminde askeri baskıların orantısız bir şiddet sarmalını gündelik bir hale taşımasının hesabı ve akıbeti her ne olacaktır ki? Süreğen kılınan bir şiddet sarmalı, denetim, gözetim ve tahakküm üçlüsüyle Kürd sorununun neresi çözümlenebilir ki! Asırdır heder olunan, ötekisine karşıtlıkla birlikte imal edilen demokrasinin yerine ikame edilmiş otokrasi ile işkenceye varan uygulamalar, hakir görmeler, hukuku çiğnemeler arasındaki bağı görebiliyor musunuz? Bir halkın var olma mücadelesini her seçim sathı mahallinde inatla “terörize” ederek kurulacak dostluktan / kardeşlikten kime ne fayda vardır! İlişikteki haber metnindeki gibi Bakur Kürdistan’ında ve Rojava’da işgal edilmiş olan Afrin gibi kentlerde icrasına devam olunan o şiddet / dayatma kültürü karşısında insani normu kim ne zaman fark edecektir, sahiden sorgular mıydınız.
Bianet’ten aktaralım: “İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) bugün yayımladığı bir raporda, Türkiye'nin Kuzey Suriye'de kontrolü altındaki bölgelerde kendi güçleri ve desteklediği yerel silahlı gruplar tarafından işlenen hak ihlalleri ve potansiyel savaş suçları konusunda sorumluluğu olduğunu belirtti.
"Her Şey Silah Zoruyla: Türkiye İşgali Altındaki Kuzey Suriye'de Hak İhlalleri ve Cezasızlık" başlıklı 76 sayfalık rapor, silahlı gruplardan oluşan Türkiye destekli bir koalisyon olan Suriye Milli Ordusu ve 2018'de Suriye Geçici Hükümeti ile Türkiyeli yetkililer tarafından ihlalleri önleme amacıyla kurulan Askeri Polis yapısının kaçırma, keyfi gözaltı, hukuksuz alıkoyma, cinsel şiddet ve işkence eylemlerini belgeliyor.
HRW ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile istihbarat teşkilâtlarının ihlallerin gerçekleştirilmesinde ve denetlenmesinde rol oynadıklarını tespit etti.
Raporda öne çıkanlar şöyle:
"Türkiye, Kuzey Suriye'de işgali altındaki topraklarda kendi güçleri ve desteklediği yerel silahlı gruplar tarafından işlenen ciddi ihlallerin ve potansiyel savaş suçlarının sorumluluğunu taşımaktadır.
Türkiyeli yetkililer ihlallere seyirci kalmanın ötesinde işgalci güç olarak sorumluluk taşımakta ve bazı durumlarda "güvenli bölge" olarak adlandırdıkları yerlerde açık savaş suçlarına doğrudan dahil olmaktadırlar.
Türkiye kamu düzeni ve güvenliğini yeniden tesis etmek, bölge sakinlerini korumak, ihlallerin faillerini sorumlu tutmak ve mülk sahipleri ile geri dönenlerin haklarını güvence altına almakla yükümlüdür.
Türkiye, sivil halkın güvenliğini ve refahını sağlamakta başarısız olmuştur. Bölgede yaşayan 1,4 milyon kişi için hayat hukuksuzluk ve güvensizlik içinde sürmektedir. Geçmişte Suriye Milli Ordusu yönetimi altında yaklaşık üç yıl yaşamış olan bir kişi: "Her şey silah zoruyla oluyor."
Türkiye'nin 2018'de Afrin'de gerçekleştirdiği "Zeytin Dalı Harekâtı" ve 2019'da gerçekleştirdiği "Barış Pınarı Harekâtı"ndan bu yana bölgede yaşayan yüz binlerce kişi yerinden edildi.
“Güvenli bölge”
HRW Orta Doğu Direktör Yardımcısı Adam Coogle, raporla ilgili "Kuzey Suriye'de Türkiye'nin otoritesi altında yaşayanlara yönelik işkence ve zorla kaybetme gibi süregelen ihlaller, Türkiye tarafından sorumluluk alınıp durdurulmak için harekete geçilmediği sürece devam edecektir," dedi ve ekledi:
"Türkiye'nin Kuzey Suriye'de bazı bölgeleri işgal etmesi, hukuksuzluk, cezasızlık ve ihlal ortamını kolaylaştırdı. İlgili bölge ‘güvenli bölge’ olmaktan çok uzak.”
Basitçe hayata müdahalelerin “terör” öne sürülerek nasıl yeniden güncellendiği bir kere daha resmen rapor edilir. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Kuzey Suriye sahanlığında Türk devletinin var ettiği açmazların pek de öyle insani bir koruma olmadığını tam tersine etnik bir dönüşümü, bitmeyen bir savaş menzili kılınmış Suriye sahnesinde bir kere daha yaraları deşme adına olduğunu göstere gelir. Hak kavramının, hukuksuzluğa resmen esir edildiği, cezasızlık politikasının kentleri / çeper ve çevreleriyle bir deney sahası kıldığı yerde onca zamanda sunulanın hazin sureti zaten bütün meramı da özetler. Bu arada o rapor satırlarına yansımamış olsa da zeytin ağaçlarının bulunduğu tarlaların imha edilmesi sürecinden, yerel halkın yaşama / beslenme ve barınma kaynaklarına kurulmuş olagelen tüm tahakküm / esirgeme hallerinin de nasıl bir köşeleri kırılmış, yok ediciliği mutlak kıla gelen bir tahayyüle evirdiğini gösteren kimi yansılar, sosyal medya sitelerinden ara sıra görünür kılınır. Bunca can havliyle yaşamı zehirlemeye çalışmanın sahiden bir sonu olacak mıdır. Nereye kadar bu “güvenli bölge” senaryosunda gündelik yaşam ihtimalleri, kentlerin müşterekleri, sıradan insanların hayatları yerle bir edilecektir.
Naz, niyaz yok olduğu gibi paldır küldür bir tahakküm boyunduruğu, daimi bir sınamalar silsilesi içerisinde köşeleri çoktan kırılmış, sürprizsiz bir hayat var ediliyor artık. Erkanı muktedir ve avenesinin sunduğu yeni ülke, bağır çağır bir hizalama ekseninde, duraksama nedir bilmeden imal edilen çetrefilli bir tahakkümün boyunduruğu altına terk ediliyor. Hiç olmadığı kadar zor şartların, bellekte yer etmemiş dayatma hallerinin mütemadiyen sahici bir istekle savunulduğu / yinelendiği bir zeminde mutlak doğru, eksik hayatlardan ibaret bir biçimde güncelleniyor. Neyi doğru ki şu ülkenin derken, her an bambaşka yaraların tam da göbeğinde seyrüsefere çıkartılıyor seksen dört milyon kusur insan. Sürpriz kılınamayacak kadar doğrudan yıkımlar icraatmış kabilinden bildirilmeye devam olunuyor. Yerel seçim gümbürtüsü içerisinde doğal / en direkt hak bildiği bir tavırla beraber muktedir saldırmaya / hayatı dönüştürmeye devam diyor. Hiçbir biçimde yarınını sorgulamayan, şu andan başlayarak kitleleri kuşatan, esir alan, yerinden yurdundan eden, aç koyan ya da açlıkla sınayan bir menzilin tek bir iyi günü söz konusu olabilir mi? Öyle bir yerin demokrasi, hukuk, hürriyet, adalet, eşitlik gibi kavramları tabeladaki boşluklara yazılması dışında icra edilebilir, yaşamda bir karşılığı söz konusu edilebilir mi? Pragmatist siyasetin, sığ söylemlerin, birbirinin tekrarı, beteri olagelen çıkarımların ve nizam belirleyici olarak öne sürülen hamlelerin refakatinde bir demokrasi bahsi, cumhuriyet tahayyülü, ülke mefhumundan söz açılabilir mi? Her şey alabildiğine çürümeye yüz tutarken... sahi... öyle... gerçekten...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: “For Ann Babe’s Article ‘On The Other Side’ For The California Sunday Magazine.” - Hokyoung KIM – Commarts
0 notes
seslimeram · 2 months
Text
Bir Kısır Döngü - Güç Savaşları
Tumblr media
Belirgin bir halde, sessiz sedasız bir güç savaşı var ediliyor. Kimin kime güce yeterse ol ötekisini darmaduman ettiği bir zemin hakikatin ta kendisi kılınıyor. Cerahate, dibine ta dibine kadar çürümeye, bitimsiz bir mahvetme retoriğine esir olunan yerde hayatiyet o güç savaşlarında üçer beşer az, çok harcanıyor artık. Belirgin, bariz ve muğlak olmayan bir güç savaşında sıradan insanın hayattaki vat olma emel / istemi delik deşik olunuyor. Erk, muktedir, iktidar pratikleri zamanla çeşitlendirilip çoğaltıldıkça var edilmiş eşik her defasında apayrı bir cerahati nüksettiriyor. Sınırı kalmamış, hegemonya düzeninin açık, aleni binasında ya da yapılandırılmasına tükeniş herkese pay olunuyor. Doğrunun ve açık bir biçimde hakikatin yerine ikame edilmiş cerahat eliyle bu döngü süreğen bir meselin ta kendisi kılınıyor. Her gün yeniden, her an mükerrer bir halle dinamikleri kolaçan edilen ve yeniden biçimlendirilmeye çalışılan bir devinim içinde o güç savaşları hepimiz için en kestirmeden yıkımı sağlıyor ne eksik, ne fazla. Gün, dününden beter kılınırken şimdiden yarının mahvına ön ayak olunuyor. Bütünüyle ön yargılar genelleme sınırlarından günce, ana dahil edilenler, cerahatli kabuller, görüş ve tahayyüllerle birlikte o açmazlar içindeki yer ve yurt olgusu gerilemeye rehin ediliyor. Güç savaşlarında normatif yıkıma terk edile gelen bir mefhuma dönüşüyor. Muktedir ve avenesinin sunduğu ülke vizyonu her dönemi ile ama özellikle de seçim sathı mahallinde, bu günce içerisinde o yıkım hallerini eksiksiz tehditlerle birlikte sürekli yeniden imal ediyor. Bedene yönelik olarak imal olunan politik tavır cehennem eşiğini çoktandır geçmiş ülkeyi göstere gelir. Bütünüyle mahvetme haline esir, her gün, her şeyden yoksun kılan bir ide ile kuşatılan o kırılgan yer gerçektir.
