Tumgik
#yorum
asilentvoiceq · 11 hours
Text
yorgunum, her anlamda her şeyden.
16 notes · View notes
theiremss · 3 months
Text
3391 kilometre filmine gittiniz mi gittiyseniz beğendiniz mi???
Ben gittim benim yorumum ;
Herseye rağmen çok güzel olmuş ama bence kitabı okumadan önce gitsem daha çok severdim diye düşünüyorum çünkü beklediğim sahnelerin çoğu yoktu (civciv sahnesi, acun ılıcalı ve seyma subaşı sahnesi, lena ile beraber teleskopla yıldızları izledikleri sahne, İzmir'in Ege'nin odasında kutu bulma sahnesi, eşşek sıpası , kaslı bebek sahnesi gibi gibi) bide kitabı okuduğum için filmin çoğu yerinde "AA BU NE ALAKA", "BU YOKTU Kİ", "BU NE LAN", "BÖYLE DEĞİLDİ", "BU KİM" fln dedim, mesela kitapta Egenin eski sevgilisi yoktu ama filme koymuşlar buse(yaren) kim mesela o ne alaka, filmde Egenin abisi ile arası bozuk ama kitapta araları gayet iyi yani sonuç olarak film ÇOK İYİ ama değiştirmeselerdi çok çok daha iyi olabilirdi herşeye ve herşeye rağmen GİDİLİR
27 notes · View notes
fani-hayat · 3 months
Text
Masum bakışlar,
Masum Paylaşımlar,
Masum Yorumlar,
Masum Özelden yazmalar,
Bizleri hiç bir zaman yanıltmasın...
HüsnüZan yapalım ama dikkkatli de olalım...
'"yanıltmasın seni masum davranışlar, bazılarını şeytan ayakta alkışlar ( İroni ) '''
Tumblr media
27 notes · View notes
uykucupandaa · 4 months
Text
Ben hala yorum yapamıyorum ve ileti kısmım hala gelmedi depresyon sebebimm 🥲
15 notes · View notes
kendihalind-e · 26 days
Text
Tumblr media
" Bu noktaya nasıl gelindi anlatmaya çalışalım;
Ak Parti hatalar serisine devam ederek ANAP’laşma sürecine girmiş oldu.
Özal’ı bitiren yakın çevresiydi, Erdoğan da yakın çevresinin etkisi ile ciddi hatalar yapmaya başladı.
En temel konularda yüzü Batı’ya müzahir takım elbiseli Ak Partili kadınların etkisinde kaldı.
Erdoğan’ı etkileme gücü olan bu çevreler, kadın haklarını koruma adına aile kurumuna büyük zarar verdi.
Geleneksel Türk aile yapısı içindeki baba rolünü kanun gücü ile yok ettiler, kadınların yönetiminde yeni bir aile modeli inşa ettiler. Eşyanın tabiatına aykırı bu durum, aile içi şiddeti daha da körükledi.
Sosyal medyanın çekiciliği ve bir türlü rayına oturtulamayan batılı eğitim sistemi gençleri kendi değerlerine yabancılaştırdı.
Sonuçta kocasını takmayan kadın, babasını dinlemeyen çocuk, birliği bozulmuş bir aile yapısı ortaya çıktı. Sözün özü muhafazakar tabanını Erdoğan kendi eliyle dönüştürdü. Öyle ki Ak Partili ailelerin çocukları karşı mahalleye geçiş yaptı.
Mazlumun, mağdurun hamisi olan Erdoğan, yıllar içinde etrafını saran dalkavuklar yüzünden toplumun en alt tabakasını görmez, duymaz oldu.
Tabanın sesini yukarıya iletecek kadrolar, kendi varlık sebeplerini dalkavukluğa bağlayınca, zirve ile tabanın iletişimi kesildi.
Tabanla tavan arasında iletişimi sağlayacak bir başka kanal da bağımsız tarafsız medya olmalıydı. Ancak Erdoğan medyayı sistemden beslenen işadamları vasıtasıyla ve embedded gazeteciler eliyle tamamen etkisiz hale getirdi. O kanal da tıkandı.
Yakıcı toplumsal sorunlar biriktikçe birikti.
