Şubat ayını sevmiyorum. Sevgilimin doğduğu ay olması dışında tek bir güzel yanı yok. Benim için Şubat hep sızı, hep yas demekti yıllardır. Deprem yaşanması Şubat'ı hepimiz için yas ayı yaptı...
Bu sene de Şubat gelir gelmez kötü haber aldık ailecek. 3 Şubatta en küçük yeğenimin sünneti vardı. 2 Şubat günü en büyük yeğenim kardeşi için memleketine gelirken kaza geçirdi. Yazarken bile kalbim sıkışıyor, nefes almakta güçlük çekiyorum. Sabah bana mesaj yazmıştı kısa bir konuşma yapmıştık, erkek arkadaşıyla geliyordu herkesle tanışacaktı hepimiz heyecanla bekliyorduk onları. Saatler sonra bir telefon "Kaza geçirmişler" Detayları anlatmak istemiyorum araç kullanılacak halde değil, "mucize olmuş" denen cinsten bir kaza. Sünnet evi yas evine dönebilirdi... Çok uzun zamandır görmediğim ve çok özlediğim yeğenimi artık göremeyebilirdim... Bu mesajlaşma son konuşmamız olabilirdi... Aylar önce istediği kitabı ona veremeyebilirdim... Aman allahım!! Neler yaşadık, abim onları alıp eve getirene kadar nasıl dokuz doğurduk. İki gün boyunca hem ağladık hem güldük, duygudan duyguya geçişler yaşadık. O sünneti yaptık ama nasıl yaptık... Şükürler olsun ki ikisi de burnu bile kanamadan çıktı araçtan.
Hepimiz bir kez daha birbirimizin kıymetini anladık. Birbirimizi ne kadar çok sevdiğimizi de... Birlikte geçirdiğimiz günlerin ne kadar kıymetli olduğunu anladık. 2024 Şubat'ı böyle geldi. Günlerdir yaşadıklarımı sindirmeye çalışıyorum. Şimdi ben neyi dert edip kafama takabilirim. Ölümün her an ensemizde olduğu, vaktimizin sınırlı olduğu bu hayatta elimde olanlara şükretmek varken olmayanlara üzülmekle geçirirsem günlerimi heba etmiş olmaz mıyım? Tam şuan kendimi dünyanın en zengin insanı hissediyorum. Kardeşlerimle paranın, pulun, eşyanın, dünyalık şeylerin aramıza giremeyeceği görünmez bir bağımız var. Birimizin başı sıkışınca birbirimizin yanına koşup gelmemiz var. Başka birşey istemem.
Yazıp yazıp sildim. Söyleyecek bir şeyim mi kalmadı yoksa artık anlam mı ifade etmiyor bilmiyorum.. Artık iki cümle kuracak takati bulamıyorum kendimde. İnsanları tanıdıkça içime kapandım, istesem de aşamıyorum o duvarları. Olgunluk bu ise ben bu şekilde olgunlaşmayı sevemedim ama alıştım. Evet Dostoyevski'nin de dediği gibi aşağılık insanoğlu her şeye alışıyormuş. Uçsuz bucaksız bir boşluk, içinde kaybolan ben...