Güç savaşları içerisinde yolun / yordamın / anlamın çürütülmesi de kesintisiz kılınır. Bir hal, bir devinim içerisinde gücü elinde tutan ister muktedir, ister muhalif kesimler ya da onlarla birlikte harekete geçmiş, mobilize yapılar bu hali, mütemadiyen o kırılganlıklarla esir alınmış menzili günceller. Demokrasi isteminin çoktan rafa kaldırıldığı kimisinin ol nihai ülkücü nam mefhumun ardından gizli örtük değil açık ırkçılığı yücelttiği bir zemini yoklama çabası süreğen kılınır. Beriki tarafından laik ülke kavramının törpülenmiş olması ya da anayasa mahkemesi gibi toplumsal sözleşmenin / yaşamın teminatı olagelen yapılar ya da kavramların un ufak edilmesini yetersiz görüp bir de şeriat hükmünün peşi sıra koşa koşa o siyasal dinciliği öne çekenlerin sahnesinin imali söz konusu olur. Gücü tek adamın ta kendisinde buluşturup, birleştirip, kurucu önder olarak anılanı dolaylı olarak tekrardan var eden bir temsil ile ülkenin başında bulunan “baş efendi” için danışman olan Mehmet Uçum nam zatın belirttiği siyasi niteleme açısından olmasa da pratikte sola en yakın lider olarak göstermesi gibi nice çıkışların var edildiği bir sahneleme söz konusu olur. Gücünü elinde tutanların, güç paylaşımları sırasında en olmadık hamlelerini ardıl sıra yineleye geldiği bir zeminin varlığı söz konusudur. Yoksunlaştırma, eksiltme mütemadiyen haktan ve hukuktan ıramanın gerçekliği mevzubahis kılınırken bunların yok sayıldığı zeminde o güç savaşları etrafında ülke delik deşik olunur, paylaştırılır.
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Cizîr’de sokağa çıkma yasağı sırasında katledilen gazeteci Rohat Aktaş’ın ölümünün üzerinden 9 yıl geçti ancak hiçbir sorumlu yargılanmadı. O günleri anlatan anne Meliha Aktaş, ‘Çiçeklerimize kıydılar’ dedi.
AKP iktidarının Kürt sorununda çözümsüzlük politikalarıyla savaş konseptine geri döndüğü 2015 yılı, ilan edilen sokağa çıkma yasaklarıyla Kürdistan kentlerinde dönük topyekûn saldırıların da başlangıcı oldu.
Yüzlerce kişinin ölümüne neden olan bu konseptle, kentler yakılıp yıkıldı, binlerce insan göçe tabi tutuldu. Şirnex’ın Cizîr ilçesinde ise 14 Aralık 2015 tarihinde ilan sokağa çıkma yasakları sırasında ilçede haber takibi yapan Azadiya Welat Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Rohat Aktaş’ın da arasında olduğu yüzü aşkın kişinin yakılarak katledilmesinin üzerinden 9 yıl geçti.
Sokağa çıkma yasağının ilan edilmesiyle “Eğer ben buradaki gerçekleri yansıtamazsam, benim bu mesleği yürütmemin bir anlamı kalmaz” diyen Aktaş, ilçeyi terk etmeyerek hakikati kamuoyuna duyurdu.
Çatışmaların birinci ayında kaldığı evin bombalanması sonucu yaralanan Aktaş’ın, diğer yaralılarla birlikte hastaneye götürülmesine izin verilmedi. Yüzü aşkın kişinin yakıldığı katliama dair herhangi bir soruşturma başlatılmazken, ailelerin yerel mahkemelere yaptığı başvurular ise “Kovuşturmaya yer olmadığı” gerekçesiyle reddedildi, ret kararlarına yapılan itirazlar da sonuçsuz kaldı.
Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yapılan başvurular da, “Yaşam hakkı ihlal edilmedi” yönünde kararla sonuçlandı. Yakınlarını kaybeden aileler, dosyaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı. Ancak yıllar geçmesine rağmen katliamın sorumluları hakkında tek bir soruşturma dahi açılmadı.
‘Anlatırken boğazım düğümleniyor’
Oğlu yaralandığı sırada Cizîr yolu üzerinde bulunan Nisêbîn’in Girê Mîra köyünde başlatılan nöbet eyleminde yer alan Meliha Aktaş, Mezopotamya Ajansı’ndan Emrullah Acar’a o süreçte ve aradan geçen 9 yılda yaşadıklarını anlattı.
Oğlu Rohat’ı anlatırken duygulanan Aktaş, “Rohat’ı anlatırken kelimeler boğamıza düğümleniyor. Anlatacak birçok şey var ancak dile dökülmüyor” dedi.
Son telefon konuşması
Girê Mîra nöbetinde olduğu sırada oğlunun yaralandığı bilgisini aldığını belirten Aktaş, Cizîr’e gitme yönündeki çabalarının kolluk güçleri tarafından engellendiğini kaydetti. Ambulansların ilçeye girişinin de engellendiğini hatırlatan Aktaş, “Yaralılar günlerce aç susuz bir şekilde bodrumlarda ambulans bekledi. Yardım yerine üzerlerine bombalar yağdırıldı. İlçe komple yıkıldı” diye anlattı.
Girê Mîra eyleminde oğlu Rohat’tan telefon aldığını dile getiren Aktaş, son olan görüşmeye dair şunları söyledi: “Telefonum çaldı, ses Rohat’ındı. Bana ‘Anne kendine iyi bak’ dedi ve bunu 3 kez tekrarladı. Bodrumda telefonun çekmediğini ve telefonla konuşmak için merdivenden birkaç basamak yukarı çıktığını söyledi. Bunları söylerken arkadan da yoğun bombardıman ve silah sesleri geliyordu. Ona bir şey olmasın diye aşağıya inmesini ve güvenli bir yere geçmesini söyledim.”
‘Çiçeklerimize kıydılar’
Oğluyla yaptığı telefon görüşmesinde duyduğu yoğun bombardıman ve silah seslerinin aradan geçen 9 yılda hala kulağında olduğunu vurgulayan Aktaş, “Yaşadığım sürece bu sesi unutmayacağım. Kent yerle bir edildikten ve yasak bittikten sonra ilçeye gittim. Gördüklerimizi kelimeler ile dile getirmemiz imkansız. O yaşananları anlatmaya kelimeler yetmez. ‘Ülkemizde nasıl böyle bir katliam yaşanabilir?’ diye kendimize sorular sorduk” ifadelerini kullandı.
Katliamın üzerinden geçen 9 yılda sorumluların cezalandırılmamasının bir devlet politikası olduğunun altını çizen Aktaş şunları söyledi:
“Bir daha Rohat ve Mehmetler (Mehmet Yavuzel) katledilmesin istiyoruz. Bunun için o dönem yetkili olan herkesin cezalandırılması gerek. Bu kişiler cezalandırılsın ki bir daha Rohat ve Mehmetler katledilmesin. Onlar baharımızın en güzel çiçekleriydi. Çiçeklerimize kıydılar. Türkiye’de hukuk olduğundan bahsedilir, ancak biz bugüne kadar böyle bir şeye şahit olmadık. Yüzlerce çocuğumuz katledildi, ancak mahkemeler bir dava dahi açmadı.”
