Tumgik
#kürd siyaseti
seslimeram · 6 months
Text
Yarınsız Bir Ülkede Direniş...
Tumblr media
Huzursuzluğu daim, keskin bir yıkımın sofrasında güvencesiz, yarınsız bir hayatı tecrübe ediyor işte sıradan insan. Tahakkümü denetim, gözetim ve terör ile bütünleştirerek her güne içkin bir halde var eden cerahatli bir devlet aklının dünyada tek istikamet kılındığı bir zeminde tüm o hayat meseli un ufak ediliyor. Bir derde, yepyeni binlercesi eklenirken bunların vaka-i adiyeden olduğu sanrısı zikrediliyor. Sıradanlaştırılan yıkımın evreleri günbegün apayrı bir cürüm ortaklığına çıkarken bunlarla bir hayat tecrübe ettiriliyor, hayattan geriye hiçbir şey kalmamacasına bir cürüm tahayyülüyle birlikte. Oysa hayat korunaksız, muhafazasını zayi etmiş bir halde her dem sınavlardan mülhem bir kötülüğün esiri kılınıyor. Cerahatin ta kendisi nüksettikçe yıkımın derinliğine alıştıkça, yıkım kanıksandıkça, kötülüğün tüm o sınırlarının fütursuzca yenilenmesi var edilir. Bir biçimde hızır elimizden çalınıyor. Bir biçimde hak kavramı zayi ediliyor. Binbir türlü hamleyle birlikte demokrasi pratikleri, o binbir türlü badireyle var edilen çoğaltılan / müşterek itiraz hakkının köküne kibrit suyu dökülüyor. Biyopolitik bir cerahat toplamının üstünde yürürken gerek Türkiye, gerek iş bu dünya üstündeki insanlığı yönlendirdiği iddiasındaki söz hakkı sahibi devletler eliyle o kibrit suyu her güne her yeri kuşatıyor. Demokrasi isteminin zayi edildiği zeminde yerine ikame edilen her şey zorbalığın resmi temsilidir. Yarınsız bir hayat mefhumunun şeceresi hepimizden çalınanlarla biçimlendiriliyor. Kelimeler boşa düşürülüyor.
Güvencesiz ve yarınsız bir ülke tahayyülünün gerçekliği için en olmadık tahayyüllerin birer ikişer gerçek kılınmasına devam olunuyor haddizatında. Savaşlar bir biçimde hayat mefhumunu un ufak ederken, var edilmiş müşterek kazanım / demokrasi / barış gibi tüm ideleri yerle yeksan ederken, dışarıdaki muktedirlerin bir benzeri olagelen Türkiye’nin de şimdisi can yakıcı bir tahakküm nesnelliğini var eder. Yıkıcılığın bir ucundan tutmayı var ederken, bir yandan da güvenlik politikaları öne sürülerek içteki düşman addedilenler için hayatın dar edilmesi söz konusu edilir. Kürd Özgürlük Hareketinin, bir terör hareketinin devamlılığı olduğuna dair ezberci yaklaşımın, dağları taşları bombalamaya çabalamasının tezahürüdür misal var edilen. Bakur Kürdistan’ı illerinde olmayacak tahakküm hallerini ve dirençle saldırganlıklardan, demokratik protesto haklarının gasp edilmesine bir düzlem güvencesiz, yarınsız bir ülke var edilir. Bir buna çalışılır. Daha yepyeni ana muhalefetin o parti başkanlığı yarışındaki, Kılıçdaroğlu ve Özel’in yaptıkları konuşmalardaki, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala selamlarından dahi ne kapmış bir liderin sunduğu her şey tüm o keskin yıkıcılığı imgeler.
Al birini vur ötekine deyip homurdanır baş efendi. Terörist olduğuna kendisi ve çevresinin dışında kitlesel bir karşılığı bulunmayan, dahası ne yaptı da hangi sebeple o ithamlara esir edildiği belirsiz olagelen dünün Halkların Demokratik Partisi eş genel başkanı Demirtaş’ı hedef kılar. Hakkın hukukun gasbının yanında bir de adaletin her ne şekilde hiç edildiğini de örnekler kendileri. Keza Osman Kavala gibi, bu ülkenin zorbalık dolu mazisinden kurtarılması gerekli olan kültürel mirasa, ortak geçmişin sahiden esaslı bir biçimde hatırlanması gereken yüzeylerinden kesitleri ihtiva eden Anadolu Kültür’ü var etmiş bir temsil “kimsesiz” bir başkaldırı olan Gezi’nin finansörü ilan edilip mahpus edilir, hem de ömür boyu. Onu da diline dolamaktan, kendisine biat etmemiş bir temsilin var ettiği iki gıdım sevinci, neşeyi, gerçekten elzem olagelen sorgu / suallerle geçmişin izini korumasını kabullenmeyip tutsaklığını da yetersiz görüp bir de terörist ithamına başvurur baş efendi. 669 HEDEP'li (HDP / DBP) hakkında ifade verip tutuklanmalarına neden olan Ümit Akbıyık: "TEM polisleriyle uzun süredir ilişkideydim ve devletin polislerine çalıştım" der misal. Bütünüyle temcit pilavı gibi ısıtılıp paylaşılan terör ve ol teröristler mefhumunun bina edilmesindeki alelacele hal, dur durak bilmeden var edilmiş nefret / ötekileştirme içerisinde bir kere daha hayatın talanı var edilir. Yarınsız kılınmış bir hayat tecrübe ettirilerek, aman ha sakın bir şeylere itiraz etmeyin ete / kemiğe büründürülür. Suç mahalli, suçlu, kötülüğü ele alan akıl / var ettiği şeyler ortadayken tüm o insan hakları karnelerindeki ezici sonunculuklar, bitimsiz diplerde dolaşan ülkenin kısa, keskin hakikati de var edilir. Bu hallerin ortasında bir demokrasi söz konusu edilebilir mi sahiden?
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “HEDEP Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Barış mücadelesini sınırları aşa aşa örgütleyeceğiz” mesajı verdi. Bir diğer Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan ise, "Kürt sorunu çözülmeden hiçbir sorun çözülemez" dedi.
Demokratik Bölgeler Partisi'nin (DBP) Amed'te düzenlenen konferansında Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HDEDP) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Kürtçe ve Arapça katılımcıları selamladı. “Merhaba 4 parça Kürdistan'da özgürlük mücadelesini yürüten ve bütün Ortadoğu'ya halkların nasıl özgürleşebileceğini gösteren akıl" diyerek konuşmasına başlayan Hatimoğulları, DBP’nin hem pratik hem de ideolojik varlığıyla HEDEP’e büyük katkı sunduğunu dile getirdi.
Barış Vurgusu
Hatimoğulları, "Barış için, özgürlükler için, kardeşlik için, bin bir bedel ödeyerek mücadelesini yürüten değerli Kürt halkı merhaba. Bu konferans gerçekleşirken Türkiye’de işçilerin, emekçilerin ve yoksulların daha da yoksullaştığı bir dönemden geçiyoruz. Bu konferansı gerçekleştirken Rojava ve Gazze üzerine bombalar yapıyor. Ortadoğu'nun iki kanayan yarası var; Filistin ve Kürdistan. Bu iki sorun çözülmeden Ortadoğu barış yüzü görmeyecek. Bu iki sorunu çözebilecek olan bölgedeki Ortadoğu'nun halklarıdır, bizleriz. Sizlersiniz. Barış mücadelesini sınırları aşa aşa örgütleyeceğiz. Tarih boyunca gün yüzü görmeyen bu coğrafyanın halkları eşit bir zeminde onurlu bir barışı çoktan hak etti. Bunun için çok daha büyük bir cesaret ve inançla akıllarımızı fikirlerimiz birleştirerek, daha büyük bir örgütlenme, tam da barış deme zamanı. Biz barış demekten asla vazgeçmeyeceğiz. Barış diyeceğiz. Barış diyeceğiz" şeklinde konuştu.
Bakırhan: DBP’nin Tarihi Bir Rolü Var
Kürtçe konuşan HEDEP Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ise, şunları söyledi: "Umarım, kongremiz, barış, kardeşlik ve birliğe vesile olur. DBP bizim direnişimiz geleneğimizin köküdür. DBP fikriyatında birçok şehidin emeği vardır. Biz özgürlük mücadelesinde yaşamını yitirenlere büyük bir borcumuz var. Onların emeğine layık olmamız gerekiyor. Bugün herkes bunu kabul etmelidir. Bizim Kurdistanı mücadelemiz büyümeden bizde büyüyemeyiz. DBP ne kadar güçlü olursa HEDEP’de o kadar güçlü olur. Halkın öncülüğü için DBP’nin tarihi bir rolü vardır. Hepimizin amacı DBP’yi büyütmektir.
Bugün Ortadoğu’da ağır bir savaş sürüyor. 100 yıldır süren savaşın ve kaosun sebebi sistemin kendisidir. Kürt halkı 100 yıldır, asimilasyon politikaları ve faşizme karşı direniyor. Varlık ve yokluk mücadelesi veriyor. Ulus devletler çözüm olamaz. Çözüm demokratik ve birlikte bir yaşamdır. Ortadoğu’da Kürt sorunu çözülmeden hiçbir sorun çözülmez. Kürtler özgürleşmeden kimse özgürleşmez. Kürtler üzerinde baskı ve zulüm devam ettikçe hiçbir devlet huzur bulmaz. Çözüm demokratik konfederalizmdir. Sayın Öcalan üzerindeki kalkmadan, toplumun üzerindeki karanlık ve tecritte kalkmaz. Kürtlerin dostları ve yol arkadaşları bunu iyi bilmelidir. Sayın Öcalan üzerindeki tecridi kaldırmalıyız. Sadece tecridi kaldırmak yetmez sayın Öcalan’ı özgürleştirmeliyiz.
En büyük ihtiyacımız ulusal birliktir. Kürt halkı her yerde saldırı altındadır, saldırılar varlığımıza yöneliktir. Kürt güçleri toplanmalı ve Kürt halkının varlığına yönelik saldırılara karşı biraraya gelmelidir. Bunun içinde ideolojik mücadelemizi güçlendirmemiz gerekir. Bunun içinde DBP’nin rolü önemlidir. İmha ve asimilasyona karşı paradigmamızı sonuna kadar savunacağız. Kürt halkı statüsünü kazanana kadar mücadelemizi büyüteceğiz. Faşizmin gerilemesi için demokratik ittifakımızı güçlendireceğiz. Bugün kadın hareketi dünyada kadınların sesini yükseltiyor. Kürt kadınları, 'jin, jiyan, azadî' felsefesini dünyaya yayıyor. Kadın arkadaşlarımızı kutluyorum, iyiki varsınız, her zaman var olun.”
Bir asırdır yerinde saymaktan bir beis görmeyen ülkenin gerçekliğinde Kürd Özgürlük Hareketi var edilmiş olan yok saymalara karşı itirazını kuvvetlendirir. Bir biçimde onca zamandır yok sayılmanın ötesinde, izi kalmasın diye çabalanan bir kimliğin hakkaniyeti, hakkını arayabilme idesinin neden mühim bir mesele olduğu tekrar tekrar yinelenir. Pek çok siyasetçinin tutsak, parti emekçisinin rehin, sempatizanın göz hapsinde tutulduğu bir odağın kendini yenileyerek duraksamadan sözünü hakikatten yana açabilmesinin meselidir belki herkesi de kurtarmaya yeterli gelecek olan. Huzursuzluğu daim, keskin bir yıkımın sofrasında güvencesiz, yarınsız bir hayatı tecrübe ediyor sıradan insan. Bütünüyle bu tahayyüller, birbiri ardına çıkagelen itirazlarla belirli bir direnç odağından yaşamı henüz savunulabilir bir mesel olduğu hatırlatılmaya çalışılıyor. Henüz cumhuriyetinin ol yüzüncü yılının ilk haftasını geride bırakan bir menzildeki olmakta olan cerahat pratiğine karşı insani olan mücadele hattının elzem hali bir kere daha ortaya çıkar. Cürmün, kötücül bet ve feci olanın kıyısında yol / yön aradığını, açtığını iddia eden muktedir karşısında hiç değilse bu bahis önemlidir. Adalet, eşitlik, hürriyet, yaşamsal olanın tesisi, ekonomik ve illa ki sosyal haklardaki yıkıcılık / yok edicilik karşısında mutlak biatten ise sorgulamaya, itiraz etmeye ne zaman başlayacaktır bu ülke meseledir. Meselemizdir.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: İllüstrasyon – Dave PLUNKERT via The Dallas Morning News
0 notes
utopiatv · 10 months
Text
Türkiye Seçimini, Kürd Siyaseti Pusulasını Kaybetti
Bir kez daha görüldü ki, demokratik değişim söylemleri kimden gelirse gelsin Kürd ulusal meselenin çözümünü önceleyeceği için tekçi Türk cumhuriyet sistemin ırkçılığa dayalı sosyolojisini aşamıyor. Kürd, Türk ilişkisi sömürgeci ile sömürge ilişkisidir. Ulusal eşitlik kabul görmezse, vücuda gelmiş kopuş ve o vücuda laik olmayan ‘Türkiyeleşmeyi’ çöpe atacaktır Mehmet Kobal Makaleyi…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
felsefasihe-blog · 6 years
Text
Piştî şer ê Efrîn’ê wê medîa a tirkî bibêjê : ‘’me duhezar terorîst kûşt.’’ lê dîsa jî laşê wan xuya nakê. Laşê eskerÊ tirkî xuyadikin lêbelê yên YPG xuyanakin.Çimkî wek her tiştî xwe bi medîa ya derewan mezin dikin heyyhoooo.
-Efrin çatıimasından sonra Türkiye (Ak) medyası yine diyecek ki: ''terörist öldürdük.'' Fakat yine ceset görünmez. Askerlerin ki hep göründü.(Çünkü milleti gazla doldurmaya çalıştılar.) Ama YPG'den öldürdüklerinin cesetlerini gösteremiyorlar. ( çünkü ortada o kadar ölen yok.) 
-Bir Nusaybinli olarak, bir Kürd olarak diyorum ki Nusaybin çatışmalarında ölen kişi sayısı 20' yi geçmedi.Ama medyaya yansıtılan 100 üzeri idi.Aynı şekilde Cizre'de de, Silopi de, Diyarbakır'da da aynıydı hep abartıldı ölüm sayıları. Öldürülenlerin çoğu kendi mahallesini savunan birer masum gençlerdi, o mahallelerde yaşayan gençlerdi. 
-Diğer bir husus daha da annelerimiz o kadar ölümlerden sonra bağırıp çağırdı ''barış'' diye ve sokak ortasında annelerimiz, daylarımız, amcalarımız,arkaaşlarımız, kardeşlerimiz öldürüldü.
-80-90 larda kadınlarımıza ettikleri iğrenç işkenceler.-Diyarbakır Cezaevindeki işkenceler ve daha bissürü katliam,soykırımlar.
12 Eylül 1980 Darbesi'nde İdam Edilenler16 Mart Katliamı1927 Adana-Nusaybin Demiryolu Grevi1927 Kayıkçı Grevi1980'den 2000 Yılına Kadar Kaybedilenlerin Listesi - Kürdistan1988 Tuzla Katliamı6 Eylül asansör katliamı6-7 Eylül OlaylarıAnkara KatliamıBahçelievler KatliamıBalgat KatliamıBarış Mitingi KatliamıBilge Köyü KatliamıCizre DirenişiDersim KatliamıDevlet Dersinde Öldürülmüş ÇocuklarDevletçilikDigor KatliamıDiyarbakır Cezaevi Katliamı (1996)Gazi KatliamıGüçlükonak Katliamı19 Aralık KatliamıKızıldere KatliamıMaraş KatliamıMarmarapark AVM KatliamıMuğlalı OlayıNurhak KatliamıRoboski Katliamı ve dahası.
Ben politikayı-siyaseti, dini sevmiyorum.Çünkü ben insanım sadece insan.Benim beynim iyi şeyler üretmek için var.Kirletmek ve üretmek için değil Dünyayı.Ben bir sanatçı adayıyım, benim amacım güzel kalmak-güzel kılmaktır.Üretmektir, tüketmek değil.Kürtçede şöyle bir söz mevcut : ''Agir da kayê xwe da li ber bayê.'' (Samanı ateşe verdi, rüzgarın önüne girdi.)
-İşte ben ne samanı ateşe veririm ne de rüzgarın önüne giren kişi olurum.Ben ancak ''Rüzgarın ta kendisi olurum.'' Bunu da kendi becelerilerimle yapabilirim öldürmekle değil, öldürenlere destek olmakla değil.Ben Dünyanın her yerindeki katliam ve soykırımlara karşıyım.Ben insanı severim sadece insanı ve insan olmaya çalışan bireyim.
Ama ne yazık ki çok iyi tanıdığım akademisyenler ve sanatçıyım diye dolanan şovenist ve elleri kanlı şahılardan öteye değilmiş.Akademisyen olmuşsunuz ama insan olamamışsınız. Sizin akademisyenliğinize ve insanlığınıza tüküreyim. Sanatçının ne demek olduğunu ben açıklıyorsam size, bir kez daha varlığınıza tüküreyim.
1 note · View note
hetesiya · 5 years
Text
"Türk toplumunun hassasiyeti
Fuat Önen yazdı:
Son yıllarda Kürdistanlı siyaset kadrolarına, aydınlarına verilen bir ödev de “Türk toplumunun hassasiyetlerini” göz önüne almak, gözetmek, incitmemek,siyasal mücadelesini buna göre yürütmek oldu(seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz S.S.Önder’in “emanet oylar” talimatı bunlardan biridir). Üstelik bu hassasiyetin ne olduğu söylenmeden. TV programlarında sık sık bu hassasiyete atıf yapan Kürd siyasetçisi ve aydınlarını dinledik. Dışarıdan bakan birisi Kürdlerin hassasiyetini yitirmiş ve Türklerin hasasiyetini kendisine dert etmiş bir toplum olduğunu düşünür. Şimdi bu hassasiyetin mobilize ettiği kitleler sokaklara döküldüler. Siyasetçileri ve aydınları tarafından göz bebekleri gibi korunan bu hassasiyet harekete geçince, Kürdleri darp eden, öldüren, jenosidal yüzü açığa çıktı.
Yıllardır bu hassasiyetten söz edilince şu anektodu anlatırım: Berbere gidiyorsunuz, konuşkan arkadaşlardır. Dünya,ülke meselelerine de duyarlıdırlar. İsrail’in Filistinlilere yaptığı zulüm konu olur. Kendinizi berber ile aynı safta görmeniz yadırgatıcı olmaz. Filistinlilerin bağımsız devlet kurma hakkında da anlaşırsınız. Aynı duygudaşlığı Bask, Katalanya, İrlanda, İskoçya vb.meselelerde de görürsünüz. Bundan aldığınız cesaret ile, Kürdistanlı da olmanız nedeni ile, Kürdistan demekte bir sakınca görmezsiniz. Daha cümleniz bitmeden berberin bir gırtlağınıza bir de elindeki usturaya baktığını farkedersiniz.
Türk toplumunun Kürd, Kürdistan hassasiyeti esas olarak budur. Derin bir hassasiyettir. Devlet tarafından oluşturulmuştur. Irkçıdır, işgalcidir, jenosidaldır. Devletleşen allakton bir topluluğun, otoktonlara karşı oluşturduğu bir tür savunma mekanizmasıdır ama son derece saldırgandır. Bunu gözeterek Kürdistan meselesi şurada dursun Kürd meselesini bile çözemezsiniz. Çünkü bu hassasiyet varlığını otokton toplumların yok edilmesi üzerine temellendiren bir devlet tarafından üretilmiştir. Bunun doğurduğu sorunların çözülmesi için bu hassasiyetin gözetilmesi değil giderilmesi gerekir. Bu hasasiyeti giderecek olan da Kürdistanlı siyasal çevreler değil Türkiyeli siyasi yapılardır en başta da Türkiye Devletidir. Ancak devlet ve egemen Türk siyaseti bu hassasiyeti gidermeyi değil, kullanmayı seçmiştir. Bu da Türk devletinin önünde Kürd, Kürdistan meselesinin adil birçözüm niyeti ve programı olmadığının göstergelerinden biridir.
2oooli yılların başında “vatansever hareket”adı ile legalize olan paramiliter bir örgütten söz edilirdi (bayrak, cumhuriyet mitinglerini örgütleyenler arasında idi). Bu örgüt Mersin’i pilot bölge ilan etmişti. Mersin’de Kürd feodalitesi iktidar oldu türünden propagandalarla hassasiyeti güncelliyorlardı. O zaman anladığımız kadarı ileMersin, İzmir, Bursa üzerinden İstanbul’a gelen bir güzergah ile Türkiye’nin kıyılarını korumaya alıyorlardı. Aslında askeri darbeye kitle temeli sağlamaya çalışıyorlardı. Bu güzergahın CHP’nin en çok oy aldığı bir şeride denk gelmesi tesadüfi değildir. CHP o dönemde bu hassasiyetin sözcüsü idi. Bugün o hassasiyet egemen Türk siyasetini birleştirmiş görünüyor. AKP ile MHP bu hassasiyetin sözcüsü olmak için yarışırken, hasasiyetin eski ve daimi sözcüsü CHP kısmi itirazlar(sosyal-demokrat bir partidir ya!) dillendirse de, yarışın içindedir. Aralarındaki tartışma silahı göstermek yeter ile göstermek yetmez kademeli bir şekilde kullanmak da gerekir tartışmasıdır.
Kürdistanlı siyasi çevrelerin Türkiyedeki Kürdler ve Kürd meselesi hakkında açık bir programları ve bu hassasiyeti karşılayacak bir yol-eylem haritaları gözükmemektedir. Hümaniter çığlıklar, mağduriyet edebiyatı ile “bu saldırıyı da savuşturalım” zamanında değiliz. Her seferinde bu saldırı furyasının geçmesini beklemek ve bunun için sessizliğe gömülmek çıkar yol değildir. Böylesi bir çatışmanın “bizlerden” daha çok “onlara” zarar vereceğini göstermek en makul savunma tarzıdır. Bu hassasiyeti oluşturup iktidarlarına kitle temeli yapmanın aracı olarak kullanan muktedirleri bu oyunu oynamaktan vazgeçirecek olan da budur. Anadolu ve Trakya Kürdlerinin yol-eylem haritasına ortak savunma komiteleri oluşturmakla başlanabileceğini düşünüyorum.
09.09.2015"
0 notes
urfaobjektif-blog · 6 years
Photo
Tumblr media
Yavuz: Kürd Meselesini Altı Ayda Çözeriz
Partisinin Şanlıurfa mitingde konuşan HÜDA PAR Genel Başkanı Mehmet Yavuz; önemli mesajlar vererek, Kürd meselesini 6 ayda çözülebileceğini söyledi. HÜDA PAR Genel Başkanı Mehmet Yavuz, partisinin Şanlıurfa İl Başkanlığı tarafından Kent Müzesi önünde düzenlediği mitingde konuştu. İç ve dış gündemle ilgili hükümetin yanlış politikalarını eleştiren Yavuz, hükümetin HÜDA PAR’ın çözüm önerilerini kulak ardı ettiğini ifade etti. Konuşmasına halkın Ramazan Bayramı’nı tebrik ederek başlayan Yavuz, Şanlıurfa’da uzun bir müddet öğretmenlik yaptığını, 7 Haziran 2014 genel seçimlerinde bağımsız milletvekili adayı olarak seçimlere Şanlıurfa’dan girdiğini, bu yüzden Şanlıurfa halkının kendisini yakından tanıyıp, bağrına bastığını anımsattı.
“Devleti terör örgütü yönetiyordu” Hükümetin ‘Çözüm Süreci’nde izlediği yolun yanlış olduğunu daha önce de defalarca belirtiklerini kaydeden Yavuz, bir daha aynı yanlışların yaşanmaması, devletin içine sinmiş örgütlerin halka acılar yaşatmaması için HÜDA PAR’ın sunmuş olduğu önerilerinin dikkate alınması gerektiğini söyledi. Yavuz, “Bu şehrin, ülkenin ve milletin tırnağına tekbir çakıl taşının değmemesi için mücadele ediyoruz. Çünkü aynı gemideyiz. Gemi su alır, delinirse hep beraber kaybederiz. Çözüm Süreci’nin yanlış ilerlediğini söyledik ama hükümet yetkilileri, ‘Bakın asker ve polis cenazeleri gelmiyor. Siz de hiçbir şeyi beğenmiyorsunuz. Ne güzel bir süreç başlatmışız. Terör örgütü silahlarını bırakacak, sınırların dışına çıkacak’ derken bizde diyorduk ki, ‘biz bu topraklarda yüz yıllardır yaşıyoruz. Kimin ne yapmaya çalıştığını biz çok iyi biliyoruz. Bu bölgede elinde silah bulunan hem örgütün güçleri hem de devleti yöneten terör örgütü (FETÖ)’ Bunu biz söylediğimiz zaman bize, ‘nasıl olur, alnı secde gören insanlara nasıl iftira atarsınız’ dediler ve daha sonra gördünüz 15 Temmuz oldu. 15 Temmuz’dan sonra dönemin İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala, ‘7 bin istihbarat polisinin 6 bin 700 yüz tanesi, FETÖ terör örgütü mensubudur. Bu devleti, terör örgütü yönetiyordu’ diye kendileri ifade ettiler. Biz daha tokat atılmadan, bu millet bedel ödemeden bunları söylüyorduk: Bakın bu terör örgütü dediğiniz yapılar, bir birileriyle yardımlaşıyor. Bir taraftan PKK, bir taraftan FETÖ. Bu örgütler ortak bir şekilde, beraber hareket ediyorlar. Bunu dediğimizde ise ‘Aklınızı peynir ekmekle mi yediniz’ dediler. ‘Nasıl olur FETÖ ile PKK beraber hareket ediyorlar.’ O zaman bizi, işi bilmemekle, siyaseti bilmemekle suçladılar maalesef. O gün bizi dinlemiş olsalardı ne şehirlerimiz savaş alanına dönüşecek, ne binlerce insanımızın hayatına mal olacak, ne de hep beraber neredeyse memleketimizin parçalanma girişimine maruz kalacaktık.” dedi.
