Bir hayalin gerçekleşmesi çok az insanın başına gelebilecek bir fekakettir.
Düşünürken yüzünüzü ikiye ayıran o kocaman, içten gülümsemenin yavaş yavaş solması halidir.
Her şeye sahip olduğunuzu düşünürler.
Her şeye sahip olamazsınız.
Hiç kimse her şeye sahip değildir.
Gökyüzüne bakarken kulağınıza müzik dolması hali, güneşin ışıldaması ya da yıldızların parlaması, size başarabilirsin hissi veren tatlı bir rüzgar.
Bahar gibi bir koku derin derin içinize çektiğiniz.
Hala hayal kurabiliyorken böyle hissedersiniz.
Bunun mevsimle ilgisi yoktur, o his insana fırtına izlettirir omuzların diktir, yerle gök bir olur ama sen fırtınanın dizginlerini elinde tutuyorsun önemi olmaz.
Hayal kurabilmek böyle hissettirir.
Sonra bedeller ödemeye başlarsın, bu normal diye düşünürsün hiçbir yol bir de hayallere giden yol yıldız tozları ile kaplanmamıştır ki zaten.
Fedakarlıklar gelir ardından.
Evetler ve hayırlar konuşabildiğin tek kelimeler olur.
Evetler hep kendinden daha fazla vermen gereken anlar içindir.
Bir sen üşümeye başlarsın o mevsimde, üzerine bir kazak giyer devam edersin.
Hayırlar vazgeçtiklerin içindir.
Gidemediğin yerler, göremediğin insanlar, vakit ayırmadığın küçük anlar ve küçük mutluluklar.
Ellerin ve ayakların buz keser ama sorun değil, soğuğa alıştın.
Artık gülümsemediğini fark edeceksin.
Yatmak için uzandığında kıpır kıpır bir heyecanla düşler kuramadığını, yapman gereken bir yığın işi daha boşluklara sıkıştırmaya çalıştığını fark ettiğinde yüzündeki tüm kaslar artık gülümsememeye alışmıştı.
Yetişebileceğini düşündüğün anlar olacak ama hiçvir zaman sadece seninle ilgili olmayacak.
Çünkü bu dünyada her şey ekip işidir.
Kimse tek başına mahvetmez hayatını.
Bunun için bir ordu kalabalık bazen de bir avuç insan yeter.
Mevsimlerden bahar olacak, yaz kavuracak ama sen üşümeye devam edeceksin.
Sana yolu göstereceklerini mi sandın?
O gülümsemeyi ve minnetleri saklamalıydın.
Sana sadece eğerler verecekler.
Eğer bunu istiyorsan buna razı gelmelisin.
Eğer bunu istiyorsan önce bunun altından kalkmalısın.
Eğer kazanmak istiyorsan en çok benim cebimi doldurmalısın.
Eğer iyi olmak istiyorsan önce bana bunu kanıtlamalısın.
Yıldızların artık o kadar parlak ve çekici olmadığını mı düşünmeye başladın?
Karanlık hala o kadar yakınında değil halbuki.
Yol gözünde büyür, sapmadığın o sapaklarda kaçırdıkların paçalarına yapışır.
İnsan bir günde kaybetmez, kaybetmek disiplin gerektirir.
Kendinden çaldığın her “biraz daha zaman”da biraz daha kaybeder.
Zaman bir uzvunla bile ödeyemeyeceğin kadar pahalıdır.
Ama sen ne kolay verdin cebinde onca yıldır birikmiş taşlar gibi.
Kenarında ağlayıp durduğun denizlerin dibi zamanla mı dolu sandın?
Hayır, anladın ama çok yol aldın.
Buraya kadar geldim sonuna gitmeliyim dediğinde kaybetme işinde en iyilerinden biri oldun.
Boş yere mi yazıyor tabelalarda köprüden önceki son çıkış diye.
