Tumgik
#Bebeğin ilk adımları
fiyonka · 2 months
Text
Bebeğinizin İlk Adımları: Ne Zaman ve Nasıl Yürümeye Başlar?
Bebeğinizin ilk adımlarını atması, ebeveynler için heyecan verici bir kilometre taşıdır. Bu, bebeğinizin bağımsızlığını kazanmaya başladığı ve dünyayı keşfetmeye hazır olduğunun bir işaretidir. Peki, bebekler ne zaman yürümeye başlar ve bu süreci nasıl destekleyebilirsiniz? Bebekler Ne Zaman Yürümeye Başlar? Her bebek farklıdır ve kendi hızında gelişir. Bebeğinizin yürümeye başlaması için kesin…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
seyyahe-iavare · 8 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
28 ve 29. Günler/13-14 Eylül
Birşeyler oturuyor yavaş yavaş ben özüme dönmeye başlıyorum bir bebeğin ilk adımları gibi de olsa hamd olsun. Her iki gün de tam vaktinde uyanıldı. Neden çifter çifter yazmaya başladığım hakkında benim de pek bi fikrim yok. Olsun böyle de iyi hiç olmamasından. Bu şehri sevme ve benimseme çabalarıma bir yenisini ekledim. İHH'da güzel işlere niyetlendik çok şükür. Anneler Okuyor grubuna katıldım böylece hep okumalarımı düzenler ruhumu besler hem kaliteli insanlarla tanışırım dedim. Hayr olur inşallah bakalım ♥️ Dün gözümüzü kü...eye açtık:) Tatlıya karşı irade oluşturmayı başarıyorum sanırım artık. Eşime yaptığım tatlıdan dün yalnızca iki çatal aldım. Bi önceki gün kömbeyi kırıp sadece bir parça yedim ve yetti. Öncesinde elime bi kömbe alıp baktım ve onu bırakıp kalkıp üzümlü kefir yaptım bunlar dünya için küçük ama benim için oldukça büyük adımlardı. Bu hafta görece daha hareketliyim. Ama bi yandan hasta olmamaya direniyorum. Dün Ömer Hamza babasıyla konuşurken telefonu aldı ve sadece burun deliklerini görebildiğim bir ev turu yaptırdı :) Annesiyle mecburi muhatap etti beni yine önce ben selam verdim neyse Seyyahe bırak o sana çalışsın diyorum kalbime. Neyse şapşik telefonu yere koyup dedesinin yeni aldığı motorunu gösterrmeye falan çalıştı. Çocuk kalbe şifa, görebilmek hissedebilmek nasip olsun.
Yaa ben buraya irmik helvası pardon dalgonluk kahvesi üstadı @beyazagacsercesi nden onayını aldığım kahveyi koydum ama ondan onaylı olduğunun notunu düşmeyi unuttum 😅
23 notes · View notes
mertkocer1996 · 2 years
Text
Yalpalıyorum Allah’ım
Sis bulutları inmiş gibi zihnime
Eğrisini doğrusunu hesaplayamadığım ne varsa
Gelip zincire vuruyor düşlerimi
Düşene tekme tokat dalan bu dünyada
Bir bebeğin ilk adımları kadar tedirgin kalbim..
5 notes · View notes
adamyaziyoryaa · 2 years
Text
Tumblr media
Yalpalıyorum Allah’ım
Sis bulutları inmiş gibi zihnime
Eğrisini doğrusunu hesaplayamadığım ne varsa
Gelip zincire vuruyor düşlerimi
Düşene tekme tokat dalan bu dünyada
Bir bebeğin ilk adımları kadar tedirgin kalbim..
Keşke düşsem diyorum.
Düşsem toparlanırım
Düşsem yerim belli olur hiç değilse
Yerimi yurdum bilir, öyle kalkarım ayağa.
Şayet kalkarsam
Ki kalkacağım biiznillâh
İçimde dizginleyemediğim atları süreceğim bozkırlara
Geçeceğim Van Gogh’un yıldızlı gecelerinden
Arşa değen saçlarıma öreceğim asteroidleri
Ve bilmem kaç ışık yılı kadar çekip gideceğim dünyanızdan..
Yolum uzun..
İçimde yonttuğum kibrin âsi heykellerini
İbrahimî bir baltaya teslim ediyorum evvelâ.
Putlarınıza basarak y��kseldiğim arşın alnında
Yazgımın karasına bulaşıyor soğuk ellerim.
Gök şahidim olsun;
Kuşlar bilir aşikâr ettiğim sırrın yükünü.
Ben savrulurken şehrin dehlizlerinde
Yerimde esen yellerin de alacağı olsun.
Savruluyorum Allah’ım.
Yerimde gerçekten yeller esiyor.
Mevsim kırlangıç dönümü,
Ve ben kaderiyim bir çınar yaprağının.
Bir fare kapanında ezilmiş zihnim bulamıyor mekânsal izzetini
Öyle eğreti, öyle aidiyetsiz ki varlığım
Planda yokmuşum da, son anda dünyaya kabul edilmişim gibi.
Gidiyorum işte vedâları süzerek imbiklerden
Balıkların taht kurmadığı deryalardan,
Kuşların imzasını atmadığı göklerden geçerken
Geçemiyorum insanın insana tapuladığı yeryüzünden..
Öylece kalıyorum ortada yersiz ve mekânsız
Araf desen değil, kafes desen hiç değil.
Sen söyle de bileyim artık Allah’ım
Âleminde benim de yerim var mıdır?
Ravza Karakülah-Lâmekân
1 note · View note
durhanozge · 2 years
Text
Bugün öfkelenmeyeceğim!
