Tumgik
#neoliberalizm
seslimeram · 10 months
Text
Hep Eksik Kılınıyor Hayat!
Tumblr media
Didaktik, belirgin bir biçimde saplantılarla donatılmış, duraksamadan yok etmenin yolunu arşınlayan bir biçimde hayata kastın devam olunduğu bir zemindeyiz. İnsanlık mefhumu, insana ait olan hakkaniyet / hak ve hürriyet tanımlamalarının topyekun zehirlendiği, afaki bir biçimde görmezden gelindiği bir zeminin ortasındayız. Her yanımız simsiyah. Hemen her günümüz kapkaranlık. Dünden ağır bir şimdi, şimdiden teyakkuz halinde yıkımlar bir biçimde sınırlandırmalar üstünden ilerleyen, yok etmenin eşiklerini araya duran bir yerin hazin öyküsüdür mesele. Her şekilde hemen her anlamda, sıradanın hakkının, hukukunun alelade değil doğrudan milimetrik yıkıma terk edildiği zeminde mübalağa değil doğrudan yaşadığımız yerin halidir mesele, meselemiz.
Madun siyaset aktörlerinin hepsinin, hep birlikte ama en çok da baş efendi ve şürekasının suna geldiği yenilenmiş ülke şablonunda bu mesel olunan yıkımın / yok etme / çürütmeye dair pek çok örnek birlikte var edilir. Gündelik yaşam tahayyülünün açmazlara rehineliği bir yanda, toptancı bir zihniyetin artık vahamet sınırlarını da aşan sınırlama çabaları diğer yanda, her durumda o yok etme istemi sürekli güncel bir mesele kılınır. Belirsiz değil her anlamda doğrudan yinelenen haller / tahayyül ve pratiklerle birlikte o cürüm sahasına bir adım daha yaklaşılır. Yazılı, verili hakların ters yüz edildiği, ya hiç, ya yok sayıldığı kala kala bir avuç insani mefhumun savunusunun avuntu kabilinden bildirildiği yerde yıkımın her nereyi, her neyi kapsadığı zaten afakidir. Cürümlere tutunarak ilerleyen bir menzilde, salt rakamlardan ibaret görülen asgari ücretin güncellenmesi, memur, emekli maaşlarına doğrudan yapılmış müdahaleler bir iyileştirmeyi değil tam aksine, güncellendikçe daha da dipsiz bir karanlığı arşınlamayı mümkün kılar. Cerahat elinin, eline kan bulaşıp oturmuş o sermaye ile kotardığı vizyonsuz ülke pratikte zorun / ceberut olagelen bir sarmalın kendisi olarak güncellenendir. Budur artık yeni ülke, her dem daha ağır yıkımların sahnelendiği bir cerahat sarmalı.
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “ENAG'ın yüzde 108,58 olarak açıkladığı yıllık enflasyonu TÜİK'in yüzde 38,21 olarak açıklaması üzerine KESK İstanbul Şubeler Platformu Cevahir AVM önünde "İnsanca yaşanacak ücret istiyoruz" şiarıyla basın açıklaması gerçekleştirdi. Tüm illerde ortak gerçekleştirilen basın açıklamasını İstanbul'da KESK İstanbul Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Ayfer Koçak okudu.
"İyileştirme Gerçek Enflasyon Üzerinden Yapılsın"
Basın açıklamasında esnasında "TÜİK şaşırma, maaşımı aşırma", "Rakamlar sahte, yoksulluk gerçek", "Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz" sloganları atıldı. Basın açıklaması öncesinde konuşan Eğitim Sen İstanbul 1 Nolu Şube Başkanı Mesut Mike, "Maaşlarımızın yoksulluk sınırı üzerinde olmasını istiyoruz, bugün yoksulluk sınırı yapılan pek çok araştırmaya göre 34 bin ile 35 bin civarında. TÜİK'in açıkladığı enflasyon rakamlarının doğru olmadığını, bugün bize yansıyan yakıcı enflasyonun ise kesinlikle 100'ün üzerinde olduğunu görüyoruz, biliyoruz ve yaşıyoruz. O nedenle yapılan iyileştirmeler enflasyona ezdirilmeyecek deniyorsa zamların gerçek rakamlar üzerinden yapılması gerektiğini bir kez daha kamuoyuyla paylaşıyoruz" dedi.
"Büyümeyle Övünenler Refah Payını Emekçilerle Paylaşmıyor"
Koçak basın açıklamasına “Alanlardayız. Çünkü güvenli bir gelecek, güvenceli bir iş istiyoruz. Alanlardayız çünkü büyükşehirlerde 12 bin TL’yi aşan ev kiralarını karşılayacak gücümüz kalmadı” diye başladı. TÜİK’in hayat pahalılığını en az yarı yarıya düşük göstererek maaş artışlarımızı bir kara delik gibi yutmaya devam ettiğini ifade eden Koçak, “Yaşadığımız gerçek hayat pahalılığı ile ilgisi olmayan bu sanal rakamlar özellikle maaş zammı alacağımız dönemlerde daha da aşağı çekiliyor. Seyyanen yapılması zorunlu hale gelen artışlar bunun en büyük itirafıdır” dedi.
"22 Bin TL 55 Günde Bile Eridi"
Ülkeyi yönetenler tarafından yıllardır “işçiyi, memuru, emekliyi, asgari ücrete ezdirmedik” nutukları atıldığını vurgulayan Koçak, “Yandaş Memur-Sen yöneticilerinin her toplu sözleşmede iktidarın belirlediği hedef enflasyon rakamlarına imza atmasından bıktık. Türkiye tüm çalışanlar için bir asgari ücretliler ülkesine çevrilmiş bulunuyor. En yüksek ücreti alan kamu emekçisi maaşı dahi yoksulluk sınırı altında kalıyor” ifadelerini kullandı.
Koçak iktidarın seçimlerden önce verdiği “en düşük memur maaşı 22 bin TL olacak” sözünü hatırlatarak Türk lirasının sadece son 55 günde dolar karşısında %25 değer kaybettiğini ifade etti. AKP’nin her fırsatta büyüme rakamları ile övündüğünü vurgulayan Koçak, o büyüme rakamlarını emeği, alın teri ile yaratanlara, bizlere refah payı vermeye yanaşmadığını söyledi.
"Ağustos Ayında Ankara’da Olacağız"
Kamu emekçilerine seslenen Koçak, “Gelin yıllardır tekrarlanan bizi her geçen gün daha sefalete iten bu oyuna artık dur diyelim. Ne TÜİK’in sahte enflasyon rakamlarına ne iktidarın refah payı aldatmacasına kanmayalım. Yandaş basının müjde haberlerine itibar etmeyelim. Bugün sunulan 17.55 + 8077 seyyanen zam ile kamu emekçilerinin eline geçek olan gelir bugünkü yoksulluk sınırının dahil çok altında kalmaktadır” dedi. Toplu iş sözleşmesi süreci için bilerek kamu emekçilerinin tatilde olduğu ağustos ayının tercih edildiğinin altını çizen Koçak, tüm kamu emekçilerini Ankara’ya davet etti.
"İnsanca Yaşanacak Ücret İçin Mücadele Etmek Zorundayız"
Kamu emekçilerini, emeklileri yıllardır kaybettiren bu yoksulluk ve sefalet düzenine karşı insanca yaşayacak ücret, güvenceli iş, güvenli gelecek mücadelesinde omuz omuza vermeye çağıran Koçak, KESK adına talepleri yineledi:
* Bunun için en düşük kamu emekçisi maaşı temmuz ayı itibari ile eş ve çocuk yardımı, yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmalıdır.
* Her üç ayda bir yoksulluk sınırında yaşanan artışa göre güncellenmeli, üzerine her çeyrekte yaşanan büyüme rakamları refah payı olarak eklenmelidir.
* Gelir vergisi birinci dilim oranı %15 ten %10’a düşürülmeli, yoksulluk sınırına kadar olan maaşlar-ücretler birinci vergi diliminde sabitlenmelidir.
* Seçim öncesi verilen kira yardımı, mülakatın kaldırılması sözlerinin gereği zamana yayılmadan hemen yerine getirilmelidir.”
Daimi bir biçimde kendi kötülük eşiğini durmadan güncelleyen bir zemindeyiz vesselam. Hiç kimseyi ezdirmedik lafzı döndürülüp, ısıtılıp aralıksız servis edilirken oluşturulan tüm o cerahatin her neye tekabül ettiği zaten başlı başına dile getirilenler ile anlatılmıştır. Bugünün ülkesinin dününden de ağır bir sınamayı, iyileştirme diyerek kaktırma çabasının vardığı düzlemin ne kadar hazin bir sonucu beraberinde getirdiği o eylemlerle çıka geleni, itirazı dikkatle baktığımızda gözler önüne serer. İktidarın yalan / riyayla birlikte kurduğu ve var ettiği ülke tiradının nasıl da boşa düştüğü gözler önündedir. Büyüme rakamları, bir biçimde var edilen muktedir ülke olma halleri, hiçbir surette yaşamda imkanları, olasılık, ihtimalleri bırakılmamış bir kesimi / büyük çoğunluğu sessizlikle kuşatır. Geçinmenin bir biçimde tamama erdirilip, lütfen var edilen iyileştirmeler karşısında anında gerisin geriye iptal olunmasının / heder edilmesinin mesel edilmediği bir yerde emekçilerin sesini kim, nasıl, nerede duyacaktır? Sahiden bunca bodoslamadan ilerlenen bir yok etme kültürünün, ekonomik çökertme halinin ortasında, bütünüyle var edilen imdat çığlıklarını kim nerede, ne zaman duyacaktır?
Düzenleme diye düzensizliğin, iyileştirme diye yoksunlaştırma hallerinin, gelir artırımı ve refah derken yerinde sayan bir eksiltmeyi reva gören, bunu sadece asgari ücretliye değil aynı zamanda kendisinin de oy deposu kıldığı / bildiği emeklilere de var eden bir düzlemde kim neyin hakkını, nerede ne zaman duyacaktır? “Önergelere göre yüzde 25'lik zam, daha önce 5 bin 500 liradan 7 bin 500 liraya yükseltilen en düşük emekli aylığına uygulanmayacak. Emekli zamları sadece kök aylıklara yapılacak. Buna göre örneğin kök aylığı 6 bin lira olup Hazine desteğiyle 7.500 lira aylık alan emeklinin 6 bin liralık kök aylığına yüzde 25 zam yapılacak.” Sonucunda dönüp dolaşıp, batmaya son sürat devam denilen bir menzilde iki gıdım hayat hakkını da çok görmeye devam diyenlerin elinde kalakalır ülke? Misal, hiçbir biçimde görünür kılınmayan, artık mevzu dahi edilemeyen o asgari ücretle / devlet memurunun asgarisi arasındaki uçurum bahsi ne açılır / ne söz hakkı ne de tek bir itiraza yer bıraktırılır. Ülke nüfusunun ekseriyetle ezici çoğunluğuna takdim edilen / eline kan oturmuş sermayenin vermemek için kırk takla atıp, vergisinden düşmeye gayret ettiği asgari ücretin kuş kadar kılınması mesel olunmaz, bu açık imdatları kim ne zaman duyacaktır ki sahiden?
