Tumgik
#Anadolu Selçuklu
nevzatboyraz44 · 2 years
Text
تركيا Iğdır Caravanserai أو Ejder Caravanserai هو Caravanserai من سلالة السلاجقة يقع في حي Kervansaray بقرية Harmandöven في Iğdır. تقع على الجانب الغربي من منطقة كرفان سراي ، على بعد 31 كم جنوب إيجدير ، وقد تم بناؤها في عهد شرف الدين إجدير ، أمير سورملي (في 1300-1400).
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Türkiye,Iğdır Caravanserai or Ejder Caravanserai is a Caravanserai from the Seljuk Dynasty located in the Kervansaray neighborhood of the Harmandöven Village of Iğdır. It is located on the west side of Kervansaray district, 31 km south of Iğdır. It was built during the time of Şerafeddin Ejder, Emir of Surmeli (in the 1300-1400's).
Tumblr media Tumblr media
Iğdır Kervansarayı ya da Ejder Kervansarayı, Iğdır'ın Harmandöven Köyüne bağlı Kervansaray mahallesinde bulunan Selçuklu Hanedanından kalma bir Kervansaraydır. Iğdır'ın 31 km güneyinde, Kervansaray mahallesinin batı tarafında bulunmaktadır.Sürmeli Emiri Şerafeddin Ejder zamanında (1300-1400'lü yıllarda) yaptırılmıştır.
88 notes · View notes
yfs-t-t-2623 · 8 months
Text
Tumblr media
Selçuklu Türkmenlerinin dışlanması
Selçuklu idarecilerinin Türkmenleri dışlama çabaları, Türkmenler arasında hoşnutsuzluğa ve öfkeye yol açtı. Bu durum, zamanla Türkmen isyanlarına neden oldu.
Selçuklu Türkmenlerinin dışlanmasına dair bazı örnekler şunlardır:
Selçuklu idarecileri, Türkmenleri devlet yönetiminde önemli görevlere getirmediler.
Türkmenler, devlet tarafından vergiye tabi tutuldular.
Türkmenler, devlet tarafından asker olarak kullanıldılar
1 note · View note
dokmimarlik · 2 months
Text
Divriği Ulu Camii -Tanık Tarihi
Tumblr media
Divriği Ulu Camii, Türkiye'nin Sivas ilinde bulunan, eşsiz mimarisi ve tarihi önemiyle öne çıkan bir yapıdır. Anadolu'nun kültürel zenginliğini ve mimari ustalığını yansıtan bu cami, Selçuklu dönemi eserlerinin en önemli örneklerinden biridir. Zaman içinde birçok medeniyetin izlerini barındıran Divriği Ulu Camii, hem dini hem de mimari açıdan derinlikli bir incelemeyi hak ediyor. 13. yüzyılın başlarında inşa edilen bu muhteşem yapı, Türk-İslam mimarisinin en nadide örneklerinden biri olarak kabul edilir. Divriği Ulu Camii'nin mimari özellikleri, o döneme ait teknik ve estetik açıdan büyük bir ustalığı göstermektedir. Cami, Selçuklu döneminin karakteristik özelliklerini taşıyan portalı, mihrabı ve minberiyle dikkat çeker. Ayrıca cami içerisindeki oyma işçiliği ve süslemeler, sanatın o dönemdeki yüksek seviyesini gözler önüne serer. Divriği Ulu Camii'nin en çarpıcı özelliklerinden biri de, Anadolu'da Selçuklu mimarisinin en zengin anlatımlarından biri olan çifte minaresidir. Minarelerin ince işçiliği ve zarif detayları, dönemin mimari ustalığını yansıtırken, camiye ayrı bir estetik değer katar. Bu önemli yapı, sadece mimari açıdan değil, aynı zamanda tarihî bir hikayeyi de barındırır. Divriği Ulu Camii'nin inşasıyla ilgili çeşitli hikayeler ve efsaneler bulunmaktadır. Bunlar, yapının kültürel ve dini önemini daha da arttırır. Gelin bu muhteşem mimariyi birlikte inceleyelim..
Tumblr media
Divriği Ulu Camii / Dök Mimarlık Önemli Noktalar: - Divriği Ulu Camii, Anadolu Selçuklu sanatının özel bir örneğidir. - Caminin yapısal özellikleri ve tarihi büyük ilgi çekmektedir. - Divriği Ulu Camii, Türkiye'nin kültürel mirasını korumak adına önemli bir rol oynamaktadır. - Caminin nakış işlemeleri ve süslemeleri görülmeye değerdir. - Divriği Ulu Camii, UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer almaktadır.
Divriği Ulu Camii'nin Konumu ve Coğrafi Özellikleri
Bu bölümde, Divriği Ulu Camii'nin bulunduğu şehir olan Sivas'a ve caminin konumuna odaklanacağız. Divriği Ulu Camii, Türkiye'nin Sivas ilinde yer almaktadır. Sivas, İç Anadolu Bölgesi'nde bulunmaktadır ve tarihi ve kültürel önemiyle bilinmektedir. Divriği, doğal güzellikleri ve tarihi yapılarıyla ünlü olan bir şehirdir. Cami, Divriği ilçesinde, ilçe merkezine yakın bir konumda yer almaktadır. Divriği ilçesi, keskin vadilerle çevrili olup etkileyici dağ manzaralarıyla çevrilidir.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Divriği Ulu Camii'nin coğrafi konumu da oldukça dikkat çekicidir. Cami, Paşa Mahallesi'nde yer almaktadır ve Divriği'nin en önemli ve turistik yerlerinden biridir. Cami, şehir merkezine yakınlığıyla kolay erişilebilir konumdadır. Bu etkileyici cami, dağların eteklerinde yer alır ve çevresinde yeşil alanlar ve doğal güzellikler bulunur. Ziyaretçiler, camiye ulaşmadan önce muhteşem manzaralar eşliğinde doğal bir yolculuk yaparlar.
Divriği Ulu Camii'nin Tarihi ve Yapım Süreci
Divriği Ulu Camii, Türkiye'nin Sivas ilinde yer alan tarihi bir camidir. Caminin yapımına, 13. yüzyılın ortalarında Anadolu Selçuklu hükümdarı Mengücek Bey'in eşi Melike Turan Hatun tarafından başlanmıştır. Tamamlanması ise oğlu ve hükümdar olan Prens İbrahim tarafından gerçekleştirilmiştir. Divriği Ulu Camii'nin inşa edildiği dönem, Anadolu Selçuklu Devleti'nin en parlak dönemlerinden birine denk gelmektedir. Cami, 13. yüzyılda Anadolu'da görülen dini yapılar arasında özel bir yere sahiptir ve Osmanlı dönemine kadar olan dönemde de dini ve kültürel önemini korumuştur.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Yapım süreci adım adım ilerlemiştir. İlk olarak, temel ve duvarların yapımıyla başlanmıştır. Daha sonra, ana yapıya sahip olan mihrap ve minber inşa edilmiştir. Ardından, kubbe inşaatına geçilmiş ve son olarak caminin dış cephesi ve süslemeleri tamamlanmıştır. Divriği Ulu Camii'nin yapımında, o dönemin en iyi ustaları ve taş işçileri görev almıştır. Caminin inşa süreci yaklaşık 20 yıl sürmüş ve büyük bir titizlikle tamamlanmıştır. Divriği Ulu Camii'nin Tarihsel Önemi Divriği Ulu Camii, Anadolu Selçuklu döneminin en önemli dini yapılarından biri olarak kabul edilir. Cami, mimari detayları ve sanatsal süslemeleriyle dikkat çekerken, tarihsel açıdan da büyük bir öneme sahiptir. Cami, 1985 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne dahil edilmiştir. Bu, caminin kültürel değerinin dünya çapında tanındığının bir göstergesidir. Ayrıca, Divriği Ulu Camii'nin restorasyonu ve korunması için çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. Divriği Ulu Camii'nin Yapısal Özellikleri Yapısal ÖzellikleriAçıklamaMimari StilAnadolu SelçukluInşa Tarihi13. yüzyılMalzemeTaşBüyüklükGeniş bir iç avlu ve yan şapellerle birlikte toplamda 5 bölümden oluşurSüslemelerÇeşitli geometrik ve bitkisel süslemeler, kabartmalar ve taş oymalar Divriği Ulu Camii, yapısal özellikleri ve sanat değeri sayesinde Anadolu'nun en önemli kültürel miraslarından biridir. Camiyi ziyaret edenler, tarihi ve mimari açıdan büyüleyici bir deneyim yaşamaktadır.
Divriği Ulu Camii'nin Plan ve Dış Cephe Tasarımı
Divriği Ulu Camii, inşa edildiği dönemin en büyük ve en önemli yapılarından biridir. Caminin plan tasarımı, teknik açıdan karmaşık ve estetik açıdan etkileyici bir yapıya sahiptir. Ayrıca, caminin dış cephesi de büyük bir özenle süslenmiştir. Caminin plan tasarımı dikkat çekicidir. Dikdörtgen bir yapıya sahip olan cami, dört adet büyük paye ve üç adet açık avluya sahiptir. Bu plan düzeni, caminin her noktasının eşit derecede güçlendirilmesini ve yapıya denge kazandırmasını sağlar. Divriği Ulu Camii'nin dış cephesi de büyük bir özenle tasarlanmıştır. İnce işçilikle yapılan taş oymalar ve kabartmalar, camiye benzersiz bir güzellik katmaktadır. Cephenin üst kısmında bulunan frizlerde ise çeşitli geometrik desenler ve bitkisel motifler görülmektedir.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Caminin minareleri de dış cephede önemli bir yer tutar. İki adet minaresi olan caminin minareleri, yükseklikleri ve detaylı süslemeleriyle göz kamaştırmaktadır. Bu minareler, caminin dış görünümünde zarif bir simetri oluşturur. Divriği Ulu Camii'nin plan tasarımı ve dış cephe süslemeleri, Anadolu Selçuklu mimarisinin en nadide örneklerinden biridir. Caminin bu mimari özellikleri, ziyaretçileri büyülerken, tarih ve sanat tutkunları için de önemli bir değere sahiptir.
Divriği Ulu Camii'nin İç Mekan Tasarımı
Bu bölümde, Divriği Ulu Camii'nin iç mekan tasarımına odaklanacağız. Caminin mihrap, minber ve diğer iç mekan detaylarını incelerken, Anadolu Selçuklu sanatının etkileyici özelliklerine dikkat çekeceğiz. Batı Kapı Bu kapı, Çarşı Kapı, Çıkış Kapısı veya Gölgeli Kapı gibi adlarla anılsa da, son zamanlarda daha yaygın olarak "Tekstil Kapı" olarak bilinir. İnce taş işçiliğinin en üst düzeye çıktığı bu kapı, bir kilim veya seccadeyi anımsatır ve yüksek derecede dantel örneklerini sergiler, bu yüzden bu adı almıştır. Kapıda dikkat çeken en önemli özellik, dışarı doğru çıkıntılı olan kilit taşıdır. Yüzeyi, demircileri simgeleyen güğüm başı motifleriyle süslenmiştir. Baş mimar, bu eserin her tarafında taşların birbirine geçme ve tutma şekli olan kilit taşı yöntemini kullanmıştır. Orta bölümde, lale ve lale yaprakları bulunmaktadır. Lale motifleri, bu eserde çeşitli şekillerde çok sayıda kez kullanılmıştır. Tasavvufta, lale Allah'ı temsil eder, çünkü tek bir soğandan tek bir bitki olarak yetişir ve tekliği simgeler. Ayrıca, "Allah" kelimesi ile "lale" kelimesi ebced hesabında aynı sayısal değere, yani 66'ya denk gelir. Kapının üstünde bulunan üç satırlık kitabede, "Şehinşah oğlu Süleyman Şah oğlu Ahmet Şah, Allah'ın affına muhtaç aciz kul, adaletli melik, bu caminin yapılışını 626 (M. 1228) yılında emretti, Allah mülkünü daim etsin" ifadesi yer almaktadır.
Tumblr media
Batı Kapı / Dök Mimarlık Kapının iç kısmında, sağ ve sol tarafta bulunan sütunlar denge sütunlarıdır. Sağdaki denge sütununun üzerinde, Allah'ın lafzı orijinal Arapça metniyle yatay olarak yazılmışken, sol taraftaki sütunda Allah'ın lafzı açılı bir biçimde yazılmıştır. Bu sütunlar, 1939 Erzincan depremine kadar üzerlerindeki ok işaretleri yönünde dönmekteydi. Batı kapıda, Mayıs ile Eylül ayları arasında, ikindi namazından 45 dakika önce, insan silueti şeklinde bir gölge oluşur. Bu siluet, önce Kur'an okuyan birini, namaz saati yaklaştığında ise ellerini bağlayarak kıyamda duran birini andırır. Bu kapıyla birlikte diğer kapılarda bulunan bu siluetlerin tesadüf olmadığı, aksine çok kapsamlı bir fizik bilgisi ve ince hesaplarla yapılabileceği ve bugün bile bu ışık ve gölge oyunlarının sırrının tam olarak çözülemediği uzmanlar tarafından belirtilmektedir. Kapının dışında, sağ tarafta çift başlı kartal, sol tarafta ise çift başlı kartalın yanı sıra başı öne doğru eğik şahin motifi bulunur. Çift başlı kartal, Anadolu Selçuklularını temsil eden bir semboldür. Gücü, asaleti ve özgürlüğü simgeler. Başı öne doğru eğik şahin ise Mengücek Beyliği'nin sembolüdür. Mengücek Beyliği'nin Anadolu Selçuklu Devleti'ne olan bağlılığını ve saygısını göstermek için, şahin figürü başı öne eğik olarak taşa oyulmuştur. Aynı zamanda şahinin bir pençesi havadadır, bu da beyliğin haksızlıklara karşı gücünü gösterebileceğinin bir işaretidir. Cennet Kapı Her kapının ayrı bir güzelliği olduğu bu eserde, en görkemli ve ihtişamlı kapı Cennet Kapıdır. Kapı, kaleye baktığı için Kale Kapı, kuzeye baktığı için Kuzey Kapı, cemaatin giriş kapısı olarak kullanıldığı için Cümle Kapısı gibi isimlerle anılsa da, en yaygın bilinen ve kullanılan ismi Cennet Kapıdır. Bu adın verilmesi, üzerindeki motiflerin cenneti tasvir etmesinden kaynaklanır. Kuran-ı Kerim'deki eşsiz cennet nimetlerinin tasvirleri, buraya taşa işlenmiştir. Anlatılmak istenen cennet olunca, motifler de bir o kadar harika ve benzersiz olmuştur. Kapının tamamı bir cennet bahçesine benzetilerek, cennet ve cennetin katmanları anlatılmıştır. Sağ taraftaki yıldız bordüründe "Adaletli sultanın mutluluğu, egemenliği ve saadeti ebedi olsun" ifadesi yer alırken, simetrisinde Ayetü’l-Kürsi'nin "Allah'tan başka ilah yoktur, sadece O vardır" anlamındaki kısmı yazılıdır. Zirve noktasındaki kitabede ise "Sultanu’l-muazzama, halifenin yardımcısı Alâeddin Keykubat zamanında" yazmaktadır. Bu camiyi yaptıran beylik, Selçuklu Devleti'ne bağlı olduğundan, sultanın ismine özellikle Cennet Kapıda yer vererek Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat'ı yüceltmiştir. Kapı üzerinde hayat ağacı motifleri ve sonsuzluğu ifade eden rozetler bulunmaktadır. Hayat ağacı motifi, ebediyeti, ölümden sonraki ahiret hayatını ve cenneti sembolize etmektedir. Ayrıca, altında ateş yanan kazanları gösteren motiflerle, az da olsa cehennem hatırlatılmıştır. Altında ateş yanan kazanlar aslında Anadolu Selçukluları'nda bolluk ve bereketin simgesi iken, bu kapıda cehennemi tasvir etmek için de kullanılmıştır. Kazan üzerinde devam eden sütunlara hiçbir motif işlenmeyerek, cehennemin boş, cennetin ise güzelliklerle dolu olduğuna vurgu yapılmıştır.
Tumblr media
Cennet Kapı / Dök Mimarlık Kapının kitabesi, yapının en nadide kısımlarından biridir. Kitabe, beş ana parçadan oluşmuş, bitkisel bezemeler içerisine yazılarak harikulade bir çerçeve içine alınmıştır. Kitabede "Süleyman Şah oğlu Ahmet Şah, Allah'ın affına muhtaç, aciz kul 626 Hicri aylarının birinde bu caminin yapılmasını emretti" ifadesi yer alırken, başlangıç parçasında “gül” son parçasında ise “bülbül” motifi işlenerek, bu eserin yapılış gayesi dile getirilmiştir: Gül peygamberimizi; bülbül ise onun Allah’a olan aşkını simgelemektedir. Şah Kapısı Şah Kapısı, tarihi derinliklerde yankılanan bir anlamla doludur. Bu kapı, caminin doğu kısmında, gösterişten uzak, ancak estetik açıdan büyüleyici bir Selçuklu üslubuyla inşa edilmiştir. İskeletiyle günümüze ulaşan bu kapı, camiye girişte şahın adeta ibadetin eşiğinden geçtiği bir geçidin sembolüdür. Osmanlı dönemindeki "hünkâr kapısı" geleneğini sürdüren bu yapı, aslında sadece bir giriş değil, aynı zamanda bir anlam derinliğini taşır.
Tumblr media
Şah Kapısı / Dök Mimarlık Bu kapının insan boyundan küçük olması tesadüf değildir. Tevazu ve kulluk bilincini simgelercesine, insanı alçakgönüllülüğe çağırırken, Şah'ın yalnızca Allah'ın huzurunda eğileceğini vurgular. Hünkâr kapıları ve hünkâr mahfilleri, sadece liderleri cemaatten ayırmak için değil, aynı zamanda olası tehlikelere karşı korumak amacıyla tasarlanmıştır. Kapı üzerindeki kitabe ise, Şah'ın her girişinde gerçek mülk sahibini hatırlatan kutsal bir mesaj taşır: "Mülk, Kahhar ve tek olan Allah'a aittir." Bu sözler, ibadetin ve varlığın gerçek sahibinin yalnızca O olduğunu hatırlatır, caminin kutsal zemininde bir alçakgönüllülük atmosferi yaratır. Darüşşifa Tarih boyunca hastanelerin işlevini yerine getiren yapılar için geçmişte şifahane, bimarhane, darüşşifa gibi isimler kullanılmıştır. Divriği Şifahanesi, Anadolu'daki darüşşifaların en eski ve en önemlilerinden biri olarak günümüze ulaşmıştır. Şifahane, Osmanlı döneminde, aynı zamanda pozitif ve dini ilimlerin öğretildiği bir medrese olarak da hizmet vermiştir.
Tumblr media
Darüşşifa / Dök Mimarlık Orta Asya Türk mimari geleneğine dayalı olarak inşa edilen Şifahane, doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen bir plana sahiptir. Kesme taştan yapılan bu eser, kapalı avlulu ve üç eyvanlıdır; batı kanadı ise çift katlıdır. Ana eyvanın en belirgin örtü sistemi, yıldız tonozudur. Bunun yanı sıra yapıda beşik, sivri, aynalı, çapraz, artı ve yıldız tonozlar da kullanılmıştır. Avlu, bezemeli sütunlarla çevrelenmiş olup çift yönlükemer atılımlarıyla dokuz bölüme ayrılmıştır. Orta bölümün üzeri ise iki yanda beşik tonoz kollarının ortadaki köşe taşlı sekizgen kasnakla birleştiği camlı demir doğramalı bir kubbe ile örtülmüştür. Darüşşifa Taç Kapı Görkemli bir yapı olan Darüşşifa'nın giriş kapısı "Taç Kapı" olarak anılmaktadır. Kapının iç alınlık kısmında Selçuklu motifleriyle bezenmiş beşgen ve sekizgen yıldızlar bulunmaktadır. Kapı üzerindeki yıldız ve hilal motifleri, Türk Bayrağı'ndaki sembollerle aynıdır. Pencereyi ortadan ikiye bölen sütun, "denge sütunu" olarak bilinir. Baş mimar, bu kapıyla birlikte cami bölümündeki batı kapıya olmak üzere toplamda üç denge sütunu tasarlamıştır. Bu sütunlar, yapıların denge içinde olduğunu gösterir. Ancak, 1939'daki Erzincan depremi sonrasında dönme özelliklerini kaybetmişlerdir.
Tumblr media
Darüşşifa Taç Kapı / Dök Mimarlık Taç kapıdaki denge sütununun sağ ve sol kısımlarındaki hilaller arasında Süleyman mührü olarak bilinen altıgen yıldızlar bulunur. Sütunun altında, Selçuklu sülüs yazısıyla yazılmış üç satırlık bir kitabe yer alır: "Fahrettin Behram Şah'ın kızı Melike Turan, Allah'ın affına muhtaç aciz kul, adaletli melike bu şifa yurdunun yapılışını 626 H/1228 M yılında emretti." Kapının sağ ve sol yanlarında, kabartma rozet şeklindeki bitkisel motiflerin üzerinde zamanla aşınmış insan figürleri bulunmaktadır. Darüşşifa İç Mekan Genel bir hastane planlamasına sahip olan şifahanenin iç mekânı, ruh ve sinir hastalarının tedavi edildiği bir ortamı sunar. İçerde sağda solda hasta odaları, küçük eyvanlar ve ana giriş kapısının tam karşısında ise büyük bir eyvan bulunmaktadır. Baş mimar, büyük eyvandaki yelpaze motifleri ve tonoz işlemeleriyle akustik bir denge sağlamıştır. Read the full article
0 notes
bunedycom · 2 years
Text
Babailer Ayaklanması Nedir, Sonuçları Nelerdir?
Babailer Ayaklanması Nedir, Sonuçları Nelerdir?
Osmanlı Devleti’nin kurulmasından önceki dönemde ve kuruluş sürecinde Anadolu topraklarında Orta Asya’dan gelmiş pek çok Türk aşireti ve bunlarla birlikte pek çok göçebe Türk boyu yaşamaktaydı. O dönemin hakim gücü olan Anadolu Selçuklu Devleti, yeni gelen göçleri doğru yönetememiş ve Türk topluluklarını açlığa mahkum etmişti. Bu dönemde Baba İshak ve Baba İlyas liderliğinde toplanan halk, bugün…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
kirlisiyah · 3 months
Text
Bir gün baktım her şeyde başka hal var. Toprağa düşen tohum, ellerime yağan kar. Yediveren güllere ansızın gelen bahar. Selçuklu çinisinden yüzüme esen rüzgar. Bir ince mermer sütun, bir kerpiç duvar. Anadolu, dağından çakıl taşına kadar. Anamın diliyle türküler söylüyorlar..
Harman, Yavuz Bülent Bakiler
8 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 4 months
Text
BÜYÜK SELÇUKLU ZAMANINDA,
ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİNDE,
VE HATTA OSMANLI DEVLETİNİN TÜM ZAMANLAINDA,
TÜRK DEVLETLERİNİN HİÇ BİRİNDE,
CEHALET SON YİRMİ YILDAKİ KADAR BELA OLMAMIŞTI..
7 notes · View notes
nefretim-kazand · 9 months
Text
Tumblr media
ANADOLU NUN TAPUSU .
Malazgirt Meydan Muharebesi 26 Ağustos 1071 tarihinde Büyük Selçuklu Hükümdarı AlpArslan ile Bizans İmparatoru IV. Romen Diyojen arasında gerçekleşen savaştır. AlpArslan ın zaferi ile sonuçlanan Malazgirt Muharebesi Türklere Anadolu nun kapılarında kesin zafer sağlayan son savaş olarak bilinir.Malazgirt Savaşı Selçuklulara Anadolu nun tapusunu vermiştir İlerleyen 20 yıl içerisinde hızla Anadolu içlerine göç hareketleri başlatılarak Türkleştirilen Anadolu İç Asya daki diğer Türk devletlerinin de göçleriyle bir Türk yurduna dönüştü.
Türk milletinin aziz kahramanlarından Sultan AlpArslan ve silah arkadaşlarının ruhları şad olsun AMİN.
8 notes · View notes
baybaykus · 6 months
Text
MATURİDİLİK:
Horasan da İmam Maturidinin akıl, fen, bilim, teknik ile nakli bilgileri bir araya getirerek, felsefi olarak birleştirip, Türk milletinin töresine uygun oluşturduğu itikadi yoldur...
Hoca Ahmet Yesevi tarafından hayata geçirilip, Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevi Ocağında yetişen Alperenleri vasıtası ile Türk ile Anadoluyu buluşturmasıdır...
Anadolu da Türklük gurur ve şuurunu, İslam ahlak ve fazileti ile tanıştırmasıdır...
TÜRK LAİKLİĞİNİ MATURİDİ İLE SAVUNMAK...
Mustafa Kemal Atatürk iddia edildiği gibi Cumhuriyetin Laiklik ilkesini Fransa dan değil Selçuklu devletin den almıştır. Bizzat kendi sesinden 10. Yıl kutlama konuşmasında "lâiklik Türkün kültüründe vardır." Demektedir.
Çoğumuz biliriz, duymusuzdur. Çünkü, bize öyle öğretmişlerdir, deriz ki: “Amelde mezhep imamımız İmam-ı Âzâm Ebu Hanife’dir, itikatta İmam Matûrîdi”.
Peki, kim bu Matûrîdi, nedir bu Matûrîdilik?
Kendi kendimize sormayız. Sormadığımız gibi ilgilenmeyiz de. Hacısı, hocası, âlimi de dahil, üç beş cümle edemeyiz çoğumuz...
Çünkü bu konuda kimse bir arastirma yapmamış bilgi aktarma zahmetine bilenlerde girmemiştir.
Ancak sorulduğunda ben de dahil Kem-küm ederiz...
O kadar...
Merak edip araştırmak zahmet edip okumak zor gelir bize. Hatta bu makaleyi de zahmet edip sonuna kadar okumayacaktir çoğunuz...
Okuyan da kafasina takılan basit de olsa bir soru sormayacaktır. Sorun ki bizde araştırıp kendi bilgimizi araştıralım bari buna katkınız olsun...
İlahiyatçı, İslam Tarihi ve İslam Mezhepleri Tarihi uzmanı Ahmet Vehbi Ecer’in mükemmel bir Matûrîdi incelemesi var. Yesevi Yayıncılık tarafından kitap haline getirilen bu incelemeden sizlere oncelikle ilginç bir iki bölüm aktaracağım...
Daha sonra yargımız, son tahlilimiz, iletimiz değerlendirmemizi yapacağız.
***Matûrîdi’ye göre din ve şeriat ayrıdır.
“Din’de nasih-mensuh cereyan etmez, ama şeriatlarda nesh yani hükümsüz kılma mümkündür”.
Yani, Kur’an-ı Kerim’in ibadet, iman ve ahlâk ayetleri dışındaki, muamelat (ticaret, borçlanma, miras...), münakehat (evlenme-nikâh) ve ukubat (ceza) hükümleri çağın gereklerine ya da maslahata (kamu yararına) göre hükümden düşürülebilir ya da hükmü başka bir zamana ertelenebilir.
(Arapça ve Farsça kelimeler alıntı yaptığımız kaynakta olduğu için vardır. Bu konu dan dolayi özür dilerim.)
Matûrîdi diyor ki:
“Şeriat din olsaydı, her bir Müslüman hemen bütün davranışlarında dinini değiştiren konumuna düşerdi. (...) Din’in kaynağı akıl, şeriatın kaynağı ise duyma-işitme (nakildir).
***Amel imana dahil değildir. İman etmek mutlaka ibadet etmeyi gerektirmez.
***Anadilde ibadet olabilir. Allah sözcüğünün başka dildeki karşılıkları (Tanrı, Çalap, Hüda) kullanılabilir.
***Matûrîdi’nin tefsir yöntemi, ayeti ayetle yorumlama ve nüzul (indirilme) sebeplerine yer vermedir. Dinî problemlere felsefi açıdan da yaklaşır. Bilime ve deneye önem verir.
***Türk Müslümanlığı’na damgasını vuran akımlar:
Matûrîdilik, Hanefilik, Yesevilik.
Türkler İslam dinini bir kabile dini olmaktan çıkardılar. Matûridi’yi tanımak ve tanıtmak Türk kültürüne hizmettir.
***Tarikatlara Matûridi mesafelidir, bilgi kaynaklarına kuşkuyla bakar.
***Osmanlı’nın, Eş’ariliği benimseyerek, Mâtûrîdi’ye sırt çevirip medrese programlarında yer vermemesinin sonuçları vahim olmuştur. Matûrîdi’nin eserleri Eş’ari’ninkilerden üstündür. Eş’ari Arap olduğu için öne çıkarıldı. Matûrîdi, Türk olduğu için görmezlikten gelindi. Bunda Gazzali’nin parmağı ve etkisi var.
Gazali de Eş’ariye Mezhebi’ndendir. Said-i Nursî de öyle. Onun eserleri Türkler arasında Hanefi-Matûrîdi kimliğini zayıflattı."
Evet...
Ne diyordu bizim İslamcıların pek sevdiği Olivier Roy adlı o kefere: ”İslam ülkesinde laiklik olmaz, siz şeriata dönün, şeriat+elektrik (yani teknolojik ve sınai gelişme) sizi dünya devi yapar “.
Ne diyordu?
Heiner Bilefeldt adlı o teolog Alman: "İslam ülkelerinde (yani Türkiye’de) laiklik olmaz, siz şeriata dönün, inanca saygılı laiklik Almanya’da var, bu laiklik sizi, bize entegre edecek”.
Ne diyordu?
Şimdi ülkemize gelerek laiklik vurguları yapmaya çalışan Hillary Clinton’ın kocası Billy:
“Hilafet gereklidir. Türkiye’nin Hilafeti kaldırması yanlış olmuştur."
Bunların içerideki işbirlikçileri, yüzyıl önce bunlar Ingiliz muhipleri idi. Selefî-Milli Görüş çizgisinden ve Said-i Nursi Eş’ariliği’nden AB ve ABD muhipliğine doğru ”değişerek gelişen “ kesim ve kişilerdir bunlar.
Yani, İngiliz muhipligin den, AB ve ABD Muhipligi ne değişenler.
Türk laikliğini (Selçuklu Türkünden alınan laik anlayışı) silmek ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni köklerinden koparıp bir Batı sömürgesi etmek isteyen zihniyetlerdir bunlar.
Demokratik yollarla, fikri alanda bunlarla mücadele edecek gerçek Türk milliyetçilerinin, en büyük dayanağı İmam Matûridi olacaktır.
Araştırıp öğrenmek her Türk Milliyetçisinin görevidir.
MATURİDİLİK, DOĞU DAN GELEREK TÜRK İSLÂM MEDENİYETİNİ BATIYA ANLATMANIN EN DOĞRU YOLUDUR...
Osmanlı Türk Devletinin kuruluş felsefesinin manevi mimarları, Manevi kurucuları Hace Bektaşi Veli ve Şeh Edabalı, Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevinin Alperenlerinden Türk ulu kişileridir...
Maturidi itikadı ile egitilmiş Şeyh Edebali ve Hace Bektaşi Veli Osmanlı devletinin kuruluş felsefesinde akıl-nakil dengesini sağlam kurarak, devletimizin ilimde, fende, teknikte ve ekonomik alanda en güçlü olmasını sağlamışlardır...
Osmanlı kuruluş döneminde Horasan Erenleri ile Anadolu'ya Türkler Müslümanlığın damgasını vurarak insanlığı, Müslüman Türkün, Asrı Saadetine Dönemesi ni sağlamış ilimle bilimle gercek islamı Anadolu halkıyla tanıştırmışlardır...
Anadolu nun o dönemde huzur ve mutluluk içinde yaşamasını ve Hıristiyan halkın islâmı kabul ederek Müslüman olmasını sağlayan Hanefi ameli ve Maturidi itikadi yolu olmuştur...
Osmanlı Türk Devletinin çöküşü ise...
Yavuz Sultan Selimin Mısır seferinden sonra, 1517 yılından sonra Halifelik makamını almak için Arap ulemayı yanına almak amacı ile, Mısır'dan getirilen 2000'e yakin Arap kökenli geneli Emevi İslam anlayışının bir sonucu olan Eşari anlayışında yetişmiş, Türk ve İslâm düşmanı ulemaların Medreselerde, bilim ve Felsefeyi yasaklamaları ve Türklük aleyhine verdikleri akıl almaz fetvalar ile başlamıştır...
Bugün de Anadolu da bu Emevi Arap Kültürü ile yetişmiş, Selefi ve Eşari anlayışı ile islamı anlatan din adamları hakimdir...
Halbu ki bu din adamlarına sorsak Amelde Hanefi itikatde Maturidi yiz derler ancak, ne Imamı AZAMIN ne imam MATURİDİ nin yolunu izlemezler.
İzledikleri yol ise Arap Eşari anlayışlı Emevi Arap kültürüdur. Bunu da İslam dini zannederler...
TÜRK MİLLETİ en kısa zamanda kendisine en uygun olan akılı, bilimi, ilmi, fenni ve teknoloji ile nakli islami bilgileri özümseyen MATURİDİ FELSEFESİNE dönerek itikadi yaşam biçimi haline dönüştürmelidir...
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Anadolu İnsanının Kurtuluşunun tek adresi budur...
Not: Arap kültürünü geleneklerini din zanneden, Laikliği dinsizlik zanneden ve bunun üzerinden Atatürk'e türlü iftiralar atan, Osmanlıcılık oynayan dönme Devşirme Mankurt koyun sürülerine karşı bilgi amaçlı paylaşılmıştır bu açıklamalar...
Mevlüt Kaleli
Tumblr media
4 notes · View notes
yalnzardc · 4 months
Text
Türklerin kısa tarihi / Tufan Gündüz
Harezmşahlar :
Harezm, Maveraünnehr'in güneyi ile Hazar Denizi'nin doğusunda kalan bölgenin adıydı
§ 1097'de Sultan Berkyaruk tarafından bölgeye vali olarak atanan Kutbeddin Muhammed ile birlikte son Harezmşahlar hanedanı kuruldu.
Kutbeddin Muhammed, ömrü boyunca Selçuklu Devleti'ne sadık kaldı. Onun 1128'de vefatından sonra yerine atanan oğlu Alaeddin Atsız da babasının yolunu sürdürüyordu.
Moğol istilasından ağır yenilgi alan Alaaddinin Muhammedin vefatından sonra yerine geçen Celaleddin Harezmşah Moğol istilası çekilinceye kadar hiç bir varlık gösteremedi.
Daha sonra anadolu topraklarına göz dikince I. Alaeddin Keykubat onu Yassıçemen savaşında ağır bir yenilgiye uğrattı.
bir yıl sonra öldü. Anadolu Selçukluları, Harezmşahları tarihe gömdü.
5 notes · View notes
elbistanhaber · 7 months
Text
Elbistan Tarihi
Tumblr media
Elbistan Şehri Nerededir?
Elbistan etrafı yüksek dağlar ile çevrilidir. Ceyhan nehri ise elbistan şehrine ayrı bir güzellik katmaktadır. Deniz seviyesin yüksek ve kırsal iklim şartlarına sahib olan bir yerleşim alanıdır. Elbistan türkiyenin 4.cü büyük ovasıdır; Geniş arazi ve bereketli toprağa sahiptir. Tarih boyuncada medeniyet ve kavimlerin yerleşim için sahip olacakları en ideal merkez olmuştur. Elbistan'a hükmetmek doğu, batı, kuzey ve güneye hükmek gibidir. Bundon dolayı tarihte elbistan ovası savaş alanı olarak ve farklı medeniyetlerin sahip olmak için yağmalayıp, yakıp yıktığı bir şehirdir. Elbistan'da günümüze kadar gelen tarihi eser çok azdır ve tarih önceside şehir yerle bir olup battığı için yaşayan medeniyetlerin eserleri bulunmamaktadır. Höyükler ve tümülüsler vardır. Elbistan şehrini en yakın tarih olarak anlatan ve en büyük savaşı yaşayan sultan baybars ve moğollar ile yapılan savaştır.
Elbistan'da Yaşayan Medeniyetler ve Elbistan Tarihi
Türk Tarih Kurumu tarafından bölgede 1948 yılında yapılan kazılarda çıkan tarihi değerler göstermiştir ki, Elbistan'ın tarihi M.Ö.4000'lere kadar uzanmaktadır. Bölge sırasıyla Hititler, Akadlar, Sümerler, Asuriler, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Selçuklular, Memlüklüler, Moğollar, Dulkadirliler(Dulkadiroğulları), Osmanlılar hakimiyetlerini sürdürmüşlerdir. Ayrıca Elbistan ovasının Orta ve Batı Anadolu'nun geçiş alanı olması sebebiyle birçok orduların güzergâhı haline gelmiştir. Bu durum bölgenin yıkımının fazlalaşmasına sebep olmuştur.
Hititler, Elbistan Ovasında kurduğu muhteşem şehirlerin harabelerine Hüyükler (Höyük), Timilüsler ve Menhirler(mezarlar) olarak şahit olmaktayız. Bu yerlerde yapılan kazı çalışmaları Elbistan ve çevresinin Hitit tarihinde önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. M.Ö. dönemlere ait en büyük eser bırakanların başında Makedonyalılar ve Romalılar gelmektedir. Daha sonra Doğu Roma (Bizans) dediğimiz devletin hegemonyası sürmüştür. Yine bu dönemlerde bugünkü Elbistan'ın kuzeyinde eski Karaelbistan ile Hasankendi köyleri arasındaki düzlükte kurulu olan Elbistan, M.S. 587 ve 27 Kasım 1114 yıllarında birbirinden şiddetli depremlerle tamamen yıkılmıştır. Bunun sonucu halk yeni yerleşme alanı olarak bugünkü Şardağı eteklerini seçmiştir.
İslam Uygarlıkları döneminde de, Elbistan Arapların çok sayıda istilalarına maruz kalmıştır. Elbistan'ın etrafı 3000 metreye varan yüksek dağlarla çevrili olması ve her taraftan geçilmezi gayet zor olan derin, uzun geçitler ve boğazlarla kapalı bulunması, burayı doğal bir kale özelliği oluşmasına sebep verdiğinden, aynı zamanda da birçok isyanların merkezi haline gelmiştir.
Daha sonra Orta Asya'dan ve Orta Doğudan gelen Türkmenlerin akınlarına maruz kalmıştır. (1018-1029) Elbistan, Bizanslılar ile Türkler arasında birçok büyük savaşlara sahne olmuştur. 1085 Yılında bu yöreye gelen Emir Buldacı komutasında ki Türk ve Müslüman birlikler, bölgeyi ele geçirmişlerdir. Birinci Haçlı seferi sırasında 1097 yılında Elbistan'a gelen Pierre D'aulps (Piyer Dalpus) isimli şövalyenin komutasındaki Haçlı ordusunun eline geçmiştir. Bu nedenledir ki Haçlı kuvvetleri karşısında Anadolu Selçuklu, ve Danişmendlilerin ittifakı coğrafyada kendini gösterir. Elbistan bu üç kuvvet arasında sık sık el değiştirir. Haçlıların bölgeden gitmesinden sonra Danişmendli Yağıbasan ve Selçuklu II. Kılıç Arslan arasında defalarca el değiştirmiştir.
1201 'de Anadolu Selçuklu Devletinin Hükümdarı Süleyman Şah, kardeşi Mugiseddin Tuğrul Şah'ın elinden alarak doğrudan doğruya merkeze bağlı vilayet yapmıştır. Elbistan uzun süre Konya'dan gönderilen valiler tarafından yönetilmiştir. Bölgede cereyan eden en önemli olaylardan bir tanesi de Memluk Sultanı Malik al Zahir Baybars ile Moğullar arasında 15 Nisan 1277 yılında Kalfa çayırında yapılan savaştır. Moğullar Anadolu'da ilk kez ciddi bir yenilgi almışlardır. Bunun üzerine Moğollar başta Elbistan olmak üzere çok sayıda Müslüman Türkmeni kılıçtan geçirmişlerdir.
1337 yılında Haşan Dulkadır Bey'in oğlu Zeyneddin Ahmet Karaca Bey tarafından Dulkadır Beyliği kuruldu. Bu devlet 185 yıl hüküm sürdü. Elbistan bu devlete 130 yıl başkentlik yaptı. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim döneminde Turnadağ Muharebesi (1515) ile Osmanlı İmparatorluğuna katıldı. 1522 yılında Maraş bölgesi, özel yönetiminden ayrılır, sancak haline gelir ve Elbistan da Maraş'ın kazası haline gelir. Evliya Çelebi'nin Seyahatnâme'sinde bölge hakkında bilgiler verir: "Bu dağlar ve beldelerde hep Türkmenler otururlar. Lisanları (kendileri gibi) Buhara illerinden gelmedir. Bütün Türkler on iki çeşit lisan üzere konuşurlar."
1864 tarihinde, (Abdülaziz döneminde) Halep Vilayeti kurulunca, Maraş kazaya dönüşürken, Elbistan ve köy çevresi eski önemini kaybetmiştir. 1871 yılında da Elbistan'da ilk kez belediye teşkilatı kurulmuştu. I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı'nın Halep'i kaybetmesiyle, Halep Vilayeti'ne bağlılık sona ermişti.
2 notes · View notes
nevzatboyraz44 · 11 months
Text
Tumblr media
📍 Sivas Gök Medrese
📌Sivas Gök Medrese tarihine Geçmeden önce Anadolu Selçuklu Devletinden bahsedelim. Anadolu Selçuklu Devleti’nin 1243 Kösedağ Savaşıyla Moğollar karşısında yenilgisi sonrasında Anadolu Selçuklu Devleti zayıflamaya başlamıştır.
🔶🔶🔶
📌Anadolu, özellikle 13. yüz yılın ortalarından itibaren İran Merkezli kurulan İlhanlı valileri tarafından yönetilmeye başlanmıştır. Anadolu’nun İlhanlılar tarafından kontrol altında tutulmaya çalışıldığı, vergilerin ağırlaştığı bu dönemde imar faaliyetlerinde Anadolu Selçuklu Sultanlarının etkinliğinin azaldığı bilinmektedir.
🔶🔶🔶
📌Mimari yapılanmada Selçuklu vezirlerinin etkinliklerinin arttığı görülmektedir. Sultan III. Gıyâseddin Keyhüsrev devrinde ( 1259-1284) vezir Fahreddin Ali Bin Hüseyin Sahip Ata, özellikle Konya ve Sivas kentinde çeşitli yapıların baniliğini yapmıştır.
🔶🔶🔶
📌13. yüz yılın ikinci yarısında çoğunlukla İlhanlılar ile iyi geçinmeye çalışan Sahip Ata, Sivas kentinde bugün İç Kale ( Torakkale)’nin kuzeydoğusunda, Kale-i Cedid Mahallesinin doğu sınırında ve kendi adını taşıyan mahalle içinde bir medrese inşa ettirmiştir.
Sivas Gök Medresenin inşa tarihi H. 670/M. 1271’dir.
Yazan: Esra Dumuş- Sanat Tarihi Uzmanı
.........
Sivas Gök Madrasa
📌Before moving on to the history of Sivas Gök Madrasa, let's talk about the Anatolian Seljuk State. After the defeat of the Anatolian Seljuk State against the Mongols in the Battle of Kösedağ in 1243, the Anatolian Seljuk State began to weaken.
📌Anatolia, especially since the middle of the 13th century, started to be governed by the governors of İlhanlı, which was founded in Iran. It is known that the effectiveness of the Anatolian Seljuk Sultans in zoning activities decreased in this period when Anatolia was tried to be kept under control by the Ilkhanate and the taxes were heavy.
It is seen that the activities of the Seljuk viziers have increased in architectural structuring. Sultan III. During the reign of Gıyâseddin Keyhüsrev (1259-1284), the vizier Fahreddin Ali Bin Hüseyin sahibinden Ata was the patron of various buildings, especially in the cities of Konya and Sivas.
📌13. Owner Ata, who mostly tried to get along with the Ilkhanate in the second half of the century, had a madrasah built in the city of Sivas, in the northeast of the İç Kale (Torakkale) today, on the eastern border of the Kale-i Cedid District and in the neighborhood that bears his name.
Sivas Gök Madrasa was built in H. 670/M. It is 1271.
46 notes · View notes
ahmet-34 · 1 year
Text
KAYI BOYU BEYİ OSMAN GAZİ SÖGÜTE OBA KURDU.(17 Ocak 1299)
600 YIL,3.KITALIK SERÜVENİN TEMELİ ATILDI.
Osman Gazi Söğüt ve Domaniç civarında, Anadolu Selçuklu Devleti'nin obası ve kendisine uçbeyliği olarak tahsis ettiği bölgede bağımsızlık ilan ederek kurmuştur.
Tumblr media
14 notes · View notes
cinaraslan · 2 years
Text
📗 KAPADOKYA TARİHİ 📌
Anadolu'nun Ermenistan'dan Kapadokya'ya kadar olan Hristiyan bölgelerine Arap akınları başlar. Bu akınlardan kaçarak bölgeye gelen insanlar bölgedeki kiliselerin tarzlarının değişmesine sebep olur. 11. ve 12. yüzyıllarda Kapadokya Selçuklu Hanedanının eline geçer. Bu ve bunu takip eden Osmanlı zamanlarında bölge sorunsuz bir dönem geçirir. Bölgedeki son Hristiyanlar 1924-26 yıllarında yapılan mübadeleyle, arkalarında güzel mimari örnekler bırakarak Kapadokya'yı terk ettiler.
💁🏻‍♂️Paphlagonia veya Paflagonya, Anadolu'nun, Karadeniz'in kıyısında, Pontus ve Bitinya arasında kalan eski bir bölgedir.
Paflagonya, Frigya'dan Bithynia'nın doğusunda kalan bir uzantıyla ayrılmaktaydı. Strabon'a göre Parthenius (Bartın Çayı) nehri bölgenin batı sınırını, Halys (Kızılırmak) nehri de doğu sınırını çiziyordu. Bölge doğuda Kızılırmak, batıda Sakarya Nehri, güneyde Frigya ve Galatya ile çevrilidir. Kuzeyde ise Karadeniz yer alır.
Günümüzde Kastamonu, Sinop, Bartın, Çankırı ve Karabük bu bölgede yer alırken Çorum, Bolu, Zonguldak ve Samsun illerinin bir bölümü bölgenin içinde kalmaktadır. Batı Karadeniz ve Orta Karadeniz bölümünü kapsayan bölgeye Türklerden önce Paflagonya denmiştir. MÖ 1000 tarihinde bu bölgeye hâkim olan Paflagonlar kendi adlarını bu coğrafyaya vermişlerdir.
📗NİKOMEDYA TARİHİ 📌
(Yunanca: Νικομήδεια, günümüz Türkiye'sinde İzmit) Marmara Denizi'ne açılan İzmit Körfezi'nin ucunda Bitinya Kralı I. Nikomedes tarafından kuruldu.
Roma İmparatorluğu bölündükten sonra ise Doğu Roma yönetimine geçen Nikomedia, 11. yüzyılın son çeyreğinde Selçuklu Hanedanı tarafından rahatsız edilir. I. Haçlı Seferine güzergâh olan Nikomedia, 1204'te bir süre Latinlerin işgalinde kaldıktan sonra tekrar Doğu Roma'ya geçer. Ardından 1337'de Osmanlı Devleti'ne dahil olmuştur.
Kocaeli Üniversitesi bünyesinde açılan Arkeoloji bölümü ile İzmit'in bu pek bilinmeyen tarihi, Körfez'in karanlık sularından yavaş yavaş su yüzüne çıkmaktadır.
📗GALATYA TARİHİ 📌
Galatya (Antik Grekçe: Γαλατία, Galatiya, "Galya") günümüz Türkiye'sinin Ankara ve Eskişehir illerini kapsayan, orta Anadolu tepeliklerinde bulunan antik bir bölgedir. Galatya, M.Ö. 279'da Balkanlara göçlerinin ardından, 3.yy.'da Trakya'dan (bkz. Tylis) buraya göç edip yerleşen Galya kabilelerinden ismini almıştır. Romalı tarih yazıcıları tarafından bu bölge Doğu Galya ve yerlileri Galli (Galyalı ya da Kelt) olarak adlandırılmıştır.
📗ANTAKYA TARİHİ 📌
Antakya (Anṭākye; Yunanca: Ἀντιόχεια, Antiohia), Hatay ilinin nüfus bakımından en büyük ilçesidir ve merkezidir. Yeni düzenlemeyle birlikte Antakya ve Defne Belediyesi olarak ayrılmıştır. Ortasından Asi Nehri geçmektedir.
📗KAPADOKYA TARİHİ 📌
Anadolu'nun Ermenistan'dan Kapadokya'ya kadar olan Hristiyan bölgelerine Arap akınları başlar. Bu akınlardan kaçarak bölgeye gelen insanlar bölgedeki kiliselerin tarzlarının değişmesine sebep olur. 11. ve 12. yüzyıllarda Kapadokya Selçuklu Hanedanının eline geçer. Bu ve bunu takip eden Osmanlı zamanlarında bölge sorunsuz bir dönem geçirir. Bölgedeki son Hristiyanlar 1924-26 yıllarında yapılan mübadeleyle, arkalarında güzel mimari örnekler bırakarak Kapadokya'yı terk ettiler.
Tumblr media
2 notes · View notes
onderkaracay · 2 days
Text
Tumblr media
🎯 DİN VE PARA BELASI İNSANLIĞIN SON İBRETİNİ YAŞATTI 🎯
Sömürgecilerin iki temel araçları var;
Biri din, diğeri para!
Din ile beyin yıkar, uyuşturur görünmeyeni satar, para ile görünen madde gücü kimin elinde ise satın alır.
Her ikisini de tehdit amaçlı ve korku amaçlı kullanır.
Dinden çıkarsan cehennemlik olursun diyerek korkutur.
Ve
Bana hizmet etmezsen parasız aç kalırsın korkusu ile düşünmeyen düşüncesiz her insanı esir alır.
İlk sömürge aracı para, ilk sömürgeci ideoloji dindir.
Para takas zor olduğu için yaşamı kolaylaştırrmak adına icat edilir sonra sömürü aracına döner.
Banka fikri ile bütün dünyada yaygın organize bir tefecilik düzeninin temeli İtalya da bir bank üzerinde sonbet eden iki kişinin birbirine borç para vermesi ve karşısında faiz alması ile atılır. Bütün dünyaya tefeciliğin ismini banka olarak yayılmasının ilk adımı olur. Bu kötü örneği şeytani akıl alır dünyayı ve insanlığı sömürmek esir etmek için kullanır. Para ve banka bu zalimlerin düzeni ile gerçek amacına uygun bir araç olarak kullanılamaz.
Din ilk başta çok masum bir şekilde zulmü bitirmek adına insanlar arasından biri seçilerek kötülüğü yok etmek yerine iyiliği getirmek amaçlı bir mesaj olması gerekirken yine şeytani aklın eline bir fırsat verir. Ve din üretim merkezi bu yolla kurulur.
Din hiç arzu etmediği halde şeytanlığın kurnaz zihninde ilk sömürgeci ideoloji olarak kendini bulur.
O gün bugündür ortadoğu denen yere huzur mu gelir?
Yetmez dini dünyaya yaymaya kalkarlar.
Yerel bir zulüm genel bir zulme böyle döner.
Us ve duyuncunu kullanan her toplum savaşını verir dinin yaşamı tayin edici baskısı ve korkusundan kurtulur.
Cehaletin hüküm sürdüğü her yerde zalimler din sayesinde para ve gücün üzerine oturur.
Ve gün gelir aynı zulmü yaşamak zorunda kalan insanlığın adı Türkler önce Selçuklu devleti sonra Osmanlı imparatorluğu devletini dini siyasete alet edenler yüzünden kaybeder.
Tarihin akışını değiştirecek Türk Mustafa Kemal Atatürk işte böyle bir zamanda Türklük bitmesin ve yeryüzüne töre adaletini Türkler yeniden getirsin diye ilmi sır ile yine yaşamı buna hazırlık mücadelesi ile geçerek sahneye çıkar.
Dini devlet yönetiminde sömürge ve zulüm aracı olmaktan, parayı bir tehdit amacı olmaktan çıkartan savaşı verir devrim yapar ve insanlığı yeniden dünyada Türk töresi sayesinde kendisi yaşarken sorunsuz yaşatır.
Anadolu'nun gördüğü en huzurlu, gururlu ve üzerinde yaşayanların mutlu olduğu geleceğe umutla baktığı günler onunla başlar onsuz yeniden tersine döner.
Onun gibi bir dahinin yeri bir türlü içinizde satılanlar yüzünden bir türlü dolmaz.
Yerinde gözü olan kötülük madde gücünün esirleri toprak ağaları din ve parayı cehaletin bitmediği Anadolu'da, yeniden kullanarak devleti ele geçirirler.
İlk dinin icat edildiği ve sonra üzerinde plan ve proje değişikliği ile sanki tanrı ile pazarlık yapmış gibi vaad edilmiş topraklar bizim olacak diye Mustafa Kemal Atatürk'ün yokluğunu fırsat bilerek bu din ve para adına terörü ortadoğu denen bataklığa parayla çakma bir devlet olarak kurarlar.
Türk Cumhuriyeti'nin başına ise kendilerine hizmet eden birisini yeter söz milletindir din adına söyletir toplumu kandırır sanki çok iyi bir şeymiş gibi her mahallede bir milyoner üreteceğiz diye bu iki din ve para aracını yine Anadolu da Mustafa Kemal Atatürk'ün onların çöpe attığı projelerinin kuyruk acısı olarak bir intikam aracı olarak kullanarak yetmiş beş yıl Türk insanına darbeler, krizler, cinayetler, ırkçılık, mezhepçilik, bozgunculuk vb aklınıza gelen gelmeyen her kötülük zulüm ile yapılır.