“Suriye’de silahların patlamasına sebebiyet verecek yanlış politikalar uygulandı” Hükümetin Suriye’de yanlış politikalar izlediğine dikkat çeken Yavuz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Suriye meselesi baş gösterdiği zaman hükümeti uyardık. Suriye’nin başında bir zalim var, kabul ediyoruz. Fakat bu Ortadoğu denilen İslam Coğrafyasında birçok zalim var. Amerika neden özellikle Suriye’de işleri karıştırmaya başlıyor? Bunu iyi bilelim. Mesele siyonist terör rejimi, Allah’ın lanetlemiş olduğu, ‘Siz Müslümanların en büyük düşmanıdır’ dediği siyonistler, topraklarınıza, iffetinize, namusunuza göz dikmişler. Hepinizi köle yapacak, kendileri efendi olacak. Suriye’de çıkarılan savaşın ana sebebi budur. Münbiç’teki, Rakka’daki, Felluce’deki de budur, Irak’taki de budur. Çünkü bu psikopat çete, dünyayı çekinmeden ateşe atan psikopat çete, Nil ile Fırat arasında ki toprakları, kendi babasının malı olduğunu söylüyor. Onun için diyorum ki siz, iyi dinleyin. Yavaş yavaş geliyor. Evlatlarımızın ikbali ve istikbaline göz dikmiş. Hükümeti uyardık, bizi dinlemedi. Maalesef Suriye’de silahların patlamasına sebebiyet verecek yanlış politikalar uyguladı. Ne oldu, kim kazandı? Onun için, ‘Türkiye’nin HÜDA PAR’a ihtiyacı var’ dedik. HÜDA PAR’ın tarihe karşı, halka karşı, hakka gür bir sesle kimseden çekinmeden cesurca ve hakaret etmeden bu hakikatleri dile getirmesi için, mecliste bize vekâlet verin, bu hür adayları meclise gönderin.”
“Kürd meselesini altı ayda çözeriz” Kürd meselesini 6 ayda çözülebileceklerine vurgu yapan Yavuz, çözümün Urfa’nın ucuzluk pazarında olduğunu söyledi. Yavuz, “Kürt meselesi var diyorlar. Nedir bu Kürt meselesi. Bölgesel mesele olmaktan çıkmış, küresel ve uluslararası bir mesele haline gelmiş. Nedir bu, niye bu hale geldi? İşte bu ferasetsizlikten ve basiretsizlikten kaynaklandı. Biz bu meseleyi 6 ayda çözeriz. Nasıl Çözeriz çok basit daha önce de söyledim. Çözüm Urfa’nın ucuzluk pazarında. Niye bu meseleye Amerika’yı, İsrail’i, Fransa’yı ve İngiltere’yi bulaştırıyorsun? Çözüm dediğimiz gibi Urfa’nın ucuzluk pazarında, Urfa’nın ucuzluk pazarında esnaflarımız asırlardan beridir en az dört dil konuşuyor. Ticaret için gelen müşterileriyle Türkçe, Kürtçe, Arapça ve Zaza’ca konuşuyor. Allah aşkına niye Kopenhag kriterlerinde milletin zamanını harcıyorsunuz? Niye bu milletin zamanını Londra’da ve Washington’da boşa harcıyorsunuz? Ticaretten dolayı Urfa bu meseleyi çözmüş. Ucuzluk pazarı bu meseleyi çözmüş. Alın size model siyasete yansıtın bitsin bu mesele.” diye konuştu.
“İnsan hayatından daha kıymetli ve değerli bir şey yoktur” Seçimlerin huzurlu bir şekilde geçmesi için bütün partilerden randevu talebinde bulunduklarını hatırlatan Yavuz, “Bakınız HÜDA PAR seçime girme yeterliliği bulunan bütün partilerden randevu talep etti. Neden biliyor musunuz? Suruç’taki o elim vaziyeti yaşamayalım diye, insanımızın kanı dökülmesin diye. Şunlardan da mı talep ettiniz? Evet, herkesten randevu talep ettik, kan dökülmesin diye. Çünkü HÜDA PAR’ın anlayışına göre insan hayatından daha kıymetli ve değerli bir şey yoktur. Hiçbir siyasi kazanç, politik çıkar ve menfaat, insan hayatından değerli olamaz. HÜDA PAR’ın tek amacı akan kanı durdurmak ve kanın akmasını engellemektir.” ifadelerini kullandı. “Devletin hafızası güncellenmelidir” “Bu milletin 22 yaşındaki evlatları en verimli yaşlarında memurluğa geçerken FETÖ’nün ve 28 Şubat’çının hazırladığı güvenlik soruşturmasına tabi tutuluyor ve işe alınmıyorsa darbe karşıtı cepheyi birileri zayıflatıyor demektir” diyen Yavuz, “Tehlike içerden de geliyor. Ben buradan yine ihbar ediyorum! Ey Hükümet, Ey Cumhurbaşkanı bakın sizin sırtınızda bir akrep var. Sizi sokacak lütfen buna izin vermeyin ve şu devletin hafızasını bu milletin inancına göre bu milletin değerlerine, tarihlerine, dostlarına göre gelin güncelleyin bu akıl tutulmasından hep beraber kurtulalım.” çağrısında bulundu.
“Darbecilerin Anayasa’sıyla hala neden hükmediyoruz?” Yavuz, sözlerine şöyle devam etti: “Darbecilerin Anayasa’sıyla hala neden hükmediyoruz? Neden bizim medeni kanunlarımız İsviçre’nin kanunları olsun? Neden idare hukukumuz Fransa’nın olsun? Neden bizim ceza kanunlarımız İtalya’dan gelsin? Neden bizim ticaret kanunlarımız Almanya’dan gelsin? Bizim elimiz sakat, gözümüz kör mü? Bir ticaret kanunu yapamıyor muyuz? Bir medeni kanun oluşturamıyor muyuz? Eğer oluşturamıyorsak bırakın bu işi yapmayın. HÜDA PAR’a verin bu işi. HÜDA PAR, İngiliz’in de, İtalyan’ın da, Fransız’ın da, Alman’ın da lütfuna ihtiyaç duymadan bunu gerçekleştirecektir, Allah’ın izniyle. Bu milletin inancına aykırı hiçbir kanun çıkarılamaz. Adaleti merkeze yerleştirelim. Nedir Adalet? Devletin dinidir. Hiçbir ideoloji dayatmasın, kimseyi ötekileştirmesin. Dili de yasaklamasın, dini de yasaklamasın. Dil de, din de insan içindir. İnsan, yeryüzünün en değerlisidir, en şereflisidir. HÜDA PAR’ın ‘Önce İnsan, Öncelik Adalet’ demesinin sebebi, işte budur.” Miting öncesi konvoy şeklinde şehir turu atan HÜDA PAR Şanlıurfa milletvekili adayları, halkı selamlayarak miting alanına geldi. Kent Müzesi önündeki miting Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başladı. Ardından, Milletvekili adaylarından Lokman Yalçın ve Emin Güneş, kısa bir selamlama konuşması yaparak, HÜDA PAR’ın Şanlıurfa’ya, Şanlıurfa’nın da HÜDA PAR’a ihtiyacının olduğuna dikkat çektiler. Ses sanatçıları ise HÜDA PAR Şanlıurfa adına bestelenen marşları seslendirdi. Şanlıurfalılar, marşlara eşlik ederek, tekbirler getirdi.
Yavuz: Kürd Meselesini Altı Ayda Çözeriz
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Hayat Sansürlenirken!
Tumblr media
Çürüten bir ülke tezahürü dört bir yanı sarmalıyor. Hayatın hep olduğu gibi var edilmeye çalışılan bir döngünün / mesel olmasının yerle bir edilmesi haline eklenenlerle birlikte ol çürüme nesnel kılınıyor. Cerahat var edilirken, iktidar ve payandalar, muhalefet denilenle yancıları birlikte / beraberce cürmün istikametini bina ediyor. Çürüme bir hakikatin özünü teşkil ediyor. Umudun zayi olunduğu yerde hayatın abecesi çalınırken var edilenler bu hal şu çürüme meselesini manidar bir hakikat bahsine lehim ediyor artık. Bütün var edilenleri bir kerede tek bir güne sığdırılan halleri / taarruzları göz önüne getirdiğimiz vakit alenen var edilmiş çürümenin nasıl savunulan bir mesele dönüştürüldüğü kendiliğinden ortaya saçılıyor. Yirmi birinci yılını idrak eden iktidar tahayyülünün var ettiği daraltma hallerini bütünüyle zorbalıkla biçimlendirilen köşeye kıstırıp tüketme halini, içten içe var edilmiş o demokrasiyi hiç kılma çabasını birlikte ele aldığınızda memleketten geriye de hiçbir bahsi açmak söz konusu olmuyor. Dönüp dolaşıp varacağınız yer tastamam çürümenin, çürüten hallerin yekununda debelenen bir ülke oluyor.
Dezenformasyon yasası nam yasa tasarısının yürürlüğe her gün kademe kademe azar azar girdiği bir zeminde mutlak itaat adına çürüten / öğüten ve yerip durdukça daha beterlerine zemini yoklayan bir iktidar pratiği hayatı kuşatır. Bodoslamadan atılan manşetler tümüyle doğrudan müdahaleler, ekranların neredeyse yüzde doksanı, yazılı basının ise handiyse ol yüzde seksenini elinde tutan bir makam, yapı, mekanizma dahasına çaba sarf eder. Sözün önüne yepyeni setler çekilir. İletişim Başkanlığı nam yapının bir dezenformasyon bülteni titriyle yayına başlayacağı duyurulur. Orwell’in 1984’ünü bir kılavuz gibi ismi yeni diye anılan bu sahnede mot-a-mot kullanmanın bir başka tezahürü var edilir. Yalanın hakikate dönüştüğü, hakikatin yalan ve yanlışlardan devşirildiği bir zemin çabasına düşülendir. Hiç eksik gedik olmaksızın, kalmadan kuralın kaidenin hiç edildiği bir zemin var edilir. Bütün mesele o çürüten / yutan / yok edene dair hiçbir sorgu var edilemesin diye var edilenlerin yekunudur işte hamle, işte çaba. Durmak yok yola devamın figüratif yansısı bu taarruz hal ve istemini sürekli kılmaktır. Çürütme bu bahislerin ortasında bir aşamadır. Peyderpey var edilmiş olan cürümle bütünleşik gayretler, yasa görünümlü kanunları ezerek, biçerek, tahakkümü aralıksız imal ederek, rıza üretimini ters köşelerden var ederek kurumsallaştırılır.
Bir hak arama menzili olan meclisin bugünkü halini Mezopotamya Ajansından aktaralım, bir örnek olarak. “HDP Parlamento Grubu, milletvekilleri Habip Eksik ve Sait Dede’nin uğradığı polis şiddetini Meclis Genel Kurulu’nda protesto etti. Meclis Başkanvekili Haydar Akar, saldırıyı kınamak yerine Genel Kurul’a ara verdi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Parlamento Grubu, Iğdır Milletvekili Habip Eksik ve Hakkari Millletvekili Sait Dede’ye yönelik polis saldırısını Meclis Genel Kurulu’nda protesto etti. HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Rüştü Tiryaki, seçilmişlere yönelik iktidar eliyle teşvik edilerek sistematik hale gelen kolluk şiddetinin, kurumsallaşmış hesap sorulamazlık pratiğinin önüne geçilmesi, etkin bir soruşturma ve kovuşturma mekanizmasının sağlanması amacıyla Meclis Araştırması açılması için önerge verdi.
Tiryaki, kürsüye Habip Eksik’in hastane fotoğrafının yer aldığı dövizle çıktı.
Dövizlerle Protesto
Tiryaki’nin konuşmasının sonunda HDP’li vekiller de ellerindeki dövizlerle kürsüye geldi. Konuşmasını sürdüren Tiryaki, “Ali Kenanoğlu İstanbul’da polis şiddetine maruz bırakıldı. Hüseyin Kaçmaz vekilimizin polis şiddetinde parmağı kırıldı. Son olarak Habip Eksik’in bacağı kırıldı. Kimse buradan bir söz söylemedi. Neden? Çünkü polis şiddetinin arkasındaydı siyasi iktidar. Tersine bu iktidarın atadığı vali, ‘bu milletvekili kendini yere attı’ dedi. Bir milletvekilinin bacağını kıranlar hakkında soruşturma başlatmak yerine, milletvekilimizi suçladı. Milletvekilimiz burada Ankara’da şehir Hastanesi’nde yatıyor. Tek bir taneniz milletvekilimize geçmiş olsun dediniz mi? Aynısı size yapılsaydı buradan tepki gösterirdik” dedi.
Meclis Başkanvekili Ara Verdi
Bu sırada Meclis Başkanvekili Haydar Akar, saldırıyı kınamak yerine HDP’li vekillerin protestosunu engellemek için Genel Kurula ara verdi. Milletvekilleri de, “Susmak onaylamaktır”, “Meclisi duyarlılığa çağırıyoruz”, “Polis devletine hep birlikte hayır diyelim”, “Milyonların iradesiyle seçilmiş vekillere saldırı, halka saldırıdır, sessiz kalmak onaylamaktır. Sesinizi yükseltmiyorsanız onay veriyorsunuz” diyerek, susan vekillere tepki gösterdi.
Akp’li Aydemir’den ‘Bireysel Vaka’ Savunması
Genel Kurul, verilen ara ardından devam ediyor. AKP’li Pakize Mutlu Aydemir, şiddeti kabul etmediklerini söyledi. HDP’li vekillerin polis şiddetine uğramasını ise Aydemir, “bireysel vaka” olarak değerlendirdi. Aydemir, PKK’nin eylemlerini sıralayarak, polis şiddetini savundu.
Oluç: Akp Şiddetin Arkasında Duruyor
Söz alan HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, “Mersin’e karşılık polis Habip Eksik’in bacağını kırdı, bizde arkasındayız diyorsunuz. Kolluğun vekile şiddet uygulamasını savunuyor sizin grup. Bir milletvekiline saldırıyı savunmak, yarın öldürülmesini de kabul etmektir. Bu meselenin ne ‘Diyarbakır Anneleri’ ne de Mersin ile alakalıdır. Kınarsanız demokratik siyaseti savunursunuz, kınamazsanız şiddeti savunursunuz. AKP şiddetin arkasında duruyor. Biz bunu anladık, Kürt halkı da anladı” diyerek tepki gösterdi.
Genel Kurul devam ediyor.” Çürüten bir ülkenin tezahürü anlık var ediliyor artık. Ne sual ne sorguya yer bırakılıyor. Altı milyonun üstündeki insanın irade beyanı ile meclise taşınan Halkların Demokratik Partisi vekillerine yönelik şiddet pratikleri artık günbegün bir işkence halini ihtiva ederek sokağa taşınıyor. Sokağın var ettiği seslenişi, irade beyanı ve beraberindeki demokratik ülke tahayyüllerine kulaklarını çoktandır kapatmış bir erkanı devletlinin suna geldiği yegane şey, sözünü savunmak isteyenlere karşı linç olarak çıka geliyor artık. Vekil tartaklanması, itilip kakılmasının üstüne bir de linç etmeler, bir defa daha sokağa inmiş işkenceye rehin kılmalarla bir ülkede adalet / eşitlik / hürriyet bahisleri ve kavramları çöpe basılır. Hayatiyet arz edene, meşrutiyet ilanındaki gibi göreceli bir hal demokrasi, halkın birbirini nihayet duyabilmesi gailesinin temelleri atıldığı bir toprağın her ne şekilde olursa olsun o tahayyülün dahi kıyısına bir daha varamadığı yerin gerçekliği meseledir. Kavramlar çöp kılınırken, asırlık demokratik ülke pratiğinin de aslen hiç var edilemediği bir yerin simgesel değil doğrudan aksi yansır. Bir kere daha bir vekilin / bir irade temsilinin hedef kılındığı, bunun da üstünün alenen örtbas edilmeye çalışıldığı zeminde demokrasi kenar süsü olarak dahi var edilemeyendir, farkında mıyız!
Bianet’ten Hikmet Adal’ın haberini aktaralım: “İktidarın ‘dezenformasyon yasası’ olarak adlandırdığı, kamuoyunda ise ‘sansür yasası’ olarak bilinen 40 maddelik kanun teklifi Meclis Genel Kurulu’ndan AKP-MHP oylarıyla geçti.
Gazetecilerin ve sosyal medya kullanıcılarının hayatlarını büyük oranda değiştirecek yasa iki bölüme ayrılıyor. İlk bölümünde internet haber sitelerinin süreli yayın olarak tanımlanması, basın kartı ile ilgili düzenlemeler ve gazetecilerin özlük hakları var.
İkinci kısımda ise “yalan haber” ve “dezenformasyonla mücadele” gerekçesiyle Türk Ceza Kanunu’na “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” başlığıyla yeni bir suç ekleniyor. Bu ekleme dezenformasyona 1 ile 3 yıl arasında hapis cezası öngörüyor.
İnternet haber siteleri artık 'resmi birer gazete'
İlk 28 maddeyle internet haber siteleriyle, basın kartına ilişkin hususlar 5187 sayılı Basın Kanunu'nun kapsamına alındı. İnternet haber siteleri de süreli yayın sayıldı.
Basın kartı, basın kartı verilecek medya mensupları ve enformasyon görevlileri, basın kartı düzenleyecek olan İletişim Başkanlığı ve basın kartı başvurularını değerlendirecek olan komisyon yeniden tanımlandı.
Basın Kartı Komisyonu 19 üyeden oluşacak. Komisyonda sadece meslek örgütlerini temsilen iki temsilci olacak. Basın kartları İletişim Başkanlığınca iptal edilebilecek. Ayrıca basın kartı sahibinin, basın ahlak esaslarına aykırı davranışlarda bulunması halinde Basın Kartı Komisyonu kararıyla kart iptal edilebilecek.
Haberdeki değişiklikler gösterilecek
İnternet haber sitelerinin iletişim bilgilerini kolaylıkla erişilebilir bir biçimde paylaşması da zorunlu hale getirildi. İnternet haber sitelerinde bir içeriğin ilk kez sunulmaya başlandığı tarih ile sonraki güncelleme tarihleri, her erişildiğinde değişmeyecek şekilde içeriğin üzerinde belirtilecek.
Yayım durdurma cezası internet haber siteleri tarafından uygulanmayacak. Cumhuriyet Başsavcılığı 2 hafta içinde eksikliğin giderilmesini veya gerçeğe aykırı bilgilerin düzeltilmesini internet haber sitesinden isteyebilecek. İstemin 2 hafta içinde yerine getirilmemesi durumunda Cumhuriyet Başsavcılığı internet haber sitesi vasfının kazanılmadığının tespiti amacıyla asliye ceza mahkemesine başvuracak. Başvurunun kabul edilmesi halinde internet haber siteleri için sağlanacak resmi ilan ve reklam ile çalışanlarının basın kartına ilişkin hakları ortadan kalkacak.
Haberler 2 yıl saklanacak
İnternet haber sitesinde yayımlanan içerikler, gerektiğinde talep eden Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilmek üzere doğruluğu ve bütünlüğü sağlanmış şekilde 2 yıl süre ile muhafaza edilecek.
Haber siteleri için de ‘tekzip’ süreci başlayacak. Tekzip yazıları değiştirmeden yayımlamak zorunda olacak. Tekzip metinleri ilk 24 saati ana sayfada olmak üzere bir hafta süreyle yayımlanacak.
Bunun yanında Basın İlan Kurumu internet haber sitelerine resmi ilan ve reklamlar verebilecek.
Dezenformasyon artık suç
Yasayla TCK'ye “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” başlığıyla yeni bir suç eklendi. Ancak madde kapsamı muğlak bırakıldı.
Halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak suç sayıldı. Aynı şekilde ülkenin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini, genel sağlığını ve kamu barışını bozmak da artık suç. Gerçeğe aykırı bir bilgiyi bu şekilde yayan kişi 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak.
Bilgi anonim olarak dolaşıma sokulmuşsa ve bir örgütün faaliyeti çerçevesinde yayınlanmışsa ceza yarı oranda arttırılacak. Cezalar temyiz edilebilecek.
Sosyal medya şirketleri tüm bilgileri verecek
Sosyal ağ sağlayıcının Türkiye’deki temsilcileri TCK’de yer alan, ‘çocukların cinsel istismarı’, ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’, ‘devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma’, ‘anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar’, ‘devlet sırlarına karşı suçlar’ ve ‘casusluk’ suçlarına konu internet içeriklerini oluşturanlar veya yayanların bilgilerini mahkemelerce talep edilmesi halinde adli makamlara verecek.
Sosyal medya platformları yargı mercilerinin bilgi taleplerine süresinde ve doğrudan cevap verecek. İstenilen bilgileri zamanında vermeyen platformlara ceza kesilecek.
Sosyal ağ sağlayıcı, ‘kişilerin can ve mal güvenliğini tehlikeye sokan içeriklere’ karşı içeriği oluşturana ilişkin bilgileri kolluk birimleriyle paylaşacak.
Whatsapp, Telegram, Signal gibi anlık mesajlaşma uygulamaları Türkiye’de şirket kuracak. Ayrıca Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), sosyal ağ sağlayıcısından kurumsal yapı, bilişim sistemleri, algoritmalar, veri işleme mekanizmaları ve ticari tutumlar dahil her türlü açıklamayı talep edebilecek.
Sosyal ağ sağlayıcıları Türkiye’deki aktif bireysel ve kurumsal kullanıcı sayısını, sesli arama sayısı ve süresini, görüntülü görüşme sayısı ve süresini, anlık mesaj sayısını belirlenecek periyotlarla BTK’ye bildirmekle yükümlü olacak.
Şirketler uymazsa engellenecek
Düzenlemelerde öngörülen yükümlülükleri yerine getirmeyen veya yetkilendirilmeksizin hizmet sunanlara 1 milyon TL’den 30 milyon TL’ye kadar idari para cezası kesilecek.
İdari para cezasını süresinde ödemeyen ve kendisine yapılan bildirimden itibaren altı ay içerisinde öngörülen yükümlülükleri yerine getirmeyen sosyal ağ sağlayıcılarının internet trafiği bant genişliği yüzde 95’e kadar daraltılacak.”
Provokatif bir söylem yığını içinde devlet / devletli kendi abecesini yeniden bina ediyor. O mutlak, kati, kesin iktidar için elzem olan, öncelikli kıldığı teslimiyet adına her gün bir hal, biteviye cerahat yinelenirken, cürüm istikamet belirteci kılınıyor. Yol da, yordam da, çözüm de toptan zayi ediliyor. Naylon demokrasi tahayyülü, pembe hayat imgesinin nasıl da boşa düştüğü bulunmasın, bilinmesin istenir. Hayatın bu sahnedeki tahayyül ve bütün o pratikleri bu yansıyan, temellendirilen engellemelerle, göz dağı uygulamalarıyla adı ve sanıyla linç edilmek istenir. Durum içler acısıdır. Tümden yerleşik kılınmış bir olgu ile ol dezenformasyon titrinin ardına sığınarak, zaten kötürüm olan demokrasinin artık seçimler veyahut da herhangi bir olay öne sürülerek sessizliğin daim kılınması çabasının her neresi elle tutulabilir bir hamledir ki? Goebbels’in izlerini takip eden, süreğen kılınmış yalanları öne sürerek, yeniden imal ederek, kitleleri maniple edip, en olmadık riyayı var ederken bir yandan, öte yandan hakikati hep tersinden işleyerek hangi gün söz konusu olabilir ki. O gün her nasıl iyi olabilir, her nasıl bu ülkede demokrasi, adalet, hayat hakkı, eşitlik ve daha açık tanımıyla müşterek bir hürriyet tahayyülüne yer bırakılabilir ki! Var edilenlerin utanç vesikalarına her gün yeni eklemeler var edilirken, toplumun sessizliğe biat etmesini temin etmek adına yepyeni taarruzlar bina ediliyor, kesin bilgi.
Çürüten bir ülke tezahürü dört bir yanı sarıyor. Yönlendirme, işaret ve işaretleyici hamle ve kanun görünümlü uyaranlarla birlikte bir ülkedeki müşterek söz hakkı talan ediliyor. Ne bir derde dair bahis açmak mümkün kılınıyor. Ne hangi mesel için hangi cümlenin ya da cümlelerin var edildiğinin bir önemi kalıyor. Geriye töz kalmasın diye usa saldıran bir zorbalık, her şeyi inkar eden meşum devlet aklının bir başkası çıkageliyor. Aralıksız artık gizlemeye hacet olmadan, madun siyasetin son yirmi bir yılını şekillendiren akıl, toptancı bir zihniyetle, konuşmanın, düşünmenin, düşlemenin, itiraz etmenin ve bir dolu şeyin daha önünü almaya çalışıyor. Daha önceki internet kısıtlamaları, filtrelemeler, kelimelerin önüne kurulan setler, yepyeni aşılmaz güvenlik duvarları, engellemeler, nihayetinde daha da belirgin hamleler silsilesi kafi görülmediğinden, geldiğimiz “dezenformasyon” yasası ile söz bir kere daha sekteye uğratılmak isteniyor. Böyle bir girdabın içinde sadece ve salt bir biçimde devletlinin uygun gördüğü dayatmaların “ortak görüş” olduğu yanılsamasına devam olunuyor. Bir bu talep olunuyor. Ezerek, biçerek, sınırlandırarak, sonsuz bir baskı iklimini her gün yeniden “demokrasi var” bu ülkede bahsinin ardına saklanarak kuragelen bir iktidar tahayyülü elinde söz hiç edilmek isteniyor. Kaçıncıdır bu taarruz. Dahası ilerisi hepten karanlık kılınmak istenen bir eylem çabasının / kanun / nizam belirtecinin varlığı söz konusuyken, hayatın meseli ne olacaktır? Böyle bir toplamda, bunca yok saymalar ve sürekli inkarla, her şey yalan, kolpa, iddia denilerek hangi yara örtülebilir ki, yara, bere her yanı sarıp sarmalamışken, sahiden? Gündelik dertlerin yekununa eklenmiş olagelen her yeni edim ile nefes almak zorlaşıyor. Buna da alışacak mısınız, iyi midir böyle bir hal bu katran karanlığı, sorgular mısınız? Hayat sansürlenirken, var olan kıyım dört bir yanı, her günü zapturapt altına alırken, demokrasi hiç, söz naçar, kelam lal kılınmaya bir hışım çabalanırken, o karanlığı sorgular mısınız?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Gazeteci Eyleminden Bir Kesit – Türkiye İşçi Partisi
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Aydınlık Nerededir...
