Tumgik
#henrik göres
tjurenfrangubbangen · 3 months
Text
Tumblr media
Please explain this (wrong answers only).
Real context given in reblog.
10 notes · View notes
Text
Gürültüler Kuş Davranışlarını Etkiliyor
Gürültüler Kuş Davranışlarını Etkiliyor
Gürültüler Kuş Davranışlarını Etkiliyor Max-Planck Biyolojik Zeka Enstitüsü’nden Lena de Framond ve Henrik Braumm’un yaptığı araştırmaya göre Tegel havalanında onlarca yıl devam eden gürültünün bazı kuşların davranışlarını etkiledikleri görülmüş. Hatta havalanı kapandıktan 6 ay sonra bile karatavuk gibi bazı türlerin, kırsaldaki türdeşlerine oranla daha erken şakıdıkları tespit…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
olumsuzsozler · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Henrik Ibsen (1828-1906) Norveçli oyun yazarı ve şair. Eleştirel rasyonalizm edebiyat anlayışının tiyatrodaki öncüsü,
çağdaş tiyatronun kurucularındandır. Vikipedi
Henrik Ibsen Sözleri : (1828-1906)
En kısa yol, sarp yollardır. Henrik Ibsen
Suçsuz insan kaygısız yaşar. Henrik Ibsen
Aramızda bir uçurum var artık. Henrik Ibsen
Kötü iktidarı çökertmek güzeldir. Henrik Ibsen
Orman kuşu asla bir kafes istemez. Henrik Ibsen
Çocuklar zamanla her şeye alışırlar. Henrik Ibsen
İnsan usanmadan çaba göstermeli. Henrik Ibsen
Nefret ediyorum ben bu tapınaktan. Henrik Ibsen
Biz gazetecilerden pek adam çıkmaz. Henrik Ibsen
Sen ona inanç dersin, biz korku deriz. Henrik Ibsen
Yaşam, hemen her gün eğitiyor insanı. Henrik Ibsen
Kadın istediğinde, dürüstlüğüne ulaşır. Henrik Ibsen
Her şey çok aptalca ve manasız geliyor. Henrik Ibsen
Yasa önünde nedenlerin önemi yoktur. Henrik Ibsen
Eh, bu dünyada her şeyin bir bedeli var. Henrik Ibsen
Para size ilaç getirir ama sağlık getirmez. Henrik Ibsen
Dünyada en güçlü insan en yalnız durandır. Henrik Ibsen
Yapayalnız bir insan, o kadar kolay gülemez. Henrik Ibsen
Bu hayatta hiçbir şey olamadıysam suç sizin. Henrik Ibsen
Özgür bir toplumda, basın bir baskı gücüdür. Henrik Ibsen
Maalesef herkes az çok hastadır bu dünyada. Henrik Ibsen
Bin söz, bir iyiliğin bıraktığı derin izi bırakmaz. Henrik Ibsen
Yaşamak beyindeki kötü şeylerle savaşmaktır. Henrik Ibsen
Anılar yok oldu, dünyalı hiçbir şeyim kalmadı. Henrik Ibsen
Yöneticiler için, onlarsız edemeyiz lafı masaldır. Henrik Ibsen
İnsanın ilk görevi nedir? Cevap basit: Kendin ol. Henrik Ibsen
Yaşamında bir amacı olan adam bağımsız olmalı. Henrik Ibsen
Yalnızca yaşamak, yaşamak, yaşamak istiyorum. Henrik Ibsen
Uğrunda kavgaya girilecek sayısız şey var burada. Henrik Ibsen
İşte mesele tam da bu. Sen beni hiç anlamadın ki. Henrik Ibsen
Bütün dünyaya kölece düşünceler egemen olmuş. Henrik Ibsen
Artık dünyada her şeyin olabileceğine inanıyorum. Henrik Ibsen
Azınlık haklı olabilir; çoğunluk her zaman haksızdır. Henrik Ibsen
Biz ölüler uyanınca. Görürüz ki hiç yaşamamışızdır. Henrik Ibsen
Para için evlenmek ha! Ne ahlaksızca bir davranış! Henrik Ibsen
Buradan ne kadar erken kurtulursak o kadar iyidir. Henrik Ibsen
Görünüşe bakılırsa paylaşmak herkesin harcı değil. Henrik Ibsen
Pisliğin, kokuşmuşluğun ticaretiyle geçiniyorsunuz! Henrik Ibsen
Mutlu olduğumu sandım ama asla mutlu olmadım. Henrik Ibsen
Bu dünyada sadece isyankar kişiler mutluluğu ister. Henrik Ibsen
Çoğunluğun kendi tarafını tutmaya asla hakkı yoktur. Henrik Ibsen
Hiçbir şey uğruna hiçbir şey kazanamazsın bu hayatta. Henrik Ibsen
Güç olmadıktan sonra hakkın sende olması neye yarar? Henrik Ibsen
Beni unutmanız uzun sürmez. Gidenler çabuk unutulur. Henrik Ibsen
Bir süre sonra insan sadece kendini düşünmeye başlıyor. Henrik Ibsen
Bu dünyada sevinmek, neşelenmek benim neyime gerek. Henrik Ibsen
Hayatta en kuvvetli insan, en uzun süre yalnız kalabilendir. Henrik Ibsen
Benim arzu ettiğim, iyi dostlardan oluşmuş küçük bir çevre. Henrik Ibsen
Bizim liberallerimiz, her özgür insanın en tehlikeli düşmanıdır. Henrik Ibsen
Çünkü kaynağında suç bulunan bir şeyden zafer kazanılamaz. Henrik Ibsen
Gel, kaçalım haydi; bak özgür olana Kucak açıyor tüm dünya! Henrik Ibsen
Yazmak bir kişinin kendi yargılama gününe başkanlık etmesidir. Henrik Ibsen
Gerçeğin esası ve özgürlüğün esası bunlar toplumun direkleridir. Henrik Ibsen
Herkesin keyfine göre hareket edilmez. En azından ben yapmam. Henrik Ibsen
Aşk işlerinde bir erkek kediyle bir peygamber arasında fark yoktur. Henrik Ibsen
Dünyaya gelmiş olmak hatasını hayatı ile ödemek çok ağır bir şey. Henrik Ibsen
En kötü durumlarda özveri dediğiniz zavallı halkın kesesinden çıkar. Henrik Ibsen
Gücün büyük gizemi başarabileceğinden fazlasını asla istememektir. Henrik Ibsen
Bu dünyadaki en kuvvetli insan, tam olarak tek başına olan insandır. Henrik Ibsen
Temiz bir insan olarak yaşayıp temiz bir insan olarak ölmek istiyorum. Henrik Ibsen
Genellikle insan, kaçınılmaz olana boyun eğmeye alışmak zorunda kalır. Henrik Ibsen
Bir dava ki, hakkaniyetle düşünen her vatandaşı aynı oranda ilgilendiriyor. Henrik Ibsen
Bu kez içimde anlatılmaz bir boşluk var. Hiç kimse için yaşamama duygusu. Henrik Ibsen
Eğer ihtiyaç bir milletin gücünü artırmıyorsa o millet hürriyete layık değildir. Henrik Ibsen
Bazı insanlar vardır, ufak bir yara alınca yıkılıp giderler, kalkamazlar bir daha. Henrik Ibsen
Evet yaşam acılarla dolu. Biz de yaptıklarımızla onu daha da zora sokuyoruz. Henrik Ibsen
Bugün böyle, yarın öyle olmanı istemem. Neysen o ol; ama tam ol, yarım değil! Henrik Ibsen
Yalnızdım, adamakıllı yalnız. Her şeyi inceden inceye düşünecek bol vaktim oldu. Henrik Ibsen
Ben ilk ve en çok olarak bir birey olduğuma inanıyorum, aynı senin olduğun gibi. Henrik Ibsen
Yaşamda neyin değerli olduğunu görecek gözünüz olsaydı, özveri nedir bilirdiniz. Henrik Ibsen
Dokunduğum her şey bayağı ve gülünç bir şeye dönüşmeye yönelmiş görünüyor. Henrik Ibsen
Gerçeğin çoğunluk tekeline bağlı olduğu yalanına karşı devrim yapmaya kararlıyım! Henrik Ibsen
Burada, şiddet ve kişisel çıkar egemendir; Burada, hileyle, entrikayla gelinir iktidara! Henrik Ibsen
Kendimi ve hayatımı anlayacaksam önce kendi ayaklarımın üstünde durmam gerek. Henrik Ibsen
Bana göre böyle sonradan iflas etmiş, kötü duruma düşmüş insanlara iyi davranılmalı. Henrik Ibsen
Özgür bir insan; alçalmaz, paçavralaşmaz, kendi yüzüne tüküreceği şekilde davranmaz! Henrik Ibsen
Demek ki gerçeğin ve özgürlüğün kavgasını verirken, en iyi pantolonunu giymeyeceksin. Henrik Ibsen
Görünüşüne doğru gözle bakılırsa, aslında hiçbir şekilde adil bir dünya düzeni bulunmuyor. Henrik Ibsen
Sıradan bir insanın kendini inandırdığı yalanı çekip alın elinden, mutluluğunu yok edersiniz. Henrik Ibsen
Hükümetteki adamlar eleştiriye falan aldırmazlar. Çünkü zaten yerlerinden kımıldamıyorlar. Henrik Ibsen
Kadın modern toplumda asla kendisi olamaz, çünkü modern toplum münhasıran erkeksidir. Henrik Ibsen
Dövdüler, yıkılmadık. Sövdüler, yıkılmadık. İşkence ettiler, yıkılmadık. Alkışladılar, övdüler, yıkıldık. Henrik Ibsen
Benim vicdanımı, bütün düşüncelerimi, özlemlerimi ve arzularımı, işte bunları zincire vuramazsın. Henrik Ibsen
Ağaçta duran kuş, dalın kırılmasından hiç korkmaz. Onun güveni ağaca değil, kendi kanatlarınadır. Henrik Ibsen
Seni anlıyorum. Bağımsız olmak istiyorsun, kimseye teşekkür borçlu olmak istemiyorsun, anlıyorum. Henrik Ibsen
Biz bu zamanın öncüleri olarak, geçmiş hakikatleri tanımıyoruz! Güvenilir hakikat diye bir şey yoktur! Henrik Ibsen
Bizim durumumuzda olan insanların, mesut olmayu düşününceye kadar, yapacağı daha bir çok işler var. Henrik Ibsen
Ben, attığım her adımdan önce düşünmem gerektiğini öğrendim. Hayat ve acı gerçekler bana bunu öğretti. Henrik Ibsen
Adamda ahlâkın a'sı kalmamış. Ama onun bile ilk söylediği yaşaması gerektiği. Sanki çok önemli bir şeymiş gibi. Henrik Ibsen
Bazı insanlar vardır, bedenlerine aldıkları darbe ne kadar küçük olursa olsun, tamamen sarsılırlar, normal yaşama dönemezler bir daha. Henrik Ibsen
Yaşadığımız çağın birçok nedenden ötürü ancak bir takım yeni şeyler doğurabilecek, sona ermiş bir çağ olarak nitelenebileceğine inanıyorum. Henrik Ibsen
Bağrında özgürlük ateşi yanan, Her türlü haksızlıklara düşman, Boyunduruk altındaki herkesin dostu, Bu egemenleri devirmeye kararlı bir insan. Henrik Ibsen
Bizim kuşağımızın öyle yanlış, öyle boş, öyle bayağı ve uyuşuk bir duruşu var ki! Ölüm döşeğinde bile olsalar, hayırlı bir iş yapmaya yanaşmıyorlar. Henrik Ibsen
Yurdun her yerini gez dolaş, insanları incele, göreceksin ki, küçüğü büyüğü, hepsi her şeyi yarım yamalak yaşamayı öğrenmiş. Babalarından ne gördülerse, onu sürdürüyorlar. Henrik Ibsen
Burada ahlâken yozlaşmış insanları bulup onları gözlem altında tutabilecekleri iyi maaşlı işlere koyanlar var. Doğru düzgün, güvenilir insanlar da açıkta kalmakla yetinmek zorunda kalıyorlar. Henrik Ibsen
https://i.resmim.net/uuB2W.gif
youtube
………………………………………. ╚►Tumblr: https://olumsuzsozler.tumblr.com/sear… ╚►Twitter: / pusula1sozler ╚►Pinterest: / szler ╚►Site arşiv: https://pusulasozler.tr.gg/ ╚►Sözler Gif: https://i.resmim.net/uuB2W.gif ……………………………………….#HenrikIbsenSözleri #ÖlümsüzSözler
0 notes
mehmetkali · 3 years
Text
Türkiye’deki yoğun havalimanları ve havayolları https://ift.tt/3lo8O1Y
Eurocontrol raporlarına göre Türk havalimanları ve havayolları aşağıdaki gibidir.