Masum çocukların hayatına mal olan başıboş köpek sorunu bile çözülemedi. Erdoğan bir kaç kez bu meseleyi Batı modeli ile çözeceğiz dedi ama yakın çevresinde köpekleri çocuklara tercih eden birileri vardı ve onları aşamadı.
O birileri, kedi ve köpekler için adliyeleri dolduruyor ama köpeklerin parçaladığı çocuklar için tek kelam etmiyorlardı.
Erken evlilik yaptıkları için mağdur edilen en az 8 bin ailenin sesi de duyulmadı.
Erkek eşine tecavüz etmekten hapse atılıyor, kadın çocuklarıyla kurdun kuşun insafına bırakılıyordu. Ama sorsanız, kadını koruyorlardı.
Öte yandan aynı yaşlardaki gençler nikahsız cinsel özgürlüğe sahipti ve kimse onlara karışmıyordu.
Ortaya çıkan tablo şuydu, muhafazakar kesimin çocukları nikahlı olarak aile kurunca cezalandırılıyordu ama nikahsız birliktelikler özgürlük olarak görülüyordu.
Son yıllarda başta savunma sanayisi olmak üzere bir çok alanda milli hamleler yapılıyordu. Ancak tarımda, gıdada ve sağlıkta bütün politikalar küreselci sisteme entegre edilmişti.
Devasa hastaneler inşa ediliyor ama insanlar hastanelere düşmesin diye önleyici koruyucu sağlık sistemi ihmal ediliyordu.
Hastanın müşteri olarak görüldüğü küreselci sağlık politikaları, sistemin içinden gelen Sağlık Bakanı ile sorgulanmaz hale geldi.
Bu anlayış, 2020’de patlak veren pandemi ile zirveye çıktı. Türkiye küreselci sağlık sisteminin laboratuvar ülkesi oldu. Ekonomi çarkının durdurulmasının maliyeti büyük oldu. Bugün yaşanan ekonomik krizin temelinde işte o sağlık politikası vardı.
Kriz her zaman olduğu gibi yine en dezavantajlı kesimleri vurdu, bilhassa dar gelirli emekliler hayatını idame ettirmez hale geldi.
Ekonomiyi atanmamış İMF şefi gibi yöneten Mehmet Şimşek, emekliye yapılacak iyileştirmeye itiraz etti.
Şimşek ve ekibi, enflasyonu dizginlemek için devlette tasarrufu ve memleketin kaymağını yiyen kesimlerden vergi almayı akıl etmiyordu.
Ve Gazze…
Erdoğan etkileyici hitabetiyle mazlum coğrafyanın tek lideri olmuştu.
Ancak İsrail’in Gazze’de yaptığı katliama retorik olarak karşı koymak yetmiyordu. Zalimi durdurmak için somut adımlar gerekiyordu. Hiç değilse İsrail’e ticari ambargo konulabilirdi ama yapılmadı.
Sn. @RTErdogan iç muhasebesini doğru yapar ve hatalar serisini düzeltirse mazlumun umudu olmaya devam edecektir "
Mehmet Ali Önel
7 notes · View notes
soguksemtinmavikizi · 7 months
Text
Aralıksız 5 saat ders çalışınca benim mental:
Tumblr media
12 notes · View notes
muratufuk82 · 2 months
Text
HUAWEİ CEP TELEFONLARI VE TABLETLERİ HAKKINDA YÜZEYSEL BİLGİ
4 notes · View notes
nazeningh · 8 months
Text
Kendine bu kadar kolay kıyabilirken, karşındakinin parmağına ufacık bir iğne batsa kahroluyorsun...
9 notes · View notes
egegel · 8 months
Text
Nasıl hissediyorsun :
Bilmem yıkılacak kadar kötü ama ayakta durmak zorunda olan biri gibi
11 notes · View notes
Text
cânım kızım. bir kitapta gördüğün 'acı' kelimesini ızdırap olarak değil, yediğin ilk acı biber olarak hatırlaman için her şeyi yapacağım.
30 notes · View notes
asilentvoiceq · 1 month
Text
"Oysa ne çok ağladım ben bir damla yaş dökmeden..."