Tumblr media
Bir cerahat güncesinin ortasında aydınlıktan bahis açılıyor. Dönüşümünü mutlak yıldırı ol tahakküm, teslimiyet üstünden bina etmiş bir devletin varlığında yarının çok daha iyi, çok da aydınlık kılınacağına dair beyanlar, demeçler havalarda uçuşuyor. Atıldı mı mangalda kül bırakmayan bir bol keseden sallama hali içinde vaatler, vaaz edilenler bütün bu eğrelti ülke sanki başka bir düzlemde gibi bir yanılsamayı beraberinde getiriyor. Bir hayat satışı, tacirliğinin var edildiği düzlemde yol da yordam da kaybettiriliyor. Binbir cerahat ardılı sıra var edilirken bütün o kaosun ardından aydınlığın tez geleceği zikrediliyor. Oysa her şey çoktandır sıradan olanın elinden çalınmış durumda. Hayat imecesi, müşterek bir ide olarak yaşam tahayyülü benzersiz bir kırıma rehin ediliyor. Her gün kapkaranlık. Her an her yerde mikro faşizan iktidar pratikleri. Her köşede bir baş amir sureti, kendisi olmazsa bir kopyası. Her şey güllük gülistanlık denilirken var edilen şey katran karanlığının bizzat kendisi. Bıraksalar uçup kaçacak, günün sonunda ise her zamanki gibi hüzünlere sahiden demirlemiş bir ülkenin garabetlik hallerinin hazin tablosu. Bitimsiz sonuçsuz daimi olarak devinim içerisinde mutlak çürümenin yönergeleri sağlama alınıyor. Doğrudan, abartısız bir düş kırımı iklimidir her yerde var edilmiş olagelen.
Bir cerahat güncesine devam olunurken, aydınlık mefhumu her dem olduğu gibi iktidarın da tapulu malı ilam edilir. İkrar edilmiş olagelen iletişim işleri başkanlığının tepesindeki o meşum çakma goebbels efendiden, yaygın kırk küsur televizyon kanalından, yüzler hatta binlerce yerel yayına, radyodan, internet sitelerine bir baskın sarmal imal edilir. İçinden hiç ama hiçbir türlü çıkılamayan bir cerahat nesnelliğine devam olunurken, tencerede ısı iyice yükseltilmişken, uçurumun kıyısında olunduğu idrak edilmesin diye türlü çeşit halin şaklabanlığın birisi biter bir başkası başlar. Baş amir, baş faşist ve zümreleriyle birlikte var olan, küçük tefek ırkçı / dinci / yobaz takımı siyasilerin, bir dolu ama her durumda illa ki seks ve para trafiğinin ortasında biçimlendirilmiş olagelen yeni ülke çetelerinin birlikte eyledikleri düzenden bir aydınlık çıkabilir mi, sahiden böyle bir şey söz konusu edilebilir mi? Genel geçer değil, doğrudan teslimiyetçiliği vazeden, aralıksız olarak biat kültürünü, ağamız, paşamız, önderimiz gibi bir dolu yafta / yakıştırma ortasında kurulan tezgahların, lafının açılmasına dahi gerek görülmeyen iç edilmiş milyarlarca dolarlık rant döngülerinin kadın pazarlarının, uyuşturucu ticaretinin, silah pazarlama günlerinin, kimlerin nerede ve her ne şekilde durduğu belirli olmayan bir kabusun her neresinde bir aydınlık var edilebilir ki?
Pazar günü büyük mitingi ile İstanbul’a arzı endam etmiş olagelen baş amirin var ettiği her cümlede biraz daha ötekilere karşı kurduğu nefretle simgeleştirilmiş yarın bahsinin her nasıl tereddütsüz şantaja dönüştürüldüğü görünür kılınır. Altılı, yedili veya onlu masa diye çıkagelirken, diğer rakibine bay bay lakabını takıp dururken, cerahati yaptık, oldu en kestirmeden hayal dahi edemeyecekleri bir ülkeyi bina ettik lafzına sahip çıkarken, kentin çeperlerinde, gündelik yaşam için mücadele veren insanların hayat haklarının nasıl da açık bir halde ellerinden çalındığı görünmez kılınır. Zaten bütün ekranlar kendisine dönük salt kendisini bildirirken, daha gerçekliğin var edilmiş olagelen kırım memleketinin afaki çürümesine dair tek satır düzelteceğiz bahsine gerek duymaz. Bütünüyle, memleket zaten hep bizim, bundan sonra da bizim diye çıkagelirken, içişleri koltuğunu işgal etmeyi halen sürdüren zatın daha birkaç gün önce dediği gibi seçim ile darbe yakıştırmasının birlikte, bir arada konumlandırılmasının var ettiği e ne oldu sahiden demokrasi sevdalılığına dair tek bir tekzip var edilmez. Dahası kendisi İstanbul’da misvak denen meczup yayının var ettiği bir kolaj video ile PKK nasıl da CHP’yi destekliyor diye bildirirken, Erzurum’daki Ekrem İmamoğlu’nun miting çalışmasına saldırılır. Çocukların da aralarında olduğu yedi insan taşlardan nasibini alır. Kent çeperinde, miting alanından arka sokaklara kadar bir insan avı, sürekli kaşınmış o nefret diliyle hayatlara göz dağı / saldırılar var edilir. İyi de aydınlık bu hallerde her nereden çıkagelir, sahiden böyle bir hal var mıdır, mümkün müdür gerçekten!
Merkezden her zamanki Kürd halkına yönelik saldırılara dönüp bakalım yeniden. Bir kez var edildiğinde nasıl bir yıkıma dönüştürülüp, devletçe arka çıkılan şiddet pratiklerinin her neyi var ettiğine dair en doğrudan okumalar / yaşatılanlardan bariz kılınır çünkü ol cenahta. Mezopotamya Ajansından Mehmet Aslan’ın haberini aktaralım: “Sokak müzisyeni Cihan Aymaz’ın katledilmesine tepki gösterdikleri gerekçesiyle gözaltına alınarak işkenceye uğrayan gençler, “Asla boyun eğdiremezler” dedi.
İstanbul Kadıköy Rıhtım’da Kürtçe şarkı söyleyen sokak müzisyeni 30 yaşındaki Cihan Aymaz, 2 Mayıs akşamı “Ölürüm Türkiyem” şarkısını söylemesini isteyen ırkçı saldırgan Mehmet Caymaz’ın saldırısında katledildi. Ertesi gün Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin (Yeşil Sol Parti) Aymaz’ın katledildiği yerde gerçekleştirdiği eyleme katılan gençler Aydın Koçuk ve Mehmet İkto, eylem sonrası ara sokakta darp edilerek gözaltına alındı. Polisler Ercan Bulut ve Kemal Aslan tarafından takip edilen gençlerin, daha sonra sokağa giren polis aracına zorla bindirildiği, daha sonra hem araçta hem de götürüldükleri karakolda işkenceye uğradıkları ortaya çıktı.
Kadıköy İskele Polis Karakolu’nda saatlerce işkence gören gençler, “Polise mukavemet etmek” iddiasıyla sevk edildikleri savcılık tarafından ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Gençlerin şikayeti üzerine polisler hakkında soruşturma başlatıldı.
Gençler İkto ve Koçuk, gözaltında yaşadıkları işkenceyi anlattı.
Türk’ün Gücü: İşkence
Kendilerini takip eden polisler tarafından ara sokakta Genel Bilgi Taraması (GBT) gerekçesiyle durdurulduktan sonra küfür ve hakaretlere maruz kaldıklarını belirten İkto, ardından polisin çağırdığı araca bindirildiklerini ve burada darp edildiklerini söyledi. Gözaltına alındıktan sonra ilk önce hastaneye götürülmeleri gerekirken, İskele Polis Karakolu’na götürüldüklerini söyleyen İkto, “Karakolun arka bölümünde bulunan açık bir alana götürdüler. Hemen yan tarafta müdür odası vardı. O açık alanda ters kelepçeli bir şekilde bizi yatırıp, ‘Türkün gücünü göreceksiniz’ diyerek, tehdit, küfür ve hakaretlerde bulundular. Ailemize sürekli küfrettiler. İşkence edenlerden birkaçını gördük. Diğerlerini görmek için başımızı kaldırdığımızda başımıza ve yüzümüze tekme atıyorlardı. Yoğun bir işkence gördük” dedi.
İşkence ve Taciz
Polislerin işkence sırasında aynı zamanda “Kurdistan diye bir yer yok” ve “Türk polisi böyle yapar işte” şeklinde söylemlerde bulunduğunu aktaran İkto, fiziki şiddetin yanı sıra psikolojik şiddet ve tacize de maruz kaldıklarını aktardı. İki saatlik işkencenin ardından Göztepe’de bulunan bir hastaneye götürüldüklerini kaydeden İkto, ters kelepçeli bir şekilde götürüldükleri hastanede bir doktorun detaylı muayene yapmadığını anlattı. Bu esnada detaylı muayene talebinde bulunduğunu belirten İkto, bu talep nedeniyle ise karakola geri götürüldükleri esnasında polislerin hakaret ve küfürlerine maruz kaldığını söyledi. İkto, “Doktorun işkenceye dair rapor verip vermediğini bilmiyoruz. Ayrıca polisin emrinde çalışan doktorların verdiği raporda ne olabilir ki” diye sordu.
Atk’de Muayene Edilmediler
Hastaneden sonra tekrar karakola getirildikleri esnada avukatlarının geldiğini ve polisin ters kelepçe işkencesine son verip “iyi polis” rolü oynamaya başladığına dikkat çeken İkto, sonrasında çıkarıldıkları savcılıkta serbest bırakıldıklarını kaydetti. İkto, polisin kendisine arabada tekme attığını ve bu esnada koltuk arasına sıkışan ayağını çıkarmaya çalışırken burktuğunu belirtti.
Adli Tıp Kurumu’na (ATK) gidip dosyalarını teslim ettiklerini ancak muayene edilmediklerini aktaran İkto, can güvenliklerinin olmadığını dile getirdi. İkto, “Halkın içinde bu alçakça saldırıyı yapmaktan çekinmeyenlerden başkaca saldırı da bekliyoruz. Böyle bir kaygımız var. Hem bizim hem de ailemizin can güvenliği yok. Her şeyi yapabilecek zihniyete sahipler” diye belirtti.
‘Asla Boyun Eğdiremezler’
Polisin toplumu korkutmak ve sindirmek amacıyla işkenceye başvurduğunu belirten İkto, “Her ne kadar böyle düşünüp ve işkence yapsalar da biz güçleneceğiz. Sadece dış görünüşümüzü bozdunuz, içimizdeki görünüşümüzü asla bozamazsınız. Asla boyun eğdiremezsiniz” ifadelerini kullandı.
‘Hesabını Verecekler’
İşkenceye maruz kalan Aydın Koçuk da şunları söyledi: “Amaçları bir bütün olarak muhalif kesimleri ortadan kaldırmaktır. Bunun için işkence ediyorlar. İşkence yapanları tanıyoruz ve onlar da bizi çok iyi tanıyor. Kürt ve muhalif gençlere akıllarınca korku vermeye çalışıyorlar. Bu amaçla saldırdılar. Halkımıza şu sözü de verebiliriz; hiçbir şekilde polis görünümlü çetelere, devlet içine sinmiş bu kliklere asla ama asla boyun eğmeyeceğiz. Bunun hesabını da demokratik yollarla, mahkemelerde soracağız. Yargılanacaklar. Hesabına er ya da geç verecekler.”
Aydınlık günler söylemi yaygınlaştırılırken, var edilmiş katran karanlığının en yalın, en kesin ve kati suretlerinden birisi şu yukarıdaki işkencenin varlığıdır. Bir biçimde asırdır süre giden ırk ayrımcılığı, nefrete endekslenmiş olagelen tehdit dili, tehciri ve kırımları davet eden, her başı sıkıştığında çağıra duran bir devlet pratiğinin her nasıl hayat hakkını kuşatma altına aldığı görünür kılınır. Dönemeçler aşılıp duruyor, demokratikleşme sürekli kılınan bir mesele, artık yeni bir yüzyıl başladı gibi argümanlar arasında aslında hala yerli yerinde sayan bir ülkenin varlığı açığa çıkar. Bu ülkenin yaşatan bir ev / yer / yurt olmasının önünün alınmasının her nasıl tezgahta biçimlendirildiğinin nişanesi olagelen her bir eylem bir kere daha müştereklerimiz olanın nasıl / neden savunulması gerektiğini de örnekler. İki Kürd gencinin başına getirilenlerin detaylarında ortaya çıkan Türklük hal ve imgesinin hayatta kendileri ve ailelerine yönelik tehditlerin boyutuyla aydınlığın değil kapkaranlığın limanına demirlemiş bir ülkeye yollandığımız ortaya çıkar. Vay ki zamana!
Bir cerahat güncesinin ortasında aydınlıktan bahis açmaya dahi zemin bırakmıyor malum iktidar, o baş amir. Düzeneğin, mekanizmanın sıradanın hayatına doğrudan müdahalelerin birlikteliğinde kurduğu / güncellediği zeminde hayat hakkı hiçe sayılıyor. Günlerdir ama günlerdir Halkların Demokratik Partisi, şimdi birleşip bütünleştiği Yeşil Sol Parti çatısı ve tüm bileşenleri hedef kılınmaya devam olunuyor. Hangi cümlesine başlarsa başlasın kimsesizlerin kimsesi, baş amir, Kürd eşittir PKK savının oy getireceği sanrısıyla birlikte cürüm hallerini çağırmaya devam eder. Süreğen kılınan nefret ediminin, eylemselliğe bir biçimde dönüştürülmesi gailesinde çıkılan güzergah bir kere daha aydınlığın zapturapt altına alınmasıdır. Süre giden heyula bir yanda, aralıksız var edilmiş olagelen cürüm hali, yıkımı çağırma seremonileri diğer yanda yaşam idesinin mahvına tamam olunacak mıdır, mesele bu suale verilecek yanıtta saklıdır. Yer gök, saatler, günler, aylar geçip giderken var edilmiş olan karanlığa karşı itirazın neden elzem olduğu açık, çok açık değil midir? O Kürd halkının yaşadıklarına / yaşatılanların cerahatini alaşağı etmek için mücadeleye ortak olmak ne zamandır, hangi zaman, sorgular mıydınız?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Gözaltılara Karşı Direniş – Amed’den Bir Kare – Sertaç KAYAR – Reuters
1 note · View note
seslimeram · 2 years
Text
Uçurumun Kıyısında Bir Ülke
Tumblr media
Duyulan ile görülen, bakılan ile fark edilen, sezilen ile yaşanan arasında uçurumun alenen her gün biraz daha açıktan var edildiği bir süreklilik ile sınanıyor bu sahne. Bütün bütün, doğrudan bir kara propagandanın esiri, muktedirin seslenişi dışında kalan hemen hiçbir şeyin güncellenmediği, duyulmadığı, konuşturulmadığı bir zemin var ediliyor. Her günü daha da karanlığa çıkartılan bir düzlem hali süreğen kılınıyor. Var edilmiş olagelen tüm o biyolojik politik deneyimleme ile mutlak iktidara biat hamlesi sürekli işlevsel kılınıyor. O nihai teslimiyet demokrasi mefhumunu hiçe sayarak onu artık gündem dışına iteleyip yeni ülke tahayyülünde gereksiz bir detay ilan ederek büyün yeniden bina ediliyor. Topyekun bir dönüşüm Orwellyen bir devinimi, fabl dahilinde dahi yok artık denilenlere sahip çıkıp, yeniden türeterek güncelleniyor artık. Yeni ülke bütün bu öğütücü mekanizmadır alenen, tamamen. Var edilen hayat akışındaki uçurum hali yeni ülkenin her nereye doğru meylini verdiğini de bildirir. Denetim, gözetim, tahakküm ekseninde yaşamın onarılması imkansız yaralara rehin edilmesi söz konusudur. Çukur dediğimiz bu hallerle birlikte güncellenen bir meseldir.
Duyulan, görülen ve bildirilen ile var edilen arasındaki uçurum derinleştikçe hayatın bir biçimde mahvına da zemin sağlama alınır. Geçtiğimiz günlerde doksan dokuzuncu yılı idrak edildiği zikredilen cumhuriyetin kazanımları diye çıkagelen şeyler reklamlarla bir biçimde sponsor addedilen eline kan bulaşmış sermaye nezdinde sunulurken, cerahatin hiçbir yere gitmediği bir zemini gerçek kılmaları söz konusudur. Bir hafta gibi bir süre içinde önce Kürd basınından dokuz gazeteci gözaltına alınır. Peyderpey var edilmiş olan bir soruşturma, birbirinden alakasız konuların bulup, birleştirip bir suç mesnedi olarak, örgüt üyeliği öne sürülerek dokuzu tutsak edilir. Memleketin tabipler odası başkanı bir insan hakları savunucusu olagelen, adli tıp uzmanı, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’yı önce malum medya, hemen ardından baş amir hedef kılar. Bu bahsin hemen üstünden bir an geçmeden soruşturma, gözaltına dönüştürülür. Kimyasal silahın, aması fakatı yokken, bunu PKK / HPG bilmiyoruz hangisine karşı kullanılmasının da insanlık suçu olduğuna dair kelam edilmesinin, bir yerde Cenevre konvasiyonuna göre, atılan anlaşmalardaki ol imzaların gerekliliği olarak soruşturulması söz konusu edilsin denildi diye Fincancı hoca mahpus edilir. Duyulan, görülen, anılan ile var edilen arasındaki devletle halkın arasında olagelen uçurum hali, Kürd toplumuna, onlarla birlikte hareket eden, lafta değil sahiden muhalefete bedel kılınır.
Bir tarafta pişirilip durulan, ya istibdat, ya hürriyet bahsinin aslında, İttihat ve Terakki’yi var eden bir oluşumun, bu ülkedeki Ermeniler başta olmak üzere gayrimüslimi daha sonra da Kürd halkının her kimliğinden çıkagelen suretleri, halkları yok etmek adına kullanıla geldiği bir figüratif slogan olduğu gözlerden kaçırılır. Cumhuriyet halk partisinin de temel odağı olarak kendisine yer bulan, kurucu önderin bu şerefli topraklar sizin (Türklerindir!), ermenilerin zerrece bu topraklarda hakkı / payı yoktur ile devam eden, sürekli güncelliği sağlama alınan bir nefret / ötekileştirme siyaseti o gümbürtü içerisinde baş amirin karşıtı olduklarını zikredenler eliyle yeniden piyasaya sunulur. Baş Amir, Kürd’ün özgürlüğüne karşıtlığı zikredip, eyleme dökerken, o muhalefet çatısı altından çıkagelen vatan bizim, böldürmeyeceğiz argümanları arasında altılı masa çoktan masal olur. Ağır ağabeylerin, hazır lokma yiyicilerin, götürelim abicim bahislerinin kıyısında bir avuç insanın muhalif olarak suna geldiği hayat böyle bir mesel değil sunumunun göz ardı edildiği zeminde ol istibdat zaten çoktan hayatı kuşatır. Görülen, duyulan, hayata dahil edilenlerle hakikatin arasındaki uçurum, bütün o iyi parti, saadet partisi, zafer partisi, memleket partisi diye bir biçimde muktedir emirleri doğrultusunda çoğalarak bölünerek her yere sirayet eden ırkçı akımlar / oluşumlar ile birlikte var edilir. Baş amirin yaptıkları neyse o adı anılanların bir biçimde suna geldikleri ülke perspektifinde, Ermeni’ye de yer yoktur, Kürd’e de, Alevi’yi de istemez, Ezidi’yi de diye devam eden bir süreklilik taşır. İyi de doksan dokuz yıldır hiç kimselerin kılınamayan, hala Türk’ün hangi kliğinin sahibi olduğuna karar verilemeyen bir menzilde adalet hiç söz konusu edilebilir mi?
Bianet’ten aktaralım: “Halkların Demokratik Partisi (HDP), Şırnak İl Örgütü’nün Cizre Belediyesi’ne kayyım atamasının yıl dönümünde düzenlenen protesto gösterisinde, kolluk güçlerince tehdit edildiklerini açıkladı:
“İktidardan aldığı talimatla daha önce milletvekillerimiz şahsında, halk ve meclis iradesine saldıran kolluk güçleri işi cinayet tehdidine vardırdı.”
“Polis, mermi çekirdeği fırlattı”
Partinin açıklamasında, HDP Şırnak Milletvekili Hasan Özgüneş konuşurken, polisin Özgüneş’e mermi çekirdeği fırlattığı belirtildi:
“Cizre Belediyesine kayyım atanmasının yıldönümünde milletvekillerimiz Hasan Özgüneş ve Nuran İmir’in de katıldığı basın açıklaması yapılmasında doğrudan “ölüm tehdidi” içeren son derece tehlikeli bir gelişme yaşandı. Polis ablukasında gerçekleştirilen basın açıklaması sırasında milletvekilimiz Hasan Özgüneş’e bir adet mermi çekirdeği fırlatıldı.
Kameralara yansıyan ve ekte paylaşacağımız görüntülerde mermi çekirdeğini kimin tarafından ve nasıl atıldığı net olarak görülüyor. Anayasayı, yasaları özellikle partimize ve halka karşı sistematik olarak çiğneyen AKP iktidarı ve güdümündeki silahlı yapıların tehdidinin ne anlama geldiğini kamuoyu biliyor. Bu duruma tepki gösteren milletvekilimiz Hasan Özgüneş, ‘Feriştahınız gelse bizi korkutamazsınız’ dedi.”
MA’nın haberine göre, HDP Şırnak İl Örgütü, Cizre Belediyesi’ne kayyım atamasının yıl dönümünde basın açıklaması düzenledi.
HDP Cizre ilçe binası önünde yapılan açıklamaya HDP Şırnak il ve ilçe örgütleri, HDP milletvekilleri Nuran İmir ve Hasan Özgüneş, Barış Anneleri Meclisi, Özgür Kadın Hareketi (TJA) yöneticilerinin yanı sıra çok sayıda kişi katıldı.
Açıklamada ilk olarak konuşan, görevden alınan Cizre Belediyesi Eşbaşkanı Berivan Kutlu, Cizre Belediyesi’ne daha önce de kayyım atandığını ama Cizre halkının her şeye rağmen kendi iradesinin ortaya koyarak yine HDP’li belediye eşbaşkanlarını seçtiğini söyledi.
Seçimlerden kısa bir süre sonra 29 Ekim 2019’da Cizre Belediyesi’ne tekrar kayyım atandığını hatırlatan Kutlu, “AKP iktidarı, seçimlerde kazanamadığı ve asla da kazanamayacağı belediyelere kayyım atamaları yaptı. Kayyım rejimiyle Cizre halkının iradesini almaya çalıştı” dedi.”
Duyulan ile görülen, bakılan ile fark edilen, anılan ile yaşatılan arasındaki uçurumu bir biçimde kestirmeden göstere gelen bir karşılaşmadır Cizre’de var edilen. Abluka güncesi dahilinde 2015 yılında yerle yeksan edilmiş bir kentte, temsili iradeye kayyım atanarak o iradenin yok sayıldığı bir zeminde bunun hukuksuzluk olduğunu zikreden bir vekil, kalan Halkların Demokratik Partisi üyelerine yönelik tehdit var edilir. Kürd sorununun varlığına dair kesintisiz kılınmış olagelen inkarla çıkılan düzlemde, aşk bodrumda yaşanıyor yazısı ile duvarlara zerk edilmiş nefretin, bodrum katlarında yakılarak katledilmiş insanların var edildiği Cizre’de iki satırlık itiraz hakkına yanıt yıllar sonra bir kere daha kurşun fişeğiyle çıkagelir. Demokrasi ediminden bunca kopuşun var edilebildiği bir zeminde hayatiyeti hiç addederek vekile kurşunla mesaj verip, halka gözdağını batının görmediği, fark etmek istemediği bir yıldırı halini yedi gün yirmi dört saat var ederek güncelleyen bir zeminde her nedir ki demokrasi, her ne haldedir, sahiden de insan hakları! Kurşun atarak bir şeyleri ama en çok da ölümü kutsayarak hangi gün var edilebildi, edilebilir ki sahiden de?
Diken.com.tr’den aktaralım: “Boğaziçi Film Festivali Komitesi, ‘Karanlık Gece’ filmiyle en iyi yönetmen ödülünü kazanan Özcan Alper’in ödül gecesinde Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı hakkındaki söylemlerinden ‘rahatsız’ oldu. Komite, ‘törende ödül kazananların politik göndermelerini ve sloganlarını kınadıklarını’ açıkladı.
Senarist ve yönetmen Özcan Alper, bu yıl 10’uncusu düzenlenen festivalin önceki akşamki ödül töreninde ‘Karanlık Gece’ filmiyle en iyi yönetmen ödülünü kazanmıştı.
Alper, ödülünü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’ta kimyasal silah kullandığına ilişkin iddiaların araştırılması gerektiğini söyledikten sonra iktidar tarafından hedef gösterilerek tutuklanan TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’ya ithaf ederek şu konuşmayı yapmıştı:
“‘Hep barış olsun, asla savaş olmasın’ diyen bir kadın Şebnem Korur Fincancı, yine sadece barış dediği için maalesef bir linç kampanyasına maruz kaldı. Umarım son olur. Umarım cezaevinden bir an önce çıkar. Bu ödülü ona ithaf ediyorum.”
O sırada salonda bulunan oyuncu Burak Haktanır, Alper’e ”O kadın TSK’ya iftira attı. Kaç gündür tüm PKK sayfaları onu destekliyor‘ diyerek tepki göstermişti.
En iyi film ödülünü kazanan ‘Kar ve Ayı’nın yönetmeni Selcen Ergün de ödülü almak için sahneye çıktığında Haktanır’ın çıkışını ”Çok eril bir dil kullanıyorsunuz” diyerek eleştirmiş, Haktanır’ın Ergün’e ”Hadi oradan” demesiyle salonda gerginlik oluşmuştu.