Türk havalimanlarındaki liste
İstanbul Havalimanı
İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı,
Ankara Esenboğa
Havayolu Listesi
THY
Pegasus
Sunexpress
MNG
Aeroflot
Qatar Airways
Pobeda
Norwind
Ural Airlines
Azur Airlines
İstanbul Havalimanı, 2-16 Mart’ta günlük ortalama 465 uçuşla Avrupa’da liderliğini korudu.
Avrupa Hava Seyrüsefer Emniyeti Teşkilatı (EUROCONTROL) tarafından hazırlanan 2-16 Mart’taki uçuş trafiği raporuna göre, İstanbul Havalimanı 465 uçuş/gün ortalamasıyla ilk sırada yer aldı.
İstanbul’u 435 uçuş ortalamasıyla Paris Charles de Gaulle ve 336 uçuş ortalamasıyla Amsterdam Schiphol havalimanları takip etti.
Dördüncü sırada ise Frankfurt Havalimanı 334 uçuşla yer aldı. İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı ise 322 uçuş ortalaması ile Avrupa’da ilk 5’e girmeyi başardı.
Raporda, İstanbul başta olmak üzere Avrupa ülkelerindeki havalimanlarının günlük uçuş sayısında düşüş göstermeyerek genel olarak istikrarını koruduğu, İngiltere’deki Heathrow Havalimanı’nda yüzde 11, Norveç’teki Bergen Havalimanı’nda yüzde 23, İsrail’deki Ben Gurion Havalimanı’nda yüzde 119 oranında artış olduğu kaydedildi.
Many thanks to @KapadokyaUniv for organising a great discussion on the future of European aviation – with Henrik Hololei @Transport_EU, Olivier Jankovec @ACI_EUROPE and Levan Karanadze of the Georgian CAA. Particular thanks to Haydar Yalcin for chairing!https://t.co/v2vAkvrRQr pic.twitter.com/ywIYFlYaz1
— Eamonn Brennan (@eurocontrolDG) March 16, 2021
youtube
Türkiye’deki yoğun havalimanları ve havayolları yazısı ilk önce Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri üzerinde ortaya çıktı.
from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri https://ift.tt/38RBqeV via IFTTT
0 notes
shaedan-archive · 6 years
Text
please let me introduce you to the best tv-programme ever made. it’s called “tillbaka till vintergatan” (back to the milky way) and it’s a swedish children’s programme from 2003
the main characters are mira ardiles, an obsessive, mildly neutrotic, hyper-responsible horse girl;
Tumblr media
glenn jonson, Walking American Stereotype (who turns out to have surprising character depth and wants to become a famous singer);
Tumblr media
henrik göres, The Nerd (just look at him);
Tumblr media
and peo persson, their grouchy taxi driver-turned-guardian-of-the-universe (yes, really)
Tumblr media
there are two seasons but only the first one matters. basically peo is hanging out on a Space gas station, protecting the universe and hiding from his arch-enemy, The Taxi Manager, and to spend the time, he tells the story of How The Fuck He, A Humble Taxi Driver Who Never Asked For This, Ended Up In Space to his helper garsson.
in the main story, mira glenn and henrik are sent off to summer camp, but they are kidnapped by a space alien and put on this really cool space ship (peo comes along bc he was sitting in the same car as them, but he’s not really supposed to be there? and the space alien is like ‘wAIT SHIT’ but there’s not?? really anything it can do??? so he’s just there????)
anyway, they have to save the earth from The Humans by getting plants and animals from other planets in X amount of time or the galaxy explodes. whacky adventures filled with swedish no-budget public service early 2000s cgi ensue.
they meet a green furry forest hobo alien (femman, ‘the five’) who is originally a stowaway on their ship but then becomes friendly. he can only say ‘five’ in different pitches and nothing else and every year on his planet, filione, there’s a hat parade with every kind of hat, despite the fact that literally only three people seem to live there
(in season 2 his sister, seven, is kidnapped by Ambigously Russian evil aliens called ‘the fifuns’ who wear metal flying saucers as hats and have green facepaint);
Tumblr media
there’s also a superhero(?? he never really does anything except point in a random direction, say ‘look there!’ and then vanish when the characters look back), captain zoom, who is inexplicably played by the same actor as peo and whose catchphrase is ‘galaxer i mina braxer!’ (galaxies in my pants!);
Tumblr media
and every episode ends with [cry of astonishment/rage/terror] [jazz sting]
10 notes · View notes
otosafari · 4 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
CES 2020 ezber bozdu
7-10 Ocak tarihleri arasında ABD’nin Los Angeles kentinde düzenlenen CES 2020 - Tüketici Elektroniği Fuarı, bu yıl da akıllı teknolojiler, ulaşım ve mobilite çözümleri ile küresel otomotiv gündemine damgasını vurdu  
Otomobil üreticileri ve paydaşlarının, karbondioksit emisyonlarını azaltmak ve küresel normlara uyum sağlamak için başlattıkları dijital dönüşüm ve elektrikli otomobil üretim hamleleri, CES fuarını otomotiv ve yan sektörlerinin ana mecralarından biri olarak konumlandırdı.
CES 2020’de konsept araçlarını sahneleyen çoğu otomobil üreticisi, otomobillerin Amazon Alexa entegrasyonu gibi teknik özelliklerini konuşmaya hevesli olsa da, bu yılın programında sürdürülebilirlik ve çevre dostu olma üzerine yeni bir odak gördük. Mercedes-Benz'in kombine edilebilir bir bataryaya sahip garip Avatar esintili konsept otomobilinden Toyota'nın çevre dostu araçları ve gerçek boyutlu bir şehir inşa etme planları otomobil endüstrisinin çevre ile barışmaya istekli göründüğünü düşündürüyor.
Yakın geçmişte, konsept ürün ve hizmetlerin ve markaların inovasyon becerilerini sergiledikleri CES, bugün duyurulan yeniliklerin kısa zamanda ürünlerde uygulanabildiği bir ‘önizleme’ platformuna dönüştü. Küresel otomobil geleneğinde ‘Büyük Beş’ olarak anılan Cenevre, Paris, Frankfurt, Detroit ve Tokyo fuarlarının yanı sıra CES, günceli izleyerek yüksek teknoloji ve inovasyon alanlarında yeni bir kulvar yarattı.
Endüstrinin yönü değişti
Elektrikli otomobil modellerinin ‘niş’ bir pazar oluşturduğu günlere kıyasla bugün otomobil üreticileri, yeni rekabet koşullarına hızla uyum sağlayarak sıfır emisyonlu otomobilleri ardı sıra pazara vermeye başladılar. Geçmişte, fuar standlarının baş köşesine oturtulan, yıllar sonra üretici müzelerinde karşılaştığımız otomobil konseptleri, bugün hızla seri üretime dönüştürülüyor. Çünkü otomotivin yeni nesil tüketicisi, markalardan şeffaflık, ekolojiye saygı ve hız bekliyor.
İklim Haber’de yayınlanan makalede yer verildiği üzere; veri şirketi IHS Markit, 2020’nin sonunda elektrikli araç modellerinin sayısının 100’den 175’e ulaşacağını belirtiyor. Bu sayının 2025’te 330’u aşacağı öngörülüyor.
Bloomberg Yeni Enerji Finansı’nın öngörülerine göre İngiltere’de 2019’da yüzde 3.4 olan elektrikli araç satışları 2020 sonunda yüzde 5.5 oranına çıkacak. 2026’da ise, elektrikli araçlar İngiltere’deki toplam otomobil satışlarının beşte birini oluşturacak. LMC Otomotiv’in de benzer tahminleri bulunuyor: 2020’de Avrupa Birliği’ndeki elektrikli araç satışının, 2019’daki 319 binden, 540 bine yükseleceği tahmin ediliyor. Sektör analistleri, içten yanmalı motorlara olan talebin azalmasıyla elektrikli araç piyasasının anlamlı olarak büyüyeceğini ifade ediyor.
AB yaptırımları artıracak
AB’nin 1 Ocak 2020’de yürürlüğe giren kararı, üretilen her aracın karbon emisyon değerinin kilometre başına 95 gramı geçmesi durumunda üreticilerine sıkı yaptırımlar uygulanmasını içeriyor. Bu sınırın aşılması durumunda, üreticiler sattıkları toplam araç sayısıyla, sınırın aşıldığı her gram başına 95 avro ile çarpılan maliyeti ödemekle yükümlü olacaklar.
Küresel denetim ve danışmanlık şirketi Deloitte’nin danışmanları, elektrikli otomobillerin satın alma maliyetinin içten yanmalı motorlu otomobillerle aynı düzeye geldiğinde elektrikli araç piyasasının tepe noktasına ulaşacağını öngörüyor. Uluslararası Temiz Ulaşım Konseyi’nin yürüttüğü diğer bir araştırma ise, bu durumun geçen Şubat ayında İngiltere de dahil beş Avrupa ülkesinde yaşandığını belirtiyor. Batarya fiyatlarının geçen 10 yılda yüzde 87 oranında ucuzlaması ise elektrikli araçların önündeki en büyük engellerden birini kaldıracak gibi görünüyor.
Yeni ulaşım perspektifi
Konsept otomobillere, yeni nesil ürün ve hizmetlere ek olarak, CES'te sergilenen çok sayıda araç teknolojileri de vardı.
Tumblr media
En sürdürülebilir SUV
Otomobil tasarımcısı Henrik Fisker, 30.000 dolar başlangıç fiyatı ile satışa sunulacağını açıkladığı SUV modeli Fisker Ocean’ı fuarda tanıttı. Fisker, tamamen elektrikli lüks bir SUV olan aracın üretiminde geri dönüştürülmüş materyaller kullanılacağını ve en sürdürülebilir otomobil olacağını belirtti. Araç Fisker’in mobil uygulaması üzerinden 250 dolar depozito ile sipariş edilebilecek ve 2022’de teslim edilmeye başlayacak.
Tumblr media
Mercedes-Benz Vision Avtr
Mercedes-Benz'in 2009'un gişe rekorları kıran filmi Avatar'dan esinlenerek ürettiği yeni konsept aracı, Mercedes ve Daimler ana şirketinin sürdürülebilirlik çabalarını yansıtmayı amaçlıyor. Konsept otomobilde içten yanmalı motor yerine, grafen bazlı bir batarya kullanılıyor. Konsept otomobilin ahşap zemini elle hasat edilen Endonezya kerestesinden üretilirken batarya kompostlanabilir bileşenlerden oluşturulmuş.
Sony Vision-S
Sony, Vision-S konsept otomobili ile fuarın sürpriz yapan markalarından biri olarak öne çıktı. Japon teknoloji devinin fuardaki varlığı da şirketin sürdürülebilirlik değerlerine göndermelerde bulunuyor. Otomobilde otonom sürüş ve çarpışma koruma özellikleri sağlamak için, aracı çevreleyen 33 sensör bulunuyor ve bir ‘Güvenlik Kozası’ oluşturuyor. Kabin içinde, tüm paneli kaplayan panoramik bir ekran ve çok sayıda eğlence özelliği de bulunuyor.
Byton M-Byte ile
CES 2018'de ilk kez tanıtılmasından iki yıl sonra, Byton M-Byte elektrikli otomobilin üretime hazır olduğunu duyurdu. Münih merkezli Çinli otomotiv şirketi, otomobilin 48 inçlik bilgi ekranında kullanılmak üzere kendi seyahat planlama yazılımını da üreteceğini duyurdu.
Tumblr media
Olmazsa olmaz: Uçan taksi
Uber son yıllarda uçan taksi üzerinde çalışıyor ve bu alanda büyük yatırımlar yapıyordu. Koreli otomobil üreticisi Hyundai, Uber için saatte 290 km hıza ulaşabilen ve 100 km menzile sahip dev bir dron benzeri uçak üretmeyi planladıklarını açıkladı. SA-1 adı verilen hava aracı gövdesi etrafındaki birden fazla rotor ve pervaneye bağlanacak bir elektrik motoru ile güçlendirilecek.