Sessiz sedasız var edilen güç savaşları politik sahnede imal edilirken, sıradan insanların ol yaşantılarında bir daha düzeltilemeyecek olanı, yepyeni yaraları beraberinde getiren açık kırımı var eder. Güç dengelerini muhafaza edebilmek için Ankara kendi rotasında ilerler, yepyeni düşmanlar, hedefler belirlerken onca yapı / güruh / çetenin ortasında Kürd illerini bir deney sahnesi kılmaktan geri kalmaz. Bunun can yakıcı örneklerinden birisi de 2015 yılında icra edilmiş, terör öne sürülerek hal yola konulmuş olagelen o yıkım sürekliliğidir. Abluka güncesinde ortaya serilmiş olagelen nefretle Bakur Kürdistan’ı illeri yıkımın esiri kılınır. Rohat Aktaş gibi, Cemile Cağırga, Taybet İnan, Hacı Lokman Birlik, Kader Kevser Altürk gibi nicesine eklenen son bir ektir. Cinayet mahallini terk etmeyen devletin bugün de halen tek bir sorumluyu ele vermediği bir yerde, o güç savaşlarının hayatları her ne halde zehirlediği zaten kendiliğinden sökün eder. 2015 ablukasından bu yana ismi her dem değiştirilmeye devam edilse de sistemin ana hedef kıldığı Halkların Demokratik Partisi / DEM Parti özelinde on altı binin üstünde insan gözaltına alınır. Binlercesi tutsak, yukarıda hakikatinden bir kesit paylaşılan Rohat Aktaş gibi nicesi de partili olsun ya da olmasın katledilir. Daha yeni Şırnak’taki bir miting sonrasında “yasadışı” slogan attıkları gerekçesiyle insanlar gözaltına alınır. Yerine kayyım atanan İdil Belediyesi Eşbaşkanı Murat Şen ile DEM Partili gençlerden Vahap Admış, Zennur İrmez, Hüseyin İrmez, Fırat İke ve Ahmet Kaplan emniyette alınan ifadelerinin ardından serbest bırakılırlar. Ekranlara yansıyan işkence görüntülerinden sonra serbestliğin çıkagelmesi düşündürücü değil midir, misal!
Belirgin bir halde, sessiz sedasız bir güç savaşı var ediliyor. Seçim sathı mahallinin vurdu kırdı halinin ortasında bir biçimde öteki addedilene karşıtlık yeniden biçimlendiriliyor. Bir kere olsun demokrasi mefhumunun peşinden gitmemiş, gidememiş olagelen bir yerin hakikati sökün ediyor. Ezberlerinin ortasında demirlemiş, dününü şimdiye taşımış, şimdi var edilenlerle yarını yerle bir etmenin yollarını arşınlamaya devam diyen bir ülkede o güç savaşlarının sunduğu perspektif koca bir acıdan ötesi değildir. “İHD Amed Şubesi, 2023 yılında Kurdistan’da en az 7 bin 229 hak ihlali yaşandığına dikkati çekerek, Kürt meselesindeki çözümsüzlüğün ihlalleri arttırdığını vurguladı.” Süreğen kılınmış olagelen her tahakküm çabası bir biçimde asırlık yaralara yenilerinin eklenmesine vesile kılınıyor. Bir kere daha ama son kez değil güç savaşlarında kurban bilinenler daimi bir biçimde sıradan olan insanların ta kendisi oluyor ki, İnsan Hakları Derneği Amed Şubesinden çıkagelen sesleniş bunun bir kanıtını oluşturur. Tümden başkalaşmış bir zeminde her yeni güç değişimi / savaşımı bir kere daha can yakıcı neticeleri beraberinde getirir. Burası gibi, çoğunlukla kabuslar ile karanlıklar arasında seyrüsefer eyleyen bir zeminde olan bitenin salt bir kavga, rant paylaşımı, dönüşüm adına hamle değil olan / var edilen müştereklerin de talanı adına yinelendiği muhakkaktır. Bunca yalın olanın kıyısında hayatı geri kazanma adına yapılması elzem olanlar hepimizin ödevidir, sorguluyor musunuz? Sahi anlıyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Democratic Movements – Matt ROTA – New York Times
0 notes
seslimeram · 11 months
Text
Yorgun...
Tumblr media
Yorgun kalınan bir hayat tecrübesini var ediyor bugünün ülkesi. Her şeyin hemen hemen her bir durumda yokuşa sürüldüğü, insani olan müştereklerden ayrıştırıldığı bir zeminde, yerilip, yutulurken her şey yorgun bırakılıyor o hayatı var edenler. Sıradan olan insanların en temel haklarının talan edilebildiği yerde seçimden seçime akla getirilen demokrasi hali istem ve pratiğinin hiçbir şeyi çözümlemediği de ortaya çıkar. Cerahat, cürüm ve safiyane kötülük ekseninde oluşturulan hemen her şeyle birlikte bu durum bir fasit döngüyü var eder. O fasit döngünün aşılamazlığı da bütünüyle tahakküme esaretin vaaz edilmesi de bir biçimde yorgun kalmayı beraberinde bir hakikate dönüştürür. Yeni denilen ülkenin açıkta yönelimi, bekası iş bu şimdinin pratikleriyle var edilen tahakküm nesnelliğinden / eksiği gediği olmayan tehditlerden bina edilir. Tümüyle bedene yönelik siyasetin sunduğu halin edim, eylem, ederi ve toplamında o yorgunluk kalıcı kılınır. Demokrasi, eşitlik, adalet ol hürriyet şu hakkaniyet kavramlarının boşa düşürüldüğü sahnede cürümlerin hedefi kılına gelen şey hayattır. Belki bundan bu kadar ayrıksı / eksiksiz yabancılaşma bundandır.
Yaygın bir biçimde var edilen mesel, hayatın dönüştürülmesinde her dem bet / fecinin bir istikamet kılınmasıdır. Her zaman, her yerden varlığı tescillenmiş olan cerahat tecelli ederken tahakküm pratikleri yaşamı duraksamadan eksiltmenin bir yöntemi kılınır. Baş amir ve sultasının yirmi bir koca senede imal ettiği ülkenin / yönelimi bu bahisten çıkan ve güncellenendir. İktidar makamından, yaygın medya denilen saray soytarılarının cirit attığı ortama, sokağa salınmış olan partizanların, jurnallemek bir yandan tehdit, hakaret ve şiddetle teşviki mesaileri öte yandan sunulan / paylaşılan şey bu tahakküm veçhesini yinelemektir.
Seçim tahayyülünün ikinci tura kalacak olmasının kesinleştirilmesi sonrasındaki iki hafta boyunca tehdit / terör / ayrımcılık ve dibine kadar latent bir muhafazakarlık pazarlanırken o nihai yorgun düşürme taktikleri de devreye konulmuştur. Kesintisiz kılına gelen hemen her türden tehdidin yamacında bir kere daha adil bir seçimin var edilmeyeceği muştulanır. Baş efendinin kurduğu düzlem, içişleri nazırı, iletişim işleri başkanlığı nam kurgu üretme, kafa ütüleme merkezindeki çakma goebbels, siyaseten esirliğini akp ile var edenler, ana akım medyadan teslim olduğunu sabah akşam zikredenler ve nicesiyle bir linç fırtınasının imali söz konusu edilir. Bay Kemal Kılıçdaroğlu, önce Aleviliğinden hedef kılnır. Sonra ona oy verenlerin inançları sorgulanır. Önce HDP ile müzakere üstünden, terörle iltisaklı ilan edilir, oysa ortada ne pazarlık ne de tek satırlık bir alavere dalavere söz konusudur, montaj kasetler devreye girer. PKK’li bir temsilin Haydi, haydi, haydi diye bağırdığından medet umulup bunlar bu demeye getirilir. Bunlar, Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet Halk Partisi ve seçmenleri. Kesmez bütün bu hadsizlik silsilesi, terörist bu defasında bizzat ol birlikteliği var edip, düzenin yıkıcılığına dur demek isteyen tüm kesimleri muhteviyatına dahil eder. Baş efendi için koltuğun kıymeti, verilecek hesapların hiçbirine yanaşılmaması ve dahası bu zorbalık düzeni / çeteleşmiş ülkenin sadakasıyla yaşanır, öyle ya da böyle diye var edilen bir göz boyama hali içerisinde seçim de / seçenekler de gümbürtüye konulur. Seçim sonrasına kala kalacak yegane şeylerden birisi bugün artık en az iki kutba bölünmüş, birlikteliğini kaybetmiş bir ülke gerçekliğidir. Bu kesindir. Devri sabık iktidarın sunduğu / yönlendirdiği / nefretini örtük değil açıktan var ettiği her hamleyle birlikte bu bahis de kalıcı kılınır. Böyledir bu ülke, bu kadarcık bir tahayyülle rehin alınmıştır, nokta!
Bianet’ten aktaralım: “Son yıllarda Türkiye'de demokrasi ve insan haklarının durumu giderek kaygı verici bir halde. Bu yüzden 2023 seçimleri genellikle ülkenin modern tarihinin en önemli seçimleri olarak adlandırılıyor. Bir değişimin gerçekleşmesi ve Erdoğan'ın 20 yıllık otokratik yönetimine son verilmesine dair bir umut ışığı veriyor. Ancak insan hakları açısından ne gibi değişiklikler bekleyebiliriz? Sivil Haklar Savunucuları* (Civil Rights Defenders) 2018 Sivil Haklar Savunucusu Ödülü sahibi Murat Çelikkan'la ülkenin karşı karşıya olduğu güncel sorunlar ve muhtemel seçim sonuçlarının insan hakları üzerindeki potansiyel etkileri üzerine söyleşti.
* * *
Bugünlerin Türkiye'deki en acil insan hakları sorunlarını belirleyip tanımlayabilir misiniz?
2015'ten bu yana her şey hızla kötüleştiğinden, aralarından birini öne çıkarmak çok zor. Ancak hukukun üstünlüğünün ortadan kalkması en acil konu olabilir. Hakim ve savcılar cumhurbaşkanının kamçısı gibi iş görüyor hukuksuz, akıl almaz mahkumiyet ve tutuklama kararları veriyorlar. Elbette ifade özgürlüğü hakkının yok edilişi bununla el ele yürüyor. Bir başka konu da güvenlik güçlerinin barışçıl protestolara karşı orantısız şiddet kullanması olabilir.
Türkiye'deki siyasi iklim son birkaç yılda nasıl değişti ve insan haklarını nasıl etkiledi?
80 milyon insanın bir kişinin zihninde hapsedildiği bir ulus düşünün. Ve bu kişinin çok otoriter, dindar, yayılmacılıktan yana bir muhafazakar olarak düşünün. Şu anda Türkiye'de olan bu. Türkiye, adli istatistiklere göre, dünyada en fazla sayıda "terörist"e sahip, çünkü savcılar ve hakimler terörle mücadele yasalarını keyfi ve bol keseden kullanma eğiliminde. Terörle mücadele yasalarıyla yargılanan veya hüküm giyen on binlerce insan var. Binlerce insan cumhurbaşkanına hakaret etmiş sayılıyor. Türkiye'nin hiçbir yerinde barışçıl bir gösteri ve protesto yapamazsınız. Güvenlik güçleri doğruca saldırır ve gözaltına alır. İçişleri Bakanı her gün LGBTİ+'ları hedef alıyor ve kriminalize ediyor. Muhalefetteki yasal Kürt partisi, hükümet temsilcilerince terörist olarak adlandırılıyor. Siyasetin bütün fırsat ve alanları kapatılmış durumda.
Neden, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerininTürkiye'nin yakın tarihindeki en önemli ve belirleyici anlardan biri olduğu söyleniyor?
Ülke neredeyse iflas halinde. Enflasyon oranının yüzde 150 olduğu iddia ediliyor. Nepotizm öylesine güçlü ki, ülkedeki kurumların hiçbirinin verimli çalışması mümkün değil. Son deprem bu açıdan çok dramatik bir deneyim oldu. Liyakatsizlik yüzünden binlerce insan hayatını kaybetti. Öte yandan, Türkiye siyaset tarihinde ilk kez, tamamen farklı siyasi hedeflere sahip birçok parti, otokratik rejime karşı neredeyse bir cephe oluştururcasına bir araya gelebildi. Dolayısıyla, Türkiye'de demokrasi ve insan hakları için gerekli değişimi yaratabilmek açısından tarihsel bir andayız.
Uzun süredir Cumhurbaşkanı olan Erdoğan'ın ya da muhalefet adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nun kazanmasının Türkiye'de insan hakları açısından karşılaştırmalı potansiyel sonuçları neler ve politikaları insan haklarının belirli alanlarını nasıl etkileyebilir?
Muhalefet kazanırsa, muhtemelen sınırlı da olsa, ortak bir geleceğin tartışılabileceği bir alan açılabilir. Erdoğan'la demokrasi ve insan hakları için sivil ya da siyasal alan olmayacak.
Muhalefet adayının (eğer kazanırsa) insan hakları durumunu iyileştirmek açısından ele alması gereken en acil konular hangileri?
Devlet kurumlarının, yargının, güvenlik güçlerinin, akademinin ve basının siyasallaşması. Son 7 yıldır herhangi bir muhalefete ve tartışmaya yer yok. İnsan hakları örgütleri ve insanlar ya marjinalleştirildi ya da kriminalize edildi. LGBTİ+'lar, Türk ailelerini mahvetmek için uğraşan Batı'nın ahlaksız, sapkın ajanları vb. olarak hükümetin doğrudan hedefi. Kadınlar kolektif haklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya ve Kürtlerin hakları için sesini çıkartmak isteyen herkes ya cezaevine atılıyor ya da terörist olarak kriminalize ediliyor. Şu anda Türkiye'de geçerli olan tek paradigma, komşularla, bölgede veya ülke içinde güvenliktir. Tüm sistem ve ideolojinin değişmesi gerek.
Ülkedeki insan haklarının uzun vadeli sonucu ve değişimi ile ilgili kişisel umutlarınız ?
Muhalefet kazansa bile, insan hakları savunucularının uzun bir zamandan beri birike gelen insan hakları sorunlarının dürüst ve adilane ele alınmasının sağlamaları için güçlü bir mücadele vermek gerekecek. Dolayısıyla seçimden hangi sonuçla çıkılırsa çıkılsın insan hakları savunucularının çok çalışması gerekecek.”
Murat Çelikkan’ın satır satır bildirdiği insan hakları ihlallerinin meylettiği hallere dair onlarca ilavede bulunabiliriz. Böyle bir fasit döngü içerisinde duraksamadan çürüten, her dem mahvı önceleyen, aralıksız bir halde zorbalığın imkanları dahilinde cerahat nüfuzunu güncelleyen bir erkin varlığı bugün meseledir. Yorgun kılan, o iktidar direncinin aralıksız bir halde saldırmaya devam etmesidir. Yargının dikte edilerek, tehditlerle bir hiza tutturup gittiği, haklılığın sorgulanmasının dahi önünün birkaç cümle, birkaç manşetle söz konusu edilebildiği bir zeminde tek bir iyi gün var edilebilir mi sahi ama sahiden de? Bütünüyle o meram dizgisi içerisinde Murat Çelikkan bunları anlatıyor halihazırda, okur muydunuz?
Yorgun düşüyoruz artık bu kadar afaki kötülüğün birbiri ardına yinelenip durulurken, demokrasicilik oyunu oynanmasından. Bir polis devletine dönüştürülüp, el alınabilecek tüm hukuki dayanaktan yoksun çeteleşme imgesi içerisinde hayatın zaptını mümkün kılan eylemlerin arkasının / dibinin / sonunun gelmediği yerde yorgunluk daim kılınıyor. Ne yana dönerseniz hukuksuzluk, hangi güne başlarsanız öyle derinden sabitlik kazandırılmış bir tehdit / terör / yıkım hali / hakimiyeti var ediliyor. Düzen ve onun şimdiki sahiplerinin o seçim galibiyeti üzerine kurumsallaştırdıkları tahakküm veçheleri hayatı günbegün daha da zora koştururken sahiden düşünebiliyor muyuz; durmak yok yola devam bir tükenişin ta kendisine çıkandır diye. Yorgunluk var ediliyor artık, apolitik bir menzil haline evrimin tekinsiz ve kapkaranlık bir hale rehin addedilen ülkenin gerçekliği karşımıza çıktı, çıkıyor. İyi mi bu haller, daha nereye kadar...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Açık Stratejiler Dizisi – İhsan OTURMAK v/K24
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Yara Tüm Benliği Kuşatırken...
Tumblr media
Kanıksanan, umursanmayan, unutturulmaya sevk olunanın var ettiği yaralar bütünü, tüm benliği kuşatmaya devam ediyor. Her gün yara bere, her an harap viran. Hemen her ama her durumda cürmün sunduğu bir bileşkeler toplamında yer yurt darmaduman. Her günü tarumar etmelerle geçiren bir iktidar / medya / sokak gerçek. Hakikatini başkalarında var ettiği yaraları kanatmaya / çoğaltmaya devam ederek güncelleyen bir sahnede her gün, her yer kapkaranlık. Her gün çürümenin rehinesidir. Akp, Mhp ve bütün bileşen yapıların ortaklaşa suna geldiği kararlılıkla savuna geldikleri yer bu nizami çürümenin sahnesidir. Her günün başat bir biçimde cerahat eliyle boğulduğu, yaşamın sokakta olmak dışında salt ve sadece kölelik düzeninde çalışmak ve tüketmekten ibaret kılındığı bir yerde durum ve hakikat devinimin yıkımla ilintili halini örnekler. Durmak yok, yola devamın suna geldiği şey bu habis döngünün türetmesi ile ilintisi artık güncelliğimizdir. Yaşam aleni bir biçimde kuşatılırken, dönüştürülen mefhumun topyekun bir yara verme istemi olduğu her anlamda afakidir. Baş amirin yolu da yönü de belirgin olagelen dehşet dolu eşikleri, haller ve simgeleri her gün yeniden imal etmektedir iyi de nereye kadar?
Tümüyle bir örnek handiyse aynı kalem erbabı eliyle çıkagelen bir iletişim tekniğiyle her defasında birliktelik, hakkaniyet, haklar, eşitlik konularından bahisler açan / bunu iddia etmeye devam eden bir temsilin, daha yeni “çakmalı” yorumunun bahsidir misal mesele. Bu halin, bir tarafta toparlayıcı / kapsayıcı olduğunu zikrederken daha cümle bitmeden ve etkisi geçmeden diğer yanda paldır küldür deviren / ezen / çakan bir sureti temsilin her nesi, her neresinde bir hayır çıkagelir, sahiden? Kanıksanan, unutturulmaya sevk edilen, her defasında punduna getirip bir kerede üstü çizilen, meseller doğru düzgün tartışılması için zemin bırakmayan bir muktedirin bu ülkede ettiği fecaat, eylediği harap viraneliğin bir sonu var mıdır, hiç düşünülmüş müdür, sahiden de? Bir tarafta sultanlık ve avenesi, bir yanda günbegün ifşa edilmeye devam olunan bir düzenek, öte yanda malum dahiliye nazırı gibi, dünü de bugünü de yarını da hepten karanlık bir zifiri fecaat tipleme, dahası çetesi, o ve bu ve şusu ile birlikte cümbür cemaat bir döngünün yiye yiye bitiremediği bir servet, sürekli bir akış içinde cerahat aksettirilirken / var edilirken yaraları kim nasıl ne zaman fark edecektir? Böyle bir toplamdan mülhem ülkede, yüz lira için sokakta kafasında yumurta paralanan bir insanın var ettiği öteki Türkiye gerçekliğine kim ne zaman uyanacaktır, misal?
Bütünüyle yaraların sarıp sarmaladığı bir menzilde hakikate sıra ne zaman gelecektir! Hiç gelecek midir? Binbir türlü vaatten birisi olarak çıkagelen sonrasında kör dövüşüne bariz bir biçimde benzeşen bir karmakarışık bir hale getirilen emeklikte yaşa takılanlar meseli gibi bir durumu dahi sündürmekten, süründürmekten bir beis görmeyen çeteleşmiş devletin varlığı da mı bir şeyleri düşündürmez. Hiçbir yarasını düzeltemeden güncelleyen her günü daha da karmaşık kılan, girdaplar, çukurlarla donatan, karanlık çağ olarak lanse edilebilecek bir dönemecin handiyse yirmi yılını devirmiş bir siyasal anlayışın elinde bunca rahatça çarçur edilebilecek bir hayat söz konusu edilebilir miydi? Her şeyin riyayla din kisvesi altında sunulan, onlar yesin içsin, çeri çöpüyle de sizler geçinin, bolca şükür, bolca sebat bir de lütfen oyunuzu ampule basınız şıkkı dışında seçenek bırakılmayan bir zeminde nedir ki yaraları önemsetecek olan? Hangi badireler, hangi ekonomik çökertme halleri, daha kaç pandemi, kaç döngü, birbirinin tekrarı olagelen kurgu / yapım / hile ve hurda ile sınandıktan sonra bütün bunların hayatı çalan / çırpan keyiflerine de devam diyen bir zümrenin oyunu olduğu idrak edilebilecektir. Mesel biraz daha bu bahistir, hala görmeyen, görmek istemeyenler dışında kalanlar için şu sathı mahallin bir yazgı kabilinden alnına çakılmış olagelen ol keder / kader döngüsünün insan elli bir sarmaldan ötesi olmadığı çözümlenebildiğinde bir gelecek pratiğinin de yönü açılabilecektir.
Mehmet Aslan’ın Mezopotamya Ajansındaki haberini aktaralım: “HDP’nin kapatılma davası ve bu süreçte yaşanılanlara ilişkin değerlendirmede bulunan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) eski yargıcı Rıza Türmen, "Demokrasi ancak Kürt sorunun çözümüyle gelir" dedi.
Kürtleri temsil eden partilerin kapatıldığını, AİHM'de bu bağlamda 4-5 dava olduğuna dikkat çeken Türmen, şunları söyledi:
“AİHM hepsinde de ihlal vermiştir. Çünkü siyasi partiler ilke olarak kapatılamaz. Siyasi partilerin kapatılması için şiddete teşvik unsuru aranır. Siyasi partiler, onun (şiddet) dışında her şeyi söyleyebilir. HDP kapatıldığı taktirde AİHM’den dönecektir. HDP kapatılırsa, hele ki seçimlerden önce kapatılırsa demokrasiye çok ağır bir darbe olur. O seçimin meşruluğu ortadan kalkar."
'Demirtaş’ın Tutuklanması İhlal Olarak Tespit Edildi. Aynı İddialar Hdp İçin Kullanılıyor'
"HDP niye kapatılacak? Orada ileri sürülen iddiaların pek çoğu, Selahattin Demirtaş ile ilgili AİHM kararında vardı. AİHM o kararda, Demirtaş’ın derhal serbest bırakılması gerektiğini belirtmişti. Tutuklanmasını ihlal olarak tespit etti. Aynı iddialar şimdi ise HDP için kullanılıyor. Bunlar zaten karara bağlanmış iddialar. Bu parti kapatma hevesinden vazgeçmek lazım. Bu demokrasi ile bağdaşmayan bir şeydir. Türkiye’nin ikinci muhalefet partisini kapatılması demokrasi açısından çok ağır bir darbe olur. Türkiye’nin dışarıdaki itibarı bozulur. Seçimlerde ne olur? Herhalde HDP seçmeni partisini kapatan bu şimdiki iktidara oy vermeyecektir. Niye versin ki? HDP seçmeni öfkeli olacaktır. Kürt seçmen büsbütün öfkeli olacaktır. 6 milyon insanın iradesi ne olacak?"
'Adamı Ceza Davasında Mahkum Ediyorsunuz Sonra Savunmanı Ver Diyorsunuz'
HDP’nin seçeneksiz kalmayacağını ve başka bir partiyle seçime girebileceğini söyleyen Türmen, şöyle dedi: “Bundan önce de öyle oldu. O yüzden HDP’nin kapatılmasından kimse bir şey kazanmayacaktır. Kimsenin işine yaramayacaktır. Sadece demokrasi bakımından çok ağır bir kayıp olacaktır. Kaybeden Türkiye olacaktır. Bu da yanlış. Hazine yardımını kesiyorsunuz ondan sonra görüş istiyorsunuz. Böyle bir şey olabilir mi? Bu, şuna benziyor: ‘Adamı ceza davasında mahkum ediyorsunuz ondan sonra savunmanı ver’ diyorsunuz. Böyle saçma bir şey olabilir mi? Bunlar çocuk oyuncağı mı? Bunların tümü hukukla bağdaşmıyor.”
'HDP’siz Türkiye Mümkün Değil'
HDP’nin “düşmanlaştırmak” ve “şeytanlaştırmak” istendiğine dikkat çeken Türmen, bu haliyle halkın gözünden düşürülmeye çalışıldığını belirtti. Türmen, “Güvenlikçi politikalarla Kürt sorununu çözme konusunda uzaklaştılar. HDP olmadan Kürt sorununu nasıl çözeceksin? HDP’siz bir Türkiye mümkün değildir. HDP’siz demokrasi de mümkün değildir. HDP bu konuda şanstır. Ya ne istiyorsunuz? Silahlı mücadele bitsin ve Kürt sorunu siyasetle, barışçıl şekilde çözülsün istiyorsanız HDP olmadan nasıl çözeceksiniz? HDP o kadar temel bir unsur ki Türkiye’de, HDP olmadan başka türlü seçim dahi kazanamıyorsunuz” diye tepki gösterdi.
Millet İttifakına Eleştiri
Millet İttifakı’nın amacını “demokratikleşme” olarak lanse ettiğine işaret eden Türmen, “Türkiye’de demokrasiyi yeniden kurma amaçlarının olduğunu söylüyorlar. Peki, Kürt sorununu çözmeden nasıl demokrasiyi geri getireceksiniz? Demokrasi ancak Kürt sorunun çözümüyle gelir. Türkiye’de demokrasinin kurulması Kürt sorunun çözümüne bağlı. Kürt sorunun çözümü de demokratikleşmeye bağlı. İkisi de birbirine bağlı. Biri olmadan diğeri olmaz. HDP’yi kapatırsanız bu imkanı elinizden kaçırmış olursunuz. Akıllıca bir şey mi? Bunun kimseye faydası yoktur. Herkese zarar verir” dedi.
Ne Olmuştu?
4 Haziran 2020 tarihinde Yargıtay’a atanan savcı Bekir Şahin, 17 Mart 2021'de HDP'nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi’nde (AYM) dava açtı. İddianame, eksiklikler nedeniyle 31 Mart 2021'de AYM tarafından oy birliğiyle reddedildi. Bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Şahin, 7 Haziran 2021'de tekrar dava açtı. AYM’de 21 Haziran 2021'de yeni iddianameyi oy birliğiyle kabul etti. HDP’nin ön savunmasını mahkemeye sunmasının ardından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 29 Kasım 2021'de esas hakkındaki görüşünü mahkemeye gönderdi ve temelli kapatılmanın yanı sıra 687 siyasetçiye de siyasi yasak getirilmesini talep etti.
Dava süreci devam ederken, Şahin bu kez 19 Aralık 2022’de siyasi partilere 10 Ocak’ta yapılacak hazine yardımı öncesi partinin Hazine yardımı bulunan hesaplarına tedbiren bloke konulmasını talep etti. Talebe ilişkin 5 Ocak’ta kararını veren AYM, HDP’ye yapılması beklenen hazine yardımına geçici bloke koydu. HDP’nin kararın iptali için yaptığı başvuru 26 Ocak’ta ret edilerek, partinin esas hakkında 14 Mart’ta savunma yapması kararlaştırıldı.”
Bütünüyle bariz bir biçimde yara mefhumunun aslında nasıl da ulu orta var edildiğine dair yetkin bir çıkarımdır AİHM Eski Yargıcı Türmen’in bahisleri. Sıradan insanlar için bir çıkışı var eden, halkın temsilini garabet bir yapıya entegre etmiş Türk sağcı / tümden ırkçı ve pragmatist olan cenahların asırdır gasp ettikleri demokrasi tahayyülü için öteki sanılan Kürd ve diğer tüm halkların nasıl da önemli olduğuna dair bir vurgu zaten meseli / esasın bam telini oluşturur. Bu ülkenin gerçek bir demokrasi çabası sahiden söz konusu hiç edilmiş midir? Onca yıllık iktidar pratiklerinin her defasında dışlanmışları, pek çok farklı kimliği ezip, geçtiği sınırlandırıp, yok saydığı bir zeminde bütünüyle tekrarlarla bir gelecek tahayyülü var edilebilir mi? Türmen’in doğrudan siyasi parti kapatma heveskarı olagelen, geçmişin mağduru akp’nin şimdi eylediklerine dair söylemleri zaten her şeyin nasıl biçimlendirildiğini de örneklemektedir. Kulağı kapatmaya hala gerek var mıdır, kim ne zaman konuşacaktır?
Artı Gerçek’ten devam edelim: “HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, bugün 7,7 büyüklüğündeki depremin merkez üssü Pazarcık'taydı. Buldan ve beraberindeki HDP Heyeti, Pazarcık'ta yurttaşları ziyaret ederek geçmiş olsun dileklerini iletti.
ANKA'da yer alan habere göre ilçede incelemeler yapan Buldan, basın mensuplarına açıklamalarda bulundu. Buldan'ın konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:
"Öncelikle hepimize geçmiş olsun. Pazarcık halkı başta olmak üzere depremden zarar gören bütün halkımıza geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz Pazarcık’tan. Büyük bir felaket yaşandı. Bu felaketin tablosunu, ağır yaralarını, bize yaşattıklarını 5’inci günde çok daha net olarak görüyoruz. Çok ağır bir tablo var. Çok ağır hasar var. İnsanlar yakınlarını kaybetti, hepimiz yakınlarımızı kaybettik.
Bu zor zamanda bizleri ayakta tutan dayanışmadır, insanlıktır
Yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. İnsanların 5’inci günde yeniden hayata tutunmaları için en kısa zamanda enkaz altından çıkarılmalarını temenni ediyorum. Çok zor bir zamandan geçiyoruz, ancak bu zor zamanda bizleri ayakta tutan dayanışmadır. Bizleri ayakta tutan insanlıktır. Bizleri ayakta tutan birbirimizin ellerini tutmak, vicdanlarına dokunmaktır. 5’inci günde sadece bir şeyin çok önemli olduğunu gördük. Evet, yıkım var, afet var ancak insanlık da var.
Bu fotoğraf Türkiye tarihine geçti. Bu fotoğraf, AKP iktidarının yönettiği ülkede kötü bir fotoğraf olarak insanların beyinlerinde yerini aldı. AKP hükümeti ve ortağı bu felaketin yaşandığı günden beri insanları kaderleriyle baş başa bıraktılar. Depremlerin, doğal afetlerin bir kader olduğunu iddia eden Cumhurbaşkanı, insanları kendi kaderleriyle baş başa bıraktı. İmar affı çıkarmak kader değildir. Enkazın altında insanların çocuklarının seslerinin gelmesi kader değildir. İlk iki günde hiçbir şekilde müdahalenin yapılmaması da kader değildir. Bütün bunlar, iktidarın bu ülkeyi nasıl yönettiğinin bir fotoğrafıdır.
20 yıl boyunca deprem vergilerinin nereye harcandığını sorduğumuz zaman ‘Gerekli yerlere harcama yapılıyor’ diyenler, bu harcamanın nereye yapıldığının hesabını bu ülkenin halklarına vermek zorundadır. O vergiler depremlerde, doğal afetlerde kullanılmak için toplandı. Ancak bugün nereye harcandığını açıklamayan bir iktidar var. Kendi yandaşlarına ve çetelerine para akıtırken, bu ülkenin doğal afetlere hazırlıksız bırakıldığını gördük. Bu, paraların keyfi olarak kullanıldığının bir göstergesiydi. Parlamentoda bunları sorduğumuzda hiçbir cevap vermediklerini de gördük. Çünkü verecek cevapları yoktur. Onların tek derdi kendileridir, koltuklarıdır, iktidarlarıdır. Halkı düşünen, halkın geleceğini düşünen bir zihniyete sahip değiller.
Biz HDP olarak, depremin yaşandığı andan itibaren bütün kurullarımızla ve milletvekillerimizle beraber her yerde olmaya çalıştık. Yaraları sarmaya çalıştık. Hala bunu devam ettiriyoruz. Elimizde kalan 6 belediyemizle, 2 ilçe ve 4 belde belediyemizle bütün depremzedelerin yanında olmaya çalıştık. Arkadaşlarımız bu yardımları kısıtlı olanaklara rağmen yapmaya çalışıyor. Çünkü bütün belediyelerimiz hırsız talancı kayyımlara emanet edildi. Belediye başkanlarımız görevden alındı, onların yerine talancı ve hırsız kayyımlar göreve getirildi. Belediyelerimiz elimizde olsaydı, bugün bu yaşanan tabloyla karşı karşıya kalmayacaktık. Buna inanabilirsiniz. Ancak yine de bütün kurumlarımızla, kalan 6 belediyemizle, milletvekillerimizle ve gönüllü yoldaşlarımızla hep birlikte bu yaraları sarmaya devam edeceğiz. Acımızın çok büyük olduğunu tekrar ifade etmek istiyorum. Bir kez daha yaşamını yitirenlere Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, hastanelerde tedavi altında olanlara acil şifalar diliyorum. Dayanışma hepimizi yaşatır, dayanışmaya devam edeceğiz.”
Kanıksatılmaya çalışılan yaralar bütünü, tüm benliği kuşatmaya devam olunuyor. Maraş, Pazarcık ve Elbistan eksenli iki depremin ardından çıkagelen ülke imgesinin ümit var olunabilecek yüzeyinin devletin gölgesinin değmediği sahalar olduğu bir kere daha meydana çıkar. Dayanışmanın, birlikte eyleme geçebilmenin, tek bir can için dahi olsa o umudu var edebilme gücünün, direncinin her nasıl elzem olduğunu deprem bir kere daha hatırlatır. Diyarbakır’da yaşatılan yıkımın, pek çok yerde olandan bir farkı yoktur şimdi, haddizatında. Gel gelelim Halkların Demokratik Partisinin etkin yapısının, millette özellikle Bakur Kürdistan’ı sathı mahallindeki etkinliğinin, karşılığı olarak duyulmaması, görülmemesi araya sıkıştırılır. Bütünüyle devlet aksinin suna geldiği, asrın felaketi halinin ve senaryosunun kapsamında, acıya dahi ortak etmeme hali düşündürücü değil midir? Ol Buldan’la beraberindekilerin seslendirmeye çalıştıkları şey bu bahsin bir tamamlayıcısıdır artık. Biliyoruz değil mi?
Bir koca hafta geçti depremin üstünden. Ortaya çıkan imge, bütünüyle kanıksatmaya hala devam olunan şey yıkımın güncelliğidir. Buna teslimiyet halidir. Tümden ve bariz bir hal içerisinde en az otuz bin insanın canına mal olmuş, milyonlarca insanın yaşam pratikleri, hayat haklarından esirgendiği / uzak kaldığı, yoksunlukla kuşatıldığı bir zemin hakikatimiz kılınıyor. Kader, kısmet döngüsüyle laf kalabalıklarıyla bir dolu nutukla tüm bu devinimin, karanlık döngünün aşılamayacak olduğu da artık basit bir gerçektir. Olağan üstü bir yıkımın karşısında tekmili teyakkuz yerine, eksiklerin tamamlanması yerine tüm insanların kendi hallerine ağırlıkla terk edildiği bir ülkenin her neresi büyük olacaktır ki! Biteviye yüzüncü yıla dair tanımlamalar, projeler, atılım ve hamleler aksettirilirken birden bire çıkagelen bir doğal felaketin ardından her şeyin tuzla buz olduğu bir menzilde hayat ne olacaktır, her nasıl olacaktır?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Emrah GÜREL – AP / SIPA v/ Les Echos
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Bir O Yana, Bir Bu Yana Sallanıyor Ülke
Tumblr media
Bir tahakküm veçhesi üzerinde bir o yana, bir bu yana savruluyor milli ve yerli ülke. Belli bir gelecek, beka, öte ve yarınlar denilip durulurken var edilmiş olan katran karanlığının o rotasına yepyeni tahakküm nesnellikleri ekleniyor. Baş amirle, avenesinin suna geldiği bir yönetim biçemi olarak savunduğu eylem ve kararların yekununda tahakküm bariz bir hal, sabit kılınıyor ne es kaza ne gelip geçici. Yirmi yıllık iktidar direncini devam ettirmek ile o kanıksanmış ülkenin ötesindeki vahameti sürekli farklı adlarla yeniden imal etmek açık aleni bir biçimde davasına düşülendir. Hayat biyopolitik bir kurgudur artık. Yeni normal ülkenin yönelimi, bekası, şimdiden savunulan bir andan berisine taşırılan bütün o eylem ve hamleler nesnelliği üstünden bina edilendir. Cerahat artık denetim, gözetim ve tabi ki tahakkümün ayrışmaz bir ögesidir. Yeni ülke bu hallerle var edilendir. Bir tahakküm hal ve veçhesi mutlak değişmez, yorumlanamaz, yeniden düzenlemez olarak cerahat kültünü besliyor. Her şey aleni, hemen her bir şey biteviye oluyor. Her şey var edilirken hiç ama hiçbir şey olmuyormuş gibi davranılması salık veriliyor. Her tavsiye olunan 1984 yazını dahilinde Orwell’in değindiği bir kara tragedya döngüsüne iliştiriliyor. Bir gün doğru ola gelen şey, ertesi gün yalan / yanlış / hatalı / eksik ilan ediliyor.
Bir gün bir anlığına tamam denilen ertesi gün tam tersi istikametten riyayla, inkarla açık, aleni bir biçimde boğuluyor. Mamafih yirmi birinci yılını kutlayan bir siyasi partinin var ettiği her şey, yirmi yıllık iktidar tahayyülünün sonucunda ulaştırdığı zemin biz hariç her bir öteki kötüye çıkıyor. Yalan doğru ilan edilirken, inkar olunan ertesi gün yeniden ve hiç bitimsiz sahip çıkılırken, tümden başkalaşmış bir ülkeye uyanılıp dururken sanki hiç ama hiçbir şey olmuyormuş gibi yapılmaya devam olunan yer gerçektir. Binbir tahakküm veçhesi üstünden bir o yana bir bu yana savrulup duruyor memleket. Ama öyle ama böyle bu savrulma denkliği daha önce deneyimlenmiş olanın ötesindeki bir yıkımla beraberce iş bu sahada güncelleniyor. Her yeni gün, her anlamda tanımlanmış, bilindik olanın çok daha ötesindeki bir rezilliği bünyesinde barındırıyor. Yolun, yordamın anlam ve tahayyül edilenin ötesindeki çapraşık, eğik, kötücüllük ile bütünleşmiş olan yeni ülkenin tezahürü bir de böyle çıka geliyor. Yeni ülke, tahakkümün rotasında bilinmeyeni değil tam aksine bilinmiş olanları, bilindik ve aşina hale gelenlerin izlerini takip ederek, kimi zaman aynı ve birebir olanı taklit ederek yönlendirilir, bu kadardır.
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Batman’da konuşan DBP Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılara değinerek, “Yine 3 maymunu oynamaya hazırlanıyorlar. Tüm dünya Rojava’daki direnişe can borçlu” dedi.
Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), Batman İl Örgütü’ne atama kongresi yaptı. Roza Düğün Salonu’nda gerçekleştirilen atama kongresine, DBP Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz, Parti Meclisi (PM) üyeleri, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, HDP milletvekilleri Feleknas Uca, Mehmet Rüştü Tiryaki, yerine kayyım atanan Batman Belediyesi Eşbaşkanları Songül Korkmaz, Mehmet Demir, HDP PM üyeleri, Barış Anneleri Meclisi, Özgür Kadın Hareketi (Tevgera Jinên Azad-TJA), Mezopotamya Beşiğinde Yakınlarını Kaybedenlerle Yardımlaşma, Dayanışma ve Kültür Derneği (MEBYA-DER) ve HDP Batman il yöneticilerinin yanı sıra çok sayıda kişi katıldı. “Bijî Serok Apo”, “Bê Serok jiyan nabe” ve “Baskılar bizi yıldıramaz” sloganlarının atıldığı kongrede, “Uyuşturucuya, savaşa, tecride karşı harekete geç” , “Örgütlü toplumla özgür yaşama doğru” ve “Kadın özgürlük zamanı” pankartları kongre salonuna asıldı.
Yoğun katılımın olduğu kongre, saygı duruşuyla başladı. Daha sonra ilk olarak konuşan HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, kongrenin iktidarın gözaltı ve tutuklama politikalarına bir cevap olduğunu belirtti.
‘Baskı Politikalarına Bir Yanıt’
DBP Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz ise, örgütlenmenin önemine değinerek, “Batman mücadelede önemli bir yer tutuyor. Bugün burada düzenlenen kongre ile gözaltı ve sindirme politikalarına cevap olundu. Bir kez daha Batman halkı, baskılar karşısında yılmadığını gösterdi” dedi. Türkiye’nin Federe Kürdistan Bölgesi ile Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırılarını hatırlatan Aydeniz, buralarda kullanılan kimyasal silah iddialarına değinerek, ekledi: “Amaçları Kürt kazanımlarını yok etmek. 100 yıllardır bu saldırılar var. Başur’daki saldırılar ihanet ile gerçekleşiyor. Bu ihanete 4 parça Kürdistan halkı cevap olacak. KDP şuan ihanet içinde. Şuan Kürtlerin ittifakına en büyük engel KDP’dir. Kürt kazanımlarının düşmanı da KDP. Onlar bilsin ki ne ihanet ne de kimyasal saldırılar mücadeleyi geriletecek. Bu mücadelenin kazananı biz Kürtler olacağız. Kürt halkı 4 parçada kazanan olacak. Kaybeden ihanet içinde olanlar olacak.”
‘Amaçları Daiş'i Canlandırmak’
Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik operasyon tehditlerine de değinen Aydeniz, “DAİŞ gibi bir örgütü sonlandıranlara karşı şuan büyük bir saldırı hazırlığı var. Devletlerin ikiyüzlülüğü ortaya çıktı. Türkiye’nin taleplerine olumlu bakıyorlar ve bu saldırılara karşı yine 3 maymunu oynamaya hazırlanıyorlar. Tüm dünya Rojava’daki direnişe can borçlu. DAİŞ gibi insanlık dışı bir örgüt yok edilme aşamasına getirildi. Ancak Türkiye’nin buraya saldırıları ile bu cani örgüt tekrardan canlandı. Bu canlanma yeni saldırıları beraberinde getirdi. Türkiye ve kapitalist devletler, bu örgütü canlandırmak için ellerinden geleni yapıyor. Kürtlere karşı kinleri o kadar büyük ki DAİŞ’in canlanması onlar için önemli değil. Bu örgüte karşı nasıl büyük bir direniş gösterildiyse onu canlandırmaya çalışanlara karşı da mücadele büyük olacaktır” dedi.
‘Kaos Tecridin Kalkmasıyla Biter’
PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridin devam ettiğini söyleyen Aydeniz, şunları söyledi: “Tecrit sonlandırılmadığı sürece kaos da sonlanmaz. Bu tecrit insanlık dışı bir hal almış durumda. 2013’de Öcalan’ın duruşu ile demokrasi ileri bir aşama aldı. Ancak buna tahammül edemeyen demokrasi düşmanları savaş başlattı. Barışa karşı faşizan bir saldırı başlatıldı. Bu saldırılar ekonomiden tutun yaşamın birçok alanından kendini hissettirdi. Öcalan, özgür kalana kadar Kürt halkı mücadelesini büyüterek devam ettirecek. Tecrit olduğu sürece bu ülkede kimse özgürlükten ve demokrasiden bahsedemez. Sessiz kalan muhalefet partileri bu bilinçle projelerini ortaya koymalı.”
Yapılan konuşmaların ardından DBP Batman İl Örgütü’ne atanan Eşbaşkanlar Rukiye Onat Günül ve Burhan Eğlenti, il yöneticileriyle birlikte tebrikleri kabul etti.”
Tahakküm veçhesi üstünden bir o yana, bir bu yana savrulmaya devam ediyor ülke ülke diye çıkagelen. Demokratik Bölgeler Partisinin etkinliğinde çıkagelen isyana meram da bu bahsi tamamlayan, tanımlayan bir sunumu var ediyor. Bir asırdan uzunca bir süredir devam olunan devletli politikalarının zaruri / zahmetli yolları, hep ama her dem engelleri ile var ettiği, yok saydığı bir halkın temsili üstüne yeni sözler söylemenin gerekliliğini bir kere daha bildiriyor. Kırk küsur senedir var edilmiş olan katran karası bir gizli / örtük adı hiçbir zaman tam konulmayacak olagelen savaşın yıkımı / yok ediciliği karşısında kelam, mana ve meramın neden elzem olduğu görünür kılınıyor. Kürd halkının kazanımlarına tek bir gün değil daimi bir ket vurmanın yolunda yürünmesinin ibretlik suretlerine itirazı var edilir bir kere daha.
Bakur Kürdistan’ı sathı mahallinde çıkagelen bütünlüklü kuşatma hiç bitimsiz var edilen tahakküm karşısında, mücadelenin dört parçalı Kürdistan’da neden elzem olduğu artık anlaşılırdır. Dünyanın gözleri önünde yok edilmenin kıyısına terk-i diyar edilmiş Kürd, Ezidi, Süryani, Mıhellemi, Arap, Ermeni ve dahi Yahudi halklarının Rojava’da kurduğu birliktelik, mücadele etme çabasının karşısında çıkagelen yüz yıllık o kör karanlık zaten en başından bu yana anlattığımız tahakküm nesnelliğinde sağa sola ve hep her dem gerisin geriye koşa duran ülkeyi işaret etmektedir. Bu hale, bu bağnazlığın var ettiği süre giden yok saymalara karşı meram sorgulanabilir kılındığında şimdilerde un ufak edilmiş barışa dair de bir çaba, çıkarsama, tahayyül ve çözümleme var edilebilecektir bir yerlerde. Bunu görmek sahiden de zor mudur hala ve hala? Nedir ki yani?