- Özdemir Asaf
386 notes · View notes
korelist · 1 month
Text
Tumblr media
ARE YOU HUMAN? // KDRAMA DİZİ YORUMU
UYARI : Yazılar genel olarak spoiler içerebilir. İçermeyedebilir.
İmdb: 7,9 Benim puanım: 7
Drama: Are You Human? (English title)
Hangul: 너도 인간이니
Director: Cha Young-Hoon
Writer: Jo Jung-Joo
Date: 2018
Language: Korean
Country: South Korea
Cast: Seo Kang-Joon, Gong Seung-Yeon, Lee Joon-Hyuk, Park Young-Gyu, Kim Hye-Eun, Kim Won-Hae
2018 KBS Drama Awards - December 31, 2018
Excellent Actor (medium-length drama) (Seo Kang-Joon)
Best Couple Award (Seo Kang-Joon & Gong Seung-Yeon)
Bir kez daha meşhur “Chebol ailesi” hikayesi kaleme alınmış. Nam Shin (Seo Kang-Joon) bilim insanı ebeveynlere sahip bir çocukken, babası şüpheli bir şekilde ölünce kötü adam rolüne yakışan bir isimle dedesi Nam Gun-Ho( Park Young-Gyu)  tarafından tutsak edilir. Anne ise aileden aforoz edilmek sureti ile uzaklaştırılır. Çocuk varis olarak annesinden uzakta büyür. Annesini araması durumunda ise anneyi öldürmek ile tehdit ederler. Böyle gereksiz bir gidişat söz konusu. Anlam veremediğim nokta burada ölen baba başkanın öz oğlu. Oğluma ne oldu diye sormaması çok garipti.
Oh Ro-Ra (Kim Sung-Ryoung) yani annemiz aslında çok zeki ve başarılı bir bilim insanı. Bütün bunlar yaşanmadan önce insan görünümlü robotlar üzerinde çalışıyor. Hatta oğlunu modelleyerek bir prototipe ürünün sunumunu gerçekleştiriyor. Kocası öldürülüp, oğlu elinden alınca bir miktar kafayı kırıp kayıplara karışmış. 20 yıl kadar sonra ( tam net hatırlamıyorum geçen yılı ), küçük çocuk büyüyor. Tam olarak alternatifi olmayan şımarık, vurdum duymaz, kendini beğenmiş, küstah Chebol varisine dönüşüyor. Anne ise kendini yurtdışında küçük bir kasabaya kapatmış, şato gibi bir evde 20 yıl boyunca modellediği robotu oğlunun büyümesine paralel değiştirerek robot ile yaşıyor.
Erkeğimiz bu çirkin karakterinin arkasında aslında öyle değilmiş demeyi istesem de dümdüz öyle bir karakter. Ama gizli saklı bir şekilde annesini aramayı hiç bırakmamış. Bir iş ziyareti görünümlü kaçamağında, 20 yıldır onu takip eden korumaları atlatıp anasının izinden gider. Tam onu bulacakken kendisini görünce yolun ortasında mal gibi şoka girer, araba çarpar. Çünkü kadının robot oğlu, özgür ve normal insan gibi yaşamaktadır. Tam o sırada anasını bulmaya giden adamı anası bulur. Bunu böyle geri gönderemeyiz, yerine robotu gönderelim, bizde iyileşirken kazanın sorumlusunu bulalım diye dâhine bir fikir atarlar ortaya.
Ve şirket hayatı… Robot analitik bir varlık olduğu için şirkette tabi ki doğal olarak alır yürür. Gerçek sümüklü Nam Shin’in yapamadığı ne varsa şirket içinde gerçekleştirir. Bu konunun yanı sıra, bir de koruma olarak orada işe başlayan bir hanım kızımızın hikayesini izliyoruz. Kang So-Bong ( Gong Seung-Yeon) gerçek Nam Shin ile davalık olmuşken, yerine gelen robot ile en iyi arkadaş olurlar. Dizinin bir diğer mevzusu da yapay zeka ile insan aşık olabilir mi, yapay zekanın sınırı var mı gibi konular etrafında dönüyor.