Tumblr media
Audi AI: ME
Audi, AI: ME konsept otomobilini geçen yıl Şanghay Otomobil Fuarı'nda duyurmuştu. Alman üretici CES'e, sanal bir uçuş simülasyonu sağlayan artırılmış gerçeklik gözlükleri ve bir dizi yüksek teknoloji özellik listesini sergilemek için geldi.
Toyota geleceğin şehrini kuracak
Toyota, CES 2020’de, geleceğin şehrinin prototipini inşa etmeyi planladığını açıkladı. 175 dönümlük alana kurulacak geleceğin şehri, Japonya’da Fuji Dağı’nın eteklerine konumlandırılacak. Woven City isimli şehir, “0” emisyonlu hidrojen yakıt hücrelerinden güç alan tamamen bağlantılı bir ekosisteme sahip olacak. ‘Canlı bir laboratuvar’ olarak değerlendirilen Woven City, burada kalan sakinlerin yanı sıra otonomi, robot, kişisel mobilite, akıllı evler ve yapay zeka gibi teknolojiler geliştiren ve test eden araştırmacılara hizmet verecek.
Toyota, Woven City’nin tasarımı için Bjarke Ingels Group CEO’su Danimarkalı mimar Bjarke Ingels ile çalışacak. Mimar ve ekibinin, Google’ın yeni merkez binasından, New York’daki Dünya Ticaret Merkezi ile San Francisco ile Vancouver’daki gökdelenlere kadar birçok yüksek profilli çok sayıda projede imzası bulunuyor. Geleceğin şehrinin ana planında cadde kullanımları üç farklı tipe ayrıldı. Burada; sadece daha hızlı araçlar, farklı hızlara sahip araçlar, kişisel mobilite araçları ve sadece park benzeri yayalar için ayrılan yollar bulunacak. Bu üç cadde tipi, otonom testleri hızlandıracak şekilde tasarlandı.
Tamamen sürdürülebilir olarak planlanan şehirdeki binalarda ise karbon ayak izini en aza indirmek adına çoğunlukla ahşap malzeme kullanılacak. Geleneksel Japon ahşap doğrama teknikleri, robotik üretim metotlarıyla kombine edilecek. Çatılar ise, hidrojen yakıt hücrelerinin ürettiği güce ek olarak, güneş enerjisinden yararlanmak adına da fotovoltaik panellerle kaplanacak. Toyota ayrıca, doğal bitki örtüsü ve hidroponiklerle şehrin dış mekanını korumayı da planlıyor.
Tumblr media
0 notes
mimzedall · 5 years
Text
Normalliğin Deliliği [Arno Gruen]
Tumblr media
Arno Gruen’in Normalliğin Deliliği kitabı psikoloji ile alakalı bir eser. Yazar, Alman asıllı, İsviçreli bir psikolog ve psikanalist. 1923-2015 yılları arasında yaşamış. Uzun bir hayat. Geçenlerde Irvin Yalom’la ilgili bir şeyler okurken de bayağı uzun yaşadığını düşünmüştüm, nazar etmeyeyim, Allah uzun ömürler versin. Acaba psikoloji ile ilgilenme ile uzun yaşama arasında bir korelasyon olabilir mi?
Tumblr media
Arno Gruen Elimdeki eser 8 bölümden oluşuyor. Birinci bölüm “Gerçeklik Adına Gerçekliğin Reddi”. Burada yazarın iddiası, çocuğun büyüme çağında aile ve çevresinin beklediği itaat davranışını yerine getirmek uğruna kendi kişiliğinden vazgeçtiği. “İlk olarak çocuk, anne babanın değer yargılarını devralır. Yani içselleştirme dediğimiz durum, tabi oluş yoluyla gerçekleşen işbirliği sürecidir. İkinci olarak bu, çocuğun kendi içindeki her şeyden nefret etmeye başlaması anlamına gelir, ki bu da anne babanın beklentileriyle çelişebilir. Üçüncü olarak bu kendilik nefreti giderek derinleşen bir tabi oluş eğilimi gelişmesine neden olur. Böylece bir kısırdöngü oluşur: Tabi oluş ve kendini küçük görme, karşılıklı etkileşime girer.” Bu durum, yazara göre, insanın kendisinden nefret etmesine sebep oluyor. Kendine olan saygısını yitiriyor ve iktidarla işbirliği yapıyor. Bu da insan ruhunun yarılmasına sebep oluyor. “Kötülük, yıkıcılık, insaniyetsizlik –bütün bunların kökleri, insanın doğumla hak ettiği kendisi olma hakkından vazgeçişine dair yaptığı çok gerilerde kalmış tercihin sorumluluğunu üstlenemeyişindendir.” “Hepimiz, bize içteki kaosun acısından kaçmayı zorla kabul ettiren uygarlığımız tarafından şekillendirildik.” Kendimize ihanet ettiğimiz için hem kendimizden hem de başkalarından nefret ediyoruz diyor yazar. İç dünyamızla dış dünyamız arasında bir kopukluk olduğu iddiasında. Kitabın ikinci bölümünde insanın kendisinden nefret etmesini yıkıcılığın sebebi olarak ele almış Gruen. İnsanlar, temelden itaate alıştıkları için iktidarı sorgulamadan tabi oluyorlar. Kötü iktidarlar vahşetler yaptırdığı zaman dahi itaate alışmış olan insanlar sorgulamadan bu vahşete alet oluyorlar. Nazi Almanyasından örneklerle de destekliyor yazar kuramını. Bunu ispatlamak için, iktidar değiştiği zaman değişen insanları örnek gösteriyor. Gerçek benlik yaşananlarla ilgisiz, içeride yatmaktadır. İnsan, itaat davranışlarıyla kendi öz benliğinden kopar. Dış benlik, gerçek benlikmiş gibi hareket eder. Sevgi görmediği için sevmeyi bilmez. Anne baba çocuğu şarta bağlı olarak sevdiği için çocuk o şartlara odaklanır ve sevgiyi tatmaz. Vicdan azabı çekmeyi bilemez, acımaz, merhamet etmez. Kimliği özgün olmadığı için edemez zaten.
Tumblr media
Kitabın üçüncü bölümü Gizli Ölüm Kültü başlığını taşıyor. İlk iki bölümde resmi çizilen insanın ölüme olan hayranlığı anlatılıyor. Bu insan rahatlığı ölüm fikrinde buluyor ve ölümü yüceltiyor. Öldürmek konusunda da çok rahat. Dördüncü bölümde ise yine bu resmedilmiş insanın duyguları masaya yatırılıyor. Duygu olmayan duygular deniliyor bu insanın hissiyatı için. Trajik olaylar karşısında uygulayıcı ya da izleyici olarak kayıtsız kalan insanlar, bazı durumlarda mahkemelerin jüri üyeleri, bazı durumlarda sivil toplum kuruluşları mensupları gözlemleniyor verilen örneklerle. Beşinci bölüm örneklerle uzlaşma, isyan ve şiddet kavramlarının üzerinde duruyor. Bu bölümde erkek miti ve kadının bu mit karşısında aldığı pozisyon, annelik kavramı, uzlaşmacılık, savaş ve isyan, şiddet, sadizm gibi konular ele alınıyor. Altıncı bölümde güçlü erkeklerin iç boşluğu, yedinci bölümde Henrik İbsen'in dramatik şiiri Peer Gynt inceleniyor. Sekizinci ve son bölüme geldiğimiz zaman yazar, diğer bölümlerde tafsilatlı olarak verdiği kişilik bölünmesinin, kendi ifadesiyle "yarılmanın" kötü niyetli insanlar tarafından nasıl kullanıldığını anlatıyor. "Gerçekçiler'in başarısının dayandığı tek nokta sadece kendilerini lider olarak vazgeçilmezleştirme sanatına hakim oluşları değildir, aynı zamanda kendi benliklerinden vazgeçebilmek için böyle liderlere ihtiyaç duyanların yapılarında var olan tabi oluş da bir etkendir." Psikopat yapıdaki lider tipi için bu yukarıda bahsedilen kişiler inanılmaz bir taban oluşturmuştur tarih boyunca. Gruen'e göre bu tip liderler, kendi benliklerinden uzaklaşmaya bu kadar hevesli olan bu tip insanlarla temelde üç yolla uzlaşırlar. Uzlaşırlar zira bu tipler uzlaşmacı tiplerdir. Kurallara yaşamdan fazla değer verme eğilimleri onları piskopatlarla anlaşmaya uygun hale getirmiştir. Bu yollar: Basitleştirmek, Adileştirmek ve Bölme Stratejisidir. Kitap ana hatlarıyla böyle. Temel fikir, anladığım kadarıyla, sürekli uzlaşmaya ve itaate yönlendirilen bireyin, çocukluğundan itibaren, kendi benliğinden yabancılaşarak gerçek duygulardan kopması. Dayatmaların her türlüsü insan için yıkım, özgürlüklerse barış ve mutluluk getirir de diyebiliriz. Arno Gruen bu kitabı 1987 yılında yayınlamış. Bizde de Çitlembik Yayınları İlknur İgan çevirisiyle okuyucuya sunmuş bu 250 sayfalık eseri. Read the full article
0 notes
Text
Kollar om tillbaka till vintergatan och i episod 6 ser vi de första två drömsekvenserna
Först funderar Henrik på hur det var när Glen och Mira återplanterade mossan de hämtat på gula planeten i deras skåp:
Tumblr media
Senare i avsnittet drömde Glen om hur han själv, ackompanjerad av Peo, sjunger Fly me to the Moon till Mira
Tumblr media
... tills Henrik kommer in med en häst till Mira
Tumblr media Tumblr media
Det är så fånigt. Jag älskar det
9 notes · View notes
Photo
Tumblr media
Fisker, Elektrikli SUV’sunun Yeni Tanıtımını Sundu⚡️⚡️ . Model tam uzunlukta bir güneş tavanına sahip olacak. Fisker tamamen elektrikli SUV, iki yeni teaser resmi ile devam ediyor. Şirket ideolog ve CEO’su Henrik Fisker’in sesiyle, aracın bu yıl aralık ayında halka açıklanacağını yineledi. SUV’un sahip olacağı çok önemli özelliklerden biri, yeni teaser görüntülerinden birinde görülebilen tam boy güneş tavanıdır ( bu makalenin baş resmine bakınız ). Render ayrıca, sıfır emisyonlu makinenin Henrik Fisker’in haberine göre bir süper araca ait belirgin çamurluklara sahip olacağını da ima ediyor. Fisker, en son Facebook yazısında “Fisker, #Solar çatıyı tam uzunlukta tanıtan ilk kişi oldu: bunu SUV’umuzda tekrar yapacağız” diyor. ===================================== ➡️ Ayrıntılı bilgi için BIO LINK’teki sitemizi ziyaret edebilirsiniz!!! ⬆️⬆️ ===================================== #electricvehicles #fisker #tesla #ebikes #electriccars #electric #elonmusk #electriccar #teslamotors #zeroemissions #teslamodels #teslamodelx #ebike #energy #cleanenergy #elon #supercar #teslalife #electricbike #teslacars #evs #cars #teslaclub #vw #hypercar #teslaenergy #teslas #elektrikliaraba #fiskercar #arabalar ===================================== ➡️ https://www.eatechsblog.com ===================================== https://www.instagram.com/p/By7kJb2g0Gs/?igshid=zxe2lmmxbam1
0 notes
berkayhocamatematik · 4 years
Text
Russell'ın Nobel konuşması: "Hangi arzular daha önemli?"
Tumblr media
İsveçli kimyacı Alfred Nobel anısına 10 Aralık 1901'den beri ödül dağıtan İsveç Akademisi, Leo Tolstoy, James Joyce, Virginia Woolf, Mark Twain, Joseph Conrad, Anton Chekhov, Marcel Proust, Henry James, Henrik Ibsen, Emile Zola, Robert Frost, W.H. Auden, F. Scott Fitzgerald, Jorge Luis Borges ve Vladimir Nabokov'u atladığı için eleştirildi. Fakat Akademi, ödülü en az bu isimler kadar hak eden William Faulkner, Ernest Hemingway, John Steinbeck, V.S. Naipaul, Doris Lessing gibi birçok edebiyatçıyı ödüllendirdi.