Der Reikinin öğretisi. Biraz şifa için, biraz enerji için bu yola giren herkese ilk öğüdü bu olur Usui Reikinin. Hayatın dalgaları arasında, yarım yamalak çabayla yüzmeye çalışırken ne kadar zor gelir insana Öfkeye düşmemek. Bir çok yazı okurken, her birini özütleyerek, bebeğin adımları gibi hayatıma uygulamaya çalışırken aklıma düştü. Özellikle iş hayatında maruz kaldığım yoğun stress çoğu zaman beni alarmli bir bombaya dönüştürdüğünü hissediyorum. Attığım her adımda kendimi yeni bir bene doğru ilerletmek isterken bazen öyle çamurlara düşüyorum ki, bataklığa saplanıp kaldığımı hissediyorum. Halbuki öğrendiğim her ders bir tohum, ben ne kadar su verirsem o kadar büyüyecek. Atalarımın dediği gibi; bakarsam bağ olacak, bakmazsam dağ olacak. Bugün öfkenin beni ele geçirdiği yerde ilk defa durdum. Daha fazla parlamadan, karşısına geçip bir dk ya dedim. Benim Reikim bugün öfkelenmeyeceğim diyor dedim. Uçurumdan düşmeden önce ki bir adımı tuttum. Yarın daha da geride duracağım. Her gün yeni bir bene adım adım yürüyeceğim.
0 notes
mnsrykt · 2 years
Text
"düşene tekme tokat dalan bu dünyada bir bebeğin ilk adımları kadar tedirgin kalbim..."
59 notes · View notes
Text
Burası saklanmak için güzel bir yerdi benim için.Belki de ortaya çıkmakta.Gercek dünya denilen şeyin bir saçmalık olduğuna inandığım zamanlar uzak değil.Kendi dünyam vardı.Kendi karakterlerini seçip onları istediğim gibi şekillendiriyordum.Onlarin hayalimde beni uzmesine de mutlu etmesine de ben karar veriyordum.Ama neden uzmelerini istiyordum bilmiyorum.Sanirim gerçekliğe bir nebze de olsun tutunabilmek için.O halimi hiç özlemiyorum.Cok acınası bir haldeydim.Camdan dışarıya saatlerce bakıp hiç tanımadığım insanların bana selam vermesini bekliyordum.Öylece duruyordum.Sonra burayı buldum ve beni gerçekliğe biraz olsun yaklaştırdı.İnsanlar benimle konuşuyordu.Ama nasıl biriyle konuştuklarını bilmiyorlardı.O kadar derin bir bosluktaydim ki tutunabilecegim en küçük seye tutunup duygularımı yonlendiremez oldum.Bu sefer de kontrol benim elimde değil gibiydi.Ama yavaş yavaş öğrenmeye başladım.Sanki yeniden doğdum.Bir bebeğin ilk adımları gibi hayata yeniden tutunmaya başladım.Hayat uzun zaman sonra yüzüme güldü ve hayalimdeki mesleği yapabileceğim bölümü kazandım.Kendimin iyileştiğine ve artık eskisi gibi olmayacağım fikrine o kadar kaptırdım ki kendimi gittiğim şehirde herkesi tanımak istiyordum.Cok fazla arkadaşım olsun istedim.Cok kişiyle tanıştım ve ilk darbelerimi yemeye başladım.Cok insan tanımanın o kadar da iyi bir şey olmadığını fark ettim.Cunku bir sürü farklı düşünceye ve bakış açısına sahip insan var ve seninkiler bununla uymuyor.Ve böyle biriyle de arkadaş olmak zor.O an anladım ki hayat belli kurallarla ilerlemiyor.Sen senin için her şeyin mükemmel olduğunu düşünürken aslında bir hataya doğru hızla ilerliyormusum.Bunu fark edince de yeni bir tecrübe kazanmış oldum.Ve asla tam olmayacağım.Surekli öğrenip tecrübe edinecegim.Hata yapacağım.Hayat verdiğin kararlar ve kendi hakkında düşüncelerin ve zamanla ne kadar haksız olduğunu anlamadan ibaret!
~Bu arada bu yazıyı okumayın lütfen.Bunu sadece kendime yazdım.
Mutlu günler :)
23.01.2022 02.30
2 notes · View notes
birmihrice · 3 years
Text
Yalpalıyorum Allah’ım
Sis bulutları inmiş gibi zihnime
Eğrisini doğrusunu hesaplayamadığım ne varsa
Gelip zincire vuruyor düşlerimi
Düşene tekme tokat dalan bu dünyada
Bir bebeğin ilk adımları kadar tedirgin kalbim..
2 notes · View notes
yunusemreeural · 4 years
Audio
Saçların ne güzel süzülüyor omuzlarından, parmakların sonbahara inat, yeni açan dallar gibi göğüme yükseliyor. 
Kuşların gölgeleri değdikçe gölgene, ruhun da göç ediyor bilinmezliğe.  
Ahh’ elmacık kemiklerin bu kadar çıkık olmasaydı, tepetaklak düşmezdim ben de bahar kokan göğüslerine. 
Gülüşün diyorum gülüşün; öyle yoksun öyle mucizevi ki, bir bebeğin ilk adımları gibi düşe kalka…
Kasım 2019′
148 notes · View notes
bulutkarasi · 4 years
Text
yalpalıyorum allah’ım
sis bulutları inmiş gibi zihnime
eğrisini doğrusunu hesaplayamadığım ne varsa
gelip zincire vuruyor düşlerimi
düşene tekme tokat dalan bu dünyada
bir bebeğin ilk adımları kadar tedirgin kalbim..
keşke düşsem diyorum.
düşsem toparlanırım
düşsem yerim belli olur hiç değilse
yerimi yurdum bilir, öyle kalkarım ayağa.
şayet kalkarsam
ki kalkacağım biiznillâh
içimde dizginleyemediğim atları süreceğim bozkırlara
geçeceğim van gogh’un yıldızlı gecelerinden
arşa değen saçlarıma öreceğim asteroidleri
ve bilmem kaç ışık yılı kadar çekip gideceğim dünyanızdan..
yolum uzun..
içimde yonttuğum kibrin âsi heykellerini
ibrahimî bir baltaya teslim ediyorum evvelâ.
putlarınıza basarak yükseldiğim arşın alnında
yazgımın karasına bulaşıyor soğuk ellerim.
gök şahidim olsun;
kuşlar bilir aşikâr ettiğim sırrın yükünü.
ben savrulurken şehrin dehlizlerinde
yerimde esen yellerin de alacağı olsun.
savruluyorum allah’ım.
yerimde gerçekten yeller esiyor.
mevsim kırlangıç dönümü,
ve ben kaderiyim bir çınar yaprağının.
bir fare kapanında ezilmiş zihnim bulamıyor mekânsal izzetini
öyle eğreti, öyle aidiyetsiz ki varlığım
planda yokmuşum da, son anda dünyaya kabul edilmişim gibi.
gidiyorum işte vedâları süzerek imbiklerden
balıkların taht kurmadığı deryalardan,
kuşların imzasını atmadığı göklerden geçerken
geçemiyorum insanın insana tapuladığı yeryüzünden..
öylece kalıyorum ortada yersiz ve mekânsız
araf desen değil, kafes desen hiç değil.
sen söyle de bileyim artık allah’ım
âleminde benim de yerim var mıdır?
Tumblr media Tumblr media
2 notes · View notes
tumitutscanlation · 5 years
Text
Heavenly Blessing - 23. Bölüm
Mega // MangaTr
Bölüm 23: Bir Adımda Binlerce Kilometre, Kum Fırtınasında Yitmek
“AAAHHHHHHHHHH!!!”
Xie Lian elini geri çektiğinde söyleyecek sözü yoktu.
Ürpertici karanlıkla ne zaman bir şey görse veya bir şeye dokunsa hep o sessiz kalırken karşı taraf ilk çığlık atan oluyordu.
Bahçedeki bitkiler uzun ve kalınlardı; Xie Lian orada saklanıp otların arasında sürünen birinin bacağına dokunmuştu. Bacağa dokunup geri çekildiği anda önündeki otlar hareketlendi ve biri seslendi. “Vurma bana! Vurma bana! Gege, benim!”
Xie Lian yabani otları inceledi, ‘Vurma bana’ diye bağıranın kalın kaşlı ve büyük gözlü olan Tian Shen olduğunu gördü. Genç oğlan, Xie Lian’ın onu tanıdığını anlayınca rahatlıkla nefesini verdi. Diğer yandan Xie Lian rahatlamamıştı, hatta daha da alarma geçmişti, iyi olan kolunu savunma pozisyonuna kaldırdı. Bunun gibi durumlar altında kötü bir şey tarafından yaratılmış olan illüzyon olma ihtimali oldukça yüksekti.
“Diğerleriyle çölde değil miydin? Neden buradasın? Gerçekten Tian Shen misin?”
Tian Shen hızla açıkladı. “Benim! Ben gerçekten oyum! Tek gelen ben değilim; diğer üç amca da geldi. İçerideler. İnanmıyorsan bak!” Sarayın içine işaret etti. Beklenildiği gibi üç adam koşarak geldiler. Gerçekten de kafiledeki kişilerdi. Xie Lian’ı gördüklerinde adımları dondu ve garip gözüktüler. Xie Lian yavaşça ayağa kalktı ve silkindi. “Neler oluyor?”
Tüccarlar birbirlerine baktılar ancak hiçbiri seslerini çıkarmadı. Tian Shen garip sessizlikten sonra konuşandı. “…Gege, siz ayrıldıktan sonra Zheng amcanın acısı arttı ve çok perişan gözüküyordu. Sizin ne kadar sürede döneceğinizi bilmiyorduk ve kaybolmuş olabileceğinizden korktuk. A-Zhao-ge direkt BanYue Krallığına gideceğinizi söylemişti, o yüzden daha fazla yardım elinin gelmesinin daha iyi olacağını düşündük…”
Yani sözlerinin arkasındaki gerçek anlam tüccarların onların gitmesine izin verdikten sonra pişmanlık duyduklarıydı. Xie Lian’ın ShanYue otunu kendisi için saklayarak rehberlerini çalacağından korkuyorlardı. Böylece arkalarından gitmeleri için insan yollamışlardı. Xie Lian, Fu Yao’nun onları tutmadığını düşündü, muhtemelen üşenmişti. Yu Jun Dağı’nda olanlardan sonra Fu Yao’nun nedenleri dinlemeyen inatçı insanlar hakkında daha az endişelenemeyeceği belliydi. Xie Lian neden geldiklerini anlayabiliyordu yine de oldukça çaresiz hissediyordu. Alnını ovarak konuştu. “Hepiniz çok düşüncesizsiniz. Bunun gibi bir hisarda ne olacağını kim bilir ve buna rağmen geldiniz?”
Tian Shen, Xie Lian’a güvenmediklerini çok belli ettiklerinin farkındaydı, kötü hissediyordu. Bu yüzden öncesinde otların arasında saklanırken garip bir şekilde ses çıkarmamıştı. “Üzgünüm, Zheng amca için endişelendik ve öylece oturamazdık…”
Ne olursa olsun bu yaşam ve ölüm konusuydu ve tetikte olmak kesinlikle normaldi. Bir panzehir için o kadar ileri gitmeleri yoldaş olmaya değdiklerini gösteriyordu. Xie Lian onları bunun için azarlamadan iç çekti. “Eğer bölgeye girerken garip bir şeyle karşılaşmadıysanız bu şanslı olduğunuzdan. Fakat ShanYue’yi aramak için saraya gelmeniz gerektiğini nereden biliyordunuz?”
Tian Shen kafasını kaşıdı. “Nereden başlayacağımızı bilmiyorduk ama kırmızı kıyafetli Gege’nin söylediği hikayede yaprakları toplayan kraliçeydi değil mi? Kraliçe kesinlikle sarayı terk edemezdi, o yüzden buraya gelip şansımızı denemeyi düşündük.”
Xie Lian onların da aynı şeyi düşünmüş olduklarını düşünerek gülümsedi. Tam o sırada San Lang konuştu. “Buldum.”
Xie Lian döndüğünde San Lang’ın kıvrak bacaklarıyla uzun adımlar atarak yanına geldiğini gördü. Ellinde birkaç turkuaz yaprak vardı, kökleri hala saplarına tutuluydu.
Yaprakların boyutu bir bebeğin avcu kadardı. Şeftali şeklindeydiler, sona doğru sivriliyorlardı ve minik, ince köklere sahiptiler. A-Zhao’nun onaylamasına gerek kalmadan Xie Lian onların kesinlikle ShanYue otları olduğunu anlamıştı. Xie Lian’ın ağzını açmasına izin vermeden San Lang onun yaralanmış olan elini alıp kaldırdı.
Yılanın soktuğu eli normalde korkunç derecede şişmişti ancak San Lang yaradan zehri emdikten sonra şişlik tamamen zehirden arınmamış olmasına rağmen önemli ölçüde inmişti. Xie Lian’ın eli bir elinde ve ShanYue otları diğer elindeyken San Lang bitkileri avcunda sıkıştırdı. Elini tekrar açtığında otlar hiçbir çaba sarf etmesi gerekmeden toza dönüşmüştü.
San Lang nazikçe ve sabırlı bir şekilde tozu Xie Lian’ın eline ovarak sürdü. Tenindeki serinliği ve rahatlamayı hissedebiliyordu. “Teşekkürler, San Lang.” dedi Xie Lian.
San Lang cevaplamadı, tozu sürdükten sonra Xie Lian’ın elini bıraktı. Xie Lian onun davranışlarının ve aralarındaki atmosferin garip olduğunu düşünmeden edemedi. Bir şeyler kesinlikle eksikti ancak garip gözükmeden nasıl sorabileceğini bilmiyordu. Bu başka birinin fark edip anlayabileceği bir şey de değildi.
“Gege, ot işe yaradı mı? Doğru bitki mi?” Tian Shen endişeyle sordu.
Xie Lian cevapladı. “Çok daha iyi, doğru bitki olmalı.”
Bunu duyunca herkes heyecanlandı. “Acele edin! Daha fazla bulalım!” Çok geçmeden A-Zhao da bir el dolusu otu kaldırıp haykırdı. “Burada daha fazlası var.”
A-Zhao’nun elindeki yapraklar daha önce San Lang’ın kullandığı küçük acınacak halde olanlardan daha büyük ve genişlerdi. Fakat şeklilerinin ve izlerinin hepsi doğruydu, o yüzden herkes oraya toplanıp sevinçle haykırdı:
“Burada dolu bir alan var!”
“Çok fazla!”  
“Çok fazla toplayın! Bir sürü toplayalım! Bunları satabileceğimizi düşünüyor musunuz?”
Tüccarlar otları gürültü yaparak toplamakla çok meşguldüler ve Xie Lian durduğu yerden onları izlerdi, bir adım bile oynamadı. Elini inceleyerek bir süre düşündükten sonra San Lang’a döndü. “Sen de daha önce aynı alanı aradın değil mi? O zaman hiç rastlamadın mı?”
Xie Lian’ın ortaya konuşacak konu atmaya çalıştığı çok belliydi, soruyu sorduktan sonra kendisini oldukça acınası hissetti. Fakat San Lang kafasını salladı. “Oradaki otları kullanmamalısın.”
“Neden?” Xie Lian meraklıydı.
San Lang cevaplayamadan önce birinin bağırdığını duydular. “GİDİN!”
Herkes durdu. “Kim bunu dedi? Kim bağırıyor?”
“Ben değildim?”
“Ben de değildim…”
Ardından çığlık atan sesi yeniden duydular. “Gidin! Üzerime basıyorsunuz…”
Ses ayaklarının altından geliyordu!
Göz açıp kapayıncaya kadar kalabalık otların olduğu küçük bölgeden uzaklaşmıştı. Bunu görünce Xie Lian oraya gitti. Bu tür şeylere gelince ilk öne çıkan olmaya alışmıştı. Çığlığın geldiği çalılık alana yaklaştı ve kalın otları söktü. Herkesin nefesi kesilmişti.
Otların altında, çamurun içinde bir adam yüzü duruyordu.
Bunun gibi bir çamura yaşayan bir insan sadece suratı yüzeyde gözükecek şekilde gömülmüştü!
Kabus gibi bir sahneydi, birkaç tüccar birbirlerine sarıldılar ve bağırmaya başladılar. Xie Lian onları deneyim kazanılmış ve yetenekli bir şekilde avuttu. “Sakin olun. Herkes sakin olsun. Sadece bir insan yüzü, olağan dışı bir şey değil. Hepimizin yüzleri var, değil mi?”
Surat kıkırdadı. “Oh, seni korkuttum mu? Ah, kendimi de çok sık korkutuyorum.”
Diğerlerini sakinleştirdikten sonra Xie Lian diz çöküp çamurun içindeki suratı inceledi.
Şüphesiz ki bir adam yüzüydü; gülümsemediğinde oldukça düzdü fakat gülümsediğinde kırışıklıklarla doluydu. Xie Lian genç mi yaşlı mı olduğunu söyleyemiyordu. Surattan çok fazlasını çıkaramadı, bu yüzden direkt olarak sordu. “Sen kimsin?”
Çamurun içindeki yüz geri sordu. “Sen kimsin?”
“Biz buradan geçen tüccarlarız.” Xie Lian cevapladı.
Çamur surat uzun bir nefes verdi. “Geçen tüccarlar. Ben de eskiden bir kafilenin parçasıydım ama bu elli altmış yıl önceydi.”
Durum daha da delice bir hal almıştı.
Eski bir hisarın zemininde elli altmış yıldır gömülü olan bir adam hala insan mıydı?
Tüccarlardan biri titreyerek sordu. “O zaman… O zaman… Nasıl senin gibi kıdemli kimse… buraya… geldi?”
Çamur surat boğazını temizledi ve yüzünü buruşturdu. “Ben… Ben BanYue askerleri tarafından yakalanmıştım. Yanlışlıkla şehre girdim ve beni yakalayıp buraya gömdüler. Beni ShanYue otları için gübre yaptılar.”
Ellerindeki otların büyük ve geniş olmasına şaşmamalıydı! Canlı insanla beslenmişlerdi!
Tüccarlar hemen ellerindekileri cesetlere dokunuyorlarmış gibi attılar. Xie Lian da kendini eline bakmaktan alamadı fakat San Lang’ın konuştuğu duydu. “O etkilenmemişti.”
Xie Lian aydınlandı. Bu yüzden San Lang öncesinde bu kısma bakmış olmasına rağmen bunları bırakıp başka bir yerden küçük, neredeyse solmuş olan otu bulmuştu. Muhtemelen çoktan toprakta ne olduğunu görmüş olmasına rağmen suratı tamamen görmezden gelmişti. Xie Lian’ın eline sürdüğü bitki uzak ama bozulmamış olan bir bölgeden alınmıştı.
“Teşekkür ederim.”
San Lang kafasını salladı ancak yüzü hala kasvetliydi.
Xie Lian o akrep yılan tarafından sokulduğundan beri San Lang bu şekilde davranıyordu. Oysaki birkaç gün önce hep gege bu, gege şuydu. Ancak artık onu neredeyse hiç gege diye çağırmıyordu. San Lang ilk tanıştıklarında temasından kaçmıştı ve Xie Lian’ın dokunması onu bunaltıyormuş gibiydi. Şimdi de zehri emmesinin ve otu sürmesinin haricinde San Lang yeniden onunla temasa geçmekten kaçıyordu. Bu Xie Lian’ın garip hissetmesine neden oluyordu, aralarında mesafe olmasına alışkın değildi.
Çamur surat yeniden konuşmaya başladı. “Yıllardır gerçek insan görmedim. Bana… Bana yakınlaşıp düzgünce görmemi sağlar mısınız?”
Tüccarlar birbirlerine baktılar, herkes çamur suratın dediğini yapmamanın en iyisi olduğunu düşünüyordu. Bir sürenin ardından kimsenin yakınlaşmadığını görünce çamur surat konuştu. “Ne? Ne. İstemiyor musunuz? Ah… Ne yazık…”
“Neden yazık?” Xie Lian sordu.
“Siz geldiğinizden beri beni rahatsız eden bir şey var.” Çamur surat konuştu. “O yüzden iki gözümle görerek onaylamak istedim. Hepinizi düzgünce görüp emin olmak istiyorum.”
“Neyden emin olmak?” Xie Lian ısrar etti.
Çamur surat cevapladı. “Aranızda daha önce görmüş olduğum biri var… elli altmış yıl önce.”
Herkes sırtlarındaki ürpertiyi hissedebiliyordu, hepsinin tüyleri diken diken olmuştu.
Orada olan hiçbir ölümlü elli yaşının üzerinde olmamalıydı. Bunun anlamı o kişi her kimse insan olmamasıydı.
Xie Lian A-Zhao’dan Tian Shen’a oradaki herkesi süzdü. Bazıları şaşkınlık bazıları korku içindeydi. Bazılar endişeyle titriyordu ve bazılarının kafaları karışmışken dilleri tutulmuştu. Herkesin tepkileri normaldi. Eğer birinin garip tepki vereni göstermesi istense San Lang’ı gösterirdi. Fakat onun için de tepki vermemek normal bir tepkiydi.
Xie Lian, San Lang’ın ifadesiz yüzüne tekrar baktı ve çamur surata döndü. “Bahsettiğin kişi kim?”
Çamur surat cevapladı. “Sen… Yaklaş ve sana söyleyeceğim.”
Çamur surat ilk sorduğunda Xie Lian ona yüzde seksen inanmıştı fakat ikinci sefer de Xie Lian’ın tüm inancı kaybolmaktan beter olmuştu. Bu canavarın onları kötü işler çevirmek için yanına gelmelerini söyleyerek kandırıp kandırmadığını kim bilebilirdi ki? Xie Lian’ın onun gibilere dikkatini vermesinin olanağı yoktu.
Xie Lian kendini yerden kaldırdı ve ayrılmak üzereydi ki çamur surat sesini yükseltti. “Gerçekten kim olduğunu bilmek istemiyor musunuz? O hepinizi öldürecek.”
Çevirmen: Kae
Not: Xie Lian’ın San Lang artık onunla konuşmuyor diye endişelenmesi… ah… :’D
126 notes · View notes
huffaz1 · 4 years
Photo
Tumblr media
Yalpalıyorum Allah’ım Sis bulutları inmiş gibi zihnime Eğrisini doğrusunu hesaplayamadığım ne varsa Gelip zincire vuruyor düşlerimi Düşene tekme tokat dalan bu dünyada Bir bebeğin ilk adımları kadar tedirgin kalbim. Keşke düşsem diyorum. Düşsem toparlanırım Düşsem yerim belli olur hiç değilse Yerimi yurdum bilir, öyle kalkarım ayağa. Şayet kalkarsam Ki kalkacağım biiznillâh İçimde dizginleyemediğim atları süreceğim bozkırlara Geçeceğim Van Gogh’un yıldızlı gecelerinden Arşa değen saçlarıma öreceğim asteroidleri Ve bilmem kaç ışık yılı kadar çekip gideceğim dünyanızdan. Yolum uzun.. İçimde yonttuğum kibrin âsi heykellerini İbrahimî bir baltaya teslim ediyorum evvelâ. Putlarınıza basarak yükseldiğim arşın alnında Yazgımın karasına bulaşıyor soğuk ellerim. Gök şahidim olsun; Kuşlar bilir aşikâr ettiğim sırrın yükünü. Ben savrulurken şehrin dehlizlerinde Yerimde esen yellerin de alacağı olsun Savruluyorum Allah’ım. Yerimde gerçekten yeller esiyor. Mevsim kırlangıç dönümü, Ve ben kaderiyim bir çınar yaprağının. Bir fare kapanında ezilmiş zihnim bulamıyor mekânsal izzetini Öyle eğreti, öyle aidiyetsiz ki varlığım Planda yokmuşum da, son anda dünyaya kabul edilmişim gibi. Gidiyorum işte vedâları süzerek imbiklerden Balıkların taht kurmadığı deryalardan, Kuşların imzasını atmadığı göklerden geçerken Geçemiyorum insanın insana tapuladığı yeryüzünden.. Öylece kalıyorum ortada yersiz ve mekânsız Araf desen değil, kafes desen hiç değil. Sen söyle de bileyim artık Allah’ım Âleminde benim de yerim var mıdır? Ravza Karakülah 🌙Huffâz (Cappadocia / Kapadokya) https://www.instagram.com/p/B7foIxMFN4v/?igshid=zbq458gltj4w
1 note · View note
kahveyolcusu · 5 years
Note
Hafız efendi geceye şiir uzatırmısın 😇
Yalpalıyorum Allah’ımSis bulutları inmiş gibi zihnimeEğrisini doğrusunu hesaplayamadığım ne varsaGelip zincire vuruyor düşlerimiDüşene tekme tokat dalan bu dünyadaBir bebeğin ilk adımları kadar tedirgin kalbim..
Keşke düşsem diyorum.Düşsem toparlanırımDüşsem yerim belli olur hiç değilseYerimi yurdum bilir, öyle kalkarım ayağa.Şayet kalkarsamKi kalkacağım biiznillâhİçimde dizginleyemediğim atları süreceğim bozkırlaraGeçeceğim Van Gogh’un yıldızlı gecelerindenArşa değen saçlarıma öreceğim asteroidleriVe bilmem kaç ışık yılı kadar çekip gideceğim dünyanızdan..
- Ravza Karakülah - Lâmekân
2 notes · View notes
anisoptera-blog · 5 years
Text
'Sen ki bir bebeğin merakla beklenen o ilk kelimesisin.İlk adımları kadar özel, gülüşü kadar güzelsin.'
1 note · View note
aserkan · 6 years
Text
Phillip Cocu’nun başarılı olacağına dair inanç ve Gaudi’nin ölümü
Tumblr media
Rivayet odur ki, Katalanların ünlü mimarı Gaudi, kendisinden daha ünlü yapıtı La Sagrada Familia’yı uzaktan hayran hayran izlerken bir tramvayın çarpması sonucu hayatını kaybetmiştir. Hatta üstü başı kir-pas içinde gezdiği için onu kimse tanımamış, yerde can çekişirken yardım etmemiştir. Ben bu durumu futbol kulüplerimizin haline benzetiyorum. Ortaya koydukları esere yani takıma, dünyanın en iyi takımı muamelesi yapıp uzaktan hayran hayran izlerken, arkalarından onlara çarpmak üzere olan UEFA tramvayını fark etmiyorlar. Ve kazadan sonra kasaları boş, varlıkları temlik altında ve borç içindeki halleri yüzünden kimse onlara yardım da etmeyecek.
Hal böyleyken Fenerbahçe’nin Ali Koç, Damien Comolli ve Phillip Cocu ile çıktığı yoldaki projesi de, kısa sürede pozitif sonuç vermeyince eleştirilerin hedefi oldu. Bazıları haklı olan bu eleştirilerin bazıları içinse fazla erkendi. Fenerbahçe’nin ‘yeniden’ ortaya çıkması için 4 haftadan ziyade en az 6 yıl lazım. Kısa vadede ivmenin pozitif olması için de ligin ilk 17 haftasını tamamlaması gerekiyor. Unutmayın, Gaudi’nin La Sagrada Familia’sı da 100 yılda bitecek şekilde tasarlanmıştı ve hala bitmedi…
Peki, nereden geliyor Fenerbahçe’deki yapılanmaya ve Cocu’nun orta vadeden uzun vadeye geçerken başarılı olma ivmesini yukarı yönlü çevireceğine dair olan bu inanç? Ali Koç’un seçim sürecini ve bu sürecin 2003 yılındaki Barcelona ile olan benzerliklerini yazmıştım. (Buradan okuyabilirsiniz) O yazıda değindiğim ancak açmadığım bir konu vardı: Rijkaard’ın göreve gelmesi ve kariyerinin ilk günlerinde aldığı olumsuz sonuçlar. Cocu’nun kariyerinin başında da, şu an Fenerbahçe’de yaşadıklarına benzer bir durum var. Cocu, Rijkaard ve birçok Hollandalı hoca, Cruyff tedrisatı gereği bunu yaşar. Cruyff’un Barcelona’nın başına geçtiğinde yaptıklarına kimse anlam verememişti. Çok sonra anladılar ve sonuçlarını hala alıyorlar. Uzun vadeli planların ilk adımları, tıpkı bir bebeğin yürümeye başlamasına benzer. Bir zamanlar Usain Bolt da emekliyordu.
