Tumgik
#yıldızlar çok uzak
yildizlarda-bulusuruz · 2 months
Text
Tumblr media
~C.٭
170 notes · View notes
layezalll · 10 months
Text
Issız rihtimlarda el sallamakla geçirmek taraftarıyım günlerimi bu aralar
Daha önce hiç gitmediğim bir yere gidip,
İnce belli bardakta çay içmek tek düşüncem
Seyrine doyamadığım denize uzanmak, koşmak istiyorum.
Yıldızlar kadar uzak hayalinle örülü yalnızlığım
Kafası hafif dumanlı kaldırımlarına yıkılıyorum İstanbulun
Pek yakıştırmazlar ya hemcinslerimin eline kalemi,
Ben elimden bırakmıyorum ne hikmetse
Mevcut tüm bedenlerini deniyorum yazar kişi olmanin.
Beğendiğim olursa çıkarmıyorum.
Gene böyle puslu bir gündü hatırlıyorum.
Gene kasvetliydi gökyüzü, deniz gene somurtkan.
Bükülmüş dudaklarıyla bir şehir duruyor karşımda tüm asaletiyle
Memnuniyetsiz bir adamın ifadesini anımsatan
Bilmem ki neden böyleyim?
Neden ödüm kopuyor yalnız kalmaktan
Ve neden en çok yalnızken mutluyum?
Sesim neden en çok yalnızken bu kadar güzel?
Neden en uzun yalnızken yazabiliyorum?!
Bardağı boşalttığım vakit,
Bu sorularıma da cevap bulmak istiyorum.
Seyirlik alemdeyiz yahu!
Bak hiç tükeniyor mu görünme çabaları …
Eksiliyor mu seyredilenler, seyre dalanlar azizim.
Yalnizlik insani eksiltiyor dedimse, içini canim!
Dışından ne eksiltsin?
Saçların seyrelir, gülüşün bulanır amenna,,
Ama halen iki gözlüsün be cancağızım!
Aksamüstü güzeldir sahil yolları,
Günes güzel batar mesela, güzeldir günü bitiren çigligi.
Horoz ötmedi diye bakmadığını bilir en basitinden güneş …
Yaprak dökümüne denk gelmez ki hep ayrılıklar!
Sırnaşın sarmasiklarin en işveli olduğu çağda gelir kimi zamanlar.
Güz bitimlerine diş bilemem ben,
Bilirim beyhude değildir yüreğimin çalkantısı.
Bu şehirde deniz kenarında yasanir ayrılıklar.
Hatırlıyorum gene öyle bir gündü.
Gene elde bir mendil, gene yalan dolan.
Ağlayıp sizlamisti gene bir kız,
Göz yaşını ziyan etmemişti oğlan …
Ben de oradaydım, ben de gördüm.
Günes tanık olmak istemediğinden  gidiyordu.
Yakamozlar küskün…
Seyreden bir ben.,
Görülmeye deger bir ayrılık değildi vesselam!
İlle de dersen hazanda ayrılır yollar…
Düşmeli yapraklar…
Bir düşün hele..
Hep var olacak mı su ağaçlar?
Hem hatırlamaz mısın, biz ayrılırken yemyeşildi zeytin ağaçları
Hep izlemezler ayrılığı,
Bizde var bu yol kesen bakışlar.
Bir noktam vardı evvelden
El yordamıyla yollar çıkarırdım içinden…
Çıkmaz sokaklara çıkmış ne gam,
Meylimiz en başından beri çıkmazlara sapmak yönünde zaten!
Dört yol ağızları bize göre değildir mesela,
Şug kadın kahkahaları..
Mahremiyet, masumiyetti güya tek dert!
Ünlem parantez içinde mi bilmem..
Biteviye ağlasın deniz kenarında oğlan,
Biteviye umursamasin kadın.
Ne yöne eseceğini şaşırsın rüzgar,
Yanlış yönde dönsün akreple yelkovan..
Mecbualar katlar gibi katladığımız günler halen çıkıyor ceplerimden
Yarım kalmış, insanlığa sığmamıs..
Siluetin kalmış o günlerde.
Avare bir serseri
Alnındaki hüsnühat..