Ödüle layık görülen edebiyatçılar da törenin yapıldığı gün veya sonrasında yazarın sorumluluklarına ilişkin konuştular. Peki, neler söylediler?
Bu soruya cevap olsun diye her hafta bir edebiyatçının, Nobel konuşmasını yayınlamaya devam ediyoruz.
İşte, Bertrand Russell'ın ödül aldığı 1950 yılında yaptığı kabul konuşması:
Hangi arzular siyaseten daha önemli?
Saygıdeğer majesteleri, bayanlar ve baylar,
Bu akşamki konuşmam için bu konuyu seçtim çünkü mevcut siyasi tartışmalarda ve siyasi teorilerde psikolojiye yeterince yer verilmediğini düşünüyorum. Ekonomik gelişmeler, nüfus istatistikleri, anayasal düzen ve daha niceleri üzerinde daha çok duruluyor. Kore Savaşı başladığında orada kaç Kuzey Koreli ve kaç Güney Koreli yaşadığını öğrenmek artık zor değil. Eğer doğru kitaplara bakarsanız kişi başına düşen milli gelirlerinden tutun da kullandıkları silahlara kadar bütün bilgileri bulabilirsiniz. Ama eğer Korelinin nasıl bir insan olduğunu ya da Kuzey ve Güney Koreli arasında kayda değer bir fark bulunup bulunmadığını, orada yaşamın nasıl olduğunu, orada yaşayanların mutsuzluklarını, memnuniyetsizliklerini, umutlarını, korkularını öğrenmek isterseniz bakacak kitap bulamazsınız. Ayrıca Güney Koreliler'in Birleşmiş Milletler'in yardımlarından menmun olup olmadığını ve seçme şansları olsaydı komşuları Kuzeyliler ile yaşamayı tercih edip etmeyeceklerini de söyleyemezsiniz. Ya da toprak reformunundan, adını daha önce hiç duymadıkları politikacılara oy verebilmek için, vazgeçip vazgeçmeyeceklerini bilemezsiniz. Uzak başkentlerde oturan vurdumduymazlar, hayal kırıklığına neden olan kararlarını alırken, tüm bunları dikkate almazlar. Eğer siyaset, bilim olarak anılsın isteniyorsa, eğer siyasi olayların sonuçları tahmin edebilsin isteniyorsa, politik düşüncelerimiz eylemlerimizin içine daha derinden girmeli. Açlığın sloganlara etkisi ne? Bu etkiyle günlük kalori tüketiminiz değişiyor mu? Eğer bir insan size demokrasi önerirken, diğeri bir çuval buğday önerirse açlığın hangi aşamasında buğdayı demokrasiye tercih edersiniz? Bu tarz soruların üzerinde düşünmek gerekir. Ama şu anda, Korelileri bir yana koyup insanlığa bakalım.
İnsan davranışlarının tümü arzu tarafından yönlendirilir. İnsanın ahlakı ve görevleri dolayısıyla arzuya karşı koyabileceğini söyleyen ve bir grup ağırbaşlı ahlakçı tarafından geliştirilen yanlış bir teori var. Bunun yanlış olduğunu söylememin nedeni, insanların görev bilinciyle hareket etmemesi değil elbette. Böyle söylememin sebebi, sorumluluk sahibi olmayı arzulamadıkça, hiç kimsenin görev bilinciyle hareket etmeyecek olması. İnsanların ne yapacağını anlamak için onların içinde bulundukları maddi koşulları bilmeniz yetmez, aynı zamanda arzularını ve bu arzular karşısındaki zayıflıklarını da bilmeniz gerekir.
Bazı arzular var ki politik olarak çok önem arz etmemekle birlikte oldukça güçlüdürler. Birçok insan bir noktada evlenmeyi arzular ve bu arzularını gerçekleştirmek için politik bir pozisyon almaları da gerekmez. Tecavüz mağduru Sabin Kadınları gibi istisnalar elbette mevcuttur. Ve Kuzey Avusturalya'nın gelişiminin önündeki engel de birçok hırslı genç erkeğin çalışmak yerine kendilerine ihtiyaç duyan kadınlara yönelmesiydi. Ama bu gibi durumlar alışılmışın dışındadır ve genelde kadın ile erkeğin birbirlerine yönelik ilgisi, politikayı çok az etkiler.
Hangi arzular siyaseten önemlidir?
Siyaseten önemli arzular, birincil ve ikincil olmak üzere, iki gruba ayrılabilir. Birincil grupta yemek, barınma, giyinme gibi hayatın temel ihtiyaçları bulunur. Bunlardan herhangi birinde kıtlık baş gösterirse, insanın yapabileceklerinin ya da başvurabileceği şiddetin sınırı yoktur. Tarih öğrencileri der ki Arabistan çok göç almaya başlayınca, ülke aşırı nüfuslanmış ve insanlar siyasi, kültürel ve dini yapılanmalarıyla beraber dört defa çevre bölgelere taşmış. Bunlardan sonuncusunda İslam yükselişe geçmiştir. Germenlerin Güney Rusya'dan İngiltere'ye oradan da San Fransico'ya yayılışı da benzer motivasyona dayanmaktadır. Şüphesiz ki buradaki temel arzu yiyecekti ve bu arzu, en büyük siyasi olaylardan birine neden oldu.
Ama insan diğer hayvanlardan çok önemli bir noktada ayrılır: Bu da onun bazı arzularının sonsuzluğudur, bu arzuların asla tatmin edilememesidir. Bu türden arzular, cennette bile ona huzur vermeyecektir. Boa yılanı yeterli yemeği olduğunda uykuya gider ve tekrar yemek yemeye ihtiyaç duyana kadar uyanmaz. İnsanoğlu ise çoğu zaman böyle değildir. Bir zamanlar tutumlu yaşamaya alışmış olan Araplar, Doğu Roma İmparatorluğu'nun zenginliklerine ulaşınca, direnemeyip kendilerine inanılmaz derecede lüks saraylar yaptılar. Yunan köleler onlara yiyecek temin ettiği için açlık artık mevzu bahis değildi. Buna rağmen durmamalarının ise dört sebebi vardı: Açgözlülük, hırs, kibir ve güç aşkı.
Açgözlülük - yani olabildiğince çok mala ya da ünvana sahip olma isteği - bana göre, korkudan ve gereksinimlerden filizlenir. Bir keresinde kıtlıktan ve dolayısıyla ölümden kaçan iki küçük Estonyalı kızla tanışmıştım. Benim ailemle birlikte yaşadılar ve elbette birçok yiyecekleri oldu. Ama bütün eğlenceleri komşu çiftliklerden patates çalıp onları biriktirmekti. Çocukluğunu sefalet içinde geçiren Rockefeller da yetişkinliğini benzer şekilde geçirmiştir. Aynı şekilde Arap emirleri de ipek Bizans divanlarını gördükten sonra bile çölleri unutmayı başaramayınca fiziksel ihtiyaçlarının çok ötesinde zenginlik biriktirmişlerdir. Açgözlülüğün psikoanalitik açıklaması ne olursa olsun, kimse bunun en kuvvetli itici güçlerden biri olduğunu inkar edemez. Ne kadar elde ederseniz edin her zaman daha fazlasını isteyeceksiniz ve tatmin olmak sizin için ulaşılmaz bir hayal olarak kalacak.
Kapitalist sistemin temelini oluştursa bile, açlık yarışından galip çıkmamızı sağlayan güdü, açgözlülük değildir. Hırs ona nazaran çok daha güçlüdür. Yine İslam tarihine dönersek, hanedanlar, sultanın farklı anneden olma oğlan çocukları anlaşamayınca evrensel bir yıkımla sonuçlanan iç savaşlara maruz kaldılar. Benzer şeyler modern Avrupa'da da yaşanıyor. Tüm mantıksızlığına rağmen, İngiliz Hükümeti, Kaiser'ın Spithead'de, donanma talimlerinde bulunmasına izin verince, ortaya çıkan sonuç, kesinlikle istenilen değildi. Düşündüğü şey, "Büyükanneninki kadar iyi bir donanmaya sahip olmalıyım" idi. Ve bu düşünce, art arda belalar doğurdu. Eğer açgözlülük hırstan daha güçlü olsaydı dünya daha mutlu bir yer olurdru. Ama gerçekte, birçok insan, gülen yüzleriyle, düşmanlarının yıkımını garantilemeye çalışıyor. Günümüzde vergileri bu kadar yükselten de bu çabadır.
"Bana bak" cümlesi, temel arzulardan biridir
Kibir, yüksek potansiyel taşıyan bir güdüdür. Çocuklarla ilgilenen herkes bilir ki onlar durmadan soytarılık yapıp, "Bana bak" derler. Bu "Bana bak"lar insan kalbinin en temel arzularından birini yansıtır. Bu arzu karşımıza, saçmalıktan ebedi şöhret arayışına uzanan pek çok şekilde çıkabilir.
Rönenans döneminde varlık göstermiş bir İtalyan Prensliği'nde, ölüm döşeğinde yatan bir rahibe "Hiç pişmanlığın var mı" diye sorarlar. "Evet" der, "Bir şey var. Bir keresinde İmparatoru ve Papa'yı aynı anda ziyaret etme şansım olmuştu. Onları kulemin tepesindeki manzarayı göstermek için yukarı çıkardım ve bana ebedi ün getirecek bir fırsatı teptim, ikisini de aşağı itmeliydim." Tarih, rahibin günah çıkartıp çıkartmadığını bilmiyor. Kibirin en büyük sorunu, beslendiği şeyle beraber büyümesidir. Hakkınızda konuşulduğu sürece, hakkınızda daha fazla konuşulmasını isteyeceksiniz. Mahkemeye çıkan tutuklu bir katilin medyaya göz atmasına izin verirseniz, davasına yeterince yer ayırmayan gazeteye öfkelendiğini görürsünüz. Diğer gazetelere bakıp da hakkındaki haberleri gördükçe, davasına yüzeysel yer veren gazeteye öfkesi büyüyecektir. Politikacılar ve edebiyat insanları da farklı değildir. Ün arttıkça, haberlerden tatmin olma düzeyi de o kadar düşecektir. Kibirin hayatının farklı dönemlerinde insanın üzerinde bıraktığı etkiyi abartmak pek mümkün değildir. Bu etki, üç çocuklu bir ailede büyüyen birini, dünyayı titreten birine dönüştürebilir. İnsanoğlu sürekli dua ettiği Tanrı'ya bile benzer bir kibir yakıştırma, acımasızlığına düşmüştür.
Bu güdülerin etkisi ne kadar büyük olursa olsun bir tanesi var ki diğer hepsine ağır basar. Güç aşkından bahsediyorum. Güç aşkı, kibire yakındır ama aynı şey değildir. Kibirin tatmin edilebilmesi için zaferle taçlandırılması gerekir ve güçten yoksunken de zafer kazanılabilir. ABD'de en büyük zaferi tadanlar film yıldızlarıdır ve onları bu pozisyona şimdiye dek hiçbir zafer kazanamayan Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi de getirebilir. İngiltere'de, kralın başbakandan daha çok zaferi vardır ama başbakan kraldan daha güçlüdür. Birçok insan zaferi güce tercih eder fakat büyük resme bakınca, gücü tercih edenlerin tarihin akışına daha fazla yön verdiğini görürürüz. Blücher 1814'de Napoleon'un saraylarını görünce "Bütün bunlara sahip olan birinin Moskova'nın peşinde koşması salaklık değil mi" der. Kibirden arınmış biri olduğunu asla söyleyemeyeceğimiz Napoleon, seçim yapması gerektiğinde yine de gücü seçti. Blücher'e bu seçim aptalca gözüktü. Halbuki güç aynen gösteriş gibi doyumsuzdur. Tanrı'nın sonsuz gücü hariç hiçbir şey onu tamamen tatmin edemez. Enerjik bir insanın zaafları, doyumsuzluk oranı hesaplanırken, denklemin dışında kalır. Halbuki bu zaaf, güç aşkına zemin oluşturmuştu. Öte yandan zaaflar önemli adamların hayatındaki en güçlü itici unsurdur.
