Islak parmaklarım, avuç içim ve soğuk ayaklarım... Ritimsiz ve gür bir sesle atan kalbim... Yolları uzatmaya, yeni yollar bulmaya çalışsam da düşünceleri hızla tüketip kapalı devreye ulaşan zihnim... Derinlerden aldığım her nefeste yükselen, zaman zaman, sıklıkla, kalbimi zorlayan göğüs kafesim... Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmediğim, bu yaşıma kadar hala bir sonraki adımda ne yapmam gerektiğini çözemememden kaynaklanan kendimi rahatlatmayı beceremeyişim ve sıklıkla bir sıfır geride kalmama sebep olan stresim... İşleri benim için hiç de kolaylaştırmayan ülkem ve gündemi... Ne akılla ne de kalple ulaşabildiğim o saf idealar dünyam... Beni bir an olsun yalnız bırakmayan migren ağrılarım... Karşıma çıkınca durup düşündüren, cevabını veremediğim sorular... Ya da tamamını yanlış yorumladığım dostluklarım, arkadaşlarım... Sayılarını ve niteliğini, derinliğini artırmaya çalışsam da asla yetmeyeceğine ikna olduğum kelimelere sıkışmış duygularım... Cahilliğim ve sınırlarını bilmediğim aptallığım... Korkak hissetmeme sebep olan yersiz merhametim... Cesur olup yoluma devam etmek varken içimden söküp atamadığım şefkatim... Tüm bunları üstün duygularmış gibi düşündüren kendimi beğenmişliğim ve kibrim... Yaşanan, yaşadığım ve yaşattığım bunca acıya rağmen hayatıma devam etme yüzsüzlüğüm... Kimi zaman denesem de kendimi affetme girişimlerimin sonuçsuzluğu... Başardığımı ve güzel şeyleri hak ettiğimi düşündüğüm zamanlarda hayatımın bir süreliğine güzelleşmesi riyakarlığı... Düşüncede ikna olsam da hayatla savaşmanın anlamsızlığı... Her şeyi yanlış yorumlamış olabileceğim ve bildiğimi, doğru olduğunu sandığım, inandığım şeyleri silip yeniden keşfetme adımlarım... Ama bunu yaparken yine gözlemi değil, zihnime yerleşen kalıplaşmış verileri kullanmam... Kalbimden kopanlar, boşlukta olmamın kimi zaman özgürlüğü, çoğu zaman keyifsizliği ve bağ kurma, inanma ihtiyacım... Kurduğum bağların saf olmadığını, belki de olmayacağını kabullenememem... Belki olursa diye de içimde umut büyütüp, sırf kaçmasın, utanmasın bana gelsin diye o yöne bakmayışlarım... Israr etmekle vazgeçmek arasında kalıp aşk konusunda hep yanlış tercihleri yapışlarım... İstediğim ya da istediğimi sandığım, bazen kasıtlı olarak engellediğimi, tam tersi yönde hareket ettiğimi farkedişlerim... Belki de gerçekten henüz o insana denk gelmemişimdir diye kendimi telkin edişlerim... Tüm bunları yazarken, düşünürken dahi dalga olup yükselen ve tekrar okyanusa karışan duygularım... Halime şükredişlerim, umutlarım, vazgeçişlerim... Benden geriye kalacak ve kalmayacak olan her şeyim... Öyle ya da böyle, doğayla, evrenle bir olacak zerrelerim... Merak edişlerim, bilmeyişlerim, bekleyişlerim, ölüşlerim ve şimdilik sürdürdüğüm yaşamım... Ve şu an içimde, geriye kalanın hüzün olduğu inancı, yerini tek gerçeğin belki de kavuşmak olabileceği düşüncesine bırakmış durumda.