Sanırım dizinin en güzel yanı Kang So-Bong karakterinin babasıydı. Bana, Kang Jae-Sik karakteri ile tanıdığımız sevdiğimiz bir yüz olan Kim Won-Hae’u görmek bile kafi geldi. Bunun dışında dizinin birazcık pembe dizi havası vardı. Oyunculuklar abartılı, senaryo yer yer saçmaydı. Işık ve ses kullanımları da bunu destekler nitelikteydi. İzlenemeyecek kadar başarısız bulmadım ama hatırda kalıcılığı çok yoktu. Farklı bir konuydu.
OST:
2BiC - Heart
Raven Melus
BAŞKA NELER VAR ?
FOTOĞRAFLAR
2 notes · View notes
sokakttabiryazarvar · 5 months
Text
Size çok uzaklardan yada yakınlardan yazıyorum bayım;
Belki benim bir adım ötemde veya kilometrelerce uzağımdasın. Bana değer verdiğin, sevdiğin ve olduğum gibi kabulllendiğin için teşekkür ederim. İnşallah yakışıklı bir mafya lideri diyilsindir.
5 notes · View notes
sofyasolovjova · 5 months
Text
Tumblr media
Her Yazın Ardından-Yorum
Bu kitabı okumadan önce bir çatışmanın içerisindeydim kendimle. Bir kitabı okumak ve zevk almak imkansızın ötesinde görünmeye başlamıştı. Bize dayatılan "yararlı kitap oku" fikrinden dolayı belki de kendimi romantik kitap okurken hep bir suçluluk duygusu içinde buluyordum. Kitap okumanın sadece entelektüelliğimiz açısından değil de akılsal sağlık ve hoşnutluğumuz için olduğunu hatırlattı bana bu kitap. Aynı zamanda ilişkilerde farklı bir bakış açısının bulunduğunu da bana göstermiş bulundu. Aldatmak ve aldatılmak hakkında her şeyi baştan sorgulamak için bire bir. Okurken ve özellikle kitabın sonlarına doğru gelirken aklımda şu cümleyi canlandırdı: "Hayat kısa ve affetmek ise kolay." Birini affederken veya af dilerken aslında irtibatımızın yalnız kendimiz olduğunu anlatıyor kitap kısaca. Hakikaten, affedilen kimdir? Affeden kişi karşısındakini mi affediyor aslında yoksa kendi kindar duygularını mı serbest bırakıyor? Kitap, benim gözümde, aşktan kudretli herhangi bir duygunun bulunmadığını, en büyük hataların bile bir öneminin olmadığını göstermeyi amaçlıyor. Yazın okumak için daha elverişli olabilir çünkü kitabın büyük çoğunluğu yaz akşamlarının tatlı esintisini canlandırıyor kafamızda. Tabii yaza karşı özlemde bulunmak da okumak için bir neden olabilir.
5 notes · View notes
seslimeram · 7 months
Text
Tükenmiş Umutların Meseli
Tumblr media
Umudun tükendiği yerde ol hayatın karanlık bir sis perdesinin ardına rehineliği kesinleşir. Tümden, doğrudan, eksiksiz kılınan bir cendere içerisinde mutlak olarak var edilmiş olan tahakküm ve tehdit döngüsünde umut perişan edilmektedir behemehal. Baş efendi, onun yancısı baş faşist, beraberlerindeki zümrelerin kurumsallaştırdığı yenilendiği bildirilen ol devlet, yeni yüzyıl metaforu ve bütünüyle o karanlığı mihmandarı olagelen bir yapımı tam ve eksiksiz ihtiva eder. Her hamle biyopolitik bir tahakküm nesnelliğini bildirir. Bir biçimde demokrasi tahayyül olunanın ötesindeki bir linç erimi ile bertaraf olunurken tüm o cerahatin yaşatıldığı bir zemin bina olunur. Cerahat güncellenirken hayatın belirgin bir cendereye rehineliğinin yol haritası da meydana çıkar. Yenilenen ülke tiradı zikredilirken hayatın berhava olunması gayretine devam olunandır. Her hamle, eylem, yönelim buna içkindir, bununla ilintildir. Umudun perişanlığın da ötesinde bir mahva taşınması gailesinin var ettiği eşik her zaman aşina olunan devletin yurttaşına bakışını da özetler. O tekil hattın üstünde karanlığın hegemonyası güncelleniyor. Eylem, karar, zulme dönüşen her hamle ile ümit bu karanlık hegemonyaya rehin ediliyor. Duraksamadan var edilmiş her eylemle bu tahayyül gerçekliğimiz kılınıyor.
Yeni yüzyılı karşıladığı, cumhuriyetinin yüzüncü yıl eşiğinden geçtiğini bildirirken bir ülke, sınırının içini de dışını da bir örnek kılınan bir cerahatle sınamasının meselesidir iş bu satırlar boyunca aktarmaya, defaatle yinelemeye çalıştığımız. Ümidin harap viran bir meseleye dönüştürüldüğü zeminde hakkaniyet çoktan bir kenara atılırken nelerdir mesela bunlar diye sual edecek olacaktır. Bir zamanların değil kurulduğu günden bu yana ülkenin asli sorunlarından birisi olagelen, yüzleşmekten imtina edildikçe açıktaki yaraların daimi bir biçimde kanamaya devam ettiği Ermeni meselinden bahis açılabilir.
Yüz sekiz yıldır ne ileri, ne geriye gidebilmiş olagelen bir akıl tutulması içerisinde önce onlar başlattıların ötesine geçmeyen, sınırımız içerisinde gül gibi yaşıyorlardı, isyan etmeseydiler ile marazi uydurmaların refakatinde süre giden hengame içinde unutturulan insani kırım misal ümit meselinin nasıl boşa düştüğünü de deklare eder. Uzun uzadıya Ermeni yazmaya artık hiç lüzum kalmadan, birkaç sosyal medya ortamında zaten yerli yerine oturmamış olagelen o nefret / bir dolu hınç / kin kusa duran tahayyüllerle birlikte ümidin nasıl berhava edildiği meselini az çok anlayabilirsiniz. Daha yeni Artsakh, Nagorno Karabağ’ın yok edilmesini, tehcirin orta yerinde çıkagelen izlenim görünümlü yaftalamalar, Türkiye sınırlarından tam bir istekle savunulan tahayyüllerle tehcir / soykırım / yok etme arzusunun (onca inkar edip durulanın) nasıl gururla savunulduğu bütün meseli de açıklayacaktır, kendiliğinden, az çok okuma / yazması olana.
Ötesine geçelim, Rum’un ki aralıksız Adalar meselinden tutun da, Kıbrıs’taki tıpkı alenen yaftalanıp yok edilmiş olan o Artsakh halkının bir benzeri yaşama gayretinin karşı karşıya getirip durduğu iki devletin arada sırada var ettiği yıkıcılık dolu güncellik misal yüz yıllık olagelen akımın her nasıl ümidi tecrit ettiğini de gösterir. 6-7 Eylül 1955’ten, 20 Dolar 20 Kilogramlık yükle birlikte tehcir edilmeye kadar aralıksız cumhuriyet rejimi için hedefin ta kendisi kılınan bir başka halkın tezahürü, var ettiği / bildirdikleri de mi bir şeyleri artık anlatmaz. Öylesine laf olsun diye değil doğrudan idrak edilemeyecek kadar afaki bir kinin bilendiği, yeniden imal edildiği zeminde ötekisine karşıtlığı her anlamda yönlendirerek, dur durak nedir bilmeden yaşanması imkansız bir sahneyi imal edip, bir zahmet şuradan öteye gider misiniz halleriyle, alttan üste, sağlı sollu bir girdapla tahakküme esaretle var edilmiş hınç alma çabalarıyla Rum’un da memlekette kelaynak sürüsü kadar kalmasından da misal bir ümit kırımı okunabilir. Kimi sevmiştir ki sahiden bu ülke, toprak parçasını tam olarak yönettiğini zanneden zevat, baş amirler, memurlar, şu ve bu titrin ardından esip gürleyenler. Sahiden soruyor musunuz?
Umudun bir biçimde bambaşka bir şekilde o karanlığın sis perdesi ardına rehin edildiği Kürd sorununa ne denebilir peki? Bu toprak parçasında yaşamaları rastlantısal kılınmış o Hristiyanların ötesinde bir de buralı sayılan, gel gelelim her defasında haklarından biraz daha, biraz daha denilerek törpülenen, eksik kılınan o Kürd halkının yaşadıkları mesela biraz da olsa bir şeyleri aksettirir mi? Sınırlandırmalar, hak gasplarının yanında tacizler ve tehcirler, bir dolu yıkım, aralıksız şiddetle birlikte var edilmiş ayrımcılığın ortasında kalakalan bir halkın durumu da mı bir şeyleri aksettirmez. Kırk küsur yıllık bir yapının varlığını öne sürüp, duraksamak nedir bilmeden şiddeti besleyip büyüten kendileri olmasına rağmen inatla ötekileştirici, yaftalayıcı, hakir gören ve sonlandırmaktan gayrı hiçbir amacı var etmeyen benimsemeyen Türklük ile hangi sorun ne zaman çözülebilir ki sahiden? Yıldırı / terörü imal edip, aşağı yukarı bir asırdır birbirinden beter eylemlerle ol yarayı kanatmayı sürdüren, bununla birlikte biz etle tırnak gibiyiz bahsini zikredebilen bir yapımın sunacağı şeyde umut söz konusu edilebilir mi? Bitmiyor, tükenmiyor dediğimiz o nefretin sınırlarında hayata hiç ama hiçbir kimselere sahiden ihtimal var mıdır, düşünür müydünüz?
Mezopotamya Ajansından Emrullah Acar’ın haberini aktaralım: “Türkiye'nin Kuzey ve Doğu Suriye'ye yönelik saldırılarla savaş suçu işlediğini belirten Berîtan Sarya, “Egemen devletlerin ajandasında da Özerk Yönetimi güçten düşürmek ve kendilerine bağımlı hale getirmek var" dedi.
İçişleri Bakanlığı yerleşkesinde yer alan Emniyet Genel Müdürlüğü’ne dönük 1 Ekim'de gerçekleştirilen saldırının ardından Kuzey ve Doğu Suriye’yi hedef alan Türkiye’nin saldırıları devam ediyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın konuya dair 4 Ekim’de yaptığı açıklama sonrası başlayan saldırılarda fabrika, hastane, okul, baraj, su, elektrik ve petrol istasyonu ile rafinesi gibi birçok tesis, üst ve altyapı dahil en az 110 bölge insansız hava araçları ve savaş uçaklarıyla bombalandı. Saldırılar sonucunda ise 2 milyon insan, hastanesiz, susuz, elektriksiz ve doğalgazsız kaldı. Rojava’ya dönük 4 gündür aralıksız süren saldırıların yanı sıra Mexmur Mülteci Kampı'nda bulunan bir camiinin dün bombalanması sonucu da bir anne ve 2 çocuğu yaralandı. Gazeteci Berîtan Sarya, yakından takip ettiği gelişmeleri değerlendirdi.
‘Savaş Suçu İşleniyor’
Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırıların uzun yıllardır sürdüğünü belirten Sarya, Ankara saldırısının artan saldırılara “bahane” yapıldığını söyledi. Saldırıyı gerçekleştirenlerin Kuzey ve Doğu Suriye’den geldiği iddiasının Demokratik Suriye Güçleri (QSD) ve HPG tarafından yalanlandığının altını çizen Sarya, “Bizler biliyoruz ki bu eylem olmasaydı da Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırı planları vardı. Zaten saldırılar oluyordu. Ancak şimdi daha kapsamlı yürüyor” dedi. Saldırılarla sivil yaşam alanlarının hedef alındığına dikkat çeken Sarya, doğrudan altyapının hedef alınmasının savaş suçu olduğunu söyledi.
Saldırılarla Amaçlanan Ne?