Güç aşkını büyüten gücün kendisidir
Güç aşkı, güç deneyimlendikçe artar ve bu dinamik küçük bir güç sahibinde olduğu kadar feodal bey üzerinde de etkilidir. 1914'ten önceki mutlu günlerde, hali vakti yerinde kadınlar, bir grup hizmetçiyi yönlendirebiliyordu ve yaşlandıkça onlar üzerinde daha fazla güç uyguluyorlardı. Benzer şekilde, otokratik bir rejimde, gücün yaptırabileceklerini gören güç sahipleri gittikçe daha da tiranlaştılar. İnsanlar üzerinde ne kadar güçlü olduğunu ölçmenin yolu onlara normalde yapmayacakları şeyler yaptırmaktır. Bu nedenle kendisini güç aşkına kaptırmış bir kişi, zevkten çok acı verir. Eğer patronunuzdan ofisten ayrılmak için izin isterseniz, bu izni vermek yerine sizi reddeder ve gücünü ancak böyle deneyimler. Eğer inşaat ruhsatına ihtiyacınız varsa, alt kademe memurlar "Hayır" demekten, "Evet" demeye göre daha çok zevk alacaklardır. Güç aşkını tehlikeli kılan işte bu tip güdülerdir.
Ama daha arzu edilesi başka tarafları da vardır. Bilgi arayışı bana göre güç aşkından kaynaklanır. Tıpkı bütün bilimsel gelişmeler gibi... Siyasette de reformcu biri, bir despotunki kadar büyük bir güç aşkına sahip olabilir. Güç aşkını sadece itici kuvvet olarak nitelemek de büyük bir hatadır. Ya bu itici kuvvetle faydalı işler yaparsınız ya da sosyal çevreniz ve kapasiteniz uyarınca zararlı işlere yönelirsiniz. Kapasiteniz teorik ya da teknik olabilir, bu doğrultuda bilgiye veya yönteme katkıda bulunursunuz. Eğer politikacıysanız güç aşkı sizi harekete geçirebilir. Ve bu güdü, bazı durumları statükoya tercih ettiğiniz görüldüğünde tatmin olur. Tıpkı Alcibiades gibi, büyük bir general için hangi tarafta savaştığının önemi olmamasına rağmen generallerin çoğu kendi ülkeleri için savaşmayı tercih etmişlerdir ve burada güç aşkından farklı bir motivasyon vardır. Politikacılar kendilerini devamlı çoğunluğun yanında bulmak için taraf değiştirebilirler ama çoğu polikitacı bir siyasi partiye ya da ötekine daha yakındır ve güç aşklarını tercih ettikleri bu partinin hizmetine sunarlar. Güç aşkının, en saf halini, farklı tip insanlarda gözlemleyebilirsiniz. Bunlardan biri paralı askerlerdir ve Napoleon bu türün en güzel örneğidir. Bence Napoleon'un Korsika yerine Fransa'yı tercih etmesinin ideolojik bir nedeni yoktu ama eğer Korsika İmparatoru olsaydı bir Fransız gibi davranırken, ulaştığı büyüklüğe yaklaşamayacaktı. Fakat onun gibilerin tatmine ulaşmasında kibirleri de etkili olduğundan, onlar iyi birer örnek değillerdir. Bunun en saf örneği tahtın arkasındaki güçte, yani akıl hocasındadır. Toplum önünde hiçbir zaman görünür olmaz ve şu gizli düşünceyle avunur: "Bu küçük kuklalar iplerin kimin elinde olduğunu bilmiyorlar." Alman İmparatorluğunun 1890-1906 yılları arasındaki dış politikasını belirleyen Baron Holstein bu türden insanları en mükemmel şekliyle temsil eder. Baron Holstein, varoşlarda yaşamış, topluma karışmamış ve İmparatorla tanışmaktan kaçınmıştır. İmparatorun ısrarlarının dayanılmaz olduğu bir seferlik istisna dışında bütün kraliyet üyelerinden gelen davetleri giyecek resmi bir kıyafeti olmadığı bahanesiyle reddetmiştir. Bakanlara ve birçok kraliyet mensubuna şantaj yapmasına imkan tanıyacak kadar geniş bir bilgi birikimine sırdaştı. Ama bunu zenginlik, ün ya da herhangi başka bir avantaj elde etmekte değil, dış politikaya istediği yönü vermek için kullanmıştı. Doğu'daki haremağaları arasında da böyle karakterler bulmak şaşırtıcı değildir.
İnsan diğer canlılardan sıkılma kapasitesiyle ayrılır
Şimdi, daha önce bahsettiklerimiz kadar önemli olmasa da aslında büyük önem taşıyan diğer güdülere geçmek istiyorum. Bunlardan ilki adrenalin bağımlığıdır. İnsan, sıkılma kapasitesiyle diğer canlılardan ayrılırlar. Gerçi bazen hayvanat bahçesinde maymunları izlerken de onların bu yorucu duyguya kapıldığını düşünüyorum. Her neyse, deneyimlerimiz bize can sıkıntısını bertaraf etme isteğinin, neredeyse bütün insanlarda bulunan güçlü bir arzu olduğunu gösteriyor. Beyazlar henüz bozulmamış yerlilerle ilk karşılaştıklarında onlara balkabağından kilise ışığına kadar birçok farklı şey sundular. Bunların birçoğuna yerliler tepki göstermediler. Hediyeler arasından en dikkate değer buldukları, kısa süreliğine bile olsa hayatlarında ilk kez yaşamın, ölümden daha iyi olduğunu düşündüren alkol oldu. Kızılderililer henüz beyazlardan etkilenmemişken sigaralarını bizim gibi sakince içmezlerdi. Dumanı ciğerlerine öyle hararetle çekerlerdi ki dışarıya belli belirsiz bir duman bırakırlardı. Ve nikotin kaynaklı heyecan sona erdiğinde yurtsever bir konuşmacı onların komşu kabileye saldırmasını sağlardı. Bu, bizim kişiliğimiz uyarınca at yarışları sırasında veya genel seçimlerde duyduğumuz hazza benzerdi. Kumarın verdiği zevk ise tamamen heyecan kaynaklıdır. Monşer Huc, Çinli tüccarların kış vakti Çin Seddi'nde, bütün paralarını, sonra bütün malvarlıklarını ve en son kıyafetlerini kaybedene kadar kumar oynadıklarını ve çıplak kaldıkları için de soğuktan öldüklerini anlatır. Bana göre, medeni insanda olduğu gibi ilkel Kızılderili kabilelerinde de, insanların savaşı alkışlamasına sebep olan duygu, heyecan sevgisidir. Sonuçları kimi zaman daha ciddi olsa da futbol maçlarında hissedilen de budur.
Adrenalin bağımlılığının köklerinin nereye dayandığını bulmak pek kolay değil. Ama zihinsel donanımlarımızın insanların avlanarak yaşadığı dönemde şekillendiğini düşünme eğilimim var. Bir erkeğin elindeki ilkel bir silahla, onu yiyeceği hayaliyle bir geyiği takip ederek bütün bir gününü geçirdiği ve günün sonunda zafer kazanmış bir edayla mağarasına dönüp, yorgun bir şekilde oturarak karısının eti pişirmesini beklediği zamanlardan bahsediyorum. Erkek uykuludur, kemikleri sızlıyordur ve yemeğin kokusu zihninin bütün odacıklarına doluşmuştur. Ve nihayet, yemekten sonra derin bir uykuya dalar. Böyle bir hayat tarzında ne enerjiye ne de sıkıntıya yer vardır. Ama tarıma geçip, karısını tarladaki zor işlere yolladığında, hayatın boşluğu üzerine düşünmek, mitolojiler yaratmak ve felsefe sistemleri oluşturmak, Valhalla domuzunu avlayacağı sonraki yaşamını hayal etmek için vakti oldu. Zihinsel donanımız fiziksel güç gerektiren işlere uygun durumda. Daha gençken tatillerimi yürüyerek geçirirdim. Günde yirmi beş mil yürüyebiliyordum. Akşam olduğunda da beni sıkıntıdan kurtaracak bir şeye ihtiyacım olmuyordu çünkü oturmaktan aldığım zevk bana yetiyordu. Ama modern hayat bu tarz fiziksel yorgunluklara açık değil. İyi bir iş oturarak yapılır ve çoğu iş egzersizi sadece birkaç kasımızı hareket ettirir. Eğer insanlar günde yirmi beş mil yürüseydi Trafalgar Meydanı'nda, devletin onları ölüme gönderme kararını kutlamak için toplanmazlardı. Münakaşa sevdasını tedavi etmek ne var ki uygulanabilir değil. Çünkü eğer insanoğlunun soyu devam edecekse, kullanılmamış fiziksel enerjinin meydana çıkardığı heyecan aşkının dışarı güvenli bir şekilde yansıması gerekir. Bu hem ahlakçıların hem de sosyal reformcularun üzerinde pek düşünmediği bir husustur. Sosyal reformcular düşünecekleri daha ciddi şeyler olduğu kanısındalar. Diğer taraftan, ahlakçılar, heyecan sevgisinin açığa çıkışını ciddiyetle karşılamaktadırlar ancak bu ciddiyet onların günah korkusundan kaynaklanmaktadır. Dans salonları, sinemalar, caz devri... Duyduklarımız doğruysa, cehenneme açılan kapılardır ve bu yüzden eve kapanıp günahlarımızın affını dilemeliyiz. Ben bu uyarıları yapan mezarcılarla aynı fikri paylaşmıyorum. Şeytanın birçok şekli vardır, bazıları onu genç, bazıları da yaşlı ve ciddi olarak algılar. Eğer gençleri eğlenmeye yönlendiren şeytansa, o zaman belki yaşlıları eğlence karşıtı kılan da odur. Ve belki de bu karşıtlık herkesin yaşına uygun bir çeşit heyecan sayılabilir. Eğer bu da yetersiz kalırsa, belki de afyon gibi bir uyuşturucuyu düzenli olarak artırarak istenilen etki yaratılabilir. Sinemayı kötü diye kodlayıp, diğer yandan adım adım muhalefet partisine, İspanyollar'a, İtalyanlar'a ve kısa sürede kendi kulübümüzün dışındaki herkese karşı tavır almamız korkulacak bir şey değil mi? Ve işte savaşlar, bu karşıtlıkların yayılmasından doğmuştur. Halbuki dans salonlarında savaş çıktığını hiç duymadım.
Heyecan kitlesel şiddete dönüştüğünde yıkıcıdır
Heyecanın önemi birçok çeşidinin yıkıcı olmasından gelir. Özellikle aşırı alkol tüketenler ve kumara karşı koyamayanlar için yıkıcıdır. Kitlesel şiddete dönüştüğünde yıkıcıdır. En önemlisi, savaşa sürüklediğinde yıkıcıdır. Dışa vuracak masum yollar bulunmadığında, heyecan o kadar derinleşir ki en sonunda dışa vurmak için kendisine zarar veren yollar bulur. Masum dışavurumlar olarak sporu ve anayasal sınırlarda kaldığı müddetçe siyaseti sayabiliriz. Ama bunlar yetmez, hele en heyecan verici siyasi hamlelerin en tehlikelileri olduğu düşünülünce. Medeni hayata evcilleşerek geçtik ve eğer bu hayatın durağan olması isteniyorsa ilkel atalarımızın avcılık yapması gibi, kendimizi tatmin edecek zararsız dışavurum yöntemleri bulmamız gerekir. İnsanların az, tavşanların çok olduğu Avustralya'da, bir kabilenin yüzlerce tavşanı köleleştirerek ilkel arzularını, ilkel yöntemlerle tatmin ettiğini gördüm. Ama Londra'da ya da New York'ta bu ilkel arzuların tatmini için başka yöntemler bulunmalıdır. Bence bütün büyük şehirlerde, insanların oldukça hassas kanolarla inebileceği yapma şelaleler ve mekanik köpekbalıklarıyla dolu yüzme havuzları bulunmalı. Savaşların önlenemeyeceğini savunan herkes günde iki saat bu canavarla mücadele etmeli. Daha önemlisi, acı, adrenalin bağımlılığından fayda sağlamak için kullanılmalı. Dünyada hiçbir şey ani bir keşiften ya da buluştan daha heyecan verici değildir ve aslında birçok insan bu heyecanı deneyimleyecek kapasiteye sahiptir.