Festival komitesinin ödül gecesine ilişkin sosyal medya hesaplarından yapılan açıklamada isim vermeden Alper’in konuşması ‘kınandı’:
“On yıl boyunca herhangi bir ayrım yapmadan, hiç kimseyi ötekileştirmeden katılımcı bir festival olmak için çalıştık. 10. Boğaziçi Film Festivali kapanış gecesi ve ödül töreninde yaşanan istenmeyen olayların ve onaylanması mümkün olmayan siyasi söylemlerin meydana getirdiği etki bir yıllık uzun bir çalışma sonucunda ortaya koyduğumuz programın, filmlerin ve ödüllerin konuşulup tartışılamamasına sebep olmuştur. Her zaman sanatçıları ve filmleri önceleyen bir festival olarak ödül törenimizde ödül kazananların politik göndermeleri ve sloganlarını kınıyor, kültür sanat hayatımızın sağlıklı bir zeminde yükselmesi temennisinde bulunuyoruz.”
Görünen, anılan ve aksettirilen arasındaki derin uçuruma bir kısa kesit daha paylaştığımız şu yukarıdaki örnek. Hiçbir biçimde gerilla güzellemesi, örgüt propagandasına yer verme, bahis açma çabası gütmeden, bir insanlık suçu var edilmişse bunun akıbeti sorgulanması elzem olandır diyen bir hekim tutsak edilmiştir. Yönetmen Özcan Alper’de bunu, iki satır meramında, barışın egemenlerin elinde hiç edilmesine karşı yıllar yılıdır mücadele veren bir insana destek linç edilmek istenir. Festivalden çok devletten nemalanma, sponsorlarla hayatını idame ettirme telaşındaki yapının da mal bulmuş mağribi gibi atlaması ve bütün onların üstüne tüy diken resmi kanal palyaçosu tiplemenin vatan savunurken saçtığı tüm o salyalarla birlikte bir kere daha gösterilen / var edilen ile anlatılan arasındaki hakikatin ta kendisi tuzla buz edilir. Ezberden mavallar okunarak, kokuşmuş bir siyaset argümanına bir biçimde bir kere daha tutunup, kırk küsur yıldır devam olunan bir yok etme haline, bir savaş haline, en son eklenmiş kimyasal silah kullanıldığına dair tespit ve tanıklıklara karşı sözü çiğneyerek, vatan kurtarılmaya çalışılır. Oysa yer yerinden çoktan oynamıştır, Cizre ya da Amed’in Sur’u gibi gidenlerin, kaybedilenlerin hiçbiri için bir telafi yoktur. Ne asker ne gerilla ne köylü, ne korucu ne o ne bu hiçbir biçimde yıkım / ölüm sarmalından bir çıkışı bıraktırmayan bu kör karanlık sarmal, daha yeni yüzyılını ilan eden ülkede hiç ama hiçbir huzurun da kalmayacağını bir kere daha bildirir. Benzeri 2015’te yaşatılan o kara, kapkaranlık günlerin paralelinde, bir örnek tekrarında hangi istikamet var edilecektir ki hazandan gayri. Sorguluyor musunuz?
Birbirilerine değen, biri bitmeden bir başkası başlayan, hepten, her dem kötülüğün daimi kılındığı bir zeminde, görünen, gösterilen, anılan ve anlatılanların kıyısında olmakta olan yegane şey hayatın müşterek savunusunun da imkansızlığa demir attırılmasıdır. Bunca açık, bir o kadar kesintisiz bir biçimde devlet ister kendi yönetim katından olsun, isterse yol verdiği kolluğundan, işaret ettiği rehin aldığı temsilcilerine, ister eli kanlı sermayedar isterse her ne iş gördüğü kendisinin dahi bilmediği garabet tiplemelerin yekten var ettiği o naralarla şekillendirdiği hallere hep bir kısır döngü sürekli yinelene gelir. Biteviye bir hal, ki hep açmazlara çıkar. Biteviye bir yol ki hep derin çukurlara yollanan. Öylesine değil hiç ama hiçbir biçimde mübalağa değil doğrudan yıkımı arzulayan. Bitimsiz bir karanlık, biteviye bir kısır döngü dahilinde ne görülen, ne anılan, ne hakikat hakkaniyetle var ediliyor artık. Uçurumun kıyısında her anı daha da zifiri, her günü çok daha yıkıcı bir yer, bir menzilde hayat ne yana düşer, düşürülür sahiden?
Misak TUNÇBOYACI - İstan'2022
Görsel: Reuters via BBC Türkçe Servisi
8 notes · View notes
seslimeram · 1 year
Text
Kısır Döngü...
Tumblr media
Bir kısır döngü içinde debelenip duruyor; menzil, ülke, yer. Didaktik, benzeş, bir örnek ol lafların, eylemlerin ortasında hayat mefhumu kuşatılıyor peyderpey / anbean. Keskinleşen bir fasit döngü ki hiçbir biçimde hayatta umuda yer bıraktırmıyor. Bir cerahat hali ki artık her şekilde Türk kimliği, kendisinde olmayanlara var ettiği nefreti, bizatihi kendi Türküne de reva görüyor. Umarsızca, aralıksız bir linç siyaseti, pragmatist bir hayat mefhumunu var etme dürtüsü ve tahayyülüyle birlikte cürüm eksen bir yer, yurt o fasit döngüye alenen mahkum kılınıyor. Her yan suç mahalli. Her gün bariz bir karanlık. Her şey geri dönüşüm sağlanamayacak bir dipsiz çukurun esiri. Her şekilde adalet kavramı yerle bir. Her durum ve şartta elzem olan hakkaniyet artık ayaklar altında. Herkese lazım gelen hürriyetin artık esamesi okunmuyor. Her gün birbirini itip, çeken, tetikleyip, diz çöktürecek olduğunu hiç aralıksız / fasılasız zikreden bir cenahlar karmaşasında, normal neydi bu unutturuluyor iş bu menzilde. Uçurumun kıyısına taşınmış olan ülkenin gerçekliği o fasit döngüden bariz bir biçimde çıka gelendir.
Cerahat erkanın var ettiği her türden cürmün, yalın bir biçimde hile hurdayla kotarılmış riya siyasetinin suna geldiği her cephe, her evre o yepyeni ülkedeki yıkıcılığın da halini, istikametini bildirir. Başladığımız odakta sabitlenmiş, demokrasi deneyimi naçar kalmış, her şeyi anbean başla bir pratik eliyle zehirlenmiş bir zeminde fasit döngü yaralara çıkar artık. Her şey ulu orta alenidir. Baş efendi ile avenesinin suna geldiği cerahatli istikamet her güne içkin nefret / hiddet / linç siyaseti bir normatif bırakmayandır. Sıkış, tepiş, hep yapış yapış her dem kötülüğün bağrından türetilen bir yıkıcılık belirli bir normal haline dönüştürülüyor. Sanki normali kalmış bu menzilin gibi. Sanki her şey sahiden iyiymiş gibi. Tiratlar, önce yalanı hakikat ilan eden kes yapıştır montajlar ile çıkageliyor. Tüm o iletişim işleri başkanlığı nam yapıdaki fahrettin efendi ve beraberindeki takım taklavatın suna geldiği cerahatli bir yalancılığı, hakikat diye yutturma gailesinin var ettiği eşiktir misal mesele. PKK’li Kemal Kılıçdaroğlu şartlanmışlığı, bakın HPG nasıl da destekliyor o Kemal efendiyi sayıklamaları buna bir örnektir mesela. Dıştan içe, içten dışa en olmaz, en akla gelmeyecek var edilmiş kötülük erimleriyle, daha önce masaya buyur ettiklerini bir biçimde masayı devirdikten sonra bir daha muhatap almayacaklarını resmen deklare ettikleri bir zeminde, çürümeyle geleceğine koşturulan ülke gerçek kılınıyor. İyi de hakikat nerede?
Tümüyle yerle yeksan edilmiş olan gerçeklik ne yana düşer. Yüz yıldır yerinde saysın, saymaya devam etsin denilerek geriletilen demokrasi istemini Kürd istediği vakit her ne / her hangi bahis onları terörist kılabiliyor ki? PKK-HPG vesaire tanımlananın sunduğu ol direnç / yıkıcılık ile devletten hakkını arayan, düz ovada siyasetini hayatın pratikleri daha da çürütülmesin diyerek var eden Halkların Demokratik Partisi, Yeşil Sol Parti ve bütün o bileşenler, Cumhuriyet Halk Partisini, Kemal Kılıçdaroğlu’yu destekleyince mi terör akla düşürülür, hep mi her şey mi bu kadar riyayla ilintili kılınır. Doğrudan barışabilmenin yol ve istemi önce yüzleşmekten geçerken, iyi / kötü bir biçimde Kürd sorununun çözümüne dair bir umudu bildiren, karşılığını da çıkarsız, amasız bulan bir temsile, onlara oy verdiniz bize vermediniz diye baskılamak için var edilen sürüsüne bereket cerahatle bir tek iyi gün var edilebilir mi? İkinci tur öncesinde gemiyi azıya alan troll hesapların, var ettiği deep fake tanımlı yalancı videoların, yok yere icat edilmiş türlü şaklabanlıkların ol ortasında demokrasi hala mı bu ülkeye bir beden büyük gelmektedir. Yama / ek yapılan her yerinden kan fışkıran, toprağı yok edilmiş insanların, kentlerin, bellek merkezlerinin, hayatı var eden her şeyin olduğu bir zeminde tek bir olumlama söz konusu edilebilir mi, sahiden var mıdır böyle bir şey?
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 6 Şubat depremlerinde en ağır hasarı alan yerlerden Hatay'ın Antakya ilçesindeki konteyner kenti ziyaretinde, "İnsanımızı tehdit etmedik, birleştirenlerden, kucaklaştıranlardan yana olduk" iddiasında bulunarak "CHP genel başkanı ve onun ardından gidenler gibi milleti suçlamıyoruz. Kimseyi tercihlerinden ötürü aşağılamıyoruz" dedi.
Hataylı kardeşlerim burada toplandığına göre kalpten kalbe yol var. Millete tepeden bakanlardan olmadık. İnsanımızı tehdit etmedik, birleştirenlerden, kucaklaştıranlardan yana olduk. CHP genel başkanı ve onun ardından gidenler gibi milleti suçlamıyoruz. Kimseyi tercihlerinden ötürü aşağılamıyoruz. Hele hele depremde yakınlarını kaybetmiş kardeşlerimize ayrımcılık yapmak, onları kaldığı yerden kapı dışarı etmek aklımızın köşesinden geçmez. Ülkeye ve millete hizmet yolculuğumuza devam ediyoruz. Kabahati seçmende aramak yerine kendimizi sorguluyoruz. Nerede kusurumuz varsa onu düzeltmeye çalışıyoruz.
Herhangi bir sıkıntım olduğu için değil bir gerçeği ortaya koymak için. Tayyip Erdoğan'a Defne'de verilen oy yüzde 8 buçuk, Bay bay Kemal'e verilen 90 buçuk. Biz burada mezhebi bir ayrım var diye bu yatırımı yapmıyoruz. Bu ülkenin cumhurbaşkanı bensem orada yaşayan insan olduğu için bu talimatı verdik. Çünkü biz yaradılanı yaradandan ötürü sevdik. Ayrım yapmadık. Bundan sonra da yapmayacağız. Erdoğan böyle tanındı böyle de tanınacak. 650 bin görevli ve gönüllümüz canla başla hizmet etti. Yüz milyonlarca kardeşlerimizin duasını ve desteğini yanımızda hissettik. Depremzedelerimizi hiçbir zaman yalnız bırakmadık. Şehirlerimizi tek tek ziyaret etmiştik. Yapımı tamamlanan köy evlerinin bir kısmının teslimatını gerçekleştirdik. Kampanya döneminde bir gözümüz ve kulağımız buradaydı. Karşılaşılan her sorunu bizzat takip ettik. En büyük yıkıma uğrayan Hatay'ı Konya'ya zimmetlemiştik. Belediyelerimiz alt yapıdan üst yapıya aş evlerinden konteyner kent kurulumuna kadar sizleri desteklediler. Arkadaşlarımız reklam yapmadı, başkaları gibi enkaz önünde poz vermek için gelmediler. Rabbim hepsinden razı olsun. Geçici barınma alanlarının kurulması depremzedelerimiz için kritik öneme sahipti. Geçici barınma merkezleri ile iş yerlerimizi de faaliyete geçirdik. Şu anda kalıcı konutların inşaatı devam ediyor. Bunları da eylül ekime kadar bitirmenin gayreti içindeyiz.
Değerli kardeşlerimi Antakya küçük sanayi sitemizi yeniden inşa edip orayı da ayağa kaldıracağız. Ülkemiz genelinde 130 bin konut, 36 bin köy evi olmak üzere inşa sürecini başlattık. İnşallah şehrimizde 34 bini köy evi olmak üzere 251 bin konutu inşa etmiş olacağız. Muhalefetin diline doladığı Defne hastanesini de bugün açıyor olacağız.
'Kandil' İddasını Yineledi
Sandıkta bunlara haddini bildirmeye, bunları emekli etmeye hazır mıyız. Ne söz verdiysek tek terk yerine getiriyoruz. Evi orta hasarlı olan vatandaşlarımız için de yeni konutlar yapacağız. Hedefimiz 650 bin konutu tamamlayıp hak sahiplerine teslim etmek olacaktır. depremin bize hatırlattıklarından biri de fani olduğumuzdur. Arkamızda minnetle yad edilecek eserler bırakmaktır. Amacımız milletimize "Bir Erdoğan vardı, mert adamdı, yürekli adamdı" dedirtebilmek. Düşüncemiz ne ise zikrimiz o oldu. Milletimizin gözünü boyamaya tenezzül etmedik. Milletimizin önüne karnemizi koyup oy istedik. Talimatı Kandil'deki teröristlerden almadık. Bunlar talimatı Kandil'den alıyor, teröristlerden alıyor. Teröristler ile kol kola el ele dolaşan bay Kemal var. Ondan benim ülkeme fayda olur mu? Gereken cevabı vermek için önümüzdeki bir hafta usanmadan çalışıyor muyuz. Hatay'dan bu defa farklı bir oy bekliyoruz.
LGBTİ Bireyleri Yine Hedef Gösterdi
Aile ve gençlik bankamızın kurulması ile inşallah gençlerimizin evliliğinin yolunu açacağız. Bu CHP, İYİ Parti ve yanındakiler LGBT'ci midir. Peki AK Parti'ye MHP'ye LGBT sızabilir mi? Cumhur İttifakı'na sızabilir mi? Biz ailenin kutsiyetine inanıyoruz.
Demirtaş'ı Hedef Aldı
Selo'yu bırakacağım diyor. Diyarbakır'da 51 Kürt kardeşimizin ölümüne neden olan bu Selo değil mi? Onun çıkmasını istiyorsanız bana oy vereceksiniz diyor. Cezaevlerinin kapılarını kıracağız, Öcalan da dahil olmak üzere bunları serbest bırakacağız diyor. Benim milletim teröristlerle kol kola gezenlere haftaya pazar yüz vermeyecektir. Adı yalancıya, çarkçıya çıkmış birine asla güvenilmez, ülkenin yönetimi emanet edilmez.
SSK'nın başında olduğunda SSK hastanelerini batıran insansın sen. Daha seçimi bile kazanmadan bu şekilde azgınlaşanlar yönetime gelseler milletimize nefes bile aldırmazlar. Bu habis zihniyetin tekrar hortlamasına dur diyeceğiz.”
Bozuk plak kabilinden kendini ezberden var eden bir terennüm, birbirinin tekrarı olan bir yorum çabasıyla baş efendi, yine var edeceği kötülüğe yön tayinine girişir. Birinci turun hemen öncesi, sırası ve sonrasında yükseltilen kör milliyetçi / ırkçı feverana bir kere daha ama asla son kez değil bir istikamet oluşturmak ister, yeniden, yeniden. Farkına vararak, bile isteye bir kere daha koltuk için memleketi ateşe atmasının ihtimallerini, kimleri ve her hangi inanç ya da grubu hakir göreceğini muştular baş amir. Daha dün muhalif diye kendini bildiren bir zatın, yeni döneminde daha ılımlı bir lider portresi çekecektir dediği temsilin var ettiği şeyler, açık ayrımcılıktır. Bir kere daha fırtına ekmektir, sonu daimi bir halde sıradan insanlar için hüsran olacak bir yıkım sistematiğinin mimarlığıdır. Kesintisiz hakikat budur.
Çadır söktü Cumhuriyet Halk Partili belediyelerden, muntazaman Kemal Kılıçdaroğlu’ya doğrudan yöneltilen biliyorsunuz kendisi Alevi çıkışlarından hemen sonra oluşturulan her hamledir mesel. Tastamam sahte imgelerle Demirtaş çıkacak!, Teröristler salınacak yollu göndermeler barındıran sahte pano ilanlardan, el ilanı şeklinde tasarlanmış ne logo ne de tek satır CHP ile alakası bulunmayan teröristler de bizi destekliyor yollu göndermeler ile PKK ile arasında bir bağ bulunduğunu zikreden uydur kaydır hallere, her şeye ve hemen her şekilde cerahate ilişen / yolunu kıstıran bir ülke yönetimi söz konusudur. Seçime değil savaşa gidilir gibi bir gerilim siyasetinden kopacak en ufak bir yıkımın hesabı her ne olacak, hesabını kim verecektir ki! Kandil aşağı, Pennsylvania yukarı, sağa döndün terörist sola döndün terörist diye diye bir menzil bırakılır mı? Sözün özü sahiden hayata tek bir satır da olsa iyi güne zemin konulur mu? Bırakılmış mıdır umudun zerresi böylesi bir körleme / toptan yaftacı zihniyet karşısında, sahi ama sahiden?
Bir yana dönüp dururken, fırıldak gibi bir o yana bir bu yana savrulan bir demokrasicilik bahsi söz konusu edilebilir mi, her şey hep tersindeyken! Misal en son Sinan Oğan gibi ol aliyev’in beslemesi, şarlatanlığı bir yandan, tahakküme rehin / esir hali içerisinde ülkenin Türklük savunucusu mübarek bir temsiliymiş gibi pazarlananın var ettiği domuz bağcıları ile kolektif / uyum da mı misal bir şeyleri anlatmamaktadır. HDP’yi kötüleme korosundan asli görevini yerine getirip, reisle anlaşacaklar bakın görürsünüz derken kendisinin koşar adım gidip saraya yedeklenmesinin utancı her ne yana düşer misal, bunca felaket halinin tam da ortasında! Her şey bıçak sırtındayken üstelik, hala ve hala. Tümüyle bağdaşık bir biçimde yenilendiği söylenen ülkenin halen eski reflekslerini muhafaza ettiği gerçekliğini yineleyelim. Değil siyaset sahnesine insan içine çıkamayacak tıynetteki tiplemelerin caka satıp, laf pazarladığı bir zeminde sıradanın hakikatinden esame okunmadığı bir dönemin tam da ortasındayız bir kere daha.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Agence France-Presse – Getty Images – The New York Times
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Hayattan Bahis Açmak Zor Mu!
Tumblr media
Gündelik yaşam günbegün içinden çıkılamaz kılınıyor. Erk, muktedir, iktidar pratiği olan hayat döngüsüne yapılmış her müdahale, sıradanın yaşama eylemine yepyeni ketleri eksik gedik olmadan var ettiriyor. Her eylem bir biçimde kastın ta kendisi olarak büyütülüyor iş bu sahnede. Baş amirin yönlendirmesi neticesinde oluşturulan, hüküm kılınan, hayata bir biçimde sabitlenen her hamle ile gündelik hal, onu var eden yaşam prensipleri altı üstüne getiriliyor, hiçleştiriliyor. Devlette devamlılık esas olunurken, cürüm, çürüme ve cerahat önceleniyor. Hep bu kalibreden hak, hukuk, adalet biçiliyor, eziliyor, yerle bir ediliyor ya da resmen sıfırlanıyor. Muktedirin muteber addettiği yaşamın hiç kılındığı her bir felaket halinin bir sınama olduğuna biat edilmesi gereken güncelik bir halken, bir bunu bildirir iken yol da yön de hepten karanlığa çıkartılır. Biyolojik siyaseti bir deneyim haline artık enikonu dönüştüren yeni ülke projeksiyonunda yaşama eylemi tastamam çürüten, eksik bırakılan bir mesele dönüştürülür her anlamda. Var edilmiş katran karanlığının sınırları da o yeni ülkede bariz bir hal ile muğlak konulur. Bütünüyle her eylem doğrudan hemen her hamle bu taarruzu yineleyebilme adınadır, var edilendir, bu yerde. Gündelik yaşam eylem ve tahayyülü daraltılırken var edilen cerahat bir boyunduruk halini sicim kılarak ardıl sıra sıradanın hayatına demirler.
Her şey zora koşulur. Sıradan insanların, yoksullar ve yoksunların birbirlerine aidiyetleri, inançları, duruşları ile kırdırılmaları bahsi asırdır devam olunandır. Bin dokuz yüz seksen dört Adana / Kilikya bölgesi Ermeni katliamlarından çıkagelen, bin dokuz yüz on beşten itibaren de tutarlı bir devletli / ülke politikası haline dönüştürülen ayrıştırma, eleme ve hiç bitmeyen bir tasfiye sürecinin taşıdığı odak her bir ötekisine sınava dönüştürülür. Bugün o yirmi birinci yılını idrak eden akp – mhp ikilisinin savunduğu cerahatli halin yekununda da bu bahsi bir kere daha görmek söz konusudur. Yaşam eğrelti kılınırken, her an bir ayrı, öteki, düşmanlaştırma sürekliliği ile yaşam eyleminin ta kendisi imkansız kılınır. Cerahat, hedef alınan kitlelerin büyüklüğüne orantılı olarak sürekli bir ittihatçı zihniyete selamları ihtiva eden, onları kılavuz çizgisi olarak belleyen aklı ifşa eder. Dün Ermeni, Süryani ya da Rum düşmandır, bugün onlara ilaveten, Yahudi, Ezidi, Alevi, Mıhellemi, Kıpti, Arap ve illa ki Kürd halkları düşman addedilir. Her yeniden tanımlama, özgürlükler ülkesinden bahisler açılıp masallar zikredilirken aslında olan / bina edileni de ifşa eder. Madun siyasi repliklerin ardı bir kere daha açmazlara, hakikatin örtbas edilmesi hallerine, hiç bitimsiz bir inkara ve her dem yoksunluğa, eksiltmelere çıkartılır. Bütün bunların çatısı olarak da bir de yoksulluk eklendi mi, bugünkü gibi yüzde yüzün üstünde bir enflasyonla hep boşa, her gün borca, harca, iki lokma gıdaya çalışılan, ümitsiz, umutsuz, gırtlak gırtlağa düşme hallerinin yoğun yaşandığı bir çukur imal olunur. Yirmi birinci yüzyılın ülkesi bu kadarı ile bina edilendir. Her umudun törpülendiği bir çukur, heyhat.
Gündemin uçarlı, kaçarlı, bol keseden vaatli, her günün güllük gülistanlık bir yer yurtta olunduğu zikrinin karşısında, o yıkımlar, şu cerahatli köşeye kıstırma halleri, bütünüyle bir hizada tutma çabasının yekunu olarak hayat eksikli kılınır. Gündelik yaşam lafzının ve meselinin içinden çıkılamaz addedilmesinin yolu bu hallerin refakatinde şekillendirilir. Ol ana akım haber bültenlerinden birisinde çıkagelen, en az beş hırsızlık, on kadar silah ya da bıçaklı kavga, hırgür, dövüş hali, sokakta her an bitiveren bir karşıtlık / karşılık verme ihtiyacı duyan öfkesinin nedenini sorgulamayıp cerahate tutunanlar ve nicesiyle birlikte bir yerdeki yaşama eylem / pratiğinin kökünün kazılmasıdır mesele. Daha bu haberlerin kıyısında sadece sosyal medyada görülen anılan, uyuşturucu pazarları, et pazarına dönen fuhuş sektörü, her türlü rant pazarlıkları / hileli zenginlikler, ellerine kan bulaşmış olagelen ne halse memleketin en makbulleri olarak anılagelen isimlerini zikretmeye dahi gerek kalmayan soylu aileler, burjuvalar bilmem kimlerin hayatlarından kesitler ile ucube bir haller toplamına dönüşmüş gündelik yaşamın nasıl çarçur edildiği de belirgin bir halde özetlenir. Tümden hayat nüfusun yüzde birine rehin edilir. Bütün yancıları, iş birlikçileri ve ranttan geçici olarak nemalanan kendini sınıf atlatmış sayan yüzde beş civarındaki bir kesim / kitle / güruh adına memlekette gündelik yaşamın zehirlenmesi aralıksız kılınır. Her şey buradan bariz kılınır. Her şey bu raddeden ve geriye kalakalan yüzde doksan beş’in başına getirilen fecaat halleriyle şekillendirilir. Bunun adı mıdır şimdi yaşamak!
Bianet’ten aktaralım: “Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay, Eş Genel Başkan Pervin Buldan'ın, partisinin dün gerçekleştirilen grup toplantısında Cumhuriyet'in yüzüncü yılıyla ilgili değerlendirmeleri üzerinden hedef alınmasına ilişkin yazılı açıklama yaptı.
Günay, "Buldan'ın cumhuriyetin kuruluş sürecindeki ademi merkeziyetçilik, çoğulculuk ve demokrasi fikriyatının terk edilerek, devreye sokulan; kimlikleri ve inançları dışlayıcı ret ve inkâr politikalarının tarihsel süreç içerisinde yol açtığı toplumsal yaralara ve krizlere dikkat çektiğini" belirterek, cumhuriyetin demokratikleşmesinin önündeki en önemli engellerden birinin de Kürt sorunu olduğu gerçeğini vurguladığını kaydetti.
Buldan ne demişti?
HDP Eş Genel Başkanı uzun ve kapsamlı konuşmasının başlangıcında Cumhuriyet'in 99. yılında olunduğunu hatırlatarak şöyle demişti:
Evet, Cumhuriyetin 99'uncu yıl dönümünü geride bıraktık. Kuruluşundaki ademî merkeziyetçilik ve demokrasi fikrinin terk edilerek, yerine Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere tüm farklılıkların ret ve inkârına dayalı tekçilik sisteminin devreye sokulmasıyla yaşanan yüz yıllık bir yıkım sürecinden söz ediyoruz.
Buldan nasıl suçlandı?
Buldan'ın sözleri dünden (02 Kasım) bu yana daha çok iktidar milletvekilleri ve iktidar yanlısı yorumcular tarafından "100 yıllık yıkım projesi" şeklinde başkalaştırılarak ve muhalefet kanatları arasında ihtilafı tetikleyici imalarla suçlama konusu yapıldı.
▶ Hüseyin Yayman | AKP Hatay Milletvekili: "Eleştiri hakkınızı kullanabilirsiniz ama ne demek 'yüz yıllık yıkım projesi'. Yıkım sizin kafanızda. Yıkım sizin satılmış zihinlerinizde. Siz kimsiniz? Bu cesareti kimden alıyorsunuz?" dedi.
Yayman CHP'yi de hedef aldı: "Hem Atatürk'ün kurduğu parti olmakla övüneceksiniz hem Cumhuriyetin ilanından önce kurulduğunuzu ifade edeceksiniz hem de Cumhuriyet hakkında söz söylendiğinde dut yemiş bülbüle döneceksiniz. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? 6'lı masanın gizli ortağı HDP'lileri küstürmemek için mi böyle bir takiye yapıyorsunuz?
▶ Ahmet Hakan | Hürriyet Gazetesi Yayın Yönetmeni: "En azılı Cumhuriyet düşmanlarının bile pek söylemediği, en azından açıktan söylemeye kaçındıkları bir şey söyledi HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan. Hem de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde. Söylediği şu: "Cumhuriyet, 100 yıllık bir yıkım projesidir [...] Mahir Ünal söz konusu olduğunda yeri göğü inletenlerin... Pervin Buldan söz konusu olduğunda ne yapacaklarıyla ilgiliyim ben."
▶ Kürşad Zorlu | İyi Parti Sözcüsü: "İyi Parti olarak Cumhuriyetimize yönelik hadsiz ifadeleri temelden reddediyor ve kınıyoruz [...] Birlik ve beraberliğimizi bozmaya ve mevcut kutuplaşma iklimini kuvvetlendirmeye dönük böylesine art niyetli, haksız, temelsiz suçlama ve saldırıların daima karşısında olacağımızın bilinmesini isteriz."
HDP Sözcüsü: Kötü niyetli bir saldırı kampanyası
HDP Sözcüsü Ebru Günay, "Cumhuriyetle değil tekçi, inkarcı ve anti demokratik karakteriyle sorunumuz var" başlıklı yazılı açıklamasında Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi için büyük mücadele yürüten, bunun için bedel ödeyen HDP'nin cumhuriyet fikri ve modeliyle sorununun olduğunu ileri sürme[nin], tam anlamıyla abesle iştigal [olduğunu]" söyledi.
"Eş Genel Başkanımız, yaşanan krizlerden çıkış yolu olarak da; cumhuriyetin demokrasiyle buluşturulması, bunun için demokratik cumhuriyet koalisyonunun oluşturulması gerektiğinin altını özellikle çizmiş ve acil demokrasi, acil adalet çağrısı yapmıştır. Demokratik cumhuriyetin inşası HDP'nin temel hedef ve stratejisidir. Varlık gerekçesidir [...] HDP'nin temel eleştirisi, dışlayıcı, ötekileştirici, tekleştirici politikaların kendisine yöneliktir.
Günay Buldan'ın konuşmasında 'Cumhuriyet yıkım projesidir' gibi bir ifadenin "asla geçmemiş olduğunu" anımsattı. "[Buna] rağmen, bir takım çevreler sanki böyle bir ifade kullanılmış gibi sosyal medya üzerinden maksatlı, kötü niyetli bir saldırı kampanyası yürütmektedir. " dedi.
"Bu çevrelerin amacını ve niyetini gayet iyi biliyoruz. Cumhuriyetin demokratikleşmesinden, HDP'nin demokratik cumhuriyet çağrısından, çoğulculuktan, toplumsal barıştan ve eşit yurttaşlıktan rahatsızlık duyan, korkan, tekçiliği dayatan ve bunu savunanlardır."
Günay İYİ Parti Sözcüsü'nün yazılı açıkjlamasını ima ederek, "Siyasal muhalefetin bir kanadının da, konuyu anlamadan, dinlemeden, araştırmadan, sosyal medya üzerinden algı çalışması yürüten bir takım çevrelerin tuzağına düşerek, Eş Genel Başkanımızı ve partimizi hedef alan sözler kullan[dığını]" ileri sürdü ve "bunu iyi niyetli, samimi bir yaklaşım olarak görmediğimizi belirtmek isteriz" dedi.
"Demokratik kamuoyu da bilmelidir ki, HDP, cumhuriyetin demokrasiyle, adaletle ve barışla güçlendirilmesi gerektiği fikriyatını ısrarla ve kararlılıkla savunmaya ve bunun için mücadelesini sürdürmeye devam edecektir.”
İşaret edilen ile gerçekte var edilen arasındaki uçurumu anlatan, Buldan’a denilmeyen konulmaz. Bir yandan hedef kılınıp linç ettirilmek istenen bir siyaset çatısı söz konusu edilirken, öte yanda anayasal değişim için kapısı çalınan, bir akp vekili tarafından legal bir siyasi parti olarak tanımlama ucubeliği var edilir. En başından bu yana dediğimiz gibi, her defasında plağı başa sarıp bir kere daha anlatmak mecburiyetinde kalındığı gibi bir avuç dönemin seçkin / seçilmişinin mi yoksa bu topraklarda emek veren, hayatın hemen her alanında sözünü savunan, mücadelesini daha iyi bir ülke için var eden gel gelelim hep karavana tutturan geniş halk kesimlerinin midir cumhuriyet. Tümüyle geçmişinden hesap sorduğunu, var edilmiş karanlığıyla yüzleştiğini bildiren bir ana akım siyaset pratiğinin gün aşırı yinelediği rövanşist tavır bir yanda, dünün akımının, neokemalist bir iktidar hali pratiğinin suna geldiği açmazlar öte yandan iki kutuplu bir ülkeyi var ederken kim her ne şekilde, nasıl fark edecektir asıl yarayı? Yaşama eylem / edim ve kapsamı her gün apaçık yerle bir edilirken, şu cumhuriyet denilen düzlemin suna geldiği her şey bir karartmaya, bir biçimde sindirmeye yollarken sıradan olanın sözünü nedir ki bir asırdır var edilmemiş olagelen, sahiden?
Bir başka örneği, Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Tüm engellemelere rağmen İstiklal Caddesi'ne çıkan HDP’li vekiller, iktidarın kimyasal silah kullanımının üstünü örtemeyeceğini belirterek, “Kimyasal silah iddiaları araştırılıncaya kadar alanlarda olacağız” dedi.
Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Birleşik Mücadele Birliği (BMG), İstanbul Taksim’de kimyasal silah kullanımına dair sokaklara indi. Polis saldırı ve engellemelerine rağmen İstiklal Caddesi’ne çıkan her sokakta yürüyüş düzenlenirken, İstanbul Barosu binası önünde ablukaya alınan HDP’li vekiller Gülistan Kılıç Koçyiğit, Fatma Kurtalan, Sezai Temelli, Tayip Temel ve Ayşe Sürücü, burada açıklama yaptı.
Sezai Temelli, “Bugün savaşa karşı çıkan herkesi gözaltına alıp tutuklayan bir rejimle karşı karşıyayız. Bugün Şebnem Korur Fincancı haksız, hukuksuz yere cezaevindedir. Neden? Çünkü bu ülkede kimyasal silaha dair ‘gerekirse bir soruşturma açılsın’ çağrısında bulundu. Onu bizde dile getirdik. Çünkü kimyasal silah kullanımı suçtur, hem de insanlık suçudur. Bunun karşısında durmayan buna ortaktır. Bugün savaşın ne denli büyük bir yıkım yarattığını hep birlikte yaşıyoruz. Savaşa karşı ses çıkarmak yoksulluğa karşı ses çıkarmaktır. O yüzden diyoruz ki olduğumuz her yerde sesinizi çıkartın.
Korkarsanız eğer işte bu korkak iktidar gibi silahtan, şiddetten başka bir şeyiniz olmaz” dedi.
'Vazgeçmeyeceğiz'
HDP’li vekil Tayyip Temel ise, Silopi ve İstanbul’da kimyasala karşı binlerce kişinin bugün alanlara çıktığına vurgu yaparak, “Fakat onlarca parti yöneticimiz ve üyemiz gözaltına alındı. Bugün helikopterleriyle, binlerce polisiyle bizi engellemeye çalışıyorlar. Ama onların bu engellemesi kimyasal gerçeğini değiştirmez. Bugün burada yapılanlar ve Silopi’de yaşananlar iktidarın suçlu olduğunu gösteriyor. Onun için bu kimyasal silah iddiaları araştırılıncaya kadar alanlarda olacağız. Ne olursa olsun bundan vazgeçmeyeceğiz” diye belirtti.
İstiklal Caddesi’ne çıkan sokaklarda protestolarını sürdüren kitle daha sonra HDP İstanbul İl Örgütü’nün önüne geçti.”
Basitin zora koşulduğu bir yerde, elini taşın altında tutmaya devam eden bir yapının en son seslendirdiği meram da mı meseleyi anlatmıyordur. Kör kör parmağım gözüme bir biçimde asırdır devam edilen bir inkar siyasetinin, son kırk yılda var edilmiş bütün, tüm anlamlarıyla imha siyaseti ve karşısında var edilmiş bir yapıyla savaşın sunduğu hemen her türden fecaatin bir sonraki evresi kimyasal silah iddiaları neden konuşturulmaz misal! Memleketin ekseriyetinin suskunlukla karşıladığı, malum siyasi cenahla, iktidar kliğinin de anayasa yazım sürecinde, gelecek seçimde ihtiyacımız olur diyerek üstün körü geçiştire durduğu bir yıkım hali şu halde değilse ne zaman sorgulanabilecektir misal? Ol onlarca yıldır devam ettirilen ve yoksul çocuklarının birbirlerine kırdırıldıkları, kentlerin ve her şeyin talan olunduğu bir zeminde daha yitirilecek can, kaybedilecek hayatlar var mıdır? Öyle ya da böyle bir biçimde Kürd’ün de Türk’ün de hayatını zehirleyen bir halin, adı üstünde yıkıcı bir yok etme döngüsünün sonunda çıkagelen kimyasal iddialarının ardı ne olacaktır ki, onca seslenişe rağmen. Hayat bahsinin hep ucuza konulduğu bir zeminde bu coğrafyada düşman alt etmek için gerekli görülmüştür lafzından, envanterde yoktur bahsinden, her şey yalandan öte bir hakikate varmak, endişe edilmiş sorulara yanıtları tam ve eksiksiz bulmaya çabalamak, barış adına uğraşmak hala zor mudur, imkansız mıdır? Bir yıkım sarmalı, öldüren / tüketen / çürüten bir mahvetme retoriğinden başkasını hiç ama hiçbir zaman var edemeyen bir devletli mekanizmasına rağmen hayatta bahsi açmak hala zor mudur, imkansız mıdır?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Yasin AKGÜL – AFP via Getty Images – Al-Monitor
1 note · View note
seslimeram · 2 years
Text
Sesli Meram #244 - Karşı Radyo (23.08.2022)
Tumblr media
"
Demokrasi istem ve pratiklerinin çalakalem değil doğrudan yıkımı peyderpey var edilmiş olagelen her türden ayrımcılıkla beraber şekillendirilir. Türkiye sathı mahallinde, doğruca ve doğrudan demokrasi pratiği için çabalayan, Türkiye halklarının ortak meramını sırtına yük edinen, bunu ama ve fakatsız, şerhlere düşmeden var edebilen bir yapı olan Halkların Demokratik Partisi Amed milletvekili Garo Paylan hedef kılınır. Pek çok defasında görüp de yaşadığımız gibi, memleketin ahvalinin / genel kabulün dışından sözler sarf ederek, bir biçimde çalınan / gasp edilen, mahva sevk olunan bir kimliğin, Kürd ile birlikteliğinden bir siyaseti var etme çabasından korku bir kere daha kırımı çağırmaya kafi gelir. Devletin, devletlinin kadrolu / maaşlı vatansever(!) kiralık katil müsveddeleri, kullanışlı beyinsizler sürüsü, tetikçisi, hedef alıcısı, linçcisi şusu ve busu ile birlikte bir cinayet tasarlanır. Bu kez, 2016 yılında var edilmek istenen bir biçimde engellenir ya da öyle istenir.
Gel gelelim onca zaman sonra bunu bildiren, ortaya saçan kirli mafyanın tetikçi vatanseverlik taslayan, ağzından irinden, pislikten, yüreği yağırdan başkasını barındırmayan bir temsil, sözüm ona avukat Garo Paylan’ı bir kere daha hedef kılar. Gözdağı verdiğini zikrederken bir asrı aşkın kılınmış ittihatçı kepazeliği, hamidiye alaylarının maşalığına, kalemlerinden irin damlayanlar gibi Ermeni Soykırımını kabul ve ikrara uzanan bir karanlıktır mesele. O kötülük arafından sesler var edilebildikçe, geçmişte ellerine kan bulaştırıp, memleketin adını da mahvetmiş, yaşatan değil çürüten, yasa saygılı değil, yası yaraya dönüştüren bir yer uzam bir kere daha gönenç hallerle savunulur. Bunu var eden bir de avukattır, beyanı en azından böyledir çeteci, lağım ağızlı, tetikçinin.
Demokrasinin sizlere ömürlük halinde, kimileri etnik kimliği yüzünden hedef kılınır. Kim ya da kimlerden olduklarının şeceresi dökülürken, Garo Paylan sadece görünür bir istisna halidir, ki öldürülmemiştir, çok şükür. İçişleri Bakanlığının bir suç işleri bakanlığına artık tastamam dönüştüğü yerde, yıllar sonra var edilebilmiş, vitrin süsü olmayan bir Ermeni’yi vekil tayin edebilmek / seçmek kafi getirilmeyendir, bir de korumak gereklidir. Bütünüyle bir menzilin dönüşümünün yeniden kötülükten mülhem bina edilmesinin yarası her ne yana denk düşecektir ki sahiden? Bir gün Yahudi, bir gün Alevi, başka bir gün bir Kürd’ü hedef kılanlar, bambaşka bir zamanda çıkagelen Ermeni’yi vurdurtma / temizletme işinin kökünü ifşa edenler eliyle bir güvercin tedirginliği artık dört bir yandadır. Türk’ün muktedir ve avenesi dışındaki her kesimin yaşamında demirbaş kılınandır. Bianet’te Ruken Tuncel’e demeç verir Garo Paylan aktaralım: “Paylan, kamuoyuna ve siyasi liderlere çağrıda bulundu. "Azınlıklar, bir ülkede ancak demokrasi olursa varlıklarını sürdürebilirler” diyen sözlerini şöyle noktaladı:
“Bir ülkede demokrasi mücadelesinde ilk olarak azınlıklara bakılır, azınlıklar özgürce konuşabiliyor mu, inançlarına kimliklerine saygı duyuluyor mu, geçmişte yaşadıkları acılarla yüzleşebiliyor mu? Türkiye bütün bunlarda son yıllarda tamamen geriye gitti. Ve biz azınlıklar yeniden güvercin tedirginliğinde yaşamaya başladık.
"Demokratik ülkelerde azınlıklara yönelik bir saldırı olduğu zaman sorumluluk çoğunluktadır. Çoğunluk sessiz kalırsa, azınlıklar susturulur, bu nedenle herkesi sorumluluk almaya çağırıyorum. Bu sadece Garo Paylan meselesi değil, bu demokratikleşme meselesidir. Benim susturulmam ülkenin kaybıdır, herkesin böyle bilmesi gerekir.” sesli meram
podcast image credit: edvard munch-the scream painting by andreas preis:::official site
1 note · View note
seslimeram · 2 years
Text
Hayatın Abecesi Yıkılmaya Yüz Tutarken
Tumblr media
Bitimsiz addedilmiş bir cerahat sarmalı içerisinde hayatın abecesi eksiltiliyor artık. Aleni, madun siyaset pratiklerinin suna geldiği hemen her şey bu kesintisiz talan edişi örnekliyor dört bir yanda. Bir ülke gerçekliği çürümeye yüz tutuyor artık. Bütünde oluşturulan her bir hamlede yenilendiği zikredilen bir mekanizma bizatihi eskisini takip ediyor. Her halde ve şartta onu güncelliyor, onunla yön tayinine girişiyor. Akparti ve beraberindeki 20 yıllık iktidar pratiği, madun siyasetin belagat dolu örneklerini sahiplenen baş amir gibi bir ismin var ettiği şey bütün bu katran karasını, zifte bulanmış, sıvanmış yerin temsili durumunu da bildiriyor. Kapsayıcılık lafta konulurken, eşitlik yalanın ta kendisine zamklanıyor. Bir biçimde hürriyet meseli anılırken, beriki sahnede onun gasp edilmesine tanıklık sürüyor. İstemi, varlığının bir ucu işkenceyle mücadele / sıfır tolerans olarak anılırken, bugünü onu sahiplenen, daha kötülerini güncelleyen bir görüş hakimiyetini sağlıyor. Bitimsiz kılınmış olan cerahat sarmalında hayatın talanı, hakkın yitimi, adaletin çürümeye terki, hürriyetleri yerle yeksan etmeler, nicesi ve nicesiyle bir zorbalık rejimi bina ediliyor; kesin bilgi.
Hayat mefhumu prangalara rehin edilirken, her şey güllük gülistanlık masalı anlatılmaya devam olunuyor. Propagandanın birisi bitmeden bir başkası devreye sokuluyor. Ateşi bir biçimde sürekli harlanan nefret siyaseti bir gün Kürd, bir gün Ermeni, bir gün Rum, beriki gün Afgan, Suriyeli, Arap veyahut da Türk ol(a)mayan bir başkasını buluyor. Bunlar asla kafi görülmediği için kafatasçılık, ırkçılık ile yol ya da yön bulan cerahate zemin sunulup, partiler kuruluyor, örgütlenmelerinin önü salt iktidar devamlılığı için söz konusu ediliyor. Onlar kenardan nefretini kusarken, baş amir kendi iktidarını, zorbalık rejimini muhafazası ile meşgul olmaya devam ediyor. Cahreyn ile Özdağ insanımsı tiplemesinin zafer namıyla yükseltilen cerahat yuvası birbirlerine kavuşuyor. Birisi sosyal mecrayı ırkçılığa zeminin ta kendisi, beriki burada var ettikleriyle gerçekten bir katliamla iktidar hayallerini sürekli güncelliyor. Muktedir dediğimiz gibi iktidar pratiğinin devamı adına bunları gaz alıcılar olarak konumlandırıp, bir yandan da aşılması imkansız duvarlar örüyor, korku salıveriyor dört bir yana, her biçimde.
Hayatın abecesi muktedirin, kuru, sulu, sürtük, çürük benzetmelerinden, aşağılama dozu her gün orantılı olarak güncellediği bir istikametteki nefretiyle güncel bir yıkıma rehin ediliyor. Bütünüyle mahvedilmiş bir ülke şablonu hakikate bütün olarak ol bedene, zihne saldırılar kafi gelmediğinde, eksiltmeler yeterli görülmediğinde bu laflarla biçimlendirilip duruluyor. Cerahat hayatın müşterek abecesini yerle bir ediyor. Bugün, dün olduğundan da açık şimdi ve bütünüyle bundan sonrasını da ipotek altına almaya çabalayarak. Hayatın her anlamda zehirlenmesi, ehven olandan alıkonulmasına devam olunur. Hayatın hakkını, sıradan insanların tahayyülünü sınırlandırmak gerekli görüldüğünde sonlandırmak ve dahi tüketmek için her yol değerlendirilir. Herkes konuşur akparti yapar bahsinin karşılığı imdi daha belirgindir, buyurun iliştirelim:
Baş Amir grup toplantısında Gezi Direnişine yönelik saldırgan tavrını esirgemeden yeniden bu defasında çok daha elem verici bir yönelimle hakaretlerine devam eder; Bianet'ten aktaralım: "Tarihimize Gezi olayları adıyla bir ihanet, bir utanç, bir vandallık vesikası olarak geçen hadiselerin 9'uncu yılındayız. Olaylar, İstanbul'da Gezi Parkı'ndaki birkaç ağacın kesildiği iddiasıyla 2013'ün mayıs sonu, haziran başı gibi alevlendirilmiştir. Ağaç bahanesiyle çakılan kıvılcım, bir anda Türkiye'nin hükümetini, milli projelerini, uluslararası çıkarlarını hedef alan bir kalkışmaya dönüşmüştü. Düşünün Dolmabahçe Bezmialem Valide Sultan Camii'nin içinde bu eşkıyalar, bu teröristler, bira şişeleriyle, bira kutularıyla adeta caminin içini pislemişti.
"Bunlar böyle, bunlar çürük, bunlar sürtük, bunlar için ulu mabed nedir, ne değildir, öyle bir şey yok. Kamu binalarının, polis araçlarının, ambulanslarının, iş yerlerinin, sivil araçların, belediye otobüslerinin, sokakların, parkların yakılıp yıkıldığı Gezi olaylarının arkasında kimlerin olduğunu biz zaten biliyoruz da tarih de yazacaktır. Bay Kemal orada mıydı? Oradaydı... Çünkü başı çeken oydu. Bunlardan bu millete, bu vatana hayır gelmez. Bunlar ancak terör sevicilerle beraber, çünkü kendileri de terör sevici."
Dün Türkiye İşçi Partisi milletvekillerinin Boğaziçi Köprüsü'ne astıkları "Her Yer Taksim Her Yer Direniş" pankartıyla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yaptı: "Şehitler Köprüsü'nde böyle bir pankartı sen, polise rağmen asamazsın, astırmazlar. Ne oldu, asamadılar. Hukuk önünde de bunun hesabını vereceksiniz."
*Türk Dil Kurumu'na göre "sürtük" kelimesinin anlamı:
1. isim, Vaktini çok gezerek geçiren, evinde oturmayan kadın:
"Bu sürtüğü oğluma almak da sonunda çıkacağı belli olmayan bir felakettir." - Hüseyin Rahmi Gürpınar
2. isim, Aynı anda birden fazla kişiyle gönül eğlendiren kadın.
3. isim, kaba konuşmada Hayat kadını.
Bitimsiz bir cendere hali içerisinde hayatın abecesi lafta değil sahiden bu mavralar belirli bir biçimde yinelenirken baş amir, gerginlik siyasetine bir kere daha başvurur. Düzeninin var ettiği cerahate, baskıcılığa, zorbalık ile çıkagelen her türden tehdit / hakarete karşılık olarak var edilmiş bir itiraz bir kere daha hedefe konulur. Bu defasında övünüp durulmuş olan devletin, devletçe dilinin suna geldiği sınırları biraz daha esneterek en olmadık bariz hakaretlerine yenilerini sürtük ve çürükle çıkarta gelir hazretleri. Seksen beş milyonun bir biçimde temsilcisi olduğunu, kucaklayıcısı ve kapsayıcı temsili olduğunu zikrederken ol isim, bir kere daha Gezi Başkaldırısı döneminde var ettiği baskılama ve zulmatı yeniden ve çok daha ağır bir biçimde toplumun geneline yaygınlaştırırken yeniden sazı eline alır. Ne olduğu ve neden olduğu çok bariz bir itiraza, memleketin resmi veri kurumu suç işleri bakanlığına göre dahi milyonlarca insanın katıldığı bir direniş hakaretle alaşağı edilmek istenir. Buna ilaveten bir de aslında var olmamış bir cami işgali, tahribatı, yıkımından da dem vurur. Hayatın abecesini alt üst ederken bir yandan da cerahati / korkuyu göndere çekmeye devam diyen zihniyetin sunduğu şey öbek öbek yalandır. Ki o yalanlar zamanın ötesinde değil, yakın zamanlarda, Dersim Tertelesini, 6-7 Eylül Pogromunu, 20 Dolar 20 Kilo’yu, Aşkale sürgünlerini, Türkiye’nin azınlıklardan arındırılmasını, ilelebet bir Türk yurdunun tescil olunması adına kullanışlı bilinen yıkımlara yol vermiştir. Bütün bütün bir menzildeki yaşama kastın hamlelerine vesile kılınmıştır, misal Madımak’ta katliamın ta kendisine, Suruç’ta can pazarına, Ankara Gar Katliamına zemin eylemiştir. Bütünüyle bir biçimde sunula gelen her yeni yalan, sahip çıkılan her itham ve yaftalama bu sahnedeki ol hakkaniyet, hürriyet ve adalet kavramlarını, kimliklerden azade bir eşitlik ilkesini de açık ve aleni bir biçimde sınırlandırır, çürütür. Bunları bilmesine rağmen, geçmişinde var etmiş olmasına rağmen bir ülke, bir daha konuşur baş amir bu defasında Kızılcahamam Kampından.
İleri Haber’den aktaralım: “Partisinin Kızılcahamam Kampı'nda konuşan AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik krizden Gezi Direnişi'ni sorumlu tuttu. Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekillerine de seslenen Erdoğan, "Bunların parlamentodan bir an önce silinip atılması gerekir" dedi.
Gezi olaylarıyla başlayan ve ardı ardına devam eden ihanetlerin ülkemize kur-faiz-enflasyon şer üçgeni üzerinden ödettiği ağır bedeller olmasaydı, bugün 1,5 trilyon doları bulan bir milli gelirle çok farklı bir yerde olacaktık.
Sahnede hangi oyun sergilenirse sergilensin gerisinde bir ekonomik sabotaj mutlaka vardır. Buna rağmen ülkemize diz çöktürülmesine izin vermedik, vermeyeceğiz. Türkiye'nin ödediği bedellerde payı olan herkesin yakasına yapışmak boynumuzun borcudur. Karşımıza çıkarılan aktörlerin birer aparat olduğunu biliyor, asıl mücadeleyi projelerin gerçek sahiplerine karşı veriyoruz.
Türkiye'nin ekonomide geldiği yeri de yaşadığı kayıpları da işte bu perspektiften değerlendirmek gerekiyor. Anlayamadıkları bir gerçek var. Bu gerçek Türkiye'nin potansiyelinin ve gücünün kağıt üzerindeki ölçeklerin çok üzerinde olduğudur. Eğer biz kağıt üzerindeki hesaplara kalsaydık ne vesayetle mücadelemizi başarıya ulaştırabilirdik ne terörle mücadelemizi zaferle neticelendirebilirdik ne darbecileri bozguna uğratabilirdik ne de uluslararası ayak oyunlarıyla baş edebilirdik. Biz ülkemize inandığımız inancımızdan şüphe duymadığımız için Allah'a hamd olsun ayaktayız. Hani komünistin komünistliği parayı buluncaya, ateistin ateistliği uçak sallanıncaya kadardır derler ya, aparatlarıyla ve ağababalarıyla bunların havası da milletin önüne çıkıncaya kadardır. Elbette ihtiyatı ve tedbiri elden bırakmadan biz kimin ne dediğine bakmadan kenedi işimizi yapacağız.
***
Boğaziçi Köprüsüne "Her yer Taksim, Her Yer Direniş" pankartı asan Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekillerini hedef gösteren Erdoğan, "Geçen gün 3 milletvekili köprüye pankart asmaya çalıştı. Polisimize vurmaya kalkanlar olmuştur. Bunlar malum partinin uzantılarıdır. Bu milletin polisine el kaldırandan vekil olmaz. Bunların parlemontada yeri de olmaz. Bunların parlamentodan bir an önce silinip atılması da gerekir. Bunun adı demokrasi olmaz. Sen orada polise vuracak, yere indireceksin. Neymiş, pankart asacaksın, astırmamaya çalışan, görevini yapan polise vuran, bundan milletvekili olmaz" diye konuştu.
***
Yurttaşlara "sürtük" sözüyle hakaret eden Erdoğan, söz konusu hakaret için de "Biz milletimizin diliyle konuştuk. Derdimizi millete anlattık. Mukaddesata hürmetsizlik edenlere özellikle tavizsiz davrandık. Milletimiz Gezi olaylarına nasıl bakıyorsa biz de aynı pencereden bakıyoruz. Nasıl tanımlıyorsa biz de aynı sıfatları kullanıyoruz. Şehir eşkıyalarını, yağmacıları, ibadethaneleri bira kutularıyla kirleten mülevvesleri, darbe heveslilerini 9 yıldır bu millet nasıl tarif ediyorsa, biz de öyle tarif ediyoruz. Vandala vandal, çapulcuya çapulcu demekten geri durmayacağız. Bize ahlak, edep, tevazu dersi vermeye yeltenenlere sesleniyorum; siz gidin aynaya bakın" ifadelerini kullandı.”
Bitimsiz ezber repliklerle dokuz koca yıldır yapıldığı gibi bizatihi baş amir eliyle bir kere daha linç tezgahta işlenir. Bütünüyle, doğrudan ve müştereken bir itiraz hakkını tanımayı bir kenara geçtik, anlamayı diğer yana, olduğu gibi hedef kılıp, darbeci, ekonomimize bir biçimde saldırıların başlangıcı, sürtük, çürük vesair ifadelerle ana gelmek milli ve yerli diye kodlanmış yeni ülke dilinin nasıl bir cerahatli halden mülhem olduğunu da imgeler. Hedef almak, yargı dağıtmak, adalet mefhumuna işaretler yollayarak bir kesimi yine ve yeniden suçlu ilan etmeye çalışmak güncellenen bir meseldir. Baş Amir hiçbir biçimde bir kayıt var edilmemiş olsa da, herhangi bir biçimde bir vukuat / vaka söz konusu dahi edilemezken, Dolmabahçe Cami müezzinin bizatihi tanıklığı söz konusuyken, olmayana yeni bir ek olarak cami yaktılar gibi bir şirazesinden çıkmışlığı sahiplenir. Bölük pörçük kılınmış, kimselere tutunmadan kendi yolunu / itirazını var edebilmiş bir ülke yurttaşının hak arama çabasına bir de böyle bir çıkışla saldırır, bunu hak bilir. Böyle afaki, bu kadar dolambaçsız ve kesintisiz bir linç etme güdüsü ile dokuz senedir mutlak iktidarının yolunu ve yönünü belirginleştiren bir temsil için zor olmasa da, demokratikleşme iddiasını halen savunan bir devlet için bütün bu zift karası, çamur atma hali bir utançtır.
Birbirinin tıpkı basımı sözlerle, sürekli gözdağı ve tehditlerle, hiç ama hiçbir türlü bitmez bir kinle, bunun siyasetiyle hayatın kuşatılması gerçektir. Var edilen katran karanlığını hiç yeterli görmeyip daha beterlerine uzanan / medet uman yerin hakkaniyet ortada aleni bir biçimde paramparça olunandır. Bir ülke gerçekliği bir kere daha çürümeye yüz tutar, bırakılır. Baş Amir ve şürekasının suna geldiği her dönemeç, çıkışı değil tam tersine bir batışı / tükenişi var eder. Hakikatin pespayeliğe rehin kılındığı, cürmün tek başat aksiyon haline dönüştürüldüğü, hiçbir biçimde bir hayat emaresinin / umudunun yaşatılmasına dahi müsamaha gösterilmeyen bir zeminde hayatın abecesi yıkılmaya yüz tutar. Bu afaki kötülük de bir ülkeyi mahveder, kesin bilgi.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Port Of Ruins - Ali YAYCIOĞLU
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Bu Kötülük İkliminde Hayat Nasıl Olur
Tumblr media
Kötülük cismi kılınabilir mi? Bir tahayyül perspektifi olarak temellendirilen gel gelelim bu yer, şu yurt olarak savlanan menzilde başat bir faktör, bir çok eylem ve hamlenin de en başat temeli kılınan kötülük eliyle bir yerde yaşam muhafaza olunabilir mi? Tümüyle hep, her dem yeniden kullanışlı addedilerek bir dolu motifle zenginleştirilip, üstü kapatılarak o karanlık temsilin başat oyun kurucusu kılınarak kötülükten bir yola, düzlüğe çıkılabilir mi sahiden? Nedensiz değil, bu ülkenin başına her ne getirildiyse o katran karanlığının aleni bir biçimde savunulması gailesiyle çıka geldiği bunca ortadayken nedir ki yani, her neyin nesidir kötülükten medet ummak. Doğrudan ve hiç eksiksiz bir biçimde sunulan, yapılan, var edilen eylemsellik biteviye bir demokrasi, eşitlik, hürriyet naraları sıkıştırılıp aralarda yeniden bildiğini okurken muktedir her neye çıkacaktır bu karanlık mefhumu tüm o habis kötülük. Biliyor muyuz, soruyor muyuz?
Bir hengamedir gidiyor, orasını böyle düzelttik, burasını şöyle onardık, berikinin eksiğini de gediğini de tamamladık. Bütün dünya özellikle Almanya bizi kıskanıyor ve lakin afaki bir biçimde şahlanış sürerken, üç kuruşa tamah ettirmek gerçekten gerçek kılınıyor. Ekran yüzü kimi tiplemelerin vallahi de billahi de baş amir, bu ülkenin hayrına baş koydu. Daim iyiliğini istiyor, bu sıkıntılı günler şöyle kuru ekmek, böyle bulunursa kuru soğanla geçer, geçirilir de o vatan, şu bayrak, bu ezan tekerlemesinin gölgesinde hikayeler aksettirilirken olmakta olanın cerahat dolu suretidir kötülük. Bitmek nedir bilmeyen bir inatla kullanışlı addedilen klişelerin dolaylarında muktedir kendi hikayesini yaza dururken, olmakta olan hep eksik kılınmış bir halk gerçekliğidir. Şu bayram seyran günlerinde yoksunlaştırmayı afaki bir politika, hiza bildirici kılan zevatın, sunduğu, var ettiği ve önünü açtığı nefretle, kindarlıkla, öteki düşmanlığına bu defa mülteci veya bu topraklarda yaşama mecburiyeti içerisinde olan kafa kağıtsızlara yönlendirerek sunulan linçlerle o kötülük bir kere daha odak şaşırtılıp var edilir. Böyle bir toplamda, ekonomik çöküşün, pandemi sürecinin en gizli / saklı yıkımının kıyısında, hali topal, geleceği kapkaranlık kılınmış bir menzildeki o kötülük bahsi cismi kılınmıştır. Artık atılan her adımda, varılan her eşikte biraz daha zoru, zorbalığı ele alan bir vatan imgesi biçimlendirilir. İyi de nereye kadar, iyi de daha ne kadar!
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Urfa Baro Başkanlığı, Erzurum'un Karayazı ilçe girişinde Kürtçe ve Türkçe yazılı “Hûn bî xer hatin- Hoş geldiniz” tabelası önünde çektikleri fotoğrafla ırkçı paylaşım yapan öğretmenler hakkında Karayazı Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Karşıyaka İlkokulu’nda görevli oldukları belirtilen N.U., B.K. ve B.G. hakkında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu ve tespit edilecek diğer suçlar” ile ilgili suç duyurusunda bulunan Urfa Barosu vekili Gökhan Dayık, şüphelilerin tespit edilerek cezalandırılmasını talep etti.
Suç duyurusu dilekçesinde Karayazı’nın Kürt kenti olduğuna dikkati çeken Dayık, “Şüphelilerin Kürt olan öğrencilerine yaklaşımlarının nasıl olacağına ve bu yaklaşımlarının çocuklar üzerinde nasıl bir yıkım ve travma yaratacağını bilmek zor olmasa gerek. Şüphesiz bu cesaretin ve pervasızlığın sebebi, ayrımcı ve ırkçı saldırılara yönelik yaygın cezasızlık politikasıdır” diye belirti.
Söz konusu paylaşımın “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu, 5237 sayılı TCK’nın 216. maddesinde ‘Kamu barışına karşı suçlar" bölümünde yer aldığını belirten Dayık, dilekçenin devamında şunlara yer verdi: “Söz konusu insanlığa karşı suç iddiasının araştırılmasını ve faillerinin tespitini ve cezalandırılmasını talep etmek Avukatlık Kanunun barolara yüklediği sorumluluk ve görevin gereğidir. Yukarıda açıklanan ve resen dikkate alınacak nedenlerle soruşturma işlemleri sonunda ırkçı, ayrımcı ve nefret söylemleri içeren paylaşımda bulunarak halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden kamu görevlileri hakkında gerekli soruşturma işlemlerinin yapılarak kamu davası açılmasına karar verilmesini Şanlıurfa Barosu adına talep ederim.”
Kötülüğün cismi kılınmasının yolları geliştiriliyor vesselam. Olabildiğince yalın bir kin, bir nefret, bir tepkime diye normalleştirilmeye çalışılan ayrımcılık bir kere daha Kürd’e denk getiriliyor. Kötülüğün sabık bir tutkuyla savunulmasının yolunun var edilmesi iş bu sınırlarda güncelliğinin meseli daha en başından o sosyal medyadan yansıyan nefret dili, şiddeti çağıran, önemsiz bir şeymiş gibi hareket çekmeyi normalleştiren tiplemeler eliyle bir dil, bir kültür, bir yaşam biçimi bir kere daha hedef kılınır. Böyle afaki, bu kadar açık ve süreğen bir tahakküm pratiğinin, bildiğiniz tüm anlamlarıyla ayrımcılığın var edildiği bir zeminde güncellik yıkımın kılınır. Hesap vermezlik bir yanda dururken, olmasına hala devam olunan saldırganlık, dile, akla seza tehditler, Kürd eşittir gerilla eşittir Pkk açılımı, denklemi, kabızlığının ve kötürüm halinin meselesi ne yana düşer. Tepkiler sonrasında şu açıklama var edilir; “Erzurum'un Karayazı İlçe Milli Eğitim Müdürü Muhlis Çiçek, Kürtçeye yönelik ırkçı söylemlerde bulunan ve el hareketi yapan dört öğretmenin açılan soruşturma kapsamında açığa alındığını duyurdu. Çiçek, sosyal medya hesabından “Kişisel sosyal medya hesaplarında ilçe giriş tabelası önünde yayınlamış oldukları görselde dolayı öğretmenler hakkında adli ve idari işlem başlatılmış olup tahkikat sonuçlanana kadar kendileri açığa alınmışlardır. Kamuoyuna saygı ile duyurulur” dedi.” Bitti mi, var edilen sabit kılınmış kötülüğün hesabı üç beş günlük gaz alma, görevden el etek çektirildi, soruşturma açıldı bahisleri unutulana kadar mıdır? Bu ülkede hak, hukuk ve adalet kavramlarının akıbeti nice olacaktır?
Gazete Duvar’dan iliştirelim: “Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, parti Genel Merkezi’nde basın toplantısı düzenledi.
Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ı anarak, sözlerine başlayan Başaran, “Üzerinden 50 yıl geçti ama maalesef Türkiye’deki siyaset yürütme biçimi, muhaliflere ve devrimcilere yaklaşım değişmedi. Biz 3 fidan şahsında yaşamını devrim ve demokrasi mücadelesinde yitiren bütün yoldaşlarımızı saygı ve minnetle anıyoruz” dedi.
Mezopotamya Ajansı'nın haberine göre dünyada ve Türkiye’de ekonomik krizin her geçen gün derinleştiğine dikkat çeken Başaran, şunları söyledi:
“Bu ekonomik krizin en büyük yansımasını da biz kadınlar yaşıyoruz. Yoksulluğun adı artık kadınlaşmış durumda. Yoksulluk kadınlaşmış durumda. Türkiye'de kadınlar en fazla işsizliğin olduğu kategori içinde. Dünyada da Türkiye kadın işsizliğinin en yoğun olduğu yer. Genç kadın işsizliği, genel işsizlik içinde 2 katına çıkıyor. 1,3 milyon kadın ücretsiz bakım emeği adı verilen gelirle çalışma hayatının dışında tutuluyor. Çalışan her 10 kadından 3’ü kayıt dışı çalışıyor. Kadınlar açlık ve yoksulluk ile mücadele ederken iktidarların yürüttüğü savaş siyaseti sonucunda ırkçı cinsiyetçi saldırılarla yüz yüze kalmaya devam ediyorlar.
Bu ülkede geleceğini göremeyen gençler ülkeyi terk etmek zorunda kaldı, yurt dışında planlar yapmak zorunda kalıyorlar, bütün bayram ve Ramazan boyunca. İktidarın ekonomi politikası tam da bu! İnsanları açlığa ve sefalete mahkum etmek, yardımlarla kendine biat ettirmek. Halkın esnafın bu yalanları bu karnı tok. Artık bu siyasetin tükendiğinin farkındayız. Hiçbir milliyetçi söylem, hiçbir savaş siyaseti iktidarın yürütmüş olduğu bu krizi, siyaseti aşmasını sağlamayacak. Hiçbir sınır ötesi operasyon, hiçbir savaş çığırtkanlığı iktidarın geleceğini varlığı kurumsallaştıramayacaktır. Buradan bir kez daha bunu ifade etmiş olalım.
Dün burada aile adı altına 3 kişiyi partimizin önüne getirerek bir provokasyon çıkarmaya çalıştılar. Ancak bir algıyı düzeltmekte fayda var. Dünden beri yandaş basın, farklı biçimde bütün gerçekliği ters yüz ederek yayın yaptı. Bir şeyi düzeltmekte fayda var. Dün partimizin önünde aileler yoktu, Ankara Emniyeti vardı, İçişleri Bakanı vardı, AKP-MHP ittifakı vardı, eylemci onlardı. Partimizin önünde eylem yapan, siyah çelenk bırakan polislerdi. Siyah çelengi aileler bırakmadı polisler bıraktı. Dün gerçekleştirilen provokasyon İçişleri Bakanlığı tarafından planlandı. İçişleri Bakanlığı değil, suç işleri, propaganda bakanı! Orada bu organizasyonun onların yaptığını biliyoruz, ortaya çıkan tablo bunun en net göstergesiydi.
Gelenler de polis değil, güvenlik gücü değildi, güvenlikten sorumlu kişiler bir milletvekilini bu kadar pervasızca, bu kadar pespaye bir şekilde tehdit etme cüretini gösteremezler. Bu kişilere polis denmez, denemez, güvenlik gücü denemez! HDP Genel Merkezinde benim şahsımda bütün Kürtlere, bütün kadınlar, bütün HDP’liler tehdit edildi. ‘Seni çivilerim’ söylemi Türkiye'nin demokrasisine söylenmiş bir söylemdir. Hiç eğip bükmeye gerek yok. Bu söylem ve tehditlerle HDP’ye geri adım attıracaklarını zannedecek kadar akılsız bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu saldırılarla başarılı olacağını düşünen trajik durumda bir iktidar var. 7 yıldır yapmadığınız kalmadı. Buradan tekrar söyleyelim, 7 yıldır parti binamıza konulan bombalardan, mitinglerimizin bombalanmasına kadar eğitip, donatıp planını eline verdiği katili İzmir İl binamıza gönderip, genç bir arkadaşımızı katledip, tüm yöntemleri denediniz. Başarılı olmadınız. Dokunulmazlıkları kaldırdınız, belediyelerimize kayyım atadınız diz çöken geri adım atan bir HDP gördünüz mü?
Bize kim olduğumuzu soruyor polis, biz Kürdüz. On yıllardır kimliğini yok saydığınız, dilini yasakladığınız, hala sömürge olarak yaklaştığınız Kürtleriz, kadınız biz. Sadece kendi sınırlarınız içinde yaşam hakkı tanıdığınız, evde erkeğe,dışarıda devlete köle olarak gördüğünüz kadınlarız, kapılarına çarpı koyduğunuz Alevileriz, sokak ortasında katlettiğiniz Ermenileriz, Lazlarız, yani Türkiye halklarının tümüyüz. Seçilmişler, işçiler, emekçileriz, biz HDP’yiz. Hiçbir saldırınız HDP’ye geri adım attıramayacak. Kürtlere, kadınlara, işçilere, ezilmişlere geri adım attıramayacak. Suç İşleri Bakanı’na, propaganda bakanın bir kez daha hatırlatalım; benzerleriniz tarihin çöp sepetinde siz de kendinizi orada bulmaktan kurtaramayacaksınız.”
Kötülüğün her nasıl cismi kılındığının nişanesi olarak, işleri iyice foka saran muktedirin tüm o tetikçilerinden ibaret kolluğu “aile” diye yutturmaya çalıştığı, suç işleri bakanının ta kendisinin talimatları doğrultusunda Halkların Demokratik Partisine karşı bir saldırı, bariz bir provokasyon gerçekleştirilir. Her şey kendiliğinden ama en çok da sivil giyimli o kolluğun bu sahnede altı milyondan çok oy almış bir partinin, temsiline karşı seni çivilerim tehdidinin kıyısından görünür kılınır. Her şeyiyle, hemen her şekilde, her yerde ve her biçimde Kürd ve Alevi nefreti, bunların toparlayıcısı / tamamlayıcısı Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi, Ezidi ve tüm diğer inanç / kimliklere dair ön yargıları kullana gelen bir zihniyetin sunduğu yegane şey çok daha kalıcı bir kırılmadır. Bunun daha öncesinde İzmir’de Deniz Poyraz’ın katledilmesinde, bunu daha önce sokak ortasında katledilmiş ol Uğur Kaymaz’da, Cemile Çağırga’da, Hacı Lokman Birlik’te, Taybet İnan’da, çok sınırlı sayıda insanın malumatının bulunduğu üç bodrum katında katledilmiş yüzlerce insanın ta kendisinde görmek mümkündür. Bu hali, tutsak kılınmış Demirtaş, Yüksekdağ, Tuncel, Kışanak, Mızraklı ve nice siyasetçinin hayatlarına düşülmüş gölgelerden görebilmek de mümkündür. Bir siyasi iradeyi, devri sabık iktidar pratiğinin sunduğu “ithamlarla” terörize ederek, süre gelen saldırılara yem kılarak bir dönüşüm var edilmek istenir. Ol altı milyonun iradesi hiç edilmek istenir, az ya da çok! Durum hep karanlığın lehine çevrilmek istenir.
Kötülük artık cismanidir. Nesnel kılınıp eşikler aşıldıkça ortaya çıkan katran, dibi bucağı hiç kalmamış olagelen cürüm sarmalı ve bitimsiz bir fasit döngünün sunduğu yegane şey demokrasi mefhumunda olduğu gibi hayatiyetin de ayaklar altına alınmasıdır. Bugün iş bu sahnede Halkları Demokratik Partisi önünde vuku bulan provokasyon ya da bir kent girişine yazılmış Kürtçe hoş geldiniz mefhumu halen dert kılınıp, ayyuka çıkmış ırkçılık “normalleştirilmeye” devam olunuyorsa zaten kötü ve kötülük çoktan aramızda dolaşan bir mesele evrilmiştir. Toplumsal dinamiklerini bir asırdır biz ve onlar, biz ve mihraklar, biz ve düşmanlar, biz ve sonu gelmeyen yaftalar, hedef almalar, linçler ile kura gelmiş bir demokrasi geleneğinin dahi var edilemediği, ak denilenin kara, kara diye bilinen pek çok şeyin beyaz, hakkaniyet kavramının ters yüz olunduğu bir zeminde durum sanılandan çok daha vahimdir. Gelenekselleştirilmiş olagelen her tavır, her saldırı, her nefret payandalığı, hemen her durumda çıkagelen ötekileştirme o kötülük mefhumunu da güncellemektedir. Geldiğimiz odak, varılan merhale, ulaşılan sonuç her durumda bu ayan beyan yıkımın ta kendisinindir. Cürümler normalleştirilirken, suç detay kılınırken, her yara örtbas olunurken, söz ezilmeye, ses anlaşılmaz addedilmeye devam edilirken o karanlık göndere sabit olunur. Böyle bir ülkenin sıradan insanlarının haklarını yeren, gasp eden, yıkan ve yutan bir yerin her yanı yeni, her günü açılım, her dönemeci muasır medeniyetler seviyesi olsa ne olur olmasa nedir? Daha gözünün önünde cereyan eden tüm bu katran karanlığı eliyle var edilmiş kötülüğe sesini yükseltmezken, restorasyon diye çıkılan güzergahta bir yıkım yükseltilmeye devam edilirken, kötülük sabitlenirken bir hayat geriye kalır mı? Bu hallerin, böyle kötülüğün norm kılındığı bir yerin derdi hiç tükenir mi, biter mi? Sorular, sorular, sorular ve derin bir sessizlik. Nereye kadar...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: HDP: Bu Saldırının Mimarı Cumhur İttifakı’dır – Dha – Deutsche Welle Türkçe
0 notes
seslimeram · 3 years
Text
Çürüme Sınır Tanımıyor
Tumblr media
Çürüme Türkiye sathı mahallindeki yerini buldu. Düzenin abecesi, oluşturduğu cerahati iş bu sahada her gün yeniden kurguladığı yeni ülke şablonunun gereği olarak var ettikleriyle ve tahakküm etme halleriyle bir çürüme istemi bugünün hakikati kılındı, kılınıyor. Belirli bir çürüme bu fecaatler sarmalında kör karanlıkların var edildiği bir düzlemde tek kalıcı sonucu oluşturuyor. Demokrasi sizlere ömür, insan hakları hem eksik, hep harap, hürriyet deseniz paçavradan hallice bir gazete adı olmaktan ötesi değil. Kurucu önderin söylevinde yer edindiği zikredilen sayısız diskurdan birisi olan egemenlik kayıtsız şartsız milletindir bahsi bir kalemde zilletin kılındığı yer gerçektir.
Açılım, gelişim, dönüştürme, iyileştirme ve dahası normalleşme bahislerine dair kelamlar var edilirken olmakta olan derin bir çürümenin bilmiyoruz kaçıncı etabı olmaya devam edilmesidir mesele. Baş efendinin şanlı, güçlü, büyük ülke tiradı her günü çok daha fazla ezen, yeren, yutan, yıkan bir toplamdır. Çürüme artık sınır tanımayandır. Cerahatin, bütün o cürümle bütünleşik bir şekilde kurumsallaştırılmış tahakkümünün bütün o biyopolitik deneylerin mimarı siyasetle var ettiği yegane şey çürümedir. Ekonomik dengeleri alt üst, asgari yaşam hakkı çoktan zayi edilmiş, sosyal politik tahayyüllerin karşılıksız konulduğu bir zeminde çürüme tek istikamet kılınmaktadır. Yaraların varlığında ulu orta bir menzilin çukura dönüşümü hiç kesintisizdir. Birbiri ardına var edilmiş her eylem, hamle, tavır, tüm o nizam, kanun seslenişleri arasında bu hal kalıçılaştırılır. Çürüme herkesi kuşatır. Çürük, çürüten hep rolünü var edendir, gel gelelim hayatın yıkımı otomatiğe bağlanmıştır. Artık iş işten geçmektedir.
Düzenin başındaki temsillerin, madun siyasetin pratiklerinin her takvim yaprağını hemen hiç aralıksız on dokuz yıldır zehirlediği bir menzilin hikayesidir çürüme. Ekranlardan bol keseden atılıp tutulan, kürsülerden sallanırken pek cimri davranılmayan bir yeni ülke hali, şablonları kesilirken olmakta olan sıradanın düzeninin biraz daha eksiltmektir. Demokrasi bahsini insansız kılabilmek, yeni dünya düzeninde piyon olarak ancak varlığını gösteren bir büyük ülke etiketinin hakkını verebilmek için atılan her adım, içte, dışta, şurası burası her yerde her şekilde apayrı bir cerahati tanımlar. İpleri ellerinde tuttuğunu zikredenlerin var ettikleri her şey bir biçimde normatif olanın yıkımını işaret eder. Gel gelelim, artık bir sınır, bir düzey, bir son bırakılmadığı için her şey son sürat yerle bir edilmektedir. Bütün bir menzilin deney sahası kılınmasının istikametinde her gün bir parça / her gün bir etap daha aşılır. Varılacak yer diye 2023 öne sürülüyor olsa da, aslında gerilemenin tarihselliği sağlama alınmak istenir. Yüzüncü yılda, düşünde, izanda, akılda, fikirde gerilemesini tam anlamıyla kurmuş / sabitlemiş bir yer tek gaile kılınandır.
Mafya tiplemesinin açığa düşürdüğü, tanımlamalardan ötede bir hakikat olarak gösterdiği ve ifşa ettiği şeylerin bizatihi bu cürüm hali içinde debelenen, halkı soyup soğana çevirip, kendileri için müstakbel yarınlar kurmaktan ötesi olmadığı görünürdür. İçişleri Bakanlığı koltuğunu kaplayan kütlesi insan görünümlü varlığı iç ettiklerinin yol haritası o meseller, bütün o ifşalar dahilinde ortaya saçılır. Lakin memleketin baş efendisinden, baş faşistine kadar dipsiz karanlık temsiliyetinin kol kanat germesi neticesinde ne kendisi, ne emir eri olanları, ne şu ne bu hiç kimse hesaba çekilmez. Çalınan, yağmalanan, arsızca sömürülen varlıklara, pazarı kurulan silah, insan ve benzeri ticaret hallerinde iç edilmiş milyonlardan söz açılmaz. Çürütmenin her ne olduğu zaten bu barizlik / bu açık gösteri içinde alenidir.
Bu gösterinin, ulu orta yirmi koca yıllık iktidar pratiğinin çökmesi, gasbı, hayatlara gölge düşürmesinin devamlılığı bir de o beka beka diye çıkagelen koltuk sevdasının varlığının korunması nefret köpürtülerek, kendi var ettikleri rezillikler, uçurumun kıyısına taşınmış ülke konuşulmasın diye cerahat palazlandırılıp kötülük savunulur. Baş faşistin tonlaması her hafta daha çirkefçe ortaya çıkan “nefret söylemi”, kimilerinin hala var etmek isteğini hiç saklamadıkları “sözde” denilip “özde” arzu nesnesine dönüştürülen “soykırım”, hala bir normali kalmış her şey rutinindeymiş gibi bu ülke bizim sadece biz Türklerin lafzının ve nicesinin bağrında halklar hedefe konulur. Cerahat öylesine pratiklere dökülür ki HDP İzmir İl Örgütü’nde katledilmiş Deniz Poyraz’ın davası apar topar sümen altı olunur. Ol katil diye teslim alınan, adın ne abicim diye geçiştirilen, yerli ve milli kötülüğün arkasını, ardındaki karanlığı kimse sorgulamaz / sorgulatmaz. İktidar pratiğinin çürümeyi hemen her yere taşımasının olasılıklarının konuşulmasındansa, kaybedilen canların ardından bu kötülük süreğen sahip çıkılır. Devlet / devletlinin rezilliklerinin örtbası da bu gümbürtüde sağlama alınır. İyi de yaraların hesabını kim nasıl / ne şekilde / hangimize verecektir! Ne zaman?
Berna Kişin’in Mezopotamya Ajansındaki haberidir: “Konya’nın Meram ilçesinde bulunan Bahçeşehir Mahallesi'nde yaşayan bir Kürt aile, 12 Mayıs’ta aynı mahallede yaşayan 60 kişilik ırkçı grubun saldırısına uğradı. 4’ü kadın 7 kişilik Karslı Dedeoğulları ailesinin evi, komşuları olan aile tarafından basıldı. Çoğu aynı aileden olan saldırganlar, “Biz ülkücüyüz, sizi burada yaşatmayacağız” diyerek, bıçak, taş ve sopalarla Dedeoğulları ailesine saldırdı. Saldırı sonucu aile bireylerinden Metin Dedeoğulları, beyin kanaması geçirdi, diğer aile üyeleri ise çeşitli yerlerinden aldığı darp sonucu ağır yaralandı.
Saldırıda ağır yaralanan aile fertlerinden Barış Dedeoğulları, yaşananları anlattı. Bütün aile bireylerinin evde olduğu 12 Mayıs gecesi saat 22.00’de 60 kişilik grubun evin bahçesine girerek, “Biz ülkücüyüz, sizi burada yaşatmayacağız” tehditleriyle kendilerine saldırdığını söyleyen Dedeoğulları, “Saldırı sonrası abim beyin kanaması geçirdi. 3 gün yoğun bakımda yattı. Kız kardeşim ağır yaralanma sonucu 4 gün hastanede kaldı, sol koluna platin takıldı. Ömrünün sonuna kadar sol elini kullanamayacak. Babam 66 yaşında, kafasına dikiş atıldı ve bileğinde yanlış kaynama var. Geriye kalan 3 kişi, ben ve iki kız kardeşim ağır yaralar aldık” dedi.
Irkçı grubun içinde yer alan bazı saldırganlarla uzun yıllardır komşu olduklarını belirten Dedeoğulları, daha öncede bu kişilerin “Biz burada Kürtleri istemiyoruz” şeklindeki tehditlerine maruz kaldıklarını söyledi. Kürt aile oldukları için mahallede istenmediklerini dile getiren Dedeoğulları, “Olayın gerçekleştiği gün olay yerine gelen polisler adeta bizi suçladı” diye belirtti.
Dedeoğulları ailesinin avukatı Abdurrahman Karabulut, saldırı sonrası ifadeleri alınan saldırganlardan Ali Keleş, Ayşe Keleş, Yahya Çalık, Lütfi Keleş, Şerife Çalık ve Veli Keleş’in tutuklandığını, A.K., R.Ç., A.Ç., ve İ.K.’nin ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldığı bilgisini verdi. Olaydan iki gün sonra tutuklanan Ali Çalık, kısa bir süre sonra “Kavgaya karıştığına dair yeterli delil olmaması” sebebiyle adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. 60 kişinin yer aldığı saldırıyla ilgili sadece 6 kişi tutuklandı.
Aile avukatı Karabulut, soruşturmanın genişletilmesi ve saldırıda yer alan diğer isimlerin de tespit edilerek, “Nitelikli olarak kasten öldürmeye teşebbüs etme”, “Nitelikli kasten yaralama”, “Nitelikli konut dokunulmazlığını ihlal etme” ve “Hakareti tehdit ve kişilerin huzur ve sükutunu bozma” suçlarından tutuklanması talebiyle 17 Haziran’da Konya Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurdu.”
Mayıs ayından çıkagelen bir biçimde ancak haber yapıldıktan sonra öğrenebildiğimiz şu kaçıncı öteki sanılan ev sahibine saldırıdır. Bir biçimde ana akım medyanın, düz anlamda o madun siyaset kademelerinden her bir insanın var ettiği cerahat, ötekileştirme bir kere daha insanların canlarının yakılmasına neden olur. O bahçesiz devletin var ettiği şiddeti övmeler, birbiri peşi sıra Kürd, Alevi, Ermeni ve benzerlerine karşıtlığın nefret eylemleri, şiddet pratiklerine dönüşümü bir kere daha Konya’da çıkagelir. Düpedüz bariz bir lincin, tek satır “sizi burada yaşatmayacağız” diklenmesi, gözdağı niyetine insanların canlarına kasıt, işkencenin var edilmesi ve sonrasındaki derin sessizlik çürüme değilse her nedir ki sahiden? Yirmi beş milyonluk nüfusun varlığı, altı milyon oy almış bir iradenin hedefe konulabildiği bir yerde gün aşırı bambaşka saldırılar, gözdağı bahisleri, nefret hamleleri ve bu cüret varken hayatın hakkı her ne olacaktır. Bu aileye adaleti kim verecektir, bu da mı çürümek değildir, onca zaman sonra hala kem küm, hala gak guk denilerek unutturmak istenen bir meselin aslında bir asır evvelinin de bir tekrarı olduğunu anlamaya daha çok var mıdır?
Etkin Haber Ajansı’ndan aktaralım: “10 Ekim Ankara katliamı anmasına katılmak için Ankara'ya gelen ve polis saldırısıyla işkenceyle gözaltına alınan SGDF MYK üyesi Yaren Tuncer uğradığı işkenceyi aktardı.
"Suruç için adalet 10 Ekim için adalet" demek için toplandıklarını söyleyen Tuncer, her ay düzenlenen 10 Ekim anmasına saldırmayan polisin önlerine barikat kurarak engel olduklarını kaydetti. Slogan attıkları anda polisin saldırdığını söyleyen Tuncer, "Darp edilirken bir pet şişede bulunan gazlı su suratıma doğru atıldı. Sol gözüm tamamen gazlı suyla doldu ve bir süre göremedim. Bu sırada yerde sürüklendim, tekmelendim, cinsiyetçi küfürlerle araca fırlatıldım" dedi.
Araç içinde de işkencenin sürdüğünü söyleyen Tuncer, "10 Ekim tanığı olan yaşı oldukça büyük ve felç geçirmiş Mehmet Ali Tosun da darp edilerek araca bindirildi, araç içinde de darp edildi. Buna müdahale ettiğimizde bize darp devam etti" diye konuştu.
Tuncer, şöyle devam etti: "Saçlarımı çekmeye, tekme atmaya devam etti. Bir tanesi boğazıma sarıldı ve koluyla beni boğmaya başladı. 'Nefes alamıyorum' dediğimde daha da çok boğazımı sıktı ve cinsiyetçi küfür etmeye devam etti. Bir noktadan sonra dizlerim çözüldü bu sırada boğazımı sıkmayı bıraktı araçtan çıkarıp, başka bir gözaltı aracına darp edilerek işkenceyle bindirildim."
İşkenceyi belgelediklerini ve darp raporu aldıklarını söyleyen Tuncer, "Onların işkencelerine karşı IŞİD-devlet işbirliğiyle katledilenleri anmaya devam edeceğiz. Yılmıyoruz, saldırıları boşuna. Mutlaka adalet kazanacak, adaleti biz getireceğiz" diye vurguladı.”
Biteviye bir çürümenin yolu ve rotası her gün muktedirin kılavuzluğunda devam olunuyor iş bu sathı mahalde. Düzenin suna geldiği, herkesin payına düşürdüğü şey çok daha ağır acı, elem, yıkım silsilesinden gayrısı olmuyor. Yaren Tuncer’in başına getirilmiş olanın da bu minvalde bir tahakküm etme hali olduğu bir kere daha teyitleniyor. Ayrımcılığın bir de kadına yönelik şiddetin öne çekildiği, her zamankinden de ağır bir yıkımın rehini edilen bir yurt sahnesinde, neden sorusunun sorulması, Pirsus katliamına dair hesap verilsin nidasına karşılık darpla çıka geliyor. İşkencenin ulu orta sergilenmesi de cabası oluyor. Çürüme artık devletli eliyle biçimlendiriliyor. Çürüten temsilin, attığı hemen her adım başka bir kaosu / yıkımı / karanlığı var ediyor. Bugün emin olduğumuz yegane şey o hayat ediminin artık sıradanın elinden çalındığı bahsidir. Bir çürüme güncelleniyor ki hayat meseli artık söz konusu değildir. Bir çürüme sabitleniyor ki, her evre yepyeni bir kuşatmanın habercisidir. Bütün bu meramın ortaya serdiği, hiçbir biçimde görülmüyor ki denilen / bahsi açılmayan kötülüğün, kırımın, fecaatler dizisinin bu çürümeyi hemen hemen her yere taşımasıdır. Bunların olduğu yer de bir ülke değildir. Hayatın esamesinin yerle yeksan olunduğu zeminde, bütünüyle devletli abecesi, eylemselliği yıkımı / tükenişi kesintisiz kılar, kesin bilgi.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2021
Görsel: Kaynakça: Hukuk Yaratan Bir Öfke: Nefes Alamıyorum
0 notes
seslimeram · 4 years
Text
Kimse Var Mı?
Tumblr media
Tahakküm etme hallerinin türlü çeşit yıkımla, ona ilaveten kötülükle birlikte işlendiği yeri bugün hakikat olarak yaşıyoruz. Bize, hepimiz için sahne kılınanın bir cerahat halinin ulu orta yeniden ve yeniden ve yeniden biçimlendirildiği yerde olmakta olan tahakküm etme hallerinin en açık / yalın yıkımıdır. Bu bahislerle bir yol / yön aramaya devam olunan tüm bu sahanın bir şimdisi yoktur artık. Her şey anın içerisinde zehirlenmekte, güven duygusu tahrif edilmekte, zorlamayla sonuna kadar zorla inatçı bir devlet geleneğinin benzersiz ola gelen tehditlerinin her gün mükemmelleştirildiği bir uzam karşımıza çıkartılır. Bunca açık bu kadar afaki bir biçimde şahsım efendinin tahayyülü olarak var edilenin bir çıkmazın ta kendisi olduğu meydana çıkar.
Artık ismen, kelamın karşılığı olarak adalet yoktur. Lafta dahi olsa bir demokrasi bahsine yer yoktur. Hürriyet derseniz çoktan tükenmiş, laiklik mefhumu üstünde tepine tepine en nihayetinde bir gölge kalmıştır. Yaşama bahsine düşürülen her gölgeleme bugünün iş bu sathı mahalde şimdinin esamesinin de okunmamasını sağlar. Erk, muktedir, iktidar eliyle ortak payda olarak çıkagelen yeni düzen, yeni ülke, limit aşımı yenilik bir biçimde tüm ol müşterek bahislerin de imhasını beraberinde getirir. Bugünün ülkesinin bunca alenen bir istikamet olarak karanlığı kestirmesi kendisine bütün bu yaptım ettim / yaptık oldular ile bir ve birlikte güncellenir. Sözün kısası, yaşama tahakkümle zehirlenirken, “biyopolitik” olandan medet umulan bir deney sahası bugünün gerçekliğini oluşturur.
Düpedüz baş amir eliyle oluşturulmuş, dikte edilmiş, adım adım uygulamaya çalışılmış ol hamlelerin yekunu demokratik bir ülkeyi değil tiranlığın ta kendisini göstere gelir. Şahsın, zatı şahanelerine münhasır ülkesinin dönüşüm parametreleri bu kesintisiz döngünün aleni bir biçimde güncellenmesinden ileri gelir. Çürüme artık gizlemeye hacet olmaksızın açık bir halle keskin bir devamlılıkla var edilir. Bugünlerin dünden karanlık, yarının şimdiden ve şu anda tüketiminin yolu da yönü de böylece arşınlanır. Bir kısır döngü içerisinde tüm o yaşam ihtimallerinin sınırlandırılması, bizatihi devletin bir numarası olanın aklı / zikrine rehineliği ile tahakküm hamlelerinin her neye mahal verdiği açığa düşmektedir. Açıktan, olası değil önümüzdeki günlerin özeti olarak bu katran karası hal artık sabit olunandır ki yol nereye sorusunun yanıtı o karanlığın dibinden ışımaktadır.
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlatılan soruşturma kapsamında 33 kişi hakkında çıkarılan yakalama kararıyla Tevgera Jinen Azad (TJA) üyesi kadınlar başta olmak üzere birçok dernek ve sendikanın kadın üyesi 22 kişi gözaltına alındı. Aralarında Mezopotamya Kadın Gazeteciler Platformu Sözcüsü ve Jinnews editörü Ayşe Güney, Özgür Kadın Hareketi (TJA) Sözcüsü Ayşe Gökkan ve 70 yaşındaki Hayriye Türkekul’un (Demir) da aralarında bulunduğu 22 kişinin katıldıkları eylem ve etkinliklerle, tanık beyanları gerekçesiyle gözaltına alındığı öğrenildi. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesi’nde tutulan 22 ismin dosyasında gizlilik kararı olduğu gerekçesiyle kendilerine ve avukatlarına soruşturma kapsamına dair bilgi verilmediği belirtildi.
Gözaltında bulunan müvekkilleriyle TEM Şube’de görüşen avukatlar müvekkillerinin sağlık durumunun iyi olduğunu ancak soruşturmada bulunan gizlilik kararı nedeniyle kendilerine bilgi verilemediğini kaydetti. Birçok sağlık sorunu da bulunan 70 yaşındaki Hayriye Türkekul’un avukatı, savcılıkla yaptığı görüşmede, müvekkilinin hastalıkları ve yaşı itibariyle gözaltı işlemlerinin hızlandırılmasını talep etse de, savcılık gözaltına alınmayan kişileri ve yoğunluğunu gerekçe göstererek talebi reddetti.
Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesi’nde tutulan bazı isimler şöyle: “Med Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Hukuki ve Dayanışma Dernekleri Federasyonu (MED TUHAD-FED) Eşbaşkanı Elif Haran, Tutuklu Aileleri ile Yardımlaşma Derneği (TUAY-DER) üyesi Rabia Ataş, Bağlar Belediyesi meclis üyeleri Panayır Çelik ve Halime Bayram, Yenişehir Belediyesi Meclis üyeleri Gülşen Güneş ve Ronda Bat, HDP Yenişehir eski İlçe Eşbaşkanı Demet Özkaran, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Diyarbakır Şubesi Yöneticisi Rozerin Çatak ve TJA aktivistleri Zekiye Güler, Figen Ekti, Emine Kaya, Dilan Yakut, Zeynep Suncak, Selma Metin ve Ruken Şehir ile 70 yaşındaki Hayriye Türkekul.”
Dahası da vardır; Yeni Yaşam Gazetesi’nden aktaralım: “Antep’te ise bu sabah çoğunluğu HDP ve DBP’li yönetici ve üyelerin adreslerine yönelik polis baskınları yapıldı. Antep Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlatılan soruşturma kapsamında yapılan operasyonda aralarında HDP Antep İl Eşbaşkanı Musa Aydın ile merkez Şahinbey ve Şehitkamil ilçe başkanları ile 2 mahalle muhtarı ve 1 avukatın da bulunduğu toplam 33 kişi gözaltına alındı.
Gözaltı gerekçesi öğrenilemeyen ve ismi belirlenen 26 siyasetçi: “Barış Anneleri Meclisi üyesi Sakine Behçet, HDP il eşbaşkanları Songül Koçdağı ile Musa Aydın, Şehitkamil İlçe Eşbaşkanı İbrahim Dağ, Şahinbey İlçe Eşbaşkanı Bahri Yarış, İslahiye ilçe Eşbaşkanı Yusuf Yiyen, HDP il yöneticisi Abdullah Acar, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski İl Eşbaşkanı Ali Şimsek, HDP eski il yöneticileri Yeliz Yılmaz, Birgül Yıldırım, HDP eski il eşbaşkanı Atiye Okay, HDP Büyükşehir Belediye Meclis üyesi Hurşit Besle, Meclis Üyesi ve aynı zamanda Özgürlükçü Hukuçular Derneği (ÖHD) üyesi avukat Adnan Erol, DBP ve HDP eski il yöneticisi Recai Yılmaz, SYKP İl Eşbaşkanı Mehmet Aşkar, Remziye Kuş, soy ismi öğrenilemeyen Barış adlı yurttaş, DBP eski İl Eşbaşkanı Habibe Tişkaya, Songül Akman, DBP İl yöneticisi Ayfer Doğan, Abdulmütallip Kılıç, Ali Koşmaz, Enver Özmen ve Ağrı’dan gözaltına alınan Antep Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Cüneyt Kaya. Şehitkamil ilçesi Aydınlar Mahallesi Muhtarı Salih Birişik, DBP İl yöneticisi Necip Ateş.”
HDP Şahinbey ilçe yöneticisi Teyfik Yalçın’ın ise adresinde bulunamadığı için gözaltına alınmadığı öğrenildi. Gözalt��na alınan 26 kişi Antep İl Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Baskınlar sırasında bazı evlerin kapıları koçbaşı ile kırıldı. Gözaltına alınan isimler İl Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü.”
Birbirini tamamlayan, birbiri ile örtüşen bir tahakküm etme halinin her neyi var ettiği artık çok açıktır. Türkiye denilen sahnedeki gerçek muhalefetin kökünün kazılması hal ve istenci 1915 karanlığındaki saldırganlığa benzeş ve birörnek olarak var edilir. Bunca açık, bu kadar kesintisiz bir biçimde sıradan olan insanların siyasetinin hem yolu, hem izi hiçbir biçimde kalmasın diye süreğen hamlelere girişilen yolun / yönün her nasıl bir yıkımı var ettiği ayan beyan günyüzü görendir. Bu kadar afaki kılınmış olan 70 yaşındaki Hayriye Demir gibi bastonla getirildiği adliyede çıkarıldığı mahkemece serbest bırakılan insanlara reva görülen işkencedir. Tahakküm etme hallerinin hiçbir surette düz ovada sesi ya da sözü savunmaya imkan tanımadığı bir ülke midir, yarınlar için güvence verecek olan. Bu kadar afaki düşmanlaştırma ve tehditle, aralıksız gözdağı ile mi Bakur Kürdistan sathındaki insanlar duyulacaktır, kardeşlik türküsü böyle mesellerin ardından çıkagelen bir riya değil midir, takdirinizedir!
Tumblr media
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Şırnak kent merkezinde bulunan bir sitede dün akşam 13 yaşında bir kız çocuğuna yönelik cinsel saldırı girişiminde bulunuldu. Ulaşılan bilgilere göre, kentte görev yapan bir uzman çavuş A.A., dün gece küçük çocuğu cinsel saldırı girişiminde bulunmak isterken küçük çoğun çığlıkları duyan yurttaşlarca yakalandı.  
Yaşanan olay sonrasında yurttaşlarca çekilen kimi görüntüler sosyal medyada paylaşıldı. Saldırı girişimine dair ulaştığımız mağdur avukatı olayı doğruladı. Avukat, konuyla ilgili adliyede savcı ile görüşme halinde oldukları bilgisini paylaştı. Cinsel saldırı olayı, öğlen saatlerinde kent merkezinde toplanan bir grup tarafından protesto edildi.  Yaşanan durum özellikle sosyal medyada gündeme oturdu. Binlerce kullanıcı #susmaşırnak etiketi aştında yaptıkları paylaşımlarla olaya dair tepkilerini gösterdi.
HDP Şırnak Milletvekili Nuran İmir, çevredeki yurttaşlarca olay sonrasına dair çekilen görüntüleri Twitter hesabından “Çocuklarımızın geleceğini tacizcilere bırakmayacağız Dün gece Şırnak Şaranlar sitesinde bir uzman çavuş 10 yaşındaki bir çocuğu taciz etmiştir Görgü tanıkları da yaşanan taciz olayını teyit etmiştir Yargı derhal gereğini yapmalıdır Olayın peşini asla bırakmayacağız” ifadeleriyle paylaştı.
Zeynep Durgut'un Mezopotamya Ajansı'ndaki haberidir: "Şırnak 1. Jandarma Komando Tugayı’nda görevli olduğu öğrenilen uzman çavuş A.A.’nın emniyet sorgusunun ardından savcılığa sevk edildiği bilgisine ulaşıldı.  Mağdur küçük çocuk ise, Çocuk Şube Müdürlüğü’nde avukatı eşliğinde alınan ifadesinde yaşadıklarını anlatıp, şikayetçi oldu.
Küçük çocuğun kolluk tarafından ifadesi alınması sırasında pedagog bulundurulmadığı öğrenildi. Cinsel saldırıya maruz kalan küçük çocuk verdiği ifadesinde yaşadıklarını “Dün 23.00 sıralarında Z. ile evimizin bahçesinde otururken komşu ablamız bize evinde yemek olduğunu ve bizden getirmemizi istedi. 1’inci katta oturan komşumuzun dairesinin önüne geldiğimizde kapıyı açmaya çalıştığımız esnada daha önceden hiç tanımadığım ve görmediğim fakat görsem tanıyabileceğim 20’li yaşlarda 1.75 boylarında esmer tenli, siyah saçlı, bir şahıs benim boynum kısmından tutarak kendine çekmeye çalıştı. Ve bende bunun üzerine bağırmaya başladım. Beni kendine doğru çektiğinde hiçbir şey demedi ve benimle hiç konuşmadı. Ben bağırınca bu şahıs oradan hızlıca uzaklaşıp bahçeye gitti. Biz de bahçede oturan annelerimizin yanına gittik. O esnada şahıs bahçede dolanmaya devam ediyordu ve arada bir bize bakıyordu. Biz bunun üzerine olayı annelerimize ve orada bulunan komşularımıza anlattık” sözleriyle dile getirdi.
Mağdur çocuk ifadesinin devamında şunları anlattı: “Yan komşumuz ve diğer komşularımız bu şahsa başta sen kimsin neden buralarda geziyorsun dedi. Oda 5’inci katta bulunan arkadaşıma bakmaya geldim dedi. O katta oturan komşumuz o dairede kendisinin oturduğunu söyleyince ismini bilmediğim bu şahıs oradan uzaklaştı. Daha sonrasında biz Z. ile birlikte markete gittik, geldiğimizde bu şahıs yine bizim bahçenin içerisindeydi. Bu şahıs tekrar binaya girdi. Ve komşularımız asansörün önünde bu şahsa kim olduğunu ve kime geldiğini sordu. Bu şahıs 9. katta oturan tanıdığına geldiğini söyledi. Salih amca binanın 9 katlı olmadığını söyledi. Bu sefer 8. katta tanıdığına geldiğini söyledi. Bunu üzerine Salih amca binanın 7 katlı olduğunu söyledi. Bu ismini bilmediğim şahıs 7. kata geldiğini söyleyince Salih amca kendinin olduğunu söyledi. Salih amca bu şahsa bir daha buraya gelmemesini söyledi ve şahıs arabasına binerek Kent Market’in oraya park etti. Binada oturan komşularımız kamera kayıtlarına bakıp bu adamın yanına gittiler. Daha sonrasında orada kavga çıktı. Kavganın neden çıktığını bilmiyorum. Daha sonra polisler geldi. Ben polislere durumu anlattım. Ve şikayetçi olmak üzere babamla birlikte görevli polislerle çocuk şube müdürlüğüne geldik. Ben ismini olay sebebiyle öğrendiğim A.A. isimli şahıstan ensemden tutup beni zorla kendisine çektiği için şikayetçiyim.”
Tahakküm etme halinin devletten, devletliye ondan da onun emir eri olanlara uğradığı, var edildiği her sahnede bir kez daha yıkımın boyutu derinleştirilir. Bir çocuğun hayatına göz koyabilecek kadar gözü dönmüşlüğü, ardı arkası gelmiş bir taciz halinin her neyi var ettiği kelimelerin dağarcığından çok daha bariz bir biçimde akla kazınır. Devletin bu sathı mahalde kendinden saymadığı ol Kürd illerinde bir geçmişin bugünkü tezahürü olarak her durumda şiddeti, kötülüğü, yıldırı ve tahakkümü öne çekendir.
Bir çocuğun hayatına kastı cinsel tacizle şekillendiren kolluk personelinin “alkolle” kurtarılmaya çalışılmasından iş bu vaka gibi nicesinin “olay” denilip geçiştirilme hallerine Türkiye’nin nasıl bir cerahatle kuşatıldığı daha açık anlatılamazdı. Bugün, iş bu ahvalde hayatın zerre-i miskal değerinin bırakılmadığına daha açık iç kıyıcı bir örnek var mıdır? Çocuklar ölmesin, çocuk hakları gasp edilmesin, çocuk hayatlarına hiç gölge düşürülmesin denilirken ulaşılan seviyenin utancı her ne yana düşecektir, sahiden ama sahiden? Şırnak’ta var edilen karanlığın, bunca açık cüretin oluşturduğu bütün o çürüme halinin karşısında neresi 83 milyonu kollayan, eşit gören, hakkaniyetli ve hukuk devletidir bu saha!