Yaşamıyor zavallı
Olanca canı arada vurur yüzüne,,
Kalmış öyle akşamdan..
Biraz da yağ çekilirmis sanki o zamanlar
Söylediğine göre öncesizmis aşklar, ölümsüzmüş aşıklar..
Hatırlıyorum gene bugünkü gibi bir gündü,
İskelede sarmaş dolaş çifte kumrular..
Sonra ne oldu da ayrıldılar?
Ne vakit ayrıldı noktadan türeyen yollar..?
Çay bitmis meğer, çok olmuş besbelli biteli..
Çok olmuş ki ters ters bakıyor kadının teki..
Ne düşündüm ne yazdım bilmiyorum.
Bir sen kalmışsın
Bir deniz
Güneş
Ve kiz,,
Bir de oğlan …
134 notes · View notes
izmirinegesiyim1 · 1 year
Text
Gökyüzüne baktım birşey hissettim.Tam yanımda onu hissedebiliyorum.Belki göremiyorum belki dokunamıyorum Ama aynı havayı soluyoruz.Belki uzak değiliz ama göremiyoruz. belki yakınızdır ama hissedemiyoruzdur ama o ne kadar uzakta olursa olsun onu yanımdaymış gibi hissediyorum ve bazıları çok yakınlarında olsalar bile görmezden geliyor,yok sayıyor ve hissetmiyorlar varlığını belki de.Ama ben onu yanımda hissediyorum... Yıldızlar,ay,gökyüzü bunlar çok uzak geliyor ama onları görüyor varlığını da hissediyoruz.Bende o şekilde.O bir yıldız. evet yıldızım uzağımda fakat onun varlığını hissedebiliyorum,onu görebiliyorum,hatta bazen konuşabiliyorum.
128 notes · View notes
ihtimalsiz · 2 days
Text
Ne zaman başka küçük bir kasabadan ya da şehirden geçsem, hepimiz aynı gezegende olmamıza ve sosyal medyaya sahip olmamıza rağmen, birbirimizden çok uzak olan kendi küçük dünyalarımızda var olduğumuzu düşünüyorum. O ışıklı evlerdeki hiç kimse bizim kim olduğumuzu, neler yaşadığımızı, nereye gittiğimizi bilmiyor. Ve sonsuz gökyüzüne baktığımda bu tür düşünceleri bin kere hissediyorum. Aynı yıldızlar gibiyiz, hem parlak hem de sönük noktalar var. Küçük ve geçici hayatlarımızda güzel ve trajik bir şeyler var. Yıldızlar, gezegenler birbirlerine şu kadar ışık yılı uzakta diyoruz, bizlerde değil miyiz? En yakın olduğumuz kişiye ruhumuz çok yakın parlak görünse de bir o kadar da onun bilincindeki ruhumuzdan çok uzakta değil miyiz?
16 notes · View notes
iosonoturco · 1 year
Text
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
sanki ateşten bir tebessüm
zehir zemberek aşkımız
38 notes · View notes
psychesteath · 1 year
Text
- bazı geceler suya karışıp erimek istiyorum doktor bey. sorunum bu.
+ nasıl yani? hangi geceler peki?
- böyle geceler!
+ nasıl öyle, açın biraz?
- kimsenin beni anlamadığı, kimseye kendimi yakın hissetmediğim, dahası kendimi bu dünyaya ait hissetmediğim geceler! mümkünse herkesten uzak olayım, herkesten!
+ ne hissediyorsunuz o zamanlar?
- hiçbir şey! uzaktan seyrediyorum sanki olan biteni. ben uzaktayım ve dünyayla içindekiler yıldızlar kadar yakın. ya da çok şey. ne bileyim hani, insanın dişi zonklar, derler ya kabir azabı gibidir o tür bir sızı. sonra kafasını kaldıramayacağı bir baş ağrısı hasıl olur, yataktan çıkamayacak derece çok üşütmüştür, tir tir titrer. biraz öyle. biraz da; kan bağı olan kim varsa kaybetmişsinizdir gibi, derinden sarsıcı bir acı saklarsınız içinize. insanlar, size eften püften sıkıntılarını anlattıkça onlardan sıkılırsınız, çünkü yeryüzündeki bütün acıları çeken bir mıknatıssınızdır. bunun bilincinde olmayanlar, car car konuşurlar, dudakları kıvrım kıvrım toplanır, büzüşür, açılır. anlattıkça hırslanırlar. efkarlanırlar. yok sevgilisi terk etmiş de, yok bir yığın borcu varmış da yok biriyle tanışmış da ya da üniversiteyi kazanamamış veya işten çıkarılmış falan filan işte.
