AFRİKA EKONOMİSİNİN TÜRKİYE EKONOMİSİNİ GEÇİŞİ!
Herkese merhaba,
Sizlere 15 yıl sonra Afrika ekonomisinin bizim ekonomimizden nasıl daha iyi durumda olacağını özetleyeceğim.
Türkiye’de birilerinin çatıyı onarması lazım çünkü yağmur değil dolu yağacak.
Türkiye’nin şuandaki ki ekonomik modeli, sürümden kazanma ekonomi modelidir bu model Türkiye’de tutmaz çünkü Türkiye işgücünde Afrika ile yarışamaz, Türkiye ucuz işgücü ile çok ürün üretip satamaz. Türkiye gelişmekte olan bir ülke 20 yıldır kredi kullanımına alışmış, tüketime alışmış bir ülke, Türkiye’de şuan en büyük 500 şirketin sadece 12 tanesi yüksek katma değeri sahip ürün üretiyor yani %2,4, bu yüzden ki yüksek katma değere sahip ürün üretmek zorundayız.
Ekonomimizden Hazine ve Maliye Bakanlığının sorumlu olduğu kadar Adalet Bakanlığı da, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı da sorumludur, izafi söylemler ile değil istikrarlı adımlar ile kalıcı reformlar hayata geçirilmeli.
1929 Dünya Ekonomik Bunalımıyla kıyaslanan 2008 ekonomik krizinde sadece ABD'de 25 banka batmış, 5 banka kamu desteği almak zorunda kalmış. bu dereceli küresel bir krizde Türkiye'nin cari açığı artmış lakin Türkiye'de küresel krizi teğet geçerek atlatmıştır. bu denli büyük ekonomik krizlerde bile Türkiye ekonomisi olağanüstü zararlar görmemiştir lakin Ekonomi rotamızda belirtiğim hataların devam etiği takdirde büyük ekonomik krizler ile karşı karşıya kalacağız.
1950'lerden bugüne kadar 17 tane İMF programı düzenlenmiş lakin bunlar istediği kalıcı sonuca ulaşamamıştır, başarının bir diğer faktörü nihai hedefini hayata geçiren istikrarlı ekonomik reformları icra etmektir.
Bir ülkede üretim sabitse, asgari ücreti 3000 dolar yapılırsa Hiperenflasyon gerçekleşir, en yalın haliyle belirtmek isterim ki bir şeyin miktarı çok ise o şeyin değeri azalır, örneğin; Amerika birleşik devletleri ,covid döneminde tüm halkına para dağıttı sonucunda ise Amerika’da son 40 yılın en yüksek enflasyonu gerçekleşti. Nitekim Türkiye’de hayata geçirmesi gerek politika asgari ücreti yükseltmek değil, üretimi yükseltmek veya yükseltmeye teşvik etmektir.
Dünün güneşi ile çamaşır kurutulmamalı. Türkiye’nin performansını küresel krizlerden etkilenmeyecek, kısa dönemli mikro politikalar yerine uzun vadeli makro politikalar hayata geçirilmeli.
Karbon vergisi uygulaması, yerel yönetimlerde ilaç üretim merkezi, yerel yönetimlerde Ar-Ge merkezi, yerel yönetimlerde CHIP üretim merkezi, yerel yönetimlerde çiftçi eğitim müdürlüğü gibi projeler hayata geçirilerek yerel yönetimler olarak ülkemizdeki başlıca sorunların giderilmesinde destek sağlanmış olur, Bu alandaki kazanımlar yarattığı moral değerleri ile gelecek kuşaklara da aktarılmış olacak, bu gibi reformlar uygulanmazsa üzülerek belirtiyorum ki 15 yıl sonra Afrika ekonomisi bile bizden daha iyi durumda olacaktır.
HAKAN ÖZDEN
2 notes
·
View notes
Çiçek açtım elinde durup dururken
Mantıklı bir neden yokken.
Kimyası şaştı toprağın, irileşti gözleri
Oysa ondandı, içindeydi her şeyin.
Çiçek açtım tırnağının dibinde
Gözünün ucunda,kelimelerinin kıyısında
Çay yapraklarına karışıp,kabak çiçeği gibi saçılıp
Yağmur ormanlarının suyu sindirişi gibi
Özden,ķökten ve sessizlikten açtım.
Bir çocuğa sorulan sorunun
Dilinin ucundaki cevabı oldum.
Görünecekmiş gibi olup kaçmak oldum.
Nedeni yok ;ilkbaharı, kışı yok,dünü yok,bugünü yok.
Ses verdin, o sesin ışığına geldim.
Göremedi başkaları ama elinden yayıldı kokum.
-Deniz-
13 notes
·
View notes
Çocukluğuma kar yağardı
Her mevsimin kendine göre bir güzelliği var. Kışı yaza, yazı bahara tercihi mümkün olmadığı gibi, mevsimlerin zamanında yaşanması iklim döngüsünün de bir gereğidir. Yani her mevsim yaşamın kaynağını, kendi bünyesinde barındırır; biri eksikse, eksiklik bütün yaşama, doğaya,canlıya sirayet eder..
Bir şeyler ters gider, en zayıf halkadan/canlıdan başlayarak, ölümcül etkisini adım adım gösterir. Ne sürekli güneşli bir hava iyidir, ne de gökyüzünün her daim kapalı olması: Güneş yaşamın ana kaynağıyken, yağmur toprakta olan tohumların yeşermesi için bir zorunluluktur. Yani güneş, yağmurla toprakta anlam bulur. Müthiş bir işbirliği örneğidir, yaşamsal bir dengedir mevsimsel döngü…
Bu nedenle bütün mevsimlerin yaşanmışlığı canlıların soylarını sürdürme, bitkilerin tohum verme acısından önemlidir...
Yani soğuk zamanında, sıcak yaz aylarında, çiçek ise her daim ama baharda daha bir güzeldir…Başka türlüsü seradır, özden uzaklaşmadır.
Mevsimsizlik yıkımdır, yeryüzünün felaketidir. Özellikle içinde yaşadığımız dönemde, küresel ısınmanın gündemde olduğu ve yaşantımızı doğrudan etkilediği bir süreçte yaşanmışlıkları yazmak, yaşanacakları anlamaya yardımcı olur diye düşünüyorum…
Henüz okullarda dört mevsim tabloları duruyor. Öğretmenler tabloya göre mevsimleri sınıflandırıyor, özelliklerini ortaya koyuyor.
Mesela baharda börtü çiçekten bahsedilir, kışın işe yeryüzünün beyaz bir örtüyle kaplandığı anlatılır.
Yani kar.
Hani o soğuk ama bir o kadar da insanı kendine çeken beyazdan öte örtü var ya, işte o artık eski havasında değil…
Yani artık kar eskisi gibi yağmıyor.
Yüksek yerler, dağlar bile karı çok görmüyor.
Oysa karın yağmaması iyiye işaret değil. Doğa bambaşka bir hal almış durumda.
Şubat ayında çiçek açan badem ağaçlarına mı desek, yoksa sıcak diye göç etmekten vazgeçen kuşları mı anlatsak?
En iyisi zihnimde ki çocukluk yıllarıma ait izleri biraz da bu güne ilişkilendirerek anlatıp noktalamak…
Sanırım çocukluğumda tabiat ana çok daha farklıydı. Bu gün doğa diyoruz ya, en iyi karlı havada varlığını ortaya koyuyordu... Bütün ihtişamını, gücünü ve güzelliğini kışın karın beyazlığıyla dışa vuruyordu. Bu gün de öyle aslında. Ama biraz güç kaybetmiş sanki…
Doğa canlı mı?
Evet.
Senin benim gibi canlı.
Bu nedenle doğa insan eliyle oluşturulan yıkımın etkisini, sinmişliğini en iyi karlı havada üzerinden atabiliyor.
Çünkü insan halen karlı ortamlara hükmetmeyi çok fazla başaramadı. Özellikle de kar yağışının yoğun olduğu zamanlarda her şey sessizliğe teslim oluyor. Kentler sessizleşiyor, motor gürültüleri birden bire son buluyor. Uğultu beyaz örtünün altında kalırken, rüzgar da etkisini kaybedip, karla dansa dururken, kar usulca sessizliğin sesi oluyor…
Küresel ısınmanın etkisiyle özellikle orta kuşak bölgelerinde eskisi gibi kar yağmıyor. Isı yükseldikçe kar daha az yağar oldu, dağlar bile kara hasret kaldı, kalıyor.
Oysa eskiden bu gün karın rengini unutan bölgelerde bile kar oldukça fazla yağardı.
Çocukluğumun geçtiği Kadim Siverek’te de çok kar yağardı. Ve ben, ben gibi çocuklar beyaz , yumuşak örtünün uzun süre yeryüzünü kaplamasını sevinçle karşılar, deliler gibi karda oynardık.
Bazen cizlavit ayakkabılarla, bazen naylon çizmelerle…
Su gibi olurduk, yanaklarımız kıpkırmızı, kulaklarımız mosmor olurken; ellerimizi, ayaklarımızı hissetmezdik…
Siverek’ın tam ortasında yüksekliği yedi sekiz katlı bir apartman kadar olan, yığma toprak kalede oyunlar oynar, kayar, karda yuvarlanırdık…Eski çağların şehir devleti, kar yağınca çocuklar için müthiş bir pist, oyun sahasına dönerdi. Çevresinde ki ayakta kalmış surlarda bize korunak olurdu.Kar en güzel burada yağardı. Ve biz çocuklar deliler gibi karın içinde oynar, devasa kar yığınları oluşturur, kardan kaleler,sığınaklar yapardık…
Burası bizi kesmeyince, Siverek Bağlarında karlıkları karla dolduran büyüklerin peşinden bağlara doğru yürür ama çok geçmeden kimimiz geri döner, kimimiz de inatla bağlara kadar giderdik… Sessizliğin peşinden, lapa lapa yağan kara aldırış etmeden yürürdük açık alanda. Bazen göz gözü görmez, tipiye yakalanırdık, bazen da güneş ışınlarının karda yakamoz çizmesine tanıklık ederdik…
Bağ yolları da zaman zaman tipide kapanır, oldukça büyük kar kütleleri oluşurdu.