Geri dönemeyeceğin yerler vardı ve sen şimdi o çizgiyi de aştın.
Başardığın şeyler yok değil, bunca kayıba kimin olmazdı ki?
Ama gökyüzüne bakıp gülümseyerek hayal kurabilir misin şimdi?
Haftasonu kahvaltısı olarak size bir avuç gökyüzünü bir tutam sevgiyle az pembeleşinceye kadar kavurdum 😋🥘 afiyet olsun...
Yeni yılda karşımıza çıkan herşey gökyüzü maviliği gibi içimizi açsın, tüm hayallerimiz gerçek olsun inşallaaaah 🤲♥️ size pek söz bırakmadım gökyüzüne dair 😅 ama yeni yıl dileklerinizi, hangi satırları beğendiğinizi veya gökyüzü içeren şarkı önerilerinizi alabilirim 😉🎵🎶
"Sonra cumartesi günleri gelir,
sonra gökyüzü gelir hemen kurtulurum
bir yağmur yağsa da, beraber ıslansak."
— Turgut Uyar 🎈
"İnsana şiir yakışır,
Yeryüzüne yağmur,
Gökyüzüne mavi."
— Ahmet Telli 🎈
"Anlamıyor musun? Gökyüzü güneş olsa, sensiz karanlıktayım."
— Ümit Yaşar Oğuzcan 🎈
"Gülüşüne yağmur damlası çarpsa,
Şiir olur.
Bunu bir ben bilirim,
Bir de gökyüzü."
— İsmet Özel 🎈
"Dostları özlemle kucaklamayı unutma.
Çocuk sevmeyi, çiçek koklamayı unutma.
En zor anındayken bile kavganın
Gökyüzüne bakmayı unutma!"
— Ataol Behramoğlu 🎈
"Görmek istersen denizi, yukarı çevir yüzü; deniz gibidir gökyüzü"
— Sabahattin Ali 🎈
"Çok şükür ki gökyüzü henüz hiçbir cüzdana sığmıyor"
— Farid Farjad 🎈
"Kim bilir, sesini gökyüzü sanan kuşlar bile vardır."
— Sait Faik Abasıyanık 🎈
"Gökyüzü bizim olmasın
biz gökyüzünün olalım
unutma maviye aşıkken sevemezsin siyahı.."
— Sezai Karakoç 🎈
"Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak. unutma; aynı gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak."
bir telaş kapladı gökyüzünün soğuk ruhunu. kat kat giyindi insanlar, üşümesinler diye çektiler montlarının fermuarlarını. bir savaşçı misali çıktılar sokağa ama onların bedenleri üşüyordu sadece. oysaki o gece, bir genç kızın ruhu üşüdü. acıdan dikilmiş merdivenleri soğuk soluğa tırmandı bir ruh. her adımında, çıplak ayak tabanlanı yandı ve avuç içleri acıdı. gökyüzü adını sayıkladı. o gece yağan yağmurda bir tek o ıslandı.
