Tumgik
#türkiye101
seslimeram · 1 year
Text
Uçurumun Kıyısında Bir Ülke
Tumblr media
Duyulan ile görülen, bakılan ile fark edilen, sezilen ile yaşanan arasında uçurumun alenen her gün biraz daha açıktan var edildiği bir süreklilik ile sınanıyor bu sahne. Bütün bütün, doğrudan bir kara propagandanın esiri, muktedirin seslenişi dışında kalan hemen hiçbir şeyin güncellenmediği, duyulmadığı, konuşturulmadığı bir zemin var ediliyor. Her günü daha da karanlığa çıkartılan bir düzlem hali süreğen kılınıyor. Var edilmiş olagelen tüm o biyolojik politik deneyimleme ile mutlak iktidara biat hamlesi sürekli işlevsel kılınıyor. O nihai teslimiyet demokrasi mefhumunu hiçe sayarak onu artık gündem dışına iteleyip yeni ülke tahayyülünde gereksiz bir detay ilan ederek büyün yeniden bina ediliyor. Topyekun bir dönüşüm Orwellyen bir devinimi, fabl dahilinde dahi yok artık denilenlere sahip çıkıp, yeniden türeterek güncelleniyor artık. Yeni ülke bütün bu öğütücü mekanizmadır alenen, tamamen. Var edilen hayat akışındaki uçurum hali yeni ülkenin her nereye doğru meylini verdiğini de bildirir. Denetim, gözetim, tahakküm ekseninde yaşamın onarılması imkansız yaralara rehin edilmesi söz konusudur. Çukur dediğimiz bu hallerle birlikte güncellenen bir meseldir.
Duyulan, görülen ve bildirilen ile var edilen arasındaki uçurum derinleştikçe hayatın bir biçimde mahvına da zemin sağlama alınır. Geçtiğimiz günlerde doksan dokuzuncu yılı idrak edildiği zikredilen cumhuriyetin kazanımları diye çıkagelen şeyler reklamlarla bir biçimde sponsor addedilen eline kan bulaşmış sermaye nezdinde sunulurken, cerahatin hiçbir yere gitmediği bir zemini gerçek kılmaları söz konusudur. Bir hafta gibi bir süre içinde önce Kürd basınından dokuz gazeteci gözaltına alınır. Peyderpey var edilmiş olan bir soruşturma, birbirinden alakasız konuların bulup, birleştirip bir suç mesnedi olarak, örgüt üyeliği öne sürülerek dokuzu tutsak edilir. Memleketin tabipler odası başkanı bir insan hakları savunucusu olagelen, adli tıp uzmanı, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’yı önce malum medya, hemen ardından baş amir hedef kılar. Bu bahsin hemen üstünden bir an geçmeden soruşturma, gözaltına dönüştürülür. Kimyasal silahın, aması fakatı yokken, bunu PKK / HPG bilmiyoruz hangisine karşı kullanılmasının da insanlık suçu olduğuna dair kelam edilmesinin, bir yerde Cenevre konvasiyonuna göre, atılan anlaşmalardaki ol imzaların gerekliliği olarak soruşturulması söz konusu edilsin denildi diye Fincancı hoca mahpus edilir. Duyulan, görülen, anılan ile var edilen arasındaki devletle halkın arasında olagelen uçurum hali, Kürd toplumuna, onlarla birlikte hareket eden, lafta değil sahiden muhalefete bedel kılınır.
Bir tarafta pişirilip durulan, ya istibdat, ya hürriyet bahsinin aslında, İttihat ve Terakki’yi var eden bir oluşumun, bu ülkedeki Ermeniler başta olmak üzere gayrimüslimi daha sonra da Kürd halkının her kimliğinden çıkagelen suretleri, halkları yok etmek adına kullanıla geldiği bir figüratif slogan olduğu gözlerden kaçırılır. Cumhuriyet halk partisinin de temel odağı olarak kendisine yer bulan, kurucu önderin bu şerefli topraklar sizin (Türklerindir!), ermenilerin zerrece bu topraklarda hakkı / payı yoktur ile devam eden, sürekli güncelliği sağlama alınan bir nefret / ötekileştirme siyaseti o gümbürtü içerisinde baş amirin karşıtı olduklarını zikredenler eliyle yeniden piyasaya sunulur. Baş Amir, Kürd’ün özgürlüğüne karşıtlığı zikredip, eyleme dökerken, o muhalefet çatısı altından çıkagelen vatan bizim, böldürmeyeceğiz argümanları arasında altılı masa çoktan masal olur. Ağır ağabeylerin, hazır lokma yiyicilerin, götürelim abicim bahislerinin kıyısında bir avuç insanın muhalif olarak suna geldiği hayat böyle bir mesel değil sunumunun göz ardı edildiği zeminde ol istibdat zaten çoktan hayatı kuşatır. Görülen, duyulan, hayata dahil edilenlerle hakikatin arasındaki uçurum, bütün o iyi parti, saadet partisi, zafer partisi, memleket partisi diye bir biçimde muktedir emirleri doğrultusunda çoğalarak bölünerek her yere sirayet eden ırkçı akımlar / oluşumlar ile birlikte var edilir. Baş amirin yaptıkları neyse o adı anılanların bir biçimde suna geldikleri ülke perspektifinde, Ermeni’ye de yer yoktur, Kürd’e de, Alevi’yi de istemez, Ezidi’yi de diye devam eden bir süreklilik taşır. İyi de doksan dokuz yıldır hiç kimselerin kılınamayan, hala Türk’ün hangi kliğinin sahibi olduğuna karar verilemeyen bir menzilde adalet hiç söz konusu edilebilir mi?
Bianet’ten aktaralım: “Halkların Demokratik Partisi (HDP), Şırnak İl Örgütü’nün Cizre Belediyesi’ne kayyım atamasının yıl dönümünde düzenlenen protesto gösterisinde, kolluk güçlerince tehdit edildiklerini açıkladı:
“İktidardan aldığı talimatla daha önce milletvekillerimiz şahsında, halk ve meclis iradesine saldıran kolluk güçleri işi cinayet tehdidine vardırdı.”
“Polis, mermi çekirdeği fırlattı”
Partinin açıklamasında, HDP Şırnak Milletvekili Hasan Özgüneş konuşurken, polisin Özgüneş’e mermi çekirdeği fırlattığı belirtildi:
“Cizre Belediyesine kayyım atanmasının yıldönümünde milletvekillerimiz Hasan Özgüneş ve Nuran İmir’in de katıldığı basın açıklaması yapılmasında doğrudan “ölüm tehdidi” içeren son derece tehlikeli bir gelişme yaşandı. Polis ablukasında gerçekleştirilen basın açıklaması sırasında milletvekilimiz Hasan Özgüneş’e bir adet mermi çekirdeği fırlatıldı.
Kameralara yansıyan ve ekte paylaşacağımız görüntülerde mermi çekirdeğini kimin tarafından ve nasıl atıldığı net olarak görülüyor. Anayasayı, yasaları özellikle partimize ve halka karşı sistematik olarak çiğneyen AKP iktidarı ve güdümündeki silahlı yapıların tehdidinin ne anlama geldiğini kamuoyu biliyor. Bu duruma tepki gösteren milletvekilimiz Hasan Özgüneş, ‘Feriştahınız gelse bizi korkutamazsınız’ dedi.”
MA’nın haberine göre, HDP Şırnak İl Örgütü, Cizre Belediyesi’ne kayyım atamasının yıl dönümünde basın açıklaması düzenledi.
HDP Cizre ilçe binası önünde yapılan açıklamaya HDP Şırnak il ve ilçe örgütleri, HDP milletvekilleri Nuran İmir ve Hasan Özgüneş, Barış Anneleri Meclisi, Özgür Kadın Hareketi (TJA) yöneticilerinin yanı sıra çok sayıda kişi katıldı.
Açıklamada ilk olarak konuşan, görevden alınan Cizre Belediyesi Eşbaşkanı Berivan Kutlu, Cizre Belediyesi’ne daha önce de kayyım atandığını ama Cizre halkının her şeye rağmen kendi iradesinin ortaya koyarak yine HDP’li belediye eşbaşkanlarını seçtiğini söyledi.
Seçimlerden kısa bir süre sonra 29 Ekim 2019’da Cizre Belediyesi’ne tekrar kayyım atandığını hatırlatan Kutlu, “AKP iktidarı, seçimlerde kazanamadığı ve asla da kazanamayacağı belediyelere kayyım atamaları yaptı. Kayyım rejimiyle Cizre halkının iradesini almaya çalıştı” dedi.”
Duyulan ile görülen, bakılan ile fark edilen, anılan ile yaşatılan arasındaki uçurumu bir biçimde kestirmeden göstere gelen bir karşılaşmadır Cizre’de var edilen. Abluka güncesi dahilinde 2015 yılında yerle yeksan edilmiş bir kentte, temsili iradeye kayyım atanarak o iradenin yok sayıldığı bir zeminde bunun hukuksuzluk olduğunu zikreden bir vekil, kalan Halkların Demokratik Partisi üyelerine yönelik tehdit var edilir. Kürd sorununun varlığına dair kesintisiz kılınmış olagelen inkarla çıkılan düzlemde, aşk bodrumda yaşanıyor yazısı ile duvarlara zerk edilmiş nefretin, bodrum katlarında yakılarak katledilmiş insanların var edildiği Cizre’de iki satırlık itiraz hakkına yanıt yıllar sonra bir kere daha kurşun fişeğiyle çıkagelir. Demokrasi ediminden bunca kopuşun var edilebildiği bir zeminde hayatiyeti hiç addederek vekile kurşunla mesaj verip, halka gözdağını batının görmediği, fark etmek istemediği bir yıldırı halini yedi gün yirmi dört saat var ederek güncelleyen bir zeminde her nedir ki demokrasi, her ne haldedir, sahiden de insan hakları! Kurşun atarak bir şeyleri ama en çok da ölümü kutsayarak hangi gün var edilebildi, edilebilir ki sahiden de?
Diken.com.tr’den aktaralım: “Boğaziçi Film Festivali Komitesi, ‘Karanlık Gece’ filmiyle en iyi yönetmen ödülünü kazanan Özcan Alper’in ödül gecesinde Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı hakkındaki söylemlerinden ‘rahatsız’ oldu. Komite, ‘törende ödül kazananların politik göndermelerini ve sloganlarını kınadıklarını’ açıkladı.
Senarist ve yönetmen Özcan Alper, bu yıl 10’uncusu düzenlenen festivalin önceki akşamki ödül töreninde ‘Karanlık Gece’ filmiyle en iyi yönetmen ödülünü kazanmıştı.
Alper, ödülünü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’ta kimyasal silah kullandığına ilişkin iddiaların araştırılması gerektiğini söyledikten sonra iktidar tarafından hedef gösterilerek tutuklanan TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’ya ithaf ederek şu konuşmayı yapmıştı:
“‘Hep barış olsun, asla savaş olmasın’ diyen bir kadın Şebnem Korur Fincancı, yine sadece barış dediği için maalesef bir linç kampanyasına maruz kaldı. Umarım son olur. Umarım cezaevinden bir an önce çıkar. Bu ödülü ona ithaf ediyorum.”
O sırada salonda bulunan oyuncu Burak Haktanır, Alper’e ”O kadın TSK’ya iftira attı. Kaç gündür tüm PKK sayfaları onu destekliyor‘ diyerek tepki göstermişti.
En iyi film ödülünü kazanan ‘Kar ve Ayı’nın yönetmeni Selcen Ergün de ödülü almak için sahneye çıktığında Haktanır’ın çıkışını ”Çok eril bir dil kullanıyorsunuz” diyerek eleştirmiş, Haktanır’ın Ergün’e ”Hadi oradan” demesiyle salonda gerginlik oluşmuştu.
Festival komitesinin ödül gecesine ilişkin sosyal medya hesaplarından yapılan açıklamada isim vermeden Alper’in konuşması ‘kınandı’:
“On yıl boyunca herhangi bir ayrım yapmadan, hiç kimseyi ötekileştirmeden katılımcı bir festival olmak için çalıştık. 10. Boğaziçi Film Festivali kapanış gecesi ve ödül töreninde yaşanan istenmeyen olayların ve onaylanması mümkün olmayan siyasi söylemlerin meydana getirdiği etki bir yıllık uzun bir çalışma sonucunda ortaya koyduğumuz programın, filmlerin ve ödüllerin konuşulup tartışılamamasına sebep olmuştur. Her zaman sanatçıları ve filmleri önceleyen bir festival olarak ödül törenimizde ödül kazananların politik göndermeleri ve sloganlarını kınıyor, kültür sanat hayatımızın sağlıklı bir zeminde yükselmesi temennisinde bulunuyoruz.”
Görünen, anılan ve aksettirilen arasındaki derin uçuruma bir kısa kesit daha paylaştığımız şu yukarıdaki örnek. Hiçbir biçimde gerilla güzellemesi, örgüt propagandasına yer verme, bahis açma çabası gütmeden, bir insanlık suçu var edilmişse bunun akıbeti sorgulanması elzem olandır diyen bir hekim tutsak edilmiştir. Yönetmen Özcan Alper’de bunu, iki satır meramında, barışın egemenlerin elinde hiç edilmesine karşı yıllar yılıdır mücadele veren bir insana destek linç edilmek istenir. Festivalden çok devletten nemalanma, sponsorlarla hayatını idame ettirme telaşındaki yapının da mal bulmuş mağribi gibi atlaması ve bütün onların üstüne tüy diken resmi kanal palyaçosu tiplemenin vatan savunurken saçtığı tüm o salyalarla birlikte bir kere daha gösterilen / var edilen ile anlatılan arasındaki hakikatin ta kendisi tuzla buz edilir. Ezberden mavallar okunarak, kokuşmuş bir siyaset argümanına bir biçimde bir kere daha tutunup, kırk küsur yıldır devam olunan bir yok etme haline, bir savaş haline, en son eklenmiş kimyasal silah kullanıldığına dair tespit ve tanıklıklara karşı sözü çiğneyerek, vatan kurtarılmaya çalışılır. Oysa yer yerinden çoktan oynamıştır, Cizre ya da Amed’in Sur’u gibi gidenlerin, kaybedilenlerin hiçbiri için bir telafi yoktur. Ne asker ne gerilla ne köylü, ne korucu ne o ne bu hiçbir biçimde yıkım / ölüm sarmalından bir çıkışı bıraktırmayan bu kör karanlık sarmal, daha yeni yüzyılını ilan eden ülkede hiç ama hiçbir huzurun da kalmayacağını bir kere daha bildirir. Benzeri 2015’te yaşatılan o kara, kapkaranlık günlerin paralelinde, bir örnek tekrarında hangi istikamet var edilecektir ki hazandan gayri. Sorguluyor musunuz?
Birbirilerine değen, biri bitmeden bir başkası başlayan, hepten, her dem kötülüğün daimi kılındığı bir zeminde, görünen, gösterilen, anılan ve anlatılanların kıyısında olmakta olan yegane şey hayatın müşterek savunusunun da imkansızlığa demir attırılmasıdır. Bunca açık, bir o kadar kesintisiz bir biçimde devlet ister kendi yönetim katından olsun, isterse yol verdiği kolluğundan, işaret ettiği rehin aldığı temsilcilerine, ister eli kanlı sermayedar isterse her ne iş gördüğü kendisinin dahi bilmediği garabet tiplemelerin yekten var ettiği o naralarla şekillendirdiği hallere hep bir kısır döngü sürekli yinelene gelir. Biteviye bir hal, ki hep açmazlara çıkar. Biteviye bir yol ki hep derin çukurlara yollanan. Öylesine değil hiç ama hiçbir biçimde mübalağa değil doğrudan yıkımı arzulayan. Bitimsiz bir karanlık, biteviye bir kısır döngü dahilinde ne görülen, ne anılan, ne hakikat hakkaniyetle var ediliyor artık. Uçurumun kıyısında her anı daha da zifiri, her günü çok daha yıkıcı bir yer, bir menzilde hayat ne yana düşer, düşürülür sahiden?
Misak TUNÇBOYACI - İstan'2022
Görsel: Reuters via BBC Türkçe Servisi
8 notes · View notes
seslimeram · 20 days
Text
Hayat Olduğu Gibi...
Tumblr media
Bir seçim gümbürtüsü daha geride kaldı. Tümüyle nobran, her dem tahakküme açık, bariz bir biçimde derdest etmekten ötesini var etmeyen bir solukta despotizmin kendisine rehin bir iktidar kliği için şamara maruz kalmanın var edildiği bir seçim geride kaldı. Geneldeki ol yurt dışından çıkagelen destek, istenildiği gibi sandıklarda var edilen üç kağıtlar, hileli oylar, oy için var edilen seremoniler, duraksanmadan eksik kılınınca, yaptırılmayınca tüm ve belirgin bir biçimde kralın çıplak olduğu meydana serilir. Yerel seçimi, belirgin bir hal içerisinde savaşa dönüştüren, baş efendinin zulasından çıkarttığı bayat ezberlerle, okunan masallarla bir yere gidilemeyeceği, sorunların çözülemeyeceği bir kere daha belirgin bir halde 2015 Haziran seçimlerinde olduğu gibi kabak gibi görünür. Çıkan kısmın özetinde, tahakküme, tehdide, şantaja, bitimsiz yağmaya karşı halkın iradesinin nasıl da dur demeye kafi olduğu gerçekliği olduğunu yinelemeliyiz. Dur durak bilmeyen, ekonomik darboğazı yaşamlarının ortasında buluveren, artık orta direk olma ihtimali de çalınmış olagelen tüm kimsesizler için / sırtında devlet olmayanlar / böyle bir halde çıkışın iktidarı uyararak onu en çok istediği kentleri sömürmekten alıkoyarak olduğunu görenler eliyle bu dur deme hal ve istemi var edilir.
Kötülüğü, dur durak bilmeden nefreti büyüten, şiddeti bir yön bulma aparatı olarak ele alan, değnek gibi kendisinin rutininde eksik kılmayan bir aklın var ettiği hezeyanlara esir yirmi bir koca yıllık iktidar pratiğinde bir kere daha dur denilir, artık yeter. Her dem aynı, benzeş odaklardan toplumun bir kesimini terörist ilan edip, nefrete yem etme gayretinin her nasıl biçimlendirildiği az çok söylemlerden sonra ekranlardaki yorumcu görünümlü, atm farelerinden belirgin olur. Misal, Hande Fırat, Zafer Aydın, Hakan Coşkun, Nedim Şener, Hulki Cevizoğlu, Mehmet Uçum, Abdulkadir Selvi, Hakan Bayrakçı nicesi ve daha nicesinin ortaklaşa o terörist bunlar diyen iktidarı haklıymış göstermek için var ettikleri taklaların ortasında onca insan bir kere daha kimin ne olduğunun bilincine çoktan vardığını bildirir. Tehditlerin, birbiri ardına çıkagelen hedef göstermelerin ortasında eninde sonunda varılacak olan sınama bir kez daha iktidarı bulur. Kepazelik, kötülük ve hiç bitimsiz bir cendereye alma halini sürekli yeniden imal ederek ceberut devlet aklının en olmadık labirentlerinde dolanarak ne demokratik ülke, ne de yaşanabilir bir memleket imal edilebilir. 31 Mart gecesi yaşananlardan sonra görünen köy buna dair bir şerh düşme bahsidir.
Baş Efendi mütemadiyen konuşmaya, bütünüyle o müştereken düşülmüş şerhi yok sayma halini güncelleyen bir seslenişi var eder. BirGün Gazetesinden ilgili bölümü aktaralım bu sayfaya: “AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TÜRGEV'in itfar programına katıldı.
Erdoğan, "Bölücü terör örgütünün sokakları yakıp yıkan vandallarıyla sergiledikleri dayanışmayı, rızkının peşindeki insanların ailelerine çok gördüler. Daha önce aynı vicdansızlığı evlatlarını bölücü alçakların pençesinden kurtarmak için çırpınan cesur Diyarbakır annelerine de bunlar göstermişlerdi. Yasak savma kabilinden yaptıkları bir şov dışında sırf ittifak ortaklarını kızdırmamak için yüreği kan ağlayan bu anneleri yalnız bırakmışlardı. Biz yaklaşık yarım asırdır vakfımız ise 28 yıldır çetin bir mücadelenin içerisindeyiz. Bu zorlu süreçte sizlere hizmet etmekten sizlerin en iyi, en donanımlı bir şekilde hayata hazırlamaktan başka gayemiz olmadı. Sizlerin başarılarını gördükçe hep daha fazla çalıştık, daha fazla koştuk. Ne yaptıysak milletimiz için, siz gençlerimiz için yaptık. Allah'a hamdolsun bugün milletimizin ve sizlerin huzuruna alnı ak, başı dik, gönlü mutmain olarak çıkmanın gururunu yaşıyoruz. Ülkemizi bugün geldiği noktadan çok daha ileriye götürebilmek için sizin enerjinize, sizin yeteneklerinize, sizin heyecanınıza ihtiyacımız var. Bu ülkeyi yüceltecek bu çağa mührünü vuracak olan sizlersiniz. Bunun için kendimizi başkalarına göre tanımlayacak, başkalarının bizi kendi kalıplarına hapsetmelerine izin vermeyeceğiz. İşimizi, görevimizi, sorumluluğumuzu ülkemize, milletimize ve umudunu bizlere bağlamış ailelerimize karşı vazifelerimizi en güzel şekilde yerine getirmeye çalışacağız. Kimsenin bizim özgüvenimizi örselemesine hayallerimizle aramıza set çekmesine müsaade etmeyeceğiz. Şunu lütfen hiçbir zaman unutmayınız. Bizler sadece yüz yıllık bir devletin mensupları değiliz. Bizler aynı zamanda bu coğrafyada bin yıllık bir cihan İmparatorluğu'nun 1400 yıllık köklü bir medeniyetin de takipçileriyiz. Ayrıca bizler bir misyonu, gayesi, ideali ve elbette davası olan insanlarız. Başkaları gibi önünü, sonunu düşünmeden fevri hareket edemeyiz. Tefekkürü, tezekkürü, hayatının her alanına uygulayan bir gençlik Türkiye'yle birlikte İslam aleminin hatta tüm insanlığın umududur" ifadelerini kullandı.
"31 Mart Daha Büyük Zaferlerin Müjdecisi ve Habercisi Olacaktır"
Erdoğan konuşmasının devamında, "Sizlerden kendi şahsi geleceğiniz yanında ülkemizin istikbaliyle ilgili de hayaller kurmanızı ve hedefler belirlemenizi istiyorum. Hayatı anlamlandıran, insanı dünyaya bağlayan, kişiye değer katan üretmektir. Yaptıklarının üzerine koymak, kendini aşmaktır. İnsan ürettikçe mutlu ve motive olur. İnsan düşünüp, tefekkür edip, çalışıp ortaya iş koyduğunda mutlu, huzurlu, kendisiyle barışık olur. Her ne yapıyorsanız, hangi okulu okuyor, hangi işte çalışıyorsanız yaptıklarınızın üzerine koymaya, kendinizi aşmaya özellikle gayret edin. İmkan bulmak aslında imkanı oluşturmaktır. Unutmayın, imkan size gelmez, siz imkanlara gideceksiniz. Projeleriniz, planlarınız, tezlerinizle beraber, mücadele azminiz de varsa hiçbir güç sizi yolunuzdan geri döndüremez. İlmin ve başarının anahtarı çalışmak, disiplinli çalışmak ve sabretmektir. Azminizi, kararlılığınızı, inancınızı, asla ama asla kaybetmeyeceğiz. Sizlerden yarını değil daha ötesini görerek çalışmanızı, kendinizi geliştirmenizi bekliyoruz. Bunları başardığınızda Allah'ın izniyle sizlerin önünde durabilecek hiçbir engel tanımıyoruz. TÜRGEV'in dijital kültür alanında gençlere yönelik çalışmalarını takdirle karşıladığımı burada ayrıca belirtmek istiyorum. Sizlerden beklentimiz her alanda olduğu gibi dijital kültürde de sadece takipçi değil asıl içerik üreticisi olmanızdır. Medeniyetimizin, tarihimizin, değerlerimizin ışığında içerikler geliştirerek, bunları gençlerimize ve dünyaya açmanız son derece kıymetli çabalardır. Mevcut çalışmalarınıza yeni projeleri, girişimleri ekleyerek dijital dünyayı boş bırakmayacağınıza inanıyorum. Kıymetli kardeşlerim, merhum Menderes'ten bu yana canımızla, kanımızla, emeklerimizle büyüterek bugünlere getirdiğimiz çok partili demokrasimiz 31 Mart Pazar günü yapılan Mahalli İdareler seçimlerinden de başarıyla çıktık. Seçimlere gölge düşürme, seçmenin iradesini rehin alma girişimleri bir kez daha sandıkta hüsrana uğradı. Bizler kadere ve takdire inanan insanlarız. Sandık sonuçlarının da davamız, hareketimiz, mücadelemiz açısından Allah'ın izniyle hayra tebdil olacağına yürekten inanıyoruz. Bu tarz neticeler insanlık tarihi boyunca kiminin şımarıklığını, kiminin pervasızlığını, kiminin de sabrını, metanetini, dayanışmasını, birlikteliğini ve mücadele azmini arttırmıştır. 31 Mart sadece yeni bir dönüm noktası değil, aynı zamanda daha büyük zaferlerin müjdecisi, muştusu ve habercisi olacaktır. Yolumuza yenilenmiş, tazelenmiş çok daha güçlenmiş, üstat Necip Fazıl'ın ifadesiyle pekleşmiş bir şekilde devam edeceğiz. Siyasette yarım asra yaklaşan mücadelemizin zafer sancağını burca dikecek ve ardından gönül huzuruyla nöbeti sizlere devredeceğiz" dedi.
Erdoğan, "Bakınız ben bugüne kadar gençlerle yürümüş gençlerin yoldaşlığından güç ve cesaret almış bir büyüğünüzüm. Hizmetkarı olmaktan şeref duyduğumuz milletimiz için nice saldırıları göğüsledik, nice badireleri aştık, nice ihanetleri püskürttük. Bizim karşılaştığımız sıkıntıları gençlerimiz yaşamasın diye emek verdik. Gerektiğinde ölümü göze alarak vesayet odaklarına meydan okuduk. Şahsen bedel ödesek bile ülkemize, insanımıza özellikle geleceğimiz olan siz gençlerimize bedel ödettirmemeye çalıştık. İmkanlarımızı zorlayarak üzerimize düşeni yapmanın gayretindeyiz. Gençlerimiz olarak da sizler de sorumluluklarınızı yerine getireceksiniz. Artık biz siz gençlerimizin zamanının misafiriyiz. Bizden önceki aksiyon, fikir ve gönül adamlarının namusumuza emanet ettiği, bizim de canımız pahasına sahip çıktığımız davamızı inşallah yakında sizler omuzlayacaksınız. Bu emaneti sizler taşıyacak, sizler yükseltecek ve yücelteceksiniz.”
Seçim gümbürtüsü geçti. İktidar pratiği gereken yanıtı aldı. Demokrasi dediğiniz zaten başlı başına bir devinim, bir ona bir buna. Bu seçimin kaybedeni yok. Daha uzayıp giden nice iktidar pratiği, onlarla hemhal bir devletçi söylem yığını. Bir kısım iktidar üyesinin o ikrarları, yüzümüze gözümüze bulaştırdık derken oluşan halleri. Bir yanda da baş efendi için bitimsiz bir tehdit mekanizmasının sessiz / derinden yeniden imaline açılan eşik. Bir iftar yemeği programında dahi ortaya serilen cümlelerin tonlarından kimsenin bir mesajı falan almadığı ortaya çıkıyor. Bizatihi kendisinin 1 Nisan sabahına karşı söylediklerinden de zerre eser kalmamışa benziyor. Her şeyi alelade paldır küldür imal ederken suçluların o muhalefet / bu muhalefet olduğu sanrısına tutunup, oluşturulan güce tapmış iktidarın hal / yolunu sonuna kadar muhafaza etmek tek istikamet kılınıyor. Cumhurbaşkanına hakaret suçlaması tam bir değnek kılınarak muhalefet susturulmak istenir. İsrail devletinin halen var ettiği şiddet / kırım / yok edicilik söz konusuyken onca nutka rağmen iş birliği, ticaret akışının bizatihi akp kurmayları / yancısı insanların şirketleri üstünden var edilmesine son diyebilmek suç isnat edilendir. Mazlum bir halkın savunulmasındaki yeri bu ticaretin ne içindir kimse yanıt verememektedir. Dönüp dolaşıp aynı sularda yıkanan sağcılaşmış, ırkçı hiziplerden, siyasal İslam formunu artık kesintisiz şeriatla özdeşleştiren bir anlayışı bütünleyen / her defasında aynı hatlarda yürüyen bir ülkede demokrasi neyin nesidir sahi ama sahiden? Ağır bir seçim hezimeti sonrasında gelecek günlerin daha zor sınamaları beraberinde getireceği afaki olurken tümüyle müşterek bir yaşam savunmasının imaline, ol buluşma / birleşmeye daha çok var mıdır? Madun siyasetin ezberlerinin kıyısında sahiden yeni bir sözü var edebilmeye, onca şartlanmışlık, nasılsa bize rehinler bakışının tam da karşısında kimselere yaslanmayan / kimselerin gölgesine sığınmayan / çıkar peşinde olmayan, hayatı olduğu gibi var edebilen bir cüreti var edebilecek midir halklar. Seçim bahsinin ardından önümüzdeki dört yılın en büyük sorusu / bütün bu karabasan hal, fasit döngüden çıkışın zemini oralarda bir yerlerdedir, belki. Fark ediyor musunuz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Van Seçimlerine Yönelik Destek Açıklamasından – Yasin AKGÜL – AFP – Getty Images
0 notes
seslimeram · 1 month
Text
Özgürlük Mefhumu
Tumblr media
“Özgürlükle ne kastettiğimiz konusunda açık olmalıyız, zira özgürlük başından beri, bireye ait olan serbestiyle aynı şey değildi, toplumsal olarak koşullanan ve toplumsal olarak paylaşılan bir şeydi. Özgürlük, hayatın belirli bir toplumsal ve siyasal örgütlenişinin sonucu olarak kazanıldığı için, diğerleri özgür olmadığı sürece hiçbir insan özgür değildir.” Wendy Brown - Eleştiri Seküler Midir? - Açılım Kitap
Sınırları afaki kılınmış bir yaşamsal pratiğin / hayatın temel odaklarından birisi olarak var edilen özgürlüğün nasıl da laf kılındığını sorgulayan bir meram ortadadır. Wendy Brown, çağın var edilmiş bir salgın gibi ötekisini def etme alt etme çabalarına karşı sözün bizatihi eylemin nasıl da yaşamdan yana kurulması gerektiğini göstere gelir. Erk, muktedir pratiği olarak nakşedilmiş olagelen tahakküm olgusunun, tehdit / terör / taciz üçlemesinin arasız, fasılasız her güne içkin addedildiği bir zeminde, öteki sanılan özgür kılınmadıkça kimseyi özgür olarak göremeyeceğimiz bir dünyanın binasına devam olunuyor. Ne yol, ne izan, ne anlam, ne yön, ne tek satır açıklama. Tümüyle afaki bir biçimde bütünüyle çitlenen, sınırlı ve her günü muğlak bir özgürlük kırımının orta yerinde yaşam mahvedilmeye sevk olunur artık. Tümüyle kesintisiz bir halde tahakküm veçhesi imal edilirken toplumsal ve siyasal özgürlük metaforu da yerle yeksan edilir. Ötekiler yeniden kamusal olarak addedilen sınır dışına itilir.
Birbirinin aynısı, yekpare bir ezberden meram eyleyen, baş efendi ve baş faşistin ortaklığı dahilinde sunulmuş olagelen şeyin de aşağı yukarı bu minvalde bir toplamı imal ettiğinin altını çizebiliriz. Özgürlük mefhumunu sınırlandırırken, bununla bir gelecek tahayyülünü imal ettiğini, kimselerin ne fikrine, ne yaşam görüsüne karışmadıklarından bahis açarken bir yandan da en olmayacak şeyleri olur addeden, tüketen, yıkıcı ve özgürlüklere kastın her ana pay edildiği bir memleket bina olunur. Tümüyle seçim sathı mahallinin var ettiği açıklardan da feyiz alarak yinelenen bir tahakküm şeceresi hakikatimiz kılınır. Gün aşırı, iki miting, onlarca farklı mekanda zikredilen onlarca bahisle bir memleketteki yaşamak olgusunun talan edilmesi, özgürlük mefhumunun da sınırlı bir kesime ait kılınmasının yolu açılır. Ak parti iktidarının sunduğu, faşistler ve kendisinin laciverdi olagelen küçük tefek partilerin fundamentalist, kati ve kötücül eksenlerinde cirit atan bir tahayyül gerçek kılınır. Demokrasi sizlere ömürdür bir kere daha.
Bianet’ten aktaralım: “Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu, bugün (Mart 23) İstanbul’daki Kadıköy İskelesi’nde "İstanbul'da talana, kanala, Murat Kurum'a izin verme" sloganıyla basın açıklaması düzenledi.
Açıklamada, Kanal İstanbul Projesi’ne karşı verilen mücadelede aktif rol alan ve 30 Ocak 2024’te Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekilliği düşürülen avukat Can Atalay’ın fotoğrafı da yer aldı.
Açıklamada, projenin İstanbul’a vereceği zararlar vurgulanırken, AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Adayı Murat Kurum’un projeye dair net bir tutum almadığına da dikkat çekildi.
“İlave 1,5 milyon insan”
İstanbulluları Kurum’un İBB adaylığına ve rant projelerine karşı mücadele etmeye çağıran koordinasyonun açıklaması kısaca şöyle:
“Kurum’un ‘gündeminde olmayan’ ve hatta Erdoğan’a ‘başka önceliklerim var’ diyebileceğini iddia ettiği sırada Kanal İstanbul projesinin ‘kalbi’ olarak ifade edilen Arnavutköy Dursunköy’de bir projenin ihalesi daha yayımlandı. Gerçeklerin gizli kalmamak gibi bir huyu var, tıpkı Kurum’un mal varlığı beyanında unuttuğu üçüncü evi gibi… Yıllardır söylüyoruz, bu proje İstanbul’un son tarım alanlarını, göllerini, derelerini, ormanlarını, bizimle birlikte yaşayan hayvanları, endemik bitki çeşitliliğini ve İstanbul’un tarihini yani bölgedeki binlerce yıllık kültür varlıklarını yok edecek.
“Kanal İstanbul’un, İstanbul için ilave minimum 1,5 milyon insan demek olduğunu biliyoruz. İstanbul’un ciddi bir ulaşım sorunu olduğu da hepimizin malumu, İstanbullunun bu sorununu çözecek en önemli vaat ‘toplu taşıma’ iken Murat Kurum metro projeleri yerine yol/otoban vadediyor. Niye? Cevabı biz verelim, çünkü en ucuz ve doğaya da en az zarar verecek çözüm kendisinin ve iktidarın umurunda değil.
“İmar aflarının mucidi”
“Biz bu filmi daha önce gördük. İmar aflarının mucidi, Kanal İstanbul’un en büyük savunucusu, 6 Şubat depremlerinin Şehircilik Bakanı Murat Kurum İstanbul’u en iyi ben yönetirim iddiasında ama deprem bölgesindeki halkın bir yıldır yaşadıklarını da bildiğimizden bu sözlerin ‘boş seçim vaadi’ olduğunu ve halkın bu vaatlere karnının tok olduğunu söylüyoruz.
“Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu olarak ilân ediyoruz: Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı olarak işlediği suçlara yenilerini eklemek isteyen Murat Kurum’a biz İstanbullular geçit vermeyeceğiz. Yeni rant ve talan politikalarına izin vermeyeceğiz. Bugüne kadar olduğu gibi bu seçimde de ‘atı alan Üsküdar’ı geçti’ deseniz de mücadele etmeye devam edeceğiz, size ‘Kanalı yaptırmayacağız’. İstanbul halkını yerel seçimlerde Murat Kurum’a oy vermemeye, her daim kenti ve doğayı talan eden rant projelerine karşı mücadele etmeye çağırıyoruz.”
Basitçe ve doğrudan bir talanın önünü alabilmek için birkaç satırlık bir itiraz ancak var edilebiliyor. Düzenin, özgürlükler, hürriyetin tam ve eksiksiz hali, eşitliğin tabandan başlayarak herkesi kapsadığı bir tahayyül olarak yaşatılmadığı bir zeminde, kapalı kapılar ardından bir cendere, doğa için de bir kere daha katliamın çıkmaması için ses veriliyor iş bu menzilde. Rant için var edilen talanın bir kere daha hayatı gölgelediği bir zeminde olan bitenin kesintisi bir yok etme kültü olduğu bir kere gözler önüne seriliyor. Velev ki seçildi Kurum, hemen arkasından bina edileceklerle birlikte bir yaşam hattının daha bile isteye mahvedilmesinin İstanbul sathı mahalline hangi yaraları beraberinde getireceği en kestirmeden açıklanıyor. Özgürlük bahsi kullanışlı bir aparat kılınırken, tahakküm etmeyi aralıksız var eden, sonsuz bir girdap halinde parayı veren düdüğü çalar istediğini de yapar istikametinin zorbalığını içselleştiren, sahip çıkan bir iktidar mefhumunu gözler önüne getirdiğimiz vakit, doğanın yıkımını dahi kendilerine kar sayanların halini açığa düşürür. Olmayan / belki var edilemeyecek bir kanal hikayesinden, yıkıcı olacağı bağır çağır bildirilen depreme karşı önlemleri öncelemeyen, buna dair tespit / eylem planlarını daimi bir biçimde unutturmaya sevk eden, göz ardı eden bir iktidar pratiğinin İstanbul’u toptan yok etmesinin önünü alabilecek her ne vardır bir seçimden gayri. Bir de 2019’dan bu yana sürekli güncellenen bir buçuk milyon konutu dönüştüreceğiz mevzusu vardır ki, her seçim döneminde bizzat Murat Kurum tarafından zikredilip daha sonra denilmemiş gibi yapıla yapıla bugünlere gelinmiş bir tavır söz konusuyken, İstanbul’un sonunun da sonu olagelen ciğerlerinin talan edilmesi özgürlüklerin neresine dahil olur. Bir kere daha hayatı mahvetmenin bir olur hali var edilirken buna dur diyebilecek bir itiraz mekanizması söz konusu olacak mıdır? Düşünür müydünüz...
Tek bir konuda dahi nasıl bir istikametin yakalandığı ortadayken, memleketin genelinde var edilen o tahakküm halinin iç parçalayıcı sureti önümüze düşüyor. Her defasında yeni, yepyeni masallar anlatılırken, kapı eşiklerinde halklar alınıp satılıyor. Haklar yeniden ve yılmadan kırpılıyor. O doğa kırımı senin, bu düzlem benim, şu rant sizin, bu takiye her ama herkesin denilerek muktedir makamı kendi içinde bölüşümlere girişirken sıradanın hayatta var olma hakkı en baştan talan ediliyor her gün bir kere daha. Müştereklerimizin yerle bir edildiği bir zeminde özgürlüklerin talanı önce yaşamsal olan hak / ide / eylemi derdest ederek söz konusu edilir. Biteviye ardından çıkagelen yok etme, ezme ve biçme hallerinin yekununda o müşterek olanın talanı bitimsiz bir yağmaya dönüştürülür. Böyle bir menzilde hayatın ehven olanı nerededir? Bunca karanlığın ortasında bir yarın sahiden söz konusu edilebilir mi?
Özgürlük, hayatın belirli bir toplumsal ve siyasal örgütlenişinin sonucu olarak kazanıldığı için, diğerleri özgür olmadığı sürece hiçbir insan özgür değildir bahsinde değindiği gibi o Wendy Brown’ın dizdiği meram bir şeyleri şimdi aksettiriyor mudur? Otuz iki kısım tekmili birden, yetmiş iki milletin var ettiği bir bileşkeye haiz olduğu zikredilen bir zemin bugün en tahakküm ötesi, tahayyül edilenin dışındaki bir zorbalıkla kuşatılmaya devam olunuyor. Ol iktidar / avenesi / tayfası / çetesi şu ya bu isimlerle anılan takımı, seçilmişler için hayat her gün yeniden bir kazanıma dönüştürülürken, sıradan olanın hakkı da hukuku da topyekun lağvedilir. Bütünüyle özgürlük / eylemsellik / hak arama mücadeleleri “öcü” bilinip, terörize edilerek sorgulanmasın hiçbir şey istenir. Hizada durulan, üsttekilerin alt, en altta olanların canlarını okuduğu, dilediğini sınırlandırıp, dilediğini yok ettiği, kiminin bir ekmek için saatlerini harcaması lazımken, kimisinin komple fırını götürmesine karşın halen doymadığı bir oburluk ile sınanır ülke. Deneyimlenen, gerçekliğine kavuşturulan ol sınama, yeniden pay etme, hakkaniyet kavramları kendilerini ayrıcalıklı ilan edenler için bir başkalaşmış, dönüşmüş, teslim olmuş ülkeyi bir oyun parkına dönüştürür. Kasanın ve kasaya yakın duranların çıkar çatışmaları, rantiye, talan oyunlarında ne gün kalır ne de sahici bir gelecek. Önümüzdeki hafta bir yoğun gündem sarmalı içinde yine vatan, millet hikayeleri aksettirilirken bir seçim daha geçip gidecek. Tümüyle bir başına konulanların ol sahiden kimsesizlerin, ötekilerin, elinden hakkı, hukuku, sözü çalınanların birbirlerine derman olmak için mücadeleden gayri bir şans / ihtimallerinin olmadığı yer artık enikonu görünüyor. Tahakküm ve tehdidin bini bir paraya çıkarken bu gidişata, birbirinin aynısı bir kısır döngüde her gün yeniden sınanmaktan illallah etmediniz mi, hala mı... Hal, gidişat perişanlığın ta kendisiyken... Sahiden...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Mediaethics – Shadow – Dean STUART
1 note · View note
seslimeram · 3 months
Text
Ötekinin Meramı
Tumblr media
Didaktik bir söylem yığını içerisinde hayatın gerçekliği göz ardı ediliyor. Muktedir ve yol arkadaşları olarak çıkagelen güruh eliyle şekillendirilen, biçimlenen yeni ülke olgusunda, o didaktik, kendisini mütemadiyen yineleyen söylem sağanağı altında hayatın ehven olanı ezen, yok eden, sürünceme taşımaksızın kazıyan bir toplamda gerçek mahvediliyor. Aslın yerine ikame edilenlerle birlikte bir cerahat sarmalıdır sürgit yineleniyor. Önümüzdeki ol seçim çalışmalarından, seçim sonrasında varılabilecek ülke projeksiyonuna, geleceği hep muğlak kılınan bir sahne işlenmeye / dönüştürülmeye devam olunuyor. Tümüyle ezberler ile geçiştirilmeye çalışılan gündelik yaşam pratiklerinin zehir edilmesi söz konusu kılınıp her an yeniden imal edilen hamle / eylem / ataklarla hayatın gerçekliği çürümeye afaki bir halde terk ediliyor. Baş efendinin ustalık eseri olarak kurgudan öteye geçmiş hakikatteki o ülke tahayyülü bu benzersiz cürümler ekseninden dem vurularak yönünü tanımlıyor işte bir kere daha. Herkesi muma çeviren, sözü, itiraz hakkını esirgeyen, cürmü önceleyip de aralıksız göz dağları arasında tahakküme rehin edilen gündelik yaşam isteminin ta kendisi oluyor.
Bütünüyle ezber edilmiş olanın rotasında bir istikamet tutturulup gidiyor. Rutin mamafih bir didaktik söylem yığınını işaret ederken hayatın gerçekliği göz ardı ediliyor. Muktedir için elzem olanın yalnızca bağlamından kopartılmış söylemlerle, günü kurtarmak olduğu artık gizli saklı olmadan var ediliyor. İktidar kliklerinin al takke ver külah suna geldiği her tahayyülün neticesinde bedenen bedel ödeyen sıradanların denekliği kılınıyor. Tehdidi günbegün yeniden biçimlendirip, önce yoksun kılıp, yoksullukla harmanlayarak insanların elindeki umudu yerle bir ederken bir yandan da kimseleri ezdirmedik çağrısını yeniden imal ediyorlar misal. Boyunduruk altına alınmış, teslimiyetini var etmiş olagelen insanların eline geçecek üç kuruşun çoktan heder edildiği bir zeminde, ezberler artık sahi ama sahiden de karın doyurmuyor. Obur halleriyle memleketin iliğini kemiğini dibe kadar sömüren iktidarın, yancıları olanların, onlardan değilmiş gibi görünüp bir yandan da iş bu oyuna çoktan dahil olup yağmadan payını kapmaya devam diyenlerin sofrasında kimin hangi yarası görülebilir.
Gerçek Gündem’den bir kısa haberi iliştirelim: “Osmaniye’nin Kadirli ilçesi Şehit Mustafa Yağız Mahallesi’ndeki oğlunun yanında yaşayan Iraz Doğan hiçbir maddi gelirinin olmadığı söyledi. 65 yaş maaşı almayan Doğan’ın aylığı gelecek yıl bağlanacak. Oğlu Durmuş Ali Doğan’ın yanında kalan Iraz Doğan’ın üzerine düşük model araba ve motosiklet görüldüğü içinde Sosyal Yardım parası da alamıyor. Oğlu ise iş olursa yevmiyeci olarak çalışıyor, diğer günlerde ise hurda toplayıp satıyor. 6 günlük torununun üşüdüğünü ifade eden Doğan, hayırseverlerden yardım bekliyor.
"Kapı Yok, Pencere Yok, Odun Yok, Kömür Yok"
Iraz Doğan şunları söyledi: "65 yaşındayım. Beni maaşa bağlayacaklardı bağlanamadım, yeni sene beni bağlayacaklar. Oğlumun yanında kalıyorum ben. Kapı yok, pencere yok, odun yok, durumum yok. Astım var bende, tansiyon var bende. Kömür yok, bir yardım edenim yok. Kimsem yok bir oğlumun yanında kalıyorum işte. Oğlum da turpa gidiyor, ıspanağa gidiyor onunla geçiniyoruz. Getiriyor o da yiyor bende yiyorum, başka bir şey yok. İş olursa gidiyor iş olmazsa gidemiyor. Bazen çöplere gidiyor plastik topluyor.
"Torunuma Şekerli Su Veriyoruz"
Cuma günleri gidiyorum dileniyorum. Anlatıyorum, veriyor ümmeti Müslüman Allah rızası için diyorum dileniyorum. Para veriyorlar kimi ekmek veriyor kimi simit veriyor. Ayakkabı da verdiler, yalındım ayakkabı da verdiler yırtıldı ayağımdaki. Üşüyorum, para olmazsa ne yapayım yok. Evde işte bir oğlum var, iki çocuğu var, bir de ben, bir de gelin var. Süt alamıyorum, mama da alamıyorum. Bir torunum burada kalıyor. Torunum var bazen mama yapamıyor şekerli su veriyoruz maması yok, bezi yok. Bazen şekerli su yapıyor veriyor bazen. Donuyoruz, soğuktan ölüyoruz. Soğuk, odun yok kömür yok. Gidiyor çocuk çalı çırpı toplayıp getiriyor ama ne olacak çalıdan çırpıdan? Kırık kırpık ne olacak?"
İktidarın dayatmaya devam ettiği, sözüm ona öğrettiği yaşamda var olma halinin her nasıl da bir uçurumun kıyısında dımdızlak kalakalmak olduğunu tek başına örnekler bu yukarıda yer alan haber. 2024 yılında, cumhuriyetinin yüzüncü yılında insanlarına bir çatı altında yaşayabilmeyi dahi çok gören, kendi sınırları içerisinde tozpembe bir hayat idame ettirenlerin kıyısından geçmedikleri, lafta dahi anmadıkları hayatın yıkıcılığa teslim olmuş suretinde ayakta kalma mücadelesi son kertede imdat çığlıklarıyla görünür kılınır. İnsanların yaşamlarının ikinci baharlarında yeniden hayatta kalabilme mücadelesinin ortasına terk eden, yeni doğanların da hayata çoktan birkaç sıfır yenik başladıkları bir yer bir zeminde hayatın olumlanabilir bir yönü kalır mı? Bırakalım ufka bakmayı, uzaya çıkıp dünyanın sayılı ülkeleri arasında anılmayı, ucuz iş gücü olarak anılmayı, her durumda kendi kendisine yetebilen ülke masalını şunu bunu bu haber metnindeki imdada yükselen o avazları kim duyacaktır, kim fark edecektir ki didaktik söylem sağanağı altında çıkagelen her tahayyülün pratikteki karşılığı koca bir boşluktur, sahiden anlaşılacaktır? Kim ya da hangi büyük devlet vardır ki insanları açta açıkta eksik gedik kalırken kendi büyük, ulvi, tantanalı hikayelerine kaptırıp gitsin, koyu versin halkını bir başına! Nasıl!
Sinan Şahin'in Artı Gerçek'teki haberidir: Emek Partisi (EMEP) Antep İl Örgütü, asgari ücrette yapılan artıl sonrası kentteki işçi kıyımlarına dikkat çektiği bir basın açıklaması düzenledi. Açıklanan asgari ücretle, işçilerin günden güne eriyen sefalet ücretine mahkum edildiğini belirten EMEP Antep İl Başkanı Abdullah Çiloğlan şunları söyledi:
"Zamlı asgari ücretin henüz cebe girmeden erimesiyle fabrikalarda asgari ücrete yapılan zam oranının yetmeyeceğini bilen Antepli işçiler de ek zam talep etmeyi tartışmaya başladılar. Zam dönemlerinde özellikle son birkaç yılda Antep’te işçilere gözdağı vermek için, öne çıkan işçiler başta olmak üzere işten atmalara başvurulduğunu biliyoruz. Partimize son dönemde birçok fabrikadan işten çıkarmalara ve baskılara dair doğrudan işçilerin aktardıkları bilgiler ulaşmıştır. Özellikle geçtiğimiz yıl iş bırakmalar ve ağır çalışma koşulları ile ilgili gündem olan fabrikalar başta olmak üzere ‘küçülme’ gibi çeşitli bahanelerle işten çıkarmaların yoğunlaştığını görüyoruz"
'Eruslu Fabrikasında Son Bir Ayda 100 İşçi Çıkarıldı'
Açıklamanın devamında bir çok işçinin yaşadığı mağduriyetten dolayı partiye başvurduğunu belirten Çiloğlan, şöyle devam etti:
"Eruslu Sağlık fabrikasında son bir ayda 100’ü aşkın işçi işten çıkarıldı. Eruslu Sağlık fabrikasında işçiler 2023’ün temmuz ayında fabrikanın 7’li sisteme geçmek isteyerek haftada iki gün 12 saat çalışma dayatmasına, ücretlerinin bir kısmının elden verilmesine ve bordrolarda ücretlerinin bir kısmının ‘deprem yardımı’, ‘enerji yardımı’ ve ‘sosyal yardım’ gibi adlar altında gösterilmesine karşı mücadele etmişti. İl örgütümüz ve Milletvekilimiz Sevda Karaca da işçilerin taleplerini gündeme getirmişti. Yaşananların ardından fabrika yönetimi açıklama yaparak 7’li sistemden vazgeçtiklerini ve işçilerin ücretlerinin tamamının artık banka hesaplarına yatırılacağını söylemişti. Bugün gelinen noktada o dönem geri adım atmak zorunda kalan Eruslu Fabrikası bugün işten çıkarmalarla işçileri baskılayarak 7'li sistem ve 12 saat çalışma meselesini kabul ettirme gayesine girmiştir."
'Şireci Tekstil’de 200 İşçi İşten Çıkarıldı'
Geçtiğimiz Ağustos ayında iki bin işçinin yaptığı greve gittiği Şireci Tekstil’de ise 200’den fazla işçi işten çıkarıldığını belirten Çiloğlan, "Şireci’de işçilere, işten çıkarmaların gerekçesi olarak, 'fabrikanın dokuzuncu bölümünün kapatılması' söyleniyor. Bazı işçilere ise bölüm değişikliği yapması dayatılıyor. Kabul etmeyen işçiler ise işten çıkarılıyor. Şireci direnişi Türkiye işçi sınıfının son yıllarda akıllarda kalan en önemli direnişlerinden biridir. Geçtiğimiz Ağustos ayında fabrikada yaşanan direnişin etkisi olduğunu ve bunun tekrarlanmaması için patronun böyle bir yöntem uyguladığı apaçık ortadadır" diye konuştu.