İşte buna bayılırdık. Ne kadar kar yağsa, o kadar sevincimiz artardı…
Kar yağardı üzerimize. Kuşlar yemlerin peşinde, biz kuşların peşinde olurduk…
Ta ki soğuk kemiklerimize işleyene kadar oynardık.
Kar yağmaya devam ederdi…
Gün kararmadan eve gitmek istemezdik ama akşam dayak yememek ve kurda kuşa yem olmamak için mecburen evin yolunu tutardık, isteksiz. Kimimiz daha geç gitsek de genelde akşam olunca evlerimize çekilirdik. Toprak damlı evlerimiz ekonomik durumlarımıza göre soba ve mangal ve kursi denilen ısıtıcılarla ısıtılırdı.
Durumları iyi olanlar soba yakar, fakir olanlar mangalda odun kömürü köz haline getirir, kürsilerle aile bireylerinin ısınmasını sağlardı.
En ilginci de kürsiydi sanırım. Odanın ortasında bir çukura kömür közü bırakılır, çevresi külle kaplanır,üzerine de tahtadan dikdörtgen bir masa kapatılır.Masa da oldukça geniş bir yorgan atılırdı. İşte soğuk günlerde kürsiye ayaklarımızı uzatır, yorganı da vücudumuza sarardık..
Gün boyu karın içinde debelenen bedenimiz,üşümenin etkisiyle yavaşlar,bu kez öksürük krizleri başlardı.
Gündüz sevincimiz, gece bir telaşa, hatta bazen kabusa döner, annemiz bizlere kül içinde pişirdiği soğana acı isot katarak, yedirir, pekmez içirttirdi.
Gece ateşlensek de ertesi gün cin gibi ayakta olurduk.
Kar yağardı çocukluğumuza…Beyaz bir sevinç, duru ve temiz bir anı olurdu her kış.
Kar yağardı ard arda…
Kış uzun sürerdi, mart ise ayaz ayıydı sanki…
Güneş açar, kar donar, ayaz ortalığı kasıp kavururdu. İşte o zaman boğmaca,ateş, öksürük teslim alırdı bizi. Günlerce kürsi altında pişmiş soğan ve pekmez yerdik… Ben ayazlı havaları sevmezdim. O çok sevdiğim karın ayazda donmasına üzülür, erimesi için çocukça düşüncelere dalardım… Ayazda güneş karı eritemediği için, sıcak kül dökmek, kazanlarda su kaynatıp buharlaşmasını sağlayıp, yeniden kar yağmasını sağlamak isterdim…
Newroz’a doğru güneş ayazı bertaraf eder, bahar kokusu yayılırdı ortalığa.
Çocukluğuma kar yağardı. Karacadağ üç beş ay kar altında kalırken, Toraslar bahara kadar beyaz örtüsünü korurdu…
Bahar geldiğinde ise topraktan, her yerden çiçek, ot, bin bir çeşit bitki fışkırırdı.
Siverek Bağları yeşerir, kenger çıkar, axbandır toprağı delerek yeryüzüne çıkardı. Dut ağaçları dal budak verir, incir yaprakları giderek daha fazla yeşil bir dokuya bürünürdü. Narlar yeşermeye, yeni sürgüler vermeye başlardı.
Çocukluğuma kar yağardı, sevinçlerle birlikte. Bütün bedenimizi sarardı…Üşürdük ama sevinçle yaşardık…
Yoksulluk kokan evlerimizde...
Şimdi ise kar yağmıyor artık.
Yağsa da beyaz örtüsünü toprakta tutamıyor uzun süre. Çocuklar oynasa da, kar sevinçleri çoktan eridi, buharlaştı bu topraklarda…
Şimdi toprak kavrulmanın eşiğinde…
O güzelim şire üzüm bağları beton, ağaçlar odun oldu…
Üzerimize sevinçlerle birlikte kar yağardı.
Kar yağardı usulca ve sessiz. Kar mutluluk kaynağımızdı…
Baharda ise dereler çoşar,Kereng/Kenger bütün bitkilerden önce,yeryüzüne fışkırır, Karacadağ yeşillenirdi, süslenirdi bin bir çiçekle…Kereng/Kenger toplardı kadınlar, çobanlar…Kenger aşı pişerdi bütün evlerde.
Ama artık kar yağmıyor…Sessizlik bitti sanki. Kar yağsa da yeryüzünde ki uğultu durmuyor. Zaman kesintisiz can çekişirken, toprak beyaz örtüsünü arıyor,özlüyor…
Çünkü bahar eski bahar değil artık…Daha cılız, daha kısa ve az renkli…
Kar yağmıyor…
Beyaz örtüyü özlüyorum, çocukluğumu özlediğim gib…
06.02.2018 Gaziantep Şehitkamil Beykent…
2 notes
·
View notes