Tumgik
#sekülerlik
inancdunyasi · 11 months
Link
0 notes
yalnzardc · 5 months
Text
Despotizm : Bir birey veya sıkıca birbirine bağlı bir grup tarafından mutlak siyasi bir güç ile hükmeden, hiç bir yasal düzenleme veya bir organ tarafından kısıtlanamayan tek bir idari otoriteye sahip hükumet biçimidir.
Sosyal hayatta bulunduğu grupta baskın olan kendine göre bir disiplin ve katı kurallar yürüten ve bunların dışına çıkılması durumunda sert yaptırımlar uygulayan kişiye despot denir.
Dogmatizm : Her hangi bir iddiayı, önermeyi düşünce ve inancı hiç bir tartışma konusu yapmadan eleştiriye tabi tutmadan sadece duygulara, kişisel eğilimlere dayanmak sureti ile benimseme eğilimi.
Egoizm : kişinin kendini rahat hissedeceği ve mutlu olacağı yolları seçmesi, hayattaki felsefenin, benliğini memnun etme çabası olmasıdır.
Emperyalizm : Bir devletin kendi sınırları dışındaki başka halklar ve onlara ait topraklar üzerinde rıza almadan egemenlik kurması veya bu yöndeki politikası olarak tanımlanır.
Hedonizm : Hazcılık
Komünizm : Üretim araçlarının ortak mülkiyet üzerine kurulu, sınırsız, parasız ve devletsiz bir toplumsal düzen ve düzenin kurulmasını amaçlayan toplumsal siyasi ve ekonomik bir ideoloji ve harekettir.
Monarşi : Bir hükümdarın devlet başkanı olduğu yönetim biçimidir. bu hükümdar kral, şah , prens, imparator buna benzer isimlerle anılabilir.
Monarşi bir hükümdarın tek başına egemen olduğu yönetim biçimine denir.
Narsisizm : Kişinin kendine Aşık olma durumu.
Nasyonalizm : Irkçı milliyetçilik.
Nihilizm : Kelime anlamı olarak latince nihil (hiç) kökünden gelir. Geniş anlamda felsefi bir eğilim ve politik bir tavır olarak tanrının varlığını, toplumun geçerliliğini, bilginin imkan ve ahlak evrenselliğini reddeder.
Oryantalizm : E. Said'in tabiri ile Sömürgeciliğin keşif kolu. Oryantalizm'in tek amacı doğuyu tanımak değil onu bir nevi elde etmektir.
Radikalizm : Kelime manası köktenciliktir. Günümüzde her hangi bir düşüncede kökten davranma veya herhangi bir düşünceyi kökten yaşama manalarına gelir.
Rasyonalizm : Akılcılık olarak da adlandırılan, bilginin doğruluğunun duyum ve deneyimde değil düşüncede ve zihinde temellendirile bileceğeni öne süren felsefi görüş.
Sekülerizm : Sekülerlik dinin bireysel ve toplumsal plandaki karşılığıdır.
Septisizm : Etimolojik olarak şüphe etme, kuşkulanma gibi manalara gelmektedir.
Totalitarizm : Her şeyin devlet için olduğu devletin tüm bireylerin hayatı üzerinde hüküm sahibi olduğu yönetim şeklidir.
7 notes · View notes
erundur-adanion · 2 months
Text
Tumblr media
Neden Laiklik değil de Sekülerizm demeye tercih ediyorum?
Laiklik kelimesi Fransızca'nın "Laïcité" kelimesinden gelir ve Fransızca'da "Sekülerizm" yada "Sekülerlik" anlamına gelir.
Sekülerizm kelimesi ise İngilizce'den gelir.
"Sekülerizm" ve "Laiklik", birbirinin eşanlamlısıdır.
Peki ben neden "laiklik" demiyorum da "sekülerizm" diyorum, açıklayayım çünkü Türkiye'de uygulanan sekülerizm, yanlış bir şekilde uygulanmıştır;
1. "Din devlete karışmaz ama devlet dine karışır." Örnek; 3 Mart 1924 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı kurulup, Din tamamen Devlet denetimi altına girer. Halka sadece Sünnî mezhebinin Hanefî kolunun Matüridî ekolu hakkında eserler yazılır. Bu tamamen Sekülerizme aykırıdır çünkü Sekülerizm'de "Din siyasete karışmaz ve siyasette dine karışmaz." ilkesi vardır. Lakin Türkiye'de bu yanlış uygulandı.
2. "İslam dininin Sünnî-Hanefî-Matüridî mezhebi en doğru mezheptir ve diğerleri sapıklıktır." Bu da yanlış bir anlayıştır çünkü Kur'an-ı Kerim'de hiçbir mezhebin başka bir mezhebe üstünlüğü yoktur yada herhangi bir dininin başka bir dine üstünlüğüde yoktur. Kur'an'da İslam dininin tek bir kaynağı vardır oda İslam'ın kendisidir. "Dinlerini parça parça edip, grup grup olanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır, sonra (Allah) onlara yaptıklarını haber verecektir." En'âm Suresi 159. Ayet
3. "Bütün dinî metinler ve ibadetler Türkçe olmalıdır." Kur'an-ı Kerim gibi kıymetli bir kitabın Türkçe meallerini yazmak harika bir hizmettir ama Kürtçe gibi zengin bir dili inkar etmek akıl kârı bir iş değildir madem Türkçe varsa Kürtçe'de olsun.
4. "Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan halkın tamamı Hanefî'dir." Kesinlikle yanlış bir kavram. Türkiye Cumhuriyeti'nin %50'si Hanefî ve %50'si Şafii. Hanefî mezhebine mensup olanların çoğu Türktür ve Şafii mezhebine mensup olanların çoğu ise Kürdtür. "Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan halkın tamamı Müslümandır." Hayır, %75 Müslüman, %0.4 Hristiyan ve %? Yahudi, Zerdüştçü, Ateist, Deist, Yezidi ve diğer insanlarda var.
5. "İslam dinine mensup olan insanların dernek kurma hakkı vardır. (1950) Hiçbir dinin hiçbir şekilde dernek ve kurum kurma hakkı yoktur. (1924)" Evet, İslam dinine mensup olan insanlar 1950 sonrası dernek ve vakıf kurma hakları vardır ama başka bir dine mensup bir insan buna hakkı yoktur. Bu nasıl bir sekülerizm! Amerikan tipi Sekülerizmde "herhangi bir dine mensup olan kişiler, dernek ve vakıf kurma hakları vardır." Mesela; ABD'de Müslüman vakıflar, Hristiyan vakıflar, Yahudi vakıflar, Ateist vakıflar, Budist vakıflar ve Hindu vakıflar mevcut. Yani ABD'de her dinin dernekleri ve vakıfları var. İşte bu inanç özgürlüğüdür.
6. "Alevilerin cemevlerinden tapınak olmaz." Buda sekülerizme aykırıdır, çünkü inancı veya dini ne olursa olsun. Her bireyin ibadetlerini ve dinî vecibelerini yerine getirdiği yere tapınak denir. Mesela; Müslüman'ın Camiisi varsa Hristiyanın Kilisesi var, Yahudinin Sinagogu var, Zerdüştçünün Ateşgahı var yada her dinin bir tapınağı var. Yani bırak kim hangi tapınakta ibadet yaparsa yapsın bize ne! "1. De ki: "Ey Kâfirler!" 2. "Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk etmem." 3. "Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz." 4. "Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk edecek değilim." 5. "Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz." 6. "Sizin dininiz size, benim dinim de banadır." Kafirun Suresi buna bir örnek!
7. "Müslümanlara gelince özgürlük var, Alevilere gelince baskı var." Müslüman ne kadar özgürse Alevide o kadar özgür olmalı.
8. "Bütün vatandaşların zorunlu din dersine katılması mecburîdir." Hayır, neden. Hristiyan, Yahudi, Alevi, Zerdüştçü, Yezidi veya herhangi bir dine mensup olan bir kişi bunu istemiyor. "La ikrahe fid din." unutma bunu!
9. "İslam dinî bayramlar kutlanır ama diğer dinlerin dinî bayramları kutlanmaz." Örnek; Müslüman, Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı ve diğer bayramlarını kutluyor ama Hristiyan ve diğer dine mensup olan insanlar kendi bayramını kutlamak istediği zaman da devlet müdahele ediyor.
10. İşte ben bu yüzden Sekülerizm kelimesini kullanıyorum ve Laiklik kelimesini kullanmıyorum.
2 notes · View notes
gundemarsivi · 22 days
Text
Tumblr media
Görgüsüzler Çağı Görgülülerin Tutsaklığı
✍🏻 Anıl Güven
https://www.gundemarsivi.com/gorgusuzler-cagi-gorgululerin-tutsakligi/
“… Liberalizmi doğuran yalnızca burjuva değil, toplum içindeki değişik sınıfların toplu çelişki ve dinamikleridir. Bu çelişki ve dinamikler ise temelde modernizasyonla birlikte ortaya çıkmıştır. (…) burjuva tek başına kendi çıkarları doğrultusunda farklı siyasi yapılarla uzlaşmaya gidebilir.“ (*)
Dünyanın Doğusunda, yaşam Tanrı ve Din algısı üzerinden tansıklarla iç içe geçmiş bir biçimde yaşanmaktayken; Batı ve Kuzeybatı Seküler çağın gereklerini olabildiğince uygulanmaya koymuştu.
Sömürgeci, işgalci güçlere karşı yeryüzü tarihinde ilk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı verip, devlet kurmuş olan atalarımız, süreç içerisinde çağdaşlaşma ve aydınlanma yolundaki, ivmesi olağanüstü olan gelişmelerle ulusumuzu dinin çöl karanlığından kurtarıp LAİKLİK ilkesi ile yapılandırılmıştı. Saygın uluslar topluluğu içinde bir HUKUK DEVLETİ olarak yerimizi almıştık.
Ulu Önderimiz Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk‘ün ölümünün ardından dünyada yeniden esen savaş rüzgarlarından dolayı bir biçimde etkilenen ülkemiz, Faşizme teslim olmamak için olağanüstü mücadele etti… II. Dünya Savaşı’nda halkın yaşadığı kısmi yoksulluk; siyasal yapı içerisindeki İslamcılar için büyük bir fırsatı da beraberinde getirdi.
İsmet İnönü’nün çok partili hayata geçme kararı uluslararası arenada alkışlarla karşılanırken, ağızları sulanan sömürgeci güçler LİBERALLER ile hemen yatağa girdi!…
“İnsan akıllı varlık değildir.” (**)
Siyasal erkin yeni iyesi SAYLAVLARI bir anda her türlü gücün varlığını kendilerinde görmeye başladılar. Ülke yararına olan, Yatırımları durdurdular. Yerli üretimi yoksayıp ABD’nin (tavşana bak, burada!) babacan önermelerine: ”Buyurun gelin. Ne isterseniz yaparız!“ söylemine dek uzanan süreçten sonra; sağ muhafazakâr kesimi acıya boğan, 1960 askeri darbesi İslamcı kesimin sömürgeci odaklarla geliştirdikleri ileriye dönük İslamcı Türkiye hayallerini kesintiye uğrattı!
Bir devleti, dolayısıyla toplumu bir arada tutan:
İktisadi sermaye
Kültürel sermaye
Sosyal sermaye
Simgesel sermaye (***) dir.
Türkiye Cumhuriyetini kuran yönetsel erk, bunların tamamının içini doldurabilecek nitelikteki insanlardan oluşuyordu. “Uzak Asya’dan gelip Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.” (****) Demesini bilen, soy bilincine erişmiş, çağının ‘kutsal’ insanlarıydı!
Okuma yazma oranının % 10’larda olduğunu saptayan yöneticiler daha Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başında EĞİTİM seferberliğine başlamıştı.
Toplumdaki bireylere ekinsel varlıklarını belletirken, sosyal gelişmelerinin önünü açarak kendi habituslarını kurmaları gerekliliğini öğreten bir eğitim sistemi kurulmuştu. (Köy Enstitüleri aracılığıyla yaşam kalitesi tabana yayılması istemlendi.)
Seküler yaşam biçiminden mutlu olmayan, inanç bağlamında yaşam alanlarını Tanrı-Din iç içeliğinde buluşturmak isteyen; özgür birey algısına iye olmamak üzere direnç gösteren İç Anadolu insanı tarikat ve cemaatler aracılığıyla hızlıca kul olma yoluna girdiler.
Günümüzdeki yönetsel siyasal erk 22 yıldır bu kitle tarafından ayakta tutulmakta. Halife ve hilafet özlemi son yerel seçimlerde belirgin bir biçimde inişe geçmiş olsa da bu topraklarda kişisel habitatını kuramamış % 20’lik bir kesim bütün bir ulusun kaderini iç savaşa doğru çekmekte olduğunun kısmen bilincinde!
Dinsel söylemlerini her geçen gün yoğunlaştıran bu yapı, liberallerle Ulus devletin varlığından hoşnut olmayanlarla, Türkçe resmi dilin dışında dillerle teslimiyeti isteyen USA-İngiltere-AB beslemesi ayrılıkçı odaklar el ele Türk varlığına ve onu bir arada tutan değerlere acımasızca saldırgan tutum ve eylemlerde bulunuyor…
Bağnazlaştıkça bağnazlaşan bu kesime karşı direnmenin hak olduğunu unutmadan direniş geliştirmeliyiz.
Anıl Güven
Atina
Kaynakça:
(*) Goeff Eley
(**) Pierre Bourdieu
(***) Pierre Bourdieu
(****) Nazım Hikmet
#Emperyalist #İslamPolitikaları #laiklik #Liberal #Muhafazakarlar #Sekülerlik #siyasalislam #Siyaset #toplum #TürkiyeSiyasetTarihi #TürkiyeninSiyasalSosyolojisi
0 notes
theheartofmuses · 4 months
Text
normal bir ülkede hdp, akp diye bir şey olmaz
İnsanlar yarın sekülerlik gidecek mi diye endişe bile duymaz normal bir ülkede
Kürt nüfusu artıyor ve ele geçirecekler daha çok doğurmam lazım gibi korku duyuyorsanız giren çıkan belli değilse ülkeniz yok zaten
0 notes
birininhezeyanlari · 11 months
Text
şöyle bir iddia da bulunsam;
ruhen zayıf olan insanlar hasebiyle toplumsal bir sözleşme ihtiyacı doğmuştur.
dostlukla,sevgiyle,muhabbetle birbirine bağlanamayan insanlar, suç ortaklığında buluştular.
ve o iddianın devamını şöyle getirsem;
ruhen daha güçlü olan insanlar ise uyum gösterme yeteneğine sahiptirler ve onlar için bir sözleşmeye ihtiyaç yoktur. to be continued.
sekülerlik diyorum; arzuyu cinselliğe indirger.
arzu mu, kimi zaman eksiklikten ve çoğu zaman yoksunluktan doğar.
arzulu insan mı; işte diyorum, işte bu. o, özlemle kavrulan insandır.
to be continued.
esasen bu meseleleri şöyle etraflıca anlayabilmek için -platonik eros- kavramına bir göz atmakta fayda var.
0 notes
bluesyemre · 2 years
Text
Dinden Uzaklaşan Türkiye Dr. #VolkanErtit
Dinden Uzaklaşan Türkiye Dr. #VolkanErtit
Din sosyologu Volkan Ertit’le sekülerizmi, laikliği, muhafazakarlık ve modernliği konuşuyoruz. Sekülerizm, sekülerleşme nedir? Laiklik ile sekülerlik arasındaki fark nedir? Türkiye muhafazakarlaşıyor mu? Türkiye dinden uzaklaşıyor mu? Sekülerleşmenin göstergeleri nelerdir? İnsanlar, toplumlar neden doğaüstü alanlara ihtiyaç duyar? Türkiye’de diyanetin toplumsal yaşama etkisi nedir? Gerçek İslam…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
tp-tarih · 3 years
Link
Kartal Yolcu ___
Devamını okumak için lütfen bağlantıyı tıklayın.
1 note · View note
mgogu · 3 years
Text
whatsappı sadece Cuma günleri üzerinde Hayırlı Cumalar yazılı olan Atatürk görsellerine cevap vermek için kullanıyorum.
0 notes
kolej-postasi · 3 years
Text
İSLAMCI NAZİZMİN BOĞDUĞU MÜSLÜMAN
Tumblr media
Tarih: 4 Mart 2001.
Taliban, dünyaya duyurdu. İnsanlığın ortak mirası, Bamiyan’daki dev Buda heykellerini yıktılar. Denizden 2 bin 500 metre yüksekte inşa edilmiş, 53 ve 36 metrelik iki heykel, 6. yüzyıldan beri ayaktaydı.
Kısıtlamayı deldi, maskesiz yakalandı, savunması pes dedirtti!
Tarih: Mayıs 2015.
Suriye’de Palmira’yı ele geçiren IŞİD, 2 bin yıllık tarihi eserleri kameraların önünde parçaladı. Hayatını antik kente adayan arkeolog Halid el Esad’ı başını keserek idam etti.
Uzatmayayım...
Geçen hafta bu köşede, AKP’li vekil Ahmet Hamdi Çamlı’nın babasının yıktığı, yerine apartman diktiği I. Mahmut Çeşmesi’nin hikâyesini belgeleriyle okudunuz. Çeşmenin aslı nerede sorusuna yanıt veremeyen Çamlı, “çeşmeyi çalan kılıfını hazırlar” misali, musluğunun çalındığı haberiyle milleti oyalıyordu.
Açık konuşmamız lazım...
Dinin siyasete alet edilmesini tarif etmek için kullandığımız İslamcılık; insanlığın tarihini, birikimini, varlığını tehdit ediyor. İktidarı, ekonomiyi, gücü eline aldığında; her türlü medeniyeti yerle bir ediyor. Üstelik buna, üstüne oturduğunu iddia ettiği “İslam medeniyeti” dahil.
‘İki kadın eşittir bir erkek’
Son kurbanı mı?
Bu kez heykel, anıt ya da çeşme değil, bir insan, ilahiyatçı Profesör Mustafa Öztürk.
“Tarihselci” diyorlar, Kuran’ı tarihle ve akılla yorumluyor. Haliyle inancını hikâyelerle değil, mana ile tarif ediyor. Peygamberin etrafındaki Mekke toplumunun 6. yüzyıl insanları olduğunu hatırlayarak; dini, zamanın ve mekânın ötesinde tanımlamaya çalışıyor.