Akınal Sentetik fabrikasında işçilerin kendi aralarında Whatsapp grubu kurması gerekçe gösterilerek 10’dan fazla işçi tazminatsız işten çıkarıldığını anlatan Çiloğlan şunları anlattı:
"Noter aracılığıyla bir işçiye ulaşan ihtarnamede ise ‘‘İşverenliğimize ulaşan ihbar ile WhatsApp uygulaması üzerinden kurulmuş bir grup aracılığıyla iş yerindeki çalışan ücretleri ve henüz gündem olmayan ücret artışları ile ilgili olarak ‘İşletmelerde yavaşlama politikası yapalım’ gibi telkinlerde bulunduğunuz öğrenilmiştir.’’ ifadesi yer alıyor. Mezbaha adıyla memlekete ün salmış olan bu fabrikada onlarca işçi uzuvlarını kaybetmiştir. İşçilerin işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınsın taleplerine kulak kapatan Akınal Sentetik fabrikası işçilerin kendi aralarında zam tartışması yapmasını dahi işten çıkarma gerekçesi yapabilmektedir."
'Merinos’ta 200’den Fazla İşçi Çıkarıldı'
Asgari ücret zammının ardından işten atmaların artmasının tesadüf olmadığını vurgulayan Çiloğlan, "Yine Forbes'un 2023 Milyarderler Listesi’nde 5,3 milyar dolarlık servetiyle Türkiye’nin en zengin ismi olarak anılan Erdemoğlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Erdemoğlu’nun fabrikası Merinos’ta 200’den fazla işçi işten çıkarıldı ve işten çıkarmalar devam ediyor" dedi.
Tümüyle nobran bir yıkıcılık ekseninde, o didaktik söylem yığınlarının arasında hayatın un ufak olunmasına devam olunur. Şubat 2023 depreminin vurduğu illerden birisi olan Antep’ten çıkagelen bu işçi kıyımı haberlerinin kıyısında varılmak istenen yerin hali de pür meali de karşımıza çıkartılır. Baskılama ve dayatmaların sofrasında asgari ücretin de hiç edildiği, çoğu zaman yetersiz kıldığı bir hayata alışın buyrulur. Büyük cümlelerin pek anlamlı vecizlerin yerinde yeller eserken, buz gibi sermayenin köleliğine, eline kan oturan para tüccarlarının her türlü isteğine boyun eğdirme bir Türkiye gerçekliği olarak kendisine yer edinir bu sahnede. Antep özelinden, Türkiye genelindeki tek maaş ile hayatını idame ettirenlerin başlarına getirilecek şeylerin de sonucu yine yeniden yıkımın ta kendisi olur. Müşterek bir savunma hali içerisinde o boş tencere / delik cepken örgütlenip, hak arama mücadelesini şu sahnenin dört bir yanında gerçek kılamadığı için her an herkesin topun ağzına terk edilebilmesi bir hakikate dönüştürülür. Bütün o öğreten, yol gösteren, arka topladığı iddiasındaki, kimselere ezdirilmediği söylenen halkın başına çorapların örüleceği güncelliğin her neresindeyiz, artık iyi kötü biliyorsunuzdur. Değil mi! Ezber edilmiş olan cümlelerin, beylik lafların kıyısında nobran / yıkıcı bir hayat imgesini yaşamaya devam ediyor ülke. Erkanı muktedir ve payandası olagelenlerin savunduğu / yönlendirdiği her gün üzerinden atlayıp da geçip gittiği normalin bizatihi yıkılması halidir. Derdest edilmiş olagelen, umudu elinden çalınmış, ümidi yerle bir edilip durulan hayatların birlikte bir itirazı var edilmedikçe daha uzunca bir süre o iktidarın var edeceği kırımlarla / sınamalarla hayatın çevreleneceği kesindir. Bugünlerde payımıza düşen, yarınların bakiyesinden çalınıp, yıkılıp, ezilip de har vurup harman savrulan şey o hayat imidir, biricikliğidir. Sabit fikir, ezber edilmiş ezdirmeyeceğiz, yedirmeyeceğiz halleri arasından sızıp gelen uçurumun kıyısına taşınan insanlık nasıl fark edilecektir misal. Bunca masal aksettirilip dururken, olmakta olanın yıkıcılığında bir gelecek tahayyülünün yerinde yeller estirilirken, bir şimdi bırakılmazken yol nereyedir sahiden?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Getty Images – BBC Türkçe Servisi
0 notes
seslimeram · 6 months
Text
Yarınsız Bir Ülkede Direniş...
Tumblr media
Huzursuzluğu daim, keskin bir yıkımın sofrasında güvencesiz, yarınsız bir hayatı tecrübe ediyor işte sıradan insan. Tahakkümü denetim, gözetim ve terör ile bütünleştirerek her güne içkin bir halde var eden cerahatli bir devlet aklının dünyada tek istikamet kılındığı bir zeminde tüm o hayat meseli un ufak ediliyor. Bir derde, yepyeni binlercesi eklenirken bunların vaka-i adiyeden olduğu sanrısı zikrediliyor. Sıradanlaştırılan yıkımın evreleri günbegün apayrı bir cürüm ortaklığına çıkarken bunlarla bir hayat tecrübe ettiriliyor, hayattan geriye hiçbir şey kalmamacasına bir cürüm tahayyülüyle birlikte. Oysa hayat korunaksız, muhafazasını zayi etmiş bir halde her dem sınavlardan mülhem bir kötülüğün esiri kılınıyor. Cerahatin ta kendisi nüksettikçe yıkımın derinliğine alıştıkça, yıkım kanıksandıkça, kötülüğün tüm o sınırlarının fütursuzca yenilenmesi var edilir. Bir biçimde hızır elimizden çalınıyor. Bir biçimde hak kavramı zayi ediliyor. Binbir türlü hamleyle birlikte demokrasi pratikleri, o binbir türlü badireyle var edilen çoğaltılan / müşterek itiraz hakkının köküne kibrit suyu dökülüyor. Biyopolitik bir cerahat toplamının üstünde yürürken gerek Türkiye, gerek iş bu dünya üstündeki insanlığı yönlendirdiği iddiasındaki söz hakkı sahibi devletler eliyle o kibrit suyu her güne her yeri kuşatıyor. Demokrasi isteminin zayi edildiği zeminde yerine ikame edilen her şey zorbalığın resmi temsilidir. Yarınsız bir hayat mefhumunun şeceresi hepimizden çalınanlarla biçimlendiriliyor. Kelimeler boşa düşürülüyor.
Güvencesiz ve yarınsız bir ülke tahayyülünün gerçekliği için en olmadık tahayyüllerin birer ikişer gerçek kılınmasına devam olunuyor haddizatında. Savaşlar bir biçimde hayat mefhumunu un ufak ederken, var edilmiş müşterek kazanım / demokrasi / barış gibi tüm ideleri yerle yeksan ederken, dışarıdaki muktedirlerin bir benzeri olagelen Türkiye’nin de şimdisi can yakıcı bir tahakküm nesnelliğini var eder. Yıkıcılığın bir ucundan tutmayı var ederken, bir yandan da güvenlik politikaları öne sürülerek içteki düşman addedilenler için hayatın dar edilmesi söz konusu edilir. Kürd Özgürlük Hareketinin, bir terör hareketinin devamlılığı olduğuna dair ezberci yaklaşımın, dağları taşları bombalamaya çabalamasının tezahürüdür misal var edilen. Bakur Kürdistan’ı illerinde olmayacak tahakküm hallerini ve dirençle saldırganlıklardan, demokratik protesto haklarının gasp edilmesine bir düzlem güvencesiz, yarınsız bir ülke var edilir. Bir buna çalışılır. Daha yepyeni ana muhalefetin o parti başkanlığı yarışındaki, Kılıçdaroğlu ve Özel’in yaptıkları konuşmalardaki, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala selamlarından dahi ne kapmış bir liderin sunduğu her şey tüm o keskin yıkıcılığı imgeler.
Al birini vur ötekine deyip homurdanır baş efendi. Terörist olduğuna kendisi ve çevresinin dışında kitlesel bir karşılığı bulunmayan, dahası ne yaptı da hangi sebeple o ithamlara esir edildiği belirsiz olagelen dünün Halkların Demokratik Partisi eş genel başkanı Demirtaş’ı hedef kılar. Hakkın hukukun gasbının yanında bir de adaletin her ne şekilde hiç edildiğini de örnekler kendileri. Keza Osman Kavala gibi, bu ülkenin zorbalık dolu mazisinden kurtarılması gerekli olan kültürel mirasa, ortak geçmişin sahiden esaslı bir biçimde hatırlanması gereken yüzeylerinden kesitleri ihtiva eden Anadolu Kültür’ü var etmiş bir temsil “kimsesiz” bir başkaldırı olan Gezi’nin finansörü ilan edilip mahpus edilir, hem de ömür boyu. Onu da diline dolamaktan, kendisine biat etmemiş bir temsilin var ettiği iki gıdım sevinci, neşeyi, gerçekten elzem olagelen sorgu / suallerle geçmişin izini korumasını kabullenmeyip tutsaklığını da yetersiz görüp bir de terörist ithamına başvurur baş efendi. 669 HEDEP'li (HDP / DBP) hakkında ifade verip tutuklanmalarına neden olan Ümit Akbıyık: "TEM polisleriyle uzun süredir ilişkideydim ve devletin polislerine çalıştım" der misal. Bütünüyle temcit pilavı gibi ısıtılıp paylaşılan terör ve ol teröristler mefhumunun bina edilmesindeki alelacele hal, dur durak bilmeden var edilmiş nefret / ötekileştirme içerisinde bir kere daha hayatın talanı var edilir. Yarınsız kılınmış bir hayat tecrübe ettirilerek, aman ha sakın bir şeylere itiraz etmeyin ete / kemiğe büründürülür. Suç mahalli, suçlu, kötülüğü ele alan akıl / var ettiği şeyler ortadayken tüm o insan hakları karnelerindeki ezici sonunculuklar, bitimsiz diplerde dolaşan ülkenin kısa, keskin hakikati de var edilir. Bu hallerin ortasında bir demokrasi söz konusu edilebilir mi sahiden?
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “HEDEP Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Barış mücadelesini sınırları aşa aşa örgütleyeceğiz” mesajı verdi. Bir diğer Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan ise, "Kürt sorunu çözülmeden hiçbir sorun çözülemez" dedi.
Demokratik Bölgeler Partisi'nin (DBP) Amed'te düzenlenen konferansında Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HDEDP) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Kürtçe ve Arapça katılımcıları selamladı. “Merhaba 4 parça Kürdistan'da özgürlük mücadelesini yürüten ve bütün Ortadoğu'ya halkların nasıl özgürleşebileceğini gösteren akıl" diyerek konuşmasına başlayan Hatimoğulları, DBP’nin hem pratik hem de ideolojik varlığıyla HEDEP’e büyük katkı sunduğunu dile getirdi.
Barış Vurgusu
Hatimoğulları, "Barış için, özgürlükler için, kardeşlik için, bin bir bedel ödeyerek mücadelesini yürüten değerli Kürt halkı merhaba. Bu konferans gerçekleşirken Türkiye’de işçilerin, emekçilerin ve yoksulların daha da yoksullaştığı bir dönemden geçiyoruz. Bu konferansı gerçekleştirken Rojava ve Gazze üzerine bombalar yapıyor. Ortadoğu'nun iki kanayan yarası var; Filistin ve Kürdistan. Bu iki sorun çözülmeden Ortadoğu barış yüzü görmeyecek. Bu iki sorunu çözebilecek olan bölgedeki Ortadoğu'nun halklarıdır, bizleriz. Sizlersiniz. Barış mücadelesini sınırları aşa aşa örgütleyeceğiz. Tarih boyunca gün yüzü görmeyen bu coğrafyanın halkları eşit bir zeminde onurlu bir barışı çoktan hak etti. Bunun için çok daha büyük bir cesaret ve inançla akıllarımızı fikirlerimiz birleştirerek, daha büyük bir örgütlenme, tam da barış deme zamanı. Biz barış demekten asla vazgeçmeyeceğiz. Barış diyeceğiz. Barış diyeceğiz" şeklinde konuştu.
Bakırhan: DBP’nin Tarihi Bir Rolü Var
Kürtçe konuşan HEDEP Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ise, şunları söyledi: "Umarım, kongremiz, barış, kardeşlik ve birliğe vesile olur. DBP bizim direnişimiz geleneğimizin köküdür. DBP fikriyatında birçok şehidin emeği vardır. Biz özgürlük mücadelesinde yaşamını yitirenlere büyük bir borcumuz var. Onların emeğine layık olmamız gerekiyor. Bugün herkes bunu kabul etmelidir. Bizim Kurdistanı mücadelemiz büyümeden bizde büyüyemeyiz. DBP ne kadar güçlü olursa HEDEP’de o kadar güçlü olur. Halkın öncülüğü için DBP’nin tarihi bir rolü vardır. Hepimizin amacı DBP’yi büyütmektir.
Bugün Ortadoğu’da ağır bir savaş sürüyor. 100 yıldır süren savaşın ve kaosun sebebi sistemin kendisidir. Kürt halkı 100 yıldır, asimilasyon politikaları ve faşizme karşı direniyor. Varlık ve yokluk mücadelesi veriyor. Ulus devletler çözüm olamaz. Çözüm demokratik ve birlikte bir yaşamdır. Ortadoğu’da Kürt sorunu çözülmeden hiçbir sorun çözülmez. Kürtler özgürleşmeden kimse özgürleşmez. Kürtler üzerinde baskı ve zulüm devam ettikçe hiçbir devlet huzur bulmaz. Çözüm demokratik konfederalizmdir. Sayın Öcalan üzerindeki kalkmadan, toplumun üzerindeki karanlık ve tecritte kalkmaz. Kürtlerin dostları ve yol arkadaşları bunu iyi bilmelidir. Sayın Öcalan üzerindeki tecridi kaldırmalıyız. Sadece tecridi kaldırmak yetmez sayın Öcalan’ı özgürleştirmeliyiz.
En büyük ihtiyacımız ulusal birliktir. Kürt halkı her yerde saldırı altındadır, saldırılar varlığımıza yöneliktir. Kürt güçleri toplanmalı ve Kürt halkının varlığına yönelik saldırılara karşı biraraya gelmelidir. Bunun içinde ideolojik mücadelemizi güçlendirmemiz gerekir. Bunun içinde DBP’nin rolü önemlidir. İmha ve asimilasyona karşı paradigmamızı sonuna kadar savunacağız. Kürt halkı statüsünü kazanana kadar mücadelemizi büyüteceğiz. Faşizmin gerilemesi için demokratik ittifakımızı güçlendireceğiz. Bugün kadın hareketi dünyada kadınların sesini yükseltiyor. Kürt kadınları, 'jin, jiyan, azadî' felsefesini dünyaya yayıyor. Kadın arkadaşlarımızı kutluyorum, iyiki varsınız, her zaman var olun.”
Bir asırdır yerinde saymaktan bir beis görmeyen ülkenin gerçekliğinde Kürd Özgürlük Hareketi var edilmiş olan yok saymalara karşı itirazını kuvvetlendirir. Bir biçimde onca zamandır yok sayılmanın ötesinde, izi kalmasın diye çabalanan bir kimliğin hakkaniyeti, hakkını arayabilme idesinin neden mühim bir mesele olduğu tekrar tekrar yinelenir. Pek çok siyasetçinin tutsak, parti emekçisinin rehin, sempatizanın göz hapsinde tutulduğu bir odağın kendini yenileyerek duraksamadan sözünü hakikatten yana açabilmesinin meselidir belki herkesi de kurtarmaya yeterli gelecek olan. Huzursuzluğu daim, keskin bir yıkımın sofrasında güvencesiz, yarınsız bir hayatı tecrübe ediyor sıradan insan. Bütünüyle bu tahayyüller, birbiri ardına çıkagelen itirazlarla belirli bir direnç odağından yaşamı henüz savunulabilir bir mesel olduğu hatırlatılmaya çalışılıyor. Henüz cumhuriyetinin ol yüzüncü yılının ilk haftasını geride bırakan bir menzildeki olmakta olan cerahat pratiğine karşı insani olan mücadele hattının elzem hali bir kere daha ortaya çıkar. Cürmün, kötücül bet ve feci olanın kıyısında yol / yön aradığını, açtığını iddia eden muktedir karşısında hiç değilse bu bahis önemlidir. Adalet, eşitlik, hürriyet, yaşamsal olanın tesisi, ekonomik ve illa ki sosyal haklardaki yıkıcılık / yok edicilik karşısında mutlak biatten ise sorgulamaya, itiraz etmeye ne zaman başlayacaktır bu ülke meseledir. Meselemizdir.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: İllüstrasyon – Dave PLUNKERT via The Dallas Morning News
0 notes
seslimeram · 8 months
Text
Ucu Ucuna Hayat
Tumblr media
Her şey ucu ucuna yetişiyor. Hayatta var olmak ucu ucuna. Düzene tabi olmadan, erkanı muktedirin boyunduruğu altına düşmeden hayatta kalabilmek ucu ucuna. Sözün kıymeti harbiyesinin delik deşik olunduğu bir menzilde sözde yol ve rotalar belirleyebilmek hala ucu ucuna. Demokrasi, eşitlik, adalet pratiklerinin boşa düşürüldüğü bir zeminde sukutu terk edip hak aramak ucu ucuna, o da gücünüz / gücümüz yettiği kadarıyla. Derdiniz ya da dert bildiğinizi paylaşmak ucu ucuna, tıpkı bir yerden bir yere yetişme telaşının en çok da işe yetişirken ucu ucuna olduğu gibi bir tahayyül pratiğe dönüştürülür. Her şey hemen, hemen her şey böyle bir girift kapkaranlık fasit döngüye rehin olunandır. Yaşamda yerini muhafaza edebilmekten, sözüne sahip çıkmaya çabaya her şey ucu ucuna denk getirilir de o keskin / yapış yapış ayrımcılık bir yerlerde sökün etmeye devam eder. Bütünüyle bir yer bir yurt imgesinin çürütülmesi bu raddede söz konusu edilir. Kimin yarasının önemli kim ya da kimlerin önemsiz olduğuna dair bir yanılsama süreğen kılınır. Bunlar ucu ucuna var edilmez, hep vardır, her gün yeniden imal edilir. Evde, işte, sokakta, şok doktrinlerinin ol tam ortasında hemen her fırsatta bir yıkım güncellenir. Duraksamak nedir bilmeyen, bariz ve belirgin bir istikamette her gün bu tahayyüle içkin kılınır. Her gün, an, beklentilenin o ötesinde bir süreklilikle ucu ucuna.
Aralıksız kılınmış bir girdap hali içerisinde emek sömürüsü güncellenir. Sömürüyü alenen var eden sermayenin, eline kan oturmuş, servet dışında da hayatta hiçbir telaşeleri, endişe halleri kalmamış zavallı insanımsılar elinde cürümler var edilir. Ne sağlık hakkı meseledir ne hayatta onca yıldır kesilmiş, biçilmiş olan vergilerle olası bir emekliliğin yolu açılır. Bir biçimde sıra neferi olunduğu, ailenin bir üyesi olarak tanımlanmak güncellenirken bir yandan da kapısını süpüren kadar değer vermemenin acı tecrübeleri var edilir. Ucu ucuna kılınmış hayatta her şeye yetişmesi beklenir çalışanın. Ne derdi, ne tasası mühimdir. Tatili rüyasında görmesi beklenirken, hak gasplarına sesi çıkmasın istenir. Günbegün aralıksız bir halde bu satırların yazarının da başına getirilen gündelik baskılama / tehdit / aşağılama ve ötesinde insani hiçbir koşulu var ettirmeyen bir ücrete talim ettirme seçeneğinin aleni kılındığı bir zeminde ucu ucuna olan da görünür kılınır. Siz kimsinizdir ki emekli olmaya ya da geçinemediğiniz ücretinize birazcık iyileştirme talebiniz olsun. Otuz koca yıldır var olan bir emekçilik geçmişine nazaran, büyüklük, efelenme, sen bilemezsin ile geçiştirilen talepler arasında yaşamın doğrudan şekli şemaili, şaftı kaydırılandır. Doğrunun göreceliği alt üst edilirken, bir gıdım yaşama tahayyülüne dahi itirazlar ardılı sıra getirilir. Susmak, sadece susmak değil teslim olmak tek beklentidir. Bunca açık bir devinim, tehdit döngüsü ve hiç kesintisiz baskılama arasında işte o ucu ucuna kalakalmış yaşama eylemi var edilir. Sadece bize değil her yerde, her şekilde. İyi de hayat böyle bir mesele midir, sahiden de?
Bianet’ten aktaralım: “Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) ‘geçim şartlarını’ ortaya koymak için her ay düzenli olarak yaptığı ‘Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması’nın Ağustos sonuçlarını yayımladı.
Araştırmaya göre;
*Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 12 bin 198 TL’ye,
*Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 39 bin 733 TL’ye,
*Bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ de aylık 15 bin 813 TL’ye yükseldi.
TÜRK-İŞ, Ocak’ta açlık sınırını 8 bin 864, yoksulluk sınırını 28 bin 874, bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyetini’ ise 11 bin 556 TL olarak ölçmüştü. Ocak'tan bu yana açlık sınırı 3 bin 334, yoksulluk sınırı da 10 bin 859 TL arttı.
Temmuz’da ise açlık sınırını 11 bin 658, yoksulluk sınırını 37 bin 974, bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyetini’ de 15 bin 123 TL olarak vermişti.
"Daha zor bir yaşam mücadelesi"
Araştırmada ekonomik göstergelere de değinen TÜRK-İŞ, şu yorumu yaptı:
"Hayat pahalılığı, yüksek enflasyon altında satın alma gücü gerileyen ücretler, geçim sıkıntısı, özellikle gıda fiyatlarındaki sürekli gerçekleşen sert yükselişler insanların daha da zor bir yaşam sürmesine neden oluyor. Artan vergiler, akaryakıt fiyatları, kiralar vs. haneleri fedakârlık yapmaya zorluyor.
"Türkiye ekonomisinde makro görünümdeki bozulma ile enflasyonun yarattığı olağanüstü talep artışı, büyümenin küçülmeye dönüşmesini ve işsizliğin artmasını engelliyor. Ancak kamu tasarrufu olmadan talebi düşürebilmek ve makroekonomik koşulları en azından Eylül 2021 öncesi seviyeye getirmek mümkün gözükmüyor.
"Resmi açıklamalara göre önümüzdeki süreçte enflasyonun artma eğiliminde olduğu ve ancak 2024 ortasından itibaren düşüşe geçeceği belirtilirken, geçtiğimiz aylarda baz etkisi ile gerileyen yıllık enflasyonun yönünü tekrar yukarıya çevirme eğiliminde olduğu gözlemleniyor. Faiz artırımları gibi parasal sıkılaştırıcı düzenlemelerle talep kaynaklı enflasyon bir miktar hız kesebilecek olsa da birikmiş maliyetler ve beklentilerdeki bozulma bunun en önemli nedenleri arasında. TÜİK verilerindeki görece yüksek çekirdek enflasyondan da bu durum izlenebiliyor."
Her şey ucu ucuna yetişiyor. Laf değil, kuru kalabalık bir mesele değil, doğrudan asgariyi müşterek bir yaşam idesinin köküne dikilmiş olanın her nasıl bir cendereden / kapandan ibaret kılındığını gösteriyor açlık ve yoksulluk sınırı araştırması. Her ay, mütemadiyen bir tırpan halini alan, ele avuca geçen üç kuruşu da tastamam un ufak eden bir enflasyon hali, zam tufanı, iktidarın allem edelim kallem edelim bu badireleri de bir mizansen / kurgunun ta kendisi sayalım yollu izahatı arasında cürümlere rehin edilmiş halk görünür kılınır. Bir biçimde oyun / simülasyon / kurgu addedilen yoksulluk da mihraklara bağlandığından bu yana, operasyon çekmelere karnımız tok diye duran muktedir eliyle bizatihi sıradan insanın hayatı dümdüz altüst olunur. Böyle bir halde, bu kadar afaki bir biçimlendirme ile birlikte bir yarın tahayyülüne de yer bıraktırılmaz. Yoksulluk ve açlık sınırı bir paydaş olarak takdim edilir. Yüzüncü yılındaki bir cumhuriyet olgusunun var edebildiği yegane şey bu katran karanlığı haldir. İyi midir?
Cumhuriyet Gazetesinden aktaralım: “Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Koyunağılı köyünde bulunan, SSS Yıldızlar Holding’e bağlı Doruk Madencilik’e ait Yunus Emre Termik Santrali olarak faaliyet gösteren kömür maden ocağında çalışan işçiler haklarını alamadıkları için önce 5 gün oturma eylem gerçekleştirdi.
Taleplerine karşılık bulamayan işçiler, ekmek parasını kazandıkları madene bu sefer eylem için girdi. Maaşlarını alamadıkları ve sosyal haklarına şirket tarafından el konulduğunu belirten işçilerin açlık grevi 48’i saati geçti. Şu zamana kadar ise 165 işçiden 2’si rahatsızlanarak dışarı çıkartıldı.
“Yeraltında 163 Arkadaşımız 48 Saattir Aç Ve Susuz”
Türkiye Maden İşçileri Sendikası Orta Anadolu Şubesi Şube Sekreteri Selim Arslan, yaşadıkları sıkıntıların giderilmediği için bu şekilde bir eyleme başladıklarını söyledi. Arkadaşlarının yer altında 48 saati geride bıraktıklarını ifade eden Arslan, yaşanan süreci ve taleplerini şu şekilde dile getirdi:
“12 Aralık 2022 tarihinde burası TMSF’den Yıldızlar Es Holding'e devredildi. Yaklaşık 9 ay oldu. 250 kişiyi süresiz izne ayırdılar. Bu izne ayrılan arkadaşlardan 240’ı başka sektörlere gittiler. Giden arkadaşların tazminatlarını bize en geç 3-4 ayda ödeme vaadinde bulundular. Ama yaklaşık 9 ay geçmesine rağmen hiçbirine ödeme yapılmadı. Akabinde çalışma sürerken çalışan arkadaşlarımızdan kesilen paralar hesaplarına aktarılmadı. İcra kesintileri hesaplarına aktarılmadı. Temmuz ayı itibariyle 165 kişi habersiz bir şekilde yer altında çalışırken yer üstüne çıkartıldı. Normalde kendilerine tebliğ edilmeleri lazımdı. Bunların hiçbiri olmadı. Bu da bardağı taşıran son damla oldu. Pazartesi günü eylemi başlattık. Oturma eylemiydi. Ne devletin, ne şirketin malına zarar vermeden, şirkette işleri aksatmadan vardiyası gelen arkadaşlarımız işlerinde çalıştı. Vardiya çıkışında oturma eylemine geçtiler. Dört günde biz sonuç alamadık. Arkadaşlar daha sonra yeraltında 'oturma ve açlık grevi yapıyoruz' dediler. Bu karar Perşembe günü saat 16’da alındı ve yer altına indiler. Eylem 48 saate yaklaştı. İki kişi rahatsızlandı, onları hastaneye gönderdik. 112’yi aradığımız zaman ambulanslar geliyor, rahatsızlananları hastaneye götürüyorlar. Yeraltı eylemi başladığında müdürler geldiler. Birkaç teklifte bulundular. Şu ana kadar vaatler yerine gelmediği için arkadaşlarımız onlara inanmıyor. Paramızı istiyoruz dediler. Yeraltında şu anda 163 kişi var. 48 saattir aç ve susuzlar.”