BirGün Gazetesinden iliştirelim: “Temmuz ayı memur maaş katsayısındaki yeni düzenleme kapsamında artırılan sosyal yardım ödemeleri artırıldı.
Düzenlemeye göre, yaşlı aylığı 2 bin 348, yüzde 40-69 engelli aylığı 1874, yüzde 70 ve üzeri engelli aylığı ise 2 bin 811 liraya yükseltildi.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, artışa ilişkin yazılı bir açıklama yaptı.
Göktaş, açıklamasında, "Yapılan yeni düzenleme sonrasında sosyal yardım programlarımızın aylık ödemelerini artışlı bir şekilde hak sahiplerimizin hesaplarına yatıracağız" dedi.
Dezavantajlı durumdaki bireylerin çeşitli hizmet ve sosyal yardım modelleriyle desteklendiğini ifade eden Göktaş, memur maaş katsayısında yapılan düzenleme sonrası sosyal yardım programlarının aylık ödemelerini artırdıklarını belirtti.
Bakan Göktaş, şunları kaydetti:
"Temmuz ayı memur maaş katsayısında yapılan yeni düzenleme sonrasında sosyal hizmet modelleri kapsamındaki yaşlı aylığı 1997 liradan 2 bin 348 liraya, yüzde 40-69 arası engelli oranına sahip vatandaşların aylığı 1594 liradan 1874 liraya, yüzde 70 ve üzeri engelli raporu bulunan vatanda��ların aylığı da 2 bin 392 liradan 2 bin 811 liraya yükseldi. Diğer yandan 18 yaş altı engelli yakını olan vatandaşlara ödenen engelli yakını aylığı 1594 liradan 1874 liraya, hafif silikozis aylığı 3 bin 445 liradan 4 bin 50 liraya, orta silikozis aylığı 3 bin 938 liradan 4 bin 629 liraya, ağır silikozis aylığı ise 4 bin 388 liradan 5 bin 158 liraya çıktı."
Her şey ortadayken hangisini neresinden yazarsınız sahiden? Bütünüyle kafasını kuma gömülü tutmaya devam diyen hazirunun varlığı söz konusuyken şu yukarıdaki haberlerin hiçbir anlamı yok mudur? Sokağa çıktığınızda düşünmekten heder olup, dalgın dalgın bir yerlere yetişme telaşında olan insanlara bir tek olumlanabilir bahis açılabilir mi? Yok o iş sandığınız gibi değil denilebilir mi? Marketlerde, öyle on yıldız, beş yıldız, kocaman mega bilmem ne marketlerde değil, un ufak edilmiş hayatlarında hayatta kalmak için bir mücadeleye tutunanların ucuz ürünlerden hangisi daha ucuz bunu alabilmek için bile kırk kez düşünmesinin hesabını mesela kim fark edecektir? Bıraktık, içkiyi, sigarayı, bıraktık o dışarıda yemeği içmeyi, bir yerlerde bir konsere / tiyatroya / sinemaya gidebilmeyi bir tek kitap alabilmenin bile imkansız kılındığı yerde cehaletin yükseltilen duvarlarını bütün bu yoksunluğa dair kime neyi anlatabiliriz sahiden? Bir biçimde sınırlanan, daha da eksik kılınan, her defasında hizaya geçip emir erliğine devam etmesi beklenen, duraksamadan da oyuna talip olunup, yaşam sürmesi beklenen insanların hayatına tek bir iyileştirme sahi ama sahiden de söz konusu edilebilir mi? Markette parası kalmadığı için ketçap çalmaya çalışanı, bir biçimde ekmeğe katık edip onunla yaşayabilmeyi aklında gerekçelendirebilir mi yaygın medya soytarıları, sarayın palyaçoları, üç kuruşa onurlarını satanlar, şunlar ve dahi bunlar! Sahiden!
Didaktik, saplantılarla donatılmış, duraksamadan yok etmenin yolunu arşınlayan bir biçimde hayata kastın devam olunduğu bir zemindeyiz. Ezdirmedik halkımızı derken baş efendi bizatihi nereye yollandığımızı da göstere gelen günlerden geçmekteyiz. Kemerdeki sıkılacak deliğin kalmadığı, katığın ekmekten mülhem ağırlıkta olduğu bir ülkede fikriyat hep geri plana aksettirilirken çığ gibi yükselen faturalar mesela ezdirilmeyen yurttaşları hiç bildirmemektedir. Bütünüyle vergilendirme dilimlerinin tarumar edildiği bir yerde her harcamasını mahsup ettirip, vergi kaçıran mümtaz, müesses nizam asalaklarını mesela kim ne zaman görecektir? Beşli çete nam bir kolektifin memleketin her gününde ol yerli ve milliyi sömüre geldiği bir düzlemde, milletin a. koyacağız buyuranların var ettiği tüm o çürümenin hesabını kim verecektir mesela, sahiden? Devlete ödenen harçların en asgari yüzde elli küsur arttırıldığı, artık bir hayal kılınmış ülke içindeki takoz hiçbir işlemi tek bir kerede var edemeyen dandik telefonların yanında sahiden bir şeye benzeyen, hayır illa ayfon değil, x, y, z marka bir telefonun kayıt ücreti yüzde üç yüz otuz neye dayanarak arttılılır, kaçak şebekesinin başı zaten ak partili bir temsil iken misal! Sahiden yol nereyedir, her neresidir gidilen! Kesintisiz bir girdap halini alıyor koca memleket. Düşman addettiği kesimlerin var edemeyeceği bir ekonomik buhranı memleketin sahici, öz, yerli ve milli denilen evlatları var ediyor. Kış çok daha ağır şartlara gebe kılınırken bir mübalağaya gerek kalmazdan yaşam yağmalanırken, şimşek efendi, hafize hanım, bilmiyoruz kimler kimler için devletin kasası sonuna kadar açılırken, onca yağma var edilip durulurken yıkıma karşı el aman feryadını ne zaman ortaklaştırabileceğiz mesele budur. Tümüyle gemi su aldı, batmaya devam ediyor. Sahiden bunca badirenin ortasında bir imdat çığlığını ortaklaştırmak ne zamandır, iş işten geçmeden...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Nicole TUNG – Bloomberg
2 notes · View notes
paravesiyaset · 10 months
Link
0 notes
dipnotski · 11 months
Text
Alfredo Saad-Filho – Kriz Çağı (2023)
Gittikçe otoriterleşen neoliberalizm, demokrasiyi tehdit eder hale geldi. Alfredo Saad-Filho, süregelen küresel ekonomik kriz, siyasi kriz ve pandemi gibi yürürlükteki neoliberalizm çağındaki üç krizi Marksist ekonomi politik bakış açısından tartışıyor. Kitap, pandemi sonrası siyasal-iktisadi bağlamın nasıl bir manzara gösterebileceği ve mevcut siyasete karşı siyasal alternatifler izlememizi…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
baybaykus · 2 years
Text
📌Soner Yalçın'dan Bahçeli'ye tarihi mektup...
Bak sana ne anlatacağım..?
Bu yazacaklarımı MHP’nin “parti okulu“nda bulamazsın. Unutturdular sana çünkü…
Gagavuz Türk‘ü, Hıristiyan’dır.
Yunanistan’daki Karaman Türk’ü de, Hıristiyan’dır...
Karaim ya da Hazar Türk’ü, Yahudi‘dir…
Altaylar, Tengrici’dir...
Saha-Yakut Türkleri Şaman‘dır...
Uygur Türk‘ünün kimi Budist’tir...
Azerbaycan Türk’ü ya da İran’ın Azeri Türk’ü Şii‘dir...
Anadolu Türkmen‘i Alevi’dir...
Ne sandın?...
“Türk milliyetçisi” denilince aklına sadece Müslüman Sünni mi geliyor?...
“Türk milliyetçiyiz” diyerek kimin ahlakını kime dayatıyorsun?...
Bak kardeşim !...
Dünyada ilk “Türk Derneği”, Macaristan-Budapeşte’de 1908 yılında açıldı.
Üniversitelerde ilk Türkoloji kürsüsü 1870 yılında Budapeşte’de kuruldu...
Macar Türklerini bilir misin?...
Turan fikrinin nereden doğduğunu sanıyorsun?...
Bugün...
Sadece Devlet Bahçeli‘yi bilmekle olmaz...
Gabor Vona‘yı da bileceksin!...
Hâlâ Necip Fazıl mı okuyorsun?...
Oysa Attila Jozsef‘i okumalısın!...
Hadi Yusuf Akçura’yı, Sultan Galiyev’i bildiğini düşüneyim; Turar Rıskulov‘u ya da Ethem Nejat‘ı bilir misin?...
Sahiden “sağ” nedir, “sol” nedir hiç kafa yordun mu?...
Tarihindeki Türk milliyetçi hareketler sömürgeciliğe karşı çıkarken, senin neoliberalizme/ vahşi kapatilizme karşı neden hiç sesin çıkmıyor?...
Evet sen kardeşim!...
“Türk milliyetçileri” adını kullanarak kimin ahlakını kime dayatıyorsun?...
Kızma bana !...
Bak sana bir Türk efsanesini hatırlatayım...
Cengiz Aytmatov’u bilirsin. Kırgız Türk’ü...
Türk birliğinin yılmaz savunucusu. Dünya edebiyatına armağan ettiğimiz Lenin ödüllü usta bir kalem...
1980 yılında yazdığı bir romanı var:
“Gün Olur Asra Bedel”.
Okudun mu?...
Kişinin, öz köküne yabancılaşmasını anlatır. Bunu Türk “Mankurt Efsanesi”ne dayandırır.
Şöyle...
Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri işe yarar köleler haline getirmek için belleklerini silerek “mankurt” haline getirirmiş !...
Bir insanı “mankurt” yapmak istediklerinde bak ne yaparlar:
- Tutsak kişinin saçları iyice kazınır,
- Kafasına devenin boyun derisi gerdirilerek geçirilir,
- Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır,
- Yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde sıcak güneş altında dört beş gün aç susuz bırakılır,
- Sıcağın etkisiyle deve derisi büzülür ve bir mengene gibi kafayı sıkıştırır,
- Deve derisinin artık kafa derisiyle bütünleşmeye başlamasıyla kazınan saçlar yeniden uzamaya başlar,
- Fakat, deri kafaya o kadar yapışır ki, zaten sert olan deve derisi sıcağın etkisiyle iyice sertleşir ve uzayan saçlar deriyi delip uzamasına devam edemez,
- Bu nedenle saçlar kafanın dışı yönünde değil, içine doğru uzamaya başlar,
- Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde ters yönde uzayan saçların kafatasını delip, beyne doğru ilerlemesiyle tutsak kişi büyük acılar çeker,
- Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölür,
- Sağ kalan tutsak ise zamanla kendine gelir; yiyip içerek gücünü toparlar.
- Ama o artık bir insan değildir; ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olmuştur.
Artık hafızası yoktur...
Kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmez hale gelir.
Artık düşünemez...
İnsan olduğunun farkında değildir. Ağzı vardır, dili yoktur. Kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir köledir sadece. Bilinci, benliği olmadığı için, sadece efendisine boyun eğen bir köle...
Evet...
Mankurt, için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmektir...
Akıl yoksunluğunu ifade eden “mankurtlaşma” artık bir kavram olarak kullanılmaktadır...
Anadolu’da “mankafa” derler !...
Kimbilir...
Belki de Cengiz Aytmatov “Bozkurtları” uyarmak istemektedir...
Anlayana...
* Türk Bayrağı’nın yakılmasını, göklerden/direklerden indirilmesini protesto ettin mi?
Hayır!...
* Atatürk heykellerinin parçalanmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Bu ülkenin parsel parsel özelleştirme adı altında satılmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Türk kimliğinin-kavramının Anayasa’dan çıkarılmak istenmesini protesto ettin mi?
Hayır!...
* Devlet nişanından, devlet kurumlarından Türkiye Cumhuriyeti ibaresi kaldırılmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Andımızın kaldırılmasını protesto ettin mi?
Hayır!..
* 23 Nisan gibi, 19 Mayıs gibi milli bayramlarının kaldırılmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Soma katliamını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Doğa katliamlarını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Kaçak Sarayı protesto ettin mi? Hayır!...
* Kuzey Irak’ta Türkmenlerin katledilmesini protesto ettin mi? Hayır!...
* Süleyman Şah Türbesi’nden kaçılmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Ülkenin parçalanma projelerini protesto ettin mi? Hayır!...
Peki neyi protesto ettin?...
Sadece, bu ülkenin yüz akı sanatçısı Bedri Baykam‘ı protesto ettin !...
Beyoğlu Piramid Sanat Galerisi’nde Almanya, Fransa, Japonya ve ABD’den sanatçıların eserlerinin de yer aldığı “Çırılçıplak” başlıklı sergiyi “ahlaki değerlere” aykırı bulup Taksim‘e sokağa çıktın ve “Bizler; Türk Milliyetçileri, Türk İslam Ülkücüleri, Türk Milletinin ahlak değerleri ile ters düşen ve sanat adı altında perdelenmek istenen bu çirkin sergiyi kabul edemeyiz” dedin...
Demek: Türk kavramının yok edilmesi, Türk bayrağının yakılması, Atatürk heykelinin parçalanması, Andımız’ın, ulusal bayramlarımızın kaldırılması, “ahlaki değerlere” uygunmuş ki sesin çıkmadı!...
Türklüğün sadece “bacak arasına” indirgendiğinin farkında değil misin?...
Soner YALÇIN
77 notes · View notes
twojtesc · 3 months
Note
the hate game on this website is insane ja cie wyzywam od neoliberalow a ty nie wiesz o co biega no dobra
neos – nowy i łac. liberalis — wolnościowy) to kierunek myśli politycznej i filozoficznej zakładający tolerancję, wolność dla innych poglądów, a także wolność gospodarczą. Neoliberalizm wyłonił się po II wojnie światowej jako wersja liberalizmu klasycznego, kładąca nacisk na aspekt ekonomiczny.
Współcześnie pojęcie to – w oderwaniu od jego pierwotnego historycznego kontekstu – funkcjonuje głównie jako ogólne, pejoratywne określenie polityki postrzeganej jako nadmiernie leseferystyczna, mająca zaniedbywać dobro społeczeństwa z powodu bezwzględnej nieufności wobec zawodności państwa i przez dążenie do masowej prywatyzacji, deregulacji, zaciskania pasa wydatków publicznych, redukcji podatków oraz minimalizacji ingerencji politycznych w gospodarkę. Oryginalnie, idea neoliberalizmu została sformułowana głównie w okresie 1920–1960 w odpowiedzi na identyczne obawy o ówczesną kondycję „nadmiernie leseferystycznego” liberalizmu i narastanie znaczenia totalitaryzmów oraz gospodarek planowych, jako nowa, pragmatyczna i pluralistyczna wizja liberalizmu troszczącego się o sprawiedliwość społeczną oraz równość szans przy obronie ogólnie kapitalistycznej organizacji gospodarki
Neoliberalizm to ideologia ekonomiczna, która promuje ograniczenie interwencji państwa w gospodarkę oraz promowanie wolnego rynku i prywatnej inicjatywy. Neoliberałowie wierzą, że wolny rynek, niskie podatki, deregulacja oraz ograniczenie ingerencji państwa prowadzą do większej efektywności gospodarczej i wzrostu dobrobytu społeczeństwa.
ale ja nawet nie jestem neolibkiem
3 notes · View notes
tolgaulusoy · 3 months
Text
Tumblr media
Sınıfın Yeniden Üretimi: Eğitim, Neoliberalizm ve İstanbul'da Yeni Orta Sınıfın Yükselişi (İng. Reproducing Class: Education, Neoliberalism, and the Rise of the New Middle Class in Istanbul), Henry J. Rutz ve Erol M. Balkan'ın yaptıkları araştırmalara dayanıyor. İlk araştırma yazarlarında yer aldığı bir ekip tarafından gerçekleşe nicel bir araştırmayken ikinci araştırma Erol M. Balkan'ın doktora araştırması kapsamında yaptığı nitel araştırmaya dayanmaktadır. 1980 sonrasında neoliberalizmin Türkiye'de yerleşmesiyle beraber liseye giriş sınavları da rekabetçi bir hale gelir. Özellikle orta sınıf için çocuklarının bu sınavlarda başarılı olarak Türkiye'nin elit okullarda okuması bir sosyal sermaye edinimi ve toplumsal konumda yükselme anlamına gelmeye başlar. Tabii ki bu sınav sistemine uygun bir eğitim piyasası (özel okullar, dershaneler, özel dersler) oluşur. Bu araştırma bu üç sac ayağında Türkiye'nin 90'lı yıllarındaki eğitim ve sınıf ilişkisini araştırıyor. İyi bir çalışma olsa da günümüz için artık bu araştırmanın çok bir değeri yok zira o dönem ki eğitim sistemiyle günümüzdeki inanılmaz derecede farklılaşmış durumda. Ama eğitim sisteminin tarihselliğini anlamak için iyi bir eser olduğunu düşünüyorum.
2 notes · View notes
cihangir-uzunkaya · 2 years
Text
Tumblr media
📌Soner Yalçın'dan Bahçeli'ye tarihi mektup...
Bak sana ne anlatacağım..?
Bu yazacaklarımı MHP’nin “parti okulu“nda bulamazsın. Unutturdular sana çünkü…
Gagavuz Türk‘ü, Hıristiyan’dır.
Yunanistan’daki Karaman Türk’ü de, Hıristiyan’dır...
Karaim ya da Hazar Türk’ü, Yahudi‘dir…
Altaylar, Tengrici’dir...
Saha-Yakut Türkleri Şaman‘dır...
Uygur Türk‘ünün kimi Budist’tir...
Azerbaycan Türk’ü ya da İran’ın Azeri Türk’ü Şii‘dir...
Anadolu Türkmen‘i Alevi’dir...
Ne sandın?...
“Türk milliyetçisi” denilince aklına sadece Müslüman Sünni mi geliyor?...
“Türk milliyetçiyiz” diyerek kimin ahlakını kime dayatıyorsun?...
Bak kardeşim !...
Dünyada ilk “Türk Derneği”, Macaristan-Budapeşte’de 1908 yılında açıldı.
Üniversitelerde ilk Türkoloji kürsüsü 1870 yılında Budapeşte’de kuruldu...
Macar Türklerini bilir misin?...
Turan fikrinin nereden doğduğunu sanıyorsun?...
Bugün...
Sadece Devlet Bahçeli‘yi bilmekle olmaz...
Gabor Vona‘yı da bileceksin!...
Hâlâ Necip Fazıl mı okuyorsun?...
Oysa Attila Jozsef‘i okumalısın!...
Hadi Yusuf Akçura’yı, Sultan Galiyev’i bildiğini düşüneyim; Turar Rıskulov‘u ya da Ethem Nejat‘ı bilir misin?...
Sahiden “sağ” nedir, “sol” nedir hiç kafa yordun mu?...
Tarihindeki Türk milliyetçi hareketler sömürgeciliğe karşı çıkarken, senin neoliberalizme/ vahşi kapatilizme karşı neden hiç sesin çıkmıyor?...
Evet sen kardeşim!...
“Türk milliyetçileri” adını kullanarak kimin ahlakını kime dayatıyorsun?...
Kızma bana !...
Bak sana bir Türk efsanesini hatırlatayım...
Cengiz Aytmatov’u bilirsin. Kırgız Türk’ü...
Türk birliğinin yılmaz savunucusu. Dünya edebiyatına armağan ettiğimiz Lenin ödüllü usta bir kalem...
1980 yılında yazdığı bir romanı var:
“Gün Olur Asra Bedel”.
Okudun mu?...
Kişinin, öz köküne yabancılaşmasını anlatır. Bunu Türk “Mankurt Efsanesi”ne dayandırır.
Şöyle...
Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri işe yarar köleler haline getirmek için belleklerini silerek “mankurt” haline getirirmiş !...
Bir insanı “mankurt” yapmak istediklerinde bak ne yaparlar:
- Tutsak kişinin saçları iyice kazınır,
- Kafasına devenin boyun derisi gerdirilerek geçirilir,
- Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır,
- Yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde sıcak güneş altında dört beş gün aç susuz bırakılır,
- Sıcağın etkisiyle deve derisi büzülür ve bir mengene gibi kafayı sıkıştırır,
- Deve derisinin artık kafa derisiyle bütünleşmeye başlamasıyla kazınan saçlar yeniden uzamaya başlar,
- Fakat, deri kafaya o kadar yapışır ki, zaten sert olan deve derisi sıcağın etkisiyle iyice sertleşir ve uzayan saçlar deriyi delip uzamasına devam edemez,
- Bu nedenle saçlar kafanın dışı yönünde değil, içine doğru uzamaya başlar,
- Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde ters yönde uzayan saçların kafatasını delip, beyne doğru ilerlemesiyle tutsak kişi büyük acılar çeker,
- Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölür,
- Sağ kalan tutsak ise zamanla kendine gelir; yiyip içerek gücünü toparlar.
- Ama o artık bir insan değildir; ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olmuştur.
Artık hafızası yoktur...
Kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmez hale gelir.
Artık düşünemez...