Ancak bizim İslamcıların bu yorum pek de hoşuna gitmiyor. Sakalla, bıyıkla, saçla uğraşanlar; felsefi derinliği olan bu yorumu “kâfirlik” sayıyor. Çoğu zaman söylediklerini cımbızlayarak Mustafa Öztürk’ün üzerine çullanıyor.
Yakınındakilere göre, Mustafa Öztürk gibi düşünenlerin kendisini halka anlatması çok zor. Zira İslamcılığın kuşattığı inanç dünyası, o derinlikte bir tartışmaya izin vermiyor.
Bazı konferanslarını dinledim. Bana sorarsanız imkânsız değil...
Örnek mi?
Yüzyıllar önceki sosyolojide, 2 kadının şahitliğinin 1 erkeğinkine eşit olduğunu hatırlatan Öztürk, 15 asır sonra İslamcıların yorumuna karşı çıkıyor:
“Sen bunu kalkıyorsun, mutlaklaştırıp sosyolojiyi ontoloji yapıyor, 2 kadın eşittir 1 erkek denklemini kuruyorsun. Allah’ın sana verdiği akılla dalga geçer gibi Mülkiye’den Maliye Bölümü’nden mezun olan kadın yarım ediyor, sokaktaki maraba erkek tam ediyor.”
Kısacası Mustafa Öztürk, bir Müslüman olarak inancını çağının içinde yeniden yaratıyor.
Peki, bu kadar anlaşılır bir fikri savunan Öztürk’ü bizim İslamcılar nasıl karşıladı?
Hepsinin özeti, bir cemaatin Öztürk’ü “zındık” ilan eden ünlü hocası şöyle yanıt verdi:
“Bir erkek şahit karşılığında iki kadın şahit getirilmesi, Allah’ın emri olmakla haktır ve dindendir. Bu emrin ve hükmün sayısız illet, sebep ve hikmetleri bulunabilir.”
Öztürk, dünyaya siyah-beyaz bakanlara gök mavisini anlatmaya devam etti:
“El, Orion Takımyıldızı’na bakarak Allah’ı görüyor, sen ‘bizim 2 karıdan bir erkek eder mi’yi din zannediyorsun.”
İslamcıları neden kızdırıyor?
Bana sorarsanız, Mustafa Öztürk’ün en büyük hatası, halen kendisini “bizim mahalle” dediği İslamcı kesim içinde tarif etmeye devam etmesi. Halen çözümü oradan çıkarmaya çalışması. Halen doğru bir yorumla İslamcılığı düzeltebileceğine inanması.
Peki, kendi ifadesiyle “öbür mahalle”nin içindeki Öztürk ne diyor? Ne söylüyor da bizim İslamcıları bu kadar kızdırıyor? Özetleyelim:
“Bizde din, insanın aynaya bakıp kendisiyle muhasebesini yapmayı gerektiren bir ilahi mesaj değil, başkalarına dikte edilmesi, bir kötek olarak kullanılıp başkalarının kafasının kırılması gereken bir ideoloji olarak bugün kullanılıyor.”
“Ben bazen empati kuruyorum. Laikçi seküler kesimden, söz-gelimi Bebek’ten, Etiler’den, Caddebostan’dan, Moda’dan baktığımda ‘bizim mahalle nasıl görünüyor’ diye, kıs kıs gülüyorum; ‘şunların rezilliğine bak’ diye.”
“Dünya görüşü bizim gibi değil, Kuran’ı okumuyorlar, eşleri, hanımları kapalı gezmiyor. Ama şehre, çevreye hayvan haklarına falan bakışlarına baktığınızda bizden kat be kat daha duyarlılar.”
Mustafa Öztürk, Halidi Bağdadi tasavvuf geleneğinden gelen bütün cemaatleri eleştirerek:
“Şimdi bu geleneğe bakarsanız, birinin bir sanatla estetikle meşgul olması, boş işler olarak görünür. Peki, dolu olarak uğraştığınız işler nedir sizin? Ben söyleyeyim, boş kaldığınızda dedikodu, haset, gıybet... Ürettiğimiz ne var Allah aşkına!”
“Türkiye’de istismar edilen ne yok ki başta din edilmiyor mu? Laiklik en azından bir kesim tarafından istismar ediliyor. Dini; paraleli ediyor, öteki ediyor, beriki ediyor. Yahu bu ülkede şeyhlik namıyla gezen, cinsel uzvunu öptüren adam var. Siz ne diyorsunuz?”
“Modernitenin dibine kadar emerek yaşıyoruz, modernitenin sunduğu bütün imkânları telef edercesine silip süpürüyoruz, ama iş retoriğe gelince gelenek retoriği üretiyoruz.”
“Arap bedevisisiniz. Hâlâ da bedevisiniz. Eğer bu İslam size kalsaydı çoktan Hicaz coğrafyasına gömülmüştü.”
Dinleyicilerine, “Ankara’da Ulus’ta köle pazarı olsun ister misiniz” diye soran Öztürk, köle pazarlarının Cumhuriyet ile birlikte ortadan kalktığını söyleyerek:
“Kusura bakmayın, bütün sevaplarına, günahlarına, hatalarına rağmen ben Atatürk’e minnet ve şükran borçluyum. İster beğenin ister beğenmeyin.”
‘Katli vaciptir’ fetvası
Yıllardır “mağduruz” diye ağlayan İslamcılar, kendi içlerinden bir çuvaldıza dayanamadı. “Kâfir”, “zındık” sözlerini, “susturun şunu” takip etti. YÖK’e “atın üniversiteden” yazıları yazıldı. Verdiği konferanslar bin bir yöntemle durduruldu. Hedef gösterildi. Hakaretlere uğradı.
Yaşadığı ruh halini şöyle anlatıyordu:
“Siz bunu yaşıyor musunuz, ben yaşıyorum. Benim çocuğum akşama geldiğinde ‘Twitter’da birisi babama kâfir demiş’ diye yaralanıyor. Kâfir diyenin de Ehl-i Sünnet diye başladığını görüyor, çenesinde sakalı var. Babasının 6 ay içinde 60 adet civarında CİMER’e ‘bu adamı kamu görevinden ihraç edin’ diye şikâyet dilekçelerine cevap yazmakla meşgul olduğunu, benim çocuğum görüyor. Ve şöyle diyor: ‘Müslümanlar birbirlerine bunu yaptırıyorsa, adı batsın öyle Müslümanlığın, dinin.’ Siz hiçbir şey söylemeden, sizin dünyanızdan uzayıp gidiyor.”