Şu an buna daha çok sarılmam gerektiğini, bunu denemem gerektiğini, güçlü kelimelerdense daha sade kelimeler seçmem gerektiğini söyleyen iç sesim... Evet böylesi daha iyi olurdu kapanış için. Ya da sonraki sayfaya kavuşmak için... Öyleyse seninle kavuşmayı da bekliyorum her kim ya da ne isen. İnsan formundaki Ramazan'dan bunları duymak kulağa ilginç geliyor öyle değil mi. Belki de zaten biliyordun. Olsun. Bugünlük son sözlerim bunlar...
Kavuşacağımız için son derece kaygılı ve bir miktar da heyecanlıyım.
Buruk, kızgın ve de içimi kaplayan boşluk duygusuyla geliyorum sana.
Teşekkür ederim.
#15Mart2023 #16Mart2023
3 notes
·
View notes
Fikrim Var: Doğaya, Geziye ve Zihinsel Keşfe Yolculuk
Fikrim Var, benzersiz bir bilgi platformu olarak, çevre ve iklim, gezi ve genel kültür konularında zengin içerikleriyle okurlarına ilham vermeye ve bilgi sağlamaya adanmış bir alan sunmaktadır. Çevre ve İklim kategorimizde, dünyamızın hassas dengelerini anlamak, sürdürülebilirlik çabalarına katkıda bulunmak ve doğal güzelliklere daha yakından bakmak için derinlemesine yazılmış içeriklerle dolu bir atmosfer bulacaksınız.
Fikrim Var, çevre ve iklim konularına odaklanarak, doğanın korunması ve sürdürülebilir yaşam hakkında farkındalık yaratmayı hedefliyor. Bu kapsamda, güncel çevresel sorunlardan çözüm önerilerine, iklim değişikliğinden yeşil enerjiye kadar geniş bir yelpazede bilgi sunuyoruz. Doğanın güzelliklerini keşfetmenin yanı sıra, onu koruma sorumluluğunu da vurguluyoruz.
Fikrim Var, gezi ile ilgili içeriklerle okuyucularına dünya üzerindeki farklı coğrafyaları keşfetme fırsatı sunuyor. Seyahatin büyülü dünyasına dair yazılarımız, farklı kültürleri tanıma, yeni yerler keşfetme ve seyahat tutkusunu canlı tutma amacını taşıyor. Her yazı, bir yolculuğa çıkma hissiyatını okuyucularımıza yaşatmayı amaçlıyor.
Gezi kategorimizde, seyahat tutkunlarına özgü rotalar, keşfedilmemiş bölgeler ve kültürler arası etkileşimlere dair benzersiz deneyimlerin paylaşıldığı bir seyahat güzergahı sunuyoruz. Fikrim Var, okurlarını dünya üzerindeki keşiflere çıkarmayı hedeflerken, aynı zamanda seyahatinin izini sürmeye hevesli herkes için pratik ipuçları ve rehberlik sunar.
Test kategorimiz ise genel kültür seviyenizi ölçmek ve bilgi dağarcığınızı genişletmek isteyenler için bir oyun alanıdır. Zeka oyunları, ilginç sorular ve eğlenceli testler aracılığıyla, Fikrim Var, okurlarını düşündüren ve öğrenmeye teşvik eden bir deneyim sunar.
Fikrim Var, her bir makalede okurlarına yeni bir bakış açısı sunmayı, dünyayı daha derinlemesine anlamalarına yardımcı olmayı ve bilgi düzeylerini artırmayı amaçlar. Siz de Fikrim Var ile doğanın güzelliklerini keşfedin, dünyayı gezip görün ve zihinsel sınırlarınızı genişletin. Çünkü Fikrim Var, bilgiyle dolu bir yolculuğa davet ediyor.
0 notes
Cumhuriyet Bayramını hangi yüzle kutlayacağız?
Cumhuriyet Bayramını kutlama yasağı varken ve sen bu yasağa karşı çıkmak adına sesini çıkarıp hiçbir tepki gösterememiş halinle Cumhuriyet Bayramını nasıl kutlayacaksın?
364 gün Atatürk ve Cumhuriyet aleyhine faaliyet gösteren işbirlikçi sermayenin seni aldatmak adına bir günlüğüne Atatürkçü ve Cumhuriyetten yana oldukları yalanlarına inanarakmı?