yaralıydım ben. en derinden yaralıydım. yaramı açtığım herkes kanattı. tuz bastı. bileklerim kesikti bir kere benim. yaranın en derini bu değildi ama. ruhum yaralıydı benim. çocuk yanım ölüydü. yaranın en derini buydu benim için. öyle kan değil umut akıyordu oluk oluk. acı akıyordu, nefret akıyordu. yaralıydım ben. hani basit değildi bu benim için. yıllarımı verdim şu yaramı kapatmak için. her şeyimi verdim. olmadı. kapanmadı. bitmedi. kabuk bile bağlamadı. sustum ben. bana susmayı öğrettiler çünkü. böyle uzun uzun yazdığıma bakmayın. yüzyüze gelsek ağzımı açıp iki çift laf edemem şu yaram hakkında. gözlerim bile dolmaz. o denli ruhsuzum. bilmiyorum, gerçekten anlıyor musunuz bu satırlarımı. ama ruhumdan bir şeyler eksiliyor. yaralıyım ben. evim kırık dökük, pencerelerim kırık. biliyorum bunu. farkına varıyorum bazı şeylerin. kanlar arasında yaşam savaşı vermek gibi bir şey benimkisi. ölecek misin yoksa savaşacak gücü bulacak mısın kendinde, bilmiyorsun. öyle ya savaşamıyorum artık. çözülmüyor dilim. dedim ya susmayı öğrettiler bana. nasıl anlatılır bilmem. yarayı sarmayı da öğretmediler bana. öylece kanlarla kaldım bir başıma. kaçmayı seçtim ben. herkesten. her şeyden. yalnızca kaçmak istedim. hiçbir şey olmamış gibi yaşamak, davranmak istedim. başaramadım. kaçtım. ama yakalandım. tüm kabuslarım yakaladı. elim kolum bağlandı. kılım kıpırdamadı. kıpırdayamadı. sığındığım şeyler öldürdü beni. ağzıma sürmem dediğim içkiyi içtim. sigarayı soludum. diri diri öldürdüler beni. şimdi yaşam savaşı veriyorum. kelimelerimin intihar ettiği noktada. ben sevemedim. ben kimseyi sevemedim. bana nefreti öğrettiler. beni sevenlere nefreti ben sundum. sevgiyi kendimden soğuttum. yaramı ben kendim yarattım. buna yanıyor sol yanım. buna ağlıyor ruhum. öyle basit hissettirmiyor tüm bunlar. kanlar arasında kalmışım da sesim duyulmuyor gibi. yaşam savaşı veriyormuşum da her saniye ölüyormuşum gibi.
Kimi ya da neyi sevdiysem en az onunla vakit geçirebildim. Hiçbir şeyi ya da hiç kimseyi doya doya, tadını çıkara çıkara sevemedim. Elimden alınır ya da kaybederim korkusu içimden gelenlerin bir adım önündeydi hep. Çok sonra anladım ki ben aslında sahip olduğumu zannettiğim tüm sevdiklerimi en baştan kaybettim...
Varoluşsal sancılar, yok olmak için atılan adımlar, ruhsal çöküntüler, ölümsüz intiharlar, anlamsız gözlerde kaybolan anlamlar, bir hiçlikte yolsuz kalan bedenler, kurtulmak için verilen savaşlar, farkedilmeyen çırpınışlar, devrik cümlelerde kanayan yaralar, kalpsiz gecelerde nefessiz kalanlar, duvarların altında kalan anılar, kırık mevsimlerde sızlayan ruhlar ve bunların hepsine gözlerini yumup gülmek için can çekişenler.
İntiharımı tasarladım zihnimin içinde kaçıncı oldu sayamadım ben. Hiçbirinde sağ çıkamadım. Bileklerim kanadı düşlerimde, yere çakıldı da gülümsedi o soğuk beden zihnimde. Her gece cesedim çıktı odamdan da göremedi kusursuz insanlar... Gözlerim mezar taşım oldu. Aynaya baktıkça ölümü izledim ben.
Ben lanetliyim, anlamıyorsunuz..
Ben her şeye lanet getiriyorum, ben elimi neye atsam sonu hüsran oluyor, ben elimi neye atsam ellerimde kalıyor. Ellerimdeki izleri görmüyor musunuz? Hepsi lanetimin izleri.
Uzun zaman sonra belki ilk kez bu kadar uzun inceledim aynada kendimi..
Kireç gibi yüzüm, belirginleşmiş göz altlarım ve morarmış vücudum...