“Yer Üstü Sigortası Yaparak Maaş Ödemek İstediler”
Madende 48 saattir açlık grevinde bulunan Sinan Koçak isimli işçi ise yaşadıkları sorunu yerin altında kayda aldı. Yaşadıkları sorunları ve taleplerini madende çektiği video ile anlatan Koçak, diğer arkadaşları adına da şöyle konuştu:
“TMSF’den SSS Yıldızlar Holdinge bağlı Doruk Madenciliğe devrolmuş bulunan madencilik çalışanlarıyız. Bizler şirketimizden devr olduktan sonra 250 kişi ücretsiz izne çıkarılmaya zorlandık. Geriye kalan arkadaşlarımız ise maaşlarını düzensiz ve zamanında alamadılar. Bu süreçte bu ücretsiz izin sürecine dayanamayıp işten ayrılan arkadaşlarımıza da vaat edilen kıdem tazminatları ödenmedi. O gündem bugüne kadar bizler bu şartlara katlandık. 7’inci ve 8’inci ayın maaşları bize bildirim yapılmaksızın yer üstü sigortası ve yer üstü maaşı olarak yatırılmış durumdadır. Bu noktada bizler sendikamız öncülüğünde yönetime başvurduk, sendikamız birçok görüşmeler yaptı fakat olumlu neticeler alınmamıştır. Pazartesi günden itibaren işimizi aksatmadan vardiyalarımıza gelerek vardiya sonlarında evlerimize gitmek yerine oturma eylemi yaprak hak aramak başladık. Bundan da bir netice alamadığımız için sendikamız öncülüğünde yer altında eylem kararı alınmıştır. Bu karara uyarak bizler de haklarımızı alabilmek için sonuna kadar bu eylemi devam ettirmeyi düşünüyoruz.” Çekilen videoda diğer işçiler de yaşanan sıkıntı ve taleplerde bulunarak yetkililere seslendi.”
Her şey ucu ucuna yetişiyor. Hayatta var olmak ucu ucuna. Eskişehir’de Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonundan, Doruk Madenciliğe devredilmiş olan maden sahasındaki sesleniş aynı zamanda müştereken bir yurtta emeğin nasıl bilinçle sömürüldüğünü de göstere geliyor. Patronajın eline geçtikten sonra kamusal bir sahanın cendere kılınması, kapana benzetilmesinin yolu ve rotası belirgin kılınır. İnsani yaşama gailesi ve tahayyülü hiç addedilir. Verili haklar ya eksiltilir ya da ismi dahi anılmaz. Sözleşmeler, hükümlülük halleri geçersiz konulur. Uyarılar, imdat çığlıkları “vardiya” öne sürülüp devamlı unutturulur. Hal böyleyken yüz altmış beş insan için direnişten gayrı bir yol kalmaz. Hak mücadelesinin, emeğin karşılığının mütemadiyen yok sayıldığı, ezildiği bir zeminde onun temini / tadili için mücadeleyi var ederler. Durum yukarıda okuduğunuz gibidir, açlık ile sınanırken yer üstünde, yeraltında da ümit var olabilmek için aç kalınmaya devam edilir. Hayatı bir badireler sarmalı, yaşamdan alıkoyan bir kısır döngüye dönüştürmüş, ne çoluk çocuk sahibi, evli barklıya, ne kendi halinde yaşayan, sıradan ötekisine ya da gencine ol nihayet bekarına hiçbir yaşamsal ümidi vermeyen / bırakmayan düzen sömürüsüne karşı direniş devam edendir. Görünen her şey ulu orta ucu ucuna yetiştirilmeye, yetişilmeye çabalanan hayatta var olma mücadelesinin de bir yüzüdür. Fark ediyor musunuz?
Her şey ucu ucuna yetişiyor. İmdat seslenişleri, avazlar, çıplak hakikati anlatmaya devam ederken kimseler ayırtına varmasın diye gümbürtüde yaşam kuşatılıyor. Her şekilde tam teşekküllü bir yoksunlaştırma tek gaile / istikamet kılınıyor. Ele geçen ile bir hayat idamesi mümkün değilken, yaşarsınız, tasarruf da edersiniz bahisleri birbiri peşi sıra zikrediliyor. Çarşının, pazarın ateş kılındığı, dokunduğunuz her şeyin pahasının uçtuğu bir zeminde, içeriklerin bozulduğu, yenilenin gıdadan çok endüstriyel atıkların birleşimi, bir kompost halini aldığı, bunun da önünün alınması bir yana gizli / örtük desteklendiği bir zeminde yoksullaştıkça, her şeyden mahrum kalmak söz konusu ediliyor. Önce açlık sonra yitirilen sağlık. Ucu ucuna yetişilen bir hayatta var olma hakkı, cumhurun elinden öyle ya da böyle alınmaya devam olunuyor aralıksız. Binbir badirenin ortasında cambazlık etmeden yaşamda kalabilmenin hiç mümkün kılınmadığı zeminde masallar anlatılırken, kıyıda köşede berhava edilen umudun külleri dağıtılmaya devam olunuyor. Hiçbir biçimde yaşamsal idesini tam sağlayamayan, dahası günü de geleceği de karanlık, yıkıcı ve öğütücü bir cendere / sarmal kılan bir ülkenin hali nice olur? Bütünüyle gemi battı batıyorken, anlatılan kahramanlıklar, şanlı destanlar, kutlu zaferler, biraz daha sıkın dişinizi halleri arasında bir gelecek söz konusu edilebilir mi? Bu ucu ucuna yetişilen ya da öyle sanılan gümbürtüde hayat ne olacaktır, sahiden hayat! Bütünüyle bozguna çıkartılırken yaşam hakkı, geleceğin karanlığı da mı bir şey anlatmamaktadır, sahiden!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Image Credit: Euronews
1 note · View note
seslimeram · 1 year
Text
Yengilerin Meramı
Tumblr media
Laf olsun diye değil doğrudan imal olunan her edimle, var edilen her eylemle yengiler döngüsü pazarlanıyor. Janjanlı ambalajıyla büyük ülke nidaları yükseltilirken var edilen her hamleyle, her boşlukta bu fasit döngü tüm bu yengiler sofrası bina edilmekte, anbean. Bütünleşik ve doğrudan güncellenen her edim sıradan insanların bütün o yengilerden tam ve eksiksiz mülhem kısır döngüsünde ezilmesini, sınırlandırılmasını ve sesini kendine dahi duyurmamasını bütünleştirir. Hayatın böyle afaki bir halde her gün doğrudan cürüm hemhal bir isteme rehin, her gün apayrı sınama hallerinde yenilgilerin var edildiği bir kara kapkaranlık halle bütünleştirilmesi meseldir. Bugünün şartlarında oluşturulan her ezberci, pragmatist hamle, madun siyasetin alttan alta var ettiği hücum atak nefret, şiddet, kötülük, ayrımcılık halleriyle bu yengiler coğrafyası birer ikişer sabitimiz kılınır. Kurulmuş olan o yeni düzenin, yirmi bir yılda muktedirin peyderpey var ettiği, bina olduğu şeyin bütün bu yengiler döngüsü halinden mülhem olduğu yaşadıklarımızla sabittir. Olumlanabilir olanın tefe konulduğu, insani normatifin yerle yeksan kılındığı bir zeminde her şey o biçimsiz hal ve istemle içkin kılınandır. Yaşama eylemi derdest edilendir. Her şekilde hayat anlamı ve eylemi tamamen şansa, rastlantısal bir meseledir artık.
Yengiler ile var edilmiş olan toplam bütünüyle yaşam pratiklerinin de hiçleştirilmesini beraberinde getirir. İyi de daha nereye kadar? Hayat, yaşam, eylem ve fikriyatı her nasıl, nereye kadar sündürülüp, un ufak edilmeye çalışılacaktır? İktidar pratiğini var edegelen o temsiliyetin yengi / galibiyeti için hayat parçalanmaktadır. Basit bir yaşam eyleminin dahi bile isteye yokuşa sürüldüğü, sınandığı bir zeminde, gözetlemenin, dikizlerken hayatı bir biçimde sınırlandırmanın yolları da yönetmeleri de geliştirilir. Hayatın ezgisi çalınır. Sesi yitirilen şeyde sözün de kıymeti harbiyesi hiç edilir. Bu arada muktedir kazanımlarına bir biçimde devam ederken, sınıfların yok edilmesi, umudun tarumar edilmesi bir gerçekliğin ta kendisine dönüştürülür. Ekonomik buhranın ortasında, üç kuruş eline geçtiğinde onunla bir asgari yaşamı idame ettirebileceği zikredilen insanların elindeki avucundakini eksiksiz bir biçimde yağmalayan bir ülke gerçekliği söz konusu edilir. Avrupa ortalamasının çok üstünde bir emek / çalışma saati ile 60 saatten çok, en az haftanın altı günü hayattan çok açık bir biçimde yaşamak için çalışmanın şart kılındığı bir kölelik düzeni imal edilendir. Yengisini, sıradanın mağduriyeti, mağlubiyeti üstünden yapacağı kazanımlarla ölçen biçen bir muktedirin var edeceği her şey daha derin bir ümitsizlik, daha kalıcı bir kölelik bahsidir.
Bugün onca ehvenden bahisler açılırken, memleket sorunsuz, kılçıksız balık gibi aralıksız mütemadiyen güllük gülistanlık denilirken milyonlarca yurttaşı ilgilendiren emeklilik yasa tasarısının dahi nasıl bir kurgu / kısır döngü içinde ezilip biçilip her gün bambaşka hallere taşındığı meselinden de bu yengi döngüsünün varlığı kesintisiz kanıtlanabilir. Hiç aralıksız yıllar yılıdır, o vaat edilen üç kuruşlık geçime vesile bir emeklilik maaşı için verilen mücadele göz ardı edilerek, sündürülüp çekiştirilerek, pota bir genişletilip bir dar, en dara yerleştirilerek ama hep çıktı, çıkıyor gazlamasıyla birlikte bir kere daha hayatta var olma mücadelesi hedef kılınır. İyi de aralıksız onca yıldır kesintiler, vergilendirmeler ve dahi uzun mesailerle sadece günübirlik yaşama halini var etmeye yetecek kadarını ol emekçilerine çok gören bir düzlemin kime ne faydası olur ki? Onca laf salatası, uçuyoruz gelişiyoruz derken, daha insani yaşam endeksinde yerlerde sürünen bir ülkenin geleceğini nasıl olumlanabilir kılabiliriz ki? Her durumda, sıkış tepiş bir yoksunluğu, azaltılmış olanla yetinmeyi zaruri bir ön koşula dönüştüren muktedir elinde emeklilik değil sadece mesel, kim nasıl hayatını her ne şekilde idame ettirecektir, her şey bunca simsiyah kılınıp, elden avuçtan her şey çalınmaya devam olunurken, nasıl! Kazanımı, halkının yerle bir edilmesi, her gün umuttan biraz daha uzak kalması, büyülü masallar aksettirilirken, kuru, kupkuru ekmeğe talim ettirmenin ta kendisi bunca hakikat kılınırken sahiden daha nereye kadar, her nasıl hayatın mahvına göz yumulacaktır?
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Bütçe görüşmeleri boyunca tehditlerde bulunan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'yu protesto eden HDP'nin Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, "Halk düşmanlığınız biliniyor. Kürtler mutlaka hesap soracak" dedi.
Meclis Genel Kurulu’nda 2023 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi görüşmelerinin 5’inci turu, muhalefete tehdit, hakaret ve sözlü sataşmalarda bulunan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun protesto edilmesi damga vurdu.
Soylu, göreve geldiği 1 Ekim 2016’dan bu yana “Bir daha adı anılmayacak” dediği PKK’yi, bütçe görüşmeleri boyunca ağzından düşürmedi. Bakanlık bütçesine dair tek söz etmeyen Soylu, 27 dakika süren konuşmasında 12 kez “PKK” diyerek, hiç bir sorusuna cevap vermediği HDP ve CHP’yi hedef aldı.
Soylu Protesto Edildi
HDP Grubu, Soylu’yu suçlularla çektirdiği fotoğraflarıyla, “Soylu istifa” sloganlarıyla protesto etti. Siyasi partilerin konuşmalarının bitmesinin ardından AKP milletvekillerinin komisyon sıraları önünde set kurarak Soylu’yu koruması dikkat çekti.
Soylu Şov Yapıyor
Soylu’nun tehdit ve hakaretlerine karşı söz alan HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, her bütçe görüşmesinde benzer manzarayla karşı karşıya kaldıklarını söyledi. Soylu’nun, kendisi ve bakanlığı hakkındaki iddiaların konuşulmaması için şov yaptığını dile getiren Oluç, “Çünkü o kadar büyük hukuksuzlukların, demokrasisizliğin, adaletsizliğin yaratıcısı, uygulayıcısı, devam ettirici bir pozisyondaki, başka türlü davranamaz. Derler ya kaplanın sırtına binmek kolaydır ama inmek kolay değildir. İşte kaplanın sırtına, buradaki kaplan hukuksuzluk, demokrasisizlik ve adaletsizlik kaplanıdır. Onun sırtına bindi, inemiyorsunuz kolay kolay. Şundan emin olun, Türkiye’de adaletin yeniden konuşulabildiği, tartışılabildiği, işlediği bir ortam, gerçekten bağımsız ve tarafsız bir yargının işlediği bir ortamda bu yaptıklarınız teker teker masaya yatırılacak. Bundan hiç birimizin şüphesi yok” dedi.
‘Halk Düşmanlığınız İlk Değil’
Oluç, şöyle devam etti: “Kürt halkı sizin düşmanlığınızı, halk düşmanlığınızı ilk defa görmüyor. Biraz tarih bilincinden yoksun olduğunuz için zannediyorsunuz ki ilk defa siz yapıyorsunuz. Hayır. Şark Islahat Planı’ndan Umumi Müfettişliklere, OHAL dönemine kadar yaşanmış bütün hukuksuzluklar, adaletsizilkler, baskı ve zulüm, faili meçhuller, her türlü ama her türlü demokrasisizlik, Kürt halkının hafızasında var. Şimdi onun bir devamını Süleyman Soylu’da gördükleri için yadırganan bir durum değil. Bunların hepsi birer birer insanların hafıza kayıtlarına kazınıyor. Günü geldiğinde sandıkta bunun karşılığı ortaya çıkacak.
Son Bütçeyi Görüşüyoruz
Şundan emin olun, o halkın iradesini gasp ettiğiniz, sandık hukukunu çiğnediğiniz, kayyımlar atadığınız yerel yönetimleri er yada geç, 2024 yerel seçimlerde Kürt halkı yeniden kazanacak. O atadığınız kayyımlar politikasının sonunu mutlaka getirecek. Bunu neden şimdi söylüyorum. Son defa burada bütçe konuşuyoruz onunla, o nedenle şimdiden söyleyeyim, 2024’teki sonucu görsün.
Kürt Halkı Mutlaka Hesabını Soracak
Kürt halkı bu zulmün, bu baskının, Türkiye demokrasi güçleri bu hukuksuzluğun, bu adaletsizliğin hesabını mutlaka bu mücadeleyle, emek, özgürlük, barış, demokrasi ve adalet mücadelesiyle soracak. Bu hesap hukuk önünde sorulduğu zaman Türkiye’de demokrasi adına sorulmuş olacak. Bunu mutlaka yapacağız. Biz söylediğimiz sözü her zaman yerine getireceğiz. Ben hesap soracağım sormazsan namerdim diyen ama hesap sormayıp biat edenlerden değiliz. Biz hesap soracağız dediğimiz zaman, demokrasi, adalet ve hukuku sağlayacağız dediğimiz zaman bunu yapanlardanız. Yapamayacağımız şeyi söylemedik. Namert olanlar da namertliğiyle bir kenarda kalacaklar.”
Bütünüyle dünden bugüne çürümüşlüğün simgesi isimlerden birisi olagelen Soylu nam dahiliye nazırının aralıksız ve patavatsız bir dille gerek ana muhalefet, gerekse de ülkenin üçüncü büyük partisi olagelen Halkların Demokratik Partisi ve bileşeni olagelen Türkiye İşçi Partisinin vekil / vekillerini hedefe koyan gösterisi sonrasında memleketin tablosu da daha belirgin bir biçimde çıkagelir. Semra Güzel vekilin tartışmasından, Beştaş, Oruç ve Tosun’a yönelik PKK’nin çocuklarısınız bahislerine birbirinin tamamlayıcısı hakaretler, nefret temsilleriyle dibine kadar foka batmış, suçla bütünleşik bir temsilin her nasıl bakan olduğu bir kere daha dank ettirilir. Adaletin, demokrasi mefhumunun, söz hürriyeti ve en kestirmeden irade beyanının karşısında, atanmış, daha dün AKP lideri ve temsiliyetine ne kadar hakaret varsa sıralayabilen bir meşin suratlı, utanmazlık örneği zübük siyasetçisinin kurduğu cümleler o yengi meselinin her nasıl imal edildiğini de örnekler. Mafya liderinin diline pelesenk ettiği, fotoroman Soylu’nun ulaştığı merhale, bir başka vekil gazeteci Ahmet Şık’ın dediği gibi bir gün yargılanacak olmasının önünü alabilmek için bilinçle ve doğrudan Kürd halkı ile birlikte mücadele eden, milyonlarca yurttaşı hedefe koymaktan kaçınmaz, kendileri. Bütünüyle demokrasi pratiğinin her nasıl boşa düşürüldüğü, dahası salt HDP / TİP için değil dünden bugüne, şimdiden yarına bir ötekilere karşıtlık simgesi olagelen devlet aklının kendini pirüpak kılmasının yolunun her nasıl tehlikeli bir hamleler toplamından var edildiğini de bildirir, Soylu ve tüm o AKP-MHP birlikteliği. İyi de daha nereye kadar, bu kindarlık, bu kötülük, bu afaki çürüme, sahiden düşünüyor musunuz?
Heval Elçi’nin Gazete Karınca’da yayınlanan özel haberini aktaralım: “10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde İHD Eş Genel Başkanı Türkdoğan, hak ihlallerinin geldiği boyutun hiç de iyi olmadığını ve Türkiye’deki otoriter yönetimin vatandaşı hak taşıyıcısı olmaktan çıkardığını söyledi. Türkdoğan’a göre “Hakkın öznesi değil nesnesi haline geldik. Bu durum başlı başına insan onuruna aykırı bir durum.”
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, 10 Aralık 1948 günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca kabul edildi.
O tarihten bu yana her 10 Aralık’ta İnsan Hakları Günü kutlanıyor.
İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), dünyanın İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 74’üncü yılında “Verilerle 2022 Yılında Türkiye’de İnsan Hakları İhlalleri” raporunu açıkladı.
Rapora göre, yıl içinde resmi gözaltı merkezlerinde TİHV’e işkence ve diğer kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam bin 130 kişi başvurdu.
İHD’nin verilerine göre ise resmi gözaltı yerlerinde en az 980 kişi işkence ve diğer kötü muameleye maruz kaldı.
Cezaevlerinde 310 tutuklu işkence ve kötü muamele gördüğüne dair şikayette bulundu.
63 gazeteci gözaltına alındı 30 gazeteci tutuklandı
TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin raporunda yılın ilk 11 ayında, 63 gazeteci gözaltına alındı, 30 gazeteci tutuklandı.
Saldırılar sonucu 1 gazeteci yaşamını yitirdi, 15 gazeteci haber takibi sırasında kolluk kuvvetlerinin fiziksel şiddetine maruz kaldı.
1 Aralık 2022 itibariyle Türkiye’de en az 64 gazeteci/basın çalışanı cezaevinde.
Türkiye’de insan hakları ihlallerinin geldiği boyutu İHD’nin Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, Gazete Karınca’ya değerlendirdi.
‘Yargı, insan hakları savunucularından soruşturma ve davaları eksik etmemektedir’
Türkiye’deki otoriter yönetimin vatandaşı hak taşıyıcısı olmaktan çıkardığını ifade eden Türkdoğan, “Yani hakkın öznesi değil nesnesi haline geldik. Bu durum başlı başına insan onuruna aykırı bir durum” dedi.
Türkdoğan, “O nedenle bu yıl yeniden insan onurunu hatırlatıp haklarımız olduğunu bir kez daha vurgulamak istedik” diye konuştu.
Türkiye’deki insan hakları durumun hiç de iyi olmadığını dile getiren Türkdoğan, İHD ve TİHV’in ortak açıklaması olan “Verilerle 2022 Yılında Türkiye’de İnsan Hakları İhlalleri” raporuna işaret etti.
Türkdoğan, Türkiye’de uzun zamandan beri yargı yolu ile baskı politikası izlendiğini vurgulayarak şunları kaydetti:
2017 Anayasa değişikliğinden sonra Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde cumhurbaşkanının yargı ile ilgili yetkileri neredeyse kuvvetler birliğini çağrıştırmaktadır. Dolayısıyla bu dönem yargı yolu ile baskı politikası daha rahat uygulanmaktadır. Yargı kurumu insan hakları savunucuları üzerinde soruşturma ve davaları eksik etmemektedir. Adalet bir şekilde uzun zamana yayılarak sağlanmaya çalışılmaktadır.
‘Adalet iktidarda bulunanlara tesir etmemektedir’
İktidarın kanunları kullanarak sürekli olarak insan hakları örgütlerini ve özelde İHD’yi denetlediğini ifade eden Türkdoğan, “Bu denetimler sonucu oluşturduğu denetim raporlarını adliyeye intikal ettirerek hakkımızda sürekli soruşturma ve dava açılmasına sebep olmakta. Geçmiş dönem ile kıyasladığımızda bu tarz baskı politikasının yeni geliştirildiğini görmekteyiz” dedi.
Adalet talebiyle yapılan eylemlere de değinen Türkdoğan, “Adalet Nöbetleri deyince akla Emine Şenyaşar gelmektedir. Şenyaşar Ailesinin adalet nöbeti adaletin iktidarda bulunanlar ve onların yandaşlarına tesir etmediğini göstermektedir. Bu durum adalete olan güveni tamamen sarsmış durumdadır. Yeni tip başkanlık modelinde kuvvetler birliğinin varacağı nokta da burasıdır” ifadelerini kullandı.
‘Hafızalarımızda 7 Haziran – 1 Kasım dönemi canlanmaktadır’
Seçimler yaklaştıkça yaratılan gerilimin daha da artabileceğini dile getiren Türkdoğan, şunları söyledi:
Siyasi iktidar seçimi kaybetmemek için her türlü yasal altyapıyı oluşturmuş durumda. İktidar kendi tabanını konsolide etmek için yaratacağı gerilim ortamını kullanmak isteyecektir. Biz de bu konuda kaygılıyız. Hafızamızda 7 Haziran-1 Kasım 2015 dönemi canlanmaktadır.
Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi sorununu çözebilmesi için başta Kürt sorununu çözmesi gerektiğini söyleyen Türkdoğan, “Türkiye’nin en temel sorun olan Kürt sorununu çözmesi ve bu bağlamda resmi ideolojiden kurtulması gerekir. Türkiye’de farklı etnik inanç ve dil grupları kabul edilip tanındığı taktirde sorunlar daha rahat çözülebilir. Tabii ki bu süreç geçmişle yüzleşme olmadan da mümkün olmaz” dedi.”
Öztürk Türkdoğan’ın var ettiği, suna geldiği şey kelimesi kelimesine bir ülkedeki insan hakkı temellerinin her nasıl boşaltıldığı, boşa düşürüldüğü meselidir. 2022 yılının değil salt ve sadece, yirmi bir yıllık bir iktidar pratiğinin her nasıl hayatı bir cendereye mahkum kıldığının da bildirimdir var edilen. Hakkaniyet kavramını yerle bir ederken muktedir tüm korku iklimi politikalarıyla, hınçla, nefretle iktidarını sabit kılma hevesinin var ettiği eşik düşündürücüdür. Bugünün ülkesinin derdest etme hallerinin, bütünüyle a’dan z’ye kadar var ettiği hak gasplarından, cürüm hemhal hallerinden, nice yıkıma aparat kılınmasından, raporlara düşmüş devri sabık iktidar tahayyüllerinden barizdir. Dışarıya barışı savunduğunu zikrederken, içinde kırımlara yer arayan, zaman zaman var ettiği yıkımlarla o yok etme döngüsünden yengiler elde etmeye çabalayan bir muktedirin sofrasında sahi ama sahiden de kim nasıl güvendedir? Her şey, satır satır ortadayken!...
Bir yengiler döngüsü pazarlanıyor. Duraksamayan bir devletli mekanizmasının şimdisini bir de böyle bir tahakküm aparatıyla var ediyor, güncelliyor baş amir ve avenesi. Olmaya devam eden rezillikler, bütünüyle devam olunan yara verme istemi, hamleleriyle lebalep bir koca sene daha cürümlerin kılınıyor. Her cürüm, her bir takat kesen, hayatı yutan eylem ve halden kendilerine bir kazanç kapısı / rant yolu / beka okumasına girişiliyor. Her anlamda patır patır dökülen bir yerde, bütün o habis karanlıktan bir olumlama, kendileri ve süre giden bu hengame düzeni için bir çıkış devşirilmeye devam olunuyor. Bir başarı hikayesiymiş gibi yapılırken var edilmiş olanın bildik tüm manalarıyla bariz, belirgin bir yıkım tiradı olduğu gözlerden kaçırılmak istenir. Oysa yengiden çok yenilgi söz konusudur herkes için. Umursayan var mı...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Sedat SUNA – EPA / EFE v/ Euractiv
1 note · View note
seslimeram · 1 year
Text
Bir Başkadır Memleketim!