On martı on bir marta bağlayan gece saat iki buçuk üç suları etrafta hiç bir ses duymuyorum kulağımda canlanan tek ses var o da hoş şeyler söylemiyor bugün başım dönüyor ciddi bir şekilde başım dönüyor bayılacak gibi hissediyorum. Dünyadan soyutlanmış gibiyim sahi züm zaten ne zamandır böyle değil misin? Nesin ki sen artık. Ağlayan iki damla göz yaşından ibaret değil misin? Fazlan var mı bu saatten sonra fazlası olanlar hep eksilmedi mi zamanla. Nesin ki sen? Ait olabilir misin ki artık bir yere? Bir kalbe? Bir isme? Bir eve? Kimdin? Kimi bitirdin? Nesin? Neyi bitirdin? Farkındayım tüm olanların ve bu farkındalıkla başbaşa kaldım yine sevmiyorum bunu beni kendimle başbaşa bırakmayın demiştim. Ben eksiden de Böyleydim ki bu sadece kısa süreli Bi iyileşmeydi biliyordum zaten. İnsan insana ilaç olurdu. Oldu da. Hangi ilaç ömür boyu içilir? Hangi hasta ilaçsız yaşayabilir? Sorular sorular sorular... Bu saatten sorna hep sorular. Kendime sorduğum sorular, gaybına sorduğum sorular. Sarılmadan beklenilen duraklar. Avuç içleri öpülmeyen eller. Beraber oturulmayan banklar. Beraber izlenmeyen göletler. Beraber oturulmayan kaldırımlar, sokak taşları ve merdivenler. Bir daha hiç kavuşmayacek tenler. Silinmeyen göz yaşları. Tutulmayan eller. Sarılmayan bedenler. Bizi özleyecek sokaklar. bizi özleyecek duraklar. Bizi özleyecek kediler. Bizi özleyecek yeryüzü. Bizi özleyecek gökyüzü. Bilinmezlik. Hayatın bundan sonrası sadece bu. Sen varsın. Evet sen. Ama nerede? Kiminle? Nasıl? Artık neleri seversin? Neleri terkettin? Neler geldi başına? Neler gitti senden? Şimdi sana söylediklerim bak hep karşı duvara çarpıp bana sekiyor. Bak bunu ıskalamadım işte. Hayatı hep ıskaladım ama. Benim işte. Kurcalamayın fazla. Ben de kurcalayamam. Altında kalırım. Görmezden gelin. Benim bana yaptığım gibi. Zaten sizde görmezden gelirdiniz beni. Ben hayatı hep ıskalarım. Hayallerim gibi. Çok şey kurmuşum zamanında. Çok acıtıyor işte onlar şimdi bu zamanda. Nerden nereye getirdi bak dünya. Üç yanlış Bi doğruyu da götürdü sonunda. Bir ev hayali kurmuştum. Mint yeşili dolapları vardı. Ahşap mobilyaları. Kocaman bir duvar dolusu kitaplığı. Bol güneş alırdı. Ev hep çiçek kokardı. Senin aldığın ayçiçekleri hep salondaki köşe de olurdu. En sevdiğimiz olan köşe. Biz vardık. İki kişi. Ve kedimiz. Hayat zor değildi. Sen vardın çünkü. Biz vardık. Durağandı bu yüzden. Sen işe giderdin saatler geçerdi gelirdin. Ben seni beklerdim saatler geçerdi yine beklerdim. Ama bu hayal hep kavuşmayla biterdi. Güzeldi. Üç gibi. Güzeldi. Güzeldir. Süregelen Bi güzelliktir. Sen yine gittin ama seneryo farklı. Evin Terası boş kaldı. Benim için gittin. Ben beceremediğim için. Yükü sen aldın. Ağlamışsın da bu sefer. Ben seni yine bekledim. Saatler geçti. Günler geçti. O günler ay oldu. Aylar yıllar oldu. Ben hep bekledim. Hayattır işte. Her şey sarpasarabilir. İhtimaldir. İhtimaller güzel şeylerdir. Ama yalnızca trmavay duraklarında güzeldir. Çünkü Belki sen başkasını sevdin. Belki ben başkasını sevdim. Belki sen bunu hiç bilmedin. Belki ben bunu hiç bilmedim. Belki bir kaç zaman sonra birimiz öldü ve diğerimiz bunu hiç bilemedi. 'Vasiyetimdir. Dalgınlığına gelmek istiyorum. Ve kaybolmak o dalgınlıkta.' sana yazdığım ilk mektup değil son mektup da değil sana da değil en çok kendime. Kendimi anlamdıramadığım kendime.
-gökyüzü terbiyecisi olmaya karar verdimi anlattım arkadaşıma. önce şaka yaptığımı düşündü sonra yüzümdeki ifade ona şaka yapmadığımı anlatınca çayından bir yudum daha alıp önce ciddileşti Nasıl olacak o dediğin? sonra yaramaz bir çocuk edasıyla Eline bir kırbaç alıp bulutların kıçına mı vuracaksın? Yoksa rüzgar gülü yapıp üfleyerek mi korkutacaksın onları? Aslına bakarsanız biraz hazırlıksız yakalamıştı beni. Çünkü bazı kurguladığınız düşünceler veya hayaller aslında size gerçek gibi gelse de gerçekleşebilmesi imkansızdır. Nedensiz bir şekilde insan bu imkansızlara sığınmaya devam eder. Kaşlarımı ciddileştirip ellerimi alıma götürdüm. Mantıklı şeyler söyleyeceğimi düşünmüş olmalı ki elindeki telefonu ters çevirip masanın üzerine bıraktı. Onlarla ciddi ciddi konuşacağım dedim. Gitmelerini istersem Gidin diyeceğim. Durmalarını istiyorsam Durun diyeceğim. Yalnızsam gökyüzünden yağmur yağdırmalarını isteyeceğim. Gözlerini kısmış pür dikkatle beni dinliyordu. Bu kadarını beklememiştim. Sandalyede doğrulup hafif masaya doğru eğildim. Arka cebimden tükenmez kalem çıkarıp elini tuttum ve kendime doğru çektim. Avuç içini ikimizin de göreceği bir şekilde çevirip bir bulut çizdim. Sonra parmaklarını tutup yumruk yapmasını sağladım. Sen şimdi bir bulut olduğunu hayal et dedim. Elini masadan yaklaşık on on beş santim yukarıya doğru kaldırdım. İstediğin yere uç dedim. Gözlerimin içine baktı. Elini yavaşça bana doğru hareket ettirdi. Kalbimin üzerine getirip avuç içini açtı. Böyle mi dedi.
-ve ben gökyüzü terbiyecisi o buluta benim olmasını söyledim.
Adam gökyüzüne baktı acı dolu bir gülümseme ile. Yine aynısı olmuştu yine habersiz gitmişti. Sustu sadece hiçbir şey demedi. Çünkü artık ne bir faydasını görmüştü ki. Hayır o alıştığı için susmuştu. Sorun alışmak değildi. Alışmasına rağmen o boşluk hissi ile savaşmaktı sorun. Ne diyebilirdi ki? Sahiden giden birisine ne diyebilirdi ki adam? Hiçbir şey. Belki ilk zamanlarda bir şey diyordu ama şimdi susuyordu artık. Ne konuşuyor ne bağırıyor ne de bir duygu tepkisi veriyordu. Hiçbir şey yapmıyordu. Sahiden ne yapabilirdi ki? Yapamazdı, evet hiçbir şey yapamazdı. Tek bir şey yapmıştı adam; onu özgür bir kuş gibi salmıştı ve ona geldiği zaman onun olmuştu. Ama hep bir gelişinde gidişi olmuştu. Boşvermek istedi ama yapamadı. Tekrar sustu. Sonuçta onun gidişi ile kimsesi kalmamıştı ki, değil mi? Şimdi işte onun tarafından yalnız bırakılmıştı. Belki de adamın yalnızlıkla bir sorunu yoktu ya da onun tarafından yalnız bırakılmadığı sürece. Hâlâ gökyüzüne bakıyordu adam. Milyarlarca yıldır bütün medeniyetlere tanık olmuş, bütün savaşlara da tanık olmuş, bir sürü insanlara da tanık olmuş, yeryüzünün yavaş yavaş ya da hızlı bir şekilde nasıl değiştiğini görmüş bir gökyüzü vardı karşısında. Adam bunları düşündü ve hayret etti. Sonra yanına baktı; bir zamanlar görkemli imparatorluğunun okyanusuna baktı ama artık okyanusta yoktu sadece koca kurumuş bir çöl vardı ve okyanustan geriye kalan okyanus tuzları vardı. Okyanus tuzundan bir avuç aldı ve kokladı ardından gözünü kapattı. O zamanın anları zihninde canlandı üzgün ama mutlu olabildiği, sevdiklerinin özgürce etrafında dolaştığı, başka yerlerde savaşların olmasına rağmen huzur ve refah içinde olduğu ve kendisinin gurur dolu bir gülümseme ile onları izlediği anları gördü. İmparatorluğun etrafında okyanus vardı ve imparatorluğu adeta görkemli hale getiriyordu. Ama artık bir imparatorluğu yoktu, sevdikleri yoktu, mutluluğu yoktu, gurur dolu gülümsemesi de yoktu.. şimdi de sevdiği kadın da yoktu. Bunları kurtarmak için kendinden birçok şeyini vermişti. Ama hiçbirini kurtaramamıştı. Hepsini kaybetmişti. Ve sonra en büyük kaybı yaşamıştı. Ruhu, onu da kaybetmişti. Daha ne yapabilirdi ki o? Hiçbir şey yapamazdı. Gözünden bir damla yaş aktı. Sadece bir damla.. elinin tersi ile sildi. Kimsenin görmesini dahi istemiyordu ama artık bir kimse de yoktu. Koca bir boşluk ve koca bir yalnızlık vardı etrafında. Sadece sustu adam başka hiçbir şey yapmadı sustu. Artık susmayı tercih etmişti. Çünkü başka çaresi yoktu onun.
Ilık bir meltem esintisiydi kavuşmak. Tende can olmak! Gözlerinin ışıltısına dayanamazdı yıldızlar.
Aşk vurmuştu gözlerine ikisinin de..
Kadere gidiş yolları aydınlanmıştı.. Ellerini uzattılar. Parmak uçları dokundu birbirine.. Bi esinti sarstı bedenlerini.. Gökyüzü doldu içlerine.. Aralarında bir solukluk mesafe: AŞK! İşte o mesafeydi aralarındaki sır. Kavuşmak için çırpınırken yürekleri.. Bir yıl sonra benimle ne yapacaksın dedi adam! Ben, seni çoktan yüreğimle sardım Nisan! Sımsıcak bir avuç hissetti kadın. Dudakları kurudu, içi yandı.. Bozkırın kızı yine yalın ayaktı.. Bi avuç su diye inledi.. Soluk alış verişi hızlandı. Yumdu gözlerini sımsıkı. Öpsün istedi adam onu. Su diye dudak içmek.. Kana kana.. Ayrılmasın hiç dudaklar! Ciğerlerin öpücük öpücük ferahlaması.. Yanan canlara su! Aşk su! Su aşk! Su gibi aktı gitti adama Nisan! Dokunduğu Eylül’ün canıydı bir solukluk.. Aşk candı! Can aşk!
.
Dokunamadı adam kadına. Öylece baktı adam gece gece kadına.. Elimde bir ömrü tutuyorum diye geçirdi adam içinden! Sevişmek sadece iki organın birleşmesi değildi! Elleri kenetlendi o an.. Gül’üm diye fısıldadı adam kulağına.. Tüm bedeni tir tir titrerken fısıldadı adam, kadına: Gül’üm! Nisan konuşamadı.. Sen konuştukça gül kokan dudakların çiçekleri açtırır be Gelincik dedi adam.. Sustu Nisan.. Sarsın istedi onu Eylül! Tüm hüzünlerini silercesine sarsın.. Hüznünden damlayan gülücükleri toplasın! En kuytularında dolaşan adama sokuldu kadın. Sarıldı! Kimse bana böyle sarılmadı dedi adam. Böyle sımsıkı! Bedenden çıkmıştı iki ruh.. Gecenin gözleri kamaştı aşktan.. Karardı! Daha bir karardı! Sustu gece! Aşka geldi.. Sakladı koynunda ikisini.. Bi Nisan! Bi Eylül!
.
Saat kaç diye sormaktan yorulmuş bir adam. Gidemez diye iç geçiren bir kadın! Zaman, özlemek, ayrılık onların dünyasına ait değildi. Onlar aşıktı.. Sadece aşık! Gözlerini bir an olsun bir birlerinden ayırmadılar. Hiç konuşmadılar. Solukları bi ritm! Adam saatten kaçıyordu aslında. Her kaçanın yaptığı gibi yapıyor, iki de bir ardına bakıyordu. Ardına baktıkça adam, kadın usulca onun yüzüne dokunuyordu.. Gözlerinin içine bakıyordu tüm hüzünleri silercesine.. Bu masum bakış her seferinde bi öpücükle alevleniyordu.. Senden gitmek, kendimden gitmek diye mırıldanıyordu adam.. Nisan, Eylül’ü duymuyordu! Sev beni diye inliyordu! Sadece sev beni.. Gidenleri tutmak isteyen herkes gibi her şeyini vermek değildi niyeti.. Bana gelmen, kendine gelmen dedi Nisan! Senin olmam kendime gel
bu sevgiden yoksun dünyada, başta benimki olmak üzere kırılan her kalbin suçlusu sensin artık. ezilen çiçeklerin sebebi sensin. gökyüzü kızıp şimşeğini çakıyorsa, üzülüp yağmurlarını yağdırıyorsa; senden başka kimse hedef değil inan. kediler tırmalıyorsa ellerini, biliyorlar uzak durmalı senden. adımlarını attığın toprak şikayetçi bundan. ateş gibi yakıp kavuruyorsun etrafını.
bilir misin kendine yetemeyen ufacık bir avuç suyun senin gibi bir alevi söndürmeye çalışmasının ne demek olduğunu? ben bizzat şahidiyim. bulunduğu avuç içinde yok oldu. onu da yok ettin. yaktıklarınla birlikte çoğal ve harlan. o suyun soğukluğu, sen yakmış da olsan yok ettiğin yerde hep kalacak. senin ezip onun hayat verdiği çiçekler de sana düşman artık. beslediği o kedi de öyle. dile ki gökyüzü kızmasın. uzak dur ki sen de yok olma. uzak dur her şeyden.
Acı çekiyordu yaşlı adam. Yaşaması için bir sebebi kalmamıştı artık, duyamamaya alışmıştı, alışmak zorundaydı. Yıllar öğretmişti ona duymadan yaşamayı, işitmesi bozan bir ilaç tedavisi sonrası, işitme cihazı kullanmak zorunda kalmıştı geri kalan yaşamında, zamanla dudak okumayı öğrenmişti, bir şekilde alışmıştı az duyarak yaşamaya ama konuşamamak, ona alışılabilir miydi? Hastaneye son yatışından sonra sesi de çıkmaz olmuştu, tedavisi için kullanılan ilaçlara bağlamıştı yine bu durumu. Duyamamayı hazmetmesi için koca bir ömür vardı önünde, çünkü duyması azaldığında kırklı yaşlarındaydı ama konuşamamayı hazmetmesi için seksen çok ileri bir yaştı.
İnsan çevresiyle hiç iletişim kuramıyorsa neden yaşayacaktı ki, hele onun gibi bağlı olduğu oksijen makinesinden lavaboya gitmek için bile ayrılamıyorsa. Yaşlı adam bilgeydi, onurluydu, dürüsttü, torunlarının gözünde ise bir mucitti; gerçek anlamda değil tabi ama çok severdi uğraşmayı evindeki bozulmuş aletlerle, makinelerle, solgun bitkilerle. Bir keresinde akıllı telefonuna kartondan anten yapmıştı, yeni alınan telefonun bantlı olduğunu görünce çok çabuk bozulmuş olmasının şaşkınlığıyla sormuştu torunu bu neden bantlı, tepesindeki bu şey ne diye? Büyük bir ciddiyetle telefonun hangi kısmından duyacağımı, neresine konuşacağımı anlamıyorum ki, ben de anten yaptım demişti, bir karton parçasını kesip telefonun arkasına yapıştırmış olmaktı, anten yaptım dediği şey. Ailesi için o yaşlı, tatlı bir mucitti. Bir hafta sonu ziyaretine gittiğinizde balkonunda kuşlara yaptığı yuvaları görürdünüz, diğerinde tamir ettiği eski bir aleti alır eline nasıl tamir ettiğini gülümseyerek uzun uzun anlatırdı. En son yapmış olduğu icat, komik gelmişti herkese, gülümsetse de o an, ağlatmış olmalıydı empati yapmayı bilen herkesi sonradan. Eski oturma odasının ortasında, tavandaki sarı ampulünün yanındaki demire asılmış bir çan, çana bağlı uzun bir ip; ucu yaşlı adamın yatak odasına uzanan.
O çan yaşlı adamın sesiydi, çığlığıydı, sanırım son icadıydı. Kaç kez bir aşağı bir yukarı hareket ettirmişti acaba o ipi? Kaç kez seslenmek istemişti de dudaklarını büzüp dişlerini sıkıp, lanet olası sesim çıkmıyor diyerek, umutsuzca o ipi bir yukarı bir aşağı sallayarak odasına çağırmıştı, yetmiş yıllık eşini.
Hiç anlaşılamamıştı etrafınca, köyde okuma yazma bilen bir avuç insandan biriydi, çok kızdığı zamanlarda okuma yazma bilmeyen çok sevdiği biricik hanımına bile ‘cahil’ diyerek kızıverirdi. Aynı zamanda tarif edemeyeceği kadar çok minnet duyardı ona. ‘Allah ondan razı olsun, Allah düşürmesin.’ derdi her defasında. Yaşlı adam ömrünün yarısından fazlasını nadir görülen bir hastalık ile evde geçirdi. Yetmiş yıllık evliliklerinin, kırk yılına adamın hastalığı eşlik etmişti. Hanımı olmasa evde tek başına ne yapacaktı ki, o onun nefesiydi, sahip olduğu en güzel şeydi, arada huysuzlansa da aksileşse de yaşlı adam onu çok severdi. Yaşlı kadın bütün gününü evde geçirirdi, sokağa bile inmezdi; ya yaşlı kocası oksijen makinesine bağlı uyurken elektrik kesilirse, makine oksijen vermeyi bırakırsa, ya kulakları ağır işiten ihtiyar makinenin sesini duymazsa. Eve hapsolan tek kişi yaşlı adam değildi, ama kadın hiç şikayetçi değildi. Bazen gençliğini anlatırdı yaşlı kadın da, aslında gezmeyi ne kadar sevdiğini söylerdi, okuma yazma bilsem, beyim de hasta olmazsa ne gezerdim ben de derdi. O tahtadan yapılmış çift katlı ahşap ev, gönlünce yaşanmamış, hapsolmuş iki hayatın yetmiş yıllık tanığıydı.
Nefes alamıyordu adam, duymuyordu adam ve sonunda konuşamıyordu artık adam.
Çok değişmişti son zamanlarda, kapanmıştı içine, sesini özlüyordu anlıyorduk.
Hava kapalıydı, gökyüzü bulutluydu, birden bir ses duyuldu, gök gürültüsü olmalıydı.
Gitti dediler.
Yaşlı eşi tahta evin kapısından çıktı, yürüdü, gözleri buğuluydu kadının, gitmişti yaşlı adam, ömrünü vermişti ona kadın, ömrü gitmişti. Dudaklarında acıyla karışık garip bir tebessüm, makine sesi yoktu artık, elektrik kesilebilirdi, çan çalamazdı artık.