JinNews'ün haberidir: “Batman’ın Beşiri ilçesinde dün şüpheli şekilde yaralanan ve Batman merkezde özel bir hastaneye kaldırılan 18 yaşındaki kadının hayati tehlikesi devam ediyor. Öte yandan dün yaptığımız araştırma kapsamında görüştüğümüz tanıklardan kadının yaklaşık 20 gün önce Siirt’te görev yapan uzman çavuş M.O. tarafından tecavüze uğradığı öğrenildi.
M.O.’nun kadını bayılttıktan sonra tecavüz ettiği ve kadının kendine geldikten sonra tecavüze uğradığını fark ettiği belirtildi. Annesinin anlatımlarına göre, tecavüzü fark eden kadın çığlık atarak yardım isterken, M.O.’ya “Seni şikayet edeceğim” dedi. Tecavüz faili M.O. ise “Nereye şikayet edersen et, kimse bana bir şey yapamaz. Daha önce de defalarca kez yaptım, kimse bir şey yapamadı” ifadelerini kullandı. Yine annenin anlatımlarına göre M.O. kadını, “Seni İzmir’e götüreceğim, orada seni satacağım. Bu halinle başka işe yaramazsın” diyerek tehdit etti. Bu olaydan sonra M.O.’nun kadını İzmir’e götürerek alıkoyduğu, bu sırada ailenin defalarca karakola ve resmi yerlere başvurduğu fakat dönüş alamadıkları da belirtilirken, kadının daha sonra ailenin baskısı sonucu Batman’a geri getirildiği söylendi.
Kadının annesi, olaya ilişkin şu bilgileri verdi: “Karakola dilekçe verdik, şikayetçi olduk fakat hiçbir şey yapmadılar. Kimse sahip çıkmadı bize. Kızımız 20 gün dayandı, direndi. Mücadele etti. Sesini duyurmak istedi. M.O. kızımızı tehdit ediyordu. Daha fazla dayanamadı, yaşadıkları ağır geldi. Silah sesi geldi, gittim baktım kızım yerde kanlar içinde. Bağırdım, gözü daha açıktı. Sessiz kalan herkes kızımın katilidir. Adalet ve hukuk bu mudur? Kızım ölüyor ama hala herkes sessiz. Yolda hastaneye götürürken bilinci yerindeydi. Bana ‘Ben sessiz kalmadım anne ama kimse sesimi duymadı. Herkes sustu. Başka yol bırakmadılar’ dedi.”
Kadının hastanede tedavisi devam ederken, doktorların verdiği bilgiye göre kadının bilinci hala kapalı ve hayati tehlikesi sürüyor. Yanı sıra fail M.O. Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında gözaltına alındı. Savcılık ifadesinin ardından "nitelikli cinsel istismar" suçundan tutuklama istemiyle Siirt Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edilen tecavüz faili, yurtdışı yasağı ve adli kontrol tedbiri uygulanarak serbest bırakıldı. Daha önce uzman çavuş M.O. hakkında jandarma ve savcılığa yapılan şikayetin de işleme konulmadığı belirtildi. Öte yandan hastanede tedavi altına alınan kadının hayati tehlikesi sürüyor.” http://jinnews9.xyz/TUM-HABERLER/content/view/142846
İnsanım ben diyenin kanını dondurmaya kafi gelecek vahşetten bir kesit daha ortadadır. Bu sahnenin yaşamla olan ilintisinin köküne kibrit suyu dökülmesi gayretinde aralıksız bir halde cürümler var edilmektedir. Şırnak’tan sonra Batman’daki bu tecavüz halinin ol yıkımı var eden kolluk personelinin sırtının sıvazlanmasının ta kendisidir tahakküm etme hal ve istenci. Hayat bu sahada böyle bir halle, bu kadar afaki bir toplamda çürümeye en üst perdeden rehin edilirken, çocuk, kadın ama önce insan canını tehdit eden bir sarmalın ta kendisi hakikat kılınırken hiçbir şey yolunda değildir olamaz da!
Tahakküm etme hallerinin ortasına rehin kılınmış, dünü, günü ve olası yarınları zehirlenip eksiltilmeye devam olunan bir ülke gerçekliği karşısında ne dersek diyelim eksik kalacak, olanı izahata yetmeyecektir. Bir düzlem var ediliyor. İsmi yeni denilen tüm çürümüşlüğü, her türden hak gasbını yeniden ve yeniden üreterek / güncelleyerek yön belirleyen bir yeri anlatacak kelimeler tükenmektedir. Karanlık kendi iç sınırlarından ötelere taşınırken, her bir yanı kuşatırken, cerahat artık kokuşmuşluğu kesif bir kokuyu taşımaya devam ederken bir ülke meseli de geriye kalmamaktadır. Şahsım efendinin menzili artık salt / sadece bu tahayyül etmesi ağır bir kurşuni yıkımın sahasıdır. Var edilen karanlık döngü herkesi tüm o tahakküm hamleleri hepimiz için her günü kapsamaya devam etmektedir. Bir çıkış bahis ya da ihtimali geriye konulmazken ne getirecektir yarın, sahiden düşünüyor musunuz? Bu kadar ağır yıkım varken, hali hazırda güncellenirken iktidarın perdeleme siyasetinin, büyük ülkeyiz, asarız, keseriz, aşarız bahislerinin sıradan için nasıl bir cehennemi tahayyül olduğunu artık anlıyor musunuz? Orada kimse var mı, duyuyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2020
Görseller: Rain Room – Navid BARATY – Behance
1 note · View note
seslimeram · 4 years
Text
Bir Mücadele Mevzisi...
Tumblr media
Yeni Türkiye’nin, yeni diye anılanın normalleşme halinin içinde var ettiği, tüm ögeleriyle bildiğiniz çürüme halinin devamlılığıdır. Bugün şu ahvalin şer / bet / feci olanla ilintisinin mahal verdiği her fecaat bu iktidar tahayyülünün ekseninde bir yıkımın ta kendisini tam tekmil örnekler, günceller ve sabitler. Biteviye kılınanın bu sathı mahalde cürüm ile bariz cerahatin yolunda yürüyen bir erk, muktedir, iktidarın varlığıdır. Bir ülke tahayyülü bariz hiç kılınandır. Bir zaman mefhumu eğilip bükülebilir. Bir güncellik katran karasından salt ol karanlıktan bina olunandır. Bir düzlem dünü neydiyse yarınını da en az o kadar alenen bir çürümeye rehin edenlerindir. Burası bir ülke midir?
Bilindik, aşina ve çokça hatırlanması elzem olan şeylerin üstünden on sekiz yılda belirgin bir yok etme siyasetinin var ettiği çürüme karşımıza çıkar. Takvim yapraklarındaki hemen her günün bir başka acıya çıkmasının yolu / yönü, zemini ve olası geleceğinin her nasıl her ne şekilde bina edildiği artık afaki kılınırken bunları kafi bulmayan bir aklın ettiğidir o meseledir Yeni Türkiye. Baş Amir ve şürekasının, makamlarından atıp tutmalarından o yaygın medya tarafında zikredilen ve pekiştirilen nefret eylemlerinin varlığına, onanmış ve dahi güncellenmiş bir çürüten menzil hakikati karşımıza çıkartılır. Bir asır sonrasında, elli yılı aşkın bir zamandır da bir görünüp bir kaybolan demokrasi mefhumunun ortalık yerdeki varlığına rağmen her şey daha fenasına ulaştırılır. Her gün daha beterinin / kötü ve fecinin yolunda yürünür!
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Hakkari ile birlikte Edirne’den başlatılacak “Darbeye karşı demokrasi yürüyüşü”ne yönelik gelişen polis müdahalesi ve engellemelerine rağmen Silivri’den Edirne’ye doğru yola çıkan HDP’liler kente vardı. Kente ulaşan HDP Eş Genel Başkan Pervin Buldan, partili milletvekilleri ile HDK Eş Sözcüsü İdil Uğurlu, DBP Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, TİP Genel Başkanı Erkan Baş ve ESP Eş Genel Başkanı Özlem Gümüştaş, üzerlerine “Em bi hev re” yazılı önlükler giydi.
Buldan ve beraberindekiler ardından partinin önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutuklu bulunduğu Edirne Cezaevi önüne doğru yola çıktı. Fakat heyetin cezaevi önüne gitmelerine izin verilmedi. Cezaevine yakın bir noktaya kadar gitmelerine izin verilen heyet, burada zılgıtlar eşliğinde halay çekti, “Hep birlikte özgürlük, adalet, iş, aş, ekmek” yazılı dövizler taşıdı.
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, burada yaptığı konuşma ile yürüyüşlerinin startını verdi. Buldan, şunları söyledi: “Sevgili arkadaşlar bugün Edirne Cezaevi önünde açıklama yapmak için buraya geldik. Aslında amacımız burada açıklama yapmak değildi. Amacımız Edirne Cezaevinin kapısının önünde açıklama yapmaktı. O utancı bütün Türkiye’ye göstermekti. Bir halkın iradesini cezaevi içerisine tıkmak, bir halkın iradesini gasp etmek ve rehin olarak tutmak ne demekmiş bunu göstermekti. Ancak bugün Edirne’de, Diyarbakır’da, Hakkari’de, Van’da; Türkiye'nin birçok kentinde illere giriş ve çıkışlar yasaklandı. Halkların, insanların kentlere girişleri antidemokratik bir şekilde, meşru olmayan bir şekilde yasaklandı.
Bugün Edirne'de de, Edirne İl Örgütümüzün önü ablukaya alındı ve Edirne halkıyla bizim buluşmamız engellendi. Bu sadece buraya özgü değil. Bizi asla yıldırmayacak olan bu engellemeler, bu yasaklar; bizim barış, demokrasi, adalet, hukuk, özgürlükler mücadelesini yürütmememize asla engel olmayacaktır.
Türkiye’nin en büyük sorunu bu ülkeyi yöneten AKP hükümetinin Kürtlere, Alevilere, kadınlara, Ermenilere ve Türkiye’deki muhalif kesimlere olan baskısıdır, şiddetidir ve inkarıdır.  Evet bugün bu ülkeyi yönetenler Kürtlerin mezar taşlarını tahrip edip kırarak Kürt halkından intikam almaya çalışıyor. Bugün bu ülkeyi yönetenler, Alevilerin cemevlerine saldırarak, ibadethanelerini kırarak, yakarak haksızlık ve hukuksuzluk yapıyor. Bu ülkeyi yönetenler, kiliseleri tahrip ederek Ermeni halkından intikam almaya çalışıyor. Bu ülkeyi yönetenler kadınların tacize, tecavüze ve katliama uğramasına sessiz kalıyor, göz yumuyor ve bunun önlemini almıyor. Bugün sorun Kürt halkının, Alevilerin, Ermenilerin, Süryanilerin, kadınların, gençlerin, çocukların sorunudur bu ülkede. Ama en büyük sorun AKP hükümetidir. AKP hükümetinin yasaklayan ve müdahale eden tarzı, AKP hükümetinin inkarcı tarzı ve bu ülkeyi yönetme tarzıdır. Bu ülkede sorun olan şey budur.
Bizim yürüyüşümüz dün başlayan yarın bitecek olan bir yürüyüş değildir. Bizim yürüyüşümüz uzun soluklu, demokrasiye, barışa ve adalete kavuşana dek devam edecek olan bir yürüyüştür. Bugün cezaevlerinde binlerce insan var. İşte bu yürüyüş, cezaevlerinde olan arkadaşlarımızın, yoldaşlarımızın özgürlüğüne kavuşana dek devam edecek olan bir yürüyüştür. Burada, Edirne Cezaevi’nde, milyonların iradesi olan Selahattin Demirtaş'ın ve Abdullah Zeydan’ın özgürlüğüne kavuşana dek devam edecek olan bir yürüyüştür. Bu yürüyüş Gültan Kışanak’ın Sebahat Tuncel’in İdris Baluken’in, Bekir Kaya’nın, Osman Kavala’nın iradesinin gasp edilmesine karşı başlatılan bir yürüyüştür.
Biz biliyoruz ki siyasi darbeler sonucunda milyonlarca insanın hakkı ve hukuku gasp edildi. Bu ülke yıllardır aslında darbelerle mücadele eden bir ülkedir. Askeri darbeler karşısında milyonların bir araya geldiği, darbelere karşı durduğu bir ülkedir. Ancak AKP Hükümetinin yaptığı siyasi bir darbedir. Gasp iradesidir ve Türkiye halklarının seçmiş olduğu milletvekillerine, belediye eşbaşkanlarına, onların temsilcilerine dönük bir irade gaspıdır. Bu irade gaspını asla tanımıyoruz, asla kabul etmiyoruz.
HDP kadınların, gençlerin, çocukların hakkını ve hukukunu savunmaya devam edecek. Kimsenin kaygısı, kimsenin şüphesi olmasın. Bu yol uzun soluklu bir yoldur. Selam olsun bu uzun yolculuğa çıkan tüm yoldaşlarımıza tüm arkadaşlarımıza bu yürüyüş ve mücadele devam edecek. Bir selamı da Sevgili Selahattin Demirtaş ve Abdullah Zeydan’a gönderiyoruz. Onların şahsında cezaevlerindeki tüm arkadaşlarımızı selamlıyoruz.”  
Kesintisiz bir cerahat kültü ile bir toprağı daha da çorak, daha da beter yaşanmaz kılmak adına adımlar atılıyor. Halkların Demokratik Partisi ve Kürd siyasetini hakir görmek al aşağı etmek ve terörize ederek bir düşün /eylem pratiğini sonlandırma çabası demokrasi konusunda bırak yetkin, tek bir doğru adım atmayan ülkeyi göstere gelir. Meramlar hala ortadadır. Kürd ve Ermeni’den, Süryani’ye, Ezidi’den Çerkez’e bu topraklardaki bir umut çatısını alt edebilmek için her yol denenendir. Şiddetin Batı Türkiye’deki yansının sokağa taşmış işkence halleri olduğu bir kez daha belirgin kılınandır.
Seçilmişlerinin alenen derdest olunduğu, Musa Farisoğulları’nın rehin alındığı, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Sebahat Tuncel, Gültan Kışanak gibi nice emek sahibinin ol tecrit / mahpusluğa devam olunduğu, muktedir hedef almaları ile adları anılmayan, adalet bahisleri var edilmeyen bir kimliğin / siyasi çatının başına getirilenleri göstermektedir iş bu yürüyüş, her sekansında apayrı yıkımları var edenler ortaya saçılır. Bugünün menzilini ana muhalefetin ta kendisi olanı ezerek güncelleyen bir sahanın yolu / yönü hep / her dem karanlığa çıkandır. Edirne’de olanın bir benzeri, Amed’deki yürüyüş hattına saldırılması ile çıkagelir. Böylesine açık bir kindarlıkla bir menzilin yönelimi / yönetimin var ettiği ol karanlık istikameti güncellenir. Demokrasi bu bahislerin neresindedir? Yaygın medyanın tetikçilerinin hedef kılarak kendi rantlarına bakmayı tercih ettikleri bir yerde, hakikat bu kadar uzağa ötelenirken, böyle çürütülürken geriye her ne kalacaktır, beton, millet bir de sakarya’dan gayri!
Tumblr media
Mezopotamya Ajansı’ndan devam edelim aktarmaya: “Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) Ankara’ya başlattığı “Darbeye karşı demokrasi yürüyüşü”nün Hakkari kolu, Van ve Tatvan’ın ardından, Bitlis kent merkezine ulaştı.  
DBP Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz, HDK Eş Sözcüsü Sedat Şenoğlu, SYKP Eş Genel Başkanı Canan Yüce, ESP Eş Genel Başkan Yardımcısı Beycan Taşkıran ve çok sayıda milletvekilinin de aralarında bulunduğu yürüyüş kitlesi, Bitlis’te çiçekler ile karşılandı. Kent merkezinde polisin tüm sokakları abluka altına alıp kapatmasına rağmen, halk HDP’lilerin konvoyunu büyük bir coşku ile karşıladı. HDP’liler halk tarafından alkış ve zılgıtlarla desteklendi. HDP’nin konvoyu, il binası önünde halkla buluştu. Burada bir konuşma yapan DBP Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz, yürüyüş kolu adına kent halkına ilgilerinden dolayı teşekkür etti. HDP konvoyu buradan ayrılarak, Batman’a doğru hareket etti.
Konvoy, Bekirhan Beldesi’nin ardından, Batman kent merkezine geldi. Kent girişinde polis engellemesine rağmen HDP’liler HDP Batman İl binasına geldi. Partinin il binası önünde kent vekili Feleknas Uca bir konuşma yaptı. Uca, yürüyüşün amacına değinerek yürüyüş ile Türkiye halklarına demokrasi getireceklerini söyledi. Konvoyun şehir merkezinden geçişi sırasında çevredeki yurttaşlar tarafından zafer işaretleri ile selamlandı.
Konvoy bir sonraki durağı olan Diyarbakır’a ulaştı. HDP’nin bugün ki program saatinden önce polisin il binası ve kentin belli noktalarında aldığı yoğun güvenlik önlemi dikkat çekti. Hakkari kolunun açıklama yapacağı HDP Diyarbakır il binasına çıkan 4 yol polis bariyerleri ile kapatıldı. İl binasına sadece il ve ilçe eşbaşkanları ile meclis üyelerinin girişine müsaade edilirken, yönetici ve yurttaşlara izin verilmedi. İl binasına alınmayan yönetici ve yurttaşlar il binasını çevreleyen polis bariyerlerinin dışında bekledi. İçeri alınmayan HDP’liler bariyerlerin dışında zılgıt çekerek durumu protesto etti. Bu durum il binasında bekleyen HDP’liler tarafından “Berxwedan Jiyane” sloganları ile protesto edildi. HDP Diyarbakır il binası önünde bekleyen kitle, Kürtçe müzikler eşliğinde halaylar çekti. HDP Diyarbakır il binası önünde bekleyiş sürerken Diyarbakır’ın Bismil ilçesine giriş yapan HDP’li heyete polis gazlı müdahalede bulundu. Polisin gazlı müdahalesine rağmen, konvoy Bismil’de büyük bir coşku ile karşılandı.”
Süre giden bir tektipleştirme halinin ortasında Kürd’de onlarla birlikte hareket eden, ses ve sözünü savunan hiçbir kimlik de nefes almasın diye uğraşılır bir kez daha. Demokrasi, eşitlik, adalet bahisleri gırla sunulurken aslında bir ülkenin kalmadığı bırakılmadığı bizzat bu saldırganlık sürecinden görünür kılınır. Terörize edilmeye devam olunan bir siyasetin, bu sahadaki ötekilerin meramının ta kendisi olduğu açıktır, belirgindir. Çürümenin ortasına çekilmek istenen sonra da iyice ezilmek istenen şey bir sahada, belirli bir biçimde sözün savunmasını imkansız kılmaktır. Bu kadar kesintisiz var edilen, devamlılığına çaba sarf edilen şey ülke denileni artık yaşanmaz kılmak, öteki bilineni enikonu düşmanın ta kendisi addetmekdir. Nereye kadar! Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven ve HDP Diyarbakır Milletvekili Musa Farisoğulları’nın vekilliklerinin düşürülmesi ardından Anayasa Mahkemesi’ne “milletvekilliğin düşürülmesi işleminin iptali” yönünden yapılan başvuru 25 Haziran’da esastan incelenecektir. AYM, 25 Haziran’da vereceği karar ile HDP’li Güven ve Farisoğulları’nın vekilliklerinin düşürülmesine yönelik kesin kararı verecek. Böyle bir ortamda, bunca canhıraş bir biçimde yok etmek, derdest etmek ve azami bir biçimde sınırlandırmak hakikat kılınırken sahiden yol nereye çıkacaktır!
“Halkların Demokratik Partisi (HDP)’nin  “Darbeye Karşı Demokrasi Yürüyüşü’nün”  Edirne kolunun son durağı olan Kocaeli Kandıra Cezaevi buluşması tüm engelleme girişimlerine rağmen gerçekleşti.
HDP Kadın Meclisi öncülüğünde sabahın erken saatlerinde mor konvoyla yola çıkan partililer, kadın siyasetçilerin tutuklu bulunduğu Kandıra Cezaevi önüne gidilmesine izin verilmemesi üzerine, cezaevine yakın bir yerde açıklama yaptı. Kadınlar, “Jin jiyan azadi” "Siyasi tutsaklar onurumuzdur" sloganları attı.
Konvoyda, HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, çok sayıda milletvekili ile partili kadınlar, Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü İdil Uğurlu, Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Eş Genel Başkanı Özlem Gümüştaş,  Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır ile 78ler Derneği Sözcüsü Celalettin Can yer aldı.
Burada açıklama yapan HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Edirne’de başlattıkları kampanyayı Kandıra ile sonlandırdıklarını belirterek, buraya kadın siyasetçilerle dayanışma amacıyla geldiklerini belirtti. Buldan, milyonlarca kişinin iradesi olan kadın siyasetçilerin cezaevlerinde tutulduklarını vurgulayarak, cezaevinde bulunan kadın siyasetçilerin tek tek isimlerini okudu. Buldan, binlere kişinin bu şekilde farklı gerekçelerle rehin tutulduklarına da dikkat çekti.
Cezaevlerindeki tüm siyasi tutuklular ve siyasetçilerin bu hukuksuzluklara karşı direnen ve biat etmeyen bir halkın temsilcileri olduğunu kaydeden Buldan, “Şunu  herkes çok iyi bilsin ki, Figen Yüksekdağ ile Gültan Kışanak gibi tüm arkadaşlarımızın bıraktığı yoldan yürüyoruz. Arkadaşlarımız özgür olana dek bu mücadele sürecektir. Kadın kazanımlarına her yerde darbe yapıldığını biliyoruz.  Kadınlar cezaevlerinde hukuksuz bir şekilde tutuluyor. Ancak biz biliyoruz ki onlar da içeride bizlerle birlikte mücadele ediyor. Belki şuan aramızda değiller ama bilsinler ki milyonların yüreği onlarla atıyor. Bir gün mutlaka özgür olacaklar. Onları tutuklayanlar verdikleri kararlar altında ezilecekler. Hukuk karşısında mutlaka hesap verecekler” diye konuştu.
Yürüyüşün yarın Ankara’da son bulacağını ancak mücadelelerinin devam edeceğini söyleyen Buldan, “Ancak bitmeyecek. Bu yürüyüş kadınların, halkların özgürlük yürüyüşüdür. Türkiye’nin demokrasi ve halkların geleceği içindir.  Yok sayılan, inkar edilen, ezilen milyonlar içindir. Mutlaka başarıya ulaşacaktır. Bunun sonucunda barış ve demokrasi elde edilecektir. Engellemeler olmasaydı bugün milyonlar sel olup Ankara’ya akacaktı. Her yerde seyahat ve ifade özgürlüğümüz kısıtlandı. Buna rağmen sonuna kadar kararlı ve olgun davranışımızdan kaynaklı sonuna geldik. Türkiye halkları elbette bir gün demokrasisini elde edecektir. Bütün bunlar AKP’nin gidişiyle olacaktır. Kimse merak etmesi AKP gidicidir. Herkes umutlu olsun. Çünkü HDP vardır. Milyonların gönlünde taht kuran, gittikçe büyüyen, çoğalan HDP, bu ülkeyi yönetmeye adaydır. Ve bu ülkeyi yönetecektir” ifadelerini kullandı.
Anayasa Mahkemesi’nin HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş için verdiği karara da değinen Buldan,  “Şuanda cezaevlerinde bulunan tüm arkadaşlarımız için emsal teşkil etmelidir. Bu kararı tanımayanlar sorumlu olacaktır. Bu karar ile hem Demirtaş hem de Yüksekdağ hem de diğer bütün arkadaşlarımızın acilen tahliye edilmesi gerekir.  AKP’nin aldığı tüm kararlar anayasaya aykırıdır. Hukuksuzdur. Siyasi kararlardır. Dolayısıyla bu kararların hiçbir geçerliliği yoktur. Yüreğimiz başta Figen Yüksekdağ olmak üzere tüm kadın siyasetçilerle atıyor. Bu mücadele onların mücadelesidir” dedi.”
Her yanından dökülmeye “normalleşme” süreci dedikleri zamanda dahi devam etmeyi sürdüren bir menzilin hakikatini bildirir Halkların Demokratik Partisi’nin yürüyüşü şu kapkaranlık içinde dahi eylemeye çalıştığı meramı. Eşitlik, adalet, hürriyet bahislerinin bir asırdır yerinde saydığı, gerileye gerileye bu günlerin var edildiği bir coğrafyanın ol kader değil bile isteye var edildiğini ortaya sermek de Ankara’daki nihai finalde alenen zikredilir. Böyle dibine doğru göçmeye devam olunan bir sahadaki Kürdün tüm ötekiler ile Türk’e anlatmaya çalıştığını anlamak için önemli bir eşiktir ortaya serilen şu meram boyunca eklemeye çalıştığımız. Bir ev kalmasın diye çabalayanlara rağmen o vatan hal ve tahayyülünün bir vaat değil hakikat olmasına didinenler sayesinde, mücadele edebildikçe bir soluk almak söz konusu olacaktır. Bugünün ülkesi denilen “şahsım” topraklarında ya hep beraber, ya hiçbirimiz “vecizi” bu kadar kesin karşılığını bulandır. Sahiden sorgular mısınız? Bir kez olsun muktedirin palazlandırdığı, nefrete kanmadan, biat etmeden sözü, seslendirileni duyar mısınız? Bir ülkede soluk alabilme mücadelesinin önemini, ne kadar ivedi olduğunu anlar mısınız, sahiden! Çürüten düzene, hakir görmeye, ötekileştirmeye ve bir dolu nefretin devlet eliyle kotarılan “yeni normale” karşı seslendirilenlerin ivediliğini fark ediyor musunuz, sahiden? 
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2020
Görseller: Yeni Yaşam Gazetesi
0 notes