Sonra kafamda bir şeyler yine konuşmaya başladı, haline bak ne kadar da belli ediyorsun düştüğünü dedi karşıdaki duvar. Sahte gülümsemelere noldu dedi diğer duvar....
Sıkışmış gibi hissettim. Boğazımı biri sıkıyor gibi hissettim.Son zamanlarda sürekli sorulan sorular, öldüğümü söyleyen ağızlar hepsi o an kafamda dönmeye başladı, sanırım aynaları hala sevemedim...
İnsanın evi ne ki dışarısı o olsun...
Sen hiç gidecek bir yerin yok diye salıncağa sığınacak kadar sahipsiz hissettin mi?
Sen hiç kimsesizsin diye bir banka ait olmaya çalıştın mı? Ben çalıştım ve bir banka bile ait olamadım...
İplerdeki düğümler bir şekilde çözülür de, asıl mesele boğazdakiler. @kotu.karma #öcüadam
Hiç sevemedim ellerimi
Ben bile sevmediysem
Kimse de sevmez gibi geldi
Tutmak istemezler diye
Kimseye ellerimi uzatmadım
Kollarına sarıldım hep
Hiç uzatamadım tırnaklarımı
Hep yedim durdum
Stresim hiç bitmedi
Alışkanlığım da hiç geçmedi
Ellerime hiç oje sürmedim
Yakışmaz diye düşündüm hep
Hiç uzun ince parmaklarım olmadı
Kısa da değillerdi
Ama ince de değillerdi
Küçükken çok imrenirdim
O güzel kızlara
Onlardan olmak nasip olmadı
Hiç yarasız dolaşmadım
Parmak uçlarımı kan kapladı
Çünkü bazen acıyı hissetmem gerekti
O yarayı kanayana kadar deşmem gerekti
Hiç yara bandı kullanmadım
O yara sızladı durdu hep
Hiç kuru elle gezmedim
Krem sürmeden 1 saat geçiremez oldum
Ama dönmek de istemedim eskiye
Çünkü bir zamanlar
Çok korkmuştum
Elimdeki yaralar hiç geçmeyecek diye
Hiç göstermek istemedim ellerimi
Yargılarlar, iğrenirler diye
Ama en çok anlamazlar diye
El kızartmaca oynayamadım
Ama onlar oynarken gülümsedim
Dişlerimle gülümsemekten de korktum hep
Hiç yenemedim travmalarımı
İçimdeki çocuk saklandı durdu
Korkma dışarısı güvenli diyemedim
Çünkü insanlar bir türlü güvenilir olmadı
Ben de gardımı hiç indiremedim
Dinlenecek bir yuva aradım hep
Hâlâ bulamadım.
bak, ben çok küfür ederim. öyle nazik veya kibar birisi de sayılmam. kırıldıkça kırarım. yandıkça yakarım. bak, ben sevgi ne bilmem. ama en ufak bir sevgi için sana da yalvarmam. kendime yaslanmayı öğrendim. kendimi sevemedim ama sırtımı dayayabildim. pencere kenarında paket bitirdiğimi görmezsin sen. veya ev dediğim yerde çıkan kavgaları, kopan fırtınaları bilmezsin. bak, her şeyi geçtim ben. siktir ettim. yoluna koymadım hatta yolun sonunu uçuruma çıkarttım. ellerim çiçek kokmaz. kimsenin saçını okşayıp, ellerinden tutamam. buna gücüm yok benim. siktiğim acılarını kaldırmaya gücüm var. ama en ufak bir sevgiye gücüm yok. ne yazık. ne acınası.
Kimi ya da neyi sevdiysem en az onunla vakit geçirebildim. Hiçbir şeyi ya da hiç kimseyi doya doya, tadını çıkara çıkara sevemedim. Elimden alınır ya da kaybederim korkusu içimden gelenlerin bir adım önündeydi hep. Çok sonra anladım ki ben aslında sahip olduğumu zannettiğim tüm sevdiklerimi en baştan kaybettim...