Bir asır sonra planlarını gerçekleştirmek için tüm hazırlıklar yapılır.
O askeri darbelerin yapıldığı zamanlarda bir Türk çocuğu bu zulmü Mustafa Kemal Atatürk gibi bitirmek adına doğu Anadolu da güneş yeniden doğudan doğsun diye dünyaya gelir. Yaşamı bu sırrın uğruna mücadeleye döner çünkü düşman farkında olmadan o çocuğun yüreğinde bir yara açar kendi sonunu kendi getirmek için insanlığa bir fırsat daha verir.
Düşman bütün maddi araçları ele geçirir cehaleti zaten din sayesinde taşeronları aracılığıyla çok iyi yönetir son darbeyi vurmak adına 11 Eylül 2001 tarihinde islam coğrafyasında terörü sözde bitirmek adına kendi terörlerini Anadolu'ya getirmek için aslında Türklere savaş açarlar.
11 Eylül 2001 tarihinde tanklardan daha büyük tehdit olan bankalarını daha güçlü hale getirmek için kur vurgunu ile bir gecede holding bankaları aracılığıyla siyaset ve adalet mekanizması göz yumarak servetleri büyüklüğünde serveti Türk ulusundan çalarlar.
O gün o holdingin amiral gemisi diye anılan bankasının Mahmutpaşa şubesinden çalışan ve bu zulmü bitirecek olan o yaralı çocuk bunun bilgi ve belgelerini kimlerin nasıl kimler aracılığıyla bu hırsızlığı organize ettiğine gözleri ve kulakları ile canlı şahit olur.
Ve o holdingin amiral gemisi diye anılan bankası bu krizden en güçlü çıkan banka biz olduk diye utanmadan övünür!
İki yüz bine yakın bankacı içinde bir tek o çocuk bundan rahatsızlık duyar.
Kaleyi içten yıkacağı günlere doğru ilerlerken ülkenin başına 28 Şubat operasyonu ile bir oyun oynanır ve oval ofis cesaret madalyalı biri onların adına devlet yönetmek nedir bilmeden medya desteği ile önceden çeşitli yöntemler ile hazırlanan toplum sayesinde seçimleri kazanır ve 2002'de Türk ulusunun neyi var neyi yok dini siyasete Anayasal suç olduğu halde kullanarak bu şerre satar.
Hatta kendisine birde eşbaşkan unvanı verilir yönettiği ülkenin topraklarını da isteyen projede Türk ulusunun haberi olmadan görev alır otuz iki ayrı yerde bu görevini cesaretle itiraf eder.
O Türk genci bütün bunları karanlık sicil gibi tutar.
Yeri gelir aleni ülkeye ve ulusa yararı olmayan bu talan ve tefeciliğe karşı çıkar.
Siyaset ve sermaye ortaklığı adeta bir ulusu kol kola girerek baskı ve zulüm uygulamaya başlar.
Uyanmıyorlar ise utanmaya gerek yok diyerek yüzlerinde perde bırakmazlar. O Türk genci Türk ulusunu kitabı ile uyandırmak ister kitabını sermaye mafyası piyasa kitabı olmadığı için topluma ulaşmasını kitabı yazan satın alınması mümkün olmadığı için engellemeye kalkar. Sözleşmesi olduğu halde piyasa kitapçılarının rafında yer alamaz. Buna rağmen yüz perdeleri yırtıldığı için yinede utanmazlar.
O Türk genci bu yaşananların hiçbirini kabul etmez her seferinde itiraz eder. Yalnız toplum din ve para ile uyuşturulduğu için onun gördüğünü kimse göremez.
12 Eylül 2012 tarihinde o holdingin bankası 12 Eylül 1980 tarihinde toplu esir aldık şimdi tek tek bize itiraz edenleri yok ediyoruz diyerek ve kendi ayaklarına kurşun sıktıklarının farkında olmadan o yaralı çocuğun içinde bir yara daha açarlar.
Aynı gün hiç tereddüt etmeden eyleme geçer.
İnsanlık tarihinin en ibret verici ve son ibreti mahşer tufanı ve canlı ölüler ibretini yaşatacağını bilmeden kitabını yazmaya başlar.
İki adet sır bilginin yır satırları kitapta yer alır. Hatta bu sırdır kitapla manifesto ile MUHTIRA vererek bir gemi kılığında kitabını mahşer tufanını yaşayacağı sosyal ağlar denen pislik yaymak fitne ve fesat çıkarmak için tasarlanmış bu susuz şer denizinde 21 Aralık 2015-21 Ocak 2016 tarihleri arasında Türklerin yeni doğum gününde bu tufanı ve ibreti atası Nuh gibi yine İstanbul merkezli Anadolu'da yine bir gemi ile bir holdingin amiral gemisi tefeci gemisinin itibarını batırır bir diğer kötülük holdinginin en başından birinin canının alındığına geriye tüm zalimlerin çıkması mümkün olmayan leke kalpleri karartılarak canlı ölülere dönüştürüldüğünü yaşatır ve gemisinin insanlık adına Türk kaptanı olarak bu ilmi sırrı insanlığa ilan etmeye başlar.
12 Eylül 2012 tarihinde nasıl bir yanıt alacaklarını bilmeyen zalimler o gün çırpınmaya başlar. Ülkenin en zengin işadamı kendi hastanesine yetişmeden kalp krizi geçirdi diye yaygara ile algı medyası ile yayar.
Türk fırtınası ise bunun sebebini sırrı ilmi gereği bu tufan sunucu olduğunu bu ibretin bir uyarı faturası olduğunu ve Anadolu'da zulmün bitişinin başlangıç noktası olduğunu kapitalizmin Anadolu'da yıkılacağını geriye kalan zalimlerin yaşattıkları zulmü yine zulüm yaşatarak biteceklerini yazdığı halde bu zalimler kuyruğu dik tutmak adına son bir kurtuluş olur diye dünyanın her yerinden Türklere karşı harekete geçtiler.
Ukrayna da kendi adamlarını devletin başına getirterek kardeş iki ulusu birbirlerine kırdırdılar.
Pandemi sahtekârlığı ile Çin hedef alındı para vurgunu yaptılar yine de Çin'i durduramadılar.
Hitler soykırımı yaşadık diye ağlama duvarı olan bu zalimler şimdi tamamen bitmek için Filistin topraklarında soykırım ve katliam yapıyorlar.
Susuz denizde insanlık adına bir ibret yaşatan beyin savaşları komutanı Mustafa Kemal Atatürk'ün bir askeri olan o çocuk tarafından ilmi sır ile yaşatılan tufan ve canlı ölü ibreti ile zalimlerin yeni dünya düzeni hayalleri susuz denizde suya düştü. Bir Türk dünyaya bedeldir sözünün ne anlama geldiğini tüm zalimler anladığı halde hiçbir işe yaramayacak olan madde gücü ile tehdit ve haklı olma derdine düşman bu şekilde düştü. Türk ile yeryüzüne yeniden insanlık geldi.
Yeryüzünde töre insanlık adına adalet, zulüm ise tüm zalimlere ve onlara destek olanlara yeryüzüne ibret ile gelen zulmün kendi cehenneminde Türk insanlık adaleti ve merhameti karşısında yok olacak.
2015 sonrası bu sebeple bütün dünyada harekete geçtiler ve kendilerini kendi yaptıkları ile yaşattıkları zulmü görerek bitiriyorlar. Bu ilmi sır bu ibretin bu şekilde yaşanmasını onlara yaptırarak insanlık tarafından anlaşılmasını sağlayacak.
Madde gücü sahibi ahlaksız, vicdansız, merhametsiz, hileler yoluyla elde edilir ise işte bedeli böyle ağır olur bu ibretin akıllarda kalması gereken ahlakı olacak.
Önder Karaçay
0 notes
pazaryerigundem · 6 days
Text
Konya'da genç fikirler BM Konferansı'nda
https://pazaryerigundem.com/haber/170139/konyada-genc-fikirler-bm-konferansinda/
Konya'da genç fikirler BM Konferansı'nda
Tumblr media
Konya Valiliği himayesinde Konya Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle Konya İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Tahir Büyükkörükçü Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin düzenlediği “Uluslararası Konya Model Birleşmiş Milletler Konferansı” başladı.
KONYA (İGFA) – Selçuklu Kongre Merkezi’nde düzenlenen konferansın açılış oturumunda konuşan Konya İl Milli Eğitim Müdürü Murat Yiğit, Türkiye’den 62 okulun dahil olduğu organizasyona Almanya, Norveç ve Özbekistan’dan da 8 okulun katıldığını belirterek konferansın hayırlı olmasını diledi.
Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü Öğrenme Süreçleri ve Sosyal Etkinlikler Dairesi Başkanı İhsan Erkul, organizasyona destek veren Konya Valiliği’ne ve Konya Büyükşehir Belediyesi’ne teşekkür ederek, “İnanıyorum ki gençlerimizin entelektüel kapasiteleri bu simülasyonlarla daha da çok artacak” diye konuştu.
Konya Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Ahmet Murat Koru, dünyanın dört bir yanından gelen genç fikirlerin buluştuğu platformun, sadece bir konferans olmanın ötesinde geleceği şekillendirecek liderlerin yetişmesine vesile olacağını ifade ederek, “Organizasyonda emeği geçenlere şükranlarımı sunuyorum. Bu konferansın sizlere ilham vermesini ve geleceğe dair vizyonunuzu genişletmesini temenni ediyorum” ifadelerini kullandı.
Dünya Uygur Konseyi Birleşmiş Milletler Temsilcisi Zümretay Arkin ise, “Herkesin adil, sağlıklı ve adalet içinde yaşayabileceği bir dünya hayal ediyoruz. Nesiller arası diyalog ve iş birliği istiyoruz. Umuyorum ki bu Uluslararası Konya Model Birleşmiş Milletler Konferansı hayatlarınızda bir dönüm noktası olur. Hayallerimizi, beklentilerimizi eylemelerimize yansıtalım ve daha iyi bir dünya inancından asla vazgeçmeyelim, bu bizimle mümkün” dedi.
Tumblr media
Açılış oturumuna; Konya Vali Yardımcısı Fatih Ahmet Kurt, AK Parti Konya İl Yönetim Kurulu Üyesi Fahrettin Kulu, Büyük Birlik Partisi Konya İl Başkanı Seyit Özcan, Uluslararası Konya Model Birleşmiş Milletler Konferansı Kurucusu ve Genel Sekreteri Can Ahmet Kılıç da katıldı.
Birleşmiş Milletler prosedürüne uygun olarak global sorunlara çözüm önerileri üretilmesi amacıyla düzenlenen, Türkiye genelinden ve yurt dışından 400 lise öğrencisinin katıldığı “Uluslararası Konya Model Birleşmiş Milletler Konferansı” 4 gün sürecek.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
yazan-kalem-siyah06 · 2 months
Text
Tumblr media
✓ Atatürk
Bir İranlı, Ülen Tölge'nin ATATÜRK hakkındaki tespitleri:
Atatürk kimdir?
1- Atatürk üst insandı. Onu herkesle karşılaştırmak doğru olmaz kanımca.
Atatürk’ün vatan sevgisi basit bir ifade olur! Üst insanlarda vatan sevgisi çok farklıdır!
Başka şey olmalı: Vatan kuruculuğu...
Farklı düşünüyorum bu konuda.
Çünkü o zaman sevilecek vatan diye bir olgu yoktu.
Osmanlı’nın yok ettiği ümmetçi karanlık geçmişin harabeleri vardı.
Vatan sadece toprak yığınından oluşmuyor. Vatan, değerlerin zarfıdır.
Peki Atatürk zamanında hangi değerler vardı? Hiçbir değer...
Hiçlik vardı.
İnsan hiçliği nasıl sevebilir?
Atatürk sevilecek ve insanca değerlere zarf olacak bir vatan tesis etmek istedi.
Yüksek ölçüde de bunu başardı.
Çünkü üst insanlar, değerlerin kurucuları olurlar.
O değerlerle de vatan, madde olmaktan, toprak yığını olmaktan çıkarak manevi ölçütlerin yurduna dönüşür. Atatürk´ün kurduğu ve Anadolu´ya armağan ettiği değerlerin O´ndan önce var olduğuna dair hiçbir örnekle karşılaşmadım.
Nelerdi bu örnekler?
2- Cumhuriyet bir değerdir ve Atatürk öncesi yoktu.
3- Laiklik, sadece bir değer değildir, değerlerin üreme ve üretilme olanağıdır ve Atatürk öncesi yoktu.
4- Türkçe bir değerdir ve Atatürk öncesi yoktu. Özellikle benim için önemli olan budur.
Ben bir kaç dil bilirim ve Türkçenin de bir kaç lehçesini bilirim.
Atatürk öncesi Türkçe yoktu.
Felsefeye, fiziğe, tıbba, bütün bilim dallarına girmiş bulunan modern Türkçenin kurucusu Atatürk´tür.
Çağımızda eski Yunan felsefesinden modern Batı felsefesine denli bilgi kaynakları tercüme edilmişse, bunun nedeni Atatürk tarafından insanlık tarihine sunulan ve grameri belli olan Türkçedir.
5- Atatürk öncesi kadın yoktu.
Şeriat esiri ve seks makinası olan, evde oturması gereken, cihat için çocuk doğuran dişi nesne vardı.
Kadına insan onuru kazandıran, yazıp okuması için önündeki şeriat engellerini kaldıran, seçip seçilme hakkı kazandıran Atatürk olmuştur. Atatürk olmuştur ve başka kimse olmamıştır.
6- Atatürk öncesi tarih hafızası olan bir toplum yoktu.
Çünkü tarih bilgisi ve bilinci olan bir toplum yoktu.
10 yıl boyunca TDK başkanlığı yapmış olan felsefeci Macit Gökberk "Değişen dünya, değişen dil" kitabında "Ortaokulu Osmanlı döneminde bitirdim. Anadoluda Selçuklu devletinin de olduğunu Ortaokulu bitirdikten sonra yabancı kaynaklardan öğrendim" diye yazar.
Yani Anadolu toplumunda tarih bilinci ve bilgisi yoktu.
Bu hafıza, bilinç ve bilginin yaratıcısı
Atatürk’tür.
7- Türkler için (Sadece Türkiye Türkleri için değil) Atatürk´ten önce tarihin kendisi de yoktu. Üst insanlar kendilerinden itibaren başlayan tarihin yaratıcıları olmuyorlar. Daha önceki tarihin de kurtarıcıları, aydınlatıcıları oluyorlar. Bu açıdan Atatürk tarihin kurucusu, kurtarıcısı ve aydınlatıcısıdır.
8- Atatürk öncesi Arap töreleri Türk toplumunun beynini öylesine karanlığa gömmüştü ki, iğne deliği denli bir yer bile ışık sızması için kalmamıştı.
Atatürk büyük dinsel aydınlatıcı gibi Kuran’ı Türkçeye çevirttirerek 1000 yıllık katı ve delinmesi güç olan karanlıklara ışık sızdırtmaya çalıştı ve büyük ölçüde başarılı oldu.
Günümüzdeki Osmanlı karanlıklarına dönüşün
macerası başkadır.
9- Atatürk´ten önce edebiyat yoktu, çünkü alfabe yoktu.
Arap alfabesi, sadece Türkçe'nin düşmanı değil, Arapça'nın ve Farsça’nın da düşmanı. Arap harflerinin beyinleri körleştirme sürecini durduran Atatürk olmuştur ve başkası değildir.
Atatürk öncesinde 1000 yıl boyunca Ebu Reyhan El Biruni gibi bilgeler bu alfabeden Orta Doğu’yu kurtaracak kurtarıcı üst insan aramışlardı.
O kurtarıcı Atatürk kişiliğiyle ortaya çıkmıştır.
10 - Atatürk öncesi musiki yoktu.
Osmanlı sarayının saçma ve karmaşık dildeki aruz edebiyatı musiki için asla yatkın değildi ve beyinlere uyuşturucu etkisi bırakmaktaydı. Konservatuarların kurucusu ve eski karanlıklara gömülmüş toplumun estetik zevk algısını aydınlatan Atatürk olmuştur.
11- "Atatürk’ten önce, Tanzimat’tan başlayarak Batılılaşma süreci vardı ve bu süreç Atatürk’ü yetiştirdi" savını kabul edemiyorum.
Çünkü böyle olsaydı, o zaman Atatürk gibi bir önder Batının kendisinde yetişmeliydi?
Ama yetişmedi.
18. YY itibarı ile Rusya’da büyük aydınlanma süreci başladı.
Rusya aydınlanma ve intelenjiyası 19. yüzyılda bütün dünyayı etkisi altına aldı.
Tanzimattan sonra Osmanlı'da Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev, .... gibi dahiler mi yetişti? Yok.
O zaman neden Rusya intelejensiyası Atatürk gibi bir önder değil, Lenin gibi bir terörist yetiştirdi?
Evet, Lenin teröristti ve Çar saltanatını mensuplarının hepsini toptan teröre uğratarak katletti.
Atatürk de Osmanlı hanedanını toptan katledemez miydi?
Ama etmedi.
Hz. Muhammed’in "Yeryüzünde İslam egemen olana dek savaşın!" sözlerine benzer Lenin de "Yer yüzünde işçiler azat olana dek savaşın ve proletar diktatörlüğünü kurun!" dedi.
Ama Atatürk ne Arap, ne de Lenin saçmalıklarına aldırış etti.
Bu saldırgan zihniyetlere karşı "Yurtta barış dünyada barış" söylemini ortaya koydu. Tarihte böylesine bir devlet adamıyla karşılaşmadım ve neler neler...
12- Özetle: Atatürk öncesi yokluk vardı, en önemli ve kıymetli insani ve evrensel değerler yoktu!
ATATÜRK, sadece Türkiye’ye değil, dünyaya eşsiz bir armağandır...
6 notes · View notes