Tumblr media
Tümden, başkalaşmış, dönüşümü nihayete ermiş bir “ülke mefhumu” karşımıza çıkıyor iş bu güncellikte. Tahakkümün olur verdiği, yönetim katının buyur ettiği, bir biçimde herkes ve her yeri kapsamı altına alan cerahatin odağında yaşamın tükenişi güncelleniyor anbean her şekilde. Tümüyle, başkalaşma, değişim tahakkümün sunduğu kin ve nefrete arka çıka duran bir ülkeyi göstere geliyor. Bütünüyle, kelimesi kelimesine bir haznede cerahatin en olmadık suretleri var edilirken, yaşam ertelenmiş, yaşamak örselenmiş, yaşam pratiği hiç ama hiçbir biçimde onarılamayacak kadar derdest olunmuş bu mevzu edilmesin isteniyor. Halkın, halkın katmanlarının birbirilerine düşmanlaştırılması kesintisiz bir mesel olarak, sabitleniyor. Türk’ün, bu yurdun tek / yegane, sahiden de en çok hak edeni olduğuna dair inanç, metafor eliyle / ona dayanarak, kurucu liderden bugünkü değişimi var ettiğini iddia eden surete bir biçimde o dönüşüm meseli, topyekun yıldırı / ötekileştirme / linç ve en son eklemlenen bir cendere içinde sıfırlama / sınırlandırma ile var edilir. Tümden hayat hal ve imgesi yerle yeksan edilirken, sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranılması salık verilendir. Ne de olsa çağ atlayacak, kendi kurucu güncesinden bir asır sonra artık daha da zorbalıkla var olan bir memleket mevzu, hakikattir.
Hakikatin yitirildiği zeminde, yerine ikame ettirilen her metafor / her bahis bir kereliğine daha apaçık bir ayrımcılığı bildirir. Türk’ün aklına getirmekten imtina ettiği şeylerin başlı başına bu habis döngüden çıkageldiği yer malumunuzdur. Duraksamadan, ötekileştirilenle hesaplaşacağı, terk etmeyeceği, bayrağı düşürmeyeceği, vesaire vesaire zikredilen devlet aklına haiz kılınmış suretlerin suna geldiği her şey o mutlak / nihai yıkıcılığı beraberinde tam ve eksiksiz var eder. Bugünün ülkesinin kelimesi kelimesine ötekisine karşıtlıktan bir biçimde nefret / hiddet / linç ve yok etme diskurlarına bağlar kurmasının dikenli yolları bu hallerle var edilir. Artık yaşatmak, Türk’ün var ettiği bir lütuftur. Cerahatin yok edici, ezici, sınırlandırıcı özelliklerinin her yerde karşımıza çıkartılması bir mübalağadır. Hiçbir biçimde şaka kaldırmayacak cerahate tutunan ülke laftır. İnsan hakları vardır, demokrasi en uç odaklarda dahi var edilendir. Tümüyle kepazelikler, bütünüyle doğrulanmayacak kadar açık bir biçimde yalanlar ile o dönüştürülmüş katran karanlığından mevzu açılmasın istenir. İyi de görünen köye kılavuza hacet zaten yoktur.
Bütünüyle çorak, kötülüğün sahnesi kılınmış, her anı bir öncesinden de ağır sınavlara çıka duran, yönlendirilen bir yerde onca utancın hesabına hangi kılavuz yardımcı olabilecektir ki sahiden? Baş amir ve şürekasının, mikro faşist, ılımlı islamcı, kötülüğü ve var edilen tüm o yıkımı çıkar hesabı yüzünden sineye çeke duran, kemalist ve varyant uzantılarıyla, bütünüyle faşist, ayrımcı, nobran ve ırkçılığı bir hak olarak, hırsızlığı bir imkan olaraktan değerlendiren suretleriyle, bütünüyle başkalaşmanın tamama erdirilmesi söz konusudur. Bir hiçlikler ülkesinde, her şeyden yoksun konulan kesimlerin varlığına dair tek satır sesi, sözü var edemeyenlerin, kendi heybelerini, dünyadaki mülklerini yığınak eylemelerinin ol iç karartıcı yağma güncelliğinin maddi / manevi tezahürü vardır misal bir başka yönelimi, bir başka açılımı bütün o dönüşüme dair. Yağmur Kaya’nın Artı Gerçek’teki haberinden aktaralım: “ İstanbul Taksim'de 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde polis şiddetine maruz kalan kadınlar, Çağlayan Adliyesi'nde kendilerine şiddet uygulayan polisler hakkında suç duyurusunda bulundu.
Suç duyurusu öncesinde 25 Kasım Kadın Platformu üyeleri adliye önünde açıklama yaptı. Açıklamada, "Kadınları değil erkek şiddetini engelle" yazılı pankartın açıldığı açıklamayı platform adına Meltem Yalçın okudu.
'Devlet Tüm Gücünü Kadınları Engellemek İçin Seferber Etti'
"Valilik, Kaymakamlık, Emniyet kadınların canına kast ediyor, suç işliyor" başlıklı açıklamada şöyle denildi:
"Devlet, kadınların şiddete karşı güvenli bir şekilde buluşmasını sağlamak yerine, tüm gücünü kadınları engellemek için seferber etti. Beyoğlu Kaymakamlığı’nın 24 Kasım günü yayınladığı hukuksuz yasak kararına karşı iptal davamız sürüyor. 25 Kasım gecesi yaşananlar da kamu düzenini kimin bozduğunu, toplumsal iç barışı kimin tehdit ettiğini, kimin hak ve özgürlükler sorunu yarattığını bir kez daha açıkça gösterdi"
Taksim Tünel'e çıkmak için polis engelini aşıp toplanan ve yürüyüş başlatan tüm alanlarda, kadınların darp edilerek gözaltına alındığını ifade eden Yalçın, "Gözaltı işlemi sırasında hiçbir uyarı yapılmadı, polis en başından itibaren hakaret ve taciz içeren sözlerle, kalkan tekme ve yumruklarla şiddet uygulayarak, bayıltarak, kimimizin bacağını kırarak, kimimizi kan içinde bırakarak ve ters kelepçe yaparak bizleri gözaltına aldı" diye konuştu.
Ağır Polis Şiddeti
Eylemcilerin bilinçli olarak ölüme ve sakat bırakmaya neden olacak kadar ağır polis şiddetini uğradığını vurgulayan Yalçın, gözaltına sırasında eylemcilerin tutanak tutulmadan digital metaryellerine el konulduğunu, çıplak arama dayatıldığını söyledi. Gözaltında olan kişilerin daha pek çok ağır hak ihlaline maruz kaldığını belirten Yalçın, polis şiddetini kabul etmediklerini dile getirdi. Yalçın, eylemcilere ağır şiddet uygulayan polisler hakkında suç duyurularının ve disiplin soruşturması başvurularının devam edeceğini vurguladı.
Yalçın sözlerini, "Biz kadınlar haklarımızdan, hayatlarımızdan, mücadelemizden, özgürlüğümüzden, eşitlikten asla vazgeçmeyeceğiz. Sokaklarda görüşmek üzer" diyerek noktaladı.
Avukat Dağlı: Sanmasınlar Ki İşkence Bizi Birer Mağdura Dönüştürecek
Açıklamanın ardından 25 Kasım protestosunda gözaltına alındığı esnada şiddete maruz kalan Avukat Fulya Dağlı söz aldı. Maruz kaldığı kötü muameleyi sosyal medya hesabından geçtiğimiz gün paylaşan avukat Dağlı, açıklamada şunları dedi:
"Hasbelkader o sırada avukat idim. Ama eylemci olarak alanda bulundum. Polis şiddetinin hiç kimseyi gözetmekdiğini gördük. Herhangi bir hukuki ayrım gözetmeden orada toplanan kadınlara dağılma çağrısı yapmadan tek amacı şiddet uygulamak, bastırmak ve sindirmek olarak gözaltı yapıyor. Bunlardan birine de ben maruz kaldım ama bizim işkenceye maruz kaldığımızı yeterince konuştuk son üç gündür. Sanmasınlar ki işkence, gözaltı ve saldırılarla biz birer mağdura dönüşüp evlerimize kapanacağız. Yorganların altında depresyona gireceğiz sanmasınlar. Bizler tüm neşemiz, dayanışmamız ve kızkardeşliğimizle buradayız. Mücadeleye devam ediyor olacağız. İşkencenin en kritik yanı bize zarar veren yanı gerçekten de onur kırıcı bir muamele olması. Erkek şiddetinin de zaten bize yaptığı bu. Özgüven ve özdeğerimizi kırmaya çalışmak. Bizler yıllardır bu şiddet biçimleriyle mücadele eden kadınlar olarak bize artık işlemiyor. Çünkü biz bunun panzehirini yüzyıllar önce bulduk. Kadın dayanışmasıyla erkek devlet şiddetine direnmeye failler yargılanana kadar da mücadele etmeye devam edeceğiz."
Ters Kelepçe, Avukat Görüş Yasağı, Avukat Olmadan Alınan İfadeler
25 Kasım'da yaşanan polis şiddeti sonrasında gözaltına alınanların avukatlığını yapan Avukat Diren Göymen de eylemcilere yönelik yaşanan hukuksuzlukları anlattı. Avukatların eylemcilere yönelik polis şiddetine tanık olduğunu belirten Göymen, Fulya Dağlı gibi bazı avukatların polis şiddetine maruz kaldığını vurguladı. Avukatların gözaltı işlerini takip etmek üzere gittikleri Vatan Emniyet Müdürlüğü'nde uzun süre bekletildiğinin altını çizen Göyme gece boyunca yaşananları şu sözlerle anlattı:
"Müvekkillerimizle görüşmelerimiz engellendi. Müvekkilerimizi görmek konusunda ısrarcı olmamıza rağmen izin verilmedi. Polis amirlerinin 'süpürün' emriyle polis şiddetini maruz kaldık. Kağıthane İlçe Emniyet Müdürlüğünde de benzer durumlar yaşandı. Gözaltı listelerine avukatlar olarak ulaşamadık. Gözaltına araçlarından tuvalete götürülen müvekkiller kötü muameleye maruz kaldıklarını söylemeye çalıştıklarına tanık olduk. Müvekkillerimiz saatlerce ters kelepçeyle bekletildiler. Kadıköy İskele Polis Amirliği'nde saatlerce müvekkillerimizle görüştürülmedik. Kadıköy İskele Polis Amirliği'nde müvekkillere avukatların gelmediği bilgisi verildiğini ve ifadelerin avukat olmadan alındığını gördük. Eylem alanlarında işkenceyi, kötü muameleyi belgelemeye devam edeceğiz. Bu süreçte kötü muameleye maruz kalan bütün kadınların bize ulaşmasını talep ediyoruz."
Kadınlar açıklama sonra kadınlara kötü muamelede bulunan polisler hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunmak üzere adliye içine girdi.”
Tümden, başkalaşmış, kendi kötülüğünün sınırlarını gelişigüzel geliştiren her günün ana ögesi kılan bir menzilin hikayesinden bir kesittir 25 Kasım’daki, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü kapsamında var edilmiş olanlar. Bütünüyle beyan olunanların yanında, ol kolluk kuvvetinin yetkilerini geliştirerek, nasıl da zıvanadan çıkabildiğinin resmi sureti hal ve temsili bütünüyle başkalaşmış olan menzili göstere gelir. Halin perişanlığı bir yana ortaya serilmiş olan nefret / tahakküm etme / şiddet pratiklerinin yekunda var ettiği açmaz halleri diğer yanda, tam da mücadele edilmesi salık verilenle nasıl bütünleşilmiş olunduğu tekrardan bildirilir. Olmaz denilenlerin oldurulduğu bir zeminde her şeyin ama her bir şey / mesel, mevzunun nasıl bir kötülükle boğulmaya devam olunduğunun çabaları karşımıza çıkartılır. İşkencenin belgelenmesi bir yandan, kadına yönelik, salt kadın olunduğundan var edilmiş nefret pratikleri diğer yandan, müvekkillerle görüştürülmeyen avukatlar diğer yandan her şeyiyle, her şekilde bir nefret / çürüten bir tahayyül aralıksız güncellene gelir. Bugünün ülkesinde neden her şeyin lafta kılındığı, her nasıl biçimsiz / biçare konulmuş olduğumuz halkça artık daha belirgindir. Doğrudan var edilen kötülük, ardılı sıra nasılsa hesap verilmeyecek öz güveni ile sunula gelen her türden cerahatle birlikte hayat mefhum ve hakkı elden çalınmaktadır. Demokrasicilik pratiklerinde, laf salatasının bolluğuna rağmen olan biten, hazin bir biçimde kanıksatılmaya çalışılan şey bu kötürüm hallerdir! İyi de nereye kadar?
Bianet’te Ruken Tuncel imzalı haberi aktaralım: “Dışişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı, Birleşmiş Milletler (BM) özel raportörlerinin, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanması ve TTB Merkez Konseyi üyeleri hakkında davaname hazırlanmasıyla ilgili belge talep etmesi üzerine çalışma başlattılar.
Dışişleri Bakanlığı, 24 Kasım’da Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yazı yazdı.
Yazıda Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanmasının maddi ve hukuki gerekçeleri, iddiaların suçlarla bağlantısı, gözaltı ve tutukluluk altındaki hukuki güvenceler ile hakkında somut bilgi ve belge istendi.
Adalet Bakanlığı da 30 Kasım’da Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, Mevzuat Genel Müdürlüğü, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na aynı bilgileri talep eden bir yazı gönderdi.
Bugün (2 Aralık 2022) ise Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara 31. Asliye Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na yazı gönderdi. Yazıda Korur Fincancı hakkında açılan iddianamenin akıbeti ve kararı hakkında bilgi istedi.
Not: Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nin yetkisizlik kararı verdiği Şebnem Korur Fincancı dosyası bugün İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi ve 23 Aralık tarihine duruşma günü verildi.
BM açıklama yapmıştı
BM raportörleri, 8 Kasım’da Korur Fincancı’nın serbest bırakılması için çağrı yapmıştı.
Raportörler açıklamada “Korur Fincancı’nın tutuklanması, insan hakları savunucularının ve örgütlerinin itibarsızlaştırılması ve insan hakları ve tıp ile ilgili hayati önemdeki işlerinin sekteye uğratılması amacıyla terörle mücadele yasalarının özel bir şekilde uygulaması planının bir parçası gibi görünüyor” demişti.
Türkiye’de sivil alanın daraltıldığını, temel özgürlüklerin ve demokratik değerlerin çiğnendiğini belirten raportörler; ötekilerin haklarını savunanlara dönük yargı eliyle yürütülen tacizlere son verilmesini talep etmişti.
Ne olmuştu?
Medya Haber'e konuşan Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur-Fincancı, TSK'nın askeri operasyonlarda kimyasal silah kullandığı iddialarına ilişkin görüntüleri incelediğini belirtti: "Belli ki sinir sistemini doğrudan tutan toksik-zehirli kimyasal gazlardan biri kullanılmış durumda. Her ne kadar kullanılması yasak olsa da çatışmalarda kullanıldığını görüyoruz."
Bağımsız heyetlerin bölgede inceleme yapmasının uluslararası sözleşmeler gereği zorunlu olduğunu belirten Prof. Dr. Şebnem Korur-Fincancı, "Uluslararası sözleşmelerin uygulanması ve kimyasal silahların kullanımını yasaklayan Cenevre Sözleşmesi kapsamında böyle bir iddia ortaya çıktığında nasıl bir araştırma yapılacağı da Minnesota Protokolü'nün ilkelerinin ele alınması gerekiyor" dedi.
Korur-Fincancı bu açıklamalarının ardından iktidara yakın medya kuruluşlarınca hedef gösterildi. Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Savunma Bakanı Hulusi Akar da kimyasal silah iddialarını yalanlayan açıklamalar yaptı.
Ardından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı hakkında "Terör Örgütü Propagandası Yapmak", "Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama" suçlamalarından soruşturma başlattığını açıkladı.
Korur-Fincancı'nın soruşturma kapsamında ifade vermesi bekleniyordu. Fakat 26 Ekim'de polisin evine yaptığı baskınla gözaltına alındı ve Ankara'ya götürüldü. Şebnem Korur-Fincancı, 27 Ekim'de "örgüt propagandası" suçlamasıyla tutuklandı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, bir ay sonra hazırladığı iddianamede, Korur- Fincancı'nın "basın yoluyla örgüt propagandası" yaptığı (Terörle Mücadele Kanunu 7/2) iddiasıyla üst sınırdan 7 yıl 6 aya kadar hapis cezası talep etti.”
Yaşamın, yaşatma edim ve meselinin her nasıl örselendiğini yetkin bir biçimde sunan bir hadisedir Şebnem Korur Fincancı’nın tutsaklığı. Bir biçimde sınırın ötesinde var edilmiş olagelen cerahate, bütünüyle mimli bir devletin var edebileceği muamma olmayan tüm o kimyasal silah iddialarının araştırılmasına dair bahis açtığı için linç edilir. Mot-a-mot, hep ezber tam ezber rivayetler, yönlendirme ve tahakküm pratiklerinin esiri olagelen, maaşlı ne kadar troll varsa onlar sayesinde, sadece birkaç gün içinde bir hekim / ettiği hipokrat yeminine bağlı kaldığı için rehin edilir. Bütünüyle ezberlerle var edilmiş bir kötücül hal, bakışım etrafında, devletlinin hedef kıldığı bir insan, işaret ettiği odaktan adalet makamı, savcılık eliyle suçlu kılınmak istenir. Onca açık, o kadar yalın bir biçimde yazıla gelmiş olan insan hakları evrensel beyannamesi, uluslararası geçerliliği ve yükümlülükler ihtiva eden sözleşmelerin altında imzası bulunan bir ülkenin vardığı eşiğin korkunçluğu, hemen tüm haberde var edilmiş ve açığa düşen gözdağı hadisesinin boyutu / hızlılığı da mı hiçbir şey ifade etmemektedir? Kim neyin sahiden hesabını her ne zaman verecektir, verebilecek haldedir bu ülkede?
Tümden başkalaşmış dönüşümü tamama erdirilmiş bir ülke pratiği karşımıza çıkartılıyor bir kere daha. Dönüşümden kastın vahim olanın sularına kulaç atmak olduğu her gün, hal ya da mesel ya da vaka fark etmeksizin belirginleşiyor. Düne dair hiçbir yaranın, şimdiye, şu ana taşınmadığı bir zeminde, yarını daha da kötürüm bir halle bütünleşik kılmanın çaba ve gayreti, onca yaldızlanmış güncellikle birlikte peyderpey imal ediliyor. Baş amir olanı, biteni sıradan şeylermiş gibi aksettirirken, cerahatin ortasından kendisine bir seçim daha çıkar mı bunun yollarını arşınlıyor. Biliyor ki ne kadar despotizm, ne kadar baskıcı eylem, tahakküm ve tehdit o kadar çabuk teslimiyeti var edecek. Bir tek bu bahse güvenerekten o yirmi bir yıl nasıl var edildiyse yeniden bir kere daha finiş bayrağı göğüslenmek isteniyor. Duraksayıp, tökezleyen, hiç kesintisiz bir halde önde olduğu bir mücadeleyi gerisin geriye kaybetmenin eşiğine bir kere daha taşıyan muhalefet görünümlü, hepsi aynı geminin yolcusu eküriler masasının hali de ortadayken ne hakkın, ne hukukun var edilmediği bir acayip zemine koşulması söz konusudur yeniden! En başında en sonuna kadar hakkaniyetin ayaklar altına alındığı bir zemin söz konusu edilendir. Baştan bir kere daha yineleyelim, dönüşümü böylesine kötülükle var edilmiş bir zeminde geleceğin felaketlerine karşı hangi önlemler alınmıştır. Müştereken bir yaşam idesinin muhafazasını düşünmek için daha kaç sınav, kaç kesimin başına getirilecek cehennem azabı vardır ki, yıkım herkesçe fark edilebilsin. Bütün bu dönüşüm diye çıkılan güzergahtaki kötülük haline bir son denilebilsin, nihayet, sonunda!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Kadınlar Birlikte Güçlü v/Twitter
Tumblr media
1 note · View note
seslimeram · 1 year
Text
Hayattan Bahis Açmak Zor Mu!
Tumblr media
Gündelik yaşam günbegün içinden çıkılamaz kılınıyor. Erk, muktedir, iktidar pratiği olan hayat döngüsüne yapılmış her müdahale, sıradanın yaşama eylemine yepyeni ketleri eksik gedik olmadan var ettiriyor. Her eylem bir biçimde kastın ta kendisi olarak büyütülüyor iş bu sahnede. Baş amirin yönlendirmesi neticesinde oluşturulan, hüküm kılınan, hayata bir biçimde sabitlenen her hamle ile gündelik hal, onu var eden yaşam prensipleri altı üstüne getiriliyor, hiçleştiriliyor. Devlette devamlılık esas olunurken, cürüm, çürüme ve cerahat önceleniyor. Hep bu kalibreden hak, hukuk, adalet biçiliyor, eziliyor, yerle bir ediliyor ya da resmen sıfırlanıyor. Muktedirin muteber addettiği yaşamın hiç kılındığı her bir felaket halinin bir sınama olduğuna biat edilmesi gereken güncelik bir halken, bir bunu bildirir iken yol da yön de hepten karanlığa çıkartılır. Biyolojik siyaseti bir deneyim haline artık enikonu dönüştüren yeni ülke projeksiyonunda yaşama eylemi tastamam çürüten, eksik bırakılan bir mesele dönüştürülür her anlamda. Var edilmiş katran karanlığının sınırları da o yeni ülkede bariz bir hal ile muğlak konulur. Bütünüyle her eylem doğrudan hemen her hamle bu taarruzu yineleyebilme adınadır, var edilendir, bu yerde. Gündelik yaşam eylem ve tahayyülü daraltılırken var edilen cerahat bir boyunduruk halini sicim kılarak ardıl sıra sıradanın hayatına demirler.
Her şey zora koşulur. Sıradan insanların, yoksullar ve yoksunların birbirlerine aidiyetleri, inançları, duruşları ile kırdırılmaları bahsi asırdır devam olunandır. Bin dokuz yüz seksen dört Adana / Kilikya bölgesi Ermeni katliamlarından çıkagelen, bin dokuz yüz on beşten itibaren de tutarlı bir devletli / ülke politikası haline dönüştürülen ayrıştırma, eleme ve hiç bitmeyen bir tasfiye sürecinin taşıdığı odak her bir ötekisine sınava dönüştürülür. Bugün o yirmi birinci yılını idrak eden akp – mhp ikilisinin savunduğu cerahatli halin yekununda da bu bahsi bir kere daha görmek söz konusudur. Yaşam eğrelti kılınırken, her an bir ayrı, öteki, düşmanlaştırma sürekliliği ile yaşam eyleminin ta kendisi imkansız kılınır. Cerahat, hedef alınan kitlelerin büyüklüğüne orantılı olarak sürekli bir ittihatçı zihniyete selamları ihtiva eden, onları kılavuz çizgisi olarak belleyen aklı ifşa eder. Dün Ermeni, Süryani ya da Rum düşmandır, bugün onlara ilaveten, Yahudi, Ezidi, Alevi, Mıhellemi, Kıpti, Arap ve illa ki Kürd halkları düşman addedilir. Her yeniden tanımlama, özgürlükler ülkesinden bahisler açılıp masallar zikredilirken aslında olan / bina edileni de ifşa eder. Madun siyasi repliklerin ardı bir kere daha açmazlara, hakikatin örtbas edilmesi hallerine, hiç bitimsiz bir inkara ve her dem yoksunluğa, eksiltmelere çıkartılır. Bütün bunların çatısı olarak da bir de yoksulluk eklendi mi, bugünkü gibi yüzde yüzün üstünde bir enflasyonla hep boşa, her gün borca, harca, iki lokma gıdaya çalışılan, ümitsiz, umutsuz, gırtlak gırtlağa düşme hallerinin yoğun yaşandığı bir çukur imal olunur. Yirmi birinci yüzyılın ülkesi bu kadarı ile bina edilendir. Her umudun törpülendiği bir çukur, heyhat.
Gündemin uçarlı, kaçarlı, bol keseden vaatli, her günün güllük gülistanlık bir yer yurtta olunduğu zikrinin karşısında, o yıkımlar, şu cerahatli köşeye kıstırma halleri, bütünüyle bir hizada tutma çabasının yekunu olarak hayat eksikli kılınır. Gündelik yaşam lafzının ve meselinin içinden çıkılamaz addedilmesinin yolu bu hallerin refakatinde şekillendirilir. Ol ana akım haber bültenlerinden birisinde çıkagelen, en az beş hırsızlık, on kadar silah ya da bıçaklı kavga, hırgür, dövüş hali, sokakta her an bitiveren bir karşıtlık / karşılık verme ihtiyacı duyan öfkesinin nedenini sorgulamayıp cerahate tutunanlar ve nicesiyle birlikte bir yerdeki yaşama eylem / pratiğinin kökünün kazılmasıdır mesele. Daha bu haberlerin kıyısında sadece sosyal medyada görülen anılan, uyuşturucu pazarları, et pazarına dönen fuhuş sektörü, her türlü rant pazarlıkları / hileli zenginlikler, ellerine kan bulaşmış olagelen ne halse memleketin en makbulleri olarak anılagelen isimlerini zikretmeye dahi gerek kalmayan soylu aileler, burjuvalar bilmem kimlerin hayatlarından kesitler ile ucube bir haller toplamına dönüşmüş gündelik yaşamın nasıl çarçur edildiği de belirgin bir halde özetlenir. Tümden hayat nüfusun yüzde birine rehin edilir. Bütün yancıları, iş birlikçileri ve ranttan geçici olarak nemalanan kendini sınıf atlatmış sayan yüzde beş civarındaki bir kesim / kitle / güruh adına memlekette gündelik yaşamın zehirlenmesi aralıksız kılınır. Her şey buradan bariz kılınır. Her şey bu raddeden ve geriye kalakalan yüzde doksan beş’in başına getirilen fecaat halleriyle şekillendirilir. Bunun adı mıdır şimdi yaşamak!
Bianet’ten aktaralım: “Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay, Eş Genel Başkan Pervin Buldan'ın, partisinin dün gerçekleştirilen grup toplantısında Cumhuriyet'in yüzüncü yılıyla ilgili değerlendirmeleri üzerinden hedef alınmasına ilişkin yazılı açıklama yaptı.
Günay, "Buldan'ın cumhuriyetin kuruluş sürecindeki ademi merkeziyetçilik, çoğulculuk ve demokrasi fikriyatının terk edilerek, devreye sokulan; kimlikleri ve inançları dışlayıcı ret ve inkâr politikalarının tarihsel süreç içerisinde yol açtığı toplumsal yaralara ve krizlere dikkat çektiğini" belirterek, cumhuriyetin demokratikleşmesinin önündeki en önemli engellerden birinin de Kürt sorunu olduğu gerçeğini vurguladığını kaydetti.
Buldan ne demişti?
HDP Eş Genel Başkanı uzun ve kapsamlı konuşmasının başlangıcında Cumhuriyet'in 99. yılında olunduğunu hatırlatarak şöyle demişti:
Evet, Cumhuriyetin 99'uncu yıl dönümünü geride bıraktık. Kuruluşundaki ademî merkeziyetçilik ve demokrasi fikrinin terk edilerek, yerine Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere tüm farklılıkların ret ve inkârına dayalı tekçilik sisteminin devreye sokulmasıyla yaşanan yüz yıllık bir yıkım sürecinden söz ediyoruz.
Buldan nasıl suçlandı?
Buldan'ın sözleri dünden (02 Kasım) bu yana daha çok iktidar milletvekilleri ve iktidar yanlısı yorumcular tarafından "100 yıllık yıkım projesi" şeklinde başkalaştırılarak ve muhalefet kanatları arasında ihtilafı tetikleyici imalarla suçlama konusu yapıldı.
▶ Hüseyin Yayman | AKP Hatay Milletvekili: "Eleştiri hakkınızı kullanabilirsiniz ama ne demek 'yüz yıllık yıkım projesi'. Yıkım sizin kafanızda. Yıkım sizin satılmış zihinlerinizde. Siz kimsiniz? Bu cesareti kimden alıyorsunuz?" dedi.
Yayman CHP'yi de hedef aldı: "Hem Atatürk'ün kurduğu parti olmakla övüneceksiniz hem Cumhuriyetin ilanından önce kurulduğunuzu ifade edeceksiniz hem de Cumhuriyet hakkında söz söylendiğinde dut yemiş bülbüle döneceksiniz. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? 6'lı masanın gizli ortağı HDP'lileri küstürmemek için mi böyle bir takiye yapıyorsunuz?
▶ Ahmet Hakan | Hürriyet Gazetesi Yayın Yönetmeni: "En azılı Cumhuriyet düşmanlarının bile pek söylemediği, en azından açıktan söylemeye kaçındıkları bir şey söyledi HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan. Hem de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde. Söylediği şu: "Cumhuriyet, 100 yıllık bir yıkım projesidir [...] Mahir Ünal söz konusu olduğunda yeri göğü inletenlerin... Pervin Buldan söz konusu olduğunda ne yapacaklarıyla ilgiliyim ben."
▶ Kürşad Zorlu | İyi Parti Sözcüsü: "İyi Parti olarak Cumhuriyetimize yönelik hadsiz ifadeleri temelden reddediyor ve kınıyoruz [...] Birlik ve beraberliğimizi bozmaya ve mevcut kutuplaşma iklimini kuvvetlendirmeye dönük böylesine art niyetli, haksız, temelsiz suçlama ve saldırıların daima karşısında olacağımızın bilinmesini isteriz."
HDP Sözcüsü: Kötü niyetli bir saldırı kampanyası
HDP Sözcüsü Ebru Günay, "Cumhuriyetle değil tekçi, inkarcı ve anti demokratik karakteriyle sorunumuz var" başlıklı yazılı açıklamasında Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi için büyük mücadele yürüten, bunun için bedel ödeyen HDP'nin cumhuriyet fikri ve modeliyle sorununun olduğunu ileri sürme[nin], tam anlamıyla abesle iştigal [olduğunu]" söyledi.
"Eş Genel Başkanımız, yaşanan krizlerden çıkış yolu olarak da; cumhuriyetin demokrasiyle buluşturulması, bunun için demokratik cumhuriyet koalisyonunun oluşturulması gerektiğinin altını özellikle çizmiş ve acil demokrasi, acil adalet çağrısı yapmıştır. Demokratik cumhuriyetin inşası HDP'nin temel hedef ve stratejisidir. Varlık gerekçesidir [...] HDP'nin temel eleştirisi, dışlayıcı, ötekileştirici, tekleştirici politikaların kendisine yöneliktir.
Günay Buldan'ın konuşmasında 'Cumhuriyet yıkım projesidir' gibi bir ifadenin "asla geçmemiş olduğunu" anımsattı. "[Buna] rağmen, bir takım çevreler sanki böyle bir ifade kullanılmış gibi sosyal medya üzerinden maksatlı, kötü niyetli bir saldırı kampanyası yürütmektedir. " dedi.
"Bu çevrelerin amacını ve niyetini gayet iyi biliyoruz. Cumhuriyetin demokratikleşmesinden, HDP'nin demokratik cumhuriyet çağrısından, çoğulculuktan, toplumsal barıştan ve eşit yurttaşlıktan rahatsızlık duyan, korkan, tekçiliği dayatan ve bunu savunanlardır."
Günay İYİ Parti Sözcüsü'nün yazılı açıkjlamasını ima ederek, "Siyasal muhalefetin bir kanadının da, konuyu anlamadan, dinlemeden, araştırmadan, sosyal medya üzerinden algı çalışması yürüten bir takım çevrelerin tuzağına düşerek, Eş Genel Başkanımızı ve partimizi hedef alan sözler kullan[dığını]" ileri sürdü ve "bunu iyi niyetli, samimi bir yaklaşım olarak görmediğimizi belirtmek isteriz" dedi.
"Demokratik kamuoyu da bilmelidir ki, HDP, cumhuriyetin demokrasiyle, adaletle ve barışla güçlendirilmesi gerektiği fikriyatını ısrarla ve kararlılıkla savunmaya ve bunun için mücadelesini sürdürmeye devam edecektir.”
İşaret edilen ile gerçekte var edilen arasındaki uçurumu anlatan, Buldan’a denilmeyen konulmaz. Bir yandan hedef kılınıp linç ettirilmek istenen bir siyaset çatısı söz konusu edilirken, öte yanda anayasal değişim için kapısı çalınan, bir akp vekili tarafından legal bir siyasi parti olarak tanımlama ucubeliği var edilir. En başından bu yana dediğimiz gibi, her defasında plağı başa sarıp bir kere daha anlatmak mecburiyetinde kalındığı gibi bir avuç dönemin seçkin / seçilmişinin mi yoksa bu topraklarda emek veren, hayatın hemen her alanında sözünü savunan, mücadelesini daha iyi bir ülke için var eden gel gelelim hep karavana tutturan geniş halk kesimlerinin midir cumhuriyet. Tümüyle geçmişinden hesap sorduğunu, var edilmiş karanlığıyla yüzleştiğini bildiren bir ana akım siyaset pratiğinin gün aşırı yinelediği rövanşist tavır bir yanda, dünün akımının, neokemalist bir iktidar hali pratiğinin suna geldiği açmazlar öte yandan iki kutuplu bir ülkeyi var ederken kim her ne şekilde, nasıl fark edecektir asıl yarayı? Yaşama eylem / edim ve kapsamı her gün apaçık yerle bir edilirken, şu cumhuriyet denilen düzlemin suna geldiği her şey bir karartmaya, bir biçimde sindirmeye yollarken sıradan olanın sözünü nedir ki bir asırdır var edilmemiş olagelen, sahiden?
Bir başka örneği, Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Tüm engellemelere rağmen İstiklal Caddesi'ne çıkan HDP’li vekiller, iktidarın kimyasal silah kullanımının üstünü örtemeyeceğini belirterek, “Kimyasal silah iddiaları araştırılıncaya kadar alanlarda olacağız” dedi.
Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Birleşik Mücadele Birliği (BMG), İstanbul Taksim’de kimyasal silah kullanımına dair sokaklara indi. Polis saldırı ve engellemelerine rağmen İstiklal Caddesi’ne çıkan her sokakta yürüyüş düzenlenirken, İstanbul Barosu binası önünde ablukaya alınan HDP’li vekiller Gülistan Kılıç Koçyiğit, Fatma Kurtalan, Sezai Temelli, Tayip Temel ve Ayşe Sürücü, burada açıklama yaptı.
Sezai Temelli, “Bugün savaşa karşı çıkan herkesi gözaltına alıp tutuklayan bir rejimle karşı karşıyayız. Bugün Şebnem Korur Fincancı haksız, hukuksuz yere cezaevindedir. Neden? Çünkü bu ülkede kimyasal silaha dair ‘gerekirse bir soruşturma açılsın’ çağrısında bulundu. Onu bizde dile getirdik. Çünkü kimyasal silah kullanımı suçtur, hem de insanlık suçudur. Bunun karşısında durmayan buna ortaktır. Bugün savaşın ne denli büyük bir yıkım yarattığını hep birlikte yaşıyoruz. Savaşa karşı ses çıkarmak yoksulluğa karşı ses çıkarmaktır. O yüzden diyoruz ki olduğumuz her yerde sesinizi çıkartın.
Korkarsanız eğer işte bu korkak iktidar gibi silahtan, şiddetten başka bir şeyiniz olmaz” dedi.
'Vazgeçmeyeceğiz'
HDP’li vekil Tayyip Temel ise, Silopi ve İstanbul’da kimyasala karşı binlerce kişinin bugün alanlara çıktığına vurgu yaparak, “Fakat onlarca parti yöneticimiz ve üyemiz gözaltına alındı. Bugün helikopterleriyle, binlerce polisiyle bizi engellemeye çalışıyorlar. Ama onların bu engellemesi kimyasal gerçeğini değiştirmez. Bugün burada yapılanlar ve Silopi’de yaşananlar iktidarın suçlu olduğunu gösteriyor. Onun için bu kimyasal silah iddiaları araştırılıncaya kadar alanlarda olacağız. Ne olursa olsun bundan vazgeçmeyeceğiz” diye belirtti.
İstiklal Caddesi’ne çıkan sokaklarda protestolarını sürdüren kitle daha sonra HDP İstanbul İl Örgütü’nün önüne geçti.”
Basitin zora koşulduğu bir yerde, elini taşın altında tutmaya devam eden bir yapının en son seslendirdiği meram da mı meseleyi anlatmıyordur. Kör kör parmağım gözüme bir biçimde asırdır devam edilen bir inkar siyasetinin, son kırk yılda var edilmiş bütün, tüm anlamlarıyla imha siyaseti ve karşısında var edilmiş bir yapıyla savaşın sunduğu hemen her türden fecaatin bir sonraki evresi kimyasal silah iddiaları neden konuşturulmaz misal! Memleketin ekseriyetinin suskunlukla karşıladığı, malum siyasi cenahla, iktidar kliğinin de anayasa yazım sürecinde, gelecek seçimde ihtiyacımız olur diyerek üstün körü geçiştire durduğu bir yıkım hali şu halde değilse ne zaman sorgulanabilecektir misal? Ol onlarca yıldır devam ettirilen ve yoksul çocuklarının birbirlerine kırdırıldıkları, kentlerin ve her şeyin talan olunduğu bir zeminde daha yitirilecek can, kaybedilecek hayatlar var mıdır? Öyle ya da böyle bir biçimde Kürd’ün de Türk’ün de hayatını zehirleyen bir halin, adı üstünde yıkıcı bir yok etme döngüsünün sonunda çıkagelen kimyasal iddialarının ardı ne olacaktır ki, onca seslenişe rağmen. Hayat bahsinin hep ucuza konulduğu bir zeminde bu coğrafyada düşman alt etmek için gerekli görülmüştür lafzından, envanterde yoktur bahsinden, her şey yalandan öte bir hakikate varmak, endişe edilmiş sorulara yanıtları tam ve eksiksiz bulmaya çabalamak, barış adına uğraşmak hala zor mudur, imkansız mıdır? Bir yıkım sarmalı, öldüren / tüketen / çürüten bir mahvetme retoriğinden başkasını hiç ama hiçbir zaman var edemeyen bir devletli mekanizmasına rağmen hayatta bahsi açmak hala zor mudur, imkansız mıdır?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Yasin AKGÜL – AFP via Getty Images – Al-Monitor
1 note · View note
seslimeram · 2 years
Text
Hayat Kuşatılırken
Tumblr media
Duraksamayan bir devinim hali içerisinde günceli yıkımla buluşturan bir temsil sürekli ve biteviye yineleniyor. Yeniden her güne içkin kılınmış bir cerahatle hayatın ehveni açıktan kuşatılıyor. Zor, bet, feci olanın kıyısında bir menzilin dönüşmekte, hayat mefhumu artık çarçur edilmektedir. Yıkım potansiyeli sonsuz kılınarak bir yerde, bir yönde hayat meseli ve mefhumu çürümeye terk ediliyor. Var edilen her eylem bunu işlevselleştiriyor. 1984’ü pek çok katmanla birleştirerek, yeniden üreterek, güncelliği oradan feyiz alınanlarla belli bir odakta sabitleyerek yıkım var ediliyor. Seçim sathı mahalline girildiğini göstere gelen ve daha öncesinde 2015 yılı içinde gördüğümüz karanlığın atmosferini yenileyebilme hal ve istemi bu yıkımın yönünü göstere geliyor bir kere daha. Baş amir ve avenesinin sürekli olarak suna geldiği perspektif ötekisini hiç addetmek, ötekisini yok saymak, öteki öteki o öteki diye sunulana / bildirilene karşı nefret temsilinden ötesi olduğu artık teker teker ve hep tekrar tekrar var edilir.
Kabinenin atanmış, seçilmiş, itilmiş üyelerinin yanı sıra, partinin dış kapısında mandal ola gelen kimi çevrelere, içeriden dışarıya, parti menzilinden memleketin yüzde otuz ayarında bir destekçi kitlesine o yok ediş, bu yıkım taşeronluğu sürekli güncellenendir. Biteviyeliği sayesinde yeniden ve yeniden imal edilmiş hamlelerle o yıkımı var etmek tek adam rejimi gibi bir yapıyı da muhafaza edebilmeyi var eder. Demokrasiyle kimin ne işi vardır kalmış ki hem değil mi? Hürriyet dediğinizin bir esemesi söz konusu mudur, gerçekten gereklilik duyulan mıdır? Topyekun teslimiyetçilik dururken, ne diye özgür düşünceden bahis açılır ki sahiden? Burası güllük gülistanlık bir menzil olduğu aralıksız zikredilirken her şey açık ve aleni bir biçimde muktedir tahayyülüne göre dönüştürülürken nedir ki yıkım? Kim ya da kimler canını sıkacaktır ki böyle bir konuda, nasıl? Söylemlerin birlikteliğinde hayatın ehveni, anlam ve kapsamının daraltıldığı bir zemin var edilir. Dümdüz bariz bir biçimde bu devinim hali içerisinde yaşam ihtimallerini sınırlandırmak, eksiltmek kesintisizleştirilir her zamankinden de çarçabuk.
Muktedir, yıkımı doğal bir eylem haline dönüştürürken, 2015’in Haziran ile Kasım ayları arasında sıkışmış bir cerahati yeniden ve yeniden kurgulamanın da yolunu tanzim eder. Bir bunun çabasına düşer eş zamanlı olarak. Görünen, bilinen ve anılan ile ortaya çıkanın her neye dönüştüğü artık çok daha belirgin bir biçimde, güç adına hayatın zehirlenmesidir vesselam. Koltuk için yaşamların alt üst edilebilmesidir mesele. Siyaseti yirmi koca yılda, belirgin bir biçimde biyopolitik bir cerahat haline dönüştüren, indirgeyen muktedirin tüm o var ettiği şablonun hayatın ehvenini nasıl alt üst ettiği aşağıdaki haberde bir kere daha görünür kılınır: Artı Gerçek’ten aktaralım: “Türk-İş 'Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması"nın Eylül 2022 sonuçları açıkladı. Araştırmaya göre açlık sınırı 7 bin 245 lira olarak hesaplandı. Açlık sınırı asgari ücretin bin 745 lira üzerinde kaydedilirken, yoksulluk sınırı da dört kişilik bir aile için 24 bin 600 lira olarak ölçüldü. Mutfak enflasyonu yüzde 5,15 ve son 12 aylık yüzde 130 oranında artış gösterdi.
Bekar Birinin Aylık Yaşam Maliyeti 9 Bin 470 Lira
Raporda "Bekar bir çalışanın aylık yaşam maliyeti 9 bin 470 liraya ulaştığı rapora göre, sabit gelirliler dengeli, yeterli ve sağlıklı beslenebilmekten bile yoksunluk duyuyorlar. Talepten maliyete ve beklentilere kadar enflasyonun her türlüsü tüm varlık, mal ve hizmet fiyatlarını bozarken, bu geçici yoksunluk ön görülebilir gelecekte kalıcı yoksulluk haline dönüşme tehlikesi barındırıyor" değerlendirmesi yer aldı.
Rapora göre, Ankara’da asgari ücret alan bekâr bir çalışanın, aylık yaşama maliyetini karşılayabilmesi için 3 bin 970 lira daha bulması gerekiyor.
Mutfak Enflasyonu Son 12 Ayda Yüzde 130 Arttı
Raporda "Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 7 bin 245 liraya, gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı (yoksulluk sınırı) 23 bin 599 bin liraya ve bekâr bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ ise aylık 9 bin 469 liraya yükseldi" ifadeleri kullanıldı.
Türk-İş verileri temel alındığında 'mutfak enflasyonu'ndaki değişim Eylül 2022 itibariyle; Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin 'gıda için' yapması gereken asgari harcama tutarındaki artış bir önceki aya göre yüzde 5,15 oranında gerçekleşti.
Raporda, eylül ayında süt ve peynir fiyatları gerilerken, yoğurt fiyatları sabit kaldı. Balık ve dana eti fiyatı gerilerken, kuzu eti yüzde 7, tavuk eti yüzde 8, yumurta yüzde 11 zamlandı.
Zeytinyağı Bir Ayda Yüzde 12 Zamlandı
Nohut, kuru fasulye ve kırmızı mercimeğin fiyatları geriledi. Yeşil mercimeğin fiyatı düştü. Kuru fasulye fiyatı yüzde 21 yükseldi. Bulgurda yüzde 7, makarnada yüzde 6 fiyat artışı görüldü. Pirinç ve irmik fiyatları yükseldi. Un ve ekmek fiyatı aynı kaldı. Ayçiçek yağının fiyatı değişmedi, margarin fiyatı düştü, zeytinyağı bir ayda yüzde 12 zamlandı. Çay ve ıhlamur fiyatları gerilerken şeker fiyatı sabit kaldı.
Salça Yüzde 51 Artışla Eylül Birincisi
Bal yüzde 27, pekmez yüzde 21, reçel yüzde 19, yeşil zeytin yüzde 27, siyah zeytin yüzde 18, baharatlar yüzde 9 zamlandı. Salça yüzde 51 artışla eylül ayının en çok zamlanan gıdası oldu. Semt pazarlarında maydanoz, kıvırcık gibi salata yeşilliklerinin ve pırasa, ıspanak gibi yeşil yapraklı sebzelerin fiyatları yükseldi. Patates fiyatları değişmedi. Soğan ve domates fiyatı geriledi. Salatalık, biber, patlıcan, kabak fiyatları ise arttı.”
Duraksamak nedir bilmeyen bir devinim ile güncel yıkımın kılınıyor. Sokağa düşenin tüm o müşterek bahsi yerle bir eden, bir geçinememe halini bütünleştirdiği gözlerden açıkça hep aleni bir biçimde çalınmak isteniyor. Asgari bir yaşam hakkının dahi çok görüldüğü ol yerde süreğen kılınan ezberlerle birlikte icrasına devam olunanlar, bir aylık emeğin de esamesinin okunmamasına vesile oluyor. Çarşı, pazar, bakkal vesaire, elektrik, su, doğal gaz, telefon vesaire birbirinin üstüne eklenen her yeni hamleyle, gel vergini öde git bir daha ödemeni yap halleriyle cürmün ortasında kalakalmış bir menzilde iki gıdım yaşam hakkının da önü alınmaya çalışılıyor. Peyderpey kullanıla gelen aparatlar, belirli aralıklar ile zikredilen enflasyona ezdirmeyeceğiz cümlesini de tam tersinde ezdirilen halk kesim, toplum katmanlarını çoğaltarak bir mücadeleyi değil sadaka ekonomisine razı gelen bir ülkeyi var etmek yolunda ilerlenendir. Çürümüşlüğü, biteviye kinle, nefretle kuşatılanları bir de açlıkla sınamanın yolları arşınlanır. Görünen köye kılavuza hacet kalmadığı en açık bir halde, rakamsal dökümü takip ettiğinizde meydana çıkar. Beşli çeteden, sarayın şatafat dolu güncesine, Sayıştay raporlarında yer edinmiş günlük / haftalık / aylık yağmalara, bir, iki, üç ya da beş maaş almalarının yanında bir de yıpranma parası, huzur hakkı talep eden, bunu da var edebilen bir cenahın / cerahatli isteminin sunduğu / var ettiği bütün o yoksulluk halidir.
Gazete Karınca’dan iliştirelim: “Ege İnsan Hakları Okulu’nun çalıştayında konuşan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “En geniş demokrasi, eşitlik, özgürlük, emek birlikteliğini kurabilmek gerekiyor. Böyle yapılabilirse iktidara karşı durulabilir. İktidarı göndermeye yönelik bir ortaklık yetersiz kalır” dedi.
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), Dünyada İnsan Hakları ve Demokrasi İçin Avrupalı Avukatlar Birliği (ELDH), Avrupa Demokrat Avukatlar Birliği (AED) ile İzmir Dayanışma ve Bilimsel Araştırma Derneği tarafından düzenlenen Uluslararası Ege İnsan Hakları Okulu’nun 3 gün sürecek olan 2022 Sonbahar Çalıştayı başladı.
“Adalet krizi ve hak siyaseti” konusu adı altında yapılan çalıştayın 4’ncüsü, İzmir’in Selçuk ilçesinde bulunan Nesin Matematik Köyü’nde gerçekleşiyor.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın yanı sıra çok sayıda akademisyen, avukat ve insan hakları örgütü temsilcisi çalıştaya katıldı.
‘Baskıyı, ötekileştirmeyi kanıksatmak rıza üretim mekanizmalarından’
Çalıştayın açılış konuşmasını yapan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “beka söylemi ve milli güvenlik” kaygısıyla demokrasinin askıya alındığını belirterek, belediyelere atanan kayyumları duruma örnek gösterdi. Bütün muhaliflerin meşru siyasetin dışına atıldığını kaydeden Sancar şöyle devam etti:
Bu baskıcı yöntemler öncelikle en tehlikeli düşmanlara karşı yöntemlerini tecrübe eder. Sonra yavaş yavaş ülkenin bütününe yayar. Kayyım rejimine HDP ile birlikte mücadele ettiği siyasal oluşumlar dışında itiraz gelmedi. Ancak daha sonra bu siyaset tüm ülkeye yerleşti. Bu baskıyı, ötekileştirmeyi topluma kanıksatmak rıza üretim mekanizmalarından birisi. Yine alternatifsizlik algısının kalıcılaştırılması rıza üretimi olarak tüm iletişim aygıtlarından halka pompalanıyor.
‘Karşılaştıkları her krizi başka bir krizle yönetiyorlar’
Neoliberalizmin gelişimi ve geldiği aşamanın artık bir rejime dönüştüğünü söyleyen Sancar, neoliberalizmin krizlerden beslenen bir yönetim işlettiğini kaydetti. Sancar, sözlerine şöyle devam etti:
Karşılaştığı her krizi başka bir krizle yönetiyor. Bu da dünya çapında bir demokrasi çözülmesi yaşandığı görüşünü haklı kılıyor. Batıda aşırı sağın yükselmesi liberal demokrasinin çöküşü olarak söylenebilir. Adaletsizlik seferberliği, rıza olarak güvenlik kaygısıyla canlı tutulması sağlanıyor. Bu devlet modeline güvenlik devleti deniyor. Ama daha ileri götürerek savaş devleti demekte mümkün. Türkiye’ye baktığımızda kalıcı olağanüstü hal, güvenlikçi anlayış ve tekrarlanan savaş senaryoları, eşitsizlikler üzerine yükselen, keyfilikle işleyen, krizleri kendi devamının kaynağı haline getirmeye çalışan bir yönetimle karşı karşıyayız.
‘Değişim sadece iktidar kadrolarının yer değişimi değildir’
Çözüm için öncelikle neye karşı mücadele edildiği ve ne istendiğinin bilinmesi gerektiğinin altını çizen Sancar, şunları söyledi:
En geniş demokrasi, eşitlik, özgürlük, emek birlikteliğini kurabilmek gerekiyor. Böyle yapılabilirse mevcut iktidar ve bunu besleyen rejime karşı durulabilir. Böylece alternatifsizlik de ortadan kalkar. Sadece iktidarı göndermeye yönelik bir ortaklığın yetersiz kalacağını düşünüyoruz. Krizler derinleştikçe bunlardan beslenme imkanları da aşınıyor. Yeni imkanların ortaya çıktığını söylemek abartı olmaz. Değişim ve dönüşüm için imkanlar büyümüştür. Değişimi iktidar kadrolarının yer değişimi olarak algılamamak lazım. Geniş çevreleri bu adaletsizlikler seferberliğine karşı harekete geçirmek gerekiyor. Bizlerin oluşturduğu Emek ve Özgürlük İttifakını bu çerçevede değerlendirilmelidir.”
Bütünüyle zorbalığın göndere çekildiği yerde uzamın hakkaniyetli bir gelecek tahayyülü ancak o Halkların Demokratik Partisi ve Türkiye İşçi Partisinin başını çektiği, Emek ve Özgürlük Dayanışmasının alabileceği formla belirgin olacaktır. Düne yazdığımız onca afaki çürüten, kıran, ezenin karşısında nihayetinde buralı bir söylemin elzemliliği bir kere daha can yakıcı bir tecrübe olarak var edilir. Hedefe konulmalarına rağmen hakkaniyetle sözü barıştan, eşitlik ve adaletten yana kurmaya devam diyen bir cenahın suna gelecekleri her alternatif, bütünüyle karanlığın ortasına demirlemiş bildirilen ülkede bir umudu belki var eder, etmelidir. Baskılamayı var ederek mütemadiyen, sözü ve mücadeleyi terörize etme halini diri tutarak her nasıl bir çıkışa varılacaktır, sahi ama sahiden de? Emek ve Özgürlük Dayanışmasının bütün o hengamede, içerideki beş bine yakın üyesi, dışarıdaki milyonlarca iradenin var ettiği mücadele hattıyla o çirkeflikler ülkesinde hakiki / belirgin bir dönüşüm, bir kez olsun adalet tahayyülünü var etmesi herkes için iyi olmaz mı, sahiden olmaz mı?
Devinim hali biteviye karanlığın yolunda ilerleyen ülkenin tezahürüyle biçimlendiriliyor iş bu cenahta. Her defasında plak başa alınıp, sil baştan yeniden kurguya eklenen hallerle, a’dan z’ye her şekilde hayatın ehven halleri derdest ediliyor. Ekonomik yıldırı halinden ol siyasetsizlik makamının cerahat / irin dolu hallerinde ötekileştirmeye her şey zamanında hep zamanında eylenenlerle birlikte bir ülkenin karanlığına yeni güncellemeleri var ediyor. Kesintisiz kılınan her hamle, hemen her gün apayrı bir cerahatin varlığını tescilliyor artık. Ne yana dönersek dönelim, hangi meseli konuşursak konuşalım, yeni ol yepyeni denilenin aslında hiçbir yenilik ihtiva etmediği bir kere daha acı bir tecrübe olup hatra yerleşiyor. Masalar devrilip, yeniden kurulurken, memleket denilene çöreklenmiş ola gelen cenahın var ettiği yıkım hali aralıksız kılınırken neresidir yeni, her neyin nesidir ki ehven? Bir çürümenin farklı daha önce görülmemiş olagelen tonlarını yaşamına demirliyor ülke. Kendiliğinden ya da yok yere değil artık doğrudan kötülüğün el aldığı, kin ve tahribatın 2015’ten de ağır bir sınamaya dönüştürüldüğü yerde demokrasi istemi, hayat mefhumu, adalet ve hürriyet gibi kavramlar bir kere daha çöp kılınıyor, hem bariz hem bile isteye. Hayatın bu kuşatmalar silsilesi karşısında sözünü ne zaman hatırlayacaktır bu ülke? Mesele, sadece görünen / bilinen değil sessiz, sedasız var edilen o geçmeyen geçmişin karanlık tavrını yeniden sahiplenenlere karşı seçim, sandık dışında her neyi var edecektir, her neyle mukabele edilecektir ki, yeter artık anlaşılabilsin? Bütün sorunlar ortada, her gün yirmi dört saatlik birer kahır ekseni olarak biçimlendirilmeye iş bu şartlarda devam olunurken kimdir, kimlerdir, nerededir o itirazın ucundan tutacaklar! Oralarda mısınız, iyi midir haliniz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Enjoy Your Li(f)e – iLL v/ Equaltimes
1 note · View note
seslimeram · 2 years
Text
Bir Yol, Bir Yön, Bir Yarın Kaldı Mı?
Tumblr media
Takat tüketen, derman bıraktırmayan, hep daha feci bir biçimlendirmeye mahkum olunan bir düzlemin binası güncelleniyor. Yol, yordam, izan, akıl bir kenara terk edilirken cürüm ve suçlarla kötülüğün, ceberut bir devlet anlayışının sürekli yinelendiği, eskinin henüz hal ve ahval dahilinde halen işlevsel kılındığı bir yeni ülke pratiğinde hayat afaki bir biçimde, heder olunuyor. Bütün, delik deşik eden, her dem çok daha feci, çok daha yıkıcı bir iklimin pratiklerine meylediyor. Devran hep muktedirin tahayyüllerine göre hep onun ve yancılarının istemlerine göre yıkıcılığı artan bir deneyim kılınıyor. Modern zamanların ol berdevam döngüsünde kendini sabit tutan aklın var ettiği her şey fecaate her gün faciaya bağlanıyor en kestirmeden. Bir durum değil, salt bir anlık değil, dünü daimi bir istekle bir ve beraberce savunarak her dem yeniden var edilen / devinimi sağlananlarla cürüm kol geziyor. Hayat perişan kılınıyor. Yaşam edimi paramparça ediliyor. Varsa yoksa muktedir ve avenesi varsa yoksa bir hızar gibi yükseltilen bir kırmızı çizgiler silsilesi sınırlandırma, eksiltme ve daraltma ömür boyu var ediliyor? Hayat hiç edilirken bu sınırlarda, yollanmış ola gelen normatif tastamam bir anormallik barındırır. Hayat mefhumu delik deşik, afaki bir biçimde çürümeye terk edilirken yol / yordam, anlam çürümenin esiri kılınır. Bir ülke bahsi geriye konulmaz / bırakılmaz.
Sözü edilmesine de gerek duyulmaz. Madun siyasetin aktörlerinin al takke ver külah gün aşırı, anbean yineleye geldikleri repliklerinin arasında, eylemliliği çoktan unutturulmuş ol hayat döngüsü toptan tarumar edilir. Muktedirin, iktidarı var eden siyasal birlikteliğinden bir memleket dizaynı söz konusu edilir. Tek dil, tek adam, tek anlam, tek vatan, tekillikle birlikte kurumsallaştırılmış bir akla seza / nobran pratiğin üstünden ülke güncellenir. Bu haller öylesine afaki bir biçimde var edilir, öylesi hızlıca kurumsallaştırılır ki 1984’teki o bir varmış bir yokmuş tahayyüllerinin izleri bugün çok daha kısa zamanlar için üretilir ve hiç edilir. Yok sayılanların yekunu topyekun halkın başına örülen çoraplardır. Muhalefeti bu kadar çok parçalı, bu kadar birbirinden apayrı ve zelil bir biçimde o ötekilerden sayar, ayırırken, birleşmeyi değil tam tersine ayrışmayı var ederken ana muhalefet ve beraberinde kurumsallaştırılan kimlikler muktedir bir taşla çok kuşu vurmaya her zaman olduğundan da acar bir biçimde çabaya düşer. Bir de herkesin malumu zafer p*rtisi denile gelen meşum yapının var ettiği ırkçılık / habis bir biçimde Türkiye Türklerindir bahsinden yola çıkan ari ırk / nazi oluşumu vardır ki bütün buluştuğunda o hayata kasıt nasıl varlığı devamlılığa kavuşturulmakta bunu bildirir. Böyle bir ülkede yaşamsallığın kodlarındaki o değişimler değil birkaç seneyi bir ömürlük / asırlık olan demokrasi deneyiminin de afaki bir biçimde sonlandırılmasına mahal verir, ne gam!
BirGün Gazetesinden aktaralım: “Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) İzleme Komitesi’nin Türkiye raportörleri, cezaevinde tutuklu iş insanı Osman Kavala’yı ziyaret için geldikleri İstanbul’da Adalet Bakanlığı'ndan izin alamadı.
Euronews'te yer alan habere göre, Letonyalı meslektaşı Boriss Cilevics ile birlikte Türkiye’yi ziyaret eden İngiliz raportör John Howell, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, Adalet Bakanlığı’nın Kavala’yı ziyaret etmelerine izin vermemesinden dolayı üzüntü duyduklarını söyledi. Bir sonraki ziyarette Kavala ile görüşme umudunu koruduğunu kaydeden Howell, “Biz buraya, Kavala’nın hakkındaki dava ile ilgili ne düşündüğünü ilk elden anlamak, onun görüşlerini dinlemek için geldik” dedi.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin AİHM kararına uymadığı için Türkiye ile ilgili ihlal süreci başlattığını hatırlatan Howell, raportörler olarak Türkiye’nin AİHM kararına saygı göstermesini beklediğini ifade etti. Howell, Türkiye’de Kavala ile ilgili yargı sürecinin sürdüğü belirterek, devam eden davayla ilgili yorum yapmak istemediğini ancak ilke olarak bütün üye ülkelerin AİHM kararlarına saygı göstermesini beklediğini vurguladı.
Howell, Kavala'nın avukatları, Adalet Bakanlığı temsilcileri, diğer Türk yetkililer ve sivil toplum kuruluşları ile olumlu ve yapıcı görüşmelerde bulunduklarını sözlerine ekledi.
Bu arada AKPM gözlemcileri, davaya odaklanan üç günlük ziyaretleri sonrası ortak açıklamalarında, 'Kavala davasının çözümünün Türkiye yargıçlarının elinde olduğunu' söyledi.
Osman Kavala'nın 'hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmasına Avrupa Konseyi tepki göstermiş, AKPM Başkanı Tiny Kox "Kavala daha fazla gecikmeden serbest bırakılmalıdır" açıklamasında bulunmuştu. "15 Temmuz darbe girişimi“ ile ”Gezi Parkı olayları"na ilişkin olarak müebbet hapis cezasına çarptırılan Kavala karar öncesindeki savunmasında "Bir masa, bir hoparlör, bir sandalye, poğaça ve eczaneden alınmış maskeleri götürerek Gezi'nin finansmanını sağladığım iddiası akla uygun değildir" ifadelerini kullanmıştı.”
Demokrasi deneyiminin nasıl da üstenci bir dille, paldır küldür alt üst olunduğunun ayan beyan bildirimi Osman Kavala’ya yönelik müebbet hapis kararından çıka gelendir. Onunla birlikte tutsak edilmeye çalışılan Tayfun Kahraman, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater ve nicesinin on sekiz yılla kodeste tutulmak istendiği bir zeminde sorunların farkına varmayı değil kötürüm kılınmış olan demokrasi şablonunu daha da fazla eğip bükerek, müşterek bir yaşam akdini sıfırlama gailesine devam olunur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, ki altında bu ülkenin de kararlarına uyma konusunda imzası bulunuyor, atfettiği serbestliği sağlamayan, muktedir işaret ettiği için Gezi’den bir türlü hıncını tam çıkartamadığı insanlara zulmü halen hak görenlere hukuk hatırlatılır. Bir dolu kapı arkasında kirli tezgahların var edildiği / işlevselleştirildiği bir düzlemde Avrupa’nın da arada bozuk saat gibi doğruyu bildirdiği nadir anlardan birisi var edilir. Bütünüyle bir ülkedeki hakkaniyet ayaklar altın alınıp, Thales’in terazisi enikonu bozulurken, tükenmiş bir adalet de bir kere daha sabit olunur. İyi de adalet nerededir?
BirGün Gazetesinden devam edelim: “Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Kanal7 Ankara Temsilcisi Mehmet Acet'in sunduğu Başkent Kulisi programında soruları yanıtladı. Bakan Bozdağ, Canan Kaftancıoğlu'nun yargılanma sürece ile ilgili konuşarak, "Ben, devam eden yargılamalarla ilgili hiç konuşmadım. Ancak burada bir karar çıktı. Kararlar eleştirilebilir. Kılıçdaroğlu da eleştirilebilir. Ama bunun temiz dille, saygı içinde olması lazım. Kılıçdaroğlu, 'Ben mahkemeyi tanımıyorum' diyor. Türkiye bir hukuk devletiyse, mahkemeler bir karar verdiyse, hukuk devletini dilinden düşürmeyen kişinin, 'Kararı beğenmedim. Ben karşıyım ama ortada mahkeme kararı vardır. Elbette gereği yapılacaktır' demesi icap eder. Bu kanunlara uymamaktır. Kanunlara uymamaya tahrik suçtur" dedi.
Sözlerinin devamında Kaftancıoğlu’nun aldığı cezayı gerekçelendirmek için tuhaf ifadeler kullanan Bozdağ, “Türkiye'de tweet attı diye hakkında soruşturma başlatılan bir kişi yok. Tweetin içinde yazandan dolayı soruşturma açılıyor” dedi.
Bozdağ, şöyle devam etti: “Sayın Cumhurbaşkanı ve annesine küfrü ifade özgürlüğü olarak görüyorsa, Kılıçdaroğlu mitingde çıkıp tekrar etseydi. Hakaret sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde suçtur. Küfrediyor, hakaret ediyor, ifade hürriyeti diyor. Sayın Kılıçdaroğlu'nun kendine karşı açtığı hakaretlerle ilgili kaç tane açtığı dava var, bilmiyoruz. Sayın Akşener'in kaç tane şikayetçi olduğu kişi var, ne kadar tazminat var? Kaftancıoğlu için de geçerli. O zaman bunların kendileri hakkında söylenen hiçbir söz hakkında şikayetçi olmaması lazım.”
Türkiye’nin hukuk devleti olmadığı yönündeki tespitler hakkında da konuşan Bozdağ, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş gibi hukuksuz biçimde cezaevinde tutulan isimlere gönderme yaparak, “Sadece bir, iki isim üzerinden hem Avrupa Konseyi hem Türkiye içinde hükümler veriliyor. Türkiye'de cezaevinde o kadar kişi var, onlar üzerinden bu iddialar dile getirilmiyor. İki, üç kişi üzerinden Türkiye'deki hukuk sistemini kimse sorgulayamaz, buradan da adil bir sonuca varamaz” dedi.
Bozdağ, kiracılarla ilgili bir düzenleme yapılıp yapılmayacağı konusunda da şu ifadeleri kullandı: “Bizim borçlar kanununda esasında kiracıları, kiralayanları koruyan önemli hükümler var. Kötü niyetli şekilde bu konuda hareket edilmemiş olsa bu düzenlemeler hem kiracıları hem ev sahiplerini koruyor. Ancak son zamanlarda kiracıları zorlayan, onları zorla çıkarmak isteyen ve bu konuda kiracının karşılayamayacağı miktarda artış talep eden ev sahipleri olduğuna dair ciddi haberler var. Bu konu Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığımızın konusu. Onlar bu konuda Maliye Bakanlığıyla beraber çalışma yapıyor. Biz de Adalet Bakanlığı olarak destek veriyoruz.
Kanunlarımızın koyduğu hükümler, sınırlar var. Yasa asgari müşterekleri ve usulü ortaya koyuyor. Düzenlemede ne çıkacak, şimdi söylemeye imkan yok. Hem ev sahibi hem de kiracıyı koruyacak makul bir formül ortaya çıkarsa, bu konuyla ilgili adım atabiliriz.”
Tweet atıldığı için değil, tweet dahilindeki bahisler söz konusu edilerek suç isnat ediliyor buyurur Bay Bozdağ. Cürmü, çürümeyi, demokrasi mefhumunun topyekun çukurda recm edildiği bir zeminde meselin goy goyu ancak böyle yapılabilirdi. Devlet dediğimiz şeyin her neye tekabül ettiği aslında her neyin öncelendiği de görünür kılınır. Uçsuz bucaksız bir ileri demokrasi masalı anlatılırken, sıkıysa kalkışılsın tek satır itiraza görüp görülebilecek yegane şeyin eza olduğu açık edilir. Fikrinizi söyleyebildiğiniz bir iktidara sahipsiniz, burası diktatörlük ile yönetiliyor olsaydı bırak laf etmeyi, gık çıkartamaz, doğru düzgün cümle kuramazdınız bahisleri çıkagelir.
Bütünüyle çürüyen bir ülke gerçekliği söz konusudur. Madun siyasetin her dem bariz bir pratik kıldığı cerahatli / sağcı söylem eliyle, günbegün yükseltilen idrak ötesi tahakküm ve tehdit diliyle biçimlendirilen takat bırakmayan bir memleket inşasıdır. Yirmi yıllık ola gelen iktidarın, kendisine benzettiği siyasal islam ile faşizan ırkçı güruhları bir potada tekil bir hatta eklediği / buluşturduğu yerde gündelik yaşam hali de sekteye uğratılır. Her durumda bitimsiz, durağan olmayan bir cerahat sarmalı var edilir. Her güne içkin kılınan bir kötülük temsiliyeti güncellenir. Yaralara yenileri eklenirken, ne olacak bu memleketin hali sorgusu çöpe basılır. Bunlar kafi görülmez, kenardan oyuna dahil edilmiş Türkçülüğü bir nevi ayrımcılık olarak ele alan kötülük temsillerine yollar verilip, yeni sınırlar çizdirilir. Kah sözün önü, kah itiraz edenin sınırlarına kırmızı çizgiler döşenir. Her dem ama daim bir biçimde demokrasi vurgusu yapılırken tersine otokrasi, tersine baskıcılık, tersine bir insani olanın lağvı güncellenir. Yol, yordam, akıl, izan çürümeye terk edilirken hayatiyet kendiliğinden çürümeye yollanır. Bu kadar afaki kılınmış bir cerahat meselesini bildirir, takat bırakmayan ülke. Bu kadar kötülüğün kıyısında hangi ülke, hangi vatan, her hangi hak, hukuk ve adaletten bahis açılabilir? Bunca kesintisiz kılınmış cerahat karşısında hangi söz, hangi yarayı iyileştirebilir? Dahası nereye kadar bu tepelemesine var edilmiş kötülük sarmalında yol / yön tayinine girişilecektir, bir yol / bir yarın varmış gibi yapılacaktır, sahi ama sahiden?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Arşiv – Anadolu Ajansı – Independent Türkçe
1 note · View note
seslimeram · 3 years
Text
Yara Meseli
Tumblr media
Bir yaradır dört mevsimi, her günü, yaşanan her imi, soluğu ve onur var eden, hayatiyetin temsilini kuşatıyor. Bir yaradır kapsıyor dünü, günü, şimdi ve arını. Bir yaradır, yaralanış halidir mütemadiyen bu sathı mahalde hiza bildirici bir nesnelliğe dönüştürülüyor. Her an ve her yerde kalıcı, madun siyaset eliyle kotarılan yaralara denk geliyoruz. Doğrudan tüm o anı kapsayan karanlığın ve yasın ortasında her gün apayrı ayrıştırmalara rehin, her günü bir deneye dönüştürüldüğü bir sarmal var ediliyor. Dünkü yaşatılmış olanların üstünde ol yenilerinin eklendiği yerin meselesidir artık yara. Dört mevsim, yılın her günü, haftaların ta içinde, günü soluğunda denk düşürülen gölgelerin nasıl bile isteye bilinçli kırılmaların ta kendisine dönüşümüdür yaralar. Bugün bu raddede yalnızlığımız, biçare bırakılışımız bir temsil değil, lafta değil, doğrudan sonucunun her ne olduğunu göstere gelir tüm o yara meselinin.
Hayatın kuşatılması doğrudan, biteviye kılınmış tahakküm eylemleriyle, kanun, nizam bir düzen denilip de var edilenlerin yekunuyla birlikte bina edilir. Modern zamanlar artık tüm o bildiğimiz demokrasi kurgusunun da tükenişe sevk olunduğu bir zeminin kendisi kılınır. Şu yeri hala karanlıkta tutmaya devam diyen muktedir sayesinde o demokrasi isteminin tam da köküne kibrit suyu var edilenlerle birlikte dökülür. Hayat kuşatılır. Anlatılmaya bu sınırlarda devam olunan masalların artık teyakkuza geçmiş olan çürüme / cüretle kotarılan cürüm hallerini, yıkımı örtbas edemediği açıktır. Biyopolitik bir deney sahnesinin bütün o alternatifsiz bir düş kırımı menzilinin inşası süreğendir. Yaraların her yerde var edilmiş ol temsili, cüretle kotarılmış devlet aklının tezahüründe sonu olmayan bir yalıtımı, mahvın da tam kendisini bildirir. Demokrasi tahayyülünü, zorbalığın, dikta ve tahakküm etme hali için bir yem kılmış, ekranların boş tahayyüllerle donatıldığı, zihnin yerle bir edildiği bariz kurguların uyuşturucu etkisinde, atı alanın, Üsküdar’a yollandığı bir temsilde yaralar her yerdedir.
İletişim işlerinden sorumlu bir temsilin ikilikler yaratılıyor, gerçek ötesi tahayyüllerle bu ülkeye oyunlar kuruluyor diye veryansın ettiği zeminde, asıl oyunun bizatihi muktedir eli ve yönlendirmesiyle birlikte yıkım için var edildiği konuşulmasın diye tahayyül olunur. Bu sahnenin yaşamla olan bağının köküne kibrit suyu döküldükçe, geleceği ipotek altına alındıkça yolun da yordamın da bariz bir karanlığa ilintisi kesintisizken kim ne yapacaktır nasıl edecektir o ikilikleri, şu topraklardaki ayrımcılığı onlardan daha iyi var edebilsin. Bu sahnenin ayrıştırılmaz, kökeninden bu yana süre giden Türkleştirme potansiyelinin sadece bir kimliğin soluk alabildiği gerisine hayatın zindan kılınmaya teşne olunduğu tahayyüller ve sürekli güncellenen güvenlik pratikleriyle zaten o ikilikler var edilmişken, bugünün bir siyasal İslam temsilinin var ettikleri günbegün ortadayken yaralar kuşaklar boyu aralıksız güncel bir mesele dönüştürülür. Kesin olan, kati bir mutlakiyete dönüştürülen tahakkümü günbegün yaygın bir değnek kılmaktır.
BirGün Gazetesinden aktaralım: “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) 21 Ekim’deki faiz indiriminin ardından Türk Lirası, dolar ve avro karşısında hızla değer kaybetmişti. Dolar/TL peş peşe rekorlar kırarken, bugün itibariyle ise 9,6 seviyesinde seyrediyor.
AKP Manisa İl Danışma Meclisi toplantısında konuşan AKP Genel Başkan Yardımcısı Vedat Demiröz ise yüksek enflasyonun sonucunda ortaya çıkan hayat pahalılığı cep yakarken ekonominin kötü olmadığını savundu.
Türkiye'yi 60 yıldır Avrupa Birliği'ne almayan Avrupa ülkelerini eleştiren Demiröz, "Ekonomimiz çok mu kötü beyler?" diyerek şöyle devam etti:
"Kıbrıs Rum Kesimi, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya'dan, Letonya'dan, Estonya'dan da mı kötü. 14 ülkenin toplamından daha güçlü ekonomiye sahip bir ülkeyiz ama bizi almazlar. Niye almadıklarını hepimiz biliyoruz. Bizim kültürümüz ve milletimiz ayrı. Bunu hazmedemedikleri için almıyorlar. Almasınlar. Yunanistan'ı görüyorsunuz. Yalan yanlış bilançolarla Avrupa Birliği'ni dahi aldatmaya kalktı ama affettiler. IMF kanalıyla 150 milyar Euro bağış yaptılar. Yunanistan bilmelidir ki, bu aralar çok horozlanıyor. Cürmü kadar yer yakar. Ne Yunanistan ne de Fransa Avrupa Birliği'ne güvensin. Hiç kimseye güvenmesin, bize de horozlanmasın. Döner bakar arkasında kimseyi bulamaz."
Demiröz, şöyle devam etti: "Bugün Avrupa'da duyuyorsunuz, yakıtın olmadığı, raflarda neler olduğunu. Kış geliyor. Birileri bize, 'Kara kış fonu kurun' diyor ama biz onu kurmayacağız. Bizim her şeyimiz hazır ama Avrupa kara kışa hazır değil. Onlar bize ültimatom vereceklerine önce kendi ekonomileri, kendi geleceklerini düşünsünler. Bizim enflasyondaki yükseklik eyvallah, kurun yüksekliğini görüyoruz ama inanın hepsi kontrol altında. Biraz sabırlı olacağız. Yılbaşına doğru her şey sistemine oturacak. Aylık ihracatımız 20 milyar doları aştı. Bu dövizler yarın ülkemize gelecek. Türkiye'ye gelen dövizle cari açığımızı da kapatacağız. O dövizlerin fazlalığı nedeniyle kur farkları da aşağıya doğru inecek. Gıdada hiçbir eksiğimiz yok. Pahalılık olabilir. Allah aşkına, Türkiye'de son 20 senede her eve bakın ya bir otomobil ya da 2 otomobilimiz var. Her evde 2-3 telefon var. Türkiye'nin doğal gaz gitmeyen ilçesi kalmadı. Elektrik desen yine aynı, Yolları zaten saymıyorum."”
Madun siyasetin, pragmatist yüzüne en nadide örneklerden birisini var eder yukarıdaki ol temsil. Cürmün, kötülüğü yücelterek, hedef saptırarak bir biçimde eğriyi daha da eğrisini öne sürüp savunarak bir fabl ortaya çıkartılır. Tek kişilik bir tragedyanın artık herkesin de malumu olduğu üzere cebindeki telefonu çıkart bakayım abilerinden türetildiği bir yerde o yıkıcı, eksiltici, çürüten ekonomik kuşatmanın ta kendisinden bahis açmaya dahi gerek duymaz. Oraya buraya laf çarpıtıp, o ülke şu ülke derken dahi araya bizim milletimiz ve şu bitmeyen değerlerimiz yaygarasıyla soyup soğana çevirirken, milli ve yerli sporumuz olan ırkçılığı da katmasıyla tam da baş efendinin senaryosunu yeniden türetir hazret bay ismi lazım değil. Irkçılığın, aşağılamaya çaba sarf ettiği devletlerin yekununda hayatiyet mesellerini çoktan çözmüş, sıkıntılar var olsa da müştereklerini hala muhafaza etmekten bir an olsun imtina etmeyen bir çoğunluk söz konusuyken, kendi eksiklerini saymaktan özenle imtina edip, telefon var bunlarda çıkışı hangi meseleyi çözer ki sahi ama sahiden de!
Pahalılık olabilir lafzının her neresi düzeltilebilir ki. Geçtiğimiz Ocak ayından bugünlere kadar aralıksız pandemi süreci, mutlak iktidar tahayyülü, yok bunun için dişinizi sıkın yok şunun için sabredin, orta ve uzun vadede coşacak, uçacak, kuş konduracak bir yerde, bir ülkedeyiz naraları atılırken eksilen maaşların ederi, alım gücü sadece tek bir cümleyle geçiştirilebilir mi? O çok sevdikleri telefon örneğinde dahi, bir telefonu satarken, en az bir telefon ücreti kadar da vergiyi talep eden, deli dumrul esasına göre, ötv, kdv, trt payı vs. adlandırmalarla eşyaya hükmedip, bir kere daha vole vuran gel gelelim insanlarının o temel haklarını sağlamak yerine onları sömüren bir düzen için o laflar her nereye çıkacak ki, kendi eyledikleri çürümeden gayri! Dolar rantından, sermayenin savaşından, sistemin o köşe başlarını cukka için tüneyen kesimlerden gayrı kimselerin nemalanmadığı bir hal, bariz yıkım döngüsünden telefonları var, arabaları var, bunları var, şunları da var diyerek sıyrılabilir mi bir muktedir, iktidar tahayyülü nedir ki!