Sonunda iş Mustafa Öztürk’e “katli vaciptir” fetvalarına kadar geldi. Öyle gizli saklı da değil. Açık açık “Ulema sorgulasın. Tövbe etmezse katledilmeli” yazıldı.
Mustafa Öztürk, geldiği noktayı özetliyordu:
“Ben laik biri değilim, ben seküler biri değilim. Ben sosyal demokrat biri değilim. Ben İslamcı bir dünyanın içine gözlerini açmışım, duvarlara, Tek yol İslam, diye yazı yazmışım. Ben artık kendi Müslüman camiamın içinde nefes alamıyorum.”
Sonunda “pes” etti. Üniversitesine emeklilik dilekçesini verdi. Gazetesine, son mu bilmiyorum ama bir veda yazısı yazdı. “Artık balık tutup, fındık toplayacağım” açıklaması yaptı. “İslamcı engizisyon” dediği, “İslamcı Nazizm” dediği düzen onu boğmuştu. Sahneden çekildi.
Mustafa Öztürk’ün hikâyesi; dini, kendi vicdanındaki gibi yaşamak isteyenleri aslında kimin engellediğini gösteriyor. “Din ve vicdan hürriyeti”nin düşmanlarını anlatıyor. Tarikatların ve cemaatlerin kontrolündeki İslamcılığın, Türkiye’yi Arap çöllerine çevirme stratejisine ayna tutuyor.
Hangi renkten, hangi inançtan, hangi ideolojiden olursak olalım sorunumuz ortaklaşıyor. Lüks arabalarla gezen, beton ve demir kuleli adamların, medeniyetimizi yıkmasına izin verecek miyiz?
Vermeyeceğiz!
ARALIK 7, 2020 | CUMHURİYET*
BARIŞ TERKOĞLU |  İSLAMCI NAZİZMİN BOĞDUĞU MÜSLÜMAN
Tumblr media
0 notes
felsefesitesi · 2 years
Text
DMY Felsefe yeni yazı
DMY Felsefe, yeni felsefeler :) : https://www.dmy.info/aydinlanma-cagi-nedir/
Aydınlanma Çağı Nedir?
Tumblr media
Aydınlanma Çağı, Akıl Çağı ya da Aydınlanma Dönemi 17-18. yüzyıllarda Avrupa’daki entelektüel bir evredir. Karakteristik özellikleri arasında insan aklına güvenmek, insanın mutluluğunu önemsemek; özgürlük, eşitlik, adalet, anayasa, sekülerlik, hoşgörü gibi kavramları vurgulamak vardır. Tarihi Aydınlanma Rönesans hümanizmine ve Descartes, Bacon, Newton gibi filozofların şüpheci yöntemlerine temellenir. Rönesans hümanizmi Orta Çağ’da aşırı düzeye ulaşan kilise baskısına bir tepki olarak klasik Yunan’ın pagan filozoflarına ve öte dünya karşısında önemsizleştirilen bireye bir dönüş idi. Descartes, Bacon ve Newton ise insanın bir şeyler yapabileceğine, özne olarak düşünmeye cesaret edebileceğine işaret ettiler. René Descartes’ın Method Üzerine Konuşma(1637), Isaac Newton’un Principia Mathematica’sı (1687) ve Francis Bacon’ın
4 notes · View notes
olguunal · 3 years
Text
Tarih Kemalistleri Çağırıyor!
Türk demokrasisi çeşitli krizlerin içinde debelenerek bugünlere geldi. Bu demokrasi yolculuğunu milli mücadeleyi referans alarak başlatırsak, “radikal bir realizm” olan Kemalist devrim yaşandı, çok partili hayata  geçildi, bir başvekil ve bakanları asıldı, yaklaşık 10 yılda bir askeri darbeyle demokrasi kesintiye uğradı, sağ ve sol çatışmasıyla “ufak çaplı bir iç savaş yaşandı” ve tarihin en uzun soluklu Kürt isyanı ise hala sürmekte. Son olarak da “sivil otoriterlik” olanca hışmıyla “gündemi” dayatmakta ve belirlediği “gündemle” de bütün kurumların içini boşaltmakta.
Yukarıda kaba bir özetini yaptığımız bu demokrasi serüveninin omurgasını Kemalizm ekseninde, yeni bir bakış açısıyla yorumlamaya çalışacağız. Önce bir Kemalizm tanımı yaptıktan sonra Türkiye’nin kangren olmuş sorunlarını bugüne getirip sorunlara şimdilik çözüm önerisi sunmadan hangi temelle yaklaşmamız gerektiğini belirleyeceğiz. Kemalizmi, “tarih olarak” Kurtuluş Savaşı’ndan 1950 seçimlerine kadar olan süreçte yapılan devrimlerin toplamı anlamlandırdığımı ifade etmek isterim.
Kemalizm “o çok sevdiğim tanımlamayla” yurdumuzun kendi koşullarından doğan ve gelişen ; tam bağımsızlık, anti-emperyalizm ve Misak-ı Milli temelleri üzerinde yükselen, içinde evrensel değerler barındıran ulusal bir çağdaşlaşma ideolojisidir. Aynı zamanda bu ideoloji; komünizm, kapitalizm gibi “katı” ideolojilerin “motivasyonundan” ayrılmakta, ülkesine dair sorunları “doktriner” çabaların sıkışmışlığını aşarak, evrensellik barındıran bir vizyonla çözme iddiası taşımaktadır.
Kemalizm “radikal bir realizmdir”. Yani Kemalizm, kendisine kadar birikmiş bir çok sorunu, birikmiş olan o “entelektüel çabayı” da dikkate alarak “radikal ve gerçekçi” çözümlerle sonuca ulaştırmayı hedeflemiş ve başarmıştır. “Gökten zembille geldi” gibi eleştirilerin “tabii ki” aksine hemen hemen bütün temel devrimler çok çeşitli tartışma zeminleriyle olgunlaşmış ve “radikal iradenin” vizyonuyla da hayata geçmiştir. Saltanat ve hilafetin ilgasından cumhuriyete geçiş de , Latin harfleriyle yazıya geçişe kadar hemen her şey Osmanlı’dan beri süregelen tartışmaların bir eseridir.
Kemalizm “eskiyi” tasfiye edip, “yeniyi” inşa ederken “pozitif ilerlemeyi” kurgulamış, “geçmişin yükleriyle” yaşamayı değil “geleceğin umuduyla” yaşamayı senkronize etmeye çalışmıştır. Örneğin “vatandaşlık bilinci” veya “Türk milliyetçiliğini” bu şekilde açıklamak mümkündür. Osmanlı’nın son dönemlerinde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında bu coğrafya, demografik olarak “olağanüstü” değişimler yaşamıştır. Ermenilerin tehciriyle bir kadim halk maalesef Anadolu’dan “uzaklaştırılmış”, Yunanlılar ile “mübadeleye girilmiş”, Kafkaslardan Anadoluya göçler yaşanmıştır. Bu “olağanüstü” demografik değişimlerle oluşan “yük”; nefret veya negatif duygularla oluşan bir motivasyonla değil “yeni bir insan” yaratmak ve bunu da “Türklük” ile ilişkilendirilmekle aşılmıştır. İnsanlar “tebaadan”, “vatandaşlığa” yükselmiştir!
Kemalizm aynı zamanda bir “ülkelerle eşitlik” çabasıdır. İmparatorluk mirasına sahip bir ülke olarak, içinden çıkan ülkelere karşı “eşit olma” çabası güden bir anlayış geliştirmeye çalışmıştır. Yüzyıllarca “hükmedilen” Balkanlara da Arap coğrafyasına ve bunların “trajik kaybına” rağmen “nefret” veya dar bir milliyetçilik anlayışıyla yaklaşılmamış, “eşit ülke” anlayışı çok uzun yıllar ülkemizin temel motivasyonu olmuştur. Yunan başbakanı Venizelos’un, Atatürk’ü “Nobel Barış” ödülüne aday göstermesinin anlamını da bu anlayışın bir getirisi olarak yorumlamak mümkündür.  Diğer pek çok imparatorluk geçmişine sahip ülkelerin “bu vizyona sahip bir şekilde” davranmadığı da oldukça açıktır.
Osmanlı’da siyaset daha çok “askerlerin” veya “yüksek görevli bürokratların” ilgilendiği bir alan olmuştur. Herhangi bir baskı sınıfının -yani burjuvazi veya işçi sınıfının (vb)- gelişmemesi “sivil siyasetçi” kavramının oluşmasını engellemiş, dolayısıyla iktidar değişimleri “askeri yöntemlerle” olmuştur. Bir kısım padişahlar “askeri güçle” devrilmiş, kimi sadrazamlar asılmış, kimi zaman da padişahlar askeri kurumları tasfiye etmiştir. Yani “askeriye” veya “gücün silahlı hali” siyasette hemen her zaman en “hareketli” kurum olmuştur. Kemalist önderlerin önemli bir kısmı aynı zamanda birer asker oldukları için, içinden çıktıkları kurumun siyaset girdabına girdiğinde neleri yaşatabileceğinin en derin halini – Balkanların kaybı,1. Dünya savaşı vs vs- yakınen görmüşler ve buna dair önlemler de almışlardır. Sonuçta askerin siyaset dışı kalma durumu için “çaba” gösterilmiş, en azından 27 yıl boyunca (1923-1950 arası) asker, siyaseti hareketliliğin dışında kalmıştır. Sonuçta Kurtuluş Savaşı “bile” Meclis’ten yönetilmiştir. Bunu da “Meclisin askere” hükmedeceği bir sistemin inşası olarak yorumlamak mümkündür.
Kemalizm aynı zamanda bir çok Batı ülkesine göre dahi “kadın ve kadın hakları konusunda” oldukça radikal bir çabaya girmiş, “kadınlara seçme ve seçilme hakkını” sağlayan ilk ülkelerden biri olmuştur. Sosyal yaşamda oldukça geride olan “kadın görünümünü” eğitimle ve “farklı” çabalarla aşmaya çalışmış, nüfuz ettiği bütün “kurum” veya “yapılarda” kadın temsiline dair bir anlayış geliştirmiştir.
Seküler bir yaşam formu yaşatma geliştirme ve laiklik de Kemalizmin bu ülkeye “armağan ettiği” en etkili “devrimlerden bir tanesi”.  “Dinin siyasi tahakkümü” ve “dinin günlük yaşama etkisi”, “laiklik” vizyonuyla “geriletilmiş”, “seküler yaşama formu” ülkeye kazandırılmıştır. Çoğunluğun Müslüman olduğu bir ülkede “dini bireyselleştirme çabası” ve buna dair reformlar “hala daha” başka bir Müslüman ülkede “görülmüş değil”.
Yukarıda özetlediğim konular Kemalizmin altı ilkesinin içinde ve/ veya dışında değerlendirilebilecek önemli mihenk taşları. “Radikal bir realizm”, “pozitif ilerleme”, “ülkelerle eşitlik çabası”, “kadın haklarında ilk” ve “laiklik” vizyonlarını ise bugüne taşıyıp Türk demokrasisinin bugünkü sorunlarının çözümüne dair “temeli” işlemeye başlayacağız.
1950 seçimleriyle birlikte, “Kemalizm” iktidarı “oldukça barışçıl” bir şekilde Demokrat Parti’ye (DP) bırakmış;  bu konuda da “dünyada çapında bir öncü davranış” sergilemiştir.  Maalesef DP iktidarı bir askeri darbeyle devrilmiş ve bu çok partili demokrasi deneyimi “kötü” bir yol kazasına uğramıştır. Bir cuntanın bu darbeyi başarması ise “ordunun sürekli kaynayan bir kazan” halini 1960-1980 yılları arasında ülkeye yaşatmış; 1980 yılında  “emir-komuta” zinciri dahilinde yapılan darbe, “cuntaların yarıştığı bir ordu” hüviyetine son vermiştir. 1990’lı yıllarda “postmodern darbe” hevesiyle iktidarlar kansız bir şekilde “düşürülmüş”  ve en son da “islamcı cemaatin” 15 temmuz kalkışması yaşanmıştır . 1960 darbesiyle başlayan “askerin siyasetin direk içinde olma hali ve isteği” bugünlere kadar sürmüştür. Ordunun “tarihi gücüne” yaraşır şekilde; yeni ve demokrasi içi bir konuma yükseltilme ihtiyacı vardır!