Gelin Cocu’nun teknik direktör olarak emekleme günlerine bakalım. Çünkü bu sayede Cocu’nun yapmak istediklerini daha iyi anlayabiliriz. Cocu’nun tesadüfi olarak değil, bir plan dâhilinde adımlar attığını görmemiz mümkün olacak. Fenerbahçe’de FFP nedeniyle kadrosunu erken kuramadığı gerçeğini de cepte tutmamız lazım.
Cocu, ilk ciddi teknik direktörlük sınavını PSV’de 2011/12 sezonunda verdi. Henüz herhangi bir ekolün mensubu değildi. Genç oyuncularla çalışma tecrübesi vardı sadece. Ancak futbolcu olarak Hollanda, İspanya ve Ortadoğu’da bulunmuş, Hollanda Milli Takımı kaptanlığı yapmış enternasyonal bir futbol adamıydı. PSV’nin Mart 2012’de önce Twente’ye 6-2, ardından NAC’a 3-1 yenilmesiyle Fred Rutten’in görevine son verildi. Onun yerine genç yardımcısı Cocu getirildi. Rijkaard’ın Barcelona’nın başına geçtiği (41) yaştan sadece 1 yıl büyük olan Cocu, o sezon sonuna kadar çıktığı 9 maçta 5’i ligin sonuna kadar seri olmak üzere 7 galibiyet, 2 yenilgi aldı. Ancak Cocu’nun o 9 maçlık serüvende yaptığı sadece bir şey, geleceğe dair mesaj veriyordu: 18 yaşındaki Memphis Depay’ı sürekli oynatmak.
PSV ertesi yılı Dick Advocaat ile geçirmeye karar verince Cocu yeniden U19’a döndü. 2012/13’ü Ajax’ın gerisinde 2. sırada bitiren PSV, 13/14 sezonunda takımı tamamen Cocu’ya emanet etti. Bu emanetle beraber artık bir ekol sahibi olan Cocu kendi imzasını taşıyacak işlere başladı. İşte bu imzalar ve sonuçları uzun vadeli Fenerbahçe planına ışık tutuyor.
Cocu’nun PSV’yi teslim aldığı yaz döneminde, kariyerleri için çok iyi teklifler alan 5 as oyuncu takımdan ayrıldı. Strootman, Roma’ya, Mertens, Napoli’ye, Lens, Dinamo Kiev’e, Marcelo da Hannover’e gitti. Hollanda’da oynayan hiçbir oyuncuya ‘5 büyük ligden birinde oynama’ ya da ‘Ukrayna’da 5 katı para kazanma’ deme şansları bulunmuyor. Tıpkı ekonomik problemler içinde olan Fenerbahçe’nin yaz başında Fernandao’yu, sonra da Josef ve Guiliano’yu satmak zorunda olması gibi. Cocu bu ayrılıkların ardından kafasındaki plana uygun transferler yaptı. 19 yaşındaki Adam Maher, 21 yaşındaki Jeffrey Bruma, 21 yaşındaki Santiago Arias transfer edildi. Bunlar takımın yaş ortalamasını düşürecek, (gidenlerin yaş ortalaması 27, gelenlerin 22’ydi. Fenerbahçe’de bu durum 29’a 24) uzun süre oynayabilecek ve sonrasında iyi paralara satılabilecek isimlerdi. En azından planlama bu yöndeydi. Gençlerin yanına Ji-Seong Park gibi tecrübeli bir isim kiralandı. Onun yanına devre arasında Bryan Ruiz de katılacaktı. Takımın gelişiminde büyük pay sahibi olacak Schaars da bu dönemde transfer edildi. Cocu’nun bir diğer önemli hamlesi ise birkaç yıl sonra takımın değişilmez oyuncuları olacak olan Jorrit Hendrix, Zakaria Bakkali ve kiralıktan dönen Jeroen Zoet’i A Takıma dâhil etmesiydi. Hemen hepsinin Fenerbahçe’de de bir karşılığı olduğunu ve PSV’de aldığı karşılığı görünce bunun bir plan dâhilinde yapıldığını anlıyoruz.
Peki, bu plan saha içerisinde nasıl işledi? Cocu, sezona çok kötü başladı. İlk 16 maçta sadece 5 galibiyet alabildi. Bunun yanında 5 beraberlik ve 6 yenilgi ile ligin 10. sırasında yerleştiler. Geçen sezonu ikinci bitirmesi yüzünden teknik direktör değişikliğine giden bir takım için kabul edilemez durumdu. Medya ve taraftar baskısı Cocu’nun omuzlarına binmeye ve büyük bir stres yaratmaya başladı. Bu yüzden ligin sonunu getiremedi. Cocu sağlık sorunları nedeniyle Mart 2014’te görevden ayrıldı ve yerini yardımcısı Ernest Faber’e bıraktı. Cocu’nun sırtında iyi huylu bir tümör çıkmıştı. Ameliyat oldu ve bir süre dinlenmeye çekildi.