Bianet’ten aktaralım: “Aysel Tuğluk İçin 1000 Kadın grubu, Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) Aysel Tuğluk hakkında cezasının infazının ertelenmesi ve tahliye edilmesine yönelik başvuruyu reddetmesine ilişkin açıklama yaptı.
"AYM'nin çelişkili Aysel Tuğluk kararını kabul etmiyoruz" denilen açıklamada, Kandıra 1 No'lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde tutulan Kürt siyasetçi ve hasta mahpus Aysel Tuğluk'un iki seneyi aşkın süredir demans hastalığı ile mücadele ettiği hatırlatıldı.
AYM'ye yapılan başvuruda, Aysel Tuğluk hakkında tedbir kararı uygulanarak cezasının infazının ertelenmesi ve tahliye edilmesi talep edilmişti. Başvuruya ilişkin ara kararını kuran AYM ise Tuğluk'un tahliyesinin reddine ve hakkında tedbir kararı uygulanmasına karar verdi.
Bu bağlamda yazılı açıklama yapan Aysel Tuğluk İçin 1000 Kadın, "Kabul etmiyoruz" diyerek Tuğluk için "derhal tahliye" çağrısında bulundu:
"Ağır sonuçlar doğuracak siyasi bir karar"
"Aysel Tuğluk'un cezaevinde tek başına yaşamını idame ettiremeyeceğini, hastalığının her geçen gün daha da ağırlaştığını gösteren çok sayıda bilimsel rapor, reçete ve belge Anayasa Mahkemesi'nin önünde duruyordu.
"Ama AYM, siyasi saiklerle hareket eden Adlî Tıp Kurumu'nun adaletsiz raporlarıyla karar verdi. Hem de büyük çelişkilerle!
"AYM 'nörolojik rahatsızlığın zamanla ilerleyebileceği, bir başkasının yardımı olmadan zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamaz, cezaevi koşullarında hayatını yalnız idame ettiremez duruma gelebileceği ihtimali'ne dayanarak tedbir kararı verirken, Aysel Tuğluk'u cezaevi koşullarına mahkûm etti.
"Tarihe geçecek bu çelişki yalnızca bu ülkedeki adaletsizlik silsilesine eklenecek yeni bir vaka değil, bir insanın, hasta bir mahkumun, Aysel Tuğluk'un yaşamına mal olacak kadar ağır sonuçlar doğuracak, kabul edilemez bir tutumdur! Hem de çok kısa bir zaman önce demans hastası Çevik Bir'in tahliye edildiği şu şartlarda bu apaçık siyasi bir karardır.
"Kabul etmiyoruz"
"Biz, ülkenin ve dünyanın dört bir yanından binlerce kadın olarak Aysel Tuğluk'un göz göre göre unutmaya, unutturulmaya mahkum edilmesine izin vermiyoruz! Kaybedecek bir gün bile yok, Aysel Tuğluk derhal tahliye edilerek bir an önce tedavi olanaklarına kavuşturulmalı.
"AYM kararı sebebiyle kararın muhatabı olan Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına bir kez daha yapılacak olan hukuki başvurunun, Aysel Tuğluk'un hemen tahliyesini içeren taleplerin de takipçisiyiz."
Tedbir kararı uygulanmasına da hükmeden AYM, kararda şu ifadelere yer vermişti:
"Başvurucunun yaşamının, maddi ve manevi bütünlüğünün korunması için gerekli tedbirlerin alınmasına yönelik tedbir kararı verilmesine, tedbir kararı kapsamında başvurucunun tedavisine devam edilmesinin yanı sıra, nöroloji ve psikiyatri polikliniklerinde düzenli bir şekilde muayenesinin sağlanmasına, hastalığının seyri ve ilerleme durumuna göre belirli aralıklarla cezasının infazının ertelenmesi ve tahliyesinin gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesine, başvurucunun halen Kocaeli 1 No'lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda tutulduğu gözetilerek Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının Anayasa Mahkemesini süreç hakkında gecikmeksizin bilgilendirmesine."
Ne olmuştu?
Aysel Tuğluk, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkan Yardımcısı görevinde bulunduğu dönemde, 29 Aralık 2016'da tutuklanmıştı.
Tuğluk, hakkında hazırlanan iddianamede, DTK Eş Başkanlığı döneminde yaptığı açıklamalar ve faaliyetleri nedeniyle suçlanmıştı.
16 Mart 2018'de kararını açıklayan Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi, Aysel Tuğluk'a "örgüt yöneticisi olmak" iddiasıyla 10 yıl hapis cezası vermişti. Yapılan itirazların ardından Yargıtay 16. Ceza Dairesi de Tuğluk hakkında verilen hapis cezasını onamıştı.
Son olarak ise Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 6-8 Ekim Kobani eylemlerine ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında Tuğluk için tutuklama kararı verilmişti.
Seka Devlet Hastanesi tarafından 15 Mart 2021'de Tuğluk'a demans tanısı konuldu.”
Tahakküm boyutunun sıradan insanlara her nasıl denk getirildiğine dair bir utanç verici surettir Aysel Tuğluk’un başına getirilenler. Bütünüyle bir menzildeki demokrasi pratiği ve sözünü savunma iradesini var etmiş, bir Kürd, bir kadın her şeyden önce yurttaş olagelen birisine karşı böyle bir afaki kötülüğün halen devam ettirilmesidir mesele belki de en başından. Tümüyle Kürd Özgürlük Mücadelesinde bedeller ödemiş, gerek vekilliği sırasında, gerekse paldır küldür kaldırılan dokunulmazlığı sonrasında sivil hayatında tümü ile bütün bütün bir halkın meramını ortaya sermiş, asıl derdin ne olduğunu bildirmeye çaba sarf etmiş bir insanın ben buradayım dediği için tutsaklığının bu evresindeki zulüm nedendir? Her anlamda, demans teşhisi konulmuş bir yurttaşın, daha yaşatılan acılara dair hiçbir sözünün / kelamının işitilmediği bir zeminde Kürd sorunu böyle arada, derede seçilen insanların hayat haklarıyla oynayarak mı çözülecek / nihayetlenecektir. Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesine dair Ermeni iddialarının, mezara naaşı verdirmeme çabası ve türlü çeşit işkencenin de katara eklendiği vakit kim nasıl hesabını verecektir ki! Anayasa Mahkemesi 'nörolojik rahatsızlığın zamanla ilerleyebileceği, bir başkasının yardımı olmadan zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamaz, cezaevi koşullarında hayatını yalnız idame ettiremez duruma gelebileceği ihtimaline dayanarak tedbir kararı verirken, Aysel Tuğluk'u cezaevi koşullarına mahkum kılmasının herhangi bir makul sebebi lafta dahi olsa var edilebilir mi? Kim nasıl bunca vebalin altından kalkabilecektir? Dahası yıllardır sürdürüle gelen bir ötekileştirme, tehdit unsuru olarak görme, dışlama, hedef alma ve bir iki değil binlerce yurttaşın / emekçi ve siyasetçinin rehin kılındığı bir Kürd hareketinden hangi yüzle “eşitlik” bahsine kanması beklenecektir, her nasıl?
İktidar direncini, sınır içi, sınır dışı, gün içi ya da günbegün var ettiği tahakkümün ne bir sınırı, ne bir duru durağı söz konusudur. Biçimlendirilen ile çıkagelen Türkiye hakikatinin her nasıl bir ucubelik haline dönüştüğü / bütünleştirildiği artık az çok belirgindir. Vahim olanın içinde debelenmeye devam eden bir ülkenin, demokrasiden, eşitlikten, adalet ve tüm o hürriyet mefhumlarından ırak kılınmasının halidir. Bir yazınsal sınırlarında kalanı bugün hakikat olarak yaşayan, her gününde var eden, bütün yaraları, taşıdığı onca yüke rağmen her gün bir o kadarını daha katara ekleyen bir yerde hangi mefhum, hangi çaba, hangi öncelik ile bütün bu tahakküm döngüsü aşılabilecektir ki sahi ama sahiden de? Hiç düşünüyor musunuz? Bir o yana bir bu yana savrulmaya alıştırılan bir zeminde bu kadar açık kaypaklık, süreğen hale getirilmiş nefret, biteviye linçler arasında bir hayat mefhumu söz konusu edilebilecek midir? Baş amirle, avenesinin ve tüm siyasi aktörlerinin birlikte, bir yönetim biçemi olarak savunduğu eylem ve kararların yekununda tahakküm bariz bir hal, sabit kılınıyor ne es kaza ne gelip geçici. Bunlar söz konusuyken o yıkıcılığın bir dibi bir sonu söz konusu edilebilir mi?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Kobane! - Maryam ASHRAFI
0 notes