Sahip çıkmayı öğrenemedik Cumhuriyete, dostu, düşmanı birbirinden ayırmayı öğrenemedik.
Sahtekar, ikiyüzlü, işbirlikçi sermaye bir günlük Atatürkçü ve Cumhuriyetten yana olur, bir reklam ile göğsümüzü kabartır ertesi gün cebimizi soymaya, sırtımızdan vurmaya devam ederler.
Hangi yüzle Cumhuriyet Bayramını kutlayacağız?
Özelleştirme rezaleti hangi Atatürk devrim ve ilkesinin gereğiydi?
Ülkeyi üretimden vazgeçerek, ithalat, alış veriş merkezleri ile ecnebi ve sözde yerli işbirlikçilerin mal pazarına çevirerek ekonomiyi işgale uğratmış olmak için mi kutlayacağız Cumhuriyet Bayramını.
Bir kurtarıcı bekleyerek mi kutlayacağız Cumhuriyet Bayramını?
Emeğin, emeklinin, emekliliği hak edenlerin hakkının çalındığı bir ülkede kimsesizlerin kimsesi Cumhuriyet hedef alınmışken, çıkarı için her dayatmaya boyun eğerek neyi kutlayacaksınız? Esir olmayı mı? İşgale sevinmeyi mi?
Emekli olduğu halde çalışmak zorunda kalanlar neyi kutlayacaksınız?
İşsiz olduğunuz halde iş aramaktan vazgeçtiğiniz işsiz olduğunuz bile kabul görmeyen bir ülkede neyi kutlayacaksınız?
Asgari ücret ahlaksızlığına karşı çıkmadan neyi kutlayacaksınız?
Devlet yerine şahıs ve şirketlerin zenginleştirildiği bir ülkede neyi kutlayacaksınız?
Birilerinin parası banka hesaplarına sığmıyor iken birileri çöpte ekmek arıyor iken neyi kutlayacaksınız?
Hukuk askıya alınmış iken ve seksen üç milyon insanın hakkı bir kişinin iki dudağından çıkacak kararlara bakarken neyi kutlayacaksınız?
Bu manifestoyu okumaya, altına imza atmaya korkuyorsanız neyi kutlayacaksınız?
Kimsenin can ve mal güvenliğinin olmadığı bir ülkede neyi kutlayacaksınız?
Seçimden seçime seni hatırlayan işbirlikçi ve menfaatçi vekillerden hala medet umarken neyi kutlayacaksınız?
Eğitim ve öğretimden mahrum kalan, bir meslek sahibi olarak üniversiteden mezun olsa bile üretim olmadığı için iş bulamayan, devlet herkese iş bulmak zorunda değil diyen zihniyete sen çok yaşa demek için mi?
Cumhuriyetin fabrikalarını satarak, yıkarak, topraklarına beton dikerek geleceğimizi sömürgeci, işbirlikçi ve yabancı tefecilerin cebine dolduranlara şükran duymak için mi kutlama yapacağız?
Cumhuriyete, Atatürk ilke ve devrimlerine hazineden senin paranı çarçur ederek senin aleyhinde siyaset yapan iktidar ve muhalefet tüm işbirlikçi ve sömürgeci liberal düzenin partilerini yaşatmak adına mı kutlayacağız Cumhuriyet Bayramını?
Gençliğe Hitabe, Bursa Nutku ve Nutuk ne diyor unutmuşsan kendi sonunu kendin getirdiğini artık kabul etmek ve bununla yüzleşme vaktidir.
Kendimize gelmeden, birlik ve beraberlik içinde bu dayatmacı sömürge düzenine karşı çıkmadan yarım kalan Atatürk devrimlerini tamamlamadan bir kutlama yapamazsın artık.
Uyan kandırma kendini. Artık kuru sözler ile dövünme vakti bitti. Bıçak kemiğe dayandı.