Başka politik güdülerle gücü azaltılmış olsa da insanoğlunu maalesef hâlâ yöneten birbirine çok yakın iki duygudan bahsetmek gerekiyor: Korku ve nefret. Nefret ettiğimiz şeyden korkmamız ve her zaman olmasa da korktuğumuz şeyden nefet etmemiz doğaldır. Tanımadığı şeyden korkan ve nefret eden ilkel adamın benimsediği ilk kural muhtemelen buydu. Onlar başlangıçta kendi küçük sürülerine sahiptirler ve burada aralarında düşmanlık bulunan istisnai birkaç kişi dışında herkes birbirinin arkadaşıydı. Diğer sürüler ise ya düşmandır ya da potansiyel düşmandır ve kazara bile olsa sürüden uzaklaşan öldürülecektir. Yabancı sürü bir bütün olarak kaçınılması gereken veya savaşılması gereken topluluktur. Bu ilkel, içgüdüsel mekanizma günümüzde bile başka ülkelerle politikamızı belirlemektedir. Daha önce hiç seyahat etmemiş biri bütün diğer ülke vatandaşlarını başka sürülerin vahşi bireyleri gibi görür. Ama seyahat etmiş ya da uluslararası ilişkiler okumuş bir birey, eğer kendi sürüsünde yeterince zenginlik varsa, başka sürüleri de bünyesine katacaktır. Eğer İngilizseniz ve birisi size "Fransızlar sizin kardeşiniz" derse içgüdüsel olarak düşüneceğiniz ilk şey, "Saçmalık; onlar omuz silkiyor, Fransızca konuşuyorlar. Üstelik kurbağa yediklerini bile duydum" olacaktır. Ama eğer Rusya ile savaşa girer ve size Ren Nehri'nin savunulması gerektiği, bunun için de Fransızların desteğinin vazgeçilmez olduğu söylenirse o zaman "Fransızlar sizin kardeşiniz" ifadesinin anlamını kavrarsınız. Ama o sırada gezgin bir dostunuz size Rusların da kardeşiniz olduğunu söylerse uzaylılardan gelecek bir tehlikeye işaret etmediği müddetçe sizi ikna edemeyecektir. Düşmanlarımızdan nefret edenleri severiz ve eğer düşmanlarımız olmasaydı sevecek çok az kişi kalırdı.
Bütün bunlar yalnızca diğer insanlarla ilişkilerimiz incelendiğinde doğrudur. Düzensizce boy verdiği ve sorumsuz olduğu için tohumu düşman belleyebilirsin. Tabiat Ana'yı düşmanınız olarak görüp insanlığın ona yeğleyebilirsiniz. Eğer hayat bu şeklide algılansaydı insanlığın tek vücut olması çok daha kolay olurdu. Ve eğer okullar, gazeteler ve politikacılar kendilerini bu sona hazırlasalardı insan çok daha kolay bir şekilde bu yaşam tarzını hayata geçirebilirdi. Ama okullar milliyetçiliği öğretmekle, gazeteler heyecan yaratmakla ve politikacılar da yeniden seçilmekle meşgul. Üçü de insanoğlunu bilinçli intiharından kurtarmak için çabalamıyor.
Korkuyla nasıl başa çıkacağız?
Korkuyla başa çıkmanın iki yolu var: İlki hayati tehlikeyi ortadan kaldırmak, ikincisi de Stoik direnci yeşertmek. İkincisi acilen eyleme geçmenin gerektiği durumlar haricinde, düşüncelerimizi korkunun nedeninden uzaklaştırır. Korkunun fethi çok önemlidir. O, zarar vericidir, kolaylıkla takıntı haline dönüşür, korku öznesinden nefret edilmesine neden olur ve bu da bizi caniliğin uç noktalarına götürür. İnsanlar üzerinde hiçbir şey güvende hissetmek kadar olumlu sonuçlar doğuramaz. Eğer savaş korkusunu ortadan kaldıran uluslararası bir sistem kurulabilseydi gündelik zihinsel gelişimimiz muazzam ve hızlı olurdu. Mevcut korku dünyayı gölgeliyor. Atom bombası ya da bakteri bombası, komünistler ya da kapitalistler tarafından yayılması hiç önemli değil, Washington'ı ya da Kremlin'i titretir ve insanı felakete sürükler. Eğer bugünkü koşullarda düzelme meydana gelirse, yapılması gereken ilk ve en önemli şey korkuyu kontrol altında tutacak bir yöntem bulmak olacaktır. Günümüz dünyası rakip ideolojilerin mücadelesini takıntı haline getirmiştir, bu kavganın en belirgin sebebiyse kendi ideolojimizin kazanmasına, rakip ideolojinin kaybetmesine yönelik istektir. Buradaki temel itici gücün ideolojilerle çok da bağlantılı olduğunu sanmıyorum. Bence ideolojiler bir insan gruplama yöntemidir ve böylece düşmanlar da gruplanmış olur. Elbette komünistlerden nefret etmek için birçok nedenimiz var. İlki ve en önemlisi mallarımızı elimizden alacaklarına olan inanç. Ama hırsızların da amacı budur ve biz hırsızlara tepkimizi, komünsitlere tepkimizden farklı şekilde gösteririz çünkü bu ikisinden farklı seviyelerde korkarız. Komünistlerden nefret etmemimizin ikinci sebebiye onların dinsiz olması. Çinliler 11. yüzyıldan beri dinsiz. Fakat biz onlardan Chiang Kai-shek'ten beri nefret ediyoruz. Üçüncü sebepse, onların demokrasiye inanmaması ama bu Franko'dan nefret etmemize yetmemişti. Dördüncü olarak da özgürlüğe izin vermedikleri için onlardan nefret ediyoruz. Hatta o kadar nefret ediyoruz ki onları taklit etmeye karar verdik. Bunlardan hiçbirinin aslında nefrete temel teşkil edemeyeceği aşikar. Onlardan nefret ediyoruz çünkü onlardan korkuyoruz. Eğer Ruslar hâlâ Rum Ortodoks mezhebine mensup olsalardı, parlementolu hükümetlerini muhafaza etselerdi ve bizi her gün tedirgin eden baskıları olmasaydı -en az bugünkü kadar güçlü silahları bulunmasına rağmen- bize onları düşman görmek için fırsat verdikleri anda yine nefret ederdik. Elbette ki din, garezimiz düşmanlığa neden olabilir. Ama bence bu sürü psikolojisinin yansımasıdır: Farklı bir dine mensup olan kendini garip hisseder ve bu gariplik tehlikelidir. Sürülerin yaratılmasında ideolojiyi kullanmak bir yöntemdir ve sürülerin psikolojisi genelde aynıdır.
Sadece kötücül itici güçlere ya da en iyi ihtimalle nötr olanlara yer verdiğimi düşünebilirsiniz. Ancak korkarım ki, kural olarak, böyleleri bizi başkalarının iyiliği için mücadeleye götüren güdülerden daha güçlüdür. Yine de bu tip güdülerin varlığını ve zaman zaman etkili olduğunu inkar etmeyeceğim. 19. yüzyılın başlarında köleliğe karşı başlatılan acındırma kampanyası hiç şüphesiz ki başkalarının iyiliği içindi ve oldukça da etkiliydi. 1883'te vergi ödeyen İngiliz vatandaşlarının Jamaikalı toprak sahiplerine kölelerinin serbest bırakılması için milyonlarca dolar tazminat ödemesi ve Viyana Konferansı'nda İngiliz Hükümetinin diğer ülkeleri kölelerini azat etmeye çağırması, işte bunlar hep başkalarının iyiliği için yapılmıştır. Günümüzde de Amerika'nın aynı ölçüde çabaladığını söylemek gerekir. Ama gerginliğe mahal vermemek için bu konuya girmeyeceğim.
Sempatinin saf bir itici güç olduğu gerçeğini sorgulamamak gerek. İnsanların diğerlerinin acı çekmesinden rahatsız olmadığına ilişkin düşünceyi kabul edemiyorum. Sempati sayesindedir ki yüzyıllardır insanlık ilerliyor. Akıl hastalarına uygulanan tedavilere ya da mültecilerinin tedavi görememelerine dair hikayeler bizi şaşırtıyor. Batı ülkelerindeki mahkumlara işkence uygulanmaması gerekir ve eğer olur da uygulanırsa bu durum keşfedildiğinde toplumsal tepkiye neden olur. Yetimlere Oliver Twist'teki gibi davranılmasını onaylamıyoruz. Protestan ülkeler hayvanlara canice davranmaya karşı çıkıyor. Bütün bu örneklerde görüyoruz ki sempati siyaseten etkili olabilir. Ve eğer savaş korkusu ortadan kaldırılabilseydi, sempatinin etkisi de daha büyük olurdu. Belki de insanoğlunun geleceğine dair en büyük umut sempatinin yoğunluğunu ve derecesini artıracak bir yolun bulunmasıdır.
Sanırım konuşmamı toparlama vaktim geldi. Siyaset bireylerden ziyade sürülerle ilgilenir ama siyasetin ilgilenmesi gereken tutkular sürüyü oluşturan bireylerin hissettikleridir. Siyasi düşünce, sürünün nasıl kurulduğuna ve bir sürünün diğerine duyduğu düşmanlığa bakmalıdır. Sürü içindeki yapılanma hiçbir zaman mükemmel olamaz. Kabul etmeyen, akıntının dışında kalan üyeler olacaktır. Bu üyeler diğerlerine göre ya aşağılanmış ya da yüceltilmiş olanlardır. Onlar aptallar, suçlular, peygamberler ya da kaşiflerdir. Mantıklı bir sürü ortalamanın üstündeki bu bireylerin merkeze geçmesine izin vermeyi ve ortalamanın altındakilere de mümkün olan en az gaddarlıkla davranmayı öğrenmelidir.
Komşumuzun fakir kalması, mutluluktan önemli mi?
Diğer sürülerle ilişkilere bakarsak, modern teknikler kişisel çıkar ve içgüdüler arasında çatışma yaratmıştır. Eskiden, iki kabile savaşa girdiğinde, biri diğerini yok eder ve topraklarını ele geçirirdi. Kazananın bakış açısından bakınca bütün bu süreç tatmin ediciydi. Öldürmek hiç de pahalı değildi ve heyecanı çok hoştu. Bu koşullar altında savaşın devam etmesi doğal karşılanabilir. Fakat şimdi savaş koşulları tamamen değişmişse de hâlâ bu ilkel savaş tutkusunu içimizde tutuyoruz. Modern bir operasyonda düşmanı öldürmek oldukça pahalı. Son savaşta ölen Alman sayısını, kazanan tarafın topladığı gelir vergisine bölerseniz bir Alman'ın hayatının kaç para ettiğini bulacaksınız ve bu oldukça düşündürücü. Söylendiği gibi Doğu'da, Almanların düşmanları yenilen nüfusu esir alarak, onların topraklarını işgal ederek eski savaşların nimetlerinden faydalandılar. Batılı galipler ise böyle bir nimetten yararlanamadılar. Günümüz savaşlarının ekonomik açıdan pek kârlı olmadığı ortada. İki dünya savaşını da kazandık belki ama eğer hiç savaşa girmeseydik şu anda daha zengin olurduk. Birkaç azizi ayrı tutarak söylüyorum ki insanlar kendi çıkarları doğrultusunda hareket etseydi bütün tüm insanlık işbirliği yapabilirdi. Savaşlar, ordular, donanmalar, atom bombaları ortadan kalkardı. A ulusunun beynini yıkayarak onu B ulusuna karşı kışkırtan ordu propagandaları olmazdı, B ulusu A ulusuna karşı düşmanlık beslemezdi. Ülke sınırlarında yabancı kitapların ve fikirlerin girmesini engelleyen askerler bulunmazdı. Tek bir büyük şirket çok daha ekonomik olacakken, birçok küçük şirket yaratan gümrük politikaları olmazdı. Eğer insan kendi mutluluğunu komşusunun fakirliğini istediği kadar isteseydi bütün bunlar hızla gerçekleşirdi. Bana diyeceksiniz ki bütün bu ütopist hayallerin ne anlamı var? Ahlakçılar bu dediklerimi dinleyip, tamamen bencil olamayacağımızı söyleyecekler. Fakat bu gerçekleşene kadar milenyum gelmeyecek.
Konuşmamı sinik bir notla bitirmek istemem. Bencillikten daha iyi şeyler olduğunu ve bazılarının bu şeylere ulaşabildiğini inkar etmiyorum. Ama geniş insan topluluklarının, yani siyasetin ilgilendiği grupların karşısına, onları bencillikten kurtaracak çok az fırsat çıktığını düşünüyorum. Diğer taraftan bencilliği, aydınlanmış bireysel çıkar diye tanımlarsak, toplulukların buna kolay kolay ulaşamayacağının da farkındayım.