Cumhuriyetin ilanından sonra Dersim isyanına kadar bir çok Kürt isyanı çıkmış ve bunlar da bastırılmıştır. İsmet Paşa’nın deyimiyle “Kürt sorunu vardır, sindirilmiştir ama vardır” durumu 80’li yıllara kadar “suskun” bir şekilde gelmiş, bu sorun daha sonra PKK’nın çıkmasıyla terör-özgürlük denklemine oturmuştur. Sonuçta var olan bir “sorun” PKK’nın şiddetiyle hem görünür hale gelmiş hem de “terörize” olmuş, 40 yıllık bir “çözümsüzlükle” de günümüze gelmiştir. Devletin bu soruna yönelik “ sadece askeri yaklaşımı”, sorunu hem karmaşıklaştırmış hem de ciddi insan hakları ihlallerine sebebiyet vermiştir. “Kürt sorununun sivil sahiplerinin” de hala “hapsedilme siyasetine” maruz kalması ve kendilerinin de terör-özgürlük alanında bir sivil siyaset üretememesi  de “olanca görkemiyle” devam etmektedir.  Her ne kadar bu sorun etnik bir çatışmaya dönüşmemiş olsa da “yeni bir pozitif kimlik inşa etme ihtiyacı” bu sorun özelinde belirmiştir.
Türkiye hemen her zaman ciddi insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir ülke olmuştur.  Buna dair bilincin de “hala daha oldukça zayıf olması” fevkalade şaşırtıcıdır. Hemen her kesim, ciddi insan hakları ihlallerine uğramış ve “ağır insan hakları ihlalleri” de devam etmektedir. Menderes, Polatkan ve Zorlu ile Gezmiş, İnan ve Aslan siyasi kişileri asılmış, Diyarbakır cezaevinde insanlara dışkı yedirilmiş, ülkücü ve solcu gençler 12 Eylül zindanlarında işkencelere uğramış, Aleviler Sivas’ta “yakılmış”, başörtülü insanlar başörtüsüyle okullarına girememiş, askerler  ve Kemalistler de Balyoz ve Ergenekon davaları sürecinde ciddi insan haklarına uğramışlardır. Az ya da çok olmasına bakmadan  her kesim “insanca siyasi mücadele sürdürme” hakkından “en azından bir süre” mahrum kalmışlardır. Maalesef “gücü eline alan” da “geçmişte mağdur olmasına bile” bakmaksızın “karşı kimliklerden” öç alma duygusuyla hareket etmiştir. AİHM’de insan hakları konusunda en çok “ceza ödeyen devletin” Türkiye olması “şaşırtıcı değil belki” ama “onur kırıcı”!
Kadın hakları konusu ise ülkenin “en dinamik” sorunlarından bir tanesi. Kadınların hem “eşitlik” konusunda hem de “şiddetin önlenmesi” konusunda ciddi bir muhalefeti, güçlü örgütlenmeleri haklı ve güçlü sesleri var. Cumhuriyetin kadın hakları konusunda attığı ilk adımlar, o gücüyle maalesef devam edememiş ve sonra da “hep sallantıda” bugünlere gelmiştir. Türkiye’nin tabandan gelen “en örgütlü” hareketi diyebileceğimiz kadın hareketi elbette hepimize çok şey öğretecek!
Laiklik/sekülerlik eksikliği ve “sivil otoriterlik” konuları ise birer “tamlamayla” tanımlanabilecek konular: birisi ekmek ve su kadar hayati, diğeri ise zehir içmişçesine “yok edici”...
Yukarıda özetlediğimiz şekilde, Türkiye’de “siyaset” kötü bir şekilde tıkanmış durumda ve kendisinin önünü açacak bir “radikal bir realizm” arıyor. İngiltere ve İspanya vb “medeni” ülkelerin yaptığı gibi, kendi kimlik sorunu olan “Kürt sorununu” çözmüş; tarihi gücü oldukça yüksek olan orduyu demokrasi içinde yüksek bir makama yerleştirmiş; Ortadoğu’da Şiiler ve Sünniler birbirini boğazlarken, Aleviler ile Sünnileri “huzur  ve adalet“ içinde yaşatacak formülü bulmuş; kadın hakları konusunda %99.9’u Müslüman bir ülkede” “eşitliği” sağlamış; laikliğin islamcılar için bile su kadar gerekli olduğunu “islamcılara” öğretmiş; her türlü “otoriterlikten” uzak, “insanca” ve “demokratik” bir düzeni bulmuş Türkiye.
Yani, tarih Kemalistleri çağırıyor!
1 note · View note
tp-siyaset · 3 years
Link
Sekülerlik iddiasına gelince: "Ülkücüler her ne kadar milliyetçi olsa da, İslam'dan bu kadar uzaklaşıp, bu kadar milliyetçi, bu kadar seküler olmamalı"diyorlar da, soru burada başlıyor aslında. Asıl bu sorunun cevabını, soruyu soran arkadaşlar vermeli. Milliyetçilik ne kadar İslamlaşmalı? Ya da İslamlaşmada bir miktardan bahsedilebilir mi? Bahsedilirse bu miktarı önce onlar belirlemeli ki, diğer taraf onu eksik ya da fazla bulsun. Evet! Biz milliyetçiler ne kadar İslamcıyız? Ya da İslamlaşmalıyız? Veya Türk milliyetçiliğinde İslamcılığın yeri ne? Veya kim kimin içinde? Milliyetçilik mi İslam'ın, İslam mı milliyetçiliğin içinde? Nasıl ve ne kadar İslamcıyız? Veya nasıl ve ne kadar milliyetçi olabiliriz? Sorulardan da anlaşıldığı gibi işin içinde miktarın ötesinde ruhsat meselesi bile var; ve bu bile başlı başına işin içinden çıkılmaz bir tartışma konusu, üstüne üstelik ciddi bir tartışma konusu.
Hasan Gömleksiz ___ Makalenin tümünü okumak için lütfen bağlantıyı tıklayın.
1 note · View note
gazetelinkmedya · 5 years
Text
Karşı devrim korkusu ya da ikinci restorasyon mu, yeni bir laikleşme atılımı mı? / Mahmut ÜSTÜN
Karşı devrim korkusu ya da ikinci restorasyon mu, yeni bir laikleşme atılımı mı? / Mahmut ÜSTÜN
T24’te Tayfun Atay, seçim sonuçlarının aynı zamanda siyasal İslamcı tabanda yaşanmakta olan sekülerleşmenin dışa vurumu olarak ve AKP’nin dinselleştirme politikasına bizzat siyasal İslam’ın tabanından bir itiraz olarak okunabileceğini yazdı. Önemli ve yerinde bir tespit olduğuna kuşku yok.
Seçim sonuçları bize daha önce yaşanan eğilimlerden bambaşka mesajlar vermiyor elbette. Yalnızca…
View On WordPress
0 notes
birkacnota · 3 years
Photo
Tumblr media
Kendimi bildim bileli sakin bir birey oldum hep. Kimi zaman bu umursamaz biri olduğum anlamına geldi dışarıdakiler tarafından , kimileri gamsız dedi. Ben sineye çekmek olarak değerlendirdim. Yaşadığım iyi veya kötü ne varsa hislerimi gizledim hep. En son ana kadar beklemenin daha az yıkıcı olacağına inandım. 
30 yılı devirdiğim şu orta uzun hayatımda “ bunun böyle olacağını biliyordum “ dediğim bir çok olayla karşılaştım. Attığım herhangi bir adımda duygularımı öne katarak ilerlemeyi tercih etmedim. Etmemenin de ne kadar haklı bir yanı olduğunu yaşadıkça öğrenmeye devam ediyorum. 
Duygularla hareket etmek elbetteki güzeldir ama bazı konularda. Mantık herzaman insanı zinde tutar. Sakinlik herzaman yapılabilecek büyük yanlışlardan korur. Ama kalp , duygu , yürek .. işin içine zaaflar karıştığında umut edilen şeyin büyüklüğüyle doğru orantılı olarak sarsıntılar da yıkıntılar da büyük oluyor. Ve dahi öyle durumlarda dost bildiğin kimseyi de bulamıyorsun. Buldukların da iki kelimeyi ya bir araya getiremiyor ya da seni dinlemiş gibi yapıyor. 
İyi bir insan olmak... 
Hayatım boyunca olduğum gibi değil , olması gerektiği gibi yaşamayı tercih ettim ben. Hiçbir kimseye kem gözle bakmadım , bakmayacağım. 
Kimseyi yaptıkları sebebiyle yargılamadım. Biri birşey yaptığıda sana maddi manevi eğer bir zararı yoksa vardır bir bildiği deyip geçmek daha kolaydır. 
Ama artık günümüzde vardır bir bildiği demek de çok zor. Çünkü insanlar artık o yoldan çoktan çıktı. Bildiği demek yerine vardır bir menfaati demeye başladık nitekim. Böyle istendi , böyle oldu.  Yarınlardan umutları olan insanların önüne saldırgan , vicdanını kaybetmiş , taraf olmayanı bertaraf eden ve ikiyüzlü bir topluluk bıraktılar. 
Bu topluluklar önce teraziyi kırdı. Adalet hepimize lazım dedikçe yanılıp yakıldık. 
bir tas su , bir parça ekmeği paylaşmak öğretilmişti bizlere . Sekülerlik moda oldu şimdi. Sokakta çöp kutularından evine erzak yaratmaya çalışan insanlar , fakirin fukaranın yetimin hakkını yiyen mahlukatlar tarafından hor görüldü. 
Bütün bunlar olurken , vicdanını kaybetmemiş manevi korkularıyla yaşayan insanlara hasret kaldık. Gördüğümüz yerde aslında normal olan şeyler anormalmiş gibi , sanki çöldeki bir vahaymış gibi görünür oldu gönül gözümüze. 
Daha yazılacak , söylenecek elbette bir çok şey var ama kime ne çare. Bu hayat , bu düzensizlik bize ağır çiçeğim. Sanma ki ben duygularımı körelttim. Sanmaki mantığım yetmeyecek. 
Bu devran böyle sürmez çiçeğim. Benim için anlam barındıran her yerde , adına bir fidan dikeceğim. Bizim yeşermemize müsade etmeyenlere inat , bir ağaç büyütsün bu kainat.
0 notes
bilalyilmazpolitics · 5 years
Link
Dünya Nöbeti programında, bazı hususlara her gün değinmek durumundayım. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir çekilme takvimi hazırlaması gerekmektedir. 15 Temmuz'da bilfiil görev alanların Türkiye'de ödüllendirilmesini esefle izliyoruz. Bu kişi ve kurumların görevlerine son verilerek yargılanması gerekmektedir. Fransa İçişleri Bakanı ve istihbarat başkanının Avrupa'da şiddeti önlemekte başarısız oldukları için istifa etmeleri gerekmektedir. Türkiye'deki sivil soykırım ve insanlığa karşı suçun Türkiye ve uluslararası mahkemelerde yargılanması gerekmektedir.
Avrupa'nın temel hukuki metinlerinin değişmesi gerekmektedir. Çin'in uluslararası kuruluşlarda etkinliği artmaktadır. Bununla birlikte uluslararası sistemin etkinliği sorgulanmalıdır. Dünyada halen 800 milyon insanın açlıkla mücadele ettiği bir ortamda, küresel güvenlik soruşturması yürütülemez.
Vatikan İtalya'nın sekülerlik anlayışında engel olmaktadır.
İran'ın nükleer anlaşmayı uygulamaması, özellikle İran'a komşu ülkelerin İran politikalarını gözden geçirmesi gerekmektedir.
Almanya'nın Suriye'ye asker göndermeyi reddetmesi, Suriye'de vekalet savaşının vekalet barışına dönmesi gerektiğini göstermektedir.
Afrika'da Afrika dillerinin  eğitim dili olarak okutulması gerekmektedir.
Amerikanın mülteci politikalarını gelişmiş ülke seviyesinde olması, Amerikanın insan hakları komisyonu kurmasından anlaşılmaktadır. Amerikanın birçok platformda Çin ve Türkiye'de uygulanan insanlığa karşı suçları dile getirmesi gerekmektedir.
Budizmin şiddeti öncelemesi, dünyanın İslam'ı daha iyi tanıması gerektiğini göstermektedir.
Hadisi şerifte Peygamber Efendimize kayıp mallar konusunda sorulan bir soruya verdiği cevap anlatılmaktadır.
0 notes