Hamasi bir paylaşım yerine düşündüren, şapkayı öne koymayı gerektiren sorular sormayı daha uygun görüyorum bu 29 Ekim'de
Hepimizin ve geleceklerini çaldırdığımız çocuklarımız için yapmak zorundayız bu uyarıyı.
Önder Karaçay
3 notes
·
View notes
Heavenly Blessing – 108. Bölüm
Mega // Drive
Bölüm 108: Rüzgar ve Su Tapınağında, Gerçeği Görmek İçin Yapılan Gece Sohbeti
Bunu duyunca Hua Cheng başını çevirdi ve gözleri arkalarında birbirlerini boğazlamakla meşgul olan Shi Qing Xuan ve Ming Yi’ye takıldı, işaret etti. “O mu?”
Xie Lian başını salladı.
Hua Cheng sordu. “Nasıl kontrol etmek istiyorsun?”
“Uzun yıllar önce iki Boş Lafların Efendisiyle karşılaşmıştım ve içlerinden birisi yarım seneden uzun bir süre hep benimleydi.” Xie Lian yanıtladı. “Bu süre boyunca kelimelerine tuzak kurmaya çalıştım ve özgün bir özelliklerini keşfettim. Kendileri böyle bir özellikleri olduğunun farkında değiller, bu nedenle biraz baskıyla kolayca tanınabilirler.” Xie Lian sırrı iletti. Hua Cheng onu diledikten sonra. “Kolaymış. Öyle yapalım.”
İkisi konuşmalarını sonlandırdıklarında tesadüfen yıkık Rüzgar ve Su Tapınağına varmışlardı. Sonbahar havası biraz serindi, karanlık çöküyordu. Shi Qing Xuan ağabeyinin ilahi heykelinin kafasını bulmak için her yeri taradı ve tekrar yapıştırdı, iki heykeli de düzeltti ve onları sunağın üzerindeki uygun yere tekrar yerleştirdi. Xie Lian etraftan topladığı çürümüş odunları kullanarak içeride küçük bir ateş yaktı ve dördü ateşin etrafına dizildiler.
Shi Qing Xuan’ın kulakları tıkalıydı ve aksi bir halde içiyordu ama en sonunda daha fazla oturmaya dayanamadı. “Oturup o şeyin gelmesini bekleyemeyiz ya? Eğlenmek için yapabileceğimiz bir şey var mı?”
Konuyu ilk o açmıştı ve bu da tam Xie Lian’ın istediği şeydi. Ming Yi ateşi dürttü. “Böyle bir zamanda bile eğlence peşinde misin?”
Shi Qing Xuan ağız dalaşına girdi. “Gerekli bir şey bu! O şey korkmamı mı istiyor? Bu ata korkmayacak! Bu Rüzgar Ustası canı istediği gibi eğlenecek, her zamankinden daha mutlu olacak. Yılbaşı gibi olacak! Umarım öfkesinden geberir.”
İletişim rününde, Xie Lian öneride bulundu. “Zar atmaya ne dersiniz?”
Shi Qing Xuan surat astı. “Yine mi zar? Küçük büyük bahislerde mi bulunacağız? Ekselansları galiba bağımlı oldunuz?”
Xie Lian. “Ne? Hayır…”
“Boş ver. Yapacak başka bir şey yok zaten. Zar olsun. Ama dört kişiyiz, kafamız karışmaz mı?”
Xie Lian. “Karışmaz. Al.”
Avucunu açtı ve iki küçük cingöz zarı çıkarttı. Xie Lian açıklamaya başladı. “Dördümüz iki takıma ayrılabiliriz. San Lang ve ben bir takım oluruz, siz lordlarım diğer takım. Kimin daha şanslı olduğunu görmek için yarışacağız. İki zar. Her takımın bir şansı olacak, herkes bir kez zar atacak ve o turda takımın attığı zarlar toplanacak. Büyük atan takım kazanır ve kaybeden takımın cevaplamak zorunda olduğu sorular sorar, veya yapmak zorunda oldukları bir şeyler ister.”
Shi Qing Xuan. “Bir sorum var.”
Xie Lian yanıtladı. “Sor lütfen.”
Shi Qing Xuan ayağını yere vurdu. “Neden ikiniz direk takım oldunuz? Takımları bölerken bizim hislerimizi değerlendirmeye kattın mı?”
Xie Lian boğazını temizledi. “Ee, şey, eğer takım değiştirmek istiyorsan o da olur. Fark etmez.”
Shi Qing Xuan fırçasını dış cübbesinin sırtına koydu ve konuştu. “Her neyse. Zaten bir şikayetim yok, ama Çiçeğe Uzanan Kan Yağmuru çok şanslı, biz dezavantajlı olmuyor muyuz?”
Xie Lian ona neşeyle gülümsedi. “Öyle sayılmaz. Bizim takımımızda San Lang fazlasıyla şanslı olabilir ama ben de fazlasıyla şanssızım. İkimiz bir araya gelince, bir iyi bir kötü, sıfırlamış olmuyor muyuz?”
Shi Qing Xuan düşündü ve mantıklı olduğuna karar verdi, bu nedenle bacaklarına vurdu ve bağırdı. “GÜZEL! Başlayalım o zaman!” Ardından Ming Yi’ye dirsek attı. “Ming-Xiong, kuralları duydun mu? Bana kaybettirme tamam?”
Ming Yi ona bir bakış attı ve ruhani iletişim rününden soğuk sesi yükseldi. “Beni affedin ama oynamayacağım.”
Shi Qing Xuan aceleyle hemen geri adım attı. “B-b-bana kaybettirsen de olur! Boş ver, boş ver, gel gel gel! Oynayalım işte. Yoksa takımda tek başıma kalmam çok üzücü olur!”
Böylece dördü kurallara uyacaklarına dair basit bir yemin ettiler ve oynamaya başladılar. İlk turda Shi Qing Xuan ‘beş’, Ming Yi ‘dört’ attı; Hua Cheng ‘altı’ ve Xie Lian ‘bir’.
Shi Qing Xuan çok sevinmişti. “HAHAHAHAHAHA! EKSELANSLARI SAHİDEN ÇOK ŞANSSIZSIN, ÇOK ŞANSSIZ! HAHAHA…”
Xie Lian alnını ovaladı ve nazikçe konuştu. “Rüzgar Ustası her ne kadar haklı olsan da, bu kadar neşeyle söylemesen olur mu?”
“Ehem! Tamam. O zaman biz kazandık. Rüzgar Ustası bu iki kişiden bir şey yapmasını isteyecek.” Shi Qing Xuan. “O zaman Ekselansları, Çiçeğe Uzanan Kan Yağmuru! Size emrediyorum – hemen birbirinizin kıyafetlerini çıkartın!”
Xie Lian: “???”
Xie Lian şaşkındı. “Rüzgar Ustası???”
Ming Yi iğrenmiş görünerek başını çevirdi, sanki böylesine itici bir şeyi görmek istemiyormuş gibi yüzünü kapatmıştı. Shi Qing Xuan teşvik etti. “Hadi hadi hadi, kaybedince hemen mızıklamayın. Saygıdeğer bir cennet mensubu ve saygıdeğer bir iblis kralı olarak, sözünüzden dönmeyeceksiniz değil mi? Yerimde oturuyorum, şimdi, gösteri başlasın.”
“…”
Xie Lian Hua Cheng’e baktı ve Hua Cheng kollarını iki yana açtı. “Gege benim suçum değil.”
Çaresiz hisseden Xie Lian’ın tek yapabileceği sormaktı. “Ne kadar soyunmamız gerekiyor?”
Shi Qing Xuan sadece dalga geçiyordu ve elbette onları gerçekten utandırmak istemezdi, bu nedenle bacakları titreyerek kahkaha attı. “Sadece bir kat yeterli. Diğerlerini bir sonraki sefere saklayalım, hehehehe.”
Bir de devam etmek istiyordu… Xie Lian tereddüt etti ve gizlice seslendi. “San Lang…”
Hua Cheng’in yüzü bir parça bile duygu yansıtmıyordu ama Xie Lian’ın kulaklarındaki sesi içten bir şekilde yatıştırıyordu. “Merak etme. Birkaç tur kazanmalarına izin vermeye karar vermemiş miydik? Eninde sonunda kaybedecekler.”
Sahiden kabul ettikleri bir şeydi, ancak Xie Lian, Shi Qing Xuan’ın böyle bir şey istemesini beklememişti ve kendi mezarını kazmış gibi hissediyordu. İsteksiz bir halde Hua Cheng’in belindeki kemeri çözmek için yaklaştı, zahmetle Hua Cheng’in siyah dış cübbesini çıkartmasına yardım ederek altındaki kar beyazı iç cübbeyi ortaya çıkarttı. Hua Cheng de sakin görünerek onun dış cübbesini çıkarttı, elleri telaşsız ve nazikti, Xie Lian’ın vücudunun hiçbir yerine dokunmadı. İkisi sahiden sadece dış cübbelerini çıkartmışlardı, olağandışı bir durum veya yakışıksız bir durum değildi ama Xie Lian yine de kafayı yiyecekmiş gibi hissediyordu. Düzgün oturma pozisyonuna geçerken kekeledi. “T… Tekrar.”
İkinci turda Shi Qing Xuan ‘üç’, Ming Yi ‘altı’ attı; Hua Cheng bir kez daha ‘altı’ atarken Xie Lian da yine ‘bir’ atmıştı.
Shi Qing Xuan elini durmadan yere vuruyor, yüksek sesle kahkaha atıyordu ve Xie Lian yine Hua Cheng’e döndü, ikisi hala ruhani iletişim rününde bağlantılıydılar. “…San Lang!”
Böyle anlaşmamışlardı!
Hua Cheng sürekli özür diledi. “Özür dilerim, özür dilerim, unutmuşum. Kızma gege. Bu kez benim hatamdı.”
Shi Qing Xuan tekrar teşvik etti, kollarını sıvamıştı. “Pekala, bu tur, ikinize emrediyorum…”
Xie Lian hemen sözünü kesti. “Dur! Geçen tur isteğine uyduk ve soyunduk. Bu tur soru sorman gerek.”
Shi Qing Xuan içten bir kahkaha attı. “Soru mu? O da olur. O zaman sorum: Çiçeğe Uzanan Kan Yağmuru, sana göre bu dünyadaki en büyük işkence nedir?”
Hua Cheng’in gülümsemesi soldu ve tapınağa kısa bir sessizlik yerleşti.
Shi Qing Xuan ekledi. “Yanlış anlama, bir art niyetim yok, sadece merak ettim. Çiçeğe Uzanan Kan Yağmuru gibi bir hayalet krala bu dünyada acı çektirebilecek kaldı mı? Belki, böyle bir şey yoktur?”
Hua Cheng de ona sordu. “Sence?”
Shi Qing Xuan düşündü ve tahminde bulundu. “Tonglu Dağındaki Gu Şehri?”
Bu soruyu düşünürken sahiden bu cevabı verecek pek çok kişi vardı. Ancak Hua Cheng sadece belli belirsiz gülümsedi. “Korkulacak bir şey değil.”
Shi Qing Xuan şaşırmıştı. “Değil mi? O zaman ne?”
Hua Cheng’in dudakları kıvrıldı ama kısa bir süre sonra kavis kayboldu. “Söyleyeyim.”
Yumuşak bir sesle devam etti. “Kendi gözlerine hayatta en değer verdiğin kişinin ayaklar altına alındığını ve onunla alay edildiğini görmek ama hiçbir şey yapamamak. Dünyadaki en büyük işkence budur.”
Bunu duyunca Xie Lian nefes almayı bıraktı ve bedeni dondu. Harap Rüzgar ve Su Tapınağında, kimseden çıt çıkmıyordu. Shi Qing Xuan söyleyecek hiçbir şey bulamadı ve ancak bir süre geçtikten sonra bir şeyler diyebildi. “…Aa.”
Ming Yi’nin yüzü hala soğuktu ve ateşi dürttü. “Devam et.”
Shi Qing Xuan kafasını kaşıdı ve elini salladı. “Benden bu kadar. Ming-Xiong sen bir şey sor.”
Bu nedenle Ming Yi hafifçe başını kaldırdı ve Xie Lian’a baktı. “Ekselansları.”
Xie Lian kendisini toparladı ve cevapladı. “Hm?”
Ming Yi sordu. “Hayattaki en büyük pişmanlığın ne?”
Ming Yi normalde sessiz kalır ve konuşmazdı, ama ağzını açtığı anda dudaklarından böylesine ağır, ondan beklenmeyecek bir soru çıkmıştı ve Xie Lian bir anlığına donakaldı.
Tavsiyeleri ve uyarıları dinlemeyişi, ve bencilce ölümlü diyara inişi miydi? Yong An için yağmur yağdırabilecek kadar güçlü olduğunu düşündüren aşırı kibri miydi? Xian Le’yi kurtarabileceğinin hüsnükuruntusu muydu? Yoksa insanları öldürmekteki gönülsüzlüğü müydü?
Bunların hiçbirisi olmadığını biliyordu.
Bir an sonra Xie Lian cevapladı. “İkinci yükselişim.”
Tapınaktaki diğer üç kişi ona bakıyor, konuşmuyorlardı. Xie Lian bir süre daldı ve kendine gelmesi uzun bir süre almıştı, sordu. “Neler oluyor? Millet, sorumu cevapladım.”
Hua Cheng sessizce. “Hiç. Hadi devam edelim.”
Üçüncü turda Shi Qing Xuan ‘iki’, Ming Yi ‘iki’ attı; Hua Cheng ‘altı’ ve Xie Lian yine ‘bir’.
Bunu görünce Xie Lian uzun, uzuuun bir nefes verdi.
Cennet mensuplarının kutsamasıyla, en sonunda kazanmışlardı!
En sonunda Shi Qing Xuan’ın takımım ceza alma sırası gelmişti, ama son derece istekli ve heyecanlıydı, sanki hiçbir şeyden korkmaz gibiydi. “Gelin bakalım! Elinizden geleni yapın!”
Xie Lian gülümsedi. “O zaman, yapacağım. Toprak Ustasından başlayalım.”
Ming Yi’ye döndü. “Lordum lütfen soracağım sorulara düzgünce cevap ver ve lütfen yalan söyleme.”
Ming Yi hiçbir şey söylemedi ve Shi Qing Xuan elini salladı. “Merak etme. Ming-Xiong yalan söylemeyi bile bilmez.”
Xie Lian sırıttı. “Pekala. İlk soru: Ben kimim?”
Shi Qing Xuan şaşırmıştı. “Ekselansları bu nasıl bir soru? Sen sen değil misin? Başka kim olacaksın???”
Soruyu duyunca Ming Yi yavaşça başını kaldırdı ve Xie Lian’ın gözlerinin içine baktı, ardından cevap verdi. “Xian Le Krallığının Veliaht Prensi, Xie Lian.”
Xie Lian başını salladı ve ardından tekrar sordu. “İkinci soru, yanımda oturan kişi kim?”
Bir an duraksadıktan sonra Ming Yi cevap verdi. “Hayalet Şehrin Lordu, Çiçeğe Uzanan Kan Yağmuru.”
Xie Lian tekrar sordu. “O zaman son sorun – yanında oturan kişi kim?”
Shi Qing Xuan’ın kafası gittikçe daha çok karışıyordu. “Ekselansları siz ikiniz ne işler çeviriyorsunuz? Ben mi kimim? Ben Rüzgar Ustasıyım???”
Xie Lian bastırdı. “Toprak Ustası lütfen cevap ver.”
Bu kez Ming Yi hemen cevaplamadı.
