Tumgik
#çürümenin menzili
seslimeram · 8 months
Text
Hanemize Hep Mi Keder Yazıldı
Tumblr media
Her şey sakil bir şaklabanlığın esiriymiş gibi davranılırken, hakikatin yıkıcılığı aleni, artık hiçbir yere saklanamayacak kadar yalın bir tahayyülü imliyor. Hiçbir zaman bir iyiliği hiç ama hiçbir zaman tek bir anlığına dahi sulhu var edemeyecek dünya imgesinin koşar adım gittiği istikameti bildirmesi açısından mühimdir işte o şaklabanlık hallerinin gerçek sayıla gelmesi! Tümüyle bir illüzyon içerisinde sanki her şey rutinini var edemiyormuş gibi belli bir sabitimiz var edilir. Gel gelelim azıcık meyil verildiğinde bize gösterilenlerle hakikat arasında dağlar kadar fark vardır. Bu hem söz, hem eylem, hem de her anlamda yaşamsal olanın yerle yeksan edildiği bir düzlemi işaret eder. Her şey ama her bir şey sakil, kötücül gel gelelim hiç affetmeyen bir cerahatle kuşatılırken, şaklabanlıklarla beraber her günün bir kere daha üstesinden gelindiği bildirilir. Gerçekliğimiz tam tersini işaret ederken ekran ve yazılı basının suna geldiği şeylerin yekununda bu cerahat imgesinin, patavatsız bir linç sonu gelmez bir hiddet ve dibine kadar nefretten mülhem suretlerinin imali güncellenir hiç kesintisiz.
Hiçbir biçimde sonlanmayacak bir ihtilaflar düzeninde, yaşamsal olanın artık tastamam hep bir biçimde çarçur edilmesinin yolu ve zeminidir güncellenen. Dur durak bilmeden, esareti, tahakkümü, yıldırıyı ve tecridi imal eden aksiyonun tastamam bir iyilik değil ol kötülüğü eksiksiz var ettiği bir düzlem bugün yöneten katlarını işgal ediyor. Türkiye’nin doğal / endirekt müttefiği olarak bildirilen Azerbaycan’dan son birkaç haftada çıkagelen her türlü şiddet pratiğini bu bağlamda örnekleyebiliriz. Ata toprağı olarak bellenmiş olan bir sahada, gel gelelim bugünün Azerbaycan’ı sınırları içerisinde kalakalmış olan ve hiç aralıksız otuz iki yıldır bir ihtilafa dönüşmüş olan Artsakh / Nagorno Karabağ’dan tehcir olunan 120 bin insan sonrasında bomboş kalan kentleri, çevresini tekrar Azeri’nin kılma halini bir yıldırı, şiddet güzellemesine dönüştüren bizatihi Aliyev efendinin var ettikleri misal bir örnektir. Türettiği, yeniden güncellediği düşman, hain, ayrılıkçı vesair anlamlar, yaftalamaları neticesinde duraksamadan bir cenderenin sineye çekilmesini vaz eder. Hiç ama hiçbir hakkını tanzim etmeyecek olduğu insanlara burada yaşarlar, onlar bizim de vatandaşımızdır diye bildirirken, suç ortakları Avrupa Birliğinden vonderleyen, kendisini var eden Rusputin! Efendiye ol baş amire gerçek yüzünü esirgemeden var eder, binlerce yıllık Stepanakert’i bir kerede Xankendi’ne dönüştürerek. İhtilaf çözümünü, aldığı gazla, pardon arkasında bulduğu devletlerin işbirliği, göz yummasıyla var edebilen bir diktatör için yirmi yıllık iktidarının devamı / daimiliği için Ermenilere saldırmak, onları tehcir edip, kentleri talan ederek, bu defa beşli çete nam en büyük uluslararası şebekelerden birisi olan Türk sermayesine peşkeş çekerek sakil bir iyilik zikredilirken, cerahatle bir kere daha bir menzil kuşatılır. Alın size barış, alın size muteber ülke, yönetim, hayat!
Dönüp dolaşıp bir biçimde bataklığa dönüştürülen, bununla birlikte asla o yıkıcılığın kafi görülmediği, karşılıklı kırımların / kırılmaların var edile geldiği, bir kez olsun hayatın sahiden var edilemediği, hiç muhafaza edilemediği bir İsrail, Filistin, Gazze cephesinde cereyan edenleri de bu denklem içinde anabiliriz. Her şey sakil bir şaklabanlığın esiriymiş gibi davranılırken, hakikatin yıkıcılığı aleni, artık hiçbir yere saklanamayacak kadar yalın bir tahayyülü imler burada da. Netanyahu nam yıkıcı tavır erbabı, elinde kan oturmuş zorba ile 7 Ekim tarihinde İsrail’in modern tarihinde görülmemiş bir kırıma imza atmış olagelen, sivilleri kendisinin başat hedefi addeden Kassam Tugayları / Hamas’ın varlığı ve birlikte eyledikleri bütün o cafcaf dolu cümleleri, yeniden imal olunan sözel yetimi, anlatma çabasını sekteye uğratır. Acının birilerine denk getirilmiş keskin / kati acının hiç doğrudan bir tarifi yoktur.
Yeşil Gazete’den aktaralım: “İsrail, Hamas‘ın saldırısına misilleme olarak günlerdir bombardımanla yerle bir ettiği Gazze‘deki El-Ehli Baptist Hastanesi‘ni bombaladı. En az 500 kişi hayatını kaybetti.
Hastanede bombardımanlardan ötürü yaralananlar ve hastaların yanı sıra binlerce yerinden edilmiş Gazzeli de bulunuyordu. Gazze Sağlık Bakanlığı binlere varan yaralı olduğunu da bildirdi. Çok sayıda insanın enkaz altında bulunduğu belirtiliyor.
Filistin yönetiminin Gazze’deki Medya Ofisi Başkanı Salam Marouf saldırıyı ve kayıpları doğruladı ve İsrail’in savaş suçu işlediğini söyledi. Marouf saldırı sonrasında Şifa Tıp Kompleksi’ne onlarca ölü ve yaralı getirildiğini açıkladı.
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, saldırıdaki kayıplar nedeniyle üç gün yas ilan etti.
Dünyadan tepki yağıyor
Birleşmiş Milletler (BM), hastane saldırısını şiddetle kınayarak, siviller ve sağlık tesislerine yönelik saldırıların sonlandırılması çağrısında bulundu.
AB Konseyi Başkanı Charles Michel saldırıya ilişkin “Çok fazla ölü var. Orada yaşayan insanlar için sahadaki dramatik durumu gösteriyor” dedi.
Mısır Gazze’deki saldırıyı kınanayarak İsrail’i, “toplu cezalandırma politikalarına” derhal son vermeye çağırdı.
Dünya Sağlık Örgütü Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesi’ne yapılan ‘saldırıyı güçlü bir şekilde kınadığını’ açıkladı.
Arap Birliği Genel Sekreteri Ebul Gayt, sosyal medya hesabı X’ten yaptığı açıklamada saldırıyı kınadı; “Hangi akıl hastası, savunmasız insanların olduğu bir hastaneyi kasten bombalar?” dedi. “Arap kurumlarının savaş suçlarını belgelediğini ve suçluların yaptıkları yanına kar kalmayacağını” vurgulayan Ebul Gayt, “Batı bu trajediyi derhal durdurmalı” ifadesini kullandı.
Kanada Başbakanı Justin Trudeau da saldırı için “korkunç ve kabul edilemez” dedi. Trudeau gazetecilere yaptığı açıklamada, “Bir hastanenin vurulması kabul edilemez” diye konuştu.
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesi’ne yönelik saldırıyı şiddetle kınayarak, acil ateşkes çağrısında bulunurken, Kuzey Kıbrıs da Gazze’deki hastane saldırısını kınadı.
Anglikan Kilisesi Lideri Başpiskopos Welby “Bu, masum canların şok edici ve feci bir kaybıdır. Hastaneyi, Anglikan Kilisesi yönetiyordu” ifadelerini kullandı.
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF), İsrail’in Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesini bombalamasını “katliam” olarak niteledi ve bunun “kabul edilemez” olduğunu bildirdi. MSF, X sosyal medya platformundan yaptığı açıklamada, İsrail’in Gazze’de hastaları tedavi eden ve yerinden edilmiş Gazzelilere ev sahipliği yapan hastaneyi bombalaması karşısında dehşete düştüklerini belirterek, “Bu bir katliamdır. Kesinlikle kabul edilemez” ifadesi kullanıldı.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise resmi sosyal medya hesabından paylaştığı mesajda, El Ehli Baptist Hastanesi’ndeki katliamda İsrail Hava Kuvvetleri’nin sorumluluğunu reddetti; İslami Cihad örgütüne işaret etti.
İsrail Ordusu’nun, hastane vurulduğu sırada Gazze’deki ‘teröristlerin baraj halinde roket atışlarının’ hastane yakınından geçmekte olduğunu saptadığını iddia eden Netanyahu, “Elimizdeki değişik kaynaklardan gelen istihbarat Gazze’deki hastanenin vurulmasından İslami Cihad’ın hedefini bulmayan bir roket atışının sorumlu olduğunu gösteriyor” dedi.
İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog da medya kuruluşlarını suçlayarak “Hayat kurtarılması gereken Gazze hastanesinde çok sayıda Filistinliyi, bir İslami Cihad füzesi öldürdü. Hamas’ın ve İslami Cihad’ın yalanlarını yiyen, dünya çapında bir kan iftirasını yayınlayan medya utanç duymalı” dedi.
İslami Cihad’dan yalanlama
İslami Cihad örgütü ise suçlamayı reddetti. Reuters ajansı, İslami Cihad sözcüsünün iddiayı reddettiğini, o saatte Gazze Şeridi’nin Gazze kentinde herhangi bir faaliyeti bulunmadığını belirtti.
Gazete Duvar'dan iliştirelim: "Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Sözcüsü Ravina Shamdasani, BM Cenevre Ofisi'nin haftalık basın toplantısında, 7 Ekim'den bu yana devam eden İsrail-Filistin çatışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
AA'nın aktardığına göre, Shamdasani, işgal altındaki Batı Şeria'da İsrail'in saldırıları, yerleşimci şiddeti ve keyfi gözaltılar nedeniyle insan haklarıyla ilgili durumun hızla kötüye gidişinden son derece endişeli olduklarını söyledi. İsrail güçlerinin Gazze'de devam eden ağır silahlı saldırılarından endişe duyduklarının altını çizen Shamdasani, Gazze'den İsrail'e rastgele roket atılmasından da endişe duyduklarını belirtti.
Shamdasani, Kassam Tugayları'nın 7 Ekim'deki saldırısının ardından Filistinli silahlı gruplarca rehin alınanların derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılması çağrılarını yinelerken, rehin almanın uluslararası hukuk uyarınca yasak olduğunu söyledi.
İşgal altındaki Batı Şeria'da İsrail'in saldırıları, yerleşimci şiddeti ve keyfi gözaltılar nedeniyle hızla kötüye giden insan haklarıyla ilgili durumdan son derece endişeli olduklarını vurgulayan Ravina Shamdasani, "7 Ekim'den bu yana, BM İnsan Hakları Ofisi'ne işgal altındaki Batı Şeria'da İsrail güvenlik güçleri tarafından en az 15'i çocuk ve biri kadın olmak üzere 69 Filistinlinin öldürüldüğü rapor edildi. 6 Filistinli, silahlı yerleşimciler tarafından öldürüldü ve bazı Filistinliler topraklarından zorla çıkarıldı" dedi. Shamdasani, Batı Şeria'da Filistinlilere yönelik keyfi tutuklamaların da arttığını bildirdi."
Dünyanın sakil şaklabanlıklarla vaktini yitirdiği bir zaman diliminde yıkımın tüm o cerahat halinin aralıksız kılındığı bir sahne var edilir bir kere daha. Semavi dinler için kutsal addedilmiş, ortak bir bellek merkezi olduğu zikredilen, İsrail / Filistin toprakları acının bir kere daha fevkalbeşer var edilmesine esir kılınır. 7 Ekim tarihinden bu yana sürgit yinelenen bir şiddet sarmalı, bir taraftan öbürüne süreklilik haliyle cehennemi olan bir tahayyülü biçimlendirir. İnsan yaşamının biricikliği hikaye kılınır. Hamas can alır, insan kaçırır. İsrail, can almanın yanında hayat var etmiş sahaların da k��künü kurutur. Birlikteliklerinin çok uzak olmayan bir ihtimalle danışıklı bir kırıma imza atma adına olduğu muhakkak iken geleceğin o topraklarda çok daha derin acılarla birlikte var edileceği yeniden bina olunur. El-Ehli Baptist Hastanesi’nin hedef alınması neticesinde beş yüze yakın insanın hayatı elinden çalınır. Duraksamayan cerahat, sadece sayılara indirgenmiş bir yıkım halinin devamlılığında barışın artık ehven bile sayılamayacak şart ve koşulları süreğen kılınır. İstikametin acıdan mürekkep bir hale rehineliğinin duraksız istikameti, sonrasındaki kıyametlerin dipnotları her gün haberlerden önümüzde düşmeye devam ediyor, halihazırda. Bir kere daha sığınılan / güvenli liman addedilen hastane ya da dini yapıların ya da sivil yerleşim yerlerinin de bir savaş koşulunda göz ardı edilip alenen yok edilmesi isteminin yolu da yönü de kesintisiz kılınıyor. Olan biten bütün şaklabalıklar, aralıksız İsrail devleti ile işbirliklerini, kapalı kapılar ardındaki pazarlıkları, kesintisiz silah / mühimmat / yazılım vesaire anlaşmalarına dokunmadan yürütülen endişeliyiz çıkışları sıradan insanların hayatlarında tek bir iyi günü var etmeyecektir, etmez de.
Yine geçtiğimiz hafta daha önce 2014 yılında uluslararası haberlerde de geçmiş olan bir tarihsel / uhrevi mekan hedef kılınır. Gazze’deki Rum Ortodoks Hristiyanların kutsal addettiği, dünyanın en eski kiliselerinden Aziz Porfiryus Kilisesi bombalanır. Kilisenin daha öncelerinde de var ettiği gibi insanlara bir sığınak olarak kullanımının önünü almak, bahçesinde bekleşen insanların hayatlarını çalabilmek için Hamas faktörü tek başına yeterli görünür. Düzenin oyun kurucusu sistemin çarklarını ellerinde tutan cerahat erkanı sayesinde kimseleri / birbirlerinden başka hiç kimseleri kalmayan Müslüman, Hristiyan ve inançsızlar için bir kere daha cehennemin kapıları insan eliyle var edilir. Gelsin kınama mesajları, gitsin endişeliyiz bahisleri. Arada Siyonist İsrail kahrolsun mesajları diğer yandan şu ülkeden bahis açarsak, gelecek senenin tatil rezervasyonu paketlerinde bilmem yüzde kaçlık indirimler maksat müşterinin ayağı kesilmesin. Öbür yanda canlar çalınırken, gündelik yaşamın kendi cehennemi süre dururken, çok duyarlıymışız gibi bir sela okumalar, üç günlük yas ilanları. Kenarda köşede iş bitici sermaye taklaları, aman şimdi ağzımızın tadı bozulmasın halleri. Bir yanda Gazze’de var edilen yıkım öte yanda artık bahsi bile açılmayan Kfar Azza başta olmak üzere İsrail’de kalakalmış yerleşim yerlerindeki akıbetler. Tel Aviv’e yağmaya devam eden roketler, Yeruşalayim’in Filistin kısımında kalakalan Hristiyan mahallerinde tacizler, Fetih milislerinin varlığı bildirilerek Filistin’liye kök söktürmeler. Uzayıp giden bir serencam. Düpedüz yalın bir maskaralık hallerdeki yöneten katlarının havanda dövdükleri sudan yansıyan akan kan, heder edilen hayatlar. Düpedüz, bariz bir kırılma eşiğinin ortasında sadece Arabı, Yahudi’yi değil aynı zamanda da dünyanın bu bölgesinde yaşayan halkların hepsinin de kaderini belirleyecek bir mahvetme döngüsü sürdürülüyor. Ağalar, beyler hamasi nutuklarını keserken, hiçliğin ortasında dımdızlak konulmuş sıradan insanların hakikati her türlü riyayı alaşağı etmeye kafi geliyor. Coğrafya kaderiniz diye bildirilirken kederin el birliğiyle imal olunduğu hiç fark edilmesin isteniyor. Dökülen kan, yok edilen bellek, izi kalmasın diye çabalanan hayat dengesi, dur durak bilmeden yinelenen hamaset ile salt iki toplum için değil hemen hemen hiç kimseler için iyi bir gelecek bırakmıyor, kalmıyor. Onca laf, o kadar afaki yıkım karşısında birlikte bir itiraz var edilemedikçe daha çok hayıflanacak modern insan. Geçmişinin yıkıntılarını yüklenip geleceğine koşa duran insan, sorgular mıydınız?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel // Image Credit: “Palestinians carrying belongings flee to safer areas following Israeli bombardments on southern part of Gaza City, Tel al-Hawa neighborhood [Ali Jadallah/Anadolu] – Al Jazeera
2 notes · View notes
dogumgunumesajlari · 7 years
Text
İşyeri Sözleri
Yönetmek sadece başkalarını motive etmektir. Le Lacocca
Motivasyon, insanların onlardan yapmalarını istediğiniz şeyi, siz istediğiniz için değil, kendileri istedikleri için yaptıklarını düşünmelerini sağlamaktır. Dwight D.
Dünyada değişmesini istediğiniz ilk şey kendiniz olmalıdır.  Mahatma Gandi
Başkalarının neler yaptığının farkında olmanız, çabalarını alkışlamanız, başarılarını takdir etmeniz ve arayışlarında onlara yardımcı olmanız gerekir. Hepimiz birbirimize yardım edersek herkes kazanır. Jim Stovall
Tek yol doğru yoldur. Robert Frost
Hayatta yapmanız gereken tek şey çok az şeyi yanlış yapmaktır. Waren Buffet
Yüceliğe yaptığınız yolculuğunuza her zaman konsantre olmalısınız. Les Brown
Hayatın bizlere sunduğu en büyük ödül, buna değecek bir işte çok çalışma şansıdır. Theodore Roosvelt
Açık bir zihnin olduğu her yerde mutlaka umut olacaktır.  Charles F. Kettering
Bir işi yapabileceğinizi düşünseniz de yapamayacağınızı düşündeniz de haklısınız. Henry Ford
Ya rüyalarınızı değiştirmeli ya da yeteneklerinizi artırmalısınız.  Jim Rohn
İşini sevmeyeni işi de sevmez. William Hazlitt
Kazananlar yaptıkları işi seyredip keyif almaya zaman ayırırlar. Çünkü dağın zirvesinden baktıkları manzarayı o kadar heyecan verici yapanın dağın yüksekliği olduğunu bilirler. Denis Waitley
Bu öykü, HERKES, BİRİSİ, HERHANGİBİRİ ve HİÇ KİMSE adlarında dört kişiyle ilgilidir. Yapılması gereken önemlibir iş vardı ve HERKES bu işi BİRİSİ’nin yapacağından emindi. BİRİSİ buduruma sinirlendi çünkü iş, HERKES’ in işiydi. HERKES, işi HERHANGİ BİRİ’ninyapabileceğini düşünüyordu. Fakat HERKES’ in o işi yapamayacağını HİÇ KİMSE anlamamıştı. Sonuçta HERHANGİ BİRİ’nin yapabileceği bu işi HİÇ KİMSE yapmadığından HERKES,  BİRİSİ’ni suçladı.  Yiba Glass 
Liderler, motivasyonu kendileri yaratmazlar, yalnızca kilidini açarlar.  Gardner
İşi doğru yapana yönetici; doğru işi yapana lider denir.  Warner Bennis
Bir liderin başlıca fonksiyonu, ümitleri canlı tutmaktır. John W. Gardner
Alın yazınızı sadece alın terinizle silebilirsiniz.  Halil Cibran
Paslanacağımıza, yıpranalım!  R. Camberlang
Daha iyi olmaya çalışmayan, iyi olarak da kalamaz." Oliver Cromwell
Pek çok insan diğerlerinin boşa harcadığı zamanı kullanarak öne geçer. Henry Ford
Keskin bıçak olmak için çok çekiç yemek gerekir.   Türk Atasözü
Pek çok iyi çalışma birazcık daha yapılmadığı için boşa gitmiştir. E. M. Harriman
Asla umutsuzluğa düşmeyin ama eğer düşerseniz,  umutsuzca çalışmaya devam edin. Edmund Burke
Hiç kimse başarı merdivenine elleri cebinde tırmanmamıştır. J. Keth Moorhead
İnsanlar, benim ustalığımı elde etmek için ne kadar sıkı çalıştığımı bilseler, onun o kadar hayret edilecek bir şey olmadığını anlarlardı.  Michelangelo
Sıkı bir çalışmanın yerini hiçbir şey alamaz. Deha yüzde bir ilham ve yüzde doksan dokuz terdir. Thomas A. Edison
Ne kadar çok çalışırsanız o kadar çok şanslı olursunuz.  David Thomas
Dünya herkese yetecek büyüklükte. Onun için, başkasının yerini kapmaktansa, çalışarak gerçek yerinizi bulun. Charlie Chaplin
İşleyen demir ışıldar.  Türk Atasözü
Çalışmak, üç büyük eksikliği uzaklaştırır; can sıkıntısını, kötü alışkanlıkları ve yoksulluğu.  Voltaire
İnsanoğlu için en kutsal ibadet; çalışmak, doğruluk ve insan sevgisidir. Hacı Bektaş-i Veli
Hiçbir şeye ihtiyacımız yok, yalnız bir şeye ihtiyacımız vardır; çalışkan olmak. Mustafa Kemal Atatürk
Sevdiğiniz mesleği seçin. Böylece bir gün bile çalışmak zorunda kalmazsınız.   Konfüçyus
Hiçbir şey, tamamlanmamış bir görevi sürdürmeye çalışmak kadar zor ve yorucu değildir.  William James
Çalışmak hayat, düşünmek ışıktır.    Victor Hugo
Devler gibi eserler bırakmak için karıncalar gibi çalışmak lazım.  Necip Fazıl Kısakürek
Deha bir işe başlamak için gereklidir. Ancak o işi bitirmek için çalışmak şarttır. Joseph Joubert
Dünyada kesin olan tek şey geçmiştir; fakat üzerinde çalışmak zorunda olduğumuz her şey gelecektir.  Auguste Comte
Eğer bir insan, hem çalışkan hem akıllı ise takdir et; çalışkan fakat akıllı değilse dikkat et; akıllı fakat tembel ise ikaz et; hem akılsız hem tembel ise terk et.   Hacı Bektaş-i Veli
İnsanın kanadı, gayretidir.  Mevlana
Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır! Durmak zamanı geçti çalışmak zamanıdır.  Tevfik Fikret
Kendini yönet, dünyayı yönetecek gücü bulabilirsin.  Platon
Liderlik, yapılmasını arzu ettiği şeyi, sanki kendileri arzu ediyormuşcasına başkalarına yaptırabilmektir.   Eisenhower
Kaptanın, karşılaştığı fırtınalara değil, gemiyi limana getirip getirmediğine bakılır.  William McFee
Orkestrayı yönetmek isteyen, sırtını kalabalığa dönmelidir.  James Crook
Doğruluk ve sorumluluk sahibi kimse lider olmaya layıktır.    Marcus Tullius Cicero
Toplumsal gelişmenin de, çürümenin de temelinde, yöneticilerin tavırları yatar. M. K. Atatürk
Arkadan önderlik edin... Bırakın diğerleri önde olduklarını sansınlar.   Nelson Mandela
Başkalarını yönetmek isteyen insan, her şeyden önce kendisinin ustası olmalıdır.  Robert Burton
Sakin bir denizde, herkes kaptan kesilir.   John Ray
Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için.  Alexandre Dumas
Bir liderin büyüklüğü: İnançlarının derinliği, Heveslerinin yüksekliği, Görüşlerinin genişliği ve sevgisinin menzili ile ölçülür.  D. N. Jackson
Bilmeyen ve bilmediğini bilen çocuktur, ona öğretin;
Bilen ve bildiğini bilmeyen uykudadır, onu uyandırın;
Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen aptaldır, ondan sakının;
Bilen ve bildiğini bilen liderdir, onu takip edin.   Çin Atasözü
Bana hayır diyenlere şükran duyuyorum, hayatta kendim ne başardımsa onlar sayesinde başardım. Albert Einstein
Dünyayı değiştiremiyorsan, dünyanı değiştirirsin. Hepsi bu. Stefan Zweig
Bütün mesele, büyük görünmek değil, gerçekten büyük olmaktır.  Beethoven
Başarı, kişinin başlangıç noktası ile ulaştığı yer arasındaki farktır. Sweet Marden
Dün yaptığınız şey size hala çok iyi görünüyorsa, bugün yeterli değilsiniz demektir.  Earle Wilson
Başarısızlık, daha zekice başlama fırsatından başka bir şey değildir. Henry Ford
Başarı, cesaretin çocuğudur.  Benjamin Disraeli
Hiç kimse başarı merdivenine elleri cebinde tırmanmamıştır.  J. Keth Moorhead
Yeteri kadar nedeniniz varsa, her şeyi yapabilirsiniz. Jim Rohn
Ben bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem.O işe neler mani olur diye düşünürüm. Engelleri ortadan kaldırdım mı iş kendi kendine yürür.  M. K. Atatürk
Başarı çoğu zaman doğru yolda atılmış yanlış bir adımla gelir. Einstein
Başarısızlığın formülü herkesi mutlu etmeye çalışmaktır. Herbert B. Swope
Başarı mı? Başarı tamamen şansa bağlıdır. İnanmıyorsanız başarısız insanlara sorun…!    Earl Wilson
Başarı hazırlığa bağlıdır ve hazırlık olmadan başarısızlıkların ortaya çıkması kesindir.  Konfuçyüs
Hayatta başarılı olan kişi daima gerekenden fazlasını yapan ve bunu yapmayı sürdürebilendir. Richard Denny
Başarı insana belki çok bir şey öğretmez, fakat başarısızlık çok şey öğretir.Çin Atasözü 
Mükemmeli yakalamaya çalış, o zaman başarı zaten seni kovalar. 3 Idiots
A'yı hayatta başarı olarak tanımlayalım. O zaman a=x+y+z.  X çalışmaktır, Y oyundur, Z ise çeneyi tutmasını bilmektir.     Albert Einstein
Başarı istediğini elde etmektir. Mutluluk ise elde ettiğini sevmektir.   La Fontaine
En büyük başarı hiçbir zaman düşmemekte değil, her düşüşünüzde tekrar ayağa kalkabilmektir. Konfüçyüs
Dünyanın gördüğü her büyük başarı, önce bir hayaldi. En büyük çınar bir tohumdu, en büyük kuş bir yumurtada gizliydi.   Edgar Allan Poe
Büyük insanların başarı öykülerini okurken ilk zaferlerini kendilerine karşı kazandıklarını görmüşümdür. Hepsinde de öz disiplin başta geliyordu.     Harry Truman
Yapabileceğimiz şeyleri yapmaya başlarsak, kendimizi hayretler içinde bırakacak sonuçlar alırız. Edison
Eğer insanlar hiç aptalca şeyler yapmasaydı, akıllıca işler yapılamazdı.  Ludwig Wittgenstein
Güneşin sana ulaşmasını istiyorsan gölgeden çık.  Konfüçyüs
Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret edemeyince insan, okyanusu keşfedemez.  Andre Gide
Bir işe girişmek için iyi bir gerekçemiz yoksa, ona başlamamak için iyi bir nedenimiz var demektir.     W. Scott
Açılmamış kanatların büyüklüğü bilinmez.  Andre Gide
Akıllı köprü arayıncaya kadar, deli suyu geçer.  Türk Atasözü
Yaptığınız şeyler için duyduğunuz pişmanlık zamanla geçer; ne var ki, yapmadığınız şeyler yüzünden duyulan pişmanlığın çaresi yoktur.  Sydney J. Haris
Binlerce kilometrelik bir yolculuk tek bir adımla başlar.   Çin Özdeyişi
Yarın bambaşka bir insan olacağım diyorsun. Niçin bugünden başlamıyorsun?  Epiktetos
Tarih, arzularını ve amaçlarını gerçekleştirmeye çalışan insanların eylemlerinden başka bir şey değildir. Karl Marx
İşin en önemli parçası başlamaktır. Platon
Yalnız yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.  Moliere
Yeniden başlamanın tek yolu bırakılmış bir işe tekrar başlamaktır. Jolman Portland Chase
Hayatın hedefi bilgi değil, eylemdir.  Thomas Henry Huxley
Kötü bir döneme girdiğinde ve her şey sana karşı gibi göründüğünde, bir dakika bile dayanamayacakmışsın gibi geldiğinde, SAKIN PES ETME! Çünkü işte orası 'gidişatın' değişeceği yer ve zamandır.  Mevlana
Durmadan devam ettiğiniz sürece, ne kadar yavaş gittiğinizin bir önemi yoktur. Konfüçyüs
Kaybolmazsak, asla yeni bir yol bulamayız.  Joan Littlewood
Yapılamayacak Gibiyse Yap! Yapmazsan, Var Olamaz.  Paul Arden
Aslında zor olduğu için cesaret edemediğimiz şeyler, biz cesaret edemediğimiz için zordur. Seneca
Daha önce hiç sahip olmadığın bir şeye sahip olmak istiyorsan, daha önce hiç yapmadığın bir şey yapmalısın.  Nossrat Peseschkian
Sen yolunda yürü... Bırak ne derlerse desinler... Dante Alighieri
Dünyanın düşleyenlere de ihtiyacı var, yapanlara da. Ama düşlediğini yapanlara daha çok ihtiyacı var. S. Breathnach
Gideceğiniz yeri bilmiyorsanız vardığınız yerin önemi yoktur.  Peter F. Drucker
Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince öbürleri de yanlış gider. C. Brund
Amacı olmayan gemiye hiçbir rüzgar yardım etmez. Montaigne
Eğer yürüdüğünüz yolda hiçbir engel yoksa, o yol sizi hiçbir yere götürmez. G. B. Shaw
Başarı için plan yapmıyorsanız, o zaman hükmen başarısızlığı planlıyorsunuz demektir. Townsend
Nasıl’ı bilenin daima bir işi olur. Niçin’i bilen, daima kendi işinin patronu olur.  R. W. Emerson
Para asla bir fikri harekete geçirmez; parayı harekete geçiren fikirdir.  W. J. Cameron
Girişimci; soğuk ve profesyonel iş ortamlarında yaşayamayan tropik bir çiçeğe benzer. Deaver Brown
Tek başına olan bugün yola çıkabilir; ama bir başkasıyla seyahat edecek olan, diğeri hazır olana kadar beklemek zorundadır ve ikisinin de hazır olması çok uzun zaman alabilir. Henry David Thoreau
Başkalarının, yapamayacağınızı iddia ettikleri şeyleri sadece bir kere yapın!Bir daha onların söylediklerini dikkate bile almak zorunda kalmazsınız.  James R. Cook
Bu dünyada başarıya ulaşan insanlar istedikleri şartları yakalayan insanlardır. Eğer onları bulamazlarsa, kendileri yaratırlar. Bernard Shaw
Yeni bir keşif için yeni yerler değil yeni gözler gerekir.  M. Proust
Hata değil, çare bulun.  Henry Ford
Umut olmayan yerde girişimcilik de olmaz!  Samuel Johnson
Reddedilmeye olan dayanıklılığı sadece reddedilerek kazanabilirsiniz. Girişimciyseniz deriniz hızla kalınlaşır.  James R. Cook
Bu dünyada ayakta kalabilenler yataktan kalktığı andan itibaren istedikleri koşulları arayan ve bulamadıkları taktirde onları yaratanlardır.  George Bernard Shaw
Kendi kendiniz için çalışıyorsanız ya bir öncü olursunuz ya da aç kalırsınız.  John Willard Marriot
Bu hayatta zamanınız kısıtlı, bu yüzden onu başkalarının hayatını yaşayarak harcamayın. Başkalarının düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşama dogmasına takılıp kalmayın. Başka insanların fikirlerinin gürültüsünün kendi kalbinizin sesini duymanızı engellemesine izin vermeyin. Ve en önemlisi kalbinizin ve sezgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun. Kalbiniz ve sezgileriniz ne yapmak istediğinizi bilirler. Bunun dışındaki her şey teferruattır.  Steve Jobs
Dünyayı değiştirenler, ancak bunu yapabileceklerini düşünecek kadar çılgın olan insanlardır. Steve Jobs
1 note · View note
seslimeram · 2 years
Text
Hayat Sansürlenirken!
Tumblr media
Çürüten bir ülke tezahürü dört bir yanı sarmalıyor. Hayatın hep olduğu gibi var edilmeye çalışılan bir döngünün / mesel olmasının yerle bir edilmesi haline eklenenlerle birlikte ol çürüme nesnel kılınıyor. Cerahat var edilirken, iktidar ve payandalar, muhalefet denilenle yancıları birlikte / beraberce cürmün istikametini bina ediyor. Çürüme bir hakikatin özünü teşkil ediyor. Umudun zayi olunduğu yerde hayatın abecesi çalınırken var edilenler bu hal şu çürüme meselesini manidar bir hakikat bahsine lehim ediyor artık. Bütün var edilenleri bir kerede tek bir güne sığdırılan halleri / taarruzları göz önüne getirdiğimiz vakit alenen var edilmiş çürümenin nasıl savunulan bir mesele dönüştürüldüğü kendiliğinden ortaya saçılıyor. Yirmi birinci yılını idrak eden iktidar tahayyülünün var ettiği daraltma hallerini bütünüyle zorbalıkla biçimlendirilen köşeye kıstırıp tüketme halini, içten içe var edilmiş o demokrasiyi hiç kılma çabasını birlikte ele aldığınızda memleketten geriye de hiçbir bahsi açmak söz konusu olmuyor. Dönüp dolaşıp varacağınız yer tastamam çürümenin, çürüten hallerin yekununda debelenen bir ülke oluyor.
Dezenformasyon yasası nam yasa tasarısının yürürlüğe her gün kademe kademe azar azar girdiği bir zeminde mutlak itaat adına çürüten / öğüten ve yerip durdukça daha beterlerine zemini yoklayan bir iktidar pratiği hayatı kuşatır. Bodoslamadan atılan manşetler tümüyle doğrudan müdahaleler, ekranların neredeyse yüzde doksanı, yazılı basının ise handiyse ol yüzde seksenini elinde tutan bir makam, yapı, mekanizma dahasına çaba sarf eder. Sözün önüne yepyeni setler çekilir. İletişim Başkanlığı nam yapının bir dezenformasyon bülteni titriyle yayına başlayacağı duyurulur. Orwell’in 1984’ünü bir kılavuz gibi ismi yeni diye anılan bu sahnede mot-a-mot kullanmanın bir başka tezahürü var edilir. Yalanın hakikate dönüştüğü, hakikatin yalan ve yanlışlardan devşirildiği bir zemin çabasına düşülendir. Hiç eksik gedik olmaksızın, kalmadan kuralın kaidenin hiç edildiği bir zemin var edilir. Bütün mesele o çürüten / yutan / yok edene dair hiçbir sorgu var edilemesin diye var edilenlerin yekunudur işte hamle, işte çaba. Durmak yok yola devamın figüratif yansısı bu taarruz hal ve istemini sürekli kılmaktır. Çürütme bu bahislerin ortasında bir aşamadır. Peyderpey var edilmiş olan cürümle bütünleşik gayretler, yasa görünümlü kanunları ezerek, biçerek, tahakkümü aralıksız imal ederek, rıza üretimini ters köşelerden var ederek kurumsallaştırılır.
Bir hak arama menzili olan meclisin bugünkü halini Mezopotamya Ajansından aktaralım, bir örnek olarak. “HDP Parlamento Grubu, milletvekilleri Habip Eksik ve Sait Dede’nin uğradığı polis şiddetini Meclis Genel Kurulu’nda protesto etti. Meclis Başkanvekili Haydar Akar, saldırıyı kınamak yerine Genel Kurul’a ara verdi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Parlamento Grubu, Iğdır Milletvekili Habip Eksik ve Hakkari Millletvekili Sait Dede’ye yönelik polis saldırısını Meclis Genel Kurulu’nda protesto etti. HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Rüştü Tiryaki, seçilmişlere yönelik iktidar eliyle teşvik edilerek sistematik hale gelen kolluk şiddetinin, kurumsallaşmış hesap sorulamazlık pratiğinin önüne geçilmesi, etkin bir soruşturma ve kovuşturma mekanizmasının sağlanması amacıyla Meclis Araştırması açılması için önerge verdi.
Tiryaki, kürsüye Habip Eksik’in hastane fotoğrafının yer aldığı dövizle çıktı.
Dövizlerle Protesto
Tiryaki’nin konuşmasının sonunda HDP’li vekiller de ellerindeki dövizlerle kürsüye geldi. Konuşmasını sürdüren Tiryaki, “Ali Kenanoğlu İstanbul’da polis şiddetine maruz bırakıldı. Hüseyin Kaçmaz vekilimizin polis şiddetinde parmağı kırıldı. Son olarak Habip Eksik’in bacağı kırıldı. Kimse buradan bir söz söylemedi. Neden? Çünkü polis şiddetinin arkasındaydı siyasi iktidar. Tersine bu iktidarın atadığı vali, ‘bu milletvekili kendini yere attı’ dedi. Bir milletvekilinin bacağını kıranlar hakkında soruşturma başlatmak yerine, milletvekilimizi suçladı. Milletvekilimiz burada Ankara’da şehir Hastanesi’nde yatıyor. Tek bir taneniz milletvekilimize geçmiş olsun dediniz mi? Aynısı size yapılsaydı buradan tepki gösterirdik” dedi.
Meclis Başkanvekili Ara Verdi
Bu sırada Meclis Başkanvekili Haydar Akar, saldırıyı kınamak yerine HDP’li vekillerin protestosunu engellemek için Genel Kurula ara verdi. Milletvekilleri de, “Susmak onaylamaktır”, “Meclisi duyarlılığa çağırıyoruz”, “Polis devletine hep birlikte hayır diyelim”, “Milyonların iradesiyle seçilmiş vekillere saldırı, halka saldırıdır, sessiz kalmak onaylamaktır. Sesinizi yükseltmiyorsanız onay veriyorsunuz” diyerek, susan vekillere tepki gösterdi.
Akp’li Aydemir’den ‘Bireysel Vaka’ Savunması
Genel Kurul, verilen ara ardından devam ediyor. AKP’li Pakize Mutlu Aydemir, şiddeti kabul etmediklerini söyledi. HDP’li vekillerin polis şiddetine uğramasını ise Aydemir, “bireysel vaka” olarak değerlendirdi. Aydemir, PKK’nin eylemlerini sıralayarak, polis şiddetini savundu.
Oluç: Akp Şiddetin Arkasında Duruyor
Söz alan HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, “Mersin’e karşılık polis Habip Eksik’in bacağını kırdı, bizde arkasındayız diyorsunuz. Kolluğun vekile şiddet uygulamasını savunuyor sizin grup. Bir milletvekiline saldırıyı savunmak, yarın öldürülmesini de kabul etmektir. Bu meselenin ne ‘Diyarbakır Anneleri’ ne de Mersin ile alakalıdır. Kınarsanız demokratik siyaseti savunursunuz, kınamazsanız şiddeti savunursunuz. AKP şiddetin arkasında duruyor. Biz bunu anladık, Kürt halkı da anladı” diyerek tepki gösterdi.
Genel Kurul devam ediyor.” Çürüten bir ülkenin tezahürü anlık var ediliyor artık. Ne sual ne sorguya yer bırakılıyor. Altı milyonun üstündeki insanın irade beyanı ile meclise taşınan Halkların Demokratik Partisi vekillerine yönelik şiddet pratikleri artık günbegün bir işkence halini ihtiva ederek sokağa taşınıyor. Sokağın var ettiği seslenişi, irade beyanı ve beraberindeki demokratik ülke tahayyüllerine kulaklarını çoktandır kapatmış bir erkanı devletlinin suna geldiği yegane şey, sözünü savunmak isteyenlere karşı linç olarak çıka geliyor artık. Vekil tartaklanması, itilip kakılmasının üstüne bir de linç etmeler, bir defa daha sokağa inmiş işkenceye rehin kılmalarla bir ülkede adalet / eşitlik / hürriyet bahisleri ve kavramları çöpe basılır. Hayatiyet arz edene, meşrutiyet ilanındaki gibi göreceli bir hal demokrasi, halkın birbirini nihayet duyabilmesi gailesinin temelleri atıldığı bir toprağın her ne şekilde olursa olsun o tahayyülün dahi kıyısına bir daha varamadığı yerin gerçekliği meseledir. Kavramlar çöp kılınırken, asırlık demokratik ülke pratiğinin de aslen hiç var edilemediği bir yerin simgesel değil doğrudan aksi yansır. Bir kere daha bir vekilin / bir irade temsilinin hedef kılındığı, bunun da üstünün alenen örtbas edilmeye çalışıldığı zeminde demokrasi kenar süsü olarak dahi var edilemeyendir, farkında mıyız!
Bianet’ten Hikmet Adal’ın haberini aktaralım: “İktidarın ‘dezenformasyon yasası’ olarak adlandırdığı, kamuoyunda ise ‘sansür yasası’ olarak bilinen 40 maddelik kanun teklifi Meclis Genel Kurulu’ndan AKP-MHP oylarıyla geçti.
Gazetecilerin ve sosyal medya kullanıcılarının hayatlarını büyük oranda değiştirecek yasa iki bölüme ayrılıyor. İlk bölümünde internet haber sitelerinin süreli yayın olarak tanımlanması, basın kartı ile ilgili düzenlemeler ve gazetecilerin özlük hakları var.
İkinci kısımda ise “yalan haber” ve “dezenformasyonla mücadele” gerekçesiyle Türk Ceza Kanunu’na “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” başlığıyla yeni bir suç ekleniyor. Bu ekleme dezenformasyona 1 ile 3 yıl arasında hapis cezası öngörüyor.
İnternet haber siteleri artık 'resmi birer gazete'
İlk 28 maddeyle internet haber siteleriyle, basın kartına ilişkin hususlar 5187 sayılı Basın Kanunu'nun kapsamına alındı. İnternet haber siteleri de süreli yayın sayıldı.
Basın kartı, basın kartı verilecek medya mensupları ve enformasyon görevlileri, basın kartı düzenleyecek olan İletişim Başkanlığı ve basın kartı başvurularını değerlendirecek olan komisyon yeniden tanımlandı.
Basın Kartı Komisyonu 19 üyeden oluşacak. Komisyonda sadece meslek örgütlerini temsilen iki temsilci olacak. Basın kartları İletişim Başkanlığınca iptal edilebilecek. Ayrıca basın kartı sahibinin, basın ahlak esaslarına aykırı davranışlarda bulunması halinde Basın Kartı Komisyonu kararıyla kart iptal edilebilecek.
Haberdeki değişiklikler gösterilecek
İnternet haber sitelerinin iletişim bilgilerini kolaylıkla erişilebilir bir biçimde paylaşması da zorunlu hale getirildi. İnternet haber sitelerinde bir içeriğin ilk kez sunulmaya başlandığı tarih ile sonraki güncelleme tarihleri, her erişildiğinde değişmeyecek şekilde içeriğin üzerinde belirtilecek.
Yayım durdurma cezası internet haber siteleri tarafından uygulanmayacak. Cumhuriyet Başsavcılığı 2 hafta içinde eksikliğin giderilmesini veya gerçeğe aykırı bilgilerin düzeltilmesini internet haber sitesinden isteyebilecek. İstemin 2 hafta içinde yerine getirilmemesi durumunda Cumhuriyet Başsavcılığı internet haber sitesi vasfının kazanılmadığının tespiti amacıyla asliye ceza mahkemesine başvuracak. Başvurunun kabul edilmesi halinde internet haber siteleri için sağlanacak resmi ilan ve reklam ile çalışanlarının basın kartına ilişkin hakları ortadan kalkacak.
Haberler 2 yıl saklanacak
İnternet haber sitesinde yayımlanan içerikler, gerektiğinde talep eden Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilmek üzere doğruluğu ve bütünlüğü sağlanmış şekilde 2 yıl süre ile muhafaza edilecek.
Haber siteleri için de ‘tekzip’ süreci başlayacak. Tekzip yazıları değiştirmeden yayımlamak zorunda olacak. Tekzip metinleri ilk 24 saati ana sayfada olmak üzere bir hafta süreyle yayımlanacak.
Bunun yanında Basın İlan Kurumu internet haber sitelerine resmi ilan ve reklamlar verebilecek.
Dezenformasyon artık suç
Yasayla TCK'ye “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” başlığıyla yeni bir suç eklendi. Ancak madde kapsamı muğlak bırakıldı.
Halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak suç sayıldı. Aynı şekilde ülkenin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini, genel sağlığını ve kamu barışını bozmak da artık suç. Gerçeğe aykırı bir bilgiyi bu şekilde yayan kişi 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak.
Bilgi anonim olarak dolaşıma sokulmuşsa ve bir örgütün faaliyeti çerçevesinde yayınlanmışsa ceza yarı oranda arttırılacak. Cezalar temyiz edilebilecek.
Sosyal medya şirketleri tüm bilgileri verecek
Sosyal ağ sağlayıcının Türkiye’deki temsilcileri TCK’de yer alan, ‘çocukların cinsel istismarı’, ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’, ‘devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma’, ‘anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar’, ‘devlet sırlarına karşı suçlar’ ve ‘casusluk’ suçlarına konu internet içeriklerini oluşturanlar veya yayanların bilgilerini mahkemelerce talep edilmesi halinde adli makamlara verecek.
Sosyal medya platformları yargı mercilerinin bilgi taleplerine süresinde ve doğrudan cevap verecek. İstenilen bilgileri zamanında vermeyen platformlara ceza kesilecek.
Sosyal ağ sağlayıcı, ‘kişilerin can ve mal güvenliğini tehlikeye sokan içeriklere’ karşı içeriği oluşturana ilişkin bilgileri kolluk birimleriyle paylaşacak.
Whatsapp, Telegram, Signal gibi anlık mesajlaşma uygulamaları Türkiye’de şirket kuracak. Ayrıca Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), sosyal ağ sağlayıcısından kurumsal yapı, bilişim sistemleri, algoritmalar, veri işleme mekanizmaları ve ticari tutumlar dahil her türlü açıklamayı talep edebilecek.
Sosyal ağ sağlayıcıları Türkiye’deki aktif bireysel ve kurumsal kullanıcı sayısını, sesli arama sayısı ve süresini, görüntülü görüşme sayısı ve süresini, anlık mesaj sayısını belirlenecek periyotlarla BTK’ye bildirmekle yükümlü olacak.
Şirketler uymazsa engellenecek
Düzenlemelerde öngörülen yükümlülükleri yerine getirmeyen veya yetkilendirilmeksizin hizmet sunanlara 1 milyon TL’den 30 milyon TL’ye kadar idari para cezası kesilecek.
İdari para cezasını süresinde ödemeyen ve kendisine yapılan bildirimden itibaren altı ay içerisinde öngörülen yükümlülükleri yerine getirmeyen sosyal ağ sağlayıcılarının internet trafiği bant genişliği yüzde 95’e kadar daraltılacak.”
Provokatif bir söylem yığını içinde devlet / devletli kendi abecesini yeniden bina ediyor. O mutlak, kati, kesin iktidar için elzem olan, öncelikli kıldığı teslimiyet adına her gün bir hal, biteviye cerahat yinelenirken, cürüm istikamet belirteci kılınıyor. Yol da, yordam da, çözüm de toptan zayi ediliyor. Naylon demokrasi tahayyülü, pembe hayat imgesinin nasıl da boşa düştüğü bulunmasın, bilinmesin istenir. Hayatın bu sahnedeki tahayyül ve bütün o pratikleri bu yansıyan, temellendirilen engellemelerle, göz dağı uygulamalarıyla adı ve sanıyla linç edilmek istenir. Durum içler acısıdır. Tümden yerleşik kılınmış bir olgu ile ol dezenformasyon titrinin ardına sığınarak, zaten kötürüm olan demokrasinin artık seçimler veyahut da herhangi bir olay öne sürülerek sessizliğin daim kılınması çabasının her neresi elle tutulabilir bir hamledir ki? Goebbels’in izlerini takip eden, süreğen kılınmış yalanları öne sürerek, yeniden imal ederek, kitleleri maniple edip, en olmadık riyayı var ederken bir yandan, öte yandan hakikati hep tersinden işleyerek hangi gün söz konusu olabilir ki. O gün her nasıl iyi olabilir, her nasıl bu ülkede demokrasi, adalet, hayat hakkı, eşitlik ve daha açık tanımıyla müşterek bir hürriyet tahayyülüne yer bırakılabilir ki! Var edilenlerin utanç vesikalarına her gün yeni eklemeler var edilirken, toplumun sessizliğe biat etmesini temin etmek adına yepyeni taarruzlar bina ediliyor, kesin bilgi.
Çürüten bir ülke tezahürü dört bir yanı sarıyor. Yönlendirme, işaret ve işaretleyici hamle ve kanun görünümlü uyaranlarla birlikte bir ülkedeki müşterek söz hakkı talan ediliyor. Ne bir derde dair bahis açmak mümkün kılınıyor. Ne hangi mesel için hangi cümlenin ya da cümlelerin var edildiğinin bir önemi kalıyor. Geriye töz kalmasın diye usa saldıran bir zorbalık, her şeyi inkar eden meşum devlet aklının bir başkası çıkageliyor. Aralıksız artık gizlemeye hacet olmadan, madun siyasetin son yirmi bir yılını şekillendiren akıl, toptancı bir zihniyetle, konuşmanın, düşünmenin, düşlemenin, itiraz etmenin ve bir dolu şeyin daha önünü almaya çalışıyor. Daha önceki internet kısıtlamaları, filtrelemeler, kelimelerin önüne kurulan setler, yepyeni aşılmaz güvenlik duvarları, engellemeler, nihayetinde daha da belirgin hamleler silsilesi kafi görülmediğinden, geldiğimiz “dezenformasyon” yasası ile söz bir kere daha sekteye uğratılmak isteniyor. Böyle bir girdabın içinde sadece ve salt bir biçimde devletlinin uygun gördüğü dayatmaların “ortak görüş” olduğu yanılsamasına devam olunuyor. Bir bu talep olunuyor. Ezerek, biçerek, sınırlandırarak, sonsuz bir baskı iklimini her gün yeniden “demokrasi var” bu ülkede bahsinin ardına saklanarak kuragelen bir iktidar tahayyülü elinde söz hiç edilmek isteniyor. Kaçıncıdır bu taarruz. Dahası ilerisi hepten karanlık kılınmak istenen bir eylem çabasının / kanun / nizam belirtecinin varlığı söz konusuyken, hayatın meseli ne olacaktır? Böyle bir toplamda, bunca yok saymalar ve sürekli inkarla, her şey yalan, kolpa, iddia denilerek hangi yara örtülebilir ki, yara, bere her yanı sarıp sarmalamışken, sahiden? Gündelik dertlerin yekununa eklenmiş olagelen her yeni edim ile nefes almak zorlaşıyor. Buna da alışacak mısınız, iyi midir böyle bir hal bu katran karanlığı, sorgular mısınız? Hayat sansürlenirken, var olan kıyım dört bir yanı, her günü zapturapt altına alırken, demokrasi hiç, söz naçar, kelam lal kılınmaya bir hışım çabalanırken, o karanlığı sorgular mısınız?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Gazeteci Eyleminden Bir Kesit – Türkiye İşçi Partisi
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Bir Ülke Çürürken...
Tumblr media
Çürümenin bir emare, yanılsama, teferruat ya da mübalağa değil doğrudan hakkaniyetin ta kendisi kılındığı bir zemindeyiz. İlerlemenin, atılım ve gelişimin, medeniyetin bariz laf kılındığı, hak ve hukukun kof, eşitlik, hürriyet ve demokrasinin pespaye bir tahayyülün ta kendisine eşitlendiği bir zeminde çürüme var edilmiş yegane istikamettir. Bugünün tüm o yeni ülkesinin fecaat ve fasit döngü arasındaki seyrüseferinin alacağı yön bu pratiklerle o çürümedir. Yekpare bir düzlemin tek adamın elinden çıkagelen karar hüküm ve yargıların bırak demokrasiyi otokrasiyi bile aşan ben dedim oldu hallerine bir menzili terk ettiği açıktır. Cerahat güncellendikçe, nüfuz edilen tahakküm hali çeşitlendikçe hayat zapturapt altına alınır. Biteviye kurulan engeller, var edilen duvarlar, onarılması imkansız kılınmış yaralarla bütün bu döngüde hayat çürütülür.
Çürümenin evreleri arasında ilerlenirken, cerahat el üstünde tutulur. Herkes ama herkes ol muktedirin muhafazasız, korunaklılığı dışında kalan herkes bu doğrudan var edilmiş olan çürümenin rehini kılınır, artık. Bir biçimde yaşam zapturapt altına alınırken, diğer yandan yaşama eylemi kuşatılır behemehal. Baş amirin kurduğu oyun, var etmeye çalıştığı yeni ülke bu çürüten faktörünün ana element, eylem kılınmasıyla biçimlendirilir. Cerahat artık her yeri kuşatırken, hak, hukuk, adalet alenen zehirlenirken, yıkılırken yön / gelecek hali, meselesi toptan çöpe basılır. Bozulmuşluğun afaki suretinde ortaya çıkan büyük resim bu pespaye, kokuşmuş, nefretle şiddetin bileşkesidir artık. Toptan bir zihni kötürüm halin ta kendisine rehin edilmiş ülke gerçekliği söz konusudur. Çürüten temsilin var ettiği hemen her şey noksansız yeniden yeniden imal edilirken, dünün devletinin şimdinin omurgasına montesi kesintisiz devam olunandır. Biteviye var edilmiş her eylem, bu tahakküm silsilesi içerisinde soluğun, sesin, sözün de imhasını barındıran bir silsile ile güncellenir. Bedene ve akla yönelik saldırganlıklarla çıkagelen devlet aklının abecesi bu tehdit / yok etme ve afaki sınırlandırmalardan ileriye taşınır.
Bakur Kürdistan’ından, Van’a ziyaret için gittiğinde erkanı baş amir ve şürekasının kentin alarm durumuna geçirilmesinden bariz olur misal. Devlet her yerdedir, her kontrole sahip, her yere hakimdir, lakin caddenin bir ucundan diğerine bir yurttaşın geçmesine izin verme noktasında acizdir. Onun atacağı adımdan, belki en ufak bir itirazdan çekinildiği halen ve halen saklanabilir zannedildiği için küçük tefek oyunlarla devam olunur çürüme. Baş amir ve şürekasının miting sahnelerinden, siyasetin podyumu kürsülerinden var ettiği hemen her hedef alma o demokrasi isteminin de nasıl bitimsiz bir tehditle çürümeye sevk edilmiş olduğunu da örneklemektedir. Korku dağları sarmışken, bunu tersine bir kazanım ve yine, yeniden mağduriyet devşirebilmek için ezberler konuşulmaya devam edilir. Geçelim hiç ama hiçbir zaman geçemeyiz de sokakta sıradan insanlara reva görülenlerden bir ikisini şu sayfadan aktaralım.
Bianet’e bağlanalım: “Dersim’de 5 Ocak 2020’den bu yana kayıp olan Munzur Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü 1’inci sınıf öğrencisi Gülistan Doku, ablası Aygül Doku üniversitenin 2021-2022 eğitim öğretim yılı mezuniyet töreninde sahneye çıkmak istedi.
“Kardeşimle birlikte diplomasını alacaktık” diyerek, sahneden Gülistan’ın durumuna dikkat çekmek isteyen abla Doku’ya özel güvenlik görevlileri müdahale etti.
MA’nın haberine göre; Tunceli Valisi Mehmet Ali Özkan, Munzur Üniversitesi Rektörü Ubeyde İpek’in de katıldığı törende Gülistan Doku’nun fotoğrafını alarak sahneye çıkan abla Doku, sahnede kardeşi için konuşma yapmak istedi. Ancak Aygül Doku’ya izin verilmedi.
Güvenlik eşliğinde Aygül Doku’nun zorla sahneden indirilmesine Gülistan Doku’nun arkadaşları tepki gösterdi. Yükselen tepkiler üzerine onlarca öğrenci sahne önüne gelerek Aygül Doku’nun eylemine destek verdi.
Uzun süre yaşanan arbedenin ardından abla Doku ve üniversite öğrencileri sahneye çıktı. Aygül Doku, “Gülistan Doku nerede?” diye slogan attı. Sloganların atıldığı sırada Doku’nun sesinin sahnedeki ses sisteminden yükselen müzik sesi ile bastırılmak istendi.
Aygül Doku, Twitter hesabından kendisine müdahale edildiği ana ait görüntülere yer vererek, “Bugün Gülistan’ımın arkadaşları mezun oldu.
Diplomasını alıp ‘Kardeşim nerede?’ diye sormak istedim. Öğretim Görevlisi Bülent Kar tarafından izin verilmedi. Daha sonra özel güvenlik görevlilerini benim ve Gülistan’ın arkadaşlarının üzerine salarak korkakça sahneyi terk etti” dedi.”
Bir biçimde yaklaşık iki senedir kayıp addedilen, akıbetine dair tek satır açıklamanın dahi var edilmediği Gülistan Doku’nun geride bıraktıkları insanların çektiği azaba dikkat çekmek isteyen abla Aygül Doku, o çürüten devletin tahayyülü ile bir kere daha kuşatılır. Bir kere daha hayatının başındaki bir insanın mesel edilmesinin önüne setler çekilince ol yara sanki iyileşirmiş gibi yapılırken, gözyaşı akmaya devam eder. Bütünüyle hayat erimi ve anlamının kuşatıldığı bir zeminde, tek bir yurttaşının hayatına dair açıklamaya gerek dahi duymayan bir ülke büyük olabilir mi? Her yanı büyük olsa, Doku ailesinin var ettiği imdat çığlıkları, kardeşleri, kızlarının her nerede olduğuna dair sorgularına bir yanıt verilmez miydi? Şüpheli Abarakov'un peşinin çok uzun zaman önce bırakıldığı, ne tahkikatın tahkikat, ne sorgulamanın sorgu, ne hakkın hak, ne hukukun hukuk kılındığı bir zeminde sual eden herkesin karşısında zorbalığın göndere çekildiği yerde, hala çürüme nedir sorgusunda yanıtsız mısınız? Fark ediyor musunuz?
Diken.com.tr’den aktaralım: “Anadolu Üniversitesi’nin mezuniyet töreninde, Gezi eylemleri sırasında öldürülen Ali İsmail Korkmaz için, “Ali İsmail’i unutmadık” yazılı pankartı açmak isteyen iki öğrenci darp edilerek gözaltına alındı.
Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü 1’inci sınıf öğrencisi Korkmaz, Gezi eylemleri sırasında, 2 Haziran 2013’te uğradığı saldırı sonrası tedavi gördüğü hastanede 38 gün sonra hayatını kaybetmişti.
Pankart açmak isteyen Egehan Deniz Koska ve Alpay Ağaç isimli iki öğrencinin darp edilerek gözaltına alındığı öğrenildi.
Olay anına ilişkin görüntüler önce Eskişehir’de üniversite öğrencileri tarafından yayınlanan ‘Mevzu‘ isimli derginin sosyal medya hesabında; “Bugün Anadolu Üniversitesi’nin mezuniyet töreni sırasında ‘Ali İsmail’i unutmadık’ yazılı bir pankart açan iki iletişim bilimleri fakültesi öğrencisi güvenlik görevlileri ve sivil polisler tarafından darp edilerek gözaltına alındı” ifadeleri ile paylaşıldı.
Sözcü’den Kemal Atlan’ın haberine göre, Anadolu Üniversitesi özel güvenlik görevlileri tarafından yaka paça salondan çıkartılarak gözaltına alınan iki üniversite öğrencisi Eskişehir Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından emniyete götürüldü. İfadeleri alınan iki üniversite öğrencisi daha sonra serbest bırakıldı.”
Dokuz yıl önce bir sokak ortasında, sırf bu ülkedeki baskıya, otoritenin sunduğu cürümler silsilesine karşı ses verdiği için katledilmiştir Ali İsmail Korkmez. Bir sokağa doluşmuş, kendileri meçhul, akıbetleri sır kılınmış cerahat erki eliyle / bir çetenin katlettiği insanı o zamandan dokuz sene sonra anmaya çalışmak dahi gözdağı verilmesine neden addedilir. Bu haldir çürüme. Göz altına alırken var edilen eril devlet şiddeti, hakaretler bir yana bir kere daha Gezi Direnişi ve yitirilenlerin nasıl da muktedirin gözünü korkuttuğu ortalığa saçılır. Memleketin özel güvenlik diye bir kolluk birimi söz konusu değilken, üstlerinden var edilmiş algı ile bir kolluk gibi saldırıya girişmelerinin, kayıt altına alınırken ettikleri o hakaretler ve nicesiyle zaten memleketin memleket olmaktan her nasıl çıkartıldığını da bir biçimde görünür kılarlar. Şükür ki, dokuz sene sonra bir sokak aralığı değil bir açık alan, herkesin gözleriyle aşina olduğu bir zorbalık, gözaltı sonrasında salıverilir iki insan. Demokrasi var, eşitlik söz konusu, hak da hukuk da bizim teminatımız altında diye uzun uzadıya suç işleri bakanı lafa girerken, kendini tekzip eden hamleler gündemin satır aralarından kayıp gider. Budur memleketteki çürüme ihtimali, budur yalın bir biçimde hal ve istikametin suna geldiği katran karası.
Evrensel Gazetesi’ne bağlanalım: “Diyarbakır programı kapsamında Sur İlçesi’nde esnaf ziyareti yapan Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’na yurttaşlar tepki gösterdi. Önceki gün Kürt Çalıştayı’na katılan Davutoğlu, bugün gazetecilerle bir araya geldikten sonra son olarak Sur ilçesinde esnaf ziyaretinde bulundu. Sur esnafıyla yer yer sohbet edip fotoğraf çektiren Davutoğlu tepkiyle karşılaşınca uzaklaştı.
"Geleceğin Hayalini Satan Bir İktidar Var"
Diyarbakır’da gazetecilerle bir araya gelen Davutoğlu, zamanında veya erken yapılacak bir seçimin Cumhuriyet tarihinin en kritik seçimi olacağını belirterek "Bu Türkiye’deki kötü gidişe karşılık Ankara son derece duyarsız, cahilce politikalar ile geleceğin hayalini satan bir iktidar var. Eğer seçim gelecek sene veya kasımda olursa Cumhuriyet tarihinin en kritik eşiklerinden biri olacaktır. Bir taraftan ekonomik kriz diğer taraftan yasaklarla Türkiye otoriterleşme ile karşı karşıya. Diyarbakır’a biz gelmeden 21 gazeteci tutuklandı. Bir korku atmosferi ile buraya geldik. İktidar ne olursa gidecek ve Gelecek Partisi, Diyarbakır’da iktidarın tek alternatifidir. Türkiye’nin her alanda yeni süreçlere ihtiyacı var, bu cahilce yürütülen mantık ile Türk ekonomisi çöker. Demokrasi alanında yeni bir atılım ve vizyona ihtiyaç var” iddialarında bulundu.
Davutoğlu, "Kürt meselesinin çözümü için yeni bir anayasa gerek" dedi
Kürt Sorunu’nun çözümü ve Suriye’ye yönelik yapılan operasyonlara dair konuşan Davutoğlu, “Kürt meselesinin çözümü için yeni bir anayasaya ihtiyaç vardır.Türkiye’nin genel olarak demokratikleşmesi için öncelikle yeni bir anayasaya ihtiyaç vardır. Kürtçe üzerindeki yasak ve kısıtlamaların ve engellemelerin kaldırılması şart. Kürtçe’nin eğitim ve kamuda kullanımı sağlanmalıdır. Kimse kendi ana dilini seçemez. Kimse başkasının ana dilini engelleyemez. Yerel yönetimlerde demokrasi eksikliği var. Hiçbir vesayetin olmadığı, bölge halkının diğer bölgeler gibi seçtikleri yönetilmesi ve seçilenlerinde seçim ile görevden alınması gereken bir sistem istiyoruz. Komşu ülkelerdeki Kürtler ile ilgili ise biz Suriye ve Irak’taki Kürtleri bir tehdit unsuru değil ve buradaki akrabalarımız ve tarihdaşlarımız olarak görüyoruz. Suriye’nin demografik yapısı değiştirilmemelidir, Kürtler topluca tehdit görülmemelidir” dedi.
"Benim Tahayyül Ettiğim Sur ile Yapılan Arasında Çok Fark Var"
Sur'a düzenlenen operasyonlar sürecinde Başbakan olan ve "Sur'u Toledo gibi yapacağız" diyen Davutoğlu, bu kez de "Sur'da yapılan restorasyonları doğru bulmadım" dedi.
Diyarbakır’ın tarihi Sur ilçesinde ev alacağının hatırlatılması üzerine Davutoğlu, “Eğer ben Başbakan olarak devam etseydim, Sur’a 3’üncü başbakanlık ofisi açıp orada bir ev alacaktım ve tatillerimi Diyarbakır Sur ve Konya’da geçirecektim. Sur’da yapılan restorasyon çalışmalarını da doğru bulmadım. Benim tahayyül ettiğim Sur ile yapılan arasında çok fark vardır. Bunu daha önce de dile getirdim” dedi.
"Siz Bizim Evimizi Yıktınız"
Sur’un Gazi Caddesi’nde esnaf ziyaretinde bulunan Davutoğlu, burada esnafla sohbet edip fotoğraf çektirdi.
Yurttaşların kendisine tepki göstermesi üzerine Davutoğlu tepkileri yanıtsız bıraktı ve dinlemeden uzaklaşmak istedi. Geçinemediğini belirten bit yurttaş tarafından “Ya bizi kurtar, emekli maaşı 2500 TL, 1000 TL doğalgaz, elektrik, su faturası, ekmek 5 TL olmuş. Sen de daha önce Ak Parti’de idin. Biliyorsun, hepiniz bizi yediniz bitirdiniz. Sen sonra orada koptun” deyince Davutoğlu uzaklaşmak istedi. Fakat yurttaş "Kaçmayın” deyip konuşmasına devam ederek "O bittikten sonra 'bize oy verin sizi kurtaracağız' diyorsunuz. Siz de onun gibi birkaç yıl sonra başımıza bunları getirmezsiniz değil mi?" sorusuna Davutoğlu “ Hiçbir şey getirmeyiz” yanıtını verdi.
Esnaf ziyareti devam ederken diğer bir yurttaş ise “ Siz bizim evimizi yıktınız, biz evimizi sizden isteyeceğiz” dedi.”
Çürümenin nesnelliği her defasında bir başka odaktan çıkagelir. Başbakan olduğu ol dönem dahilinde Amed’in Sur ilçesinin yerle yeksan olmasının müsebbiplerinden de birisi olagelen Davutoğlu’nun bir kurtarıcı değil, daimi bir sistem dinamosunun bizzat parçacığı olduğu o temasları sırasında yüzleştiği anlardaki tavrından çıkagelir. Gerçek bahsinin tükendiği yerde, imalar, ötelemeler, kaçışlar başlar. Dönemine dair detaylara vakıf olduğu bir yıkımın merkezine ziyareti sırasında dahi yüzü kızarmadan, bütünün, olmuş olanın hesabına en ufak bir değiniyi var etmeden geçip gider. Çürümüşlüğün her ne olduğunun yanıtı da böyle karşılaşmalardan sökün eder. İktidar mefhumunda iddiası var olduğunu bildiren bir temsilin, yeniden ve yeniden her şeyi göz ardı edebildiği yerde bir biçimde hayat zaten çoktan ezilmiştir, un ufak edilmiştir. Davutoğlu’nun sadece bildiği kısımları açıklaması bile bir meselenin çözülmesi için elzemken, daha Kürdistan’daki ol yıkıma, ardından çıkagelen zorbalık düzeninin abuk yeni betonarmesinden, kent kültürü, kimliğini tacizine kadar pek çok şeyi alelacele bir örtbas çabası çürümeye dahildir, değil midir?
Çürümenin bir emare, yanılsama, teferruat ya da mübalağa değil doğrudan hakkaniyetin ta kendisi kılındığı bir zemindeyiz. Biteviye kılınmış olan her hamlede bariz bir sabitliğe kavuşturulmuş olan o hal ile memleket memleket olmaktan çıkartılıyor. Tümden hemen her anlamda kuşatma güncelleniyor. Velev ki iktidar için, velev ki sistemin bizatihi tüm o eskiyi muhafaza etmesi için, velev ki onun velev ki bunun için her dem bir bahane ardına sığınıp saklanarak sorunlar var edilmeye devam olunur. Çürüme bütün bu nesnelliğin tam da orta yerinde bitiveren bir meseledir. Geleceğinin yok edilmenin kıyısına taşındığı alan, sahnede bunca acının, bir o kadar ezânın, kötülüğün, biteviye zorbalığın, eksiksiz tahakküm ve yıldırının çürümeden gayrı hiçbir şeyi var etmediği muhakkaktır. Sözün, ses ve ünlemin kafi gelmediği, yüklenmiş yaralara her gün / her an yenilerinin eklendiği bir yerde, bir zaman aralığında tanıklık etmemiz sürüyor. Nereye kadar bu çürüme onanacak, daha ne kadar yara / bere içinde, kan revan, ter, gözyaşı arasında bir yurdun yıkılışına dair tanıklık edilecektir, sahiden, düşünen kaldı mı?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Onur KURT – Unsplash
1 note · View note
seslimeram · 3 years
Text
Çukur!
Tumblr media
Bariz, belirgin ve doğrudan bir demokrasi tanımının içinin topyekun boşaltıldığı bir yere, bir sahneye dönüştü bugün şu ülke nam çukur. Vahim olanın peşinde, güçten ve zorbalık hallerinden el alarak belirgin bir yön tayinine girişilen bir sahada “demokrasinin” abecesi yerle yeksan ediliyor, behemehal. Neoliberalizm politikalarının pandemi sürecinde işin de enikonu zıvanadan çıktığı bu surette, var edilen her tahayyül, bir denetim, gözetim ve illa ki o tahakküm etme nesnelliğine dönüştürülendir. Bugünün şartlarında iş bu menzilde tüm o devletin dünü ile şimdisinin mutabık kaldığı yegane konulardan birisi bu baskılama ve hiç aralıksız yıldırı halidir. Üstünkörü değil, abecesiyle, eylemselliği, kanunuyla belirgin bir biçimde yeni ülke bütün bu yıkım şemasına bağlı ve onu takip eden ve sıradanı açıkça sınırlandıran bir yönelimi var eder. Yeni ülkenin demokrasi mefhumunun bunca karanlık bırakılması gayreti bu bahsin devamlılığıdır.
Düzayak devlet, tek adamla birlikte sağlama alınan, sağlaması yapılan, denetim, gözetim ve tahakküm halleriyle bu bahis kalıcı kılınır. “Normalleşme” tezahürünün her nasıl bir yıkıma çıkartıldığı önümüzdeki günlerde bariz ve belirgin olacaktır. Bütün bir sahnenin zorla, bet ve feci ile kuşatılması kesintisiz kılınandır. Bu ülkenin “çukura” evrimi böyle güncel bir meseledir, bu kadar kesintisiz ve doğrudan. Bir sahanın yaşamla bağlarına en kestirmeden müdahalelerin var edildiği yerdeki durumun ta kendisidir çürüme. İstem ve anlamca demokrasinin yıkımı kesintisizdir artık. Devletin şimdiki mutabakatında en önü tutan, baş amir ve baş faşistin birlikteliklerinde ortaya serilen insan hakları düzenlemesi bahsinin bir Avrupa birliği fonundan iç edilecek milyonlarca liranın hesabı adına olduğu ortadayken var edilen çürümenin meselesidir anlatmak istediğimiz. Sivil toplum kuruluşu gibi davranan bir yapının, aslında kural ve kaideleri çok iyi bildiği ve her yerden bangır, bangır, bağır çağır yüzümüze çarpılan demokrasi / insan hakları mesellerinde küme düşe duran halini örtbas etmek için tezgahta işlenen bir laf kalabalığı olduğu bir sahnenin her neresini nasıl düzeltirsiniz.
Bunca afaki bir biçimde sıradan olanın, yurttaş haklarının, devrim, düzenleme, atılım ve reform ve iyileştirme bir dolu adla anılan yeniden ve yeniden hamlelerle / vaatlerle daha da içinden çıkılmaz bir biçimde çıkmaza koşulduğu yerde olmakta olan utançların tam da bu sahada nasıl var edildiğinin şablonudur. Muktedir ve avenesi, tüm ortaklarıyla, tek tip, tek anlam / tek renk bir menzili var eder. Bunca afaki bir biçimde eksik olanı topyekun bir biçimde yok etmenin kıyısına taşırken, onca nutkun hemen sonrasında günbegün var edilmiş şiddetle birlikte bir ülkede demokrasi edimi yerle yeksan edilir. Bu hallerle bu kadar keskin / kesin cürümlerle birlikte bir uzam yaşatmaz / yaşanmaz kılınır. Muktedir ve avenesinin, iletişim başkanlığı memuru, yerli ve milli goebbels ile bir ırkçı olmanın çok ötesine geçmiş, bir doksanlar karanlığının temsilcisi içişleri bakanının ortaklığında ol ekranlardan var ettikleri nefret / ayrım ve ötekileştirmelerin bütününde bu yaşatmaz yerin varlığı sabit olunur.
Düzen kendi ehvenini, en betten, en feci olandan basbayağı rezil bir yıkım döngüsünü bir biçimde sürekli savunarak bulur. Cerahat sarmalı, kendilerine bağlanmış yaygın medyada var edilmiş nutuklardan, söylevlerin arasında sıkıştırılan hedef almalardan, biteviye ama hiç kesintisiz ülke güllük gülistanlık tedbirsizce laf edenler hainlerdir, mihraktır, vatansız, bu toprağa düşmandır ezberleriyle bir çürüme kalıcı kılınır. Fasit döngüye rehin edilmiş her durumda daha da dipsiz bir yıkımın koyaklarında dolaşmaya devam ettirilen yer, saha gerçektir, gerçeğin ta kendisidir. Mütemadiyen var edilenlerin, birbiri ardına hakikat kılınan tahayyüllerin paralelinde bir asırdır yenilip, yerilip, yıkıma rehin edilmiş bir edim, demokrasi mefhumunun ta kendisi vardır, ne eksik ne fazla!
Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “Kadıköy'de 8 Mart Kadın Platformunun çağrısıyla yapılan mitingin ardından polisin şiddet uygulayarak gözaltına aldığı dokuz kişiyle ilgili tutuklama talep edildi. Mitingin ardından polis, eyleme katılan LGBTİ+'ları taksiden indirip gözaltına aldı. Basının görüntü almasını da engellemeye çalışan polis çok sayıda kişiye şiddet uyguladı.
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesinin açıklamasında gözaltına alınanların Anadolu Adliyesine götürüldüğü belirtilirken savcılık tarafından ifade alınmaksızın tutuklanma talebiyle sulh ceza hakimliğine sevk edildikleri belirtildi.
8 Mart Kadın Platformu Twitter hesabından yapılan açıklamada Kadıköy Kaymakamlığının olaya dair yaptığı açıklamada yalan ifadeler kullanıldığı belirtilerek şöyle denildi: "Kadıköy Kaymakamlığının paylaşmış olduğu açıklama tamamen yalan dolandır! Arkadaşlarımız mukavemet esnasında değil, taksiyle evlerine dönmeye çalışırken önleri kesilip işkenceyle gözaltına alınmıştır. Erkek ergemen sisteme göre 'trans+ korteji'nin var olmasının mukavemet sayılmasını reddediyoruz. #AlışınGitmiyoruz demeye devam edeceğiz. Derhal gözaltıları serbest bırakın!"
Gökkuşağı renklerinden nem kapılıp, ayrımcılığın daniskasına imza atan iletişimci yeri ve milli goebbels’in var ettiği cümlelerin hemen ardından gerçekleştirilir bu gözaltı ve dahi o işkence. Düzen kendi devamlılığını insanların hayat haklarına göz dikerek, anayasal bir hak olan eleştirme, bir yerlerde toplanıp protesto etme haklarını yerle bir ederek ya da hiç mümkün kılmayarak, hepten hep ezberden bir tahakküm etme ile başka kimlikleri düşman bilerek bu fasit döngüyü günceller. Hem demokrasi, eşitlik, adalet ve dahi bunları kapsar görünen o insan haklarının durumundaki fecaat hali de cabasıyken bunları örtbas etmenin en kolay ve köklü yolu şiddet mefhumu bir kez daha 8 Mart öncesinde Kadıköy’de var edilir. Cürüm hemhal dilin, var ettiği her şeyde biraz daha, bir kez daha denediği o linççi akım bu kez Trans aktivistlere yönelik şiddetle çıkagelir. Gözaltıların akıbeti şimdilik belirsizdir, lakin ıslak bırakılmış insanlara kuru / temiz giyecek dahi verdirmeyecek kadar kötülüğü içselleştirmiş bir kolluğun karşısında hiçbir sıradan insan güvende değildir hiç ama hiçbir zaman, kesindir! Sorguları alınmadan, direkt olarak tutuklanmaya sevk olunan o insanların hayatlarına düşülen her şerh, bu topraklardaki yaşam istencinin de köküne her nasıl kibrit suyu dökülmek isteniyor bunu kanıtlamaktadır.
Politik Baykuş hesabının bildirdiğidir: “Dün gerçekleşen Büyük Kadın Buluşması sonrasında gözaltına alınan arkadaşlarımızdan 2'sine bir aylığına ev hapsi, hepsine yurt dışı çıkış yasağı, 2 aylığına Pazar ve Cuma günleri olmak üzere imza atma yükümlülüğü verildi.”
Cerahati içinde debelenen, değil bahar gün yüzü bile göremeyecek bir sahanın imalinin her nasıl biçimlendirildiği artık kesintisiz görünür kılınandır. Bu kadar afaki bir biçimde o yıkıcılık, nefret ve şiddet pratiklerinin bu menzili taşıdığı yer bir uçurumdan gayrısı hiç uzak değildir.
BirGün Gazetesi’ne bağlanalım: “Samsun’un Canik ilçesinde İbrahim Zarap isimli bir erkek, boşandığı kadını şiddete maruz bıraktı.
Canik Emniyet Müdürlüğü Aile İçi Şiddet Bürosu tarafından gözaltına alındı.
AA'nın aktardığına göre, İbrahim Zarap tarafından şiddete maruz bırakılan kadın, hastanedeki tedavisinin ardından taburcu edildi.
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, olay hakkında soruşturma başlatıldığını bildirdi.
Twitter hesabından açıklama yapan Gül, "Samsun’da kadına karşı şiddetin en aşağılık örneklerinden birinin sergilendiği olay hakkında soruşturma başlatıldı. Başsavcılık talimatıyla fail yakalanarak gözaltına alındı. Hukuk gereğini yapacak, failin yaptığı yanına kâr kalmayacak" ifadelerini kullandı.
Olayın ardından sosyal medya üzerinden kadının kardeşi bir paylaşım yaparak, defalarca kez İbrahim Zarap isimli erkekten şikayetçi olduklarını ancak bir şey olmadığını ifade etti.
Rümeysa isimli kullanıcı, paylaşımında, "Evet bu kez çok yakınımızda bu videodaki kişi benim ablam. O çığlık atan küçücük çocuk benim yeğenim. Ne olur yardım edin. İlk defa değil yüzlerce kez şikayetçi olduk hiç ceza almadı. Videoda sokak ortasında küçücük bi çocuğun önünde öldüresiye dövülen kişi benim ABLAM” ifadelerini kullandı.
Sosyal medya kullanıcıları "#ibrahimzaraptutuklansın" etiketi ile tepki gösterdi.
Hastane Başhekimi Ahmet Şen de hastanın müşahede altına alındığını belirterek, "Kendisi travmaya maruz kalmış. Kafa travması var. Kafada ödemleri var. Beyinde ve boyunda cerrahilik bir bulgumuz yok. Yüz kemikleriyle ilgili bazı patolojik görüntüler var. Batın içinde herhangi bir organ hasarımız yok. Hastamızda şu an için bir hayati tehlikesi olduğunu söylemeyiz. Bilinci açık. Birkaç gün takip edeceğiz" dedi.
Şen, şiddete tanıklık eden 5 yaşındaki küçük çocuğun aile yakınlarının yanında uyuduğunu ifade ederek, "Onunla ilgili bir şey düşünmüyoruz. Ama ruhsal travma tarafı bundan sonra üzerinde daha çok durulması gereken taraf olacak diye düşünüyorum. Ama travmatik lezyon yok şu anda" diye konuştu.
Olayın ardından yurttaşlar tarafından etkisiz hale getirilen ve polis ekiplerince gözaltına alınan İbrahim Zarap emniyette alınan ifadesinin ardından adliyeye sevk edildi. İbrahim Zarap’ın polise verdiği ifadesinde, “Kızımı teslim ederken bana, ‘Sana bir daha kızı göstermeyeceğim’ gibi şeyler söyledi. Bir anda gözüm döndü ve sinir krizi geçirmişim. O yüzden böyle yaptım. Olaydan sonra çevredekiler beni darp etti. Eğer kimlikleri tespit edilebilirse hepsinden şikayetçi olacağım” dedi.
İbrahim Zarap, sevk edildiği adliyede, çıkarıldığı mahkemece ‘kasten öldürmeye teşebbüs’ suçundan tutuklandı.
Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı, İbrahim Zarap tarafından darbedilen kadın ile çocuğunun koruma altına alındığını açıkladı.”
Gücün zorbalığı, erkek egemen siyasi angajmanların, yerleşik kural diye çıkagelen betin ve feci olanın peşi sıra bir cins kırımının var edildiği menzil bugün hakikattir. Onca lafza, bir dolu tespit ile bugünkü iktidarın biz olmasaydık, haliniz şu olurdu, bu olurdu bahsinin az berisi böylesi bir yıkımın suretini barındırır. Kadına yönelik şiddetin, ekranlardan tüm o muktedir sahnesinden çıkagelen tehdit cümlelerinden, ayrımcılık ve daha fazlasının bu sokaklara denk düşen suretlerinde hayat kırıma uğratılır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız platformunun geçtiğimiz yıla dair raporuna göre üç yüz kadının cinayete kurban edildiği, binlercesinin yaralandığı, işkenceye tabi tutulduğu, dövülüp taciz edildiği bir menzilde şu yukarıda gördüğümüz, gözümüzün önünde cereyan eden şey bir yok ediş halidir. Bir tür cins kırım halinin mütemadiyen, her yerde alttan alta desteklenmesinin var ettiği karanlıktır. Karşımızda cismanileşen, düzenin var ettiği, yol verdiği, Anadolu’nun o insanlık mefhumu ile bağlarını artık tastamam koparmasının yolunda yürüyen bir cerahat sahasına dönüştüğünün de ilamıdır. Kadınlar 8 Mart’ta seslerini yükselteceklerdir. Bunca açık olan bir tahakküm etme, yok etme düzeneğinin var ettiği karanlığı alaşağı edecek ol mekanizmaların harekete geçirilmesine daha kaç sınav, kaç kırım, kaç dayak, kaç işkence ve kaç cinayet vardır, biliyor muyuz?
Ahmet Kanbal'ın, Mezopotamya Ajansı'ndaki haberidir: “Şırnak’ın İdil ilçesinde 16 Şubat 2016’da ilan edilen sokağa çıkma yasağı sırasında 7 Mart 2016’da Cehennem Deresi’nde 9 kişiyle birlikte katledilen 13 yaşındaki Fatma Elarslan’ın ölümünün üzerinden 5 yıl geçti. Elarslan’ın çıkan bir çatışmada yaşamını yitirdiği iddia edilse de daha sonra bölgede herhangi bir çatışmanın yaşanmadığı olay yeri tutanağıyla ortaya çıktı.
İnfaz edildiği belirtilen Elarslan’ın, yapılan otopsi işleminde ölümün ateşli silah yaralanması ve mühimmat patlaması sonucu aldığı yaralardan kaynaklandığının anlaşılması üzerine infaz şüphesi güçlendi. Buna rağmen Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma dosyası, 2020 yılında “Kovuşturmaya yer olmadığı” gerekçesiyle kapatıldı.
Dosyanın kapatılmasına ise sokağa çıkma yasağıyla ilgili birçok kişi hakkında beyanlarda bulunan “Hilal” isimli gizli tanığın ifadesi gerekçe gösterildi. Fatma’nın ölümüne neden olan kurşunun tespit edilemeyeceğini öne süren savcı, “gizli tanık” ifadesine dayanarak, Fatma’nın “örgüt üyesi” olduğunu iddia ederek, ölümün “hukuka uygun” olduğunu savundu.  
Aile avukatı Veysel Vesek’in üst mahkemelere yaptığı itirazlar da reddedildi. Verilen karara karşı dosyayı İstinaf Mahkemesi’ne taşıyan avukat Vesek, Anayasa Mahkemesi’ne de bireysel başvuru yaptı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne göre 13 yaşındaki bir çocuğun “örgüt üyesi” olarak görülemeyeceğine işaret eden avukat Vesek, verilen kararın hukuka aykırı olduğunu söyledi.
Fatma’nın hangi silahla öldürüldüğünün henüz belirlenmediğini dile getiren avukat Vesek, bölgede öldürülen birçok çocuğun dosyasında benzer kararlarla karşılaştıklarına dikkat çekti. Gerekli soruşturmanın usulüne göre yapılması gerektiğinin altını çizen Vesek, Fatma’nın öldürülmesinin meşrulaştırılamayacağını ifade etti. Vesek, “Bu ülkede adaletten söz edeceksek, önce küçük çocukların öldürülmesini hukuka uygun hale getirmekten vazgeçmeliyiz. Kararların hukuka uygun olarak alınması gerekiyor” dedi.”
Çocuklarının canına kıymakta bir beis görmeyen, bunun hesabını terörle mücadele, yok terörist itlafı gibi bir dolu şeyle geçiştirmeye gayret gösterenlerin elinde demokrasinin de, eşitlik ve adalet tahayyüllerinin de koca bir hiç kılındığı Fatma Elarslan’ın katledilmesi sonrası çıkagelen bu adaletsizlik bahsinde belirgin olur. Bakur Kürdistan’ında hayatların bilabedel kılınmasının utancına ek, katledilmiş ve hesabı verilmemiş çocukların deryası olmasında kaçıncı örnektir, meçhuldur muhayyiledir. Bir asrı aşkın bir zaman aralığında hayat hakkının, öteki diye anılan kimliklerin yekununa karşıt, ayrımcı, ötekileştirici olarak var edilmiş sureti can almaya, can çalmaya devam etmektedir. Bugünün ülkesinde olmakta olan çocukların kırımlarının dahi hesap verilmezliğidir. Hukuki kılıfı bulunup, bir de atıldı mı her şeyi unutturacakmış gibi davranılan atıflar, kanıt diye ileriye sürülen o hakir görüşler bir biçimde Kürd ile ülkenin kalanı arasındaki bağların da eksiltilmesine neden / sonuç olur, oldurulur. Kim farkındadır?
Bugünün şartlarında iş bu menzilde tüm o devletin dünü ile şimdisinin mutabık kaldığı konulardan birisi bu baskılama ve hiç aralıksız yıldırı halidir. Bütünüyle bir menzildeki o hayat hakkının tarumar edilmesi kesintisiz kılınmaktadır. Baş Amir’in bir hafta boyunca tüm ekibi, ortaklarıyla var ettiği şablonun bir istikamet değil, bir hak değil, bir hukuk değil bunların hepsinin birden çürütüldüğü, yok addedildiği bir menzil olduğu artık gün yüzü görendir. Biçimsizleştirme, tahakküm etme, suçlamalar, hak gaspları, hedef almalar ve bitimsiz linç tertipleriyle birlikte bir uzamın demokrasi istenci, sıradanın elinden artık gizlenmeden çalınandır. Acımasızlık ile tek adama dair, ait, kendisinden ve avenesinden gayrısının hayatına hiç ama hiçbir biçimde önem verilmeyen bir uzam güncelliği bugün yeni yeni yeni diye pazarlanandır. Ambalajı söküldükten sonrasında simsiyah bir dipsiz katran kalmaktadır, beyefendinin şahsi ülkesinde! Bugün bu raddede, hiçbir sıradanın hiç ama hiçbir hakkının var edilemediği, sözünün, sesinin kısıldığı yerde demokrasi sadece laf kılınandır. Lafta konulmuş olan müştereklerimizin ta kendisidir. Bugünün karanlık çağı içinde hayat istemi tüm bu hallerle birlikte yerle bir edilmektedir. Kayda geçsin.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2021
Görsel: 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Yürüyüşünden... DHA – T24
2 notes · View notes
seslimeram · 4 years
Text
Şiddet / Ötekileştirme / Nefret
Tumblr media
Yazılmış olanın, kısıtlı sahanın içinde bildirilmiş olanın ötesine geçmiyor bugünün ülkesi. Bir teyakkuz halinde mütemadiyen cerahatin hemen hiç kesintisiz pejmürde bir halin orta yerinde tamamlayıcısı yıkımın varlığı söz konusuyken hala sessizlik var ediliyor. Sorguya düşme hali öteleniyor. Hiçbir biçimde yaşamın bir düze çıkartılmadığı daha tek bir günün iyi geçmeyeceği bildirilmesine rağmen, her gün küçük kıyamet kılınırken atılan sözler bir biçimde çıkagelen ünlemeler, kesintisiz feryat figan duyulmayandır. Bir cerahat sahasında hemen herkesi gülük gülistanlık ya hu bu menzil diye kandırmaya çalışırken muktedir var edilmiş olan cehennemi fasit döngü her yeri kuşatırken hayatın devam olunduğu zikredilir iyi de her nasıl!
Düzenin güncelliği, düzenin yeniden ve yeniden var ettiği bir istikamette tek doğru kıldığı halin her ne menem bir toplam olduğu o sessizliğin sınırlarında görünür. Bugün yeni diye anılan ülkenin güncellediği bir sahada kesintisiz kıldığı yara verme hali görünürdür. İş bu satırlar, sayfalar boyunca anlatılanların kaile alınmadığı yerdeki hakikat ulu orta cereyan eden yıkımdan herkesin payına düşeni almasıdır. Bu saha bunca bariz bir insan yutan yer, menzildir. Cürümler güncellenirken hayat muktedir olanların hepsinin, topunun eliyle ve kollarıyla bir cüretle aldığı kararlar, yazdıkları talimatlarla düzenlenir görünüp kısadan derdest olunur. Bu cüretle güncellenen yerde şu sahanın can yakıcılığı kesindir. Bu ülkede yaşam hakkı söz konusu olmayandır. Bu sahada hayatın ederi mevzu edilemeyecek kadar un ufaktır.
Bu sahada yaşatmama hali var edilirken çürümenin yeni eşikleri arşınanırken tüm bu habis döngü mutlak / kati bir sessizlik ile karşılansın istenir. Bizim yerimiz, bizim şu yurdumuz, bizlerin sahası değil muktedir olanın vahametin at başı gittiği bir yer saha, tahayyül değil hakikat olarak bir çukura alışmamız beklenendir. Bu kadar lalettayin bir cürüm sofrasında her şeyin genel geçer olduğuna kanmamız bildirilir. Muktedir havanda su dövmeye devam ederken hakikat başka / bambaşka yıkımları göstere gelirken, eksilme hali bir devamlılık, yara bir toplamın ta kendisine dönüştürülürken bütün bu hezimetin ol safhalarında olumlanabilir bir ülke / yer tahayyülüne girişilir. Balo çoktan bitmiş, yaldızın ta kendisi dökülmüş, bir asırlık mevcudiyetin üstünde hem tepinen, hem de eskinin ta kendisi ile hemhal olan bir cerahat menzili var edilir. Demokrasi sizlere ömür kılınırken o başkanlık sisteminin neyi var ettiği takdirinizedir!
Ehven olana yer ve zemin bırakmayan, bir yerin dününde olduğundan daha fazla, daha da kalıcı bir karanlık bir yer haline dönüşümüne zemin muktedirin var ettikleriyle şekillenip yapılandırılır. Muktedirin kotardığı tek bir şey vardır o da riyadır! Yazılmış, söylenmiş ve bildirilmiş olanın ötesinde bir cürümler sofrası kılınıyor bugünün ülkesi. Eski olanın tüm o şablonları, tahayyülleri ve eylemleri artık geçersiz diye buyrulurken yaratılan yeni bütün bir unutma / unutturma / göz ardı etme haline rağmen o dünün diri tutulduğu bir yeri bildiriyor. Yeni Türkiye namzet sahanın bir hal, bir devamlılık, bir istenç olarak tüm o ötelenmiş geçmişinin yolunda / rotasında olduğu muhakkaktır, hala hakikatin ta kendisi olmaktadır.
Geçmiş o vaaz edilenin içerisinde iş bu şimdiye, şu anda öteye ve yarına taşına gelendir. Geçmişi sorgulatmayan, geçmişindeki cürüm halini düşündürmeyen yerde oluşturulan yeni bir bütünlük halinde o karanlığın taşıyıcılığını yapar.
Merdin, Derik’te 13 köylünün öldürülmesinden dolayı yargılanan Korgeneral Çitil beraat ettirilir. Ayça Söylemez’in Bianet’teki haberinden aktaralım: “Mardin’in Derik ilçesinde 13 köylünün öldürülmesinden yargılanan Korgeneral Musa Çitil, dava başladığından beri iki kez terfi etti, son olarak Ali Çardakçı ile birlikte Jandarma Genel Komutan Yardımcısı görevine getirildi. Çitil’in yürüttüğü operasyonlara dair haberleri paylaşan gazeteciler ise “Terörle Mücadelede Görev Almış Kişileri Hedef Göstermek” suçlamasıyla yargılanıyor. Musa Çitil mahkemedeki beyanında, “gazetecilerin en ağır şekilde cezalandırılmasını” talep etti.
KHK ile kapatılan Dicle Haber Ajansı’nın (DİHA) Haber Müdürü Ömer Çelik, DİHA muhabirleri Çağdaş Kaplan, Hamza Gündüz, Selman Çiçek ve gazeteci A. Vahap Taş ile kapatılan Özgür Gündem gazetesinin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya ve gazetenin İmtiyaz Sahibi Kemal Sancılı ile S.G adlı bir sosyal medya kullanıcısı, yarınki duruşmada Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesinde hâkim karşısında olacak. Çiçek ayrıca “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla da suçlanıyor.
Press in Arrest’te yer alan bilgilere göre, Musa Çitil, Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı görevinde bulunduğu dönemde Diyarbakır’ın Sur ilçesinde yürüttüğü operasyona dair yazılan “Kuşatmanın adı ‘Bayrak 12’, başındaki isim Musa Çitil” başlıklı haberi, sosyal medya hesaplarında paylaştıkları için yedisi gazeteci sekiz kişi hakkında suç duyurusu yaptı, “hedef gösterildiğini” iddia etti.
Savcı Tufan Çaldıran’ın soruşturma sonucunda hazırladığı iddianamede, gazetecilerin, “Sur ilçesinde PKK/KCK terör örgütüne yönelik operasyonlarda görev alan müştekiye [Musa Çitil] ait birtakım bilgileri ve resmini yayınlayarak müştekiyi hedef göstermek suretiyle üzerlerine atılı ‘Terörle Mücadelede Görev Almış Kişileri Hedef Göstermek’ suçunu işledikleri” ileri sürüldü.
Kanıt olarak ise gazetecilerin sosyal medyada paylaştığı haberler gösterildi. Oysa gazeteciler ifadelerinde, sözkonusu paylaşımların kendilerine ait olduğunu kabul etmiş ve suç unsuru içermediğini söylemişlerdi.
2 Ekim 2019’daki son duruşmada mütalaasını veren savcı, sanıkların sosyal medya paylaşımları ile Çitil’i hedef gösterdiklerini iddia etti ve cezalandırılmalarını istedi. Yarın davanın beşinci duruşması görülecek. (Görülen celsede faili meçhul cinayetlerle ilgili yargılanıp beraat eden ve terfi ettirilen Musa Çitil hakkında haber paylaştığı için yargılanan yedi gazeteci hakkında beraat kararı verildi.)
Mardin’in Derik ilçesinde 1993-94 yılları arasında faili meçhul cinayete kurban giden 13 köylüyle ilgili dönemin Derik Jandarma Komutanı Tuğgeneral Musa Çitil hakkında dava açıldı.
Öldürülen köylülerin isimleri: Seydoş Çeviren, Yusuf Çeviren, Abide Çeviren, Ahmet Çeviren, Ramazan Çeviren, Mehmet Nejat Arıs, Piro Ay, Vejdin Avcıl, Mehmet Erek, Ramazan Erek, Ahmet Erek, Mustafa Aydin, Mehmet Faysal Ötün.
Çitil hakkında 13 kez ağırlaştırılmış hapis cezası istendi. İddianamede, Çitil'in öldürülen köylüler ile ilgili “terörist” diye tutanak tuttuğu belirtildi.
Mardin Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan dava daha sonra Adalet Bakanlığı'nın talebi ve Yargıtay 5. Ceza Dairesi'nin onayı ile “güvenlik gerekçesiyle” Çorum'a taşındı.
Davanın ilk duruşması, 11 Ekim 2012’de Mardin'de görüldü. Çitil mahkeme karşısına ilk kez üçüncü duruşmada, 1 Temmuz’da çıktı. Savunmasında, “Yasaların bize verdiği yetki çerçevesinde, insan haklarına saygılı şekilde görev yaptık. Kanun ve konuların dışındaki hiçbir eylem ve fiili çalışmanın içerisinde olmadık” dedi.
Derik Savcılığı’nın yürüttüğü faili meçhuller soruşturması kapsamında ilçede iki ayrı yerde toplu mezar kazısı yapıldı. 17 Şubat 2012’de Dargeçit Bağözü Köyü’ndeki kazıda bir kuyunun içinde yanmış insan kafası ve bazı kemikler bulundu. Adli Tıp Kurumu’un raporuna göre, bulunan kemiklerinden biri gözaltında kaybedilen 19 yaşındaki Mehmet Emin Aslan’a aitti.
Çitil, 21 Mayıs 2014’teki karar duruşmasında beraat etti. Ailelerin avukatları davayı Yargıtay’a taşıdı, ancak Yargıtay beraat kararını onadı.”
Tumblr media
Bugün, geçmişi ile yüzleşme hamlesine düştüğünü bildiren, darbecilerin ama 1980 ama 1990’lı yıllar ama 15 Temmuz kalkışması biri ya da diğeri hepsiyle mücadele halinde olunduğu zikredilirken varılan eşik şu yukarıdaki metindedir. Ezberinden yol almalara iyice alışmış olan devletli için sıradanın bir hayat hakkı söz konusu değildir. Devletli için bu biyopolitik kırım faaliyetlerinin sorgulanmasına hacet yoktur. Eksiltip, azaltıp, yerle bir edip, toplumsal düzenleme hali güncelliğe kavuşturulduğu zikredilir. Ne ki haktan ve hukuktan ve adaletten bahisler bunca çok açılırken bu katliamların üstü o katillerin hesap vermediği bir ülkeye her gün uyanılır, sahiden uyanılır mı? Sorgulatılmayan şey insanın ta kendisidir, sıradanın canını göstere göstere çalanların sırtlarının sıvazlandığı bir yerdir.
Bunca açık bir biçimde katliamcıların hesap vermemesinin yolunun açık tutulmasıdır işte mesele. Yazılmış, bildirilmiş, tanıklığı yapılmış ve sonuçlarına dair ses verilmiş olan her şeyin üstü çizilirken hayattan bahis açabilmek mümkün müdür, sahiden de bu mümkün müdür? Düzenin var ettiği şablon iş bu yerde bir yıkım halini güncelleyendir. Yaşama hal ve istencini kötürüm kılmak, kötülüğü el üstünde tutarak, nefese kastederek güncel kılan bir yer yurt hakikati meseledir. Katliamcılığı bariz bir deneyim olarak var eden, sabitten öte sabık bir yönelim olarak savunan ülkenin Maraş katliamı gibi bir hazanı vardır. Geçen hafta onun da kırk birinci yıl dönümü gerçekleştirilir. Kırk bir yıldır, lanetlemek dışında pek de elini alıştırmayan, sorgulamayan, yüzleşmeyen bir ülkede acılar hala tazedir!
Hamit Kapan’ın tanıklığından bir kesiti Ahval’de Dicle Eşiyok’un haberinden aktaralım: “Bir de yine 11 yaşındaki bir çocuk katliamı var. Yine aynı bölgede evi bulunan Döne Tıraş saldırganların geldiğini görünce KaraMaraş’a doğru kaçmaya başlamış. Bir süre sonra oğlu Ali Tıraş da saklandığı yerden çıkarak annesinin arkasından gitmiştir. Afetevleri semtinde bir grup saldırgan Ali Tıraş’ı yakalayıp götürmüşlerdir. Ali Tıraş’ın cesedi olaydan 4 gün sonra Döne Tıraş’ın evinin ön tarafındaki Dilber Yılmaz’ın evinin bodrum katında bir kazan içinde yakılmış vaziyette bulunmuştur. Bu 11 yaşındaki bir çocuk, yakalamışlar, bacaklarını ve kollarını kesmiş halde yakmışlar, bir kazan içerisinde yakmışlar. Bu vaziyette çocuğun cesedi 4 gün sonra bodrum katında bulunmuştur. Bunu insanım diyen birinin yapması, insan silueti ile dolaşan birinin yapması mümkün değildir.”
Bu yıkımla yüzleşmek yerine sayılarla kim kimi, kimden kaç kişi, nereyi nerede eksiltmiş bunun çetelesinin çabasına düşülen bir aymazlık hali süreğen kılınır. Kırk bir yılda yasın kıyısına varabilen yoktur, gören hiç yoktur. Bir teyakkuz halinde iş bu menzilin kendine ait düzenli tekrarlarında var edilen şiddetin hiç bitmeyecek halidir, sonucudur Maraş’taki kırk bir yıllık katliam! Bu topraklardaki ötekisinin yaşam hakkını muğlak kılmak / yok etme halinin kıyısına demirleme halinin kalıcılığı dehşet vericidir. Ekranlardaki bol ışıltılı Türkiye anlatımlarının, başarı hikayelerinin, şöyle müreffeh, böyle güçlü ülke söylemleri ve hallerinin kıyısında kapanmayan yaralar bütün o hali ters yüz etmektedir. Bir menzilin en kestirmeden hakikati takvim yapraklarına sinmiş ağıtlardır. Her günün bir başka yıkım ve eksilmeye çıktığı, bir sınırlandırma ve yok etmeye vardığı yerde çukur menzilin asıl adıdır!
Baş Amir, Necip Fazıl Kısakürek adına düzenlenmiş bir törende şu sözleri sarf edecektir: “Tarihimiz doğrusuyla yanlışıyla, eksiğiyle fazlasıyla, sevinciyle üzüntüsüyle bizim tarihimizdir. Geçmişimizle yüzleşmek bizi küçültmez tam tersine büyütür. Hakikatlere ulaşma şansımızın oldukça yüksek bulunduğu yakın tarihimizle ilgili bu yaklaşıma daha çok ihtiyacımız var. Mesela, tek parti CHP'sine ait dönemde, objektif bir şekilde araştırılması gereken karanlık noktalar bulunuyor. Öncelikle bunu yapması gereken ana muhalefet CHP'nin bizzat kendisidir. Dikkat ederseniz bu tartışmalar gündeme geldiğinde derin bir sessizliğe bürünüyorlar.
Açıkçası CHP'nin artık bu millete kendi tarihiyle ilgili kapsamlı, samimi öz eleştiri vermesi şarttır. İskilipli Atıf Hoca'nın idamından, Dersim olaylarına, Türkçe ezan zulmünden, 27 Mayıs darbesindeki rolüne kadar pekçok üzücü hadise hadisede CHP, kendi tarihiyle yüzleşme cesareti gösterememiştir. Dersimli olan zat da bunu açıkça ortaya koyamamıştır. Bu zat, her fırsatta Dersimli olduğunu ve gurur duyduğunu söylemektedir. Dersim olaylarıyla ilgili bizim yaklaşık 10 sene önce gösterdiğimiz hassasiyet ve vicdani tavrın 10'da 1'ini sergileyemiyor. Biz CHP'nin kurumsal anlamda Dersim konusuyla ne düşündüğünü, nasıl bir yaklaşım içinde olduğunu hâlen bilmiyoruz. CHP'nin bir an önce milletin karşısına çıkıp bu ülkeye yaşattıkları için ya özür dilemesi  ya da üzücü olaylardaki rolleri için pişmanlık duyduğunu millete söylemesi gerekiyor.”
Bir yıkımdan bir başkasına, bir çürümeden bir diğerine, harap viran kılınmış menzilin ol yüzleşme halinin ne kadar kof kılındığı görünür bir kez daha. Muktedir, kendi dişine göre olmadığını zikrettiği dünün devletini alaşağı edebilmek için mindere davet eder. Şarkiyat, fenafillah her ne varsa bunun sorumlusu sadece Cumhuriyet Halk Partisiymiş gibi bir algı ile çıkagelir muktedir. Geçemeyelim, üstüne basa basa yineleyelim onlarınki katil de bu ülkenin şimdisinin sahiplerinin var ettiği bir biçimde Türkiye, Bakur Kürdistan’ı, Rojava ve hatta Kıbrıs’ta, elini uzattığını iddia ettiği her menzilde ayrı birer yıkımı var ederken, o yıkımı imal edenler katil değiller midir? Yüzleşmek nereden nereyi kapsar? 1915’ten işte bu şimdinin ülkesine, Sayfo’dan Pontus Rum Soykırım’ına, Büyük Ege Felaketi’nden de Dersim’e, Maraş’a, Varlık Vergisi, 20 Kilo 20 Dolar Tehcirinden, Sürgünlere, Roboski Katliamından, Bakur Kürdistan’ında abluka altına alınan kentlere hangisini sayarsanız bir diğeri eksik kalacak olanlardan hangisi ile yüzleşmeyi var edebilmiştir bu ülke!
Independent Türkçe'nin haberine göre Ağar, Suriçi Grubu isimli bir platformun Topkapı Akgün Otel’de düzenlediği etkinlikte konuştu. Ağar, “milliyetçi - muhafazakâr” iktidarı parçalamak için siyasi teşebbüslerin olduğunu ifade ederek, “Bu büyük milliyetçi muhafazakar iktidarı parçalamak için siyasi teşebbüsler var, Allah göstermesin” ifadelerini kullandı.
Son dönemde ismi 1993 - 1996 yılları arasında 19 kişinin öldürülmesi nedeniyle açılan ve beraatle sonuçlanan Ankara JİTEM Davası nedeniyle gündeme gelen Ağar, buluşmada kürsüye çıktı. AK Parti'den ayrılarak yeni parti kuran Ahmet Davutoğlu, parti kurma hazırlıklarını sürdüren Ali Babacan ile 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ağar'ın konuşmasında isimleri geçmese de önemli bir yer buldu.
Türkiye'deki darbe süreçlerini hatırlatan Ağar, 27 Mayıs 1960 darbesi öncesinde Demokrat Parti'nin, 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Adalet Partisi'nin, 28 Şubat 1997'deki post modern darbe öncesinde de Doğru Yol Partisi'nin zayıflatıldığını belirterek, bugün de AK Parti'nin içinden yeni partiler çıkarak zayıflatılmaya çalışıldığını savundu.
"Tıpkı geçmişte olduğu gibi, ortaya çıkan bu büyük milliyetçi muhafazakar iktidarı, paralamak ve parçalamak hususunda bir takım siyasi teşebbüslerin olduğunu görüyoruz." diyen Ağar, sözlerine şöyle devam etti:"Tabii ben geçmişte devlet hizmetinde olan kimseyi üzmek istemem. Ama onların da bizleri üzmemesini istemek hakkımız. Kişisel anlamda bir takım problemler olabilir. Kolaylıkla geldikleri makamlardan uzaklaşabilirler. Ama bütün bunları kendi kişisel davası haline getirmek suretiyle, milletimizin büyük bir çoğunluğunun kalbi safiyane ile destek verdiği bir yapıyı, karşı grupların etkisi altında kalarak ve işbirliği yaparak, burayı çökertmenin hiçbir anlamı yoktur."
Kim neresiyle, şu ülkenin hangi yarasıyla yüzleşmiştir, yüzleşecektir! Ağar efendilerin ol sahnelere yeniden buyur edildiği bir zeminde, gerektiğinde değil her daim kullanışlı olarak değerlendirilen sinsi katil sürülerinin bu devlete, şu eskisine, o yenisine verdikleri eller, destekler, gözdağı niyetine oluşturdukları tehditler bunca barizken, dahası Baş Amir bir yandan yüzleşme derken öte yandan kurmaylarının yüzsüzleşmeleri bunca açığa çıkarken nedir yani, hani nasıl bir şeydir o ülkede hayat memat meseli olması gereken nihai sorgulamalar!
Erk Acarer’in satırları da ilaveten sorgulanması gerekendir hala, hala ve hala: “Nasıl yani, yine Beyaz Toros işine mi giriyorsunuz? 7 Haziran- 1 Kasım 2015 arasındaki gibi kendi yurttaşlarınızı meydanlarda parçalamaya mı başlayacaksınız? Yol verilen darbelerle yeniden yeni bir rejim inşasına mı hazırlanacaksınız? Katil sürüleri.”
Ne soran ne eden vardır... Mehmet Ağar, koca bir doksanlı yıllar boyunca Kürd illerinde vahameti, yıkımı ve katliamcılığı var etti. Tek satır hesap vermesi bir yana bugün şu sığ ülkede hala söz sahibi. hala tehdit hala yıkım vazediyor. Bu mudur hukuk devleti denilen, bu kadar kolay mıdır bir yıkımın mimarından medet umulan yer, böyle midir bu coğrafya dahilinde şu hayat işleri! Bu kadar bağnazca bir yıkımın, tahakküm ve nicesinin ortasında bir yüzleşme şansı geriye kalacak mıdır? Böyle bir yerde, bu kadar kesintisiz kılınmış olan şiddet / ötekileştirme / nefret  kalıcı bir kırım hali ülke dediğinizi çukur kılmaya kafidir. O çukur ki hepimizi her gün biraz daha dibine çekmeye devam ediyor muktedir! Umursuyor musunuz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller: Marta KISIEL – Pierwsze Słowo – Book Cover - Tomasz MAJEWSKI – Behancé
2 notes · View notes
seslimeram · 4 years
Text
Hayat / Yıkım
Tumblr media
Zıvanadan çıkmış hallerle kuşatıldığımız bir sahada soluk alabilmenin derdindeyiz. Tuhaf zamanlardayız. Bütünün, bütün bir sahanın, bir sahnenin her yanının, her anının, hemen her bir dönemecinin bariz ve kesintisiz bir zalimlikle kuşatıldığı sahada hayatın ederinin her ne olduğunun peşindeyiz. Cerahat mütemadiyen yinelenirken, yaşamsallık çürümeye terk edilirken, var edilmiş tüm / bütün fecaatlerin sofrasında hayat ne olacak bunun derdi ve tasasındayız. Zıvanadan çıkmış bir tahakküm hamlesi güncel kılınırken, cerahat hemen her yeri kuşatırken yaşamın abecesi tarumar olunandır. Bu kadar afaki bir o kadar arasız, fasılasız, daimi olarak cürümlerle hemhal kılınmış memleket bir laf değil hakikatten de ol çürümenin kılınır.
Çürümenin görünürlüğü, kokusu, yaygınlığı, anlamı artık dört bir yanda fark edilesidir. Erk, muktedir, iktidar kendisine doğru olanları kurarken, yenilenirken o müştereklerimiz olanı tarumar edendir. Hayatın orta yerinin biçimsiz, sonsuz ardı hiçbir zaman kesilmez bir hiddet, şiddet döngüsüne rehineliği mesele değil midir, hala değil midir? Bunca bariz, bir o kadar kati, kesintisiz olan şey zıvanadan çıkmış bir tahakküm, eksiksiz bir işkence yeri, hayatın berhava olunmasında her gün yeni bir eşikken yol yön her nereyedir sahiden de? Biçimlendirilen, var edilenin ağır bir yıkım hali olduğu ortadayken, çürüme her kimi, kimleri kapsamayacaktır, nasıl? Bu kadar lalettayin bir yıkımın olduğu yerde her şeyin üstü örtbas olunurken, yakıcılık, yağmanın ta kendisi sıradana hayat bırakmazken ne olur, kimler bu tufanda ayrı tutulur, her nasıl?
Biyopolitik bir menzilin dönüşüm hamlesi on sekizinci yılındaki Akp iktidarında güncel bir haldedir. Dıştan içe, içten öze, en üstten en alta her kesimi kuşatarak hiddet, linç ve bir tabii ki şiddeti gündelik kılarak demokrasinin tarumar edilmesi daimi kılınır, hal midir, hak mıdır, reva mıdır? Biçem, olgu ve yönelimin sıradana karşıt kılındığı yerde bu varlığı tescillenen fasit döngü bitimsiz bir yara olgusunu güncelleyendir. Yara bere içerisindeki bir yerin kime ne faydası olur. Yara bereler içerisinde kalmış bir yerde, hayatın ederi, anlamı çürümeye terk olunurken, gidilen yol mudur, hiçbir izahatı var mıdır?
Genel geçer değil doğrudan ve sabık bir tahayyülle hayatın nobran bir mesele mahkum kılınması var edilir. Yeter ki kimseler ama özellikle sıradan olanlar birbirlerini duymasın, sorgulamasınlar. Yeter ki, öteki olarak bilinenler birbirlerinin meramına ermesinler. Bir uzamda belirli bir hatta buluşmasınlar. Biyopolitik şiddet bir metafor değil, her günün başat yönelimi kılınırken muktedir eliyle sıradanın susturulması devreye konulur. Tüm o birbirini duyma hadisesine engel olmak tek gaile kılınır. Birbiri ardına güncellenen, tüm yıkım hamleleri, tahakküm evreleri, bunun tamamlayıcısı olan devletlinin yergileri, hınç dolu hamleleri, son dakika kararları ile bir zıvanadan çıkmışlık dahilinde hayat kuşatılan bir süreklilikle boğulur.
Bu halle, bu durumla her nasıl soluk alınabilir hiç sorguluyor musunuz? Bütünün yerle yeksan olunduğu bir sahada hayatın ederi hiç kılınırken soluğunuzdan emin misiniz hiç, son kararınız mı? Sıradanın hayatının heder ettirilmesi, laf ola beri gele bir mesele değil tam da herkesin gözleri önünde vuku bulan, alenen tanıklığına yazıldığımız bir gayretin ta kendisidir. Devletin gölgesinin her nereye düştüğü afaki kılınır iş bu raddede. Hayatın bir hiçliğe mahkum edilmesinin büsbütün sancılı süreçleri bu sahnenin dört bir yanında tüm o madun siyasetin aktörleri eliyle daimi bir mesele olarak biçimlendirilir.
Hayatlarımızın her nasıl pamuk ipliğine rehin kılındığı, sesin ve sözün her nasıl örselenip, alt edilmeye çalışıldığı bugün afaki bir biçimde örneklenendir. Denek kılınan hayatların tam da ortasında bir düzlemin ne huzuru ne güncesi ne şimdisi ne de berisi vardır. Varlığı tescillenmiş olan harap viranlık, kesintisiz deneylerle oluşturulan karanlığın şu sahayı bir biçimde dönüştürmesi utanç vesikasıdır. Bir asırda varılan sahne tüm o gelenek halinin ne olduğu bahsinin karşılığı bir kez daha yüz kızartıcıdır. Kendi doğrusunu zayi etmiş, aleni olarak zıvanadan çıkmış bir kırım ve kıtalle, yol ve yön aranmaya çalışılan yerde hayat da pamuk ipliğine bağlı bir mesel kılınır.
Gelenek, görenek ve yüz kızartıcı bir tahayyülün ortasında var edilmiş devlet aklının tüm  işlevselliğini barındır bu yeni yeni yepyeni denilip durulan ülke. Yol nereyedir sorgusuna yanıt verilmeyen, bir türlü buldurulmayandır. Ekonomik darboğaz halinden, asgari olan ol yaşam hakkının talanına, hakların sınırlandırılmasından çalışanların kölelik düzeninde ye, iç ve sonuna kadar tükete rehin bilindiği bir sahada, menzili afaki ayrımcılığının kadından ve çocuklara kadar gerçekleştirilen taciz, tecavüz ve kırımlara o menzilin belagatli sureti karşımıza çıkartılır. Zıvanadan çıkmış bir yerin var ettiği tek şey kabustur. Zıvanadan çıkmış bir yok edicilikle hiçbir yere benzemeyen, her yerde var edilmiş kötülüğün bütün, bariz tekrarlarıyla bir menzilin hali ve ahvali perişan kılınır. Zıvanadan çıkmış olan şu yerin adı yenidir, gerisi bayat bir hikaye!
Bir zaman aralığında, belirli bir sürede değil daimi bir biçimde zuhur eden, devletli hamle ve çabalarının bu tümden zıvanadan çıkmış olan menzilin yönünü toptan çürümeye açıkça kestirdiği afakidir. Halen yıkım tek istikamet olarak görülür. Böylesi bir yerde soluk alma hali ne kadar mümkündür! Bu kadar afaki bir biçimde sahnesinde sesin, sözün birlikteliğini / öncelikli halini unutmamak nasıl söz konusudur. Her nasıl insan kaybedilen ve zayi olunan o soluğu geri kazanır, her nasıl! Birbirinden bağımsız görünen şu aşağıdaki haberlerin ortaya çıkarttığı gerçek karşımızda yükselirken nedir yani, her nasıl ve her ne şekilde kaybedilen geri bulunur, telafisi mümkün olur.
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomide başarı hikayesinin yazıldığını anlattığı saatlerde krize, yoksulluğa karşı Bakırköy’de bir araya gelen 4 bine yakın kişi, asgari ücretin insanca yaşanacak bir seviyeye çekilmesi, vergi adaletsizliğinin son bulması, iş cinayetlerinin ve sömürünün son bulması ile kadın cinayetlerinin durdurulması talepleriyle sokağa çıktı. Mitinge DİSK, KESK, TMMOB, TTB, Emek Partisi, Emek Gençliği, Türkiye İşçi Partisi, Halkevleri, HDP, EYT Derneği, KHK ile kamu görevinden ihraç edilenler, Kaldıraç, SYKP başta olmak üzere çok sayıda kurum katıldı.
Miting öncesi Bakırköy Dikilitaş Meydanı’nda bir araya gelen emekçiler sloganlarla pazar alanına yürüdü. İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri adına ortak açıklamayı Özlem Tolu okudu.
Son iki yılda elektrik fiyatının %72, doğalgaz fiyatının %60 oranında arttığı hatırlatan Tolu, “Çarşı, pazar el yakıyor. Nüfusun %1’lik kesimi ulusal servetin %54’ünü elinde tutuyor, gelir vergisinin ise %92’sini emekçiler ödüyor” dedi.
Asgari ücret görüşmelerini hatırlatan Tolu, “Bizi gene ‘açlık ücreti’ne mahkum etmek istiyorlar. 2020 bütçesi Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edildi. Emekçilerin payına gene yoksulluk ve sefalet düştü. Kasım 2019 itibarıyla 7 milyon 305 bin insanımız işsiz, 2 milyon kadın işsiz, 3.5 milyon genç ne eğitimde ne de istihdamda. Eğitimde kalitesizlik, gençliğe geleceksizlik devam ediyor”diye konuştu.
Açıklamanın devamında şu ifadeler kullanıldı: Hız kesmeden devam eden konkordatolar, iflaslar, küçülme kararları ile binlerce işçi ve ailesi açlığa mahkum. Art arda gelen zamlar, büyüyen vergiler, küçülen maaşlar ve işsizlikle borç batağında çırpınan milyonlarca emekçi açlığa mahkum. Bir gece hiçbir yargı kararına dayanmadan çıkartılan haksız, hukuksuz KHK'lerle ihraç edilen kamu emekçileri ve aileleri açlığa mahkum. Emeğiyle geçinen geniş halk kesimleri için hayat her geçen gün zorlaşıyor, insanlarımız geçim zorluğu nedeniyle evine ekmek götüremiyor. İktidarda olanlar ise hayali ‘Yeni Ekonomik Program’lar açıklıyor, hiçbir zaman tutmayacak enflasyon, büyüme hedefleri rakamlarına inanmamızı bekliyorlar. Yarattıkları siyasi ve ekonomik krizlere bahaneler uyduruyor, 'darbe girişimi var’ diyorlar, ‘savaş var’ diyorlar, Kürt sorununa barışçıl çözüm isteyenlerin seslerini susturuyorlar, savaş ve barış sözcüklerini dahi yasaklıyorlar. Seçme, seçilme hakkını, seçmen iradesini yok sayıyorlar. Sandıkta kaybettikleri seçimleri YSK darbesiyle kazanmaya çalışıyorlar. Halkın büyük çoğunluğunun oylarıyla seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıyorlar, yerlerine kendi memurlarını kayyum olarak atıyorlar.
“Onlar bir avuç, biz milyonlarız” denilen açıklamada, “Bizim gücümüz birliğimizdedir. Bunun için İstanbul’daki sendikalar, emek, meslek örgütleri, emekten yana siyasi partiler, kitle örgütleri, İstanbul Emek Barış Demokrasi Güçleri olarak yan yana geldik, omuz omuza verdik, el ele yürüyoruz” ifadeleri kullanıldı.”
“Ağrı’nın Tutak ilçesine bağlı Soğukpınar köyüne 6 Aralık günü sabah saatlerinde jandarma ve polis tarafından operasyon yapılmış ve çatışma çıkmıştı. Aynı gün İçişleri Bakanlığı tarafından operasyonla ilgili yapılan açıklamada, köyde 4 “PKK”linin öldürüldüğü belirtmişti.  Operasyon sonrası onlarca köylü gözaltına alınmıştı.
İfadelerin işkence altında alındığı  söylenirken Jandarma Komutanlığı’na giden avukatlar ise zorla dışarı çıkarılıp içeri alınmıyor. Gözaltındakilerin durumuna ilişkin ise haber alınamıyor. Öldürülen Murat Kaya'nın eşi Zozan Kaya da hala gözaltında tutulurken, 3 aylık bebeğinin emzirilmesine ise izin verilmiyor.
Ulaştığımız köylülerden aldığımız bilgilere göre gözaltında bulunanların isimleri şöyle: “Hanım Aksoy, Gönül Aksoy, Birgül Çetin, Zozan Kaya, Cemal Aksoy, Ahmet Aksoy, Kemal Aksoy, Sıddık Çetin.”
Cemal Aksoy'a ise işkence edildiği ve Van Eğitim ve Araştırma Hastanesinde askerlerin gözetiminde tedavi gördüğü iddia ediliyor.”
“Şilili feminist kolektif Las Tesis’in, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü vesilesiyle Kadın ve Cinsiyet Eşitliği Bakanlığı’nın önünde gerçekleştirdiği dans performansı, dünyanın farklı ülkelerinden kadınları harekete geçirdi.
Kadın Meclisleri de bu performansın bir benzerini sergilemek üzere Kadıköy’e çağrı yaptı. Performansın sergilenmesini engelleyen polis, kadınlara müdahale etti. Müdahale sırasında gözaltına alınan kadınlar, “Kadınları değil katilleri durdurun!” sloganları attı. Eylem müdahaleye rağmen Kadıköy’ün ara sokaklarında devam etti.”
Tumblr media
Medyanın eski simsarlarında Aydın Doğan’a övgüler düzülürken, çıkarların birleştiği bir Şehir Üniversitesi için yıllar sonra rant kavgası dillendirilirken, emek mücadelesine ağır yaralar verilirken, daha yeni birkaç gün önce katledilen bir kadının katilinin hapishanesini seçme özgürlüğü gibi kadük bir hamlenin altında imzası olan devletin var ettiği şeyin ol sokaklarda kadınların haklarını arama çabasına darpla, işkenceyle mukabele etmesidir. Ağrı’da köylüleri derdest edip alıkoyarken, vekillerin oraya ulaşmasını engellemekle çıkagelendir, zıvanadan çıkmak.
“İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), 10 Aralık İnsan Hakları Günü nedeniyle yazılı açıklama yayınladı. Açıklamada, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 71. Yılında bildirgede yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hâlâ kurulamadığına çekildi.
Açıklamada, şu ifadeler kullanıldı: “Şili’den Lübnan’a, İran’dan Hong Kong’a dünyanın her yerinde halklar özgürlük, adalet, eşitlik ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükseltiyor. Devletlerin ve hükümetlerin bu itirazlara yanıtı ise şiddetin her türünü sistematikleştirip yaygınlaştırma ve hayatın tek gerçeği olarak toplumlara dayatma şeklinde oluyor. Dünyanın yaşamakta olduğu bu ağır kriz hali maalesef Türkiye’de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile hissediliyor.  Belirsizlik rejimi sadece bir hukuki öngörülemezlik hali değil, kişilerin kendi belirlenimlerinin de sürekli tehdit altında olduğu bir korku iklimidir. Bu tür bir iklim, bir yandan toplumun üyeleri arasındaki ‘güvensiz’ bir ilişkiye yol açtığı için müşterek bağların çözülmesine neden olmuş, diğer yandan da bireylerin idare edenlerle ilişkisini beklentisel itaat olarak adlandırabileceğimiz bir uyma, hatta emredenin neyi emredeceğini düşünerek ona göre eyleme pratiğine dönüştürmüştür. Ayrıca belirsizlik rejimi içinde kurumların da aşınmasıyla beraber hak ihlalleriyle mücadele alanını daraltmak anlamına gelen cezasızlık yaygınlaşarak yeniden üretilmiş ve neredeyse bir kural haline getirilmiştir.”
İHD ve TİHV’nın açıklamasında, Türkiye’de yaşanan insan hak ihlallerine dair bir çok başlıkta tespitler yapıldı. Öne çıkan tespit ve öneriler şöyle:
OHAL’in ağır sonuç ve etkileri her geçen gün giderek artan biçimde toplumsal yaşam üzerinde hissedilmektedir. Yaklaşık yüz kırk bine yakın insanı etkileyen OHAL karar ve işlemlerini incelemek üzere kurulan komisyonun ağır işleyişi ve aldığı yetersiz kararlar ile OHAL sonuçlarının kalıcı etkisi daha da artmaktadır. OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’nun 25 Ekim 2019 tarihinde yaptığı duyuru ile OHAL kapsamında yayımlanan KHK’lar ile 125 bin 678’i kamu görevinden çıkarma olmak üzere toplam 131 bin 922 işlem gerçekleştirildiğini belirtmektedir. Bu işlemlerden 2 bin 761’i kurum/kuruluş kapatma işlemidir. Komisyona yapılan başvuru sayısı 126 bin 200’dür. Komisyon 8 bin 100’ü kabul, 83 bin 900’ü ret olmak toplam 92 bin 000 başvuru hakkında karara varmıştır.
Öte yandan OHAL döneminde çıkarılan 668 sayılı KHK’nın 3. maddesinin (d) bendi ile tutukluların avukatları ile görüşmelerine Cumhuriyet Savcısı’nın kararıyla kısıtlama getirilebileceği düzenlemesi yapılmıştı. OHAL kalktıktan sonra da bu tür kısıtlayıcı uygulamalara devam edildi. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin 29 Kasım 2019 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 24.07.2019 tarihli 2018/73 E, 2019/65 K sayılı kararı ile bu tür düzenlemelerden olan 5275 sayılı İnfaz Kanunu’nun 59. maddesinin (5) ve (10) numaralı fıkralarında düzenlenen, “Görüşmelerin teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilmesi, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli bulundurulması, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulması” hükümleri iptal edilmiştir.
İHD ve TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin verilerine göre 2019 yılının ilk 11 ayında;
* Kolluk güçlerinin yargısız infazı, dur ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle veya rastgele ateş açması sonucu 10 kişi yaşamını yitirmiş, 4 kişi de yaralanmıştır.
* Silahlı çatışmalar nedeniyle en az 97 güvenlik görevlisi (88 asker, 7 polis, 2 korucu), 362 militan, 30 sivil olmak üzere toplam 489 yaşamını yitirmiştir. Bu dönemde en az 154 asker, 13 polis ve 7 korucu, 38 sivil olmak üzere toplam 212 kişi ise yaralanmıştır.
* Güvenlik güçlerine ait zırhlı araçların çarpması sonucu en az 2 kişi yaşamını yitirmiş, 2 kişi de yaralanmıştır.
* Mayın ve sahipsiz bomba vb. patlaması sonucu 3 kişi yaşamını yitirmiş, 3 kişi de yaralanmıştır.
* Cezaevlerinde hastalık, intihar, şiddet vb. çeşitli gerekçelerle en az 38 kişi yaşamını yitirmiş, 5 kişi de yaralanmıştır.
* Zorunlu ya da muvazzaf olarak askerlik görevini yaparken en az 17 kişi şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmiş, 6 kişi de yaralanmıştır.
* İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre iş kazaları/cinayetleri sonucu Türkiye’de 2019 yılının ilk 11 ayında en az 1606 işçi yaşamını yitirmiştir.
* 2019 yılının ilk 11 ayında ise en az 305 kadın erkek şiddeti sonucu öldürülmüştür.
Yine TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin verilerine göre 2019 yılında, Türkiye’nin Suriye’nin kuzey doğusuna yönelik başlattığı askeri harekat sırasında, sınır hattında bulunan ilçelere havan mermisi vb. patlayıcıların isabet etmesi sonucu en az 19 sivil yaşamını yitirmiş, 132 sivil de yaralanmıştır. Bu süreçte en az 17 asker yaşamını yitirmiş, 33 asker de yaralanmıştır. Askeri harekat nedeniyle Suriye’de kaç silahlı militanın ve Türkiye’nin desteklediği paramiliter gruplardan kaç kişinin yaşamını yitirdiği konusunda sağlıklı veriler bulunmamaktadır.
Suriye tarafında ise Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Uluslararası Af Örgütü (AI) gibi örgütlerin tespitine göre aralarında Suriye Gelecek Partisi Genel Sekreteri Hevrin Khalaf ile 2 gazetecinin de bulunduğu onlarca sivil öldürülmüş ve çok sayıda kişi de yaralanmıştır. Özellikle paramiliter grupların sivil yerleşim yerlerine yönelik saldırıları devam etmekte olup en son Tel Rifat bölgesinde bulunan bir yerleşim yerine yapılan havanlı saldırıda 8’i çocuk 10 sivil yaşamını yitirmiş, 20’nin üzerinde kişi de yaralanmıştır.
* Türkiye İnsan Hakları Vakfı'na (TİHV) 2019 yılının ilk 11 ayında işkence ve diğer kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 840 kişi başvurmuştur. Başvuranların 422‘si aynı yıl içinde işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtmişlerdir.
* İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) verilerine göre ise 2019 yılının ilk 11 ayında gözaltında ve gözaltı dışındaki yerlerde işkence ve diğer kötü muameleye uğradığını iddia eden kişi sayısı 830’dur.
* İHD verilerine göre 2019 yılında 962 toplantı ve gösteriye müdahale edilmiştir. 2886 kişi bu müdahalelerde kaba dayak ve kötü muameleye maruz kaldıklarını iddia etmişlerdir.
* 2019 yılında 7 zorla kaçırma vakası tespit edilmiş ve bunlardan 6’sının ailesi İHD’ye başvuru almıştır. Bu başvurulardan 5’i Birleşmiş Milletler Zorla veya İrade Dışı Kaybetmeler Çalışma Grubu’na yapılan başvuruları takiben bulunmuşlardır. Diğer kişinin akıbeti ise halen bilinmemektedir. Bulunan kişilerin işkence ve kötü muameleye maruz kaldıkları anlaşılmıştır.”
Zıvanadan çıkmış bir tahakküm hamlesi güncel kılınırken, cerahat hemen her yeri kuşatırken yaşamın abecesi tarumar olunandır. Bu kadar afaki bir o kadar arasız, fasılasız, daimi olarak cürümlerle hemhal kılınmış memleket bir laf değil hakikatten de çürümenin kılınır. Bir koca yılın özetinden artakalan şey bunca afaki bir çürümedir. Çürüttükçe, daha da fenasına yol / yön kıran bir yerin varlığı bugünün meselesidir. İnsan hakları konusunda mimli siciline her sene yapılan ilavelerle bu ülkenin zıvanadan çıkmış hali artık mübalağa değildir. Yaşatmaktan bunca kopuşun var edildiği bir yerin hayatla ilintisi her ne olacaktır sahiden de düşünüyor musunuz? Yaşamın kökünün kurutulduğu yerde onca şatafatlı cümle, sahnelerden verilen yeni ülke reçetelerinin neye faydası vardır. İnsanlık bunca açık çürümeye terk edilirken...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller: Street Photography Japan – Matsu – Behancé
2 notes · View notes
seslimeram · 6 years
Text
Yorgunuz Vesselam...
Tumblr media
Yorgunuz. Vahşetten mülhem, o tahakkümün sınırlarında yol alan bir ülkede her günün deney kılınmasından yorgunuz. Patavatsızca, aleni kötülüğün yüceltilmesinden yorgunuz. Bile isteye nefretle bu toprağın artık sayısı çoktan unutturulmuş kırımlardan bir başkasına yine yeniden rehin edilmesi gayretinden yorgunuz. Bütün o çürümenin dipsiz, belagatin sonsuz kılındığı sofraya yurttaşlar olarak oturtulmaktan yorgunuz. Biyopolitik bir cerahate rağmen hala her şey yolunda türküsünden enikonu yorgunuz.
O meşum zatın adına bir ülke denilene yaptıklarını gördükten sonra o yollardan, bütün bu yıllardan sonra şu yarına nasıl çıkılır bunun hesabından yorgunuz. Ayın sonunu değil, ortasını bile getiremeyen halktan birisi olarak veresiye vere vere kalmadı diyen bakkal gibi şişmiş hesaplarla, cep delik cepken delik bir başımıza kalmaktan yorgunuz. Karun gibi hayatlar sürüp, ranttan, talan ve yağmadan galiba en çok da bu kırım ülkesinin yapılandırılmasına ses etmeyip oluruna / cukkalarına bakanların menfaatlerinden, mamafih tükenmeyen nefsinden yorgunuz. Bir ülkeyi muktedir olduğu için sahiplenip eski devletlinin palazlandırdıkları gibi bizimdir diye bağırıp çağıra duranların var ettikleri cerahatten yorgunuz.
Tükenmenin bir normatif kılındığı yerdeyiz. Geçmişin karanlığına ait yaraların yok edilmesi bir yana güncellendiği sahadaki onca hır gürden yorgunuz, yapayalnızız ve eksiğiz. Her gün bir başkasına karşıtlıkla çıkagelen muktedirin var ettiği yıkımdan yorgunuz. Hayat basitçe bir meselmiş gibi davranılmasından yorgunuz. Çürümeyi çoğalttıkça, kesintisiz bir hınçla varlığa ve kimliğini yaşatmaya çalışanlara karşı nefretin güncellenmesinden, devletin ta kendisinden çoğaltılan insan hakları kırımından yorgunuz.
Soğan depolarına baskınlar düzenleyip bunu stokçulukla mücadele deyip ürünler hiç öyle saklanamasa çürüyeceğini bile bile yalana devam diyenlerden yorgunuz. Kötülüğün artık bir vaat olmaktan öteye taşınıp, her günün demirbaşı kılınmasından, her yeni günün daha karanlık kılınmasından yorgunuz. Yorgunuz. Vahim olanın peşi sıra tutturulan yolun belirgin bir siyaset kılınmasından, geleceğin böyle bildirilmesinden yorgunuz. Afaki bir dilin, nefret ve ırkçılıkla hemhal olan bilincin bu ülkede onca badireye rağmen / yıkıma rağmen hala alıcısı olmasından yorgunuz.
Dünün sığ siyasetinin bugünün gündeminde hamleleri belirleme noktasında kendini tekrardan var etmesinden, bunun da yeni ülkenin omurgasında sabit kılınmasından artık yorgunuz. Tüm cümlelerin, devletçe birer ikişer kirletilmesinden yorgunuz. Kan istencinden, yıkımları yeterli görmeyen zihniyetin her günü dar etmesinden, ırkçılıktan enikonu yorgunuz. Çaresizliğin reçete edilmesinden yorgunuz. Biçimlendirilen ülkenin yeni denilirken bizatihi eskinin restore edilmesinden mülhem bir yapı olmasından, bunun bile yutturulmasından yorgunuz.
Devletin devletliğini yurttaşına karşıt, koşullandırılmış bir tehdit mekanizması ile tesis etme gayretinden yorgunuz. Derlenip, toparlanıp saldırganlığını muhafaza edip yeniyi eski kılarak, ondan el alarak bir gelecek çizilmesinden yorgunuz. Ümidimizin her defasında kırımlara mahkum edilmesinden yorgunuz. Hiçbir fecaati kafi görmeyen muktedirin cehennemi yer yüzünde yeniden kurmasından yorgunuz. Bir aralar bu saha bir yaşam sahnesiydi, bugün çürümenin resmi sahası diye bildirme mevcudiyetinden yorgunuz.
Müştereklerimizi savunacak bir avuç insan sayısına düşmekten de yorgunuz. Sert, soğuk dibine kadar karanlık bir ülkenin imali güncelken halan ne var kardeşim, devletimiz sağ olsun diyenlere önce insan demekten yorgunuz. Makamların insanlar ve haklarından önce kılınması gayretinden yorgunuz. Devlet bu ülkeyi biyopolitik bir deney sahası haline dönüştürürken tüm o meselleri, yağmalamasını sürdürmesinden yorgunuz. Soğandı, patatesti, antibiyotiği fazlaca kaçmış yoğurdu ve dahası genetik müdahalelerin sınırsız kılındığı sözüm ona organik gıdanın bile iktidarın olur vermesi ile hakikat kılındığı bir yerden bildiriyoruz. Yorgunuz.
Açığa çıkmış olan devletli tahayyülünün bildik, tanıştırıldığımız o katran karanlığı ile hemhal olmasının yankısında birkaç cümle okuyanlar içindir şu yukarıdaki meram. Hiçbir şeyi sorun, sorgu meseli, hayatı için endişe edici bulmayanlar zaten bu satırları okumadı, okumuyorlar da. Gerisini de merak etmeyeceklerdir. Bu memleket bizim diyen güruh için de bir avuçtan azalmış bir halktan bir anarşistin vaveylası kulak vızıltısı olmaktan ötesine geçmeyecektir. Ne demiştik, bu ülkeyi en çok bu bahisleri kullanıp, bizim, sizin değil diyenlerle, geçmişte ezilip, kırıldığını iddia edip ne kadar alakasız şey varsa bundan mağduriyet devşirip sonunda kendisi muktedir olduğunda a) şıkkına geri dönen, bizatihi o bu ülke (sadece) bizim kavgasına dahil olanlar kırımın sınırlarına taşıdı, taşımaya da devam ediyor hala...
AKP Denizli İl Yönetim Kurulu Üyesi Cemile Taşdemir, sosyal medya hesabından tepki çeken bir paylaşımda bulundu. Cemile Taşdemir, paylaşımında muhalefet partilerini hedef aldı. Taşdemir şu ifadeleri kullanır: “Allah kimseyi -CHP'ye oy verecek kadar AKIL'sız -HDP'ye oy verecek kadar VATAN'sız -İP'e oy verecek kadar ÜLKÜ'süz -SP oy verecek kadar İMAN'sız bırakmasın!” Cemile Taşdemir tepkilerin ardından tweetini siler. Birgün’de yer alan iş bu iki satırlık haber metni, o habere konu olanın yazıp çizdiğidir memleket değil de bir azap çukuru neymiş, nasıl üretilirmiş bildiren. Cerahate kol kanat gerildikçe, taşlar, pardon ol malum pastanın paylaşımı güncellendikçe, irin de kendiliğinden güncellene gelendir. Yıldık, yorgunuz ama bunların da bahsini etmeliyiz.
Basbayağı aralarında farklar bulunan HDP’yi bu şablonun dışında tutarsak düzen partilerinin tamamının nasıl da birbirinin laciverdi olmaya devam ettiği muhakkaktır. Atıldı mı mangalda kül bırakmayan üçlünün, milli ve yerli koalisyon içindeki iktidarla, dördüncü partinin birleşik kurduğu cepheleşme artık kabak tadı vermiş olan bir ırkçılığı barındırır. Bunca bariz ve kesin olarak tüm o diğerlerini kapsayacak bir linç çabasının seyrüseferidir kurumsallaştırılarak bir kez daha ağızlardan kaçırılan. Memleket değil de bir cerahat sarmalının imalidir kesintisiz ola gelen.
Taşdemir savunduğu cerahatle ikiye, üçe, beşe çoktan bölünmüş menzili bildirmektedir. Tüm o çürümeyi bir norm kılan devletin tahayyülü ortadadır. Düzenin partileri arasından seçiminizi yapsanız dahi salt muktediri seçmediğiniz için bir kampa dahil edilmeniz süreğendir. Ayrım, yıkım, tahakküm, ayrıştırma, hiddet ve linç illa kan akıtılarak değil böylesi bir halde şu yukarıdaki iki satırlık o örnekle bağdaşık da imal olunur.
Yorgunuz, bu çürütme halinin bile ardının sorulmamasından nedir diye sorgulanmamasından. Yorgunuz, soruşturma muhakkak ki açılacaktır diye adet yerini bulsun kabilinden eylemler gerçekleştirilirken bir yerlerde başka taşlamaların, hedef almaların, yeni yıkımlar için denemelere girişilen bir yerde bildiriyor olmaktan.
Hınç alma, rövanşizm takıntısının nerelere vardığını görmek bile doksan beş yılın nasıl heder edildiğini göstere gelendir. İyi de bu tahayyül neyi var eder. Herkesin en başta o meşum zattan başlayarak itip kaktığı, yaftalayıp bir de damgaladığı, gözdağı verdiği bir mefhumda hayat ne olacaktır, hayatta ne olacaktır? Süreğen kılınan linç şablonunda bugün o, yarın bu, diğer gün şu diye uzayıp duran listede, onca yara hali hazırda bir hakikaten her ne olacaktır yarın? Yaraları, yeni yıkımlarla biçimlendiren bir muktedir anlayışında sözün çalınmasına ne demeli bu arada. Yorgunuz, bütün bu bahisleri sıkça yinelemekten, gel gelelim memleket diye adı çıkan şeyin, ortada biçimlendirilmiş ol kalıtın var ettiği fasit döngü her gün bir başka bet ve fecaati bildirirken yazmayalım da ne yapalım!
“Kapatılan Özgür Gündem gazetesi ile dayanışmak amacıyla başlatılan "Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği" kampanyasına 16 Ocak 2018’de katılan gazeteci Ayşe Düzkan, Hüseyin Aykol, Mehmet Ali Çelebi, Hüseyin Bektaş ve Ragıp Duran’ın yargılandığı davada karar çıktı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararda gazeteci Hüseyin Aykol'a "Örgüt propagandası yapmak" iddiasıyla 3 yıl 9 ay, Hüseyin Bektaş, Mehmet Ali Çelebi, Ayşe Düzkan ve Ragıp Duran'a ise ayrı ayrı birer yıl 6'şar ay hapis cezası verildi. Karar duruşmasında avukatların savunma için süre talep etmesine rağmen mahkeme heyeti, süre vermedi. Dava kapsamında bazı gazeteciler savunma yapmamasına rağmen ceza verilmişti.”
Evrensel Gazetesi’nden alıntılayalım: “Kararın verilmesinin ardından avukata İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi’ne istinaf başvurusunda bulundu. Başvuruyu değerlendiren mahkeme, yerel mahkemenin gazetecilere verdiği cezanın hukuka aykırılığının bulunmadığına karar verdi. Delillerde ve işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu, eylemlerinin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, cezalarının kanuni bağlamda uygulandığını belirten mahkeme, esastan reddine karar vererek cezaları onayladı.”
Tumblr media
Sendika.org’tan alıntılayalım: “Aralarında ETHA çalışanları İsminaz Temel, Havva Cuştan ve Ezilenlerin Hukuk Bürosu avukatları Özlem Gümüştaş, Sezin Uçar ile ESP üye ve yöneticilerinin olduğu 6’sı tutuklu 23 kişinin yargılandığı dava 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. İsminaz Temel, Erkan Kakça, Coşkun Yiğit’in tutukluluğunun devamına karar verildi.”
“Tutuklu yargılanan ETHA editörü İsminaz Temel, salonda bulunan gazetecileri, Cumartesi Anneleri ve kayıp yakınlarını selamlayarak savunmasına başladı.
Temel, iddianamede yer alan eylem ve etkinliklere katılmanın hak olduğunu ve hepsine gazeteci olarak katıldığını söyleyerek şunları kaydetti: Dosyada eylem ve etkinliklere gazeteci olarak katıldığına dair bir sürü delik olmasına rağmen eylemci olduğuna dair tek bir delil yok. SKM’nin 14 Şubat’ta yaptığı eylemde görüntü ve not aldığım yer alıyor ve gazeteci olarak eylemin görüntüsünü ve bilgilerini not almam son derece doğaldır. SKM Genel Meclis üyesiyim. Soruşturmanın ciddiyetsiz olduğunu ifade eden Temel, iki yıl önce gerçekleşen olaylardan dolayı 13 aydır tutuklu olduğunu kaydetti. Temel, “Tutukluluk nedenlerinin ‘delillerin karartılacağı’nın akla uygun olmadığını çünkü 13 aydır dosyaya yeni bir delil konmadı” diye vurguladı.
Tutuksuz yargılanan Ali Düzgün, SYKP üyesi olduğunu belirterek Gezi Direnişi’nin halk isyanı olduğunu ve katıldığını ifade etti. Yılmaz Selçuk’un cenazesine ve anmasına katıldığını çünkü Selçuk ile aynı dünya görüşüne sahip olduğunu söyledi. Ayrıca iddianamede yer alan eylem ve etkinliklere katıldığını çünkü hepsinin demokratik ve vicdani eylemler olduğunu kaydetti.
Tutuksuz yargılanan Sercan Genç, dosyada yer alan eylem, etkinlik ve cenazelere katıldığını söyledi. ‘Molotof hazırlamak’ iddiasının Gazi’de parkta arkadaşı ile mangal yapma konuşmasından yola çıkılarak iddia edildiğini belirterek “Halka açık alanda molotof hazırlamak ne kadar akla yatkın” diye sordu.
Savcı mütalaasını verdi ve tutuklu sanıkların tutukluluk halinin devamına karar verilmesini istedi. Savcının mütalaası üzerine söz alan ETHA editörü İsminaz Temel’in avukatı Ömer Çakırgöz, 13 aydır tutuklu olan Temel’in hangi delili karartacağını sorarak dosyaya yeni delil konulmadığını vurguladı. Bir önceki mahkemede Temel’in tutukluluğuna devam kararına şerh koyan hakimin tutumunu hatırlattı. Duruşmaya verilen aranın ardından kararını açıklayan mahkeme heyeti Hünkar Hüdayi Yurtsever, Suruç gazisi Mazlum Demirtaş, İlhan Aslan tahliye edilirken İsminaz Temel, Erkan Kakça, Coşkun Yiğit’in tutukluluğunun devamına karar verdi. Mahkeme heyeti bir sonraki duruşmayı 14 Şubat 2019 tarihe erteledi.”
İnsanların hayata dair söz söyleme gayretinin önünde yükseltilen duvarlardan artık yorgunuz. Temel, Cuştan, Düzkan, Akyol, Duran, Çelebi ve nicesinin haberi bildirme, var olan fecaatin ta kendisini duyurma istencine karşıt kurulan tahakkümün yıkımından endişeliyiz. Büyük, çok büyük devletlinin / devletlerin ağızlarına sakız ettikleri endişeden bahsetmiyoruz. Sözünü savunmanın imkansız kılındığı, cerahatin temsili dışında kalan herkesin hedefe koyulduğu bir yerde hayatın talan edilmesine, kastına dairdir meselemiz. Bir asra yaklaşan cumhuriyet adlı serüvende demokrasinin bir rezil kepazeliğin ta kendisine dönüşümünedir seslenişimiz.
Hayatın bunca bariz kuşatılması karşısında her ne olacaktır buna dairdir sözümüz. Hikaye değil hakikat bu çürütme istenciyken nasıl yorgun / endişeli olmaz ki bünye. Biyopolitik ol cerahat güncellenirken yeni ülke nedir sahiden de neyin nesidir? Bir yıkım halinin kesintisiz güncelliğidir artık bize bu bahisleri yazdırmaya devam ettiren hala. Bunlarla mıdır yeni ülke? HDP Amed Milletvekili Garo Paylan mecliste konuşur: “Basının önünde iki seçenek var; ya "Padişahım çok yaşa" diyeceksin, ya özgür basın olacaksın. Ama bunun bedeli var; tutuklama, baskı, reklam ambargosu... Ama unutmayın; eleştirilmeyen her güç hata yapar ve hata yapanlar ne der? "Kandırıldım, aldatıldım" der.”
Bir kısacık güne, yirmi dört saate sığdırılan vakalar bile nasıl / neden / ne için yorgun / argın ve tahakkümün nasıl canımızı çaldığını örneklemektedir. Uzun uzadıya yazınca saatler süren bir değerlendirme için salt birkaç cümle bile yazılanı okumayan ama şu satırları hasbelkader göz ucuyla keşfedenler için halin yansını bildirir. Bu kadar mıdır yeni ülke, böylesi bir eski, eskimeyen düzenle ülke var edilecektir?
“Malatya’da 27 Kasım günü yapılan polis operasyonunda gözaltına alınan siyasetçiler ve insan hakları savunucuların sorgusu tamamlandı. Gözaltına alınan Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski İl Eşbaşkanı Özcan Ağdaş, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) İl Eşbaşkanı Nermin Tuncel, HDP Battalgazi İlçe Eşbaşkanı Ahmet Aksu, HDP Yeşilyurt İlçe Eşbaşkanı Aziz Doğan, HDP eski il yöneticisi Hasan Karvar,  parti üyesi Ahmet Turan Sertkaya ile birlikte İnsan Hakları Derneği (İHD) Şube Eşbaşkanı Gönül Öztürkoğlu, Emniyet’teki işlemlerinin ardından adliyeye çıkarıldı. Savcılık sorguları yapılan isimlerden Hasan Karvar, “adli kontrol şartı” ile serbest bırakıldı. Diğer 6 isim ise “örgüt üyesi” oldukları iddiasıyla tutuklanmaları talebiyle mahkemeye sevk edildi. Mahkemeye sevk edilen siyasetçiler ve insan hakları savunucularının tümü aynı suçlama ile tutuklanarak cezaevine gönderildi.”
“Diyarbakır’da 26 Kasım tarihinde yapılan ev baskınında gözaltına alınan HDP Kars eski Milletvekili ve Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Divan Üyesi Mülkiye Birtane Kars’a getirildi. Burada alınan emniyet ifadesinin ardından Birtane, Kars Adliye’sine getirildi. Savıcılıkça sorgulanan Birtane, DTK faaliyetleri gerekçe gösterilerek “Örgüt üyeliği” iddiasıyla tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edildi. Mülkiye Birtane aynı gerekçelerle tutuklandı. Birtane ile birlikte gözaltına alınan Necdet Karadağ ve Tuncer Ömeroğulları da aynı gerekçelerle tutuklanırken 2 kişi ise savcılık sorgusunun ardından serbest bırakıldı.”
“AİHM 20 Kasım 2018'de verdiği kararla, Demirtaş'ın makul sürede yargılanma ve yargılanma süresince serbest kalma hakkının ihlal edildiğine hükmederek, tutukluluğuna son verilmesini istemiş ancak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kararın Türkiye'yi bağlamadığını öne sürmüştü. Demirtaş'ın avukatları AİHM kararının hemen ardından Kasım 2016'dan beri tutuklu yargılanan müvekkillerinin tahliyesi için başvuruda bulunmuştu.
Avukat Ramazan Demir, Twitter hesabından yaptığı açıklamada Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Demirtaş'ın tutukluluğunun devamına karar verdiğini belirterek, mahkemenin gerekçe olarak da "AİHM kararının henüz kesinleşmediğini" gösterdiğini kaydetti. Demir ancak mahkemenin Adalet Bakanlığı'ndan hükmün kesinleşip kesinleşmediğini sorduğuna dikkat çekti.”
Biteviye bir haber akışı içerisinde tek / yegane kalıt bir çürütme halinin devamlılığıdır. Bugün adına ülke denilen bu sahnenin nasıl bir istençle / her nasıl bir hınçla yerle yeksan olunduğu gazeteci tutsaklıklarından, aktivistlerin tutuklanmalarına, Demirtaş gibi sıradanın meramını ol muktedirin anlayacağı dilden bildirenlerin rehin alınmasına bir devamlılık hali güncellene gelirken yorgunuz. Bütün bu birbirine bağdaşık akıl tutulması hallerden mülhem bir yerin yeni diye anılmasından yorgunuz. Bütün bu umut kıran, hayatı zifiri karanlığa terk eden yerin ol yönetenlerin eline oyuncak edilmesinden yılgınız.
Çürümenin, kötülüğün yolunda yürüyen o aklın bu ülkeye bir faydası dokunmayacağı afakiyken halen seçimler, hala mübalağasız ne kadar yalan varsa bununla günün / gündemin donatılmasından hicap duyuyoruz. Yorgunuz ol bahisten, bu memleketten, şu muktedirin hayatlarımızı gölgelemesinden. Yorgunuz vesselam. Demokrasi, adalet, eşitlik, hürriyet, hak ve hukuk bahislerinde bunca geriye giden bir yerin hiç ama hiçbirimize bir gelecek vermeyecek olmasından, buna sebep olanların hiç ama hiç gocunmayan hallerinden, hesap vermeyeceğiz bakışlarından, tavırlarından utanç duyuyoruz. Yorgunuz vesselam...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller – Stories From The Moskowski Metropoliten By Skander KHLIF v/ Behance
3 notes · View notes
seslimeram · 5 years
Text
Leyla Güven Ses Veriyor, Anlıyor Musunuz?
Tumblr media
Gerçeğin eğilip büküldüğü eksiltilip un ufak edildiği bir zamanın tanığıyız. Dünümüz hep güncel, şimdimiz hep zayi, yarınımız hepten bir belirsizlik barındırıyor. Bir cerahate rehin ve kurban ve tasfiye edilecekler olarak yaşamda tutuluyoruz. Eleme günü gelene kadarki zaman aralığında yaşadığımızı var saydığımız bir sahnede bir o yana bir bu yana sürülüp, bir o yandan bir bu yandan derdest edilmenin eşiğine taşınıyoruz. Gerçek ezilirken yerine ikame olunan yeni dur durak bilmeksizin o deneyin devamlılığını sağlıyor, evet, sahiden de son kararımız!
Devletli pragmatist, faşist unsurların hemhal olduğu bir çatı vazifesini gösterirken dünün, şimdileşmesi kesintisiz kılınmaktadır, farkındayız. Aynaya yansıyan akis gibi ismi “ülke” olan bir yerin / yurdun sahiden de cürüm sarmalı olduğunun gerçekliği örtbas olunmaya devam edilendir. Vahamet bu bahsin bile sorgulanmamasıdır. İsmi lazım değilin doğal liderliğindeki siyasi partinin, form, biçem ve tahayyül olarak, akılda hemen hemen hiç kuşku bıraktırmayacak bir halde geçmiş karanlığının başat temsillerindeki yıkımla özdeş menzilin hepimizi boğmaya kalkmasıdır.
Var edilen yeni, tasarlanıp inşasına düşülmüş olan dizayn zaten dünün tescilli markasıdır. Dün her neyi var ettiyse o faşizan, benmerkezci, ırkçılığın dibinden milliyetçi ve sözüm ona muhafazakar bir ülke edimi, tahayyülü bir kez daha bu sınırlarda güncellenir. Geçmiş olanın eksik, yarıda bıraktığını yineleyebilmek, onu bir üst perdeden seslendirip ülke hali, mefhumunu topyekun yaşanmaz kılmak ve bunu hala icraat diye bildirmek güncellene gelendir.  
Artık gerçeğin yerine ikame olunanların insafındayız. Biteviye kılınan propaganda, artık hiç kesintisiz manipülasyon, ana akım medyadan, sosyal medyaya ve fazlasına o cerahat dolu hal / istenç güncellene gelendir. Gerçek olan parçalandıkça yalanlar yeni gerçek ilan edilir. Gerçek çürütüldükçe yerine yapılandırılan her tahayyül bir gerçek addedildikçe o yaşama meseli 1984 yazınında, George Orwell’in meramında bildirdiği cerahatle enikonu hemhal olur. Çürümenin bağrında yükseltilen cerahat bu halin özetleyicisidir.
Muktedirin o “iktidar partisi” ve şürekası, ismi lazım değil beyefendi ve tüm kurmayları, iktidar fikrini aksettiren medya, seçkin ilan edilmiş zümreler bu ülkenin aleni işgalini tüm boyutlarıyla birlikte günceller. Gerçeğin eğilip büküldüğü, yıkımın süreğen addedildiği yerde var edilen menzilin korkunçluğudur mesele. Hiçliğin düzlem ilan edilmesinin, ülke diye bildirilmesidir sorgulanması elzem olan. Cerahat artık örtbas edilemeyendir. Yaraları güncelleyen, müşterekleri yerle yeksan eden düzlemin ulaştığı seviye hiç birimiz için ala değildir. Yaşam hepten, heder, heba olunandır.
Yaşatma edimindeki eksiltmelerin günbegün yinelene geldiği saha burasıdır, iş bu toplam ve var edilen yekundur. Gerçek tahrif olunurken yerine güncellenmeye çalışılan mesele hayatın eksiltilmesidir iş bu temsilde eğrilerin yol bellenmesidir. Cerahat artık hemen her yerdedir. Cüretle savunulan yıldırının, birbiri içerisinde örülen tahakküm ve tehdit döngü ve mekanizmaları içteki sözü / özü yıkmaktadır. Geriye kalan yalanlardır ve kesintisiz bir çürüme halidir.
Gerçek, eksik ve gedik kısımları biteviye güncellenen bu riya tahayyülünden bir ülke bina olunmasıdır. Gerçek topyekun zayi olunan şimdidir, bir bakıma gelecek şimdinin içinde o tahayyüle yıkıma rehin edilendir. Bir yaşam tahayyülüne bile yer bıraktırmayan cerahatin sofrasında hayat yerle yeksan olunmaktadır. Gölgesi değmemiş tek bir an bile tahayyül etmeyen devletin kapsayıcılığı değil dışlayıcılığı örgütlemesidir mesele.
Bir hayal kırıklığının sahnesidir güncellenen. Var edilmiş cerahatin asla kafi görülmediği yerde hayat istenci eğreltilik ile kuşatılıp, oldubittiye getirilerek un ufak edilmektedir. Çürütmenin temsili değil artık her ana taarruz edilen bir mesel olduğu takdirinizedir. Ana akım manşetlerine yansıyanlar, bu tahayyülün gerçekliğini kesinkes bildirir. Bir yaşam sahasının her nasıl eylemden / bağlamından kopartıldığı bugün afakidir. Şiddet, hınç ve linç toplamından mürekkep kılınan bir sahnede gerçek törpülendikçe yıkımın şiddeti de giderek çoğalır. Katliam ve kırımlar kafi görülmediğinde iki yaşındaki çocuğun annesi ile gözaltına alındığı, ekranlarda ayrımcılığın daniskasına müsaade olunurken hala x’in de y gibi arkasındayız cümlelerinin kurumsallaştırıldığı bir yerde, eğreltiliği alt eden hakikat o iki satır önceki bahistedir. Gözaltı ve tahakkümden mülhem ol eza menzili artık gerçektir.
Çürümenin dört bir yandaki varlığı güncellendiğinde ortaya çıkan cerahat yerine başkaca mesellerin öne çekildiği bir uzam bina olunur. Yasaklanmış olan şet yaşatma istencine tam anlamıyla vurulan ketleri kim / kimler sağlamaktadır sorusudur. Bir ülkenin cürümle hemhal halinde şu kadarcık cümle bile kafidir, yollandığımız karanlığı göstermesi açısından. Bakur Kürdistan’ındaki manevralardan, Rojava’ya, Kuzey Suriye topraklarına karşı her gün bugün, yarın diye bir müjde gibi duyurulan yıkım gayretine, Afrin’de kurulu olan cerahat düzeninin ta kendisini “medeniyet” götürdük biz diye duyururken cihadçı çetelerin birbirlerini boğazladıkları bir sahnenin imaline, gerçeklik bize duyurulmayanlar dahilinde görünürlüğü birkaç tıklama ile söz konusudur.
Daha yakınlara geldiğimizde, gün aşırı bir kadın cinayetinin var edildiği, İstanbul’da ol Beyoğlu’nda katledildikten sonra yakılan mülteci kadının halinden görmek mümkündür. 10 Yıllık Değişim etiketiyle memleket sathı mahallinde baş örtülerini açan kadınların ol varlıklarına karşı, bunlar fetöcü, mihrak, hain sayıklamalarından dahası çıkagelen tüm o açık ve seçik erkek şiddetine yol açan, biteviye klişe cümlelere bir dolusu ile gerçekliğin nasıl eğilip büküldüğü ortaya çıkartılır. Herkes asayiş berkemal havalarında dolanıp ta yoluna devam ederken, yol aslında yoktur, bıraktırılmayandır. Geriye konulmamış olanı fark etmek bir yana, güncelliğe / bu yıkıma kulaklarını kapatmaya devam edenlerin elinde bir menzil çukur kılınır, hakikat budur. Ortak payda kılınan şey hepimiz için bu yıkımdır.
Gerçeğin eğilip büküldüğü yerde hiçbir şey anlık / rastlantısal değildir artık. Meşum zatın ve tüm devletli sahiplerinin ve payandalarının ortaklaşa icrasına düştükleri yer, sahne tüm bu cehennemî tahayyülün odağındaki bir toplamdır. Cürümler artık gizli / örtük değildir en kestirmeden, doğrudan ve apaçık yapılandırılandır. Hiçbiri eğrelti olmayan bir istençle yıkım şekillendirilmektedir. Zorda koyulan insan olma meselidir, düşünselliktir. Gelecek bahsinin belirsizliğe demirlemesi sonrasındaki her fecaat bu bahsi günceller.
Gündemin satır aralarına sıkıştırılmış olan her eylemden sonra çıkagelen bu tahayyülün kör karanlık sarmalıdır. Burası mutlak / kati ve keskin / kesintisiz bir çürümenin sahası olarak yükselendir. Gerçek yerle bir edildikçe bir hikaye değil sahiden de hayat mefhumu çoraklaştırılır. Yaralar hep ortadayken insan olma hal ve istenci hep yağmalanandır.
Muktedirin yeni ülke tahayyülü bu hallerin yolundan çıkagelen, güncellenen bir meseldir. Yeni olarak addedilen halihazırda dünün tasdikçisi olarak şimdiyi kuşatandır. Güncelliği sağlama alınan şey bir biçimde halkların somut yaralarının daha da fazla kanatıldığı bir yer, bir temsilin varlığıdır. Burada, şu sahanın ötesinde okuduklarınız, işte, sokakta ya da evde karşılaştıklarınız, seyrettikleriniz, bildikleriniz bu bahsin bir devamlılığını sağlar. Müesses nizamın tüm partileri iktidar, muhalefet el ele bu çürüten eksenin güncelliğini sağlama almaktadır.
Bütün bu yaşatılanların yekunundaki yıkım hepimize eğilip, bükülmüş olan gerçekliğin her ne olduğunu da anlatmaktadır. Cerahat hayatımızı hiç etme isteğiyle güncellenirken yara artık uzak öte değil içtedir, tam da içimizdedir. Gerçek örtbas edilmek istenirken ol riya zaten hakikati imlemektedir. Yaşama gayretinin önüne kurulan setler çoğaltıldıkça gelecek de endişeli bir haller mefhumuna dönüşür. Bugün kesintisiz kılınan budur! A, B, C ve D partilerinin al takke ver külah bu ülkeyi yolladıkları sahne uçurumdur. Ajanslara düşen her haber bu bahsin bir başka kanıtlayıcısıdır. Yaşa(t)ma edimine düşmanlıkların o sofrasında lime lime edilen şey haktır, hakikattir. Yıkılan haktır, hukuktur, adalettir. Bir biçimde gerçekliğin eğip büküldüğü yerde çürümekte olan insanlık meselinin özüdür.
Tumblr media
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Tecride karşı 74 gündür açlık grevinde olan Leyla Güven’in tutuklu olduğu Diyarbakır E  Tipi Cezaevi önünde eylem yapmak isteyen Dicle Amed Kadın Platformu üyelerine polis müdahale etti. Yaklaşık 15 kadın gözaltına alındı. PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde devam eden tecridin sonlandırılması talebiyle 74 gündür açlık grevinde olan Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in eylemine dikkat çekmek için eylem yapan kadınlar gözaltına alındı. Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi yakınında bir araya gelen Dicle Amed Kadın Platformu (DAKP) üyesi yaklaşık 50 kadın ellerindeki düdükleri çalarak eylem yaptı.  
Kadınların eylemi üzerine çevrelerini saran güvenlik şube ve çevik kuvvet polisleri kadınlara müdahale etti. Bu sırada müdahaleye karşı çıkan bazı kadınlar polisler tarafından darp edilerek gözaltına alındı. Gözaltına alına kadınlar “Leyla Güven onurumuzdur” ve “Bijî berxwedana zindanan” sloganları attı. Gözaltına alınanlardan isimleri öğrenilenler şunlar: Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçiler Sendikası Diyarbakır Eşbaşkanı Gönül Adıbelli, Gurbet Özel, Gülistan Ekte, Narin Gezgör, Bahar Karakaş Uluğ, Ceylan Aslan, Rozerin Çatak, Adalet Kaya. Gözaltına alınan kadınların Diyarbakır TEM Şubeye götürüldüğü öğrenildi.
Polisin, cezaevi önüne gelen HDP Diyarbakır Milletvekili Remziye Tosun’a elini kaldırarak bağırması da dikkat çekti. Fiziki müdahalede bulunarak cezaevi önünden ayrılması istenen Tosun’a, TOMA tarafında tazyikli su sıkıldı. Cezaevi çevresinde güvenlik önlemleri artırıldı.”  
Leyla Güven’in kızı Sabiha Temizkan, gazeteci Nurcan Baysal’ın sorularını yanıtlar. Belki de asıl meselin can alıcı noktası şu soruda ortaya dökülür: “Barış ile Abdulah Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılmasının ne alakası var diyenler var, özellikle batıda. Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması ve barış arasındaki ilişkiyi senden dinleyebilir miyim?”
“Annemin talebinin aslında hepimizi çok yakından ilgilendirdiğini düşünüyorum. Bu talep bir kişinin ailesi ve avukatları ile görüştürülmesi gibi gözüküyor olabilir. Ama öyle değil. Barış ve Öcalan’a tecrit arasında çok güçlü bir ilişki var. Çok güçlü bir referans var önümüzde. Öcalan ile görüşmelerin yapıldığı bir dönem var. O dönem cenazeler gelmedi, gerçekten gözyaşları dindi bir süre, çok güzel bir süreçti, herkes çok mutluydu. Türkler de Kürtler de, çünkü asker cenazeleri de gelmiyordu. İnsanlar “vatan sağ olsun” demek zorunda da kalmıyorlardı. Annem böyle bir yerden bakıyor. Yani PKK lideri Abdullah Öcalan ile yapılan görüşme sırasında yeşeren umudun sürdürülmesini, yeniden devreye konulmasını istiyor. Neden?  Çünkü böyle bir dönem var, bu farazi bir şey değil, bu bir gerçek, yaşanmış bir süreç var. O nedenle bu sürece dönülmesini istemek, annemi en çok anlayabildiğim nokta.
Çözüm sürecinde Öcalan’la ilgili toplumda bu kadar büyük bir tepki yoktu. Milliyetçi duygular bu noktada değildi.  Şimdi Öcalan ismi geçtiğinde bile insanların yüzündeki ifade değişiyor, çok ciddi bir tepki var. Ben bunu devlet tarafından yaratılan algıya bağlıyorum.  Bir şeyin iki tarafı varsa, o tarafla masaya oturulması gerekiyorsa, karşındaki insana çok büyük tepkiler de olsa bile, masaya neden oturulduğunu insanlara açıklayabilirsen, o zaman insanlar hak verebilirler. Ama masaya oturduğun kişiyi, iki gün sonra tekrar terörist ilan edip, Kürt sorununu yeniden çatışarak çözeceğim dersen, o zaman insanlarda da bu tepkiler gelişiyor.”
Sabiha Temizkan anlatmaya devam eder: “Annem ve ondan sonra açlık grevine giren insanlar sadece barış olsun istiyorlar, gerçekten güzel günler gelsin istiyorlar ve bizler için güzel bir yaşam tasavvur ediyorlar. O nedenle herkes sesini yükseltsin istiyorum. Bugün benim annem, yarın bir başkasının evladı, birinin babası bu direnişi göstermek zorunda kalmasın, artık daha fazla insan bu acıları çekmesin.  Biz bu topraklarda çok daha güzel yaşayabiliriz, barış içinde yaşayabiliriz, annem de tam olarak bunu istiyor. Dolayısıyla herkes onun yanında olsun istiyorum.”
Gerçeğin un ufak edildiği bir zaman diliminde Leyla Güven gibi insanlar hakikatin yolu, yönünü belirginleştirmek için mücadelelerine devam demektedir. Sabiha Temizkan’dan, Remziye Tosun’a, Amed’de gözaltına alınan kadınlardan, mitinglerde duyurulmaya çalışılan seslenişe barış tahayyülünün kim / kimler elinden bu hallere koyulduğu sorgulanır. Bir ülkenin handiyse tamamının sessizlikle karşıladığı ölüm, yaşam mücadelesi bir başka sathı mahalle taşınmak istenirken, bir asırdır çeşitli biçimlerde var edilmiş Kürd sorununun son kırk küsur yıldır şiddetle bertaraf olunamayacağının resmiyet kazandırılmış bir çığlığı mahpushanelerden atılmaktadır. Duyuyor musunuz, soruyor musunuz?
Sabiha Temizkan, 21 Ocak günü Twitter hesabından şu mesajı paylaşır: “Annem bugün ilk kez benimle de görüşmeye çıkamadı. “Kendi isteğiyle görüşe çıkmadı” diye kağıt imzalatmışlar. Annem yahu! El insaf! Çok istediği halde çıkamamış olmalı. Bugün 75 gündür aç! #LeylaGüveniYaşatalım Annemin hapis değil Meclis’te olması gerekiyor. #LeylaGüveneSesVer”
Coğrafyanın bir kader gibi mütemadiyen ölümü var ettiği bir iklimde bir kez olsun, bari bu kez olsun hayat kazanabilsin diye bir sesleniş güncellenmeye çalışılıyor. Mevzu ne silahlı mücadele, ne devletin kesintisiz zorbalığından ibaret. Kesin ve kati, birörnekleşip yerle yeksan etmek dışında hiçbir ibareye, eyleme müsamaha gösterilmeyen bir yerde ol hayat meseli ne kadar mühimdir sahiden fark ediyor musunuz? Bir kadın cerahatin, bütün o benmerkezci, yalanlarla şekillendirilmiş hiddetin karşısında ses veriyor. Belki unutmak yolunda yürünen bir menzilde hiç değilse barışın ne kadar ivedi bir mesele olduğunu hala anlatıyor, sahiden duyuyor musunuz? Leyla Güven ses veriyor, anlıyor musunuz?
Son söz; “Hastalandığımda, ağladığımda, üzüldüğümde, sevindiğimde tüm bu anlarımda yanımda annem vardı. Dolayısıyla onun zarar göreceğini düşünmek ya artık hayatımda olmayacağını düşünmek beni çok nefessiz bırakıyor, çok kötü hissediyorum.” Sabiha Temizkan... Annesi Leyla Güven için ses veriyor, anlıyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller: Şehir, Tekillik, İnsan – Şimel Berfin POLAT v/ Behance
1 note · View note
seslimeram · 2 years
Text
Hayat Ne Hale Konur!
Tumblr media
Belirgin bir biçimde yalanların sofrasında tutulmaya devam ediyoruz. Hemen her gününü cehennemi bir ülke hali olarak var eden menzilde, yalın bir çürümenin ta kendisi sabitin ta kendisine dönüştürülürken, yalanlarla kuşatılıyor. Sanki her bir şey yolundaymış gibi, sanki her şey rutin bir normalin ta kendisiymiş gibi. Sanki hayat olduğu gibiymiş gibi ve daha ne haller. Erk, muktedir, iktidar pratiği olarak çıkagelen her hamle biraz daha sabık bir biçimde yalanlarla yön tayinini göstere gelir. Cerahat, cürümleri ardışık kılarak sıkça yinelenen her edimde yalan tutunulan dal olur. Konu her ne olursa olsun, müşterek halin, bahislerin talanına devam etme çabası o dönemeçten çıka gelir. Bugünün ülkesinin bariz bir istikamet kıldığı, gelecek diye var ettiği bütünlük belirgin bir riya toplamı, aralıksız yalanların birlikteliğidir. Durmak yok yola devam bir tezahür olarak o yalanın, kalıcı bir propagandaya en sonunda da hakikat ilanına evrimine sahiptir. Aynı gemideyiz lafzının mütemadiyen söylene dururken birbirinin tıpkısı yalanlara memleket menzili dönüşüme tabi tutulur. Behemehal atılan her adım başka bir riyanın, benzersiz bir çürümenin yönünü belirginleştirir.
Duraksamadan öne sürülen yalanlar, her bahsin ardından orada sarf edilen sözleri kapama adına türetilen yepyeni yalanlar ve bitimsiz girift bir kısır döngü Türkiye’nin gerçekliğine dönüştürülür. Kendi menzili içerisindeki hayat akışına yaptığı müdahaleler kadar bir de ol yurt dışına da eyledikleri vardır ki, artık fasit döngünün her neye evrildiği konusunda açık aleni bir utanç vesikası da oradan türer. Her hafta grup toplantılarında ortaya çıkagelen bir tablo dahilinde, ne ekonomik kriz vardır, ne yıkım, ne bir virüsün var ettiği ölümcül kara delik. Demokrasi derseniz teklememiş, hürriyet emre amade, anayasal hakların varlığında en ufak bir şüphe yok. Anayasa demişken anayasa mahkemesinin dingo’nun ahırı değil de bir hukuk makamı olduğunun bilincindeyiz. Eğitime, geleceğe yatırım tastamam yapılmış gibi silaha, yurt dışına bağımlı yürütülen yeni ölüm kusan makinelere dökülen milyarlarca lira yokmuş gibi. Her şey ve daha fazlası bir yokmuş, bizim zamanımızda söz konusu bile edilemez, asla, kata gibi nice atıfla birlikte örtbas olunur. İyi de sokakta yaşayanın her bir günü bir öncesinden ağır yıkımlara galebe çalanların, durumu şimdilik bile kurtarabilmeyi tamamen şansa var edenlerin sofrasında yalanlar karın doyurur mu?
Bütünüyle kuşatılmış bir sahnede, her anlamda hayat hiç edilirken, aman şu bahse dair hiç kimseler konuşmasın, aman bu mesel şimdi sırası değil diye geçiştirilip dururken olmakta olanın yalın bir yıkım olduğu gerçekliği de mi bir şey ifade etmez. Muktedir ve avenesi ol kadroların, muhalefet diye çıkagelen güruhun ve beraberindekilerin seçim olacak gidecek, elbet gidecekler sayıklamalarının arasında tarihinin en büyük bozgunlarına uğraşmış olan sıradan yurttaşın hakikatine ne zaman sıra gelecektir. Düzenli bir biçimde hayat çürümeye rehin edilirken anlatılan fasaryadan masalların, bitimsiz çıkagelen büyük ülke nidalarının bir tek şarkıdan dahi ne kaptığını gördüğümüz yerde neresi hakikattir, nesi hakikattir yirmi yıllık iktidarın.
Artı Gerçek'te Yağmur Kaya'nın haberinden aktaralım: Demokratik kitle örgütleri, çok sayıda siyasi parti, kadın ve ekeoloji örgütleri, yüksek faturalar nedeniyle Kadıköy Beşiktaş İskele Meydan'da bir araya geldi. "Zamlar geri alsın" diyerek iktidara çağrıda bulunan yüzlerce kişi yoksulluktan, açlıktan, geleceksizlikten, işsizlikten ve AKP'den bıktıklarını söyleyerek, "Biz bu zamları geri aldıracağız" dedi.
Eylemde, "Ülkemizde zamlar, yağmur gibi damlar", "Ödemiyoruz, ödemiyoruz faturaları yakıyoruz", "Yeter artık", "Zamlara son" dövizi taşıyan kalabalık, sık sık "İş, ekmek, güvence" sloganı attı. Enerjide yapılan zamların geri alınması yönünde iktidara çağrıda bulunan kitle, "Biz bu zamları geri aldıracağız" dedi.
Konuşmaların ardından basın metni okundu. Açılamada şu ifadeler yer aldı:
"Bu kış günü bizi bu meydanda buluşturan artık ülkemizde yaşamak için direnmek dışında bir yol kalmamış olması. Ya evimize, işyerlerimize gelen fahiş faturaları kabul edip soğukta, karanlıkta yaşamaya alışacağız ya da bir avuç şirketin kasaları dolsun diye halka ödetilmeye çalışılan bu faturayı yırtıp atacağız. Biz insanca yaşamak istiyoruz. İstanbul’un ve Türkiye’nin dört bir yanında sokaklara çıkan binlercemiz aynı sözü söylüyoruz. Zamlar geri alınsın!
Ocak ayı itibariyle elektriğe konutlarda 150 kWh’a kadar tüketime %50, 150 kWh üstüne %127, sanayide %129,2 zam yapıldı. Doğalgaz fiyatları konutlarda yüzde 25, sanayi abonelerinde yüzde 50 arttırıldı. Yani bu soğuk günlerde en düşük gelen faturamız en az iki katına çıktı. Gelen tepkiler üzerine Erdoğan %127 zammı 210 KiloWatt tüketimin üstüne yapacaklarını açıkladı. Ne değişti? Hiçbir şey.
Bu göstermelik düzenleme faturaları indirmedi tam tersine şubat ayında yine çok yüksek faturalar evlerimize geldi. Sadece faturalar değil her şey ateş pahası. İstanbul’da ulaşıma %36 zam geldi. Kiralar bir yılda en az %58 arttı. Gıda fiyatları ise alıp başını gitmiş vaziyette. Enflasyon TÜİK rakamlarına göre bile yüzde 50’lere dayanmış vaziyette ama gerçeği çok daha fazla. Isınamıyoruz, beslenemiyoruz, barınamıyoruz. Halk geçim sıkıntısı altında ezilirken patronlar servetlerine servet katıyor."
***
Enerjide zamlarla üretim maliyetlerinin artması bahanesiyle iğneden ipliğe her şeye yeniden zam geliyor. Çiftçi üretemiyor. Gıda fiyatları yükseliyor gıda krizi kapıda. Kadınından gencine yaşlısına ülke hesap yaparak faturayı düşürmeye çalışanların, ay sonunu getirmeye çalışanların ülkesine dönüyor.
Üstelik enerji krizi derken sadece faturalardaki yangından bahsetmiyoruz. Dünya yanıyor. En temel haklarımızdan biri olan enerji hakkı sermayenin karı için piyasalaştırılırken doğa yağmalanıyor. Fosil yakıtlar başta olmak üzere kar hırsıyla planlanan enerji politikaları iklim krizini büyütüyor. Akan suya HESler, dağa taşa maden ocakları, hala yenileri açılmaya çalışılan termik santraller, alternatif diye yutturulmaya çalışılan enerji santralleri… yaşadığımız coğrafya ve gezegenimiz ekolojik bir felaketin eşiğine getiriliyor.
Peki tüm bunlar karşısında iktidar ne yapıyor? Basına sızan haberlere göre esnafın elektriğinde %25 indirim yapacaklarmış. %127 zamdan yüzde 25 indirim. Halkla dalga geçen saraylının ayak oyunlarına karnımız tok. Bu zamların derhal geri alınmasını istiyoruz. Sadece elektrik zamlarının geri alınmasını değil, temel ihtiyaçlarımızdaki bütün zamların geri alınmasını, ülkenin dört bir yanında sefalet ücretlerine başkaldıran işçilerin taleplerinin kabul edilmesini istiyoruz. İnsanca yaşayacak ücret ve güvenceli iş istiyoruz.
Bizler; İstanbul’da siyasi partilerden demokratik kitle örgütlerine, kadın örgütlerinden ekoloji örgütlerine, dayanışma meclislerinden derneklere geniş bir bileşenle başta enerji olmak üzere halkın hayatını giderek zorlaştıran zamlara karşı bir araya geldik. Biz bu zamları geri aldıracağız.
-Zamlar geri alınsın! Faturayı tekeller ödesin
-Temel tüketimde vergiler kaldırılsın!
-Her haneye 230 KiloWatta kadar bedava elektrik sağlansın!
-Enerji dağıtım ve üretimi kamusal olarak sağlansın, şirketlere el konulsun ve halkın denetimine açık halkın yararına planlansın!"
Yalanlar üstüne kurumsallaştırılmış olan kalkınma, güçlü ülke nidalarının her nasıl da apansız geçip gittiği salt iki aylık elektrik faturalarına yansıyan bedellerden dahi açık bir biçimde görünür kılınır. İstanbul’da var edilmiş olan sesleniş bu tahakküm ve gasp etme haline karşı bir duruşu bildirir. Yönetim katının yol verdiği, elektriğin / doğal gaz ve su gibi temel ihtiyaçların artık aleni bir biçimde fahiş fiyatlardan insanlara sunulduğu yerde yaşam bahsi her ne hallere konulacaktır? Karanlıkta yaşamaya, soğukta yaşamaya galiba en mühimi de hayatta hep bir şeylerden eksik kalmaya / bırakılmaya olur verilmesinin meseli ne olacaktır ki sahiden? Yalanların zikredildiği, halkımızı ezdirmeyeceğiz denilip durulurken bu kaçıncı sınavdır. Daha kaç defa sınanacaktır, üç kuruşluk alım gücü, cebe ay boyunca çalışıp da baş amirin son elli yılın en yüksek yeniden belirlemesine mazhar o asgari ücret ile yaşam!
BirGün Gazetesinden aktaralım: “AKP Grup Başkanvekili Muhammed Emin Akbaşoğlu, sosyal medyada alay konusu olan enflasyon hesabına ilişkin düzeltme yaptı. Akbaşoğlu, "Yüzdelik oranla ilgili bir enflasyon oranını ifade ederken bir başka boyutuyla 4-5 kat artan fiyatlara vurgu yapmak suretiyle bir beyanım olmuştu" dedi.
Akbaşoğlu, Habertürk TV'de Kübra Par'ın konuğu oldu. Akbaşoğlu ekonomi ve enflasyon değerlendirmeleri yaptığı konuşmasında yaptığı hesapla sosyal medya gündemine oturdu.
Türkiye’de ekonomik krizin küresel nedenlerinin olduğunu anlatan Akbaşoğlu bu düşüncesini Avrupa’da artan enflasyon oranlarıyla desteklemek istedi.
Ancak AKP Grup Başkanvekili açıklamasında, "Fransa’da 150 avroya yapılan alışveriş, yüzde 7’lere varan enflasyon sebebiyle artık 750 avroya yapılıyor. Yüzde 7 yani 7 kat" dedi.
Akbaşoğlu'nun bu hesabında araya giren Kübra Par "Yüzde 6-7 artıyorsa 6-7 kat artmış olmaz ama" dedi ancak AKP’li Emin Akbaşoğlu düşüncesinde ısrar edince Par, "Bu sözler sosyal medyaya düşer o yüzden uyarmak istedim" ifadelerini kullandı.
TBMM'de basın toplantısı düzenleyen Akbaşoğlu, enflasyon hesabına ilişkin açıklama yaptı.
"Dün bir televizyon kanalında gündem olan bir husus ile ilgili düzeltme yapmayı arzu ediyorum" diyen Akbaşoğlu, "Kastımızla lafzımız arasında ortaya çıkan fark nedeniyle farklı değerlendirmeler söz konusu oldu. Bütün dünyada yaşanılan pandemi nedeniyle fiyat artışlarının, enflasyon oranlarının yükselmesi münasebetiyle hem Türkiye’mizde hem Avrupa’da hem de bütün dünyada yaşanılan bu duruma ilişkin değerlendirme yaparken, yüzdelik oranla ilgili bir enflasyon oranını ifade ederken bir başka boyutuyla 4-5 kat artan fiyatlara vurgu yapmak suretiyle ve bazı örnekler vermek suretiyle bu konuda yaşanılan sıkıntılara dair bir beyanım olmuştu" ifadelerini kullandı.
Akbaşoğlu, şunları söyledi: "Bu konuda örnek verdiğimiz üzere 25-26 dolar olan bir varil petrolün 96 dolarlara varması münasebetiyle yaklaşık 4 misli arttığına ilişkin örneği de bu konuşmamda ifade ederek, Avrupa’da da, dünyada da gerçekten son 40-50 yılın en büyük fiyat artışlarının da olduğunu, enflasyon oranlarının arttığını, bununla beraber bazı ürünlerde de 4-5 kat fiyat artışının söz konusu olduğunu beyan etmiştim. Bu konuyla ilgili lafzımızla kastımız arasındaki bu farkı da kamuoyuyla paylaşmak istiyorum.”
Madun siyaset pratiklerinin, pragmatist söylem toplamlarının, eylem diye çıkagelen sadaka kültürünün, her anlamda yurttaşı söğüşlenecek bir unsur olmaktan öte görmeyen zır cahil aklın suna geldiği “reçeteler” hayatı kurtarmaya kafi gelmeyendir. Daha geçtiğimiz hafta var edilmiş olan ilaç fiyatlarının güncellenmesinin yarattığı eksik koyma halleri, bariz bir sağlık hakkının dahi ücreti mukabilinde o da ilaç bulunabilirse ancak söz konusu olduğu yeri gösterir. Daha ne örnekler, daha nasıl karşılaşmalar vardır ki her şey gündelik takvimin sağına soluna yazılmaya devam olunandır, Yalanların bariz bir biçimde kuşa çevirdiği hayatlarımıza isyanın meramıdır şu okuduğunuz. Akbaşoğlu ezber ettikleriyle Avrupa’nın bizi nasıl kıskandığına örnek teşkil edeyim derken, tümden bir çuval inciri berbat eder. Anlatılanlar, vaz edilenler ile hakikatin arasındaki uçurum artık gizlenmesi imkansız kılınandır. Örtbas olunamayacak olan şey çeteleşmiş bir devletin hem yıldırıyı, hem tahakkümü hem de zorbalıkla birlikte bir yağmayı var ettiğini göstere gelir. Demokrasi, eşitlik, hakkaniyet, adalet, yalansız ve hilafsız bir müşterek yaşam akdi, sözleşmesi böyle böyle yerle bir olunandır. Geleceksizliği arşınlayan bir katran karanlığı iş bu günceden arta kalandır. Alışacak mısınız, her şekilde soygunun var edildiği, en ufak bir ümit kıvılcımının yaşamasına ihtimal dahi verilmeyen / gözetilmeyen yerde hayat ne hale konulur!
Misak TUNÇBOYACI – İstan���2022
Görsel: Kadıköy – Zamlar Geri Alınsın – Protestosundan – BirGün Gazetesinden
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Direnme Meseli
Tumblr media
Başkalaşmış bir ülke tahayyülü dört bir yanda hemen her gün güncelleniyor. Devamlılığı sağlama alınmış olan kötülük / fasık hallerle bir menzil başkalaşıp dibine doğru karanın, en karanlığın ta kendisine afaki bir biçimde dönüşüyor. Baş amir, baş faşist ile onlarla bir biçimde hareket eden avenelerinin mutlak sabit olarak güncellediği her eylem bu değişen, başkalaşan yerin katran karanlığındaki seyrüseferini sunar. Durmak yok, yola devam hali, bahsinin nasıl bir istikamet belirteci olduğu dahası kötülüğün her nasıl yeknesak bir tasvir ya da tasavvur olarak yekten herkese pay edildiği ortaya çıkar. Bir biçimde yirmi yılda ol cerahatin, cürüm ve dahi kötülüğün ta kendisinden medet umulan yer gerçek olur. Bir yer, bir ülke tahayyülü zehirlenirken cürmün, fecaat dolu bir baskıcılığın yolu / rotası belirgin kılınır.
Faşizmin göndere çekildiği yerde olmakta olan biçimsizleştirme duraksamadan bir yergi ve yaftayı ve cürmü sahiplenmektedir. İçinde kalakaldığımız menzilin hakikati bütün bu bariz tahayyüllerin birlikteliğidir. Hayat sıradan insanın elinden çalınandır. Bütünüyle bu sahnenin çökertme menzili kılınmasının sacayakları tamamlanmaya devam olunandır. Ol yirmi yıllık iktidar pratiğinin taşıdığı yer, bariz bir ucubeliğin ta kendisidir. Hain, mihrak, düşman, kin kusulacak öteki, hınç alınacak hedef arayıp bularak, her gün birisini bu hale o doğrultuda nefret temsiliyle bir başına bırakarak / onu yem ederek bir ülke dönüşümü var edilir.
Kötülük mefhumu güncellenirken, hayatta gündelik yaşam akdinin kökünden yıkımı ve hiç olmadığı kadar ağır yıkımlara terki güncellenir. Böyle biteviye bir ardışık hallerin toplamında cerahat kutsanırken, kutsal denilen devletin pratikleri daha büyük, daha kalıcı ve keskin yıkımları inşa etmektedir. Ekonomik çökertmenin, Covid19 gibi bir salgının tam da orta yerinde türetilen “önemsizmiş” abi çıkarsamalarının, devlet baki kalsın da isterse can çıksın denilerek gidilen istikametteki üç / dört günlük doğal gaz kesintilerin emekçiye yüklediği zorlu şartlar vesaire konuşturulmak istenmez. Demokrasi ediminin bir hiç kılınmasındaki ol cerahatli tavır, İstanbul’u esir alan kar, kış kıyamette dahi imamoğlu karşısında bir propaganda malzemesine dönüştürülür. Bütün, hep birlikte bir çürümenin ta kendisinindir artık. Olmuş, var edilmiş olan siyasal omurgasızlık, doğrudan nefret siyaseti aralıksız kinle birlikte bir ülkedeki sıradanın çöküşü konuşturulmaz. Sıradana denk gelen, getirilen vahamet söz konusu edilmez, bunlardır başkalaşmış ülkenin hakikati.
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Ankara Şubesi, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın “Grip olan vatandaşlarımızın sayısını günlük olarak ilan etsek benzer manzaralarla karşılaşırız” sözlerine tepki gösterdi.
Şubeden yapılan açıklama, “Bakan ‘bu ölümlere alışın’ demeye çalışıyor” denildi.
Bakan Koca, sosyal medya hesabında, “Artan vaka sayıları konusunda, -Sağlık Bakanınız olarak yüksek sesle söylüyorum- endişe etmeyiniz. Hastalık eski günlerindeki gücünde değil. Grip olan vatandaşlarımızın sayısını ilan etsek benzer manzaralarla karşılaşırız. Müsterih olunuz” paylaşımını yapmıştı.
SES Ankara Şubesi, Bakan Koca’nın bu paylaşımına bugün yaptığı yazılı açıklamayla tepki gösterdi. SES Ankara Şube’nin açıklaması şöyle:
“Bakan, ‘Gripten, bugün açıklanan Covid kaynaklı ölümlerden daha fazla kişi ölüyor’ diyor. 2022 yılında ölümler 150’nin üstünde seyrederken 2020 yılında günlük ortalama açıklanan ölüm sayısı 75’ti. Bakanın açıklamaları ya o dönemki verilerin bizlerin ifade ettiği gibi gizlendiğinin itirafı ya da Bakan ‘bu ölümlere alışın’ demeye çalışıyor.”
Devamlılığı sağlama alınmış olagelen kötülüğün her nasıl yaşamı dönüştürdüğüne şu tek haber metni dahi yeterlidir. Bu satırların yazarının da geçtiğimiz hafta boyunca çektiği ol Omicron varyantının var ettiği tahribat, açtığı yara ortadayken muktedirin eli kanlı temsili olarak sermayeden transfer ettiği bakan efendinin grip gibi hafif bir hastalık tahayyülünü her ne yana koyabiliriz. İnsan hayatının her dem ucuz kılındığı, lakin Covid19 salgınında o iki sene boyunca artık tastamam hekimlerin de yurttaşların da bir başlarına terk edildiği yer / ülke gerçek kılınır. Böyle patavatsızca, baş amirin direktifleri doğrultusunda kezzap kıvamından, ne olduğu belirsiz bir yerli aşı propagandasının kıyısında her gün aşağı yukarı yüz insanın canı yiterken ne dert edilecektir sahiden de? Çürümüşlüğün artık sınır, somut bir sonu bırakılmadığı yerde, muktedir ve avenesinin elinde sağlık da imtiyazlılara özel bir hak kılınırken, gündelik telaşın ortasında nefes alması bile mücadeleyle var olan sıradan insanların hayat hakkı ne olacaktır? Dahası bugün Omicron yarın bambaşka bir varyantın yayılımı sırasında da bu hakir görü, umursamaz ve vurdumduymazlık hangi yaraya merhem olacaktır! Yazının başından bu yana zikrettiğimiz dönüşümün sureti de mi bir şeyler anlatmıyor, her şey bunca ortadayken yol nereyedir sahiden?
Sendika.org’tan aktaralım: “Son süreçte gelen zamlara karşı Kocamustafapaşa Meydanı’nda buluşan Fatih Dayanışması, basın açıklaması yapmak isteyince polis saldırdı. Slogan atılmasına ve alkışlanmasına engel olmaya çalışan polis, eylem için hazırlanan pankartı da yırttı. Polisin provokatif saldırısına rağmen Fatih Dayanışması’ndan yurttaşların kararlılığıyla meydanda basın açıklaması yapıldı.
Açıklamada önce polisin uyguladığı şiddete tepki gösterildi. Polisin saldırısının, iktidarın gittikçe yoksullaşan halka olan düşmanca tavrının bir yansıması olduğu ifade edildi. Son dönemde yapılan zamlar ve yıl sonuna kadar enflasyon beklentisinin giderek yükselmesinin asgari ücrete yapılan yüzde 50 zammın giderek anlamsızlaştığı vurgulandı. “Şubat ayında biz ne yapacağız, peki Mart’ta ne yapacağız? Nisan’da nasıl geçineceğiz?” diye soran Fatih Dayanışması, emekçi dostu bir anlayışın yaşamın tamamına hakim olmadan hiçbir şeyin değişmeyeceğini belirtti.
Mehmet Cengiz’in ve yandaş müteahhitlerin silinen vergi borçlarına, verilen teşviklere, işveren prim desteklerine değinilen açıklamada en temel ihtiyaçların bu kadar zamlanmasına tepki gösterildi.
“Biz bu faturaları ödemek istemiyoruz. Bu faturaları Cengiz ödesin, zenginler ödesin” diyen Fatih Dayanışması, faturaları yaktı.”
Başkalaşmış bir ülke tahayyülü dört bir yanda hemen her gün güncelleniyor. Bütünüyle o Fatih Dayanışmasının bildirmeye çalıştığı bir memleket sathında yaşamın her nasıl un ufak kılındığının da cesaretli bir ifşasıdır. Geçtiğimiz yıldan bu yana ister dolar bazında, ister liranın alım gücü olsun her anlamda eksiyi görmüş, asrın liderinin tevazu gösterip(!) son elli yılın en büyük asgari ücret zammını var ettik derken çıkagelen katran karanlığına dair bir yeter artık nidasıdır var edilen! 100 Liralık elektrik faturasının 450 liraya, 450 lira civarındaki doğal gaz faturasının 1000 lira sınırlarına demirlediği bir uzamda halkın cebine giren her kuruşun gerisin geriye gasp edilmesinin hikayesi yaşatılmaktadır. Arasız, fasılasız bir ülke tahayyülü dönüştürülürken yaşama idesi çürümeye yüz tutturulur. Artık aleni bir biçimde yıkım takdim olunur. Pay edilmiş her şey, müştereklerimizden çalınan her kuruş, gasp edilmiş her hakla birlikte o yıkım da sıradana, bunu da sineye çekersiniz denilerek iteklenir. Dosdoğru bir karanlığın istikametinde hayat nüvesi alaşağı edilendir.
Batuhan Batan'ın İleri Haber'de yayınlanmış haberini aktaralım: "Farplast'ta 19 Ocak'ta başlayan eylem süreci, bu sabah saatlerinde 108 işçinin gözaltına alınması ile devam etti. Sendikal mücadele veren taşeron işçilerin bağlı bulunduğu 8 şirket ise MHP'li Orçun Peker ismi üzerine kayıtlı çıktı.
Kocaeli'nin Dilovası bölgesinde bulunan Farplas Otomotiv fabrikasında 19 Ocak'ta açıklanan zammın yetersiz olduğunu vurgulayarak harekete geçen işçiler, iş durdurma kararı almış ve sendikalarda örgütlenmeye başlamıştı. İşçiler tarafından sağlanan birlik sonrası Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'ndan yetki belgesi de alınmış ancak iş durduran 150 kadar işçi Kod-29 ile işten çıkarılmıştı.
Sendikal hakları için mücadele eden işçiler dün gece kendilerini fabrikaya kilitlerken, zam talaplerini ve işten çıkarılan arkadaşlarının geri alınması taleplerini dile getirdi. Sabah saatlerine kadar fabrikada eylemlerine devam eden yaklaşık 108 işçi, polisler tarafından gözaltına alındı.
"Mavi yaka" olarak nitelendirilen yaklaşık bin 300 üretim işçisinin çalıştığı fabrika taşeronlara bölünürken, 8 farklı taşeron şirket fabrika bünyesinde bulunuyor. İşçilerin aynı zamanda 3 farklı iş koluna bölünmesine rağmen sendikaların ortak hareketiyle birlikte neredeyse tüm taşeronlarda çoğunluk yakalandı. Bakanlık tarafından 5 taşerona yetki belgesi verilirken, 2 taşeronda çoğunluğa ulaşılamadı. Kalan bir taşeronda ise çoğunluk sağlanmış olmasına rağmen sendikanın "yetkisi" olmaması nedeniyle bakanlıktan belge alınamadı.
Sözü geçen 8 farklı taşeron şirket ise tek bir adreste kayıtlı gözüküyor. Ticaret Sicili Gazetesi'nde yer alan bilgilere göre bu şirketlerin tamamında eski MHP İstanbul İl Yönetim Kurulu üyesi ve Avukat Orçun Peker ortak konumunda ve taşeron şirketlerin adresi ile Peker Hukuk Bürosu aynı adreste bulunuyor.
Tek adrese kayıtlı birden çok taşeron şirketin yer almasına ilşkin değerlendirmelerde bulunan İş Hukukçusu-Avukat Pınar Dinç ise hukuk dışı bir durum olmadığını belirterek, "Adresle ilgili yasal olmayan bir şey yok. Bu şirketler resmiyette var olan şirketler, kayıtları var. Bunların adresleri aynı oluyor. Hepsine aynı insan kaynakları bakıyor, hepsinin patronları aynı" ifadelerini kullandı.
Hukuk dışı bir durum olmasa da sıkça uygulanan bir yöntem olduğunu belirten Dinç, "Bunu neden yapıyorlar. Kıdem süresini bölmek için yapabilirler. 30'dan çok işçi çalışan yerlerde iş güvencesi olur. Bu ne demek. 30'dan çok işçi çalışan bir iş yerindeyseniz ve seni işten atmışlarsa çıktığında işe iade davası açma şansın olur. 30'u aşağı indirmek şirketler arası geçiş yapılabilir. A şirketinde 20, B şirketinde 10 kişi çalıştırılır. Bir sendikal faaliyet söz konusuysa uygulanabilir. İş kolu barajı aşılmıştır, iş yeri barajı aşılmaya çalışıyordur. Bunu bölmek için de yapılır" ifadelerini kullandı.
Uygulamaların hukuken olanaklı olmasına rağmen "muvazaalı ilişki" olarak değerlendirildiğini belirten Avukat Dinç, "Yani ne demek bu. Kanunda var olan bir hakkın kullanılmasını engellemek için aslında kağıt üstünde uygun ama gerçekte niyeti başka olan, arka planda başka sebepler olan kanunun dolanması. Gerçek olmayan bir ilişki kurulması gibi düşünebilirsiniz" şeklinde konuştu.
Bu yöntemlerin uygulanmasında uzun süren davaların etkili olduğunu belirten Dinç, işçilerin uzun süren davalar nedeniyle yaşadığı çekinceleri de dile getirdi.”
Emek mücadelesinin tarumar olunmasına en net örneklerden birisidir şu yukarıdaki birkaç satır ile çıkagelen. Hak kavramının yerle bir olunmasının yanı sıra, bir de itiraz hakkını var eden insanların gözaltına alındıkları düzlemdir ol yeni Türkiye dedikleri sahne. Her hal ve şartta öteki addedilen insanların asgari bir müşterek hak olan sendikalaşma istemi zorla / darp edilerek alt edilmek istenir. İktidara sırtını dayamış olan zümrenin kötülüğü, o karanlıktan güç aldığını zanneden patronajın kolluk ile var ettiği şiddet bütün kavramların en başta da insan hakkının çöpe basıldığını, itiraz etmenin ihtimal dışına sevk olunduğu bir zemini göstere gelir. Bir fabrika dolusu insanın var ettiği isyana meramın ortaya çıkarttığı yegane gerçeklik karanlığın dibine rehin edilmiş, gasp edilen haklarla birlikte bir süreğen itaate mahkum ülkeyi bildiriyor. İyi de bu zorbalıklarla yol nereyedir sahi ama sahiden?
Bugün yirmi birinci yüzyıl güncesi içerisinde doğrudan bunca afaki nefret ile kötülüğün birbirine yakın kılındığı bir uzamda ortaya serilenler bu ülkenin demokrasiyle olan mücadelesinin de suretidir. Koca bir asırda bir türlü işlevselliği var edilememiş hiç ama hiçbir türlü sıradana rast getirilmemiş olagelen bir demokrasi tahayyülünün sonuna ulaşmak çabasına düşülür. Köküne kibrit suyu dökülmüş olanın hak, hukuk, adalet ve tüm bunları kapsayan bir özgürlüklerin toplamı olduğu meydana çıkar. Zorbalık rejiminin tam ve eksiksiz kıldığı, yegane ayrışmaz olarak günceye dahil ettiği her şey bir fecaat temsili her durum bir yıkım döngüsünün bir başka aparatıdır. Yıkımlar bina ediliyor eksik gedik olmaksızın. Sıradan insanlarınsa elinde direnmek dışında herhangi bir seçenek kalmadığı gün yüzü buluyor artık. Emin olduğumuz şey şu raddede her türden, her anlamda kuşatma karşısında direnişin de elzemliliğidir.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Fatih Dayanışması Eyleminden – Siyasi Haber
0 notes
seslimeram · 3 years
Text
Hayat Duvara Tosladı!
Tumblr media
Düpedüz hayat duvara tosladı. Bir mizansen değil, doğrudan muktedirin yeni ülkesinde ol hayat pratiğinin toptan çürütülmesi artık laf değil hakikat. Bir doğrunun dahi varlığına tek bir gün olsun tahammül edilmeyen menzilde emtiaların bir inip çokça çıkmasıyla birlikte o asgari yaşam tahayyülü de çürümeye terk edildi. Duvara toslayan halkın gümbürtüsünü hala saraydan duymayanlar eliyle o bahis hakikat kılındı, kılınıyor. Geleceği şimdinin tam da ortasında yıkılan / gasp edilen / yok sayılan menzilde çürümenin neticelerinden birisi o duvara toslamaktır. Gündelik yaşam pratiklerinin zehirlendiği, devletin hala kollandığı ve sırtının sıvazlandığı zeminde, devletlinin eylediği bahislerin birer insanlık suçuna evrimi kesintisizdir. Böyle bir toplamdan ülke bina olunur. Bu kadarıyla var edilmiş bir kuşatma menzili gerçeğin ta kendisi kılınır.
Düpedüz hayat duvara toslar. Kesintisiz bir tırpanlama ile birlikte hayat eksik gedik bir hal ve yola sokulurken, oluşturulan ekonomik çöküş sineye çeksin beklenir. Arasız, hiç fasılasız hemen her gün daha da eriyen bir asgari ücret, günbegün artmaya devam eden bir açlık sınırı söz konusuyken, sanki hiçbir şey yokmuş gibi yapılmasıdır meselenin bir kısmı. Tümden, doğrudan hayat hakkının hiç edilmesi, seksen dört milyondan çok küçük bir kesim hariç herkesin ücretli kölelik, yarı tok, çokça aç, hep eksik, hep yarım yamalak olmasının müsebbiplerinin elinde çıkagelen şeydir duvara toslama hadisesi. Öyle bir hal öyle bir hadiseler bütünüdür ki, koca bir salgın döneminin ortasında, dünyanın hemen pek çok yerinde yurttaşın hakları, eksikleri tam tanzim olunurken, bizden iban ile para isteyen buna çabalayan bir yönetim katının eksiksiz herkese takdimi olarak çıka getirdiğidir artık duvara toslamak!
Ekonomik çökertmenin artık aralıksız kılındığı bir sahnedeyiz. Ne çalışıp çabaladığımız o işlerimizden elimize geçen meblağ bir ayı çıkartmaya yetiyor. Ne işten sonra kendimize ayırdığımızı sandığımız zaman diliminde var edebildiklerimiz kendimizi mutlu kılmaya yetiyor. Yeni konuş diliyle, baş amirin şahsına münhasır ülkesinde ekonominin kitabının yazımı güncellenirken, bir kere denenmiş olana geri dönen dolardaki ol 13.50 lira karşılığı var edilir. Hayatta var olmanın önüne setler çekilirken, imdat çığlıkları dört bir yanı, her günü sarar. Evrensel Gazetesinden aktaralım: “İstanbul'da TL'nin yaşadığı rekor değer kaybı ve art arda gelen zamlarla yükselen enflasyona karşı "Geçinemiyoz", "Hükümet istifa" diyerek sokağa çıkan yurttaşlar, polis engeliyle karşılaştı.
Avcılar ve Bakırköy ilçelerinde polis, kaymakamlıklar tarafından 1 aylık eylem yasağı kararı alındığını bildirdi. Bakırköy'de 1 kişi gözaltına alındı.
Öte yandan Kadıköy'de birçok noktayı abluka altına alan polis, yurttaşlara müdahale etti. Eylemde gözaltına alınanlar oldu.
Beylikdüzü'ndeki eylemde de en az 10 kişi gözaltına alındı.
EMEP İstanbul İl Başkanı Sema Barbaros, "Tüm halkımızı; ekmek, özgürlük ve insanca yaşam talepleriyle birlikte sermaye iktidarına, tek adam yönetimine karşı işyerlerinde, fabrikalarda, mahallelerde ve her yerde ses çıkarmaya ve mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz" çağrısında bulundu.
Kaymakamlığın yasak kararına rağmen Havuz Meydanı'nda toplanan Avcılar Emek ve Demokrasi güçleri, polisin engellemelerine rağmen açıklama yaptı.
Kitle adına açıklamayı okuyan Aylin Doğan, "Ülkede 10 milyon civarında işçi ve emekçi, asgari ücret düzeyinde yani açlık sınırının bile altında bir gelirle yaşamaya çalışıyor. Tek adam yönetimi 'Ekonomide kurtuluş savaşı veriyoruz' dese de bunun halk içerisinde hiçbir karşılığı yok. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uyguladığı politikalarla işçi ve emekçi halk kitleleri her gün yeni bir krize uyanıyor" dedi.
Doğan, "İktidar, ittifak ortağıyla birlikte hayata geçirdiği politikalarla işçi ve emekçilerin cebinden alıp sermaye sınıfının kasasını dolduruyor. Yandaş şirketlerin, patronların vergi borçları bir kalemde silinirken, işçi ve emekçiler perişan halde yaşam savaşı veriyor. Tek adam yönetimi, kapitalistlerin ve zenginlerin çıkarlarını savunmak ve bunun karşısında halkı susturmak içinse baskı ve şiddet politikalarını arttırıyor" diye konuştu.
Tek adam iktidarının halkı sefalete, geleceksizliğe, yoksulluğa, sömürüye ve baskıya mahkum etmek için elinden gelen her saldırıyı hayata geçirdiğini belirten Doğan sözlerini şöyle tamamladı: "Tüm bu politikalara karşı dün akşam yurdun farklı yerlerinde 'Hükümet istifa' sloganları ile yurttaşlar sokaklara döküldü. Yokluğa ve yoksulluğa mahkum edilen halkın seçimleri bekleyecek sabrı ve vakti kalmadı. Diğer bir yandan sermaye muhalefeti ise halk hareketini frenlemek için çaba göstermeye devam ediyor. Enflasyonu, zam yağmurunu, derinleşen yoksullaşmayı izlemeden işçi ve emekçiler olarak bir an önce harekete geçmeliyiz. Tüm halkımızı; ekmek, özgürlük ve insanca yaşam talepleriyle birlikte sermaye iktidarına, tek adam yönetimine karşı işyerlerinde, fabrikalarda, mahallelerde ve her yerde ses çıkarmaya ve mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz. Artık yeter hükümet istifa."
Bakırköy'de yurttaşlar saat 19.00'da Zuhuratbaba top sahasında bir araya geldi. "Artık yeter geçinemiyoruz , yönetemiyorsunuz; istifa edin" çağrısıyla yapılmak istenen açıklama Kaymakamlık kararıyla yasaklandı.
Polis açıklama yapmanın anayasal hak olduğunu ifade eden yurttaşlara sözlü olarak eylemin kaymakamlık kararıyla yasaklandığını bildirdi, açıklama yapmaları halinde de gözaltı yapılacağını duyurdu.
Polis anonsunun ardından tencere tava ile yasak kararını protesto eden yurttaşlara polis müdahale etti 1 kişi gözaltına alındı.
Eylem sonrası vatandaşlar yürümek istedi ancak polis bir kez daha engel oldu. "70 yaşındayım, geçinemiyoruz" diyen vatandaşı polis gözaltına almaya çalıştı. Bunun üzerine tepki gösteren vatandaş, "Geçemeyeceğimizi de söylemeyeceğiz. Bu devran böyle gitmez" dedi.
Bir süre daha yürüyen vatandaşlar daha sonra dağıldı.
İstanbul Beylikdüzü'nde zamlar, rekor kıran döviz kurları ve hayat pahalılığını protesto etmek isteyen yurttaşlar polis tarafından gözaltına alındı.
Beylikdüzü Emek, Barış ve Demokrasi Güçlerinin çağrısıyla Beylikdüzü Metrobüs Meydan'ında bir araya gelmek isteyen yurttaşların önü polis tarafından kesildi.
Açıklama yapmak istediklerini belirten kitle, "Taleplerimizi söylemek için buradayız. Senin ve benim maaşım gün gün eriyor. Bugün burada tepkimizi göstereceğiz. İnsanların tenceresi kaynamıyor. Bunu yapamazsınız. Sizin yaptığınız anayasal suçtur, yanlış yapıyorsunuz. Geçinemiyoruz diyeceğiz. Bu suçsa bu suçu işleyeceğiz" dedi.
Polis amiri, "Yazılı emre ne gerek var, 2911'e göre sözlü talimatta geçerli. Yazılı talimatta elimizde mevcut. 7 gün süreyle eylem ve etkinlikler yasak" diyerek yasak kararını kitleye göstermedi. Bu sefer kitle bulundukları alanda basın açıklaması yapmak istedi.
Herhangi bir uyarı yapılmadan yaklaşık on kişi gözaltına alındı.
Tumblr media
Emek ve Demokrasi güçlerinin Kadıköy'de düzenlemek istediği eyleme polis müdahale etti. Süreyya Operası'nın önünde bir araya gelen ekibin Kadıköy Boğa Heykeline yürümesi engellendi. Polisin dağıttığı kitlenin ara sokaklarda yürüyüşü sürüyor.
Kadıköy'de çeşitli siyasi partilerin yer aldığı kitle 19.30'da Süreyya Operası önünde bir araya geldi. İçlerinde HDP milletvekili Musa Piroğlu'nun da yer aldığı kitleye polis müdahale etti. 4 kişinin gözaltına alındığı eylemde Musa Piroğlu, "Halk ekmek derdinde sizin yaptığınıza bak. Yaptığınız suç gözümüzün önünde insanların boğazına bindiniz" dedi.
İstanbul'daki eylem yasaklarına dair açıklama yapan Emek Partisi İstanbul İl Yöneticisi Deniz Tezel, "Türk lirasının döviz karşısında yaşadığı değer kaybı, yüksek enflasyon, iğneden ipliğe her şeye yapılan seri zamlar karşısında işçilerin ve emekçi halkın yaşadığı yoksullaşmanın her geçen gün daha da büyümesine karşı yapacağımız basın açıklaması kaymakamlığın yasağı bahane edilerek keyfi biçimde engellenmeye çalışıldı. Bu keyfi tutumu yasaklamaları kabul etmiyoruz. Tüm halkımızı; ekmek, özgürlük ve insanca yaşam talepleriyle birlikte sermaye iktidarına, tek adam yönetimine karşı işyerlerinde, fabrikalarda, mahallelerde ve her yerde ses çıkarmaya ve mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz" dedi.
Maltepe halkı, döviz kurlarında yaşanan rekor artışlar, yüksek enflasyon ve artan vergilere karşı eylem yaptı.
Saat 19.30'da Bakkallar durağında toplanmak isteyen kitleye polis izin vermedi, daha sonra başka bir alanda toplanan yurttaşkar, Beşçeşmeler Meydanı'na yürüyüş düzenledi.
Yürüyüş boyunca “Hükümet istifa” ve “Bize ekmek yoksa size huzur yok” sloganları atıldı. Beşçeşmeler Meydanı'nda açıklama yapan Ali Kemal İpek, eylemlerin engellemesinin hukuksuz olduğunu ve hükümetin geldiği noktada 5 dakikalık bir açıklamaya bile tahammülünün kalmadığını söyledi.
Basın açıklaması okunmaya başlandığında tekrar polis müdahalesi gerçekleşti. Yurttaşlar polise “Açıklama yapmak bizim anayasal hakkımız” diyerek tepki gösterdi.
Emek Partisi İstanbul İl Başkanı Sema Barbaros, yaptığı açıklamada "Tüm halkımızı; ekmek, özgürlük ve insanca yaşam talepleriyle birlikte sermaye iktidarına, tek adam yönetimine karşı işyerlerinde, fabrikalarda, mahallelerde ve her yerde ses çıkarmaya ve mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz" çağrısında bulundu.
Barbaros'un açıklaması şöyle: "Eylülden bu yana TL dolar karşısında eriyor. Emekçilerin cebindeki para sürekli eriyor. Sadece fakirleşmiyoruz aynı zamanda sürekli borçlanıyoruz. Bugüne kadar ücretlere gelen zamlar eridi. Borç borçla kapatılır oldu. Erdoğan 'Biz yolumuza devam edeceğiz' derken yoksulu daha da yoksullaştırmakta, açlığa mahkum etmektedir. Başta yandaşlar olmak üzere sermaye için spekülasyon, rant ve vurgunun büyümesinin önü açmaktadır. Bu süreçte bizzat iktidar eliyle işçi ve emekçiler şikayet edince aykırı, sermaye sınıfı ise ayrıcalıklı hale getirilmektedir. Halkın sırtına yüklenen bu yüke karşı emekçilerin, emek ve demokrasi güçlerinin tepki göstermesinin önüne geçilmez için bugünkü müdahalelere ve yasaklara başvuruluyor. Öncesinde hiçbir şekilde halka açıklanan bir yasak yokken müdahaleler için bu yasaklar gösteriliyor. Tek adam yönetimi sömürü, yağma ve baskı politikalarıyla bu ülkeyi yönetmektedir. Buna karşılık Millet İttifakı da bu tepkileri seçimle sınırlamaktadır. Bu durumda ne 'Bekleyin ekonomiyi düzelteceğiz' diyenler ne de 'Seçimi bekleyin, biz gelince düzelteceğiz' diyenlerin çözüm olmadığını biliyoruz. Halkın sırtına yıkılan yoksulluğa, açlığa, borca karşı emek, meslek örgütleri, halk kitleleri talepleri için işyerlerinde, mahallerinde, kampüslerinde birliklerimizi kurmaya devam edeceğiz.
Tüm halkımızı; ekmek, özgürlük ve insanca yaşam talepleriyle birlikte sermaye iktidarına, tek adam yönetimine karşı işyerlerinde, fabrikalarda, mahallelerde ve her yerde ses çıkarmaya ve mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz."
Düpedüz hayatın nasıl duvara tosladığı artık gizli saklı olmaksızın var edilir. Düzenin her bir temsile, bir bireye karşı suna geldiği her pratiğin o yıkım ve derdest etme halini içinde taşıdığı bir kere daha ifşa olunur. Sokakların aslında dili olan, meramını kendisine saklar halini bir kenara terk edip, doğrudan bu çürümeye isyanını bildiren bir temsil günbegün var edilir. Demokrasimiz ileridir, medeniyetimiz kuvvetlidir, bizde hak da hürriyet de var ve elbet olacaktır gibi atıldığında mangalda kül bırakılmayan bir zeminde hiç de öylesi bir hal olmadığı o seslerin, şu yukarıdaki metnin satır aralarına sıkışmış sloganlarda, seslerin birleştiği isyanda saklıdır. Hayatı kasten kuşatan bir iktidar pratiğinin karşısında günbegün daha da fena hallere terk edilen yaşamsallığın duvara toslamasının her türden sonucuna itirazlar var edilir. Seksen dört milyonda azdan az denilen yüzde 1 ile 5 arasındaki bir azgın azınlık / devletlinin öncelikli, ayrıcalıklıları haricindekilerin hayat haklarının böylece tırpanlanmasına itiraz yüksek perdeden bildirilir. Her şeye rağmen...
Liranın dolar gibi pek çok emtia karşısında erimesinin yansıları da o işkence sahnelerinin hemen ardından çıkagelir. Yirmi yıldır handiyse hiç susmadan her konuda konuşan ol baş efendinin ağzını açtığı her gün bir başka zirve noktası yeniden var edilir. On üç küsur liralık hale yakın duran oynamalar, devletlinin kaypaklığı, onu da dış güçler var etti gibi artık kadük kaçmaktan öte trajik çıkışlarının yansısı daha fazla eksiltmektir. Her tahayyül ve ortaya çıkan her ucuz numaradan sonra sıradanın payına biraz daha bedel / diyet biçilir. Bunca keskinliğin, geri dönülemeyecek ağır yıkımların sahnesinde en son adaletin tarumar edildiği Osman Kavala davasındaki tutsaklığa devam kararı, baş amirin faiz inecek öyle ya da böyle demeci gibi nicesiyle, her gün katara eklenmiş olan yoksullaştırma hal ve istemi bir sabit kılınır. Bunca afaki bir halde düzen ekonomik yıkım halini bir çökertmeye dönüştürür.
Hayatın duvara toslamasının her hali yaşadığımız günceyi kapsar. Bunca afaki olanın kıyısında ne bu gidişatın karanlığına karşı tedbir ne de ol itirazları kaile alacak bir sistem / iktidar, muhalefet söz konusu edilendir. Budur duvara toslamış olan hayat meseli. Bunca yalın bir biçimde müştereklerimizin talan olunduğu ol asgari yaşam isteminin çöpe basıldığı bir zeminde her nasıl bir yarın söz konusu edilebilir ki sahi ama sahiden? Tahakkümün katara dizildiği, duraksamak bilmeden var edilmiş her hamleyle birlikte yaşamanın imkanları daraltılırken nasıl bir yarın söz konusu olacaktır ki, sahi ama sahiden? Mesele geçinmek, mesele barınmak, mesele yaşamak, hakça, adil, eşit olarak, nerede, hangi zaman söz konusu olacaktır, düşünüyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2021
Görseller: Bülent KILIÇ (@kilicbil) – AFP (@afpphoto)
0 notes
seslimeram · 3 years
Text
Yalan Meseli
Tumblr media
Her şeyin ama her bir şeyin yalanlar üstünden bina olunduğu güncelliğin tastamam bariz bir riya, itham ve linç örüntüsünden ibaret olduğu bir sahnedeyiz. Cürümler cürümleri art arda kovalıyor. Bir çürüme halini bir başkası takip ediyor. Yaralar onarılmak bir yana her gün aleni bir biçimde yeninden kanatılıyor. Karanlık güncellenirken yepyeni yaralar bina ediliyor. Her şey birbirinin üstüne yıkılarak bir cerahat güncesinde kapkaranlık yüceltilip, yeniden tasarlanıyor. Ne yazık ki bu çürüme haline bir dur diyecek kimseler kalmamıştır artık. Yalanlar zikredilirken, üstüne bina edilen her yeni eylem, edim bambaşka cerahati güncelleye gelmektedir. Erk, muktedir, iktidar pratiklerinin toptan, toplumu hepten ama her dem dönüştüren yüzeyinin var ettiği bir istikamet kabilinden hepimize paylaştırdığı yön bir çürümedir.
Her durumu, fecaati kendileri için bir fırsat olarak gören siyasetin ol muktedir kanadı sayesinde toptan bir izolasyon hali güncellenir. Bugün yaşadığımız yer ve saha bütün bu cerahatler toplamına evrilmiş ise bunca, sebebi ol muktedirin bizatihi ta kendisidir. Bütün bu şartlanmışlıklar içine rehin edilmiş, sorgulamaları itirazsız def etme dışında vasfı bulunmayanların elinde ülke tanımı yersiz kılınır. Yıkımların menzili, tüm o yalanlara rehin edilip, önayak olunanlarla bir çürüme sahnesi hayatın merkezi kılınır. Hayat diye anılan ve atfedilen ile gerçek arasındaki uçurum kesintisiz kılınır. Burası hayat mefhumu söz konusu dahi edilmeyen bir paldır küldür çürümenin esiri kılınır. Muktedirin doğrudan ve şahsına göre kullandığı, işlettiği ve geleceğine dair tasarruflarda bulunduğu yerdir yeni yeni Türkiye, bunun neresi yenidir? Bu çürümeye, böylesi bir tahakküme rehin bir menzil her yanı yeni olsa kaç yazacaktır, her günü eskinin ta kendisiyken, nasıl?
On yedi günlük ne işe yaradığı son kertede muamma kılınmış olan kısıtlamalar sırası ve sonrasında ortaya saçılan rezillikler varken ne yenisi, neyin yenisinden dem vurulabilir ki sahiden. Covid-19 aşılamasında yüzde 2 gibi ironik olmayacak kadar açık bir biçimde her hayatın kendi haline terk edildiği aşılamanın var edildiği, rakamların önce ters yüz, sonra da geçen seneki olduğu gibi ufak hamlelerle görünmez ve bilinmez addedilmesine devam olunur. Salgın durduğu yeri muhafaza ederken, o muktedir kendi ve eline kan bulaşmış sermayeye verdiği sözü yerine getirsin diye her şey bir daha sümen altı olunur. Aşılamayı halk için değil de bedeli neyse verelim de iki satır kafa dinlesin bari bizimkiler bir de ol üç otuz centine bile muhtaç olunan turizm sektörü için bunca riyaya gerek var mıdır? Hali hazırda zırnık koklatmadan, en muhtaçlara aylık bin yüz liralık yardımı bile onca baskı sonrasında var edip, dünyanın sayılı salgın döneminde halkına ne halin varsa gör diyen bir yer mi yenidir?
Dahası da vardır, geçilmeyen köprü ücretlerinin tıkır tıkır ödeneceği, bunların yükünün de tabi ki halka fatura edileceği bir yer nasıl ilerlemiştir? Cengiz holding gibi, her şeye ama her bir şeye zarar veren, bu ülkenin başına musallat edilmiş beşli çetenin en mimli sureti olana peşkeş çekilen İkizdere’deki cerahati, yıkımı ve talanı var etmiş yer midir yeni ülke nedir? Aralıksız bir biçimde kamu kaynaklarının peşkeş çekilmesi, sürgit yıkımlarla hep ama hep bir biçimde bir yerin yurdun yıkıntılara dönüşümü varken, bu bir hakikatken ne yenisi allasen? İsrail devletinin, Filistin’de var ettiği cerahate laflar yetiştirip dururken, o ümmet bizi bekliyor demeci daha dumanı üstündeyken, kendi aracı oldukları Azerbaycan devletinin, Karabağ’da var ettiği dehşetin sacayaklarından birisi olan teknolojinin temini, kullanımına, içeride silahlı ya da silahsız hava araçları diye geçiştirilen silahlarda yardım almalara, teknolojiden ve istihbarattan el alınan bir devlete karşı söylenen onca riya neyi değiştirecektir, nasıl? Tümden tümü birden var edilen her tahayyül bir kere daha çürüme halini imlerken hayat ne haldedir, sordunuz, sorguladınız mı?
Gündemin satır aralarında yer verilmeyen aslında görülmemesi için çaba sarf edilen hayat hikayelerinde şurada anlattıklarımızdan daha açık bir hakikat vardır. Her defasında hemen her durumda her nasıl insanın gözlerden kaçırıldığı, hayat hakkının yerle yeksan olunduğu artık gizlenmeyendir. Bütün bütün çürüme hepimize pay olunurken iş bu günce sınırlarında her neler olmaktadır birkaç haber hakikati aksettirecektir. Hasan Alkan’ın Evrensel Gazetesi’ndeki haberidir. “AKP iktidarının turizm geliri için hazırladığı ve turizm işçileri için hazırlanan, “Eğlen! Aşılandım” yazılı maske turizm işçilerinin tepkisini çekti. Pandemi aylarında işsiz kalan turizm işçileri kısa çalışma ödeneğinden dahi yararlanamazken, hükümet aileleriyle birlikte milyonlara destek vermedi. Hükümete tepkisi artan turizm işçileri, “Turizm geliri için onurumuz kırıldı. Hükümet turizm işçilerini sermaye olarak görüyor” dedi. Antalya’daki turizm işçileri ile yaşadıkları sorunları konuştuk.
Pandemi öncesi bir restoranda müdür olarak çalışan İsmail Koplay, pandemi nedeniyle çöküş yaşanan turizmde gelirsiz kalanlardan. Bir yıldır işsiz olmasına rağmen kısa çalışma ödeneğinden dahi yararlanamayan Koplay, Turizm Bakanlığının yayımladığı videoyu ‘ihanet’ olarak değerlendiriyor. Koplay, “Bizim üstümüzden bu şekilde oyunlar oynuyorlar. 1 yıldır cebimden yiyorum. Emeklilikte yaşa takılanlardanım. Sigortam dolduğu halde yaşı bekliyorum” dedi. Koplay, İşsiz ve gelirsiz olmasına rağmen bir de kendisine genel sağlık sigorta borcu çıkarıldığını söyledi.
Koplay hükümete şu sözlerle tepki gösterdi: “İşsizlik fonundaki parayı bizlere değil, patronlara veriyorlar. Patron da canının istediğini işe çağırıyor. Turizm Bakanı da kendi otellerinin geliri için bizim üstümüzden her türlü oyunu çeviriyor. Burada aç kalıyoruz. Bu yüzden yurt dışında gemide çalışıyordum ama bir senedir gidemedim.”
Bir otelde kat şefi olarak görev yapan bir kadın işçi ise kısa çalışma ödeneği alabilen ‘şanslı’ turizm emekçilerinden. 1.5 aydır çalışmadığını ve temmuz ayına kadar çalışamayacağını söyleyen işçi, “Eski çalışan olduğumuz için bizleri gönderdiler, yeni personele öncelik verildi. Onlar çalışıyor. Şaka gibi bir durum. Bizleri düşünen mi var? Biz turizm emekçilerini düşünseler baştan doğru düzgün önlem alırlardı. Bizleri eve turizm düzelsin diye tıktılar ama yok. Rusya vatandaşını göndermiyor. Gelenler de önceden rezervasyon yaptıranlar. Turisti getirebilmek için bizleri ne hale koyuyorlar, ama bittik artık” dedi.
Eşinin emekli maaşı ile geçindiklerini söyleyen kadın işçi, “Emekli maaşı olmasa açız. Bizleri yine düşünmüyorlar. Geçen yıl da aynısını yaptılar, kapattılar sonra turizm canlansın diye her tarafı açtılar olan bize oldu. Az işçi ile sezonu bizlere tamamlattılar, turistler maskesiz dolaştı; bizler maske dezenfektan kullanmaktan perişan olduk. Bu yıl da bizleri böylemi dolaştıracaklar şaka gibi!” ifadelerini kullandı.
Turizm İşçisi İshak, “Göstermelik önlem ve tedbirlerle buraya kadar geldik. Hükümet turizm işçilerini sermaye olarak görüyor” dedi. Turizm sezonu öncesine kadar hükümetin kendilerini düşünmediğini söyleyen İshak, “Bize bugün iyi bakmak zorunda kaldılar çünkü her şeyin garantisi biz olacağız. Turizm işçilerinin sağlığı da, geleceği de her zaman ipin ucunda bugün para geleceği için iyiyiz ama eylül, ekim ayında herkesi tekrar kapının önüne koyacaklar” dedi.
Çalıştığı otelin ise şu an kapalı olduğunu söyleyen İshak, “Otelin açılıp açılmayacağı belli değil. İşçilerin çoğu aşılanmadı, şimdi aşılansam ikinci dozu olduğumda sezon ortası olacak. Doğal olarak bir anlamı olmuyor. Düne kadar bizi düşünmeyenler bugün iyi bakmak zorunda çünkü her şeyin garantisi biz olacağız, ondan dolayı da bu tip açıklamalar videolar beni şaşırtmıyor” ifadelerini kullandı.
Bir otelde ‘Housekeeping’ (temizlik görevlisi) olarak çalışan Leyla Berber, yayımlanan video nedeniyle turizm işçilerinin onurunun kırıldığını söyledi. “Burada çalışan işçilerin canı yurt dışından gelenlerden daha mı değersiz” diye soran Berber, “Sırf para gelecek diye insanları bu gibi onur kırıcı duruma düşürmeye kimsenin hakkı yok. 1 yıldır insanlar işsiz, kısa çalışma ödeneğinden faydalanan kaç kişi var” diye konuştu.
Patronlara sürekli teşvik paketleri açıklandığını anımsatan Berber, “Biz işçilere sürekli engeller çıkarılıyor. Sigorta günün dolmadıysa kısa çalışma ödeneğinden bile faydalanamıyorsun. Keşke işçilerin sağlığı ve nasıl yaşayacaklarına dair mücadele edilseydi. Bugün para gelmeyince hemen işçilerin sağlığını düşündüklerini ifade ediyorlar. Bu video ile de bizim sağlığımız değil, turistlerin sağlığını ne kadar düşündüklerini bir kez daha gösterdiler” dedi.
Birçok ‘şanslı’ turizm işçisinin geçici günlük işlerde çalışmak zorunda kaldığını söyleyen Berber, “Kimi inşaatlarda işçilik yapıyor, kimi yeni yapılan rezidanslarda aile olarak kapıcılık yapıyor” diye konuştu.”
Büyük ülke nidaları atılmaya devam olunurken olmakta olan herkese uygun bir yıkımla, yıldırı halinin takdimi olur. Yukarıdaki tanıklılar bu bahsin bir yüzeyidir. Kötülük hemen her anlamda artık mübalağasız var edilen bir meseldir. Turizm emekçilerinin haklarının bunca rahatça gasp edilmesinden biteviye güncellenmiş olagelen her hamleyle biraz ve az biraz daha çürüme afaki bir çürüme güncellenir. Defaatle sunulan ve paylaşılan her fecaat ve insan yerine konulmamanın var ettiği her eşik başka bir kırılmayı var eder. Bunca açık, bu kadar keskin bir biçimlendirme o çalışan nüfusun yüzde yetmişinin çalışmaya devsm ettirildiği kapatma lafzının ortasında asıl olmakta olanı gösterir. Belirtene gerek kalmadan kesintisiz bir halde hayat memat mefhumu hiç kılınır. Bu bahisler birer hakikatken hala, ama hala mı her şey yolundadır, nedir yani? Bütün bu rüya ülkesi, aşısı tam sınırsız tatil ve konfor anonsları var edilirken çürüme her ne yana çıkmaktadır?
Bianet’ten aktaralım: “Irak'ın Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin başkenti Erbil'den Mersin'e gelen aileye saldırı düzenleyen 3 zanlıdan 2’si tutuklandı.
Jandarmanın yürüttüğü soruşturmada gözaltına alınan S.O., M.F.O. ve M.B. işlemlerinin ardından Anamur Adliyesi’ne sevk edildi. M.F.O. ve M.B. “kasten öldürmeye teşebbüs”, “mala zarar verme” ve “halkı kin ve nefrete teşvik etmek” suçlarından tutuklanırken, S.O. adli kontrolle serbest bırakıldı.
Valilik olayla ilgili yaptığı açıklamada, olayın hasarlı trafik kazasından sonra yaşandığı iddia etti.
Valilik açıklamasında "Olay trafik kazası nedeniyle yaşanmış olup bazı sosyal medya hesaplarında çarpıtılarak yapılan paylaşımlar asılsızdır, tamamen adli bir olaydır. Olayla ilgili olarak 3 şüpheli gözaltına alınmış olup adli süreç devam etmektedir. Irak vatandaşı M.M.K. Anamur Devlet Hastanesinde tamamlanan tedavinin ardından taburcu edilmiştir. Büyük bir üzüntü duyduğumuz olayda yaralanan Iraklı şahıs ve ailesi, ilçemizde bizim misafirimizdir” dedi.
Ne Olmuştu?
Erbil’den Mersin’e gelen Muştaq Mahmood Kareem ile ailesi, dün öğlen saatlerinde Bozyazı’ya bağlı Gözsüzce Sırtlan mevkiinde S.O., M.F.O. ve M.B.’nin saldırısına uğradı. Saldırıda Kareem ile bir aile bireyi yaralandı ve hastaneye kaldırıldı. Yaralılar tedavilerinin ardından taburcu edildi.
Adana’dan Antalya’ya giden ve yolda olayı görerek müdahalede bulunan görgü tanığı Cihan Kutluk Tekeli Jandarma Karakolu’nda şu ifadeyi verdi:
“Virajlı yollarda trafiğin durduğunu gördüm. Neden durduğunu anlamak için araçtan indim ve o esnada yabancı plakalı beyaz bir jipin en önde durduğunu ve birkaç kişinin kavga ettiğini gördüm.
Kavgayı ayırmak maksadı ile yanlarına gittiğimde 01 YG 428 plakalı siyah Honda Civic marka aracın beyaz jipin önünde durduğunu ve siyah araçtan inen 3 şahsın beyaz jipin sürücüsünü ailesinin yanında öldüresiye dövdüklerini gördüm.
Araçta yolcu olarak bulunan isminin sonradan M.F.O olduğunu öğrendiğim şahıs eline büyükçe bir taş alarak beyaz jipin sürücüsünün kafasına ve yüzüne 4 kere vurdu. İlk vuruşlarında şahıs dengesini kaybederek yol kenarında bulunan bariyerlere doğru devrildi.
Bariyerlerden uçuruma doğru atmaya çalıştılar. Son vuruşunda şahıs bayılarak yere yığıldı. Yerde baygın olarak yattığı halde vurmaya devam ettiler. Şahsın ağzından, burnundan ve kafasından sürekli kan geliyordu.
Daha sonra çevredekilerin 'öldü yeter' diye bağırmalarından sonra şahsı yerde baygın bir şekilde bırakarak araçlarına doğru yöneldiler. Araca binecekleri esnada MF.O. geriye doğru geriye dönerek, 'Bu olaya şahit edeni ileride bekliyor olacağım ve öldüreceğim. Kim bu olaya şahitlik yaparsa... Size burayı dar edeceğim. ... Kürtleri' diye tehditler savurdu.
Daha sonra baygın şahsı kendi çabalarımla kendi araçlarına bindirerek Tekeli Jandarma Karakolu'na yakın olan Aytemiz isimli petrole getirdim ve jandarma ekiplerine haber verdim.”
Her şeyin, hemen her durumda her şeyin yalanlarla geçiştirildiği bir cenahın meseli artık saklanamayandır. Hewler’den Mersin’e gelen Muştaq Mahmood Kareem ile ailesinin ol başına getirilen şey bir yıkım tahayyülüdür. Cürümler birbiri ardına işlenir, ardılı sıra tüm o suçlar görünmez kılındığı var sayılırken olan biten bir nefretin suça dönüşümüdür artık. Kesintisiz bir biçimde bu mefhum konuşulmasın istenir. Kareem ve beraberindeki insanlara reva görülenler bu fasit döngüye mahkum menzilde aslolan hali bildirir. Cürüm, suç, yıkım hep örtbas edilir. Çürüten, kıran ve zayi eden sorgulanmasın istenir her zaman olduğu üzere. Bu vakada var edilmiş olduğu ilan edilen adalet, görünmez addedilenlerde tüm o Bakur Kürdistan’ında süreğen kılınmış olan yıkımların yekununda ne kadar var edilmiştir, mesele hep buradan başlar, başlamaktadır? Hakkın da hukukun da alaşağı olunduğu bir zeminde aralıksız yalanlar, sürekli iltimas geçilen suçlar var edilirken kim hangi yeni ülkeden bahis açabilir, her nasıl?
Bugün her şeyin giderek sarpa sardığı, artık atılan adımlar, verilen sözlerin yekununda, yalandan, riyadan, itham ve inkardan başkasının var edilmediği bir güzergah önümüzde bina edilendir. Düzayak çürümenin mihmandarlığına tabi olan bir devlet aklı her günü ama her bir günü apayrı zehirlemektedir. Nihayetinde basit gibi görünen her mesele, asıl uzun soluklu bir yıkımın da ara bağlacıdır. Erk, muktedir, iktidar pratiklerinin toptan, toplumu hepten ama her dem dönüştüren yüzeyinin var ettiği bir istikamet kabilinden hepimize paylaştırdığı yön bir çürümedir. Bütünüyle ve aralıksız bir biçimde doğruların yerine ikame edilen her şey bu çürümeyi sabit kılmaya vesiledir. İyi de sahiden her nasıl ve her ne biçimde bu çürümeden muaf olunacaktır?
0 notes
seslimeram · 4 years
Text
Bu Yıkımda Bir Ülke Kalır Mı!
Tumblr media
Kötülüğün temsili günbegün var edilen eylemlerle, devletin tahayyülü olarak çıkagelen ve öne sürülenlerle bir ve birlikte bu sahayı kapsamaktadır. Yaşatılan güncelliğin, yıkımlarla ve yıkımlardan beslenerek geri dönülmeyecek kırım hal ve istencinden, eksiksiz bir yıkım ile mahvetme döngüsüne rehin edildiği açıktır. Demokrasiyi araç olarak bilenlerin varmak istedikleri nihai istikamet olarak hayata geçirdikleri her yeni evre / dönemeç bütün bütün o kötülük temsilini güncellemektedir. Bir toprak parçasında yaşamın dönüştürülmesi bir de ulu orta mahvedilmesinin rotasında ortaya çıkan her sekansa bu karanlık temsiliyetini görünür kılmaktadır. Yeni denilen ülkenin bir dün olduğu bariz bir eskimeyen geçmişinin ta kendisi kılındığına artık kanıtsız / kanıtlamaya hacet kalmaksızın hakikattir.
Baş Amirin şahsına münhasıran ortaya çıkarttığı ülke prototipinin her evresi bu tahakküm tehdit ve yıldırı üçlemesinin izinden giderken geçmiş bugünün kılınırken yeni ülke sözde bir meseledir, boş laftır! Kötülüğün güncelliğinde bir ülke ibaresi de, tanımı da yersiz ve dahi anlamsız kılınmaktadır. Bugün bu sahanın devletli eliyle var ettiği her şey bunun bir biçimde kanıtıdır. Bütün, bariz ve belirgin ve kesintisiz kılınmış devlet tahayyülü içinde, hayat yönergesi, abecesi, meramı yağmalanmaktadır. Erk, muktedir, iktidar bunun temeli, harcını karanların çatısıdır. Cerahatin güncelliği dahilinde var edilenlerin yekunu bariz bir kötülüğün abecesini var eder. Bu kadar kesin, bu kadar afaki bir halde çıkagelen, ortalıkta yapılandırılan ve devamlılığı sağlama alınan şey bir kötülük tahayyülüdür.
Biyopolitik cerahat artık dört bir yanı kuşatandır. Kabuslardan mürekkep bir zemini, yeni, doğru ve hakikaten geleceğin teminatı olarak gören baş amir zihniyetinin var ettiği her bir şey bu patetik, aşılamaz kırım güncesini tanımlar. Sağımız, solumuz önümüz ve ardımız o düşmanlaştırma, artık sınır tanımayan bir nefret tahayyülü ve ayrımcılığın rehini kılınır. Bir korku güncesinin ortasında yarına hepten eksikli bir ülkenin ulaştırılması hali arasız, fasılasız güncellenendir. Bunca vahametten bir yarın olurmuş gibi hala istikamet bildirile gelen durmak yok yola devam bu çürümenin yönünü gösterir. Kötülüğün temsili aralıksız bir biçimde var edilenlerle, devletin aklı ve tezahürü olarak çıkagelen tahayyüllerle iş bu sınırda güncelleniyor. Cerahat artık gizlenmeye gerek dahi duyulmayan bir hakikatin ta kendisidir.
Çürümenin arşı alaya yükseldiği, bir sathın enikonu kuşatılmasının artık anlık olarak bariz bir gerçeğin ta kendisi kılındığı menzilde olan / olmasına devam edilen şey bir irin halinin üstünde yükselen ülkedir. On sekiz yıllık iktidar tahayyülü, madun siyasetin kodlamalarla vakit kaybetmeksizin ulu orta açıktan eylediği her fiili hareketi, ortaya çıkarttığı her halin, nizam adına değil o madun siyasetle bir menzili içinde mahpus kılınacak bir sahaya evirip dönüştürmek adına olduğu artık açıktadır. Bunlar gizlenmeye hacet duyulmayandır. Gizli ajanda bahislerinin zamanı çoktan geçmiştir. On sekiz yıllık iktidar tahayyülü, güçten salt o güçten yaratılmış zehirlenme hali ile astığım astık, kestiğim kestik, yaptım oldu, sözünü ettim kanun kılındı hallerinin yekununda bir ülke değil çoraklaşması, çürümesi kesintisiz kılınan bir çukur ortaya çıkmaktadır. Bu mudur ülke!
Mezopotamya Ajansı’na bağlanalım: “Van'ın Çaldıran ilçesine bağlı Yukarı Çilli Mahallesi’nde (Çiliya Jor) 16 Temmuz’da koyun otlatırken askerlerin açtığı ateş sonucu ağır yaralanan 15 yaşındaki Azat Bağa’nın Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Dursun Odabaşı Tıp Merkezi’nde tedavisi sürüyor. Bağa, vurulduğu gün yaşananları Mezopotamya Ajansı’na (Dindar Karataş'a) anlattı.
Bağa, her gün olduğu gibi 16 Temmuz’da da saat 04.00 sularında koyunları ahırdan çıkardıktan sonra meraya götürdüğünü söyledi. Mahalleden 100 metre uzaklaşmadan askerlerin kendisine ateş açtığını aktaran Bağa, “Koyunları yavaş yavaş götürüyordum. Benim bulunduğum yerden çok uzaktan atlarla ‘kaçakçılar’ geçiyordu. Askerler de benim bulunduğum yere çok yakınlardı ve beni görüyorlardı. Birden zırhlı araçlardan ateş edilmeye başlanıldı. Bana değen kurşunla ben yere düştüm. Askerler beni vurduklarını ve düştüğümü çok iyi görüyorlardı. Buna rağmen arkalarına bakmadan çekip gittiler. Ben de yaramın sıcak olması nedeniyle ağrı hissetmiyordum. Yürüyerek amcamın evine gidip vurulduğumu belirttim. Amcam beni özel aracıyla Çaldıran Hastanesi’ne götürdüler. Ondan sonrasını da hatırlamıyorum” sözleriyle yaşananları anlattı.
Bağa’nın kuzeni Yunus Bağa ise,  Azad’ın babası Şefik Bağa'nın da 10 yıl önce mahallede askerlerin işkencesine maruz kaldığı ve silah dipçiklerinin darbeleri nedeniyle yüzünde kırılmalar oluştuğunu belirtti. Yaşananların kendileri için yeni bir durum olmadığını ifade eden kuzen Bağa, Azad’ın ölüme terk edildiğine dikkati çekerek, “Azad eğer ki dirençli olmasaydı orada düşer hayatını kaybederdi. Askerler sabahtan akşama kadar köyün içinde ağır silahlarıyla dolaşıyor. Ne hakları var buna? Bu gün böyle olduğuna göre yarında artık köyün içinde vurup öldürecekler. Her tarafı tutuyorlar. Sabahtan akşama kadar kurşun sesleri, korkudan evlerimizden artık çıkamıyoruz. Termal kamaralarla her gün bizi gözetliyorlar. Azad’a bunu yapanlara karşı hukuki süreci başlatacağız ve sonuna kadar da takipçisi olacağız” diye konuştu.
Bir fırsat olarak görülmüş / değerlendirilmiş olan 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ol Gülenci akımın var etmek istediği ülke halini, olağanüstü hal koşullarını memleketin tek istikameti kılarak belirginleştiren bir iktidar tahayyülü ortaya çıkar. Bunlarla birlikte bir ülkenin gerçek yüzünün nasıl yurttaşına dönük, sert ve tavizsiz kılındığının ibretlik ol suretleri de karşımızdadır. Wan’ın Çaldıran ilçesinde meydana gelen bir çocuğa kastetme halinin can yakıcı bir suretidir. Ol ele geçmiş şans olarak görülenlerin sıradan hayatlara en akla gelmeyecek zalimlikleri var etmek olduğu kendiliğinden her uygulamadan bir kez daha güncellenir. Bir çocuğu kırıma tabi kılmak, düşman belleyip, ateş açıp ardında bakma ihtiyacı hissetmeden geçip giden kolluk o devletli aklının tezahürünü taşımaktadır. İnsan haklarının, cezasızlıklara yaslanarak var edilmiş temsildeki çürüyen hali bir kez daha ortadadır. Gören, duyan var mı ola?
Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “Van'da 27 Haziran'da göle açılan mülteci teknesinin batması sonucu kaybolan kişilerden 3'ünün daha cansız bedenine ulaşıldı. Gevaş ilçesi Altınsaç Mahallesi'nden açılan ve bir daha haber alınamayan tekne ile içindeki kişilerin cansız bedenlerin çıkarılması için Jandarma İç Güvenlik Timleri, Su Altı Arama Kurtarma (SAK), Jandarma Arama Kurtarma (JAK) ile Sahil Güvenlik ekipleri, ROW cihazlarıyla Çarpanak Adası açıklarında çalışmalarını sürdürüyor. Bu sabah yeniden başlatılan çalışmalarda 2 kişinin daha cansız bedeni bulundu. Öğleden sonra ise 3 kişinin daha cansız bedenine ulaşıldı. Böylece ulaşılan cansız beden sayısı 59'a yükseldi. Cansız bedenler, Van Büyükşehir Belediyesi cenaze araçlarıyla Van Adli Tıp Kurumuna götürüldü.
Tumblr media
Ne Olmuştu: Gevaş ilçesi Altınsaç Mahallesi'nde 27 Haziran'da tekneleriyle Van Gölü'ne açılan Sedat ve Medeni Akbaş'tan uzun süre haber alınamaması üzerine mahalle muhtarı güvenlik güçlerine kayıp ihbarında bulunmuştu.
Bunun üzerine gece görüşlü termal kameralı helikopter, İHA ve botlarla göl ile çevresinde yürütülen arama çalışmalarında tekne Çarpanak Adası açıklarında 106,5 metre derinlikte bulunmuştu. Soruşturma kapsamında aralarında tekneden yüzerek kurtulan Medeni Akbaş'ın da bulunduğu 5 kişi tutuklanmıştı.”
Bin bir medeniyet tahayyülü, misafirperverlik lafları ortalarda dolanırken, haymatlosların bu sathı mahaldeki karşılaştığı her fecaat bir kez daha kazın ayağının hiç de öyle olmadığı hakikatini bildirir. Van Gölü’nde ortaya çıkanın bu temsilin, şu ülke halinin her nasıl bariz bir biçimde sıradana karşıt kılındığını örnekler. Haymatlos misafir bilinmeyendir. Her yere eli, kolu yettiğini iddia eden bir devletin gözlerinin içine baka baka insan taciri şebekelerin varlıklarının, can alma hallerinin ortasında bir tek iyi gün yoktur artık. Toptan bir biçimde menzili yaşanmaz kılmanın idesi üstünden yürüyen, kendi yurdunu bırakarak bir umuttur diye çıka geldikleri Türkiye’de can vermelerinin utanç vesikasıdır hepimizin payına düşen.
Haymatlos, güvensiz, geleceksiz, bir şimdisiz bırakılan insanlar için eldeki tüm umutların çürümeye sevk olunduğu bir sahadır burası. Bir istikamette yaşam hakkının gözetilmediği bütün o çeteleşmiş aksamlara / ögelere yollar açıla saçılan en sonunda yurttaşlar için bariz bir işkence hane kılınanın, haymatloslar, kafa kağıtsızlar, geçip gitmekten gayrısını talep etmeyenler boğularak can verirler, yollarda kırıma uğrarlar, telef edilenlerin can oldukları göz ardı olunur. Böyle bir halle, bu kadar yalın bir çürüme içerisinde tek bir an olsun iyi, tek bir gün olsun güzelin var edilemeyecek olmasının ağırlığı hepimizin payına düşürülen hakikattir. Kötülüğün temsilinin bunca açıktan var edilmiş suretlerine karşı insan hakları konusunda her gün daha da gerileyen bir yurdun hakikatine dair Ayşen Şahin’in yazısı bir bağlaç olsun, aktaralım:
“Türkiye, Cenevre Sözleşmesi’ne 1961’te coğrafi çekince ile taraf olmuştur.
Sözleşmenin imzalandığı günden bu yana Avrupa’dan iltica talebi ile gelen ve vatandaşlık alabilen sayıları 80’i bulmayan insan dışında hiç kimse T.C. kimliğine sahip olmamıştır. Ne olacaklarını bilmeden ceplerinde geçici koruma belgesi denilen bir kağıt çıktısı ile bekleyenlerin hiçbiri de Avrupa’dan gelmiyor.
27 Haziran’da kaybolan tekne Van Gölü’nün dibinde bulundu. Hâlâ cesetler çıkarılmaya devam ediyor. Gazetelerde sayılar güncelleniyor sanki gölün 106 metre derininden biri bile sağ çıkabilirmiş gibi.
Adlarını bilmeyeceğiz, belki de bir kod verdiler morgda.
Geride bıraktıkları insanlar belki haber alacaklar belki de bir ömür haber bekleyecekler.
Geniş Zaman demiştim köşenin adına ama dar zamana düştü iyice dünya. Fiilin geniş zamanda çekimini düşündüm sonra.
İleride bir gün dönüp bakan olursa bu yazıya, adlarıyla olmasa da en azından Van Gölü’nde batan tekne olarak hatırlansın, zamana yayılsın istedim. Unutulmasın.
Dağdaki ceylan, kayalıklardaki yaban keçisi ve gölün dibindeki onlarca insan, hepsi can.”
Yeni Yaşam Gazetesi’nden aktaralım: “Suruç Aileleri İnisiyatifi, katliamın 5’inci yılında, “Düşlerimizin izinde aynı kararlılıkla yürüyoruz” şiarıyla başlattığı oyuncak kampanyası kapsamında Türkiye’nin dört bir yanından topladıkları oyuncakları, Ankara Dikmen’de bulunan iki mülteci yerleşim alanında yaşayan çocuklara ulaştırdı.
İzmir’den Van’a kadar birçok kentten 17 Temmuz’a kadar Ankara’ya gönderilen oyuncakları mülteci çocuklar için paketleyen Suruç Aileleri İnisiyatifi ve SGDF üyeleri, oyuncakları dağıtmak üzere Dikmen’de iki mülteci yaşam alanını ziyaret etti. Toplanan oyuncaklar arasında ayrıca Kandıra Hapishanesi’nden siyasi tutukluların el emeği ile ördüğü bebekler de vardı. Mülteci yaşam alanlarına daha önceden ziyaret gerçekleştiren Suruç Aileleri İnisiyatifi, oyuncakları dağıtmadan önce aileler ve çocuklarla sohbet etti, hikâyelerini dinledi.
Ziyarette konuşan katliamdan yaralı olarak kurtulan Suruç Aileleri İnisiyatifi Üyesi Cansu Yumuşak, başlattıkları kampanyayı Dikmen’de bir mülteci mahallesinde sonlandırdıklarını belirterek, “Düş yolcularımız da kendi imkânlarıyla edindikleri oyuncakları çocuklarla paylaşmak istemişlerdi, ama buna engel oldular. Biz onların anılarını, her yıl olduğu gibi 5’inci yılında da sırtlanacağız diye söz vermiştik. Çocuklar ülkelerinde kalamadılar, çok büyük bir yokluk ve yoksulluk içerisinde burada yaşamak zorunda kaldılar. Biz de bütün toplayabildiğimiz oyuncakları, Suruç’un yıl dönümünde onlar anısına çocuklarla burada paylaşıyoruz” dedi.
Yumuşak, ailelere ve çocuklara yaptığı konuşmada, “Benim çok sevdiğim arkadaşlarım vardı. Bu arkadaşlarım siz daha Suriye’deyken sizin yanınıza gelip çocuklara oyuncak getirmek istiyorlardı. Bundan tam 5 yıl önce buradan yola çıktılar, size doğru geliyorlardı. Ama yolda kötü bir şey oldu ve o arkadaşlarımızın bazıları yaralandı, bazıları hayatlarını kaybetti. Ama biz onların sizinle, bir sürü çocukla oyuncak paylaşmak istediğini hiç unutmadık. Onların paylaşmak istediği oyuncakları size getirdik ve sizlerle bu oyuncakları arkadaşlarımızın anısına paylaşmak istiyoruz” şeklinde konuştu.
Her iki mülteci yaşam alanında da yapılan sohbetler ve konuşmaların ardından, çocuklarla el ele tutuşup yuvarlak halka şeklinde oyun kuruldu. Bu çember üzerinden ilerleyen çocuklara oyuncaklar dağıtılarak, paketler hep birlikte açıldı. Kampanya aracılığıyla Dikmen’de iki mülteci yerleşim alanında yaşayan 2-16 yaş arasında onlarca mülteci çocukla oyuncaklar paylaşıldı.”
“Koray Çapoğlu,Cebrail Günebakan, Hatice Ezgi Sadet, Uğur Özkan, Narthan Kılıç, Veysel Özdemir, Nazegül Boyraz, Kasım Deprem, Alper Sapan, Cemil Yıldız, Okan Pirinç, Ferdane Kılıç, Yunus Emre Şen, Çağdaş Aydın, Alican Vural, Osman Çiçek, Mücahit Erol, Medali Barutçu, Aydan Ezgi Salcı, Ali Rıza Aslan, Nazlı Akyürek, Serhat Devrim, Ece Dinç, Emrullah Hamur, Murat Yurtgül, Erdal Bozkurt, İsmet Şeker, Süleyman Aksu, Büşra Mete, Dilek Bozkurt, Duygu Tuna” Otuz üç insan. Otuz üç ayrı hikaye, hepsinin ortak kıldığı bir müşterek tahayyül için hareket ederken, beş koca yıl önce canları çalınan otuz üç insan. Bir menzildeki adaletsizlik halinin, ırak değil yakın zamanlardaki can yakıcı örneklerinden birisinde katledilmiş otuz üç insan. Unutulmasın diye ses veren bir avuç hayattaki, artakalan ve aileleri...
Kötülüğün temsili günbegün yeniden ve yeniden var edilen eylemlerle birlikte bu sınırın dört bir yanında güncelleniyor. İnsanlık meselinde her dem sınıfta kalmaya hazır ve nazır olunan devletli katının sıradan insanlara reva gördükleriyle bir uzamın çürümesi kesintisiz hakikat kılınıyor. Her yerde her an ortaya çıkartılanlarla birlikte bir Türkiye imgesi ortaya seriliyor. Buradan ötesi olmadığı denilen her ne varsa fecaat adına, kötülük gailesiyle bir ve birlikte güncelleniyor. Bu kadar afaki çürümenin, bunca açık kötülüğün ötelemeye hiç gerek duymadan var edilenin ortasında hayat her ne hale konulmuştur! Kötülüğün temsili değil hakiki yıkımında bir ülke kalır mı? Hiçbir ihtimal var mı...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2020
Görseller: Fal/Wall - Marietta VARGA – Behance
0 notes
seslimeram · 4 years
Text
Senin, Benim, Bizim Hikayemiz
Tumblr media
Sorgulanabilir olanın talan edildiği, sıradana ait olan hemen tüm müştereklerin cerahat ile boğulduğu, kuşatıldığı bir yer bir uzam o ismi yeni denilen ülkede aralıksız güncelleniyor. Soru sorma hakkından, yaşama düşürülen gölgeleri sorgulamaya yarını belirsiz bir yerde hayatı savunmaya ne yer, ne mefhum bırakılıyor. Ne doğrunun varlığına dair bir tahayyül, ne eğrinin bunca bariz kılınmasına karşı bir ünleme izin veriliyor. Dosdoğru eksiksiz belli bir döngü içerisinde çürümenin mefhumu güncelleniyor. Dibine kadar çürümeye rehinelik kalıcı kılınırken erk, muktedir, iktidarın vaveylası arasında ortaya serilenler bariz bir kötü, kapkaranlık bir menzili göstere gelirken, susun deniyor, ne yaparsak yapalım sadece iş bu sınırlarda susun, sorgulamayın!
Muktedirin pandemi sürecinin gerek öncesinde, gerekse de normalleşme diye çıkageldiği o tarih aralığına kadar var edilen güncelliği içerisinde bu sorgulamama hali süreğen bir hal ve tavra dönüştürülür. Devlet gerçeklerini esirgeyen, sorgulatmayan, düşündürtmeye gerek duymayan, var ettiği açmazları biteviye kılan bir mekanizmadır artık. 2020 yılının nasıl bir döngü / kırılmayı var eden sahne olduğu artık ama ve fakatsız kesintisizleştirilen her hamlede, hemen her gün var edilmiş olan bir insan hakkı ihlalinde belirginleştirilendir bugün bir kez daha. Sorgulama hakkının talan olunması, cerahatin güncellenmesi, arasız, fasılasız bir biçimde bir yurdun çürümesi güncellenendir. Mesel biyopolitik, tahayyüllerin ötesine ulaşmış olan kırım hali kesintisiz, denek bilinmemiz kesintisizdir. Bu mudur ülke!
Mezopotmaya Ajansı’ndan aktaralım: “AKP- MHP iktidarının baroların seçim sistemini değiştirmeye yönelik Meclis’e sunduğu yasa taslağına karşı İstanbul Barosu’nun Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi önünde düzenlediği  “Savunma Mitingi” binlerce avukat katıldı. Mitingin olduğu alanda avukatlar sık sık “Aç aç barikatı aç”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz”, “Çek çek yasayı geri çek”, “Fevzioğlu istifa” ve “Bölünmeye hayır” sloganları attı.
Yüzlerce avukat alanın küçüklüğü nedeniyle miting sahasının dışarıda kaldı. İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu, dışarıda kalan ve engellenen avukatlar içeri geçmeden mitingin başlamayacağını söyledi. Avukatlar da hep bir ağızdan barikatın açılması için slogan attı. Bunun üzerine polis bariyeri genişletti ve dışarıda kalan avukatların bir kısmı içeri alındı. Buna rağmen yüzlerce avukat alanın dışında kaldı.
Daha sonra Durakoğlu konuşma yaptı. Konuşması sık sık “Fevzioğlu istifa” sloganıyla kesilen Durakoğlu, mitinge çok sayıda hukuk bürosu ve meslek odalarının katıldığını söyleyerek katılanlara teşekkür etti. Durakoğlu, “Bütün görüşlerin olduğu yerde ortak bir dille haykıracağız. Meclise sunulan doğru değil. Buradan Ankara’ya bilinç götüreceğiz dedik. Bu işin sonu yok. Hep birlikteyiz bugün. Yapmayın, bölmeyin bizi dedik. 80 baro bir araya geldik. Çekin bu teklifi dedik. Gelin konuşalım, bunlar değil sorunlarımız dedik. Gelin konuşalım bizde ikna olmaya hazırız dedik” dedi.
Devasa sorunlarının olduğunu ve teklifin avukatların sorunlarını içermediğini ifade eden Durakoğlu, “Bu kapıdan girerken sorunlarımız başlıyor bizim. Stajer avukatların sorunu var. Bir virüs süreci yaşadık. Bürolarımızı kapattık. Gelin bunları konuşalım dedik. Dosyalarımızı saklayıp bize vermiyorlar. Bizden saklıyorlar. Niye bunun avukatlığını yapıyorsun denilerek sorgulanıyoruz. Avukatların kimisi açlık grevinde kimisi ölüm grevinde. Yaşamları için değil mesleklerini kaybedecekler diye grevdeler. Avukatlar adil yargılama istiyor. Gelin bunları konuşalım dedik. Hiç konuşulmayanları konuşalım. Çocuk savcılarla, suça bulaşmış hakimlerle sorunumuz var. Gelin konuşalım. Çoklu baro getirdiler. ‘Sizi parçalayacağız. Adliyelerdeki odalarınızı artıracağız’ dediler. Her görüşten 80 barodaki arkadaşımız ortak metne imza attı. Bize ‘siz siyaset yapıyorsunuz’ dediler. Biz siyaset yapmadık. Allah aşkına siyasetin suç olduğu bir yer söyler misiniz bana. Hukukçular siyaset konuşmasın istiyorlar. Konuşacağız” diye konuştu.
“Bunları engellersen, susturursan burası hukuk devleti olmaz” diyen Durakoğlu, “Adaleti sağlayanlar avukatlardır. Bize tahammül edeceksiniz. Avukat olmazsa, onun örgütlü gücü barolar olmazsa, yıkılır İstanbul Sözleşmesi. İşkence 1990’lardaki gibi yeniden hortlar. Yaşanası bir dünya ararsın kendine. Bunları para için yapmıyoruz. Üç kuruş için gece yarıları sorgulara giriyoruz. Ne çektiğimizi biz biliriz. Ankara’ya söylüyorum: Barolar susmaz. Bunu bilmeli Ankara. Yaşamı değiştirelim. Yasayı değiştirelim. Gel konuşalım dedik. Yargıyı FETÖ’ye teslim ediyorsunuz dedik. FETÖ diyemezsiniz dediler, o bizim muhterem hocamız dediler. Yapmayın diyoruz yine. Bu ülkenin avukatları olarak bizi hiç Allah affetsin demedik. Gördüklerimizin karşılığı bu mu? Bizi göreceksiniz. Biz avukatız biat etmeyiz” ifadelerini kullandı.
Yapılmak istenen sistemin bir FETÖ projesi olduğuna işaret eden Durakoğlu, “Unutun, terk edin bunu. Sembolik bir yürüyüş yaptık. Baro başkanları Ankara’ya giremedi. Bağırmak istiyorum. Baro başkanları Ankara’ya giremedi. Bir zulümden, bir polis devletinden söz ediyorum. Kendilerine de seslendik. Biz buradan dönemeyiz. Dönersek meslektaşlarımızın yüzüne bakamayız. 28 saat sonra açmak zorunda kaldılar. Çünkü eğer açılmazsa barikatlar size iki saat süre veriyoruz dedik. Bütün avukatları buraya çağırırız dedik. Bu ülkenin dirence ihtiyacı var. Korku iklimine teslim olmayacağız. Demokrasiye daima inancımız olacak. Bu ülkenim avukatları olarak bu teklifin üniter devlet yapısına aykırı olduğunu kanıtlayacağız” diye belirtti.
Durakoğlu, avukatların bedel vermeye hazır olduklarını söyledi. Teklifin bugün Meclise sunulduğunu hatırlatan Durakoğlu, şunları söyledi: “Çoğunlukları var belki çıkarırlar ama geçmemesi için bütün demokratik hatlarımızı kullanacağız. Bilmedikleri bir şey var. Bunların en fecisini darbeciler yaptı. 1980’de İstanbul Barosu'nun kapısına mühür vurdular. Kapattıkları sandılar ama avukatlar mührü kırıp geçti. Orhan Apaydın’ı o zaman kaybettik. Kapattıklarını zannettiler. Avukatlar kırıp attı o mührü. Baroları sindiririz sandılar. Bambaşka bir mücadele kodu gelişti. Sonuna kadar mücadele edeceğiz. Eğer mücadele etmezsek, susarsak Orhan Apaydın’a ihanet ettiğimizi düşünürüz. Yargı bağımsızlığı, toplum için, halk için mücadele edeceğiz.”
Adalet tahayyülünün bir sahadaki hak ve hukuk terimlerinin geçersiz kılınmasının yolu, zemininin yoklanması bir kez daha karşımıza çıkartılır. Bir sahnenin hak ve hukuktan ol bahislerin sunduğu demokrasi, eşitlik ve hakkaniyet tanımlarından ırak kalmasının zemin etüdünün varlığı korkunçtur. Bir asırlık ülke tahayyülüne çeyrek kala, elli koca yılda hiç ama hiçbir surette var edilemeyen demokrasinin yine / yeniden çürümeye sevk olunması, var edilmiş hakların da un ufak edilmesinin utancı kalıcılaştırılandır. Böyle bir menzil, bu kadar bağnazca “tek tip” kılınmak istenen bir sahanın yaralara merhem olması değil tam tersine bütün bütün yaraları var etmesi kesintisiz kılınacaktır. Sorgunun tasarrufunun tam da üç otuz kuruş kılınmasının bir sureti var edilendir, ya sonra!
Gençlerle yaptığı internet buluşması sırasında aldığı “beğenmeme” rekoru üstüne bir kez daha sosyal medya platformlarını kapatma / kısıtlama girişimine girişir baş amir! Açıktan denemelerin var edildiği, akla seza haller ve tavırlarla suskun kılınmış bir toprakta, bariz bir fiş çekme operasyonu için nabız bizzat baş amir tarafından yoklanır. Düzenin tüm bu yukarıdaki adalet / hukuk kavramlarına karşıtlığının, engellemelerle baroları lağvetmesini sanal ağa taşıdığımızda demokrasinin de eğrelti bir halde dahi kalmadığı / bırakılmadığı bir menzile ulaşılır. Yeni ülke diye çıkılan istikamette on sekiz koca yılda varılan eşiğin her ne olduğu, her nasıl sıradana karşıtlık olduğu o tehditlerin, bizzat canlı yayınlardaki genç tepkimesini dahi kabullenmediğini gösterir. İnsan hakları konusunda her gün biraz daha gerileyen, her an biraz daha çöken bir sahanın varlığı, ortaya çıkan resmin her nasıl biçimsiz kılındığının sureti şu sözlerdedir.
BBC Türkçe’den aktaralım: “Partisinin il başkanları toplantısı sırasında şu bahis ile çıkagelir Erdoğan; Kızı Esra Albayrak ve hem damadı, hem ülkenin Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın yeni dünyaya gelen bebekleriyle ilgili yapılan sosyal medya mesajlarına değindi: "Geçen gece 8. torunum Hamza Salih dünyaya geldi. Berat Bey evladının doğumunun sevincini yazdığı bir sosyal medya mesajıyla kamuoyuyla paylaştı. Bu mesjaın altına on binlerce kişi tebriklerini ifade eden yorumlar yaptı. Ancak sayıca az da olsa bırakınız ahlakı, namusu, haysiyeti; insanlıktan dahi nasibini almamış, kalbi kararmış bazı alçaklar içlerindeki kötülüğü sergileyen hakaretlerle bu güzel iklimi kirletmeye çalıştı. Yargı ve emniyet teşkilatımız hemen harekete geçip kimliklerini tespit etmeye ve işlem yapmaya başladı. Bir bebek üzerinden ailesine ve temsil ettiğini düşündüğü değerlere saldıran bu alçakların peşini bırakmayacağız. Her birinden işledikleri suçun hesabını soracağız."
Erdoğan, bu yorumlara gösterdiği tepkinin ardından bunun sebebinin sosyal medya kullanımı olduğunu söyledi ve "tamamen kaldırılması için" hızla adım atılacağını söyledi:
“Benzer saldırıları farklı vesilelerle daha önce de yaşamıştık. Bu tür ahlaksızlıkların artmasında bu mecraların kontrolsüzlüğünün rolü vardır. Niçin Youtube, niçin Twitter, niçin Netflix gibi sosyal medyalara karşı olduğumuzun ne demek olduğunu anlıyor musunuz? Bu ahlaksızlıkları ortadan kaldırmak için. Bunlar ahlak sahibi değil. Bu millete layık olmayan bu gelişmeleri yaşamak, görmek istemiyoruz.”
Erdoğan, sosyal medya mecraları için "bu ülkeye bu tür mecralar yakışmıyor" dedi: “Asıl üzerinde durmamız gereken konu medya ve sosyal medya mecralarının nasıl olup da böyle bir kokuşmuşluğun aracı haline dönüşmeleridir. Bir düzene sokulması şarttır. Bu millete, bu ülkeye bu tür mecralar yakışmıyor. Onun için de bir an önce biz bunları parlamentomuza getirip bu tür sosyal medya mecralarının tamamen kaldırılmasını, kontrol edilmesini istiyoruz. Küresel firmalar temsilcilikler vasıtasıyla her türlü hukuki ve mali sorumluluğu üstleniyorlar. Türkiye'de ise ısrarla bundan kaçınıyorlar."
Tumblr media
“Erdoğan, konunun TBMM'de hızla ele alınması ve yasama dönemi bitmeden düzenlemenin hazırlanması çağrısı yaptı: Milletimize karşı sorumluluğumuz, bu doğrultuda gereken mekanizmaları kurmayı ve işletmeyi gerektiriyor. Sosyal medya karşısında eli kolu bağlı kalmayı kabul edemeyiz. Bu konuda kapsamlı bir düzenleme üzerinde çalışıyoruz. Hukuki düzenleme tamamlandığında erişim engeliyle adli ve mali yaptırımlar dahil her türlü yöntemi devreye sokacağız. Türkiye bir muz cumhuriyeti değildir. Türkiye'nin hukuki ve idari makamlarını hiçe sayanları biz de hiçe sayarız. Buradan parlamentomuza ve parti grubumuza konuyla ilgili düzenlemenin süratle hazırlanması ve yürürlüğe konulması çağrısı yapıyor, yasama dönemi bitmeden bu konunun halledilmiş olmasını diliyorum.”
Bir kadına yönelik hakaretamizliğin salt muktedir olana değil sıradana her gün uygun görüldüğü bir yerde, baş amirin kızına yönelik olarak atfedilen yakışıksız ifadelerin ne ifadeyle, ne hakla, ne de insanlıkla bağdaşık olmadığı afakidir. Gel gelelim o bahsi var etmiş olan aktörlerden adalet makamı önünde hesap sormak yerine, topyekun internetin fişini bir kez daha çekmeye çalışmak (ki sosyal medya handiyse tüm trafiğin %60’ından fazlasını oluşturuyor) her şeyin nasıl ikilemlerle / deneye yanıla var edildiğinin göstere gelir. Bir uzamda topluma güvenin bunca eksik kılındığı, bir müşterek olan internetin dahi bile isteye tek tip, sınırlandırılmış, hiçbir şeyden haber vermeyen bir mefhum hali ve yapısına dönüşümünün garabeti her neyi imler. Bir çürüme halinin içerisinde bir menzilin her günü bir öncesinden ağır sınavlar kılınırken, insanlar var edilmiş olanı fark etmesin diye engeller çıkartmak sorunları çözmez, çözmedi, çözmeyecektir! Sosyal medyanın değil konuşan ve sorgulayan Türkiye halklarının hedef kılınmasında, ilelebet sessizliğe rehin edilmesinde bir kez daha ortaya düşülür, sonu hayrolsun!
Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “Türk Tabipleri Birliği (TTB) Koronavirüs İzleme Grubu üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala hakkında Bursa Valiliğinin talebiyle Uludağ Üniversitesi tarafından "halkı yanlış bilgilendirmek" suçlamasıyla açılan soruşturma protesto edildi. Bursa Akademik Odalar Birliği (BAOB) ortak salonunda yapılmak istenen basın açıklaması yoğun katılım nedeniyle konser salonunda yapıldı.
Tarih boyunca bilim insanlarının birçok kez dile getirdikleri şeyler için yargılandıklarını hatırlatan Bursa Tabip Odası Başkanı Güzide Elitez, “Bilim adına konuşan bu insanlar tüm karalamalara karşı tarihin onur sayfalarında yer aldılar. Bugün de Prof. Dr. Kayıhan Pala pandemi sürecinde bilimin doğrularını insanların sağlığını korumak adına kamuoyuyla paylaştığı için soruşturma isteniyor” dedi.
Prof. Dr. Kayıhan Pala'nın pandemiye ilişkin önlemler konusunda, başından itibaren yetkililere, topluma düşüncelerini önerilerini aktardığını belirten Adıyaman, şöyle devam etti:
"21 Nisan günü kendisine yöneltilen sorular üzerine, Bursa iline yönelik pandemiyle ilgili bilgilendirme yetersizliği, verilerin tam olarak paylaşılmaması, çalışmaların şeffaf olmaması, filyasyon test merkezi sayısının yetersizliği, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesine test yetkisi verilmemesi, ücretsiz ya da sembolik ücretle su sağlanmaması gibi konularda, düşüncelerini, önerilerini bilgilerini paylaşmıştır.
Bursa Valisi, Kayıhan Pala’nın bu açıklamasına atıfla ‘halkı yanlış bilgilendirdiği, paniğe yönlendirdiği’ iddiasıyla hakkında Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikayetçi olmuştur. Vali, toplumun doğru bilgiye ulaşmasını, bilim insanının toplumu bilgilendirmesini baskılamak için harekete geçmişti.
Kayıhan Pala açıklamasını bir bilim insanı olarak ve Bursa Tabip Odası verileri üzerinden yapmıştır. Salgın kamucu bilimin, kamucu sağlık sisteminin, kamucu sosyal politikaların önemini bir kez daha gösteriyor. Bu duruma işaret edilmesi, hakikatin ortaya konulması istenilmiyor.
Salgınla ilgili değerlendirme yapmaya yetecek bütünlükte, epidemiyolojik veri açıklanmadan başarı hikayeleri yazılırken vaka sayıları artmaya devam ediyor. Buna karşı doğru bilgiye en çok ihtiyaç duyulan ve toplumun en savunmasız olduğu bu dönemde ona doğru bilgiyi aktarmayı bilim insanının sorumluluğu olarak gören Kayıhan Pala da doru bilgiyi en çok ihtiyaç duyulan dönemde topluma aktarmak için çaba gösteriyor.”
“Bilim insanının akademik özerkliğini ve mesleki bağımsızlığını tehdit eden soruşturmalar ve incelemeler asıl olarak toplumun sağlık hakkını, doğru bilgiye ulaşma hakkını tehdit etmektedir. Bilim insanının hakikati aramasına izin vermeyen, bilimsel yaklaşıma baskı girişimlerinin karşısında haklarımızı savunmak için buradayız. Yalnızca bilim insanları için değil, toplumdaki, dünyadaki her insan için ve gelecek nesiller için bu baskılara karşı çıkmak gerektiğinin bilincindeyiz.”
Sorgulama ihtimal dahi kalmasın isteniyor. Bir menzil toptan topyekun zalimliğin doruğu kılınmış bir saha haline dönüştürülüyor. Covid19’un yıkıcı etkisi, test yapmamaktan açık bir halde insanların birbirini enfekte ettiği “normalleşme” sürecine tam gaz devam denilip binlerce insanın canı bir kez daha rehin ediliyor. Bunu bildirdiği için bir hekim hakkında soruşturma şak diye yerine getiriliyor. Bir yanda baroların durumuna dikkat çekmek isteyen, o düzenleme diye çıkagelen geçmişin gülenci taktiğinin yeni versiyonuna bir dur, sıradanın hakkı çalınmasın diye ses verenlere darp / şiddet / gaz reva görülüyor. Bariz bir halde düşüncenin / idenin önüne yeni setler “muktedirin” krizi fırsat olarak gördüğü halin bir başka tezahürü ile yekten gerçek kılınmak isteniyor. Bir saha var ediliyor ne sorulsun ne sorgulansın. Bir saha var ediliyor, çürüsün; mütemadiyen o haline şükretmeye devam etsin! Bir saha var ediliyor bir lokma bir hırkadan seçilmişlerin varsıllığı için kölelik bir daha bina ediliyor. Bir saha var ediliyor ötekilere yapılanlar artık bu vatan bizim diyenler; Türk kimliğinin ta kendisine de reva görülsün, görülebilsin. Meclis kapısında kuşatma bir kentteki fabrika patlamasında sansürle, emekçiye üç kuruş zammı reva görüp, karunlar gibi memleket dediklerini sömürmeye, her ranttan pay almaya bir menzil var ediliyor, ne gam! Neresinden bakarsanız o kadar çürüme, nasıl görürseniz görün o kadar eksik gedik olmadan bir tuhaf yıkımın güncesi var ediliyor. Ne garip zamanlardayız, ne kadar acayip zamanlardayız. Hala dönüp dolaşıp temel haklarımızın bekasını muhafaza edebilmek için elimizdeki üç otuz hakkın da çalınmasına tanık yazılıyoruz. Ne acayip, ne bet ne kadar içten içe çürüyen bir sahnedeyiz artık görüyor musunuz. Çürüyor arasız hayatlar, gözden çıkartılıyor tüm o yaşamlar. Gözdağı bildirilen senin, benim, bizim hikayemiz. Sorgular mısınız!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2020
Görseller: Zeynep KURAY v/ Twitter
0 notes
seslimeram · 4 years
Text
Çürüyor Bir Vatan, Her Gün Biraz Daha....
Tumblr media
Bir sahtelik sarmalının içerisinde bütün bütün o riya, yalan ve inkar halleriyle bir başına kalakalmış menzil yeni ülke diye bildiriliyor. Yeni denilen dünün bir çürümüş tekrarında dolaşırken, kötülük dört bir yanı sarmalarken bu haller gelişi güzel geçiştiriliyor. Bu yerin biyopolitikasının tezahürü onca bariz kastı kaldırmıyor artık. Bir yaşam sahnesinin açıkta dönüşümü mütemadiyen bet / feci olandan devşirilirken anlatılanlar hakikati karşılamıyor. Bütün bir menzil, yaşamdan alıkonuluyor artık. Her anlamda bariz bir düş kırımı sahnesi yeniymiş gibi sunuluyor. Bir menzil yalanların, tehdit ve tahakkümün esiri kılınırken ol cerahatini uzak ötede değil hayatın tam kalbinde çürümeyi güncelliyor artık.
Bir düzen ki durmak yok yola devam diye çıkagelen cerahati özne kılıyor. Yaygın, daimi ve kesintisiz olan biçimlendirme hali ile sıradan olan hayatlar kuşatılıyor. Hayat her dem olduğundan daha açık bir biçimde çitleniyor. Eksiltilen, azaltılan, yarım yamalak konulan hepimizin hakikati oluyor. Bir biçimde yalan, riya ve nefretle bugün yeni denilenin imali, yapılandırmasına devam olunuyor. Hiçbir türlü hayata yer bırakmayan bir cerahat elinde vatan yaşatan değil bariz bir halde tüketen kılınıyor. Sanki ülke mefhumu böyle bir bahis böyle bir meseleymiş gibi, hala bir vatan varmış gibi cerahatle, cühela cüretiyle yalın ve bariz bir kırım pay ediliyor.
Her renge, her söze düşmanlıkla her kimliğe ve her öteki addedilene nefretle, hınç / şiddet ve açıktan ayrımcılıkla bir ülke var deniliyor. Bugün, dününün devamlılığında bir deneyin sahası kılınıp, biçimsizlik süreğenleştiriliyor. Parti devleti, polis devleti, yazınsal metinler dahilinde kaldığı zikredilen otoriterliğin devleti, tahakkümden yön bulan / belirginleştiren bir şiddet sahnesi hala ülke diye pazarlanır. Bunlarla, tüm bu hallerle biteviye çürümenin güncelliği ol yeni ülkeyi gösterir. Bir arayış değil, topyekun yitirilenin menzili günbegün yapılandırılır. Bir sahtelik sarmalının orta yerinde bir ülke varmış gibi yapılır, hala iş bu bahisle gün kurtarılır! Nereye kadar?
Bir tahayyül olmaktan öte elini sürekli olarak halkının cebine atmaktan çekinmeyen açık ve yalın bir biçimde biz bize yeteriz kampanyasındaki gibi on liralık bağışların handiyse zorunlu bir sınav olarak var edildiği, pandemi sürecinin hiçbir yeri düzgün değilken hiç ama hiçbir biçimde sıradanın hayatının garantisi söz konusu edilmemişken verilen işsizlik maaşlarının da toplanmış işsizlik fonundan kesintilerle var edildiği bir ülkenin portresi karşımıza çıkar. Bunlarla kalmayan devletin en son gözünü diktiği mesel çalışan / emek gücünün tek dayandığı dal olan kıdem tazminatını alaşağı etmek, iç etmeye teşne olmak halidir. Bugünün dününden beter, şimdinin yarının yıkıcılığına zemin teşkil edildiği bir yer bir sahada hayatın bedelsizliği yeni ülkenin kodlamalarından birisidir.
Cumhuriyet Gazetesi’nden, Olcay Büyüktaş’ın haberidir: “Kıdem tazminatının fona devri anlamına gelen TES’e, yalnız özel sektör çalışanlarının katılacağının duyurulması yeni tartışlamaları da gündeme getirdi. Çalışma Bakanlığı’nın tüm tarafları çağırmadığı bir toplantı ve yine tüm taraflara verilmeyen bir taslağa göre, kıdem tazminatıyla ilgili iki ayrı fon oluşacak.
Çalışma “İşçilerin hem kıdem tazminatı hem de emeklilik maaşları artacak” diye pazarlanıyor. Kamuoyu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın da açıkladığı bu tasarının ayrıntısını üç gün önce Anadolu Ajansı’nda yer alan haberden öğrendi, o haberde pek de vurgulanmadan geçen bir cümleye göre, “Sistem 1 Ocak 2022 itibarıyla başlayacak ve tüm özel sektör çalışanları yeni sisteme girecek.” Aynı bilgi sosyal güvenlik uzmanı Doç. Resul Kurt tarafından Star.com.tr’de yazıldı.
Peki hükümet neden çalışanları kamu ve özel diye ayırdı? İlk akla gelen unsur, yıllardır her kıdem tazminatına el uzatıldığında çok sert tepki veren işçinin birlikteliğini ve gücü kırmak. Zira 16 milyon civarındaki işçinin yaklaşık 1.7 milyonu kamuda. Kıdem tazminatı kapsamındaki emekçilerin ağırlıklı bölümü özel sektörde.
Kamudaki işçilerin sendikalılık oranı Çalışma Bakanlığı verilerine göre yüzde 67, özelde bu oran yüzde 12, 13’ler civarında. Kıdem tazminatında yapılacak bir değişiklikte, örgütlülüğü düşük bu kesimin sesini gür bir şekilde çıkaramayacağı bekleniyor. İktidar, önce greve çıkması zor olan ve kamu işçisinin desteğini almakta güçlük yaşayacak olan özel sektör emekçilerinden başlamak istiyor.
Katılımı zorunlu olacak TES’te, önce memurlara “sizlerin emekli ikramiyesini vermeyeceğiz. Parça parça emekli maaşınıza ekleyeceğiz” denilmesi beklenirdi. Ama ortada kamuya dair bir şey yok. Son verilerle sayıları 2.4 milyon civarında olan memurların bunu kolaylıkla kabul etmeyeceği ortada. Asgari ücret kadar maaş alan bir memur, 25 yıl sonra 25x2900 lira alacakken, ona denecek ki “Hak ettiğinin dörtte birini vereceğiz, geri kalanı da 15 yılda taksit taksit emekli maaşına ekleyeceğiz”.
Bu söylenir söylenmez memurla sendikası karşı karşıya gelecek, üyesi sayısı 1 milyonu aşan Memur Sen, iktidar ile üyesi arasında seçime zorlanacaktı. Kamuyu bu işin dışında tutan hükumet kendisine yakın sendikayı da üzmemiş olacak.
Kamuda da özelde de kolay kolay kabul görmeyecek bu sistem, Meclis’te çıksa bile uzmanlara göre ayrımcılık yapıldığı için Anayasa Mahkemesi’nden dönecektir.”
Sınamaların tükenmediği, yoksulluk ve yoksunluğun herkese paylaştırıldığı bir düzlem içinde, hala ve hala sıradanın alacağı / yaşama gayretine düşeceği bir menzilin varlığına kasıt güncellenir. Bunca çabanın, al takke ver külah kurulmaya çalışılan tezgahların ol hayat idesini yıkmak için, “normalleşme” denilen meseldeki normalin devletin kıyıcılığı olmasını göstere gelen bir deneysellik önümüzde, gözlerimizin içine baka baka var edilir. Bu hamleler, 2 bin 500 lira dolaylarındaki o açlık sınırında yaşamın var edildiği bir saha, yerde hayatın nasıl onarılamayacak yaralara rehin bırakıldığını, bırakın kenarını köşesini hiçbir zaman olumlanabilir tek bir idenin varlığının geriye konulmadığını göstere gelen bir yekundur. Burası bir ülke midir, mezbaha mı yanıt o tırpanlanmaya, insan gibi yaşam halinin önüne kurulmak istenen bu engelleme, gasp etme hallerindedir.
Tumblr media
Evvelki hafta Savunma Üniversitesi, geçtiğimiz hafta Cumartesi günü Lise Giriş Sınavları gerçekleştirilir. Bu düzenin, şu ülke denilen kepazelikler toplamının normalleşme inadını nereye taşıdığını göstermesi açısından, çürümenin boyutunu kalıcı / gizlenemez kılan bir mefhum mesel ortaya dökülür. Hak gasplarının tavan yaptığı bir menzilde çocukların canları da tezgaha serilir. Yığınlar birbirine girerken, sınav telaşesinde o geçimde olduğu gibi asgariyi bile var etmemiş ülkenin yönetim katının cerahati kendini gösterir. İzdiham hallerinden, endişeli bekleyişlere, Adıyaman’da Covid19 tanısı konulmuş çocukların hakları ellerinden çalınıp, ifşa edilmelerinden Manisa’da bir Covid19 hastası çocukla aynı yerde sınava giren 19 çocuğun karantina altına alınmasına türlü çeşit rezillikle devletin de o virüs kadar yıkıcı / cana kast eden olduğu bir kez daha kanıtlanır.
Sol’dan aktaralım: “Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan da soL'a yaptığı açıklamada, sınırlı sayıda kişinin katıldığı sınavlar ertelenirken, üniversiteler yıl sonu sınavlarını uzaktan yapma kararı alırken ısrarla LGS sınavının yapılmasının tüm öğrenciler açısından bir eğitim hakkı ihlali olduğunu söyledi. Önümüzdeki hafta da YKS sınavı yapılacağını hatırlatan Aydoğan, bugünkü tablonun ardından kamuoyuna, bütün kaygıları giderecek şekilde açıklama yapılmasının zorunlu olduğunu dile getirdi.
Aydoğan şunları söyledi: "Yaptığımız itirazların ne kadar haklı olduğunun tablosu bir kez daha ortaya çıktı. Öncelikle salgın yayılımının vaka sayılarının artmaya başladığı bir süreçte sınavların ertelenmesi gerekiyordu. Defalarca dile getirmiştik. Ancak sınırlı sayıda kişinin katıldığı sınavlar ertelenirken, üniversiteler yıl sonu sınavlarını uzaktan yapma kararı alırken ve en son yine bakanlığın sitesinde tereddüt edilen konulara verilen cevaplarda da Haziran ayında yüz yüze çalışmaların yapılmaması uyarısına rağmen bu hayata geçirildi. Bir kez daha aslında siyasi iktidarın da eğitim yöneticilerinin de tercihinin sermayeden yana olduğunu görmüş olduk.
Ertelememe ısrarı devam edince çok temel sorular sormuştuk: bir sınıfta kaç öğrencinin sınava gireceği sorusu bunlardan biriydi. Bunu tüm görev alanların ve öğrencilerin, öğrenmek hakkıydı, cevaplanmadı. Bugünkü görüntülerde de ortaya çıktığı gibi bina önlerinde, binaya alım sırasında ve binaya girdikten sonra fiziksel mesafenin korunmasıyla ilgili hangi önlemlerin alındığı sorumuza da cevap verilmedi. Geçtiğimiz günlerde Milli Savunma Üniversitesi'nde de yine benzer görüntüler vardı. Yani tüm bu süreç kaygılarımızın haklılığını kanıtlamış oldu."
"Burdaki en temel görüşümüz yıllardır, merkezi sınavların kaldırılması ve her öğrencinin istediği okulda eğitim görme hakkına sahip olması gerektiğiydi. Salgının arttığını bir dönemde üstelik her çocuğun istediği okulda eğitim almasını sağlayabilecek bir planlama mümkündü.
Bugün karantinada olan, hastanede tedavi gören öğrencilerin ısrarla bu sınavın dayatılmış olması, tüm öğrenciler açısından bir eğitim hakkı ihlali, sınırlandırması olarak görüyoruz. Önümüzdeki hafta da YKS sınavı var. 2,5 milyona yakın öğrenci de bu sınava girecek. Yaşanan tablo üzerinden bir kez daha ortaya çıktı ki, önlemler, hazırlıklar yetersiz. Bununla ilgili önümüzdeki haftaya ilişkin de hem öğrencilere hem de görev alan bütün eğitim emekçilerine ve ebeveynlere aslında kamuoyuna, bütün kaygıları giderecek şekilde sorduğumuz sorulara cevap vermek ve açıklama yapmak zorundalar."
Bütün bütün yalan, riya ve talanla karışan görüşen olmadığı için hayatlar ulu orta şu yeni ülke bahsi bunca zikredilirken eksik konulmaya devam olunur. Sınav garabetliği bir yana bir de aralıksız sanki şartmış gibi bir pandemi güncesinin tam da orta yerinde hayatların bedelsiz konulması ilan edilir. İnsanlar balık istifi kapılara yığılıp, kapıdan içeriye sınava sosyal mesafe kuralları ile alınsa ne olur, alınmasa ne olacaktır sorgusuna düşenler için bir kez daha on – on dört günlük vaka bilançosu hazanı yeniden buluşturulandır. Kim verecektir ki hesabını! Karışan görüşen olmayınca maarif de böyle idare edilecektir. Her gün bir yerden, her an başka bir biçimlendirme ile sıradan kuşatılırken, çocuk hayatının sınavdan daha elzem olduğu gözlerden kaçırılır. Ne de olsa burası yeni ülkedir, şahsım deyip duranın deney sahası!
Artı Gerçek’ten iliştirelim: “Prof. Dr. Fatih Tank, 1 Haziran ile başlayan normalleşme döneminde yaşanan insan hareketliliğiyle ilgili DHA’ya açıklamalarda bulundu. Google'ın tüm ülkelerde pandemi dönemindeki insan hareketliliklerini izlediğini ve seçilen 6 mekandaki hareketlilikleri düzenli olarak ölçerek belirli aralıklarla açıkladığını belirtti. Türkiye'deki Coronavirus salgını sürecini 4 dönem halinde incelediklerini belirten Tank, bunların 11 Mart öncesi, 11 Mart ile sokağa çıkma kısıtlamalarının başladığı 10 Nisan arası, 10 Nisan ile kısıtlamaların sona erdiği 31 Mayıs arası ve 1 Haziran’da geçilen normalleşme dönemi olduğunu söyledi.
Prof. Dr. Tank, 10 Nisan'da büyükşehirlerde kısıtlamaların uygulanmaya başlandığı dönemde, sokağa çıkma kısıtlamasının öncesinde ve sonrasında yaşanan hareketliliğe dikkat çekerek, "Hemen bir gün öncesi ve sonrası çok büyük hareketlilikler gözlendi. Bu hareketliliklerin vaka sayılarına nasıl yansıdığını il bazında ölçemiyoruz çünkü iller ile alakalı veri yok ama Türkiye geneline baktığımızda arasında bir ilişki olduğu gözüküyor. Özellikle nerede çıkıyor bu hareketlilikler? Marketlerde ve eczanelerde çıkıyor karşımıza. Belki burada bir kısıtlama olmasa veya olduğunda marketler açık kalsaydı, bu kadar hareket edilmiyor olabilirdi. 11 Mart öncesindeki gidişlerimizden çok daha fazla sokağa çıkma kısıtlamasının olduğu dönemde market ve eczanelere gitmişiz. Evet, sokağa çıkma yasağının olduğu günler hareket etmiyoruz doğal olarak, evimizde kalıyoruz ama onun öncesindeki ve sonrasındaki hareketlilikler, belki evde kalmış olduğumuz dönemdeki hareketsizliğimizi götürüyor, nötrleştirebiliyor" diye konuştu.
1 Haziran ile başlayan normalleşme dönemindeki hareketlilik verilerini de değerlendiren Prof. Dr. Tank, şunları kaydetti: “1 Haziran sonrası çok enteresan. Biz sanki hiç 11 Mart-31 Mayıs arasını yaşamamışız gibi bütün alanlardaki hareketliliğimiz neredeyse pandemi ilanından önce yani Türkiye'de ilk vakanın ilanından önceki dönemle hemen hemen aynı seviyeye gelmiş. Bu şu demek aslında. 11 Mart'ta bizim 1 tane vakamız var. Ama bugün itibarıyla aramızda yaklaşık 23 bin tane vaka var ve biz 11 Mart'tan öncesi gibi davranır durumdayız.”
“En çok hareketlilik market ve eczanelerde gözüküyor. Daha sonra artış hızına baktığımızda ise iş yerleri hareketlilikleri artmış, doğal bir sonuç olarak. Ama çeşitli bileşenler incelendiğinde vaka sayısını etkileyen en önemli hareketlilik noktasının, toplu taşım istasyonları ve doğal olarak da toplu taşımadaki hareketliliğin olduğu gözüküyor. Başlangıç noktası bir kere toplu taşım. Çünkü işe toplu taşımla gidiyor, işten eve gelirken toplu taşımla geliyor. Dolayısıyla bir kişi evden çıkar çıkmaz, toplu taşım istasyonuna gidene kadar kendi bireysel risk yönetimini eğer yaparsa maskesini takarsa hijyenine uyarsa ve sosyal mesafesini korursa bunun yansımalarının az olacağı düşünülebilir. Ama tabi ben bu yorumumu sayısal olarak yapıyorum."
1 Haziran öncesindeki parametrelere göre yaptıkları simülasyonlarda salgının 180 günde bitebileceğinin öngörüldüğünü hatırlatan Tank, "Ama özellikle vurgulamıştım 'Eğer daha fazla hastalık bulaşırsa veya biz o günkü parametreleri değiştirecek birtakım hareketlerde bulunursak bu tarih öteye atacaktır' demiştim. Bana kalırsa bu olumsuz anlamda gerçekleşti. Çünkü biz 11 Mart-31 Mayıs arasını hiç yaşamamış gibi hareket ediyoruz" dedi.
Prof. Dr. Tank, Türkiye'de salgının pik noktasına ulaştıktan sonra inişe geçtiğini ancak tedbirlere gereken özenin gösterilmemesi durumunda her şeyin tersine dönebileceğini vurgulayarak, şu uyarıları yaptı: "'Uçak inişe geçti' demiştim ama bir türbülans yaşadık gibi gözüküyor. Eğer biz tedbirlerimizi almaya devam edersek en üst düzeyde tutarsak ben doğru bir seyir haline gidebileceğimiz ümidini taşıyorum. Tedbirlere dikkat etmezsek belki uçak havalanmaya tekrar başlayabilir. Çok dikkatli takip edilmesi gereken bir dönemdeyiz. Hareketliliğin mümkün olduğunca düşürülmesi, mümkün olduğunca kalabalık alanlara girilmemesi ama girilmek zorundaysa kendi önlemlerimizi en üst düzeyde tutmamız gerekiyor ki sayılara olumlu yansısın."”
Eline çoktandır kan bulaşmış sermaye ile hiçbir zaman “normalleşmesi” şu koşullarda mümkün olmayan turizm sektörünün ara gazı için hayatlar ortaya serilir. Sağlık Bakanı titrini taşıyan zatın bir sermayedar olması bir yana bizatihi iyi gidiyor dediği sürecin ol hazin tablosu Prof. Dr. Tank tarafından zikredilir. Her gün bir öyle bir böyle yapılan ve bir biçimde yaşamını yitirenlerin rakam kılındığı bir menzil var edilir. Her gün bir aşağı bir yukarı çıkartabilmek için PCR testi gibi önemli bir veri / hasta tanımlama durumuna belirti göstermiyorsa yapılmasın “engellenmesi” beraberinde getirilir. Test sayısı bunca zamanda, yüz beş koca gün sonra hala iki milyon bandında sabitlenirken, Pekin’de salt birkaç vaka sonrası 2.3 milyon testin varlığı karşımıza çıkartılır, bunlara da boş boş baka duran bir bakanımız vardır, daha ne olsun!
Bir yol haritası olmayan, bırakılmayan menzil var ediliyor. Bir biçimde dünü gibi işte bu şimdisi de karanlıkta bir yer yurt diye yutturulmaya çalışılıyor. Bir düzenin hayata kasıtla güncelliği sağlama alınıyor. Bir yerde hayat meseli / mefhumu geri konulmuyor. Varsa ve yoksa baş amirin tek başına var ettiği, hakikat kılmaya çalıştığı bir şablona sıkıştırılıp her gün biraz daha kuşatılıyor sıradan. Milenyumun üçüncü on yıllık zaman diliminde kendi kendinin kıyametini devletli eliyle güncelliyor bu saha. Bir ev olmaktan alıkonulan gerek pandemi, gerek ekonomik, gerekse siyaseten soluk aldırmayan bir düzlemin inşası, insaf nedir bilmeyen zevatın elinden çıkagelen her yeni yıkıcı eylemle bütünleşik / bağdaşık bir halde var ediliyor. Hayat meseli çürümeye terk ediliyor. Çürüyor bir vatan, her gün biraz daha. Çürüten bir düzenekle hayatlar kuşatılıyor bariz anbean her yerde ve her şekilde. Bu sahanın yaşamla ilintisi, ilişkisi, iletisi kesiliyor. Yerle bir olunmaya her yerden saldırılmaya devam olunan şey ortak hikayemizdir.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2020
Görseller: Gazete Karınca 1 ve 2
0 notes