Saldırıların asıl amacının “Kürt soykırımını tamamlamak” olduğunu belirten Sarya, şöyle devam etti: “Kürtleri katliamdan geçirmek yine Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni tasfiye etmek istiyorlar. Serêkaniyê ve GreSpi işgal harekatlarından sonra toplarla, zaman zaman lokal kara saldırılarıyla, SİHA ve savaş uçaklarıyla bölgeyi sürekli hedef alsa da yeni bir işgal harekatı geliştiremedi. Gücüne güvense ve konjonktürel olarak bir fırsat görse bunu da yapacak. Gerçekten Kuzey ve Doğu Suriye petrolleri Erdoğan’a dert oldu. Bu bölgeyi işgal edip petrolleri de sömürmek istedi, istiyor. 2019 yılında Birleşmiş Milletler’in (BM) Genel Kurulu’na petrol ve işgal haritasıyla çıkmıştı. 2020’de bizzat kendisi Putin’den Kuzey ve Doğu Suriye’deki petrollerin QSD kontrolünden çıkarılıp birlikte kullanmayı teklif ettiğini söylemişti. Bu hedefinde başarılı olmadı. Mevcut saldırılarda petrol tesislerinin nasıl hedef alındığını görüyoruz. Özerk yönetim ve QSD’ye dönük bir kara propaganda yürüten Şam yönetimi ve Rusya’nın da bu konsepte direk payları var. Ancak Türkiye’nin petrol istasyonu ve kuyularıyla, tahıl ambarlarını hedef alması sadece Kuzey ve Doğu Suriye’yi değil tüm Suriye’yi etkileyecek. Çünkü Şam alanlarına da petrol ve tahıl gitmeyecek.”
Uluslararası Güçlerin Rolü
Saldırılara karşı uluslararası kamuoyunun sessizliğine tepki gösteren Sarya, yaşanan insanlık suçlarına karşı gerekli mekanizmaların işletilmediğini söyledi. Saldırılara ABD, Rusya ve uluslararası koalisyon güçlerinin de ortak olduğunu belirten Sarya, “Onay veriyorlar. ABD, Rusya, Şam hükümeti, uluslararası koalisyon güçleri, saldırıların gerçekleştiği yerlerde ama sessizliğe bürünmüş durumdalar. Türkiye’ye ait insansız bir hava aracı düşürüldü ancak yapılan açıklamada kendilerini korumaya dönük bir uygulama olduğu belirtildi. Hakan Fidan 3’üncü taraflarla ilgili bir açıklaması vardı. Düşürülen insansız hava aracı buna bir cevap olabilir. Ancak kesinlikle bölge halkını korumaya dönük bir müdahale değil. Çünkü 4 gündür onlarca SİHA saldırısı yapıldı, yapılıyor. ABD ve Rus üstlerinin çevresinde yer alan sivil yerleşim yerleri hedef alınıyor. Buna karşı bir tepki, açıklama yok. Sadece kendilerini aklamaya dönük açıklamalar yapıyorlar” dedi.
‘9 Ekim Komplosu İle Bağlantılı’
Saldırıların PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük 9 Ekim 1998 tarihinde başlatılan uluslararası komplonun 26’ncı yılına girdiği günlere denk getirilmesine dikkat çeken Sarya, “Şuan bölge çapında 3’üncü Dünya Savaşı’nın final aşamaları yürütülüyor. Her gücün kendi ajandası, çıkarları var. Savaşın ikinci aşaması Sayın Öcalan’a dönük komployla başladı. Bir İmralı işkence sistemi oluşturuldu. Sayın Öcalan bu sisteme karşı 25 yıldır büyük bir mücadele veriyor. 31 aydır hiçbir haber alınamıyor. Kürt soykırım planları bu tecritle bağlantılı olarak tavan yapmış durumda. Bugün yapılan saldırılar da komplo ile bağlantılı. Türkiye tarihinde soykırımlar var. Ermeni soykırımından tutalım Süryani ve Rumların soykırımdan geçirilmesi biliniyor. Yüzyıldır Kürt soykırımını tamamlamak istiyorlar ama tamamlayamıyorlar. Karşılarından bir direniş geleneği var. Sayın Öcalan üzerinden tecridin ağırlaştırılması, medya savunma alanlarına yapılan işgal saldırıları, Kuzey ve Doğu Suriye’de yeni yaşamı hedef alan saldırılarla Kürt soykırımını tamamlamak istiyorlar” ifadelerini kullandı.