İnsan olduğunun farkında değildir. Ağzı vardır, dili yoktur. Kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir köledir sadece. Bilinci, benliği olmadığı için, sadece efendisine boyun eğen bir köle...
Evet...
Mankurt, için ��nemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmektir...
Akıl yoksunluğunu ifade eden “mankurtlaşma” artık bir kavram olarak kullanılmaktadır...
Anadolu’da “mankafa” derler !...
Kimbilir...
Belki de Cengiz Aytmatov “Bozkurtları” uyarmak istemektedir...
Anlayana...
* Türk Bayrağı’nın yakılmasını, göklerden/direklerden indirilmesini protesto ettin mi?
Hayır!...
* Atatürk heykellerinin parçalanmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Bu ülkenin parsel parsel özelleştirme adı altında satılmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Türk kimliğinin-kavramının Anayasa’dan çıkarılmak istenmesini protesto ettin mi?
Hayır!...
* Devlet nişanından, devlet kurumlarından Türkiye Cumhuriyeti ibaresi kaldırılmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Andımızın kaldırılmasını protesto ettin mi?
Hayır!..
* 23 Nisan gibi, 19 Mayıs gibi milli bayramlarının kaldırılmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Soma katliamını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Doğa katliamlarını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Kaçak Sarayı protesto ettin mi? Hayır!...
* Kuzey Irak’ta Türkmenlerin katledilmesini protesto ettin mi? Hayır!...
* Süleyman Şah Türbesi’nden kaçılmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Ülkenin parçalanma projelerini protesto ettin mi? Hayır!...
Peki neyi protesto ettin?...
Sadece, bu ülkenin yüz akı sanatçısı Bedri Baykam‘ı protesto ettin !...
Beyoğlu Piramid Sanat Galerisi’nde Almanya, Fransa, Japonya ve ABD’den sanatçıların eserlerinin de yer aldığı “Çırılçıplak” başlıklı sergiyi “ahlaki değerlere” aykırı bulup Taksim‘e sokağa çıktın ve “Bizler; Türk Milliyetçileri, Türk İslam Ülkücüleri, Türk Milletinin ahlak değerleri ile ters düşen ve sanat adı altında perdelenmek istenen bu çirkin sergiyi kabul edemeyiz” dedin...
Demek: Türk kavramının yok edilmesi, Türk bayrağının yakılması, Atatürk heykelinin parçalanması, Andımız’ın, ulusal bayramlarımızın kaldırılması, “ahlaki değerlere” uygunmuş ki sesin çıkmadı!...
Türklüğün sadece “bacak arasına” indirgendiğinin farkında değil misin?...
Soner YALÇIN
11 notes · View notes
veganlogicdinamo · 2 years
Text
UTANMA DUYGUSUNDAN YOKSUNLUK
“Cumhuriyetin 100. yılında Türkiye ve dünya nereye?”
T24 haber/yorum sitesi, iki gün önce bu başlığı kullanarak İstanbul’da bir konferans düzenledi. Bir alkollü içki firmasının sponsor olduğu tek günlük konferansı her yıl yapacaklarmış, bu yıl da lüks bir otelin salonunda buluşmuşlar.
Etkinliğe katılan isimlere baktığımızda, kısa bir zaman önce AKP ile Cemaat ortaklığına destek verenlerin, neoliberalizm savunucularının, “muhafazakâr soslu demokratların” yeniden buluştuğu anlaşılıyor.
Laik Cumhuriyeti yok etmek için yola çıkan gerici AKP ve Cemaat ittifakına “vesayetle hesaplaşma” ve “demokrasi” gerekçesiyle destek olanların, geçmişleriyle yüzleşmeden bugün Cumhuriyeti savunuyor görünmeleri ikiyüzlülüktür.
Bu, utanma duygusundan yoksunluktur.
2 notes · View notes
oluruvar · 2 years
Text
Bazen neoliberalizm demek hoşuma gidiyo
4 notes · View notes
benmisim · 2 years
Text
bir ara kendimi paso biyografi okumaya vericem. şu isim yapmış çığır açmış akademiye de sanata da yön vermiş bütün adamların biyografilerini okucam. bakalım kaçının ailesi fakirdi :DD eğitim öğretim demokratik bişi değil arkadaşlar. bunu da ben bulmadım, ben keşfetmedim tabi ki. ama bu baya unutulmaya yüz tutmuş bişi. hep bu tedxlerde falan ne söylüyolar mesela. şey algısı yok mu, artık küreselleşme, neoliberalizm cart curt sayesinde herkes daha özgür, sınıflar arası geçiş daha rahat falan. amerikan rüyası dedikleri neydi mesela? amerikanın fırsatlar ülkesi olduğu söyleniyodu. tüm dünyaya da yayıldı bu rüya, her yer fırsat doluymuş gibi algılandı. fakir ailelerden gelip zengin olan insanların “başarı” hikayelerini dinledik. başaramayan sensin, bak yapan nasıl yapıyo. başaranların hepsi deha gibi göründü. ya da şey diyolardı bi ara “başarının yüzde biri deha yüzde doksan dokuzu çalışmaktır”. hahaha. düzeltiyorum: başarının yüzde biri deha, yüzde doksan dokuzu sermayedir (ekonomik, kültürel, sosyal, sembolik her türlü sermaye). arada istisnalar olur, ama bunların istisna olduğunu gözden kaçırmamak lazım. 2010da fakir bir ailede doğmuş bir çocuğun üst sınıfa yükselme ihtimali, 1950de fakir bir ailede doğmuş bir çocuğun üst sınıfa yükselme ihtimalinden daha düşükmüş mesela. yani bu 80 sonrası serbest piyasa ekonomisi bize şans, fırsat, özgürlük getirmedi. BİZE getirmedi. zenginlere çalıştı. onların haksız kazançlarla servetlerine servet katmalarını kolaylaştırdı. bu sadece ekonomik bi mevzu da değil işte, ideolojiyi de kültürü de şekillendiren bişey. düşünme şeklimizi değiştiren bişey. insanları kendileriyle ilgili giderek daha memnuniyetsiz, daha ümitsiz hissetmeye götüren bişey en basitinden. hayran olduklarımız yanlış, arzularımız yanlış, düşüncelerimiz yanlış, hayallerimiz yanlış. yanlış görüyoruz.
1 note · View note
seslimeram · 10 months
Text
Çürük Yerin Meseli
Tumblr media
Hayat biçimi ve kapsamıyla ve tüm tanımlamalarıyla, bir çürüme istemine rehin aralıksız artık. Biteviye haftanın yedi günü yirmi dört saati süresince biteviye bir pratik kılınmış ol söylemlerin refakatinde her gün belirli bir çürümenin kılınıyor. Hak mefhumu sizlere sahi ama sahiden ömür. Adalet kuru kalabalık. Hürriyet boşa düşürülen bir mefhum. Sözün bir ederi harbiyesi yok. Düzen ve onu var edenlere teslim olmadan, bunu bir biçimde bildirip de yoluna uygun davranmadıktan sonra eşitlik söz konusu bile edilemez. Hürriyet aynı an ve odakta sadece bir paçavranın adı kılınırken, eşitlik kağıt üstünden dahi kazılmışken yok sayıldığı zikredilirken hayat nasıl paramparça edilmesin ki. Bütünüyle hayat istemi, aksının pespaye hallere rehin bir tezahürle dönüşümü güncelleniyor. Sanılanın çok daha ötesinde bir hızla vahamet güncelleniyor. Bedenlere yönelik politik / siyasi taarruzların, akla seza hayata doğrudan müdahalelerin sofrasında yıkım anlık çürüme sahiden belirgin bir sabitimiz kılınıyor.
Üçüncü sayfa haberlerine dönüşen, her günü o haberlerin birer öznesi, faili, mağduru olan ya da oldurulan insanların yaşam hakkı tükenişe rehin edilir. Boş laf değil doğrudan belli bir istikamette kesintisiz bir sınama halinin ufkunda yol kesintiye uğratılır. Gündelik hal, hayat heder. Görünen köy kılavuz istemez. Anlam, paramparça edilirken hayatın “ehven” olandan alıkonulması gündelik bir mefhuma dönüştürülür. Bir propaganda mefhumunun ta kendisi eliyle zehir zemberek bir dönüşümü imal ederken muktedir iyileştirme-olumlu kılma hallerini ters yüz ederek bir devinimi yeniden kötülüğe doğru yollar. Bütün bütün, belirgin bir biçimde yaşam idesinin kökünün kazılması, sınırlandırılmış olagelen hayatın tecrübesini sıfırlamanın eşiğine taşımak bunun bir yönelimidir. Umudu sıfırlamak onların işidir. Ümidin yerle bir edilmesine mani olmayıp bundan mağduriyet devşirmek onların. Bir asgari yaşam hakkını çok gören işverenlerle kol kola, sermayenin çarklarına kol kanat gerip düzenin öğüttüğü insan haklarına aykırı koşulları asgari ücret diye safsatayla birlikte pazarlamak mesela onların. Her şey kapkaranlık bir ülkeyi bildirirken, darbecileri alt ettikleri, sözüm ona destan yazılan, oysa iki yüz elli üç insanın hayatının sönümlenip, binlerce yurttaşın akıbetinin meçhul kılındığı bir acayip 15 temmuz ertesi, ötv zammının var edilmesi gibi kadük halleri imal edendir mesela o hayat yağmacılığı, yapmacıksız her durumda doğrudan.
Bütünüyle bir çürüme istemi doğrudan, mübalağasız kural / kaidelerin alt üst edilmeleri, uygulanmasından çok uygulanmaması ile var edilendir artık. Demokratik bir ülke olgusu, varsıllar ile yoksunlar arasındaki uçurumu, varsıl lehine savunan, toplumsal kaynakların tastamam sömürüldüğü, aralıksız bütçe açıklarını kapatmak için vergi devşirmekten helak olunan bir menzildeki sonu hep karanlık olanı bildirecektir o hayata kastın kapsamı. Belli kesin, kati bir sınırlandırma, uluslararası para fonunun var edemeyeceği bir kemer sıkma politikasının, doğrudan yoksunluk ile kuşatılan halka faturalandırılması, enflasyonu yok saymaların ötesinde hayatın sabiti kılarken, muktedirin yüzde kırk dolaylarında bildirdiği şeyin serbest araştırmalarda yüzden / yüz onlara vardığı bir menzil bütün o döngüde iş bu sahada neler çeviriliyor az çok bildirmektedir.
Harami bir düzen devam etsin diye yoksun kılmak sabitlenir. Hayat paramparça edilirken kuşatmanın çürümeye terki doğrudan sabit olunur. Bir tatil ihtimal aşağı yukarı yüz kusur bin liraya tekabül eder. Bir bardak benzin, kendine münhasır bir siyasi pandomim Sarıgül efendinin bildirdiği gibi on liradır. Daha gidişattan önce gündelik şeylerin ederi yüksekten kapıyı açtırılır. Bir poğaça on lira, bir bardak çay son zam öncesi on iki buçuk liradır. Hiç mevzu edilmeyen gündelik bir porsiyon öğlen yemeği yüz lira o da ya eksik, ya gedik. Bir kadeh içki birkaç yüz lira, artık ihtimali dahi kalmasa da bir seks işçisiyle beraber olmak için minimum saatlik ücret dört bin lira. Taksiye binmek imkansız, bindiniz diyelim o da taksimetresiz, yurtdışı tarifesi. Telefon istediniz, takoz marka yerli tuğra, üç cigabayt remli, altmış dört cigabayt hafızalı yerli malı, hem bip’li, hem cimer’li, hem de e-devletli parayı çöpe bas makinesi yerine yurtdışı ihtiyaç giderecek sahici bir makine, alın size yirmi bin lira vergi. Alamazsınız diye gülüp geçiştirilen nice şey, nice! Geçelim ekstrem! örnekleri gündelik giyim kuşam ya da ayaklarınızın kahrını paylaşan ayakkabı almak bile ütopya. Ya çakma ürüne taam ya da ikinci elden bir çıkma / uyguna düşeş bulma savaşı. Biri bitmeden başkası gelen faturalar, dağ gibi yükselen, gelen her zammı, düzenleme diye geçiştirme istemine tutunan firmalar, kurumlar, kuru-masallar! Sulu kuru karıştırılanların yirmi liradan başladığı, uyuşturucuyu elin alışsın diye on beş yaşındaki çocuklara başta ikram edildiği günler, acayip karanlık haller, nicesinde ağzı beş karış açık bıraktıran yoksulluk halleri. Bütünüyle hayat mefhumu nasıl çürümeye rehin ediliyor bunun kılavuz çizgilerini anlatmaya kafi gelir mi sahiden? Bir zorbalık ülkesinde sıradana uygun görülenin adı hayat mıdır, hayat bu mudur?
Diken.com.tr’den aktaralım: “Özel Tüketim Vergisi Kanunu’na Ekli (I) Sayılı Listede Yer Alan Mallara İlişkin ÖTV Tutarlarının Yeniden Belirlenmesi Hakkında Cumhurbaşkanı Kararı, Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Buna göre, ÖTV tutarı standart metreküp başına doğalgazda 0,0747 lira, motorlu taşıtlarda yakıt olarak kullanılan doğalgazda ise metreküp başına 2,7944 lira oldu.
Doğalgazda bir önceki ÖTV oranı standart metreküp başına 0,0230 lira, motorlu taşıtlarda yakıt olarak kullanılan doğalgazda 0,8599 lira olarak belirlenmişti. Yapılan zammın oranıysa iki kalemde de yüzde 224’ü buldu.
Resmi Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanı kararıyla, akaryakıt üzerinden alınan ÖTV tutarları artırıldı. 6 liralık zamlar gece yarısından itibaren pompa fiyatlarına yansımıştı.
Twitter’dan bir kullanıcısının “Temmuz enflasyonunun patlama yapacağını söyleyenler var hocam. Fiyatlar Genel Seviyesini etkileyen zamlar elbette mevcut. Siz de bu görüşe katılıyor musunuz hocam” sorusuna yanıt veren (eski başekonomist) Hakan Kara, “Son 100 yılın en yüksek aylık Temmuz enflasyonlarından birini göreceğiz” diye yazdı. Kara devamında da şunları kaydetti: “Temmuz rekoru yüzde 6,2 ile 1997’de görünüyor. Rahat geçilir diye tahmin ediyorum.”
Kara Twitter’daki bir diğer paylaşımında da şunları kaydetti: “Akaryakıt zamları Temmuz ve Ağustos’ta TÜFE enflasyonunu toplamda 2 puan civarında artıracak. Dolaylı yansımalarla birlikte yıl sonuna kadar birikimli etki 5 puana ulaşabilir.”
Benzine yetmez / kesmez / kafi gelmez o doğalgaz için de bir ayarlama var edilir. Onca badirenin ortasında sıradan insana reva görülen muamelenin içler acısı hali konuşulmasın istenir. En ufak bir itiraza yer yoktur, bırakılmaz. Devlet aklının var ettiği birbirinden hep ırak ücret artışlarının akabinde çıkagelen zamlarla doğal gelirin tuzla buz edilmesi anlıktır artık. Ücretere iyileştirme, güncelleme yapılıp, daha ismen zikredildiği andan başlayarak o zam furyası müşterek bir kırım halini günceller. Çürüme kesintisizdir. Hayatın anlamı yerle bir edilirken, dönüştürülen eşik, varılmak istenen ülkenin sessizce kırımlara rehineliği okunan selalardaki gibi sessizce yok edişi var etmektedir. Bir ülkenin istikameti diye çıkagelen döngünün birkaç rakamı silerek / ufak göstererek / eksilterek değil tam / en kestirmeden enflasyonu yok sayarak, hayat pahalılığını hep mihraklara, dış güçlere ihale ederek ama içten içe bir semirmeyi, söğüşlenecek, yağmalanacak bir kaynak daha var ederek söz konusu edilir. Bu hallerin her neresi yeni ülkedir, nesi yenidir, sahiden allasen!
Çok küçük puntolarla var edilen bir söğüşleme haberinden yola çıkarak ol yeni denilenin her nasıl dününden beter bir istikameti kendisine rehber ettiğini gördüğümüzde zaten tüm o çürümenin de hayatı nasıl kemire kemire, iliğine kemiğine kadar soyup soğana çevirip durduğunu anlaşılır. Ajansa düşen bir haberden aktaralım: “Mayıs ayında düzenlenen Yatırım Teşvik Belgeleri listesi yayımlandı. Bir ayda kamu bütçesi ve kaynaklarından patronlara 84 milyar lira aktarıldı. Listedeki şirketler: Limak, Okyanus Eğitim Kurumları, Dapek Liman Hizmetleri, Optimal Turizm Anonim Şirketi, STM Savunma Teknolojileri Mühendislik ve Ticaret Anonim Şirketi, Net Bor Plastik Boru İnşaat Nakliye Madencilik Laboratuvar Hizmetleri Anonim Şirketi” Görüldüğü kadarıyla değil tam da bilinmesi istendiği haliyle duraksamadan bir varsıl kollama söz konusudur. Vergi dilimlerinden yıkıcı bir halde tüm o sıradan insanların üç kuruşluk getiri / aylıklarına saldıran devletin yatırım teşviklerinin, vergi düzenlemelerinin, iltimaslarnın, aflarının bir duru bucağı yoktur. El birliğiyle o sulta devam edebilsin denilerek var edilmiş her hamle biraz daha keskin / kesin bir yıkımın ve bariz bir çürümenin yolunu açar. Budur artık ülke, bundan mürekkeptir. Bütünüyle eksiği gediği olmayan bir soygun düzeninin hamisidir ol devletli ve onun yeni ülkesi, budur işte halimizin perişanlığına bir sebep.
Hayat biçimi ve kapsamıyla ve tüm tanımlamalarıyla, bir çürüme istemine rehin aralıksız artık. Müştereklerin yerle bir olunabildiği bir zeminde akçeli işlerle, 20 Temmuz öncesini yoklayan sermayesiyle, her günü bir başka sınava dönüştürülen ülke pratikleriyle belirgin bir çürüme istemi var edilir. Dur durak bilmeyen ekonomik çökertme hallerinden, alenen burundan getirilen “iyileştirme nam düzenlemenin daha ele geçmeden sıfırlanmasından, hiç kesintisiz vergilendirme halini gasp etme boyutuna taşınmasından sosyal politik tavrın doğrudan akp ve beraberindekileri kapsayan gerisini sille tokat saf dışına öteleyen hallerin yekununda zaten o çürüme işlevselleştirilir. Bunca doğrudan, bu kadar kesintisiz bir halde her gün hemen her fırsatta var edilenlerle birlikte o cürüm eksen ülkenin hakikat kılınması var edilir, kanıtlanır. Ekranlardan masallar zikredilirken çürüten ülkenin gerçeği hayatlarımızın tam da ortasındadır. Haraç mezat satışa konulan müşterekler, kamuya ait ola gelenin hepten gözden çıkartılması, adaletsizlik ve bitimsiz yolsuzluk halleri gibi nice nüveyle birlikte bir fasit döngü var edilir. Bu kadarıyla bir ülkenin yaşamsallık ile olan tüm bağları kuşatılır, anbean. Var edilen fasit döngü bir yarayı var eder. 20 Temmuz günü piyasalarda var edilebilecek en ufak bir gümbürtünün bedelini yeniden üç kuruşa talim ede duran sıradan insanların ödeyeceğini bilmek için alim olmaya hacet yoktur. Belirgin bir fasit döngü içerisinde yaşamın her anlamda yaşama erdem / tahayyülünün hiçleştirilip, eksiltilmesine dair bir güzergah karşımızda bina edilmektedir. Bunca yoksunluğun üstünden nasıl gelinecektir, mesel ediyor musunuz? Sesinizi, itirazınızı kendinize sadece kendinize dahi duyurabiliyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI - İstan’2023
Görsel: Emre ÇAKMAK – Street Photographers
0 notes
theheartofmuses · 9 days
Text
neoliberalizm aşırı büyüme bitti kardeşim, insanlar kendini zenci yaptı
Sadece türkiyede değil bu başka yerlerde de böyle
Almanlarda zenci mesela bu çözülmesi gereken bir sorun
0 notes
dipnotski · 1 month
Text
Funda Sönmez Öğütle – Sanayisizleşme, Konut Siyaseti, Orta Sınıf (2024)
Funda Sönmez Öğütle, neoliberalizm deyip geçilen pratiğin kentleri nasıl değiştirdiğini ve kentler üzerinden hayatı nasıl dönüştürdüğünü, titiz bir bakışla inceliyor. Kentler, nasıl bizzat kültürel sermaye ve beğeninin nesnesi haline geldiler? “İyi yaşam arzusu”, nasıl konut ve inşaat “rüyalarına” bağlandı? Orta sınıf “ideali” nasıl kabul gördü? Toplumsal gruplar, kâh kendi benzerleriyle aynı…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
futbolpenceresi · 2 months
Text
FUTBOL DA KITLELERIN AFYONUDUR
ENGEREKLER ve ÇIYANLAR
AKP düzeni BURJUVA KANALI, istanbul çok güzeldi, sonra hava karardı diyerek işçilerin grevini, protestosunu ve yürüyüşünü gösteriyor, AÇIK AÇIK İŞÇİ ve HALK DÜŞMANLIĞI yapıyor.
Neoliberal düzenle birlikte palazlanan ve AKP döneminde şaha kalkan kapitalistin sahibi olduğu kanal artık reytinge ihtiyaç duymuyor ki, orta sınıfa değil, sayısı devede kulak olan burjuva sınıfına yönelik programlar yapıyor.
Evrim Akın, ev gezmesi adında bir programla ünlülerin malikanelerine, saraylarına ziyaretler yapıyor ve hep birlikte burjuvazinin kanlı iktidarından iri paylar alanların saltanatlarını biz zavallı züğürt böcek halk yığınlarına teşhir ediyor.
Patronuma laf ettirmem diye övünen NAMUS ABİDESİ sempatik hanım da İŞÇİ ve HALKIN kanı üstünden milyonlar kazanırken diğer reaya kanal çalışanları işlerini yaparken kendi kuyusunu kazıp kendine ve çıkar birliği içinde olduğu züğürt halka ihanet ediyor.
FUTBOL KİTLELERİN AFYONUDUR (İki anlamda da, uyutur ve teselli eder, oyalar, keyif verir)
NEOLİBERALİZM, AKP iktidarı, yönetici elitlerinin tepede olduğu devasa çıkar hiyerarşisinin, REJİM BASINI ve KAPİTALİSTİ YARATMA, EMPERYALİST SÖMÜRÜ APARATLIĞIYLA ÜLKEYİ TALAN, YAĞMA ederken ceplerini doldurmaları ve yukardan aşağıya işbirliği yapan destekçi kitlelerine paylar dağıtması ve ülkedeki iktidara hizmet edecek ve halkı uyutarak oy kazandıracak, kazandırmaya yardım edecek her şeyi kontrolü altına aldığı gibi fethettiği FUTBOL ve her biri işlerini yapan aktörleri ve kurumlarıyla halkı afyonlayarak uyutması ve kurbağalar gibi yavaş yavaş kızartması. TÜRK JONES'LAR, FETİH, YAĞMA, TALAN
“1993-2003 arası Rusya’da çok güzel bir filmi baştan sona görmüştüm: Oligarkların doğuşu. Birçoğu metal madencilik, doğal kaynaklar gibi alanlarda idi. Türkiye’nin kısıtlı imkanlarında ben de gözüme Eti Krom’u kestirdim.”
Kim bu açık sözlü sermayedar?
Çoğu kimse Samsunspor Kulübü’nün hayırsever başkanı diye de tanır Şirketinin değeri üç kattan fazla artmış,serveti birkaç kez katlanmıştı.
Aynı dönemde ülke boğazına kadar borca batıp, taşını toprağını satacak hale gelirken, böylesine küresel servetin temeli neye dayanıyordu? “Makine mühendisiydim. 1993’te ABD’den döndüğümde ne yapacağımı bilmiyordum ancak ne yapmayacağımı biliyordum. Makine mühendisliği yapmayacaktım. Onun için Rusya ile kömür ticaretine başladım.”
Bloomberg’in haberindeki yanıt şuydu: “Her şey iflas etmiş bir krom ve gübre fabrikasını almasıyla başladı…” Aslında kastedilen, en değerli kamusal cevherlerden kromun özelleştirilmesiydi. Lakin iflas filan yoktu, düpedüz haraç mezat satış vardı.
“Bankalardan birer milyon dolarlık kredi aldım. Sonra kömür taşımacılığı için gemi kiralama derken işler büyüdü. Gemi aldım. Biraz para kazanmıştım. Türkiye yeni krizden çıkıyordu.”
Finansal serbestleşmenin külfeti halka yıkılıyordu. Bakkal dükkânı gibi açılan bankaların içi boşaltılmış, kamu bankası kredileri buhar olmuş, yüksek faiz ve enflasyonun coşturduğu iç borçlanma rantiye sınıfını güçlendirmişti. 10 yıl süren ‘devlet bütçesini talan etme şenlikleri’nden pay koparan herkesin elinde ciddi servetler birikmişti. TOBB’un bir yöneticisi “Bu kadar para kazandığımız bir dönem bir daha gelmez” demişti. AKP’yi tahmin edememişti anlaşılan.
Halkın payına düşen ise kışın ısınmak için çalışmak ve türlü ciğer hastalıklarını patlatan petro kokun zehrini solumaktı. (İş cinayetlerini de unutmayalım)
Esas mesele yeni başlıyordu. Sermayenin yarım asırlık hayalinin gerçekleşmesi için şafak söküyordu. Cumhuriyet mülkünü paylaşma zamanıydı. 70 milyar dolardan fazla özelleştirme memleketin altını oydu. Kelimenin hem mecazi, hem gerçek anlamıyla… Petrokimya, telekomünikasyon, enerji ve maden cevherleri gibi doğal kamu tekelleri ilk satışa çıkarılanlardı. İşte bugünkü rejimin karakterini anlamak isteyenler, 2004-2006 arası acele satılan üç doğal varlığa dikkat etmeli: Eti Bakır, Eti Alüminyum, Eti Krom. Türkiye’nin oligarklarının temeli böyle atıldı. Eti Alüminyum ve bakır Cengiz Holding’in, krom Yıldırım’ın oldu. 2008 mortgage krizi Batı’da finans piyasasını çökertirken, AKP’ye de aradığı imkanı sunuyordu. Krizi aşmak için finans kurumlarına enjekte edilen milyarlarca doların yarattığı devasa ucuz kredi havuzu içeride, AKP’nin rejim inşasının temellerini attı. Dış borcun patlamasını, ucuz kredi mekanizmasını, mega projeler adı altında özel sermaye gruplarına kaynak transferini, yandaş sermayedar ve yandaş medya yaratmayı vs. biliyoruz artık.
“1993-2003 arası Rusya’da çok güzel bir filmi baştan sona görmüştüm. Oligarkların doğuşunu. Ve birçoğu da metal madencilik, doğal kaynaklar gibi alanlarda idi. Türkiye’nin kısıtlı imkanlarında ben de gözüme Eti Krom’u kestirdim. Gemlik Gübreyi aldım.”
Eti Krom ne kadara satılmıştı biliyor musunuz? Bir yıllık ihracatının bile altında bir rakama, sadece 58 milyon dolara!
“Bu senenin başında Hollanda ve Belçika’da 1 milyon ton gübre üreten bir firmayı satın aldık. Nisan ayında Hırvatistan’da 1.3 milyon ton gübre üreten petro kimya firmasını aldık. Avrupa’da 1.5 milyon ton gübre üreten bir firmayla ilgileniyoruz. Madencilikte yeni yatırımlar yaptım. Rusya ve Kazakistan’daki krom madenini aldım. Kromda iflas etmiş firmadan başlayıp dünya üçüncülüğüne geldim. Bunları kimse getirip size vermiyor. Çalışıyorsunuz.” HALKIN AFYONU Spor kanalları, Erman, Rıdvan, Evrim, vs işlerini, ZÜĞÜRT TARAFTAR fanatikliğini yaparken her birine irili ufaklı paylar düşüyor. Züğürt halkın payına ise nesiller boyu, çocuklarının, torunlarının kullanacağı, yararlanacağı ülkenin değerli kaynaklarının modern emperalist ve sömürü düzeninde yok pahasına peşkeş çekilmesi oluyor.
AKP İKTİDARI, yönetici elitleri, besleme basını, yandaş sermayesi, orta sınıflarıyla Fado, Fiesta, FUTBOL ile züğürt halkı afyonlarken ÜLKEYİ ve HALKI YİYORLAR, kendileri zenginleşirken ülke bugünü ve geleceğiyle fakirleşiyor, kuru bakıra dönüyor. Halkın payına düşen ise kışın ısınmak için çalışmak ve türlü ciğer hastalıklarını patlatan petro kokun zehrini solumaktı.
İş cinayetlerini, Soma'yı, Karaman'ı, Bartın'ı, intihar eden yoksulları, akademisyenleri, yurt dışına kaçan değerli insan kaynağımızı, yok pahasına uzun saatler ve güvencesiz çalıştırılan işçileri, emek sömürüsünü, et ve süt fiyatlarının arşa ulaşmasını, tarımın ve çiftçinin çökertilmesini, eğitimin yerlerde sürünmesini, tarikatların egemenliğini, bürokrasiyi fethetmesini, doğal kaynaklarımızın kapitalist dünyaya peşkeş çekilmesini, ormanların, zeytinliklerin, sulak alanların maden ve diğer rantlar uğruna yok edilmesini ve hepsini sayamadığımız, bilmediğimiz envai çeşit kötülüğü futbol afyonunun keyfine kapılarak seyrettik sadece. Yani yavaş yavaş kızartılan kurbağalar gibi hiç tepki vermedik. Tepki vermeyi bırakın fark etmedik bile.
0 notes
gundemarsivi · 3 months
Text
Tumblr media
Hala, Umut İnsanda!
✍🏻 Ercan Eroğlu
https://www.gundemarsivi.com/hala-umut-insanda/
Paulo Freire dünyaca bilinen saygın bir eğitimcidir ve ülkemizde “Ezilenlerin Pedagojisi” adlı yapıtıyla tanınmaya başlamıştır.
Kitaplarının birçoğu da Türkçemize kazandırılmıştır. Sözünü ettiğimiz yapıtında yaşamı boyunca okuryazar olmayan ve ezilen olarak ifade ettiği yoksul yetişkinlerin eğitimiyle ilgilenmiş bir eğitimcidir. Freire Ezilenlerin Pedagojisi kitabında sadece belli eğitim merkezinde uygulanacak alternatif bir pedagojiyi değil, amaçları kadar kullandığı araçları da özgürlükçü olan bir özgürleşme siyaseti önermektedir. Freire’e göre siyaset, kelimenin en geniş anlamıyla bir eğitim süreci olarak ifade edilebilir. Freire öncelikle “bankacı eğitim modeli” diye adlandırdığı ezberci eğitim yöntemini reddeder.
Bu ezberci yöntemde ezilenler, üzerlerine bilgi yatırımı yapılan boş kaplar olarak değerlendirilmektedir. Bankacı eğitim modelinde eğitim öğrenenlere sunulur. Bankacı eğitim modelinde öğrenenler nesne, öğretmenler veya siyasal liderler ise öznedir.
Bu modelde dünya;
Kapalı, durağan bir düzen, tamamlanmış bir gerçeklik olarak sunulur. Eğitim faaliyetlerinde diyalog karşıtı tek yanlı bir zorlama, diretme söz konusudur. Diyalog karşıtlığı; ezilenleri kaderciliğe iten, özgürlükten korkmalarına yol açan ve bu yüzden ezenlerin üzerlerindeki hükmetme isteğini pekiştiren bir model olarak ifade edilir. Freire diyalog karşıtlığının aksine ezilenlere dayatılmayan, onlarla diyalog içinde oluşturulan bir pedagojiyi “problem tanımlayıcı eğitim” modeli diye adlandırdığı bir metodolojiyi önerir. Freire’e göre yoksul ve eğitimsiz insanları “nesne” olarak algılayan, sınıf farklılığı nedeniyle insani ilişkiler yerine otoriter ilişkileri savunan düşünceler özgürleştirici olamaz. Özgürleşme, ezilenlere lütfedilecek bir olgu değildir ve bu şekilde sunulamaz; aksine ezilen insanların bağımsızlık uğruna verecekleri çabanın sonucudur. Freire’in önerdiği eğitim modelinde, “İnsanların dünya ile ilişkilerindeki problemleri tanımlamalarını, dünyayı insanın kendini yaratma (kendini gerçekleştirme) görevinde kullandığı bir malzeme olarak görmelerini sağlar.’‘ Diyalogun en önemli ön şartı ise insanlara gerçek anlamda inanmak ve insanları sevmektir. Burada “Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey” dizelerinin sahibi Zülfü Livaneli’yi de anmış olalım.
Büyük eğitimci Freire ve eğitim felsefesini kısaca andıktan sonra bu bağlamda dünya panoramasına kısaca değinmekte yarar var. Çünkü bankacı eğitim modeli başta bizim eğitim sistemimiz olmak üzere birçok ülkede egemen durumda. Bu eğitim modeli eleştirel düşünen, sorgulayan, özgürleştiren birey değil, tabii olan, uyumlu, itaatkâr birey yetiştirir.
Çok uzun süredir insanlık çok ciddi bir akıl tutulması yaşıyor. Bir yandan da insanlığın önündeki temel sorunlara ışık tutacak paradigma arayışlar sürüyor. Ülkemizde ve dünyada fikirler dünyasında hegemonya kurmuş olan düşünce akımlarının, kısaca hepsinin çıkış kaynağı olarak değerlendirilebilecek olan neoliberalizm insanlığa kan kusturmaya devam ediyor.
Bütün acımasızlığıyla İsrail-Filistin savaşı dünyanın orta yerinde sürüyor ve dünya ülkeleri izliyor. Oysa yaşanan adeta bir soykırım. İnsanlık adına ve geçmişten gelen geleneğimiz adına tarafımız belli ezilenlerden, mazlum Filistin Halkından yanayız. Hitlerin kıyımına uğramış, katledilmiş bir halkın seçilmişleri olan Binyamin Netenyahu hükümeti ABD ve birçok AB ülkesi desteği ile yeni savaş teknolojilerini mazlum Filistin halkı üzerinde kullanıyor.
Dünyanın gündeminde sadece savaş yok elbette.
Ukrayna Rusya savaşı da dâhil savaşların tetiklediği iklim, ekonomik, gıda ve enerji krizi, yoksulluğun küreselleşmesi, güneyden kuzeye doğru kitleler halinde yaşanan göç sorunu insanlığın önünde duran belki de orta vade de insanlığın sonunu getirebilecek sorunlar olarak karşımızda duruyor.
Ülkemiz de dünyada yaşanan bunca sorunun tam da orta yerinde bulunuyor ve doğrudan olumsuz olarak etkileniyor.
Ülkemizi nasıl bir gelecek bekliyor?
Çok uzun süredir eğitim, ekonomi, adalet, sağlık, tarım, demokratikleşme, basın özgürlüğü vb. birçok alanda, bir önceki yılı aratan bir şekilde artan, kronikleşen krizler yaşıyoruz. Kısa ve orta vadede krizden çıkış görünmüyor.
Prof. Dr. Mustafa Durmuş’un yakın zamanda Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonun düzenlediği panelde Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gönderilen 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifinde, 2024 yılı için; 11 Trilyon 89 Milyar TL’lik gider (Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın yüzde 27’si); 8 Trilyon 437 Milyar TL’lik gelir öngörülüyor. Dolayısıyla bütçe açığının 2 Trilyon 651,9 Milyar TL (yüzde 6,4), faiz dışı açığın ise 1 trilyon 398 milyar TL olarak gerçekleşmesi öngörülüyor. Böylece önümüzdeki Orta Vadeli Plan döneminde 3 yılda 3 Trilyon 654 Milyar TL bütçe açığı verilmiş olacak. Bu üç yıllık dönemdeki faiz dışı açığın ise 945,3 Milyar TL’ye indirilmesi hedefleniyor. Bu da halka dönük sosyal harcamalarda ciddi bir kesinti olacağını ve / veya vergi yükünün daha da artacağını gösteriyor. Bu yılın Ocak–Eylül (9 aylık) dönemi bütçe açığının 512 Milyar TL olduğu dikkate alındığında, iktidar bloku yılın geri kalan son üç ayında 2 Trilyon 140 Milyar TL’lik bir açığı gerçekleştirecek harcamalarda bulunacak demektir. Yani iktidar sadece deprem harcamaları değil, yerel yönetim seçimleri yolunda çok ciddi harcama yapmayı da planlamış görünüyor. Tabi her şey tasarlandığı gibi giderse, fakat bu plan yapılırken Filistin İsrail savaşı gündemde yoktu!
20 milyonun üzerinde öğrencisi ve 1 milyon 300 bine yaklaşan öğretmen sayısıyla dev bir sistem olan eğitim sistemimiz bu hantal yapısıyla yönetilebilir olmaktan hızla çıkmaktadır.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın açıklamalarına göre, Milli Eğitim Bakanlığı için 2024 yılında 1 trilyon 90,2 milyar lira bütçe ayrıldı. Böylece bütçeden eğitime ayrılan pay yüzde 14,6 oldu. Eğitime ayrılan bu bütçe elbette ki yeterli değil. Belirlenen bu bütçenin içinde eğitim çalışanlarının ücretleri önemli bir pay tutuyor. Aslında eğitimin niteliğini geliştirmek için de geriye pek bir şey kalmıyor.
Eğitim sistemimizin yapısal sorunları nelerdir?
Belki de 20 yıl kadar önce bu sorunun cevabına ilk sıralara birçok eğitimci “öğretmen yetiştirme düzenimiz!” derdi. Ama artık eğitim sistemimizin en önemli sorunu eğitim bilim uzmanı ve iki öğrenci babası olarak diyebilirim ki laik, demokratik, çağdaş eğitimden hızla uzaklaşılması ve emekçi sınıfların, Freire gönderme yapalım “ezilenlerin” eğitime erişimidir.
Diyanet İşleri Başkanlığı uzun yıllardır eğitim sistemimize dışardan ya da içerden müdahil olma çabasındadır. Örneğin 1996 yılında “Türk Eğitim Sistemi, Alternatif Perspektif” oldukça kapsamlı bir çalışmayı kitaplaştırmıştır. ”Güle Oynaya Camiye Gel” projesi kapsamında 40 gün sabah namazına gelene bisiklet, okul öncesi eğitim çağındaki çocuklar için Kur’an Kursları açma ve kitap dağıtma, ÇEDES Projesinin (Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi) amacı şöyle açıklanmış; “Öğrencilerimizin “millî, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerimizi benimseyen, koruyan ve geliştiren fertler olmalarına” ayrıca çağın ve geleceğin becerileriyle donanmış, bu donanımı insanlık hayrına sarf edebilen, bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı; millî, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerimizi kendi yaşantılarında inşa etmiş; akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim sahibi, bedensel ve sosyal bakımdan dengeli bireyler olarak yetiştirilmesine katkı sağlamaktır.”
ÇEDES Koordinasyon Kurulu:
a) MEB DÖGM, DİB DHGM ve GSB GHGM’de, Daire Başkanları başkanlığında en az birer kişiden oluşan ortak kurulu,
b) İl ve ilçe düzeyinde İl / ilçe Müdürü ve Müftüsü başkanlığında il / ilçe müdür yardımcısı / müftü yardımcısı / şube müdürü, il / ilçe koordinatörleri, temsilci öğretmen, manevi danışman ve gençlik merkezi sorumlusu olmak üzere en az altışar kişiden oluşan ortak kurulu,
artık son aşama olarak Millî Eğitim Bakanlığı Okul Öncesi Eğitim ve İlköğretim Kurumları Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle, “Yatılı bölge ortaokullarının pansiyon kısımlarında ibadethane açılır. Okulöncesi eğitim ve ilköğretim kurumlarında talep edilmesi halinde ibadet ihtiyaçlarını karşılayacak uygun mekân ayrılabilir” maddesi “okulöncesi eğitim ve ilköğretim kurumları ile yatılı bölge ortaokullarının pansiyon kısımlarında ibadet ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla doğal aydınlatmalı uygun mekânda mescit açılır” şeklinde değiştirildi.
Milli Eğitim Bakanlığının üst politika belgeleri incelendiğinde (MEB Stratejik Planı, Öğretmen Strateji Belgesi, Kalkınma Planı, OECD Bir Bakışta Eğitim, Orta Vadeli Program vb.) aslında bu uygulamaların söz konusu belgelerde yer almadığını görüyoruz. Bu tür projeler maalesef eğitim dünyasının dışından projelendirilmekte ve MEB’e sunulmaktadır. Kendi düşünceme göre, günümüz dünyasında yeri olmayan bu tür uygulamalar maalesef dışarıdan kotarılmaktadır. Yolukla, yoksullukla, yolsuzlukla debelenen insanlarımızın beklentileri çok başkadır.
Daha geçenlerde iki üniversite öğrencisi ekonomik nedenlerle kendi yaşamını sonlandırdı. Bu düzen maalesef sadece kendi mezar kazıcılığını yapmıyor, ülkemizin de mezarını kazıyor. Madde bağımlılığının yaygınlaştığı, erişiminin çok kolay olduğu, pandemi sonrası ağır psikolojik sorunlar ve öğrenme kayıpları yaşayan çocuklarımızın, eğitim dünyamızın sorunları aynı kalmakla birlikte yenileri de eklenmektedir.
Küresel dünyada küresel bir güç olmak, gönenç içinde yaşayan bir toplum olmak istiyorsak, yolsuzlukların, yoksunlukların ve yoksulluğun olmadığı, daha yaşanabilir bir dünya ve Türkiye istiyorsak, demokratik, çağdaş ve laik bir eğitim sistemi zorunluluktur. Eğitimin dini saiklerle yönetildiği, içeriğinin dinselleştirildiği hiçbir ülke demokratik ve çağdaş değildir. Ülke ve birey olarak refah içinde mutlu olarak yaşamaz.
Son olarak çocuklarımız bilgisayar ya da cep telefonları aracılığıyla dijital bağımlılık yaşamaktadırlar.
Bu durum da onların sosyalleşmelerini engellemekte, iletişim becerilerini zayıflatma, birlikte iş yapma, çalışma alışkanlıklarını yok etmekte, dikkat dağınıklığına neden olmakta, endüstriyel beslenme alışkanlığı yaratmakta, aile bağlarının kopmasına neden olmaktadır.
9.216.000 nüfusuyla İsrail, 57 İslam ülkesinin 1 milyar 600 milyon nüfusa meydan okuyor, çevresi sarılmış durumda Ortadoğu’da çıbanbaşı olarak duruyor. Biz “hiç akletmez miyiz?” ArGe çalışmalarına önem veren, bilim ve teknolojiyi gündelik hayatın her alanında kullanan İsrail’in diğer ülkelerden ne farkı var? Bence bu işin sırrı “Hayatta en hakiki mürit ilimdir, fendir, ilim ve fenden başka yol gösterici aramak gaflettir, dalalettir, cehalettir” (M. K. Atatürk) sözlerinde saklıdır.
Burada konuşmamı öğrenci arkadaşlarıma ve anne babalarımıza okuma önerisi olarak üç kitap ismini telaffuz etmek isterim.
1. Yazarı Johann Hari olan “Çalınan Dikkat” ve “Kaybolan Bağlar”
2. Yazarı, Richard Bach, “Martı Jonathan Livingston”
Herkese iyi okumalar diliyorum. Lakin okumakla kalmayalım, anlayıp yorumlayalım, önce kendimizi sonra yakın çevremizi değiştirelim. Benim umudum hala var. Umut İnsanda!
Umutmayalım, cesaret hayatın eleştirisidir.
Büyük öğretmen Fakir Bayburt’un ifadesiyle “Sonsuz bir yaşam sonsuz bir umutla yaşanır”.
Sevgiyle kalın.
Ercan EROĞLU
Eğitim Bilimleri Uzmanı
#ErcanEroğlu #Eğitim #EzilenlerinPedogojisi #Paulo Freire #Ekonomi #Filistin #İsrail #ÇEDES #Demokratikleşme #Özgürlük #gundemarsivi #ogrencisorunlari #egitimpolitikalari #butceacigi
0 notes
benimpencerelerim · 8 months
Text
FUTBOL DA KITLELERIN AFYONUDUR
ENGEREKLER ve ÇIYANLAR
AKP düzeni BURJUVA KANALI, istanbul çok güzeldi, sonra hava karardı diyerek işçilerin grevini, protestosunu ve yürüyüşünü gösteriyor, AÇIK AÇIK İŞÇİ ve HALK DÜŞMANLIĞI yapıyor.
Neoliberal düzenle birlikte palazlanan ve AKP döneminde şaha kalkan kapitalistin sahibi olduğu kanal artık reytinge ihtiyaç duymuyor ki, orta sınıfa değil, sayısı devede kulak olan burjuva sınıfına yönelik programlar yapıyor.
Evrim Akın, ev gezmesi adında bir programla ünlülerin malikanelerine, saraylarına ziyaretler yapıyor ve hep birlikte burjuvazinin kanlı iktidarından iri paylar alanların saltanatlarını biz zavallı züğürt böcek halk yığınlarına teşhir ediyor.
Patronuma laf ettirmem diye övünen NAMUS ABİDESİ sempatik hanım da İŞÇİ ve HALKIN kanı üstünden milyonlar kazanırken diğer reaya kanal çalışanları işlerini yaparken kendi kuyusunu kazıp kendine ve çıkar birliği içinde olduğu züğürt halka ihanet ediyor.
KAPİTALİZMİN, ONA EKLEMLENEN TÜRKİYE'DEKİ SERÜVENİ
FUTBOL KİTLELERİN AFYONUDUR (İki anlamda da, uyutur ve teselli eder, oyalar, keyif verir)
NEOLİBERALİZM, AKP iktidarı, yönetici elitlerinin tepede olduğu devasa çıkar hiyerarşisinin, REJİM BASINI ve KAPİTALİSTİ YARATMA, EMPERYALİST SÖMÜRÜ APARATLIĞIYLA ÜLKEYİ TALAN, YAĞMA ederken ceplerini doldurmaları ve yukardan aşağıya işbirliği yapan destekçi kitlelerine paylar dağıtması ve ülkedeki iktidara hizmet edecek ve halkı uyutarak oy kazandıracak, kazandırmaya yardım edecek her şeyi kontrolü altına aldığı gibi fethettiği FUTBOL ve her biri işlerini yapan aktörleri ve kurumlarıyla halkı afyonlayarak uyutması ve kurbağalar gibi yavaş yavaş kızartması. TÜRK JONES'LAR, FETİH, YAĞMA, TALAN
“1993-2003 arası Rusya’da çok güzel bir filmi baştan sona görmüştüm: Oligarkların doğuşu. Birçoğu metal madencilik, doğal kaynaklar gibi alanlarda idi. Türkiye’nin kısıtlı imkanlarında ben de gözüme Eti Krom’u kestirdim.”
Kim bu açık sözlü sermayedar?
Çoğu kimse Samsunspor Kulübü’nün hayırsever başkanı diye de tanır Şirketinin değeri üç kattan fazla artmış,serveti birkaç kez katlanmıştı.
Aynı dönemde ülke boğazına kadar borca batıp, taşını toprağını satacak hale gelirken, böylesine küresel servetin temeli neye dayanıyordu? “Makine mühendisiydim. 1993’te ABD’den döndüğümde ne yapacağımı bilmiyordum ancak ne yapmayacağımı biliyordum. Makine mühendisliği yapmayacaktım. Onun için Rusya ile kömür ticaretine başladım.”
Bloomberg’in haberindeki yanıt şuydu: “Her şey iflas etmiş bir krom ve gübre fabrikasını almasıyla başladı…” Aslında kastedilen, en değerli kamusal cevherlerden kromun özelleştirilmesiydi. Lakin iflas filan yoktu, düpedüz haraç mezat satış vardı.
“Bankalardan birer milyon dolarlık kredi aldım. Sonra kömür taşımacılığı için gemi kiralama derken işler büyüdü. Gemi aldım. Biraz para kazanmıştım. Türkiye yeni krizden çıkıyordu.”
Finansal serbestleşmenin külfeti halka yıkılıyordu. Bakkal dükkânı gibi açılan bankaların içi boşaltılmış, kamu bankası kredileri buhar olmuş, yüksek faiz ve enflasyonun coşturduğu iç borçlanma rantiye sınıfını güçlendirmişti. 10 yıl süren ‘devlet bütçesini talan etme şenlikleri’nden pay koparan herkesin elinde ciddi servetler birikmişti. TOBB’un bir yöneticisi “Bu kadar para kazandığımız bir dönem bir daha gelmez” demişti. AKP’yi tahmin edememişti anlaşılan.
Halkın payına düşen ise kışın ısınmak için çalışmak ve türlü ciğer hastalıklarını patlatan petro kokun zehrini solumaktı. (İş cinayetlerini de unutmayalım)
Esas mesele yeni başlıyordu. Sermayenin yarım asırlık hayalinin gerçekleşmesi için şafak söküyordu. Cumhuriyet mülkünü paylaşma zamanıydı. 70 milyar dolardan fazla özelleştirme memleketin altını oydu. Kelimenin hem mecazi, hem gerçek anlamıyla… Petrokimya, telekomünikasyon, enerji ve maden cevherleri gibi doğal kamu tekelleri ilk satışa çıkarılanlardı. İşte bugünkü rejimin karakterini anlamak isteyenler, 2004-2006 arası acele satılan üç doğal varlığa dikkat etmeli: Eti Bakır, Eti Alüminyum, Eti Krom. Türkiye’nin oligarklarının temeli böyle atıldı. Eti Alüminyum ve bakır Cengiz Holding’in, krom Yıldırım’ın oldu. 2008 mortgage krizi Batı’da finans piyasasını çökertirken, AKP’ye de aradığı imkanı sunuyordu. Krizi aşmak için finans kurumlarına enjekte edilen milyarlarca doların yarattığı devasa ucuz kredi havuzu içeride, AKP’nin rejim inşasının temellerini attı. Dış borcun patlamasını, ucuz kredi mekanizmasını, mega projeler adı altında özel sermaye gruplarına kaynak transferini, yandaş sermayedar ve yandaş medya yaratmayı vs. biliyoruz artık.
“1993-2003 arası Rusya’da çok güzel bir filmi baştan sona görmüştüm. Oligarkların doğuşunu. Ve birçoğu da metal madencilik, doğal kaynaklar gibi alanlarda idi. Türkiye’nin kısıtlı imkanlarında ben de gözüme Eti Krom’u kestirdim. Gemlik Gübreyi aldım.”
Eti Krom ne kadara satılmıştı biliyor musunuz? Bir yıllık ihracatının bile altında bir rakama, sadece 58 milyon dolara!
“Bu senenin başında Hollanda ve Belçika’da 1 milyon ton gübre üreten bir firmayı satın aldık. Nisan ayında Hırvatistan’da 1.3 milyon ton gübre üreten petro kimya firmasını aldık. Avrupa’da 1.5 milyon ton gübre üreten bir firmayla ilgileniyoruz. Madencilikte yeni yatırımlar yaptım. Rusya ve Kazakistan’daki krom madenini aldım. Kromda iflas etmiş firmadan başlayıp dünya üçüncülüğüne geldim. Bunları kimse getirip size vermiyor. Çalışıyorsunuz.” HALKIN AFYONU Spor kanalları, Erman, Rıdvan, Evrim, vs işlerini, ZÜĞÜRT TARAFTAR fanatikliğini yaparken her birine irili ufaklı paylar düşüyor. Züğürt halkın payına ise nesiller boyu, çocuklarının, torunlarının kullanacağı, yararlanacağı ülkenin değerli kaynaklarının modern emperalist ve sömürü düzeninde yok pahasına peşkeş çekilmesi oluyor.
AKP İKTİDARI, yönetici elitleri, besleme basını, yandaş sermayesi, orta sınıflarıyla Fado, Fiesta, FUTBOL ile züğürt halkı afyonlarken ÜLKEYİ ve HALKI YİYORLAR, kendileri zenginleşirken ülke bugünü ve geleceğiyle fakirleşiyor, kuru bakıra dönüyor. Halkın payına düşen ise kışın ısınmak için çalışmak ve türlü ciğer hastalıklarını patlatan petro kokun zehrini solumaktı.
İş cinayetlerini, Soma'yı, Karaman'ı, Bartın'ı, intihar eden yoksulları, akademisyenleri, yurt dışına kaçan değerli insan kaynağımızı, yok pahasına uzun saatler ve güvencesiz çalıştırılan işçileri, emek sömürüsünü, et ve süt fiyatlarının arşa ulaşmasını, tarımın ve çiftçinin çökertilmesini, eğitimin yerlerde sürünmesini, tarikatların egemenliğini, bürokrasiyi fethetmesini, doğal kaynaklarımızın kapitalist dünyaya peşkeş çekilmesini, ormanların, zeytinliklerin, sulak alanların maden ve diğer rantlar uğruna yok edilmesini ve hepsini sayamadığımız, bilmediğimiz envai çeşit kötülüğü futbol afyonunun keyfine kapılarak seyrettik sadece. Yani yavaş yavaş kızartılan kurbağalar gibi hiç tepki vermedik. Tepki vermeyi bırakın fark etmedik bile.
0 notes