Deutsche Welle Türkçe Servisinden aktaralım: “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Afrika ziyareti dönüşünde gazetecilere yaptığı açıklamalarda iş insanı Osman Kavala’nın serbest bırakılması için çağrı yapan 10 büyükelçiyi “istenmeyen kişi” ilan etmekle tehdit etmişti. “Söyledim Dışişleri Bakanımıza, bizim bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz” diyen Erdoğan, yargı bağımsızlığına vurgu yapmıştı.
DW Türkçe’nin edindiği bilgilere göre, Erdoğan, büyükelçilerin “istenmeyen kişi” ilan edilmesi talimatını ilk olarak Afrika gezisinde verdi. Ancak Dışişleri Bakanlığı diplomatları kararı geri çevirmeye çalışıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 17-20 Ekim 2021 tarihlerinde Angola, Togo ve Nijerya’yı kapsayan bir dizi ziyaret gerçekleştirdi. Erdoğan dönüş yolunda, uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Erdoğan’a, ABD ve Almanya’nın da aralarında olduğu 10 ülke büyükelçiliğinin Osman Kavala’nın serbest bırakılması çağrısı da soruldu. “Bu Kavala denilen Soros artığıyla ilgili olarak Türkiye’yi adeta burada mahkum etmek istiyorlar. Bu Soros artığını savunanlar, bunu nasıl bıraktırırız gayreti içindeler” diyen Erdoğan ayrıca, “Bizim bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz” yanıtını verdi.
DW Türkçe’nin edindiği bilgilere göre, Erdoğan, 10 büyükelçinin “istenmeyen kişi” ilan edilmesiyle ilgili talimatı bu gezide verdi. Bu bilgilere göre, Dışişleri Bakanlığı’nda büyükelçilerin “istenmeyen kişi” ilan edilmesiyle ilgili çalışmalar yapılıyor. Ancak Dışişleri diplomatlarının ise bu girişimi durdurmaya çalıştığı belirtiliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugün de Eskişehir’de toplu açılış töreninde yaptığı konuşmada, 10 büyükelçinin Kavala bildirisine değindi. Vatandaşlara seslenen Erdoğan, “Kavala, Kavala. 'Kavala' dediğin Soros'un Türkiye şubesi. 10 tane büyükelçi onun için Dışişleri Bakanlığına geliyor. Bu ne terbiyesizliktir? Siz burayı ne zannediyorsunuz? Burası öyle zannettiğiniz gibi bir kabile devleti değil” ifadelerini kullandı.
“Burada kalkıp Dışişleri Bakanlığı’na gelip talimat verme gibi bir yola giremezsiniz” diyen Erdoğan, Dışişleri Bakanına talimat verdiğini yineledi; “Gerekli talimatı ben de Dışişleri Bakanımıza verdim. Ne yapması gerektiğini söyledim. 'Bu 10 tane büyükelçi bunların bir an önce istenmeyen adam ilan edilmelerini hemen halledeceksiniz' dedim. Zira bunlar, Türkiye'yi tanıyacaklar, anlayacaklar, bilecekler, bilmedikleri, anlamadıkları gün burayı terk edecekler" dedi.
10 büyükelçiliğin yaptığı açıklama sonrası bu ülkelerin büyükelçileri Dışişleri Bakanlığına çağırılmıştı. 19 Ekim’de Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Hadsiz açıklamanın kabul edilemez olduğu, hukuki süreçlerin siyasallaştırılmasına ve Türk yargısına baskı yapmaya yeltenen bu açıklamanın reddedildiği, söz konusu açıklamanın Büyükelçilerin savunduğunu iddia ettikleri hukukun üstünlüğü, demokrasi ve yargı bağımsızlığına da aykırı olduğu iletilmiştir” denilmişti.
İş insanı Osman Kavala'nın serbest bırakılması için on ülkenin büyükelçileri yaptırım uyarısında da bulunan ortak bildiri yayımlamıştı. ABD, Almanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda'nın Ankara büyükelçileri, bildiride Kavala'nın dava sürecinin farklı dosyaların birleştirilmesi ve beraat kararından sonra yeni davalar yaratılması yoluyla sürekli geciktirildiğine işaret edilerek bu durumun "Türk yargı sisteminde demokrasiye saygıyı, hukuk devleti ve şeffaflık ilkelerini gölgelediğini" belirtmişti.”
Düzenin var ettiği tıpkı o telefon örneğine saplanmış duran partili gibi memleketin hemen her şeysi olagelen baş efendi de kendi attığı adımlar, var ettiği cümlelerle bir kere daha hak da hukuk da benim demeye getirir. Persona non grata, istenmeyen insanlar çıkışını ol soros artığı diye küçümsemeye çalıştığı Osman Kavala’ya adalet beklentisini dile getiren ülke temsilcisi, büyükelçiler dile getirince, ittihatçıların diliyle konuşa gelir. Bir kere daha dününde yaşayan bir memleketin baş efendisi kendisi, kelama başlamadan ortaya saçılan o troll ordusundan çıkagelen hedef almalar, yalan yanlış beyanatlar ve iddianame diyerek saçmalık ötesi argümanlarla bir insanın rehin alınmasını savunur. Rehin alanın her kimler olduğunu burada biziz diyerek göstere gelir. Hakmış, adaletmiş, hukukmuş, insanlık hali ve meselesiymiş bunlar dert edinilmeyendir. Baş efendinin lügatında yer bulmayanlardır.
22 Ekim’de Osman Kavala, avukatları aracılığıyla olmakta olan bu linç döngüsüne yanıt vermiştir: “Ülkemizdeki sivil toplum kuruluşlarının şeffaf biçimde desteklenmesi amacıyla yasalara uygun biçimde kurulmuş ve faaliyet göstermiş olan Açık Toplum Vakfı’nın yönetim kurulunda, diğer yönetim kurulu üyeleri gibi görev yaptım. Hiçbir dönemde başkanlığını üstlenmedim, Açık Toplum Vakfı’nı ya da George Soros’u temsil eder nitelikte bir yetkim, statüm olmadı.
George Soros’un Türkiye ziyaretlerinde vakıf yönetim kurulu üyeleriyle benim de katıldığım görüşmeleri, Vakfın çalışmaları ile ilgili sivil toplum faaliyetleri kapsamında gerçekleşti.
Bildiğim kadarıyla, Sayın Erdoğan George Soros ile bu vakfın kuruluşundan önceki bir tarihte tanışmış ve Soros’un en son Kasım 2015’te Türkiye’ye yaptığı ziyaret sonrasına kadar, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne mensup siyasetçiler ve Cumhurbaşkanı’nın danışmanları ile Soros’un diyaloğu devam etmiş. Ben bu görüşmelere dâhil olmadım, içerikleri hakkında da bilgi sahibi değilim.”
Bütün bu bahisler bilinmesine rağmen, gözler önündeki bütün o yıkıcılık ve yara verme isteminin peşinden hazla koşa duran muktedirin yeni ülkesi, hak da hukuk da “tanımaz” olduğunu bir kere daha göstere gelir. Uluslararası standartlarda, hükumetin de imzacısı olduğu kimi evrensel sözleşme metinlerindeki açık / uygun / doğrudan hakkaniyetli ola gelen yargılanma hakkı bir kere daha elinden çalınır. Bu örnekte olduğu gibi Osman Kavala’nın tek suçu bu ülkede halen, bir burjuvanın bütün ayrıcalıklarından feragat edip bir ülkede iki gıdım iyi bir şeyleri var etmeye teşne olmasıdır.
Muktedirin “istenmeyen insan” diye itham ettiği, hedef gösterdiği on ülke büyükelçisi, Viyana Sözleşmesinden bir atıfla, Türkiye’nin iç işlerine karışmadıklarını alenen deklare ederler. Bariz bir adalet tahayyülünü hiç kılmaya teşne olan, hedef gösterdiği bir yurttaşı rehin etmeyi halen darbecilikle mücadele masalıyla geçiştirmeye devam diyen zümrenin zafer naralarına karşın, olmakta olan geleceği kapkaranlık ülkeyi göstere gelir. Aralıksız, mütemadiyen kapı arkalarında yapılan pazarlıklarla adaletin söz konusu edildiğini dostun da düşmanın da, sağır sultanın da bildiği bir düzlemde, halen egemenliğimiz müdahale etmek istediler aldılar ağızlarının payını diye cümleler kurmak ancak ayıptır. Biteviye bir sahnedeki yaşam hakkının iğdiş edilmesine devam olunmaktadır.
Büyük güçlü ülke nidaları atılırken üstünden geçilip, yok sayılan, yok addedilen kimliklerin, kültürlerin, tahayyül ve sözlerin arkasından koşa durmak ne zamandır suç kılınmıştır burası meçhuldür. Bir ülke bahsini en çok geliştirecek, çok kültürlülüğün var ettiği sorgulama, anlama ve paylaşma hallerini var etmeye, Anadolu’nun ismiyle müsemma bir yurt kılındığı zamanlara dair ol özlemin peşinde koşa durmak neden suçtur, burası hala yanıtsızdır. Bunlara insani olarak destek çıktığı için yıllardır rehin kalan bir insana, iki satır yıllar sonra lütfedip “özgürlük” talebini dile getiren temsillere karşı verilen mücadelenin ucubeliği, ucuzluğu da mı hiçbir şey anlatmamaktadır. Her şey bu kadar pespayeliğe rehin mi kalacaktır, hala mı, emin misiniz!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2021
Görsel: Free Osman KAVALA – Gianluca COSTANTINI (@channeldraw)
2 notes · View notes
seslimeram · 3 years
Text
Sesli Meram #192 - Karşı Radyo (10.08.2021)
Tumblr media
"Memleket memleketlikten çıkartılmasının suretleri ile doluyor güncellik. 24 saati geçmez bir biçimde güne düşürülen her yeni acı / her yeni kırım / her yeni devletli gölgesinin açık bir sonu, nihai anlamda beşerinin haklarının gasbını ihtiva ettiği artık çok açıktır. Bugünü dünden de ağır, şimdiden de bir yarını yerle yeksan etmelerin uzamında onca baş efendiye ait nutkun karşılığı koca bir hezimettir. Bir haftadır Ege ve Akdeniz’i kuşatan yangınların, birisi bitmeden bir başkasının var edildiği bir düzlemin hazin hikayesinde, topu hep taca sallayıp, sorumluluk almak bir yana iyice sorumsuzlaşmanın varlığına dair kesitler, atıflar ve nicesi bu meramın da özetidir. Göz göre göre bir memleketin yakılarak yok edilmesini var eden bir muktedir karşısında hayatın ederi de anlamı da bir hiçtir, bunu her defasında çok acı biçimlerde yaşayarak teyit ediyoruz."
podcast image credit: fengli-130 - feng li - american suburbx
https://archive.org/details/karsi-radyo-sesli-meram-10-agustos-2021
0 notes
seslimeram · 3 years
Text
Nefret
Tumblr media
Nefret, bildiğiniz kelimenin tüm karşılıklarından mülhem, dolu dolu bir nefret temsilini iş bu ülke denilen sahanın her gününde apayrı bir biçimde yaşıyoruz. Ambalaj değiştiriliyor gibi görünse de içeriğin her dem çürük bir arzu nesnesi olarak varlığı tescillenmiş bütün o nefret şablonundan mürekkep ülke gerçek kılınıyor. Cerahat birbiri ardına güncellenirken, yara ve yıkım artık dört bir yanı kuşatırken çalakalem nefret turnusolleri hayata düşürülen gölgeler çoğaltılıyor bizatihi devlet ve mahdumları ve aveneleri elleriyle birlikte topyekun cemaat! İmam neylerse cemaat pardon iktidarın iki ucundaki siyasal islamcı motif ile açık ve aleni faşizan güruh, kemalist eski türkiyeci, sözüm ona sosyal demokrat geçinip aslen kim daha fazla faşisti suna gelen ulusalcı kanat ve benzerleriyle bu nefret şablonu hemen her gün farklı bir biçimde güncellenir. Yıkım dört bir yanı kuşatmışken, hayatın alenen bu sahada heder edilmesine devam denilirken bütün bunları unutturabilmek için nefret hali, nefretten medet ummak var edilir.
Bir ülke formunu artık alenen zayi etmeye devam diyen, bütünüyle yıkım, talan ve bütün bütün bir çürüme istemi üstünden yükselen mevzide her gün apayrı bir nefret temsili var edilir. Kurumsallaştırılmış olanın var ettiği her türlü cerahat, yol verdiği hemen hemen her türden şiddet pratikleri için olur olmaz hedefler yeniden ve yeniden işlevsel kılınır. Bu coğrafyanın acılı kaderi / yazgısı olagelen ötekisini biçare koyma, hedef kılıp hemen her anlamda güvercin tedirginliğine rehin etme ve bütün bunların derleyicisi toparlayıcısı ola gelen ayrımcılığa her gün yepyeni hamlelerle yüklenilir. Bir yaşatan yer mefhumunu artık aleni bir biçimde hiç kılmak çabasına düşülendir. Bir yaşam bahsini sıradan herhangi ama herhangi bir kimlikten bir yurttaşın şu memlekette hayattaki varlığı, var olma çabasının ta kendisi bir kere daha alaşağı edilendir. Cürümler, kötülük ve bitimsiz nefretle birlikte bariz bir hayat istemi tarumar edilmiştir, dahası da var edilmek istenir. Dün Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi nefreti ve yönelimi, yakın zamanda da süren Alevi / Kürd nefretine en sonunda da Suriyeli, Afgan, Arap veya Dürzi, Türkmen ya da Ezidi kimliklerini de kapsar hale getirilir. Bunca vahametin ortasında bir tek iyi gün var edilemez oysa ki! Bu bilindiği halde inat ve ısrarla karanlık yeniden savunulur.
Biteviye bir cürümler sarmalı haline dönüşmüş menzilde, Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın var ettiği bu vahim şablonun / yönelimin bariz bir tezahürüdür. BBC Türkçe’de yayınlanmış olan haber metninden aktaralım: “Önceki gün düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklamaların ardından, Uluslararası Mülteci Hakları Derneği'nin yanı sıra birçok kişi Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.
Başsavcılık, şikayetler üzerine Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan hakkında 'görevi kötüye kullanma' ile 'nefret ve ayrımcılık' suçlarından soruşturma başlattı.
Kentte yaşayan yabancı uyruklulara ve mültecilere su faturası ve vergide 10 kat zam yapacağını söylemesiyle tepki çeken Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan tavrında ısrar etmiş ve "Geri adım atmayacağım, fazlasını da yapacağım" demişti.
DHA'nın haberine göre, suç duyurusunda bulunanlar arasında yer alan avukat Aydın Egemen, Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı'na yaptığı suç duyurusunda şu ifadeleri kullandı:
"Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ederek, su gibi temel ihtiyaç maddesine ulaşma imkanının fiilen ortadan kaldırılarak, özellikle virüs döneminde insanların, çocukların hastalanmasına neden olabilecek bu durumdan vazgeçilmeli ve kamuoyundan özür de dilenmelidir."
"Koronavirüs ile maske-mesafe-temizlikten başka bir çaremizin olmadığı bu dönemde, suya ulaşma hakkının fiilen engellenmesi ile yabancı uyruklu kişilerin hijyen şartlarını sağlayamadıklarından virüse yakalanmaları, bu kişilere virüs bulaşması ve nihayetinde bizlere, bizlerin çocuklarının da bu virüsü taşımaları nedeniyle zarar görmemizin sonuçlarına kim katlanacaktır?"
"(...) Şüphelinin eylemleri, başta Anayasa, Türk Ceza Kanunu kapsamında suç teşkil eden, şüpheli yöneticinin bu sıfatı hasebiyle özellikle hassasiyet gösterecek yerde, su gibi temel bir ihtiyaç maddesini, kamu hizmetini '10 kat arttırmak' gibi, toplum karşısında yabancı uyrukluk kişileri hedef haline getirilen, bizlerin, çocuklarımızın yaşama hakkını açıkça ve yakın tehdit edecek sonuçlar yaratan suç teşkil eden eylemlerinden dolayı hakkında soruşturma başlatılarak cezalandırılmasını talep ediyorum."
Özcan, Pazartesi günü belediye binasındaki basın toplantısında, ''Yabancı uyruklu kim varsa abonemiz olan, su fiyatlarına, katı atık ücretlerine başta olmak üzere bazı ücretlerde 10 kat zam yapacağız. Gitsinler istiyoruz" demişti.
"Arkadaş, yardımı kesiyorsun gitmiyorlar. 'İş yeri ruhsatı vermiyorum' diyorsun gitmiyorlar. Biz yeni önlemler almaya karar verdik" ifadelerini kullanan Özcan, Bolu Belediye Başkanı olduktan sonra mültecilere belediye bütçesinden ayni ve nakdi yardımı kesmesiyle de tepki çekmişti.
Dünkü açıklamasında yabancı uyruklu kişilerin gitmelerini istediklerini söyleyen Özcan, "Gitsinler istiyoruz. Bu misafirlik uzadı. Benim elimde yetki yok ki zorla, zabıtayla şehrin dışına bırakıp koyayım. Bir ara sınırlar açıldığında biz otobüsleri ücretsiz yapıp insan gönderdik. Şimdi de göndermeye hazırız. Gönderelim gitsin." diye devam etmişti.
Daha sonra "Biliyorum ki bu açıklamamdan sonra birileri hakkımda suç duyurusunda bulunacak. Gene çıkıp birileri insan haklarından bahsedecek, bana 'faşist' diyecek. Hiç umurumda değil" sözlerini kullanan Özcan, Habertürk televizyonu yayınında da geri adım atmadı.
Mültecilerden toplumun rahatsız olduğunu ve göçmenlerin Türkiye'ye entegre olamadıklarını söyleyen Özcan, "Benim askerim orada şehit olacak, sokaktaki Suriyeli de akşama kadar gelene geçene bakacak!" ifadelerini kullandı.
Tanju Özcan, hukuka aykırı bir işlem yapmayı planlamadığını, yapacaklarının hukuka uygun olacağını ve kendi yaptırdığı anketlerde bu konuda halkın yüzde 85 desteğini aldığını iddia etti.
Tanju Özcan, evinde Afgan işçi çalıştırdığı yönündeki iddialara ise "Doğru değil, çalışanım Faslı bir Türkiye vatandaşıydı, 6 ay kadar sigortalı olarak çalıştı, hatta bununla ilgili müfettiş incelemesi de geçirdim" yanıtını verdi.
Bu arada, CHP de Özcan'ın yabancılarla ilgili sözlerinin kendisini bağladığını söyleyerek, Bolu Belediye Başkanı'nın sözleriyle araya mesafe koymaya çalıştı.
Özcan'ın sözlerine CHP milletvekili Mehmet Bekaroğlu da tepki gösterdi. Bekaroğlu Twitter hesabından yaptığı açıklamada "Bu düşünce anayasaya aykırı olduğu gibi vicdan ve insanlıkla bağdaşmaz. CHP, sosyal demokrat bir partidir, programında yabancı düşmanlığı yoktur, böyle nefret söylemi kokan bir girişimi asla kabul etmez" dedi.”
Bütünüyle irin akıtan, bununla yol / yön tayinine girişen bir tahayyül toplamıdır belediye başkanının cismani kıldığı. Alışılageldik ezberden mavallar yanına eklenmiş olan yepyeni tahayyüllerle bir başkaldırı var edilir. Sözüm ona sosyal demokratlık lafları havalarda bu sahada uçuşurken, baştaki cüretin kötülüğü, kötünün cüretine ortak olma çabası bir defa daha var edilir. Tanju Özcan’ın patavatsızca vazettiği her cümle bir kırılmaya davetiyedir. Bütünüyle bir toprak parçasında yaşam istemine koşullar getirmek, onu sınırlandırmaya her an hazır ve nazır olmak ve bitimsiz bir nefret sunumuyla birlikte bu ülkenin bir köprü, bir medeniyetler beşiği, halkların ortak imecesi falan olmadığı gün yüzüne kavuşturulur. O aklın, ana muhalefet partisinden çıkagelen zulmü onaylayan, insanları yaftalayan hemen her şekilde ayrıştıran çabanın muktedir ve avenesindeki pek çok örneğini daha önce görmüştük. Soruşturma açılacağı bahsinden ötesine gidilmeyen, insanların haymatlos hayatları sanki keyifleri için talep ettiğini sanarak ortaya atılan ve her defasında da seçmenim de bunu istiyor diyebilen bir kötülük varken “nefret” bahsini satır satır anlatmaya gerek yoktur. Böyle ülke mi olur, kalır, bırakılır?
Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “Konya’da daha önce Kürt oldukları için ırkçı saldırıya uğrayan Dedeoğulları ailesinden 7 kişi katledildi. Aile 11 Temmuz’da mahalledeki 60 kişilik ırkçı grubun saldırısına uğramıştı.
Merkez Meram ilçesi Hasanköy Mahallesi Özşahin Sokak'ta saat 18.50 sıralarında bir eve düzenlenen silahlı saldırıda 7 kişi yaşamını yitirdi. Polis çevrede geniş güvenlik önlemi alırken, olay sırasında bölgeden ayrıldığı üzerinde durulan bir aracın bulunması için tüm kentte çalışma başlatıldı.
Konya Valisi Vahdettin Özkan ile İl Emniyet Müdürü Engin Dinç de olay yerine gelerek incelemede bulundu.
Katliamın ardından, öldürülen 7 kişinin Meram’da daha önce saldırıya uğrayan Kürt aile olduğu ortaya çıktı. 24 yıldır bu mahallede yaşayan Dedeoğulları ailesi, son 15 yıldır komşuları ve komşularının ırkçı saldırısına uğruyordu. En son 11 Temmuz akşamı 60 kişilik grup tarafından taşlı, sopalı ve bıçaklı saldırı düzenlemişti. Saldırının olduğu akşam evde bulunan 4’ü kadın 7 kişi yaralanmıştı. Saldırının ardından tutuklanan 10 kişi tahliye edilmişti.
İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin de sosyal medya hesabından "Konya Meram’da 12 Temmuzda saldırıya uğrayan aile. Tutuklular tahliye edilmiş ve kendileri hakkında ‘koruma kararı’ verilmişti.. İşte, onlar daha önce saldırdıkları aileyi katletmişler. İHD olarak olayın takibindeydik. Çok üzgünüz." açıklamasını yaptı.
Artı TV’ye konuşan ailenin avukatı Abdurrahman Karabulut, “Daha 3 saat önce aile benim yanımdaydı. Davanın, soruşturmanın gidişatıyla ilgili bilgi alıyorlardı benden. Defalarca uyardık. Cezasızlık politikasının sonucu yeni saldırılara sebep olmaktadır. Biz devleti, yargıyı uyardık. Ama adeta, kasten bizimle dalga geçercesine her yeni tutuklama talebimize, yeni tahliyelerle karşılaştık ve maalesef böyle sonuç yaşandı. Aileye ilk saldırı Ramazan Bayramı'na bir gün kalanın akşamında olmuştu. 50-60 kişilik bir grubun saldırısı olmuştu. 7 kişi tutuklanmıştı. Daha sonra her hafta birer ikişer kişi serbest bırakılmıştı. Yeni tutuklamalar talep ederken maalesef her hafta birer ikişer kişi serbest bırakıldı. İki tutuklu kaldı. Bu sonucun oluşmasında en büyük payı olan yargının kendisidir” ifadelerini kullandı.”
11 Temmuz’da deneyimlenen vahşet, yerli ve milli adalet mekanizmasının konu Kürd halkı olduğundaki aceleciliği ile katil adaylarını salıvermesi ve yukarıda okuduğunuz gibi 30 Temmuz tarihinde 7 insanın katledildiği bir cinayet, kundaklama girişimine dönüştürülür. Cezasızlık politikalarının, sürekli sistemin başında duran zevatın hedef alıp, hedef gözeterek Kürd’ü düşman addetmesinin bir sonucu, bilmiyoruz kaçıncı kırımı olarak Meram’da Dedeoğullarından yedi insan katledilir. Saldırganlar aile fertlerinden Yaşar Dedeoğlu, Barış Dedeoğlu, Serpil Dedeoğlu, Serap Dedeoğlu, İpek Dedeoğlu, Metin Dedeoğlu ve Sibel Dedeoğlu’yu katletti. Bütünüyle nefret ediminin yükseltildiği bir zeminde bağır çağır bir cinayet silsilesi işlenir. Konya’nın Meram ilçesinde ortaya serilen şey Türk’ün misafirperverliği bahsinin de bilmiyoruz kaçıncı kez duvara çarpmış olmasıdır. Bilmiyoruz kaçıncı defa inkar edilen şeyin bir yıkımın ta kendisine dönüşümü güncel kılınmasıdır. Bilmiyoruz hangi çıkış için yeniden karanlığı harekete geçirilmesidir. Böyle afaki, bunca kin ve nefretle üstelik kısa süre sonra görsel kayıtlarına da ulaşılabilir olunan bir cinayet, bütün o nefret siyasetinin hazin sonucudur. Hesabı mahşere kalmasın!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2021
Görsel: Savaş GÜLER – AA – Euronews
0 notes
seslimeram · 3 years
Text
Sesli Meram #165 - Karşı Radyo (26.01.2021)
Tumblr media
“Bugün, bu raddede, şu menzildeki o sözün, anlamın, yaşamdaki suretin, yaşamsallığın yıkımı anbean yinelenen fecaatler bir ve birlikte hiç ediliyor. Reformlar, düzenlemeler, hak tanzimleri, eksiklerin telafisi ve daha pek çok şeye dair kelamını sıralarken muktedir varlığı sürekli yeniden tanımlanan her fecaat hali bir sabitin ta kendisi kılınıyor. Bu hallerin dolayımlarında, bu hallerin orta yerinde bir hayat istemi çürütülüyor. Nefret, hiddet ve şiddet üçlüsünün sunduğu, bir son ve sonuç kabilinden sıradana reva görülen şey sadece sineye çekmek olarak işaretleniyor. Birbirini zamanında duymayan, görmeyen ve fark etmeyen, katmanlar, kastlar ve eşikler arasında bocalayan bir menzilde sulh de, hak da, adalet tahayyülü de hiç kılınıyor ne eksik ne fazla!”
podcast image credit: untitled - mohamed abdelsadig - pexels
https://archive.org/details/karsi-radyo-sesli-meram-26-ocak-2021
0 notes