'Halkın Direnme Kararlılığı Var’
Bölge halklarının saldırılara karşı alanlara çıkarak tepkisini dile getirdiğini belirten Sarya, “Arabı, Kürdü, Türkmeni, Ermenisi, Asurisi, Çerkezi ile tüm halklar alanlarda saldırıları ve komployu protesto ediyor ve direniş kararlılığını ifade ediyor. Ki sıfırdan Rojava devrimini başlatan bu halk, ağır saldırılar altında yaşam ve siyasi sistemini örgütlemiş, kadın özgürlüğünü sistemleştirmiştir. Kadın özgürlük paradigması Rojava’da yaşamsallaştı. Bunu ağır saldırılar, ambargo ve kuşatmalara karşı direnerek yapmıştır. Bu günde bunu yapma gücü ve kararlılığına sahiptir. İnsanlar hiçbir şeyleri yokken canlarını ortaya koyarak, direndiler ve pes etmediler. Bugün saldırılar Rojava’ya ekonomik olarak büyük zarar verdi ama halk yine teslim olmayacak. Rojava halkının direnme kararlılığı var” diye belirtti.
Saldırılara karşı askeri bir direniş de olduğuna dikkati çeken Sarya, “Rojava güçleri saldırılara meşru savunma temelinde cevap veriyorlar” dedi.
‘Kobane Ruhu İle Mücadele’
Bir diğer amacın DAİŞ’i canlandırmak olduğuna işaret eden Sarya, “Türkiye’nin kendisi DAİŞ zaten. Kobanê direnişinde 6-8 Ekim serhildanının çok etkisi var. Şimdi aynı ruhla Rojava’yı savunmak gerekiyor. Tecride karşı mücadele etmek gerekiyor. Türkiye’nin ajandası soykırım, Özerk Yönetimi yıkmaktır. Egemen devletlerin ajandasından Özerk Yönetimi güçten düşürmek ve kendilerine bağımlı hale getirmek vardır. Bu noktada Kobanê ruhu ile mücadele herkesin sahip çıkması gerekiyor. Kürtlerin dostu olan herkesin Kuzey ve Doğu Suriye ile dayanışması gerekir. Bu dayanışma her alanda sürdürülmeli. Ekonomik olarak Rojava ile dayanışmak için kampanyalar düzenlenebilir” diye belirtti.”
Bütünüyle var edilmiş olanın gerçekliği zaten bir dolu cümleden daha hakkaniyetli bir hal ve istemle olanı biteni aksettiriyor. Beritan Sarya’nın aksettirdiği detaylarda saklanmış ol hakkaniyet bir biçimde Kürd halkının, tüm öteki addedilenlerle beraberce kurduğu imece yaşam isteminin de kökten yerle yeksan edilmesi gayretine dikkattir. Türkiye’nin attığı her adımda bir kere daha hayattaki var olma ihtimallerini sıfırlama çabasını görmek söz konusudur. Onca zamandır ulaşılamamış olagelen cerahatli işgal / sürekli taarruz ve sindirme hamlesinin kaçıncı evresidir misal Rojava’da var edilenler. Geçici denilip halen toprakların işgal altında tutulduğu Kuzey Suriye’nin kalanında cihatçılarla el ele kol kola gezinen bir ülke yönetiminin, verebileceği tek bir iyi gün bahsi var mıdır, kalmış mıdır tüm o Mezopotamya halklarına, sahiden! Pazartesi günü yapılan saldırı sırasında, siviller yaralanır. “Türk savaş uçakları Dirbesiye'nin Bişeri köyünü bombaladı. Tarlada çalışan 5 işçi yaralandı. Uçaklar ayrıca Amude ile Dirbesiye arasındaki Hamdun köyünü de bombaladı.” Bütünüyle birbiriyle içkin / doğrudan yok etme isteminin sunduğu eşiğin ol korkunçluğu karşısında sesiniz çıkıyor mu?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: In The Northeast Syrian Kurdish City Of Qamishli – Rodi SAID – Reuters via Council On Foreign Relations
2 notes · View notes
nimhandeee · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media
İçinden gelirse bir şarkı söyle..
Kendin için gülümse her güne..
Eğer ki olursa hep iyi hatırla ..
Karanlıkta sana uzanan ellerimi unutma...
30 notes · View notes