Birkaç kez Boş Lafların Efendisiyle karşılaştıktan sonra Xie Lian sahip oldukları büyüleyici bir özelliği fark etmişti: Boş Lafların Efendisi ne zaman konuşsa, üç lafının en az bir tanesi yalan olmalıydı.
Bu özellikleri normal insanların ne kadar sağlıklı veya güçlü olurlarsa olsunlar en azından üç günde bir kez su içmeleri gerektiğine benziyordu, yoksa insan susuzluktan öldürdü ve bu tabiat kişi ne kadar güçlü olursa olsun değiştirilemezdi.
Mesafe Kısaltma Rününü Ming Yi çizmişti, kapıdan en son çıkan da Ming Yi’ydi, bu nedenle eğer birisi bir şey yaptıysa ihtimali en yüksek olan oydu. Bu nedenle Xie Lian elbette ondan şüphelenecekti. Ancak olay yaşandığı sırada Shi Qing Xuan çok sinirlendiği için Xie Lian şüphelerini dile getirememişti, konuşması sadece Shi Qing Xuan’ı daha fazla üzerdi ve bu da Boş Lafların Saygın Efendisinin olumsuz duygularından daha fazla beslenmesini, onları kendi gücüne katmasını sağlardı. Bu nedenle Xie Lian hemen başka bir ihtimal daha bulmuştu. Ama aslında en basit ihtimali hiç düşünmeyi bırakmamıştı.
Her ne kadar genel anlamda Rüzgar Ustası ve Toprak Ustasının son derece iyi bir ilişkisi olsa da, yine de Rüzgar Ustasının, Toprak Ustası taklidi yapan Boş Lafların Saygın Efendisini fark etmesi imkansız olurdu. Ama peki ya Boş Lafların Saygın Efendisi sahiden gizlice Ming Yi’nin yerine geçtiyse?
Bu nedenle ilk başta Hua Cheng’den allem edip kallem ederek Ming Yi’nin laflarını tuzağa düşürmek için onunla birlikte çalışmasını istemişti. Hua Cheng ise ikisi asla konuşmadıkları için, eğer onu tuzağa düşürmeye çalışan kişi o olursa çok yapmacık görüneceğini söylemişti. Neden bir oyun gibi bir şey ayarlayıp önlerine bir fırsat çıkmasını beklemiyorlardı? Ming Yi’nin kendi kendine konuşmasını sağlayıp Rüzgar ve Toprak Ustaları hiçbir şey fark etmeden öğrenebilirlerdi.
Ancak Ming Yi her zaman az konuşan bir adam olmuştu ve hararetli bir tartışmada bile kelimeleri elmas kadar enderdi. Oyun boyunca Xie Lian söylediği her şeyi dikkatle dinlemişti ama söylediği her şey müphemdi, yalan söyleyip söylemediğini anlamanın bir yolu yoktu. En sonunda hile yapması ve Hua Cheng’in yeteneğini ödünç alması gerekmişti, Ming Yi’nin kaybetmesini sağlamak için gizlice zarları kontrol ediyorlardı. Ardından sorulan üç ani soruyla Ming Yi’nin hemen cevap vermek dışında yapabileceği bir şey olmayacaktı.
Hepsi oyun adına yapıldığı için Shi Qing Xuan henüz hiçbir şey fark etmemişti ve onların sadece dalga geçtiğini düşünüyordu, böylece Boş Lafların Saygın Efendisi sinsice yaklaşıp güç emmeye fırsat bulamamıştı. Ancak eğer Ming Yi yalan söyler ve kendisini gösterirse, Xie Lian onu hemen yakalayacaktı.
Boş Lafların Efendisi gibi bir yaratığın üç lafından biri yalan olurdu. Şimdiye kadar Xie Lian iki soru sormuş ve Ming Yi her ikisini de doğru cevaplamıştı. Bunun anlamı eğer Ming Yi Boş Lafların Saygın Efendisiyse son sorusunu yalan söyleyerek cevaplayacağı kesindi.
Çevirmen: Nynaeve
129 notes
·
View notes