Cocu’nun, PSV’deki görevinden dinlenmeye çekilene kadar yaptıklarına bakalım. Öncelikle takımı 4-3-3 oynatmaya başladı. İlk döneminde A takıma hazırladığı Depay’ı sol kanada, altyapıdan çıkardığı Bakkali’yi sağ kanada koydu. Göbeği tecrübeli Schaars ve yanında genç Maher ile ikiledi. Merkezi ise ayaklarına hâkim ancak o dönem için fazla ‘futurist’ bir 10 numara olan Wijnaldum ile tuttu. Zaman zaman 3’lüyü kendi içlerinde değiştirdi. Maher’i sağ, Wijnaldum’u sol iç kullandı. Merkezi defansif olarak sadece Schaars’a bıraktı. Aradığı forveti bir türlü bulamadı ilk haftalarda; Locadia mı, Matavz mı? Bir süre sonra Locadia’da karar kıldı. Wijnaldum, 7. haftadaki Ajax maçından önce sakatlandı ve sezonu kapattı. Bu hesapta olmayan sakatlık sonrası Cocu oyun planını değiştirmedi ancak ideal kadrosunu da kuramadı. Hiljemark ve Toivonen’i merkezde, sol ve sağ içte denedi, aradığını bulamadı. Bu sırada 23 yaşındaki Narsingh’in yükselmesini sağladı Cocu. Onu sağ dışta Park ve Bakkali ile rotasyonlu kullanıyordu. Bu sayede Bakkali’den faydalanmak adına onu solda da kullandı ve genç oyuncuya bir yetenek kazandırmış oldu.
Tüm bu sürecin ardından Cocu’nun hazırladığı takım Faber’in kontrolünde ligi ancak 4. bitirebildi Hatta sahasında Vitesse'ye 6-2 yenilerek kulüp tarihine kara bir leke bile sürdü. Ancak planı istediği gibi gitmiş ve gelecek yıllarda ligi domine edecek olan PSV’yi kurmuştu. Kaleci Zoet eldivenleri aldı. Hendrix ve Arias, A Takıma monte edildi. Depay, Narsingh ve Maher gibi yeni kadronun 3 yıldızı artık tamamen hazır hale geldi. Bir önceki sezon forvet bölgesinde aradığını, 14/15 sezonunun başında Mönchengladbach’tan transfer ettiği Luuk de Jong’la buldu. Ve o sezon başlayarak devam eden 4 yılda 3 şampiyonluğu PSV hanesine yazdırdı. Bunun yanında Cocu döneminde 3,5 milyon Euro’ya transfer edilen Jeffrey Bruma, 11,5 milyon Euro’ya Wolfburg’a; 675 bin Euro’ya transfer edilen Santiago Arias, 11 milyon Euro’ya Atletico Madrid’e satıldı. Cocu’nun A Takım oyuncusu yaptığı Memphis Depay 34 milyon Euro’ya Manchester United’a gitti. Zoet, Hendrix, Luuk de Jong ise 3 şampiyonluğa imza attılar ve hala PSV için oynuyorlar. Tek başarısızlığı Adam Maher’de yaşadı.
Anladığım kadarıyla Cocu, PSV’deki ilk yılının güncellenmiş bir halini, biraz da Rijkaard sosuyla (ikisinin de ilk başka ülke deneyimi) Fenerbahçe’de uyguluyor. Ayew transferi Park’ı, Barış Alıcı da Depay’ı karşılıyor. Cocu yine forvetini arıyor; Slimani mi Frey mi? Belki de PSV tecrübesi sayesinde Frey’i bir sonraki sezon Luuk de Jong gibi kullanacak. Göbek ve merkezdeki Benzia-Wijnaldum, Maher-Elif, Schaars-Jailson/Mehmet Topal da benzerlik taşıyan diğer oyuncular. Barış’ın, Berke’nin ve Ferdi’nin Arias ve Bruma gibi iyi paralara satılması planlar dâhilindedir. Elif Elmas’ın Depay gibi A Takıma monte edilip en büyük parayı da ondan kazanması, Fenerbahçe için sürpriz olmayacaktır. Ancak tüm bu detayların dışında, Fenerbahçe ilk yarıyı atlattıktan sonra gelecek sezonun takımını oturtmuş olabilir. Belki şampiyon olamaz ama gelecek senelerde ligi domine edebilecek, elindeki genç oyuncuları da büyük paralara satabilecek bir takım haline gelebilir. Bunu istikrarlı bir şekilde yaparsa Türk futbolu da kazanır. Portekiz’in Avrupa şampiyonluğu Sporting-Porto ve Benfica’nın buna benzer başarısı sayesinde geldi.
Fenerbahçe, La Sagrada Familia’ya değil; Gaudi’ye odaklanmalı. Eserin tamamlanması ve tamamen sanatçının ürünü olabilmesi için eserin bitmesi beklenmeli. Bundan sonrasını izleyelim, görelim…
3 notes · View notes
world-of-kar · 3 years
Note
Herkes birşeyleri düşünüyor papatya 🌼
Yeni doğmuş bebeğin heyecan veren attığı ilk adımları, sonbaharda dökülen yaprakların oluşturduğu büyüleci manzarayı, kitabın aşık eden kokusunu, müziğin etkileyici melodisini, leyla ile Mecnun'un aşkının gizemini ve gökyüzündeki yıldızların parlaklığını bir bedende nasıl toplar insan düşünmeden edemiyorum..
Bunlardan daha fazlasını da toplayabilir. Güneşin tenini ısıttığı gibi içini ısıtabilir, güldüğünde bütün bulutları yok edip gününü aydınlatabilir, kayan yıldızlardan daha fazla dileği gerçekleştirebilir, dünyada daha keşfedilmemiş melodilerden daha eşsiz duyulabilir...
0 notes