Ve bireysel çıkarların peşine düşülen insanlar, genellikle kendilerini idealist davrandılarına inandırırlar. Halbuki idealizmin arkasında nefret ya da güç aşkı vardır. Büyük kalabalıkların soylu görünen nedenlerle sürüklendiğini görürseniz, perdenin arkasına bakın ve kendinize bu güdüleri harekete geçirenin ne olduğunu sorun. Çünkü soylu görüntünün arkasına bakarak, psikolojik bir araştırma yapmaya değer. Bugün burada ben de bunu yapmaya çalıştım. Son olarak, söylediğim şey doğrudur, yapılması gereken temel ve mantıklı şey dünyayı mutlu bir yere dönüştürmektir. Tüm bunlardan iyimser bir sonuç çıkarıyorum belki ama akıl, eğitimin tanıdık metotlarıyla teşvik edilebilir.
0 notes
turknews · 4 years
Text
Dünya devi çelik üreticisi 3 bin kişiyi işten çıkaracak
Dünya devi çelik üreticisi 3 bin kişiyi işten çıkaracak
Daha önce Tata Steel’in Avrupa biriminin genel müdürü Henrik Adam’ın Avrupa genelinde işten çıkarmalar planladıklarını söylemesinin ardından, konuya yakın bir kaynak Reuters’a yaptığı açıklamada bu işten çıkarmadan yaklaşık 3,000 kişinin etkileneceğini söylemişti.
MALİYETİ AZALTARAK PERFORMANSINI İYİLEŞTİRMEYE ÇALIŞIYOR
Tata Steel’den yapılan açıklamaya göre; şirket, daha katma değerli ürünlerin…
View On WordPress
0 notes
mehmetkali · 7 years
Text
‘Dron Golf Şampiyonası’nın kazananları oldu http://ift.tt/2iWtRfQ
Kaymer ve Lowry, Turkish Airlines Open kapsamında bu yıl ikincisi düzenlenen ‘Dron Golf Şampiyonası’nın kazananları oldu.
  Beşincisi düzenlenen Turkish Airlines Open golf turnuvası, bu hafta 2-5 Kasım tarihlerinde, Antalya-Belek’teki Regnum Carya Golf ve Spa Resort otelde gerçekleştiriliyor. Turnuva kapsamında bu yıl ikincisi düzenlenen ‘Dron Golf Şampiyonası’ ise, çekişmeli seri öncesinde katılımcı oyuncular için yine keyifli bir ısınma turuna sahne oldu. Bu yılki müsabakada Martin Kaymer ve Shane Lowry, Ian Poulter ve Henrik Stenson karşısında galip gelerek dron golf şampiyonluğuna ulaştı.
  Aynı mücadeleyi, bundan tam bir sene önce, Andrew ‘Beef’ Johnston ve Danny Willett’i ekarte eden, dünyanın eski bir numarası, Lee Westwood kazanmıştı.
  Bir villanın çatısındaki başlangıç noktasında hazır bulunan yarışmacıların dronlarını zorlu parkuru geçecek şekilde yönlendirerek, topu deliği hedefleyerek çimlere bıraktıkları yarışmada saha, geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da Regnum Carya Golf ve Spa Resort’un ikonik 16. deliği oldu.
  Kaymer ve Lowry’e, Türk Hava Yolları Business Class bileti ödüllerini Türkiye Golf Federasyonu Başkanı Ahmet Ağaoğlu takdim etti.
  Galibiyetle ilgili konuşan turnuva şampiyonlarından Kaymer; “Evimde her zaman bulunmasını istediğim bir kupaydı ve sonunda oldu. Kupayı başarılı partnerim ile birlikte kazandık ve bence seneye tekrar denemeliyiz.’’ dedi.
Turnuvayı ikinci olarak tamamlayanlardan Stenson şunları belirtti: “Dron’dan topu düşürmeden atış yapmak oldukça zordu, sonunda yavaş oynama cezası aldık ve oyunu Martin ve Shane kazandı.’’ şeklinde görüş bildirdi.
Yarışmayı yorumlayan Türk Hava Yolları Kurumsal İletişim Başkanı Seda Kalyoncu ise; “İkinci kez düzenlediğimiz Dron Golf Şampiyonası’nın kazananları Kaymer ve Lowry’i tebrik ediyoruz. Golf becerilerini destekler türden bir pilotluk becerisine de sahip olduklarını bu sayede görmüş olduk.Bu yıl da yine eğlenceli görüntülere sahne olan yarışma, heyecan verici Turkish Airlines Open finaline hazırlanan oyuncular için oldukça keyifli bir motivasyon oldu.” dedi.
7 milyon dolarlık toplam para ödülü için yarışan 78 oyuncunun katılımıyla gerçekleştirilen, European Tour sezonunun sondan üçüncü turnuvası olan Turkish Airlines Open’a Türk Hava Yolları beşinci kez sponsor oldu.
Türk Hava Yolları’nın golf sporuna yönelik kararlı desteği, Turkish Airlines World Golf Cup (Türk Hava Yolları Dünya Golf Kupası) kapsamında kurumsal müşterilerin golf sopalarına ücretsiz seyahat imkânı sunmanın yanı sıra, Challenge Tour turnuvası ve yine bayanlar golf turnuvasını da kapsamakta.
Türk Hava Yolları’nın 2. Dron Golf Şampiyonası videosuna; https://youtu.be/mXzo4RxoXUw linki üzerinden ulaşılabilir.
  Türk Hava Yolları Hakkında:
1933 yılında 5 uçaktan oluşan mütevazı bir filo ile kurulan Star İttifakı üyesi Türk Hava Yolları, bugün 329 (yolcu ve kargo) uçaklık filosu ile 251 uluslararası, 49 yurtiçi olmak üzere dünyada 300 noktaya uçan, 4 yıldızlı havayolu şirketidir. Geçtiğimiz altı yıl süresince “Avrupa’nın En İyi Havayolu Şirketi” ilân edilmiş olan Türk Hava Yolları, 2017 yılı Skytrax değerlendirmesine göre, art arda olmak üzere 9. kez “Güney Avrupa’nın En İyi Havayolu Şirketi” seçildi. 2010 yılında dünyanın “En İyi Ekonomi Sınıfı İkram Servisi” ödülünü almaya hak kazanan Türk Hava Yolları; 2013, 2014 ve 2016 yıllarında olduğu gibi bu yıl da dünyanın “En İyi Business Sınıfı İkram Servisi” ödülünün sahibi oldu. Ve yine bu yılki Skytrax değerlendirme sonuçlarına göre, 2015 yılında da teslim aldığı dünyanın “En İyi Business Sınıfı Özel Yolcu Salonu” ödülü ile birlikte geçtiğimiz iki yılda olduğu gibi bu yıl tekrar dünyanın “En İyi Business Sınıfı Özel Yolcu Salonu İkramı” ödülünü almaya lâyık görüldü. Türk Hava Yolları ile ilgili daha geniş bilgiye http://ift.tt/TpSd7u web adresinden veya Facebook, Twitter, Youtube, Linkedin ve Instagram hesapları üzerinden ulaşılabilir.
    Star İttifakı Hakkında:
Türk Hava Yolları, 1997 yılında uluslararası ölçekte seyahat edenler için dünya genelinde ulaşım, tanınırlık ve hizmet sunan ve ilk küresel ölçekli havayolu ittifakı olarak kurulan Star İttifakı üyesidir. Air Transport World tarafından “Market Leadership Award” ve Business Traveller Magazine ile Skytrax tarafından “Best Airline Alliance“ ödülleri gibi sayısız ödüle lâyık görülen Star İttifakı’na üye havayolu şirketleri; Adria Airways, Aegean Airlines, Air Canada, Air China, Air India, Air New Zealand, ANA, Asiana Airlines, Austrian, Avianca, Avianca Brazil, Brussels Airlines, Copa Airlines, Croatia Airlines, EGYPTAIR, Ethiopian Airlines, EVA Air, LOT Polish Airlines, Lufthansa, Scandinavian Airlines, Shenzhen Airlines, Singapore Airlines, South African Airways, SWISS, TAP Portugal, Turkish Airlines, THAI ve United. Star İttifakı, hâli hazırda 190 ülkedeki 1.300 havalimanına 18.450’den fazla günlük uçuş sağlamaktadır. Bununla birlikte, Star Alliance Bağlantı Ortağı (Connecting Partner) Juneyao Airlines tarafından da yine bu kapsamda yeni bağlantılı uçuşlar sunulmaktadır.
youtube
  from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri http://ift.tt/2iYwC0g via IFTTT
0 notes
escape-news · 5 years
Text
#Melfest 19: Üçüncü Yarı Finalin Toplu Sonuçları
#Melfest 19: Üçüncü Yarı Finalin Toplu Sonuçları
Birinci yarı final gecesini geride bıraktığımız 2019 Melodifestival’in ilk kazananları belirlendi. Buna göre halk oylamasında en yüksek oya ulaşan Jon Henrik Fjällgren ve X direkt olarak finale yükselirken; X ve X ikinci yarı finale kalan isimler oldu. (more…)
View On WordPress
0 notes
Photo
Tumblr media
Cornelia Froboess auf der Berlinale 2010
Cornelia Froboess (* 28. Oktober 1943 in Wriezen), in frühen Phasen ihrer Karriere zunächst auch bekannt als Die kleine Cornelia, später als Conny, ist eine deutsche Schauspielerin, Synchronsprecherin und ehemalige Schlagersängerin.
Ihren ersten Bühnenauftritt hatte Cornelia Froboess im Mai 1951 mit dem Schlager Pack die Badehose ein, den ihr Vater ursprünglich für die Schöneberger Sängerknaben geschrieben hatte. Froboess wurde damit zum Kinderstar. Im Kollektivgedächtnis der Bundesrepublik verankerte sie sich damit als lockere spontane Berliner Göre.
1962 erreichte sie mit ihrem Titel Zwei kleine Italiener Platz 1 der Deutschen Schlager-Festspiele 1962 in Baden-Baden und vertrat danach Deutschland damit beim 7. Grand Prix Eurovision in Luxemburg.
Froboess’ zweiter international erfolgreicher Titel war Lady Sunshine und Mr. Moon, den sie auch in niederländischer (Lady Sunshine en Mister Moon) und französischer Sprache (On peut bien dire) aufnahm.
1999 lieh sie ihre Stimme als deutsche Synchronsprecherin der Löwin Zira im Zeichentrickfilm Der König der Löwen 2 – Simbas Königreich. 2010 wurde Froboess in die Wettbewerbsjury der 60. Internationalen Filmfestspiele von Berlin berufen.
Auch im Film war Froboess sehr erfolgreich. Filmpartner waren unter anderem Peter Kraus, Peter Weck, Rex Gildo und Peter Alexander. 1960 spielte sie zusammen mit Peter Kraus in Conny und Peter machen Musik, dem erfolgreichsten Film des Jahres. Froboess wurde zusammen mit Peter Kraus als idealer Teenager vermarktet, wobei darauf geachtet wurde, dass sie nicht zu sexualisiert auftrat. Populär war sie später auch in ihrer Rolle als Pia Michelis an der Seite von Günter Pfitzmann in der ARD-Serie Praxis Bülowbogen.
Von 1972 bis 2001 war Froboess festes Mitglied der Münchner Kammerspiele und spielte dort Rollen wie Minna von Barnhelm und die Lotte in Groß und klein von Botho Strauß unter der Regie von Dieter Dorn. Ernst Wendt inszenierte mit ihr Maria Stuart von Friedrich Schiller. Intendant Dorn inszenierte mit ihr die Lulu von Frank Wedekind und in seinem Faust war sie die Marthe Schwerdtlein. Ihre letzten großen Rollen an den Kammerspielen waren die Frau Wangel in Die Frau vom Meer von Henrik Ibsen und die Cäcilie in Stella von Johann Wolfgang von Goethe (beide unter Regisseur Thomas Langhoff). 1984 spielte sie mit großem Erfolg die Rolle der Eliza Doolittle im Musical My Fair Lady am Theater am Gärtnerplatz unter der Regie von August Everding. 2001 folgte sie Dieter Dorn an das Bayerische Staatsschauspiel in München und spielte die Laura in Der Vater von August Strindberg, wieder unter Thomas Langhoff. 2011 spielte sie die Gräfin Helena in Das Käthchen von Heilbronn am Bayerischen Staatsschauspiel unter der Regie von Dieter Dorn.
Am 3. August 1967 heiratete Froboess Hellmuth Matiasek, den damaligen Leiter des Staatstheaters Braunschweig und späteren Intendanten des Gärtnerplatztheaters in München. 1968 bekam das Paar die Tochter Agnes, 1970 wurde der Sohn Kaspar geboren. Die Heimat der Familie ist das Inntal in der Nähe des Wendelsteins.
0 notes
otosafari · 5 years
Photo
Tumblr media
Fisker SUV modelini duyurdu
Danimarka doğumlu Amerikalı otomobil tasarımcısı Henrik Fisker’in soyadını taşıyan elektrikli otomobil girişimi Fisker, yeni elektrikli SUV modelinin Ocean olarak adlandırılacağını ve 4 Ocak 2020'de üretime hazır olarak tanıtılacağını açıkladı.
Şirket, üretiminde geri dönüştürülmüş materyaller ve doğal ürünler kullanılacak otomobilin ‘dünyanın en sürdürülebilir aracı’ olarak tasarlandığını iddia ediyor. Ocean modelinin fiyatlama ve performans detayları ile ilgili detaylı bilgi paylaşılmamasına karşın, ABD’de yaklaşık 40 bin dolar satış fiyatına sahip olacağı sanılıyor. 80kWh lityum iyon batarya paketine sahip olacak otomobilin tavanında bataryanın kapasitesini artıran sökülebilir dahili bir güneş paneli de yer alıyor. Şirketin iddiasına göre en ideal koşullarda güneş panellerinin yardımıyla araç 1000 km’den fazla menzile ulaşabilecek. Fisker Ocean modelinin 2021’in sonunda üretime başlaması planlanıyor.  
Önizleme görüntüleri, Fisker Ocean’ın elektrikli otomobil pazarında Tesla’nın üreteceğini duyurduğu Model Y ile rekabet edeceğini gösteriyor. Aracın aydınlatma ve krom detayları ise Henrik Fisker’in geçen yıl duyurduğu ‘Emotion’ modeli ile ortak tasarım detayları olarak algılanıyor.
0 notes
35firma-blog · 6 years
Text
İsveç Masajı
İsveç izmir masajı Batı’da en yaygın ve en çok bilinen masaj türüdür ve spor masajı , derin doku masajı , aromaterapi masajı ve diğer popüler Batı tarzı masajlar için temeldir .
Batılı anatomi ve fizyoloji kavramlarına dayanarak – “meridyenler” üzerinde enerji çalışması ya da Asya masaj sistemlerine odaklanan çizgilerden ziyade terapistler dolaşım sistemini uyarmak, dolaşım sistemini yıkamak, sıkı kasları serbest bırakmak için bu masajı kullanırlar. hareket aralığını geri yükleme ve ağrıyı hafifletmek için.
Bu senin buysa ilk kez Spa’da veya çok sık bir masaj alamadım, bir İsveç masajı başlayanlar için iyi bir seçimdir. Çoğu insan 50 veya 60 dakikalık bir İsveç veya derin doku masajı alır, ancak 75 veya 90 dakika terapiste kas dokusunu çalışmak ve sonuç elde etmek için daha fazla zaman verecektir. Bir İsveç masajı terapistin kişisel tarzına ve elde etmeye çalıştığı şeye bağlı olarak yavaş ve nazik veya dinç ve destekleyici olabilir.
Daha derin bir çalışma istiyorsanız ve kronik kas ağrısından kurtulmak için daha fazla baskıya tahammül ederseniz, başka bir İsveç masajı olan derin bir doku masajı yaptırmak daha iyidir. Ağrınız varsa, sonuç almak için muhtemelen bir dizi masaj alır. İsveç masajı ve diğer terapötik masaj türleri eğitimli, lisanslı masaj terapistleri tarafından yapılmaktadır.
İsveç Masajı Sırasında Ne Olur? Tüm İsveç masajında, terapist cildi masaj yağıyla yağlar ve geleneksel İsveç masajı için temel teknikler de dahil olmak üzere çeşitli masaj vuruşları gerçekleştirir : effleurage, petrissage, sürtünme, dokunma, titreşim / sinir felçleri ve İsveç jimnastiği.
Bu hareketler kas dokusunu ısıtıyor, gerginliği serbest bırakıyor ve yavaş yavaş kas “düğümlerini” ya da yapışan dokuları adhezyon olarak adlandırıyor. İsveç masajı, diğer sağlık yararları arasında rahatlamayı teşvik eder , ancak masajdan önce terapist, bilmesi gereken herhangi bir yaralanma veya diğer rahatsızlıkları size sormalıdır.
İstediğiniz şeyler bir terapiste sıkılık veya ağrı, alerjiler ve hamilelik gibi durumlar da dahildir. Hafif veya sıkı bir baskı tercihiniz varsa bunları önceden söyleyebilirsiniz.
Danışmanlıktan sonra, terapist size masanın üzerine nasıl uzanacağını (yüz yukarı veya aşağıya ve çarşafın veya havluların altına veya altına) nasıl talimat vereceğini bildirir ve ardından odayı terk eder. Girmeden önce hazır olup olmadığını soracaktır.
İsveç Masajı Yapmanın Faydaları Masaj terapistine gidip bir kez İsveç masajı yaptırmak, sinir sisteminizi sakinleştirecek ve rahatlama ve iyi olma hissini arttıracak, depresyonun rahatlamasına yardımcı olduğu bilinen vücuttaki anksiyeteyi ve gerginliği azaltacaktır.
İsveç masajları, vücudunuzdaki kaslara besin açısından zengin oksijen akışını arttırarak daha enerjik hissetmenize yardımcı olan kan dolaşımını iyileştirir. Ek olarak, vücudun atık ürünlerini taşıyan lenfatik sistemi uyarır, yani iyiyi ve daha kötü olanı işlersiniz.
Kas krampları ve spazmları yaşıyorsanız, sorun alanlarınıza odaklanan bir İsveç masajı bu ağrıyı hafifletebilir. Masaj terapisi, ağrıyı artrit ve siyatik gibi durumlardan yönetmede de yardımcı olabilir.
Ateş, enfeksiyonlar, inflamasyon, osteoporoz ve diğer tıbbi durumlarınız varsa, en azından doktorunuza danışmadan önce masaj yaptırmanız iyi bir fikir değildir ve hastalığınız varsa bir masaj almamanız en iyisidir. Bir masajın sizin için uygun olup olmadığına dair herhangi bir şüpheniz varsa, bir İsveç masajı yapmadan önce bir tıp uzmanıyla görüşün.
Çıplaklık Faktörü İsveç masajı sırasında genellikle bir havlu veya çarşafın altında çıplak olursunuz . Terapist vücudun sadece bir kısmı, adı verilen bir teknik üzerinde çalışılıyor ortaya çıkarır dökümlü . Çıplaklık sizi konfor bölgenizin dışına çıkarırsa, iç çamaşırınızı ve birçok yeni geleninizi de koruyabilirsiniz.
Genellikle başınızın ucunu u şeklinde bir yüzeye yerleştirerek başlarsınız, böylece omurga nötr kalır. Terapist genellikle sırtını çalışan çeşitli kullanarak başlar masaj darbeleri dahil effleurage , yoğurma, sürtünmeyi, germe ve dokunarak.
Sırtını bitirdiğinde, her bacağın arkasında çalışır. Arka tarafla bittiğinde, çarşafı tutar ya da havluyı yukarı kaldırır ve geri dönüp aşağıya doğru süzülürken bakar, tekrar sizi örter ve her bacağın, her iki kolun önünü, sonra boynunu ve omuzlarını masaj yapar.
Bazı terapistler farklı bir düzende çalışırlar ve hepsinin kendi tarzı ve teknikleri vardır. Sadece 50 dakikanız varsa, belirli bir alanda daha fazla zaman geçirmelerini isteyebilirsiniz. Basınç çok hafif veya çok sağlam ise, konuşup konuşup terapistin bunu ayarlamasını istemelisiniz. Daha derin bir çalışma istiyorsanız ve kronik kas ağrısından kurtulmak için daha fazla baskıya tahammül ederseniz , başka bir İsveç masajı olan derin bir doku masajı yaptırmak daha iyidir .
Bir İsveç masajı maliyeti bir gitmek bağlı olarak değişecektir gün spa , resort spa , hedef spa gibi bir zincir Masaj Envy veya gidin masaj terapisti . İsveç masaj fiyatlaması, yaşadığınız ülkenin hangi kısmına ve spa’nın ne kadar lüks olduğuna bağlı olacaktır .
Neden İsveç Masajı denir? İsveç masajı, Asya tarzı masajda daha yaygın olan enerji çalışmasının tersine Batı anatomi ve fizyoloji kavramlarına dayanmaktadır. Hollandalı pratisyen Johan Georg Mezger (1838 – 1909), bugün bildiğimiz masajı sistemleştirdiği temel vuruşları göstermek için Fransız isimlerini benimseyen adam olarak kabul edilmektedir.
19. yüzyılın başlarında İsveçli fizyolog Per Henrik Ling (1776-1839), Stockholm Üniversitesi’nde, bir terapist tarafından gerçekleştirilen hareketleri içeren “Tıbbi Jimnastik” adlı bir sistem geliştirdi. Bunlar, 1858’de ABD’ye geldiklerinde, Avrupa’da “İsveç Hareketi” olarak bilinen “İsveç Hareketi Küresi” olarak tanındı.
“Masaj Tarihi” nin yazarı Robert Noah Calvert’a göre, Mezger’in sistemi Ling’in sistemi ile karıştırıldı ve daha önce geldiği için Ling, “İsveç Masaj Sistemi” için kredi aldı. Bugün Amerika’da İsveç masajı ve İsveç’te “klasik masaj” olarak biliniyor!
İsveç Masajı “Işık” Nasıl Gitti? Başka bir masaj tarihçisi olan Patricia Benjamin’e göre, İsveç masajı 20. yüzyılın ilk yarısında 1930’larda yumuşak doku manipülasyonu, hareketler, hidroterapi ve elektroterapi dahil olmak üzere tüm fizyoterapi sistemi olarak gelişti. Modern tıp, hastaneler ve ilaçlar, kültürümüzün sağlık konusundaki düşüncesinin en ön sıralarına taşınması lehine düşmüştür. Aynı zamanda fuhuş önü olan “masaj salonları”, gerçek pratisyenlere bir görüntü sorunu yaşattı.
Benjamin, masajla ilginin 1970’lerde karşı-kültür hareketinin bir parçası olarak yeniden canlandırıldığını söylüyor. Kaliforniya’daki Esalen Enstitüsü, mum ışığında verilen “Esalen masajı” nı geliştirdi ve uzun süre akan etkili bir ışıklandırma gerçekleştirdi. Mutlaka profesyonellere yönelik değildir, ancak dokunma ve verme temasını beslemek için.
Bu yöntem, İsveç masajını etkileyerek daha hafif bir gevşeme masajına yöneltti. Eğer gerçekten sonuç istiyorsan, düşünme gider, derin bir doku masajı yapmalısın. İsveç ve derin doku masajları, günümüzde kaplıcalarda en çok talep edilen masaj türüdür. İsveç masaj seansı öncesinde ve sırasında, terapistinizle iletişim kurun, böylece masajınız özel ihtiyaçlarınıza göre özelleştirilir.
İsveç ve Derin Doku Masajları Arasındaki Fark En çok talep edilen masaj İsveç çeşidi olmasına rağmen, derin doku masajları küçük kas yaralanmaları ve kronik kas problemleri için en iyisidir, ancak bu iki masaj versiyonunun tek yolu bu değildir.
Derin doku masajı, adından da anlaşılacağı gibi, kasların daha derin doku yapılarına odaklanır ve masaj terapistleri derin doku masajı uygularsa, kaslara karşı kuvvetli ve sabit bir baskı uygular. belirli kaslar.
Derin doku masajları, spor yaralanmaları, kötü duruştan kaynaklanan ağrı (tüm gün bir masada oturmak) ve kronik spazmları tedavi etmek için İsveç masaj’larından daha iyidir, ancak İsveç masajları derin doku masaj’larından daha kapsamlı ve daha rahatlatıcıdır.
Kaynak: http://www.35firma.com/
0 notes