13 notes · View notes
yazarkisisi · 3 months
Text
Tumblr media
Orada bir yerde
Kaçmak istediğim çok doğruydu. Senden kaçmak istediğim. Kimsenin seni bilmediği, kimsenin beni bilmediği bir yer olmalıydı. Nefesinin, soluduğum havaya karışmadığı, ayaklarının, bastığım toprağa dokunmadığı, hayalinin bile hayallerime yaklaşamayacağı bir yer olmalıydı. Muhakkak olmalıydı! Buldum ve sorgusuz sualsiz aldım başımı gittim. Bir sahil kıyısına! Ne klişe değil mi? Bir yaz dizisinin içinde değildim oysaki! Boğulmak istemediğim sadece sakince seyretmek istediğim dalgaların arasında boğulacağımı bilmeden gittim. Aslında bakarsanız korkardım da denizden! Olsun! Korkum ağır basmalıydı ve o kadar ağır basmalıydı ki seni düşünmeye zamanım hiç olmamalıydı. Her anımı acaba deniz taşacak da beni ve düşüncelerimi alıp götürecek mi? Korkusuyla yaşamalıydım. İşte o zaman rahatlıkla bu sahil kıyısında oturur ve kendimi özgür bırakabilirdim. Bırakamadım! Bu korkudan çok ama çok uzak yine ve yine seni düşündüm. Kaçamadım ama daha da boğulmamıştım. O telefon konuşmasına kadar diyebilirim. Çok mu karıştım, çok mu yeniden yeniden yaşadım yazarken, bilmiyorum ama en iyisi gelin sizi o geceye götüreyim. Denizin dalgalarına elimizi uzatırken, gözlerimizi yıldızların ışığına teslim edelim. Aman! Dikkat edelim yakamozun ışığını kıskanan yıldızlara ve bu öykünün sonunda benimle boğulmaya hazırlanın. Ben hazır değilim ama başka çarem de yok gibi. İntihara değil daha da gerçeğe!
Ilık bir yaz akşamı, yazın neşeli gülüşleri sokaklarda köşe kapmaca oynarcasına kalabalık, kimisi ailesiyle bir çay bahçesinde ikidir okeye dönüyor, kimisi o bar senin bu bar yine onun önlerde en kıvrak dans figürlerini yarınlar yokmuşcasına sergiliyor ki ben dans etmekten nefret ederim, kimisi lunaparkta çığlık çığlığa her alete binerken denize fırlar mıyım düşüncesiyle çılgınca akşamını geçiriyor ki bence büyük bir risk ve yine ben yapamam. Kimisi ise aşkitom, kocişkom, böcüşkom, cicişkom gibi yeni, anlamsız, gereksiz, saçma kelimelerle dizilmiş uzun uzun cümlelerle, sözde aşk dolu bir yaz akşamı geçiriyor ki o da zaten bende yok ya da var da platonik. Neyse konumuz bu değil yani aşk aslında ama benimle ilgisi yok! Peki ben ne mi yapıyorum bu öykünün içinde? Her şeyden kaçmak isteyen ben ise aylak aylak bir aşağı bir yukarı hızlı hızlı yürüyüşümü yaptıktan sonra kendimi kimseciklerin olmadığı ılık kumların üstüne atıyorum. Karanlığı aydınlatan yüzlerce ve hatta yüz binlerce yıldız düşünün. Işık kirliliğinden kurtulmayı başarmış yıldızlar, gökten bana merhaba dercesine bir ışık şöleni sunuyorlar. Bana özel! İnanın bana özel! Denizin dalgaları çocukları salıncaklarda sallarcasına dingin. Korkmuyorum ama karanlık o sulara dalıp gitmekte istemiyorum. Ufak bir balık çok ufak ve hatta pek de meraklı hoplayıp, atlayıp duruyor. Ne bu merakın karaya? Kara senin sonunu getirir dostum! O gecenin en özeli neydi biliyor musunuz? Aydan, denizin üstüne düşen, yıldızları kıskandıran ışık şöleninin dansı. Hangisi daha tutkulu? Yakamozun altında bu dansa eşlik eden bir çift, sevgili öpüşüyorlardı yada bu benim mi hayalimdi? Olmayacak bir hayal! Bir an için kaçtığımdan kaçtığımı anlıyorum ve hatırlamamla tekrardan düşüyorum kaçtığıma. Bir şarkı çalmaya başlıyor bilmediğim derinliklerimde ve bir göz yaşı düşüyorum o ışıltının büyüsüne. Belki öykünün sonunda hala boğulmamışsam bu şarkıyı sizinle paylaşırım. Hafif tatlı bir rüzgar omuzlarıma dokunuyor ve hatta dürtüyor beni. Korkuyorum, irkiliyorum, arkama bakıyorum kimse yok. Sadece benim gibi yalnızlığı tercih etmiş olan bir ev dikkatimi çekiyor. Kocaman demirden bir bahçe kapısı, kapıyı takip eden ama denizi görmek isteyen pencerelere göre ayarlanmış bahçe duvarı, rengini kaybetmiş iki katlı eski yapısı, mozaikten duvar kaplamaları ve ilk katta bulunan koskocaman bir balkonu. Tüm perdeleri hayata ve hatta denize küsmüşcesine kapalı. Kimse yaşamıyor gibi de ruhu başka bir boyutta arafta kalmış gibi de. Beni içine davet eden ama bir yandan da; ”Buradan da kaç git, görmemezlikten gel beni” dercesine de. Evle mi konuşmaya başladım ben? Alt tarafı bir ev! Her şeye bu kadar anlam yüklememem gerektiğini kendime hatırlatırken bir yandan da gerçeklerden ciddi anlamda kopuk bir yazar olduğumu da unutuyorum. Tekrar yakamozun güzelliğine kendimi teslim ediyorum. Peki şarkı devam ediyor mu? Evet ediyor. Dans peki? Evet! Evet de araya parazit giriyor, telefonum mu çalıyor? Sessizlik! Arayan annem! Hemen açamıyorum, uzun uzun çalıyor. Artık şarkı yok! Açmak istemesem bile açıyorum. Karşımdaki denizde boğulacağımı bilmeden açıyorum. Merak ve tedirginlik arasında kalmış yolunu kaybetmiş bir ses. İlk söylenen tüm cümleler bla bla bla geliyor kulağıma. Bir kulağımdan girip diğer kulağımdan denize yüzmeye gidiyorlar. Tek bir soruyla ise boğuluyorlar. “Neredesin?” Ne kadar basit değil mi? Kaçmak isteyen birine sorulmaması gereken bir soru fakat dayanamıyorum, söylüyorum. “Akçaydayım.” Annemin yutkunma sesi hala kulaklarımda diyebilirim. Artık kaçtım ondan demek, ne benim için ne de annem için hiç doğru bir cevap olmuyor ve bu öykü benimde olmuyor…
“Kızım, babanla ilk tanıştığımız yıllar kaçıp kaçıp Akçay’a gelirdik. Gençlik ya! Cesaret var, gözü karalık var. Bu dediğim zamanda 1994 falan. Daha sen yoksun, kardeşin yok, bu yaşanılanlar yok. Sadece mutluluk var. Kimsecikler daha Akçay’ı keşfetmemiş, kendi halinde bir yer. Büyüsünü anlamışsındır zaten. Bilmeden seni bile oraya çekmiş. Tüm sahil boyu el ele dolaşır, hayaller kurardık. Hem de şuan oturduğun o kumların üstünde. “Bir kızımız olsun adı Gözde olsun” derdi baban. Oldu da! Kıyıya vuran dalgalara hayallerimizi anlatır, kumların üstüne resmeder, mutluluk çığlıklarımızı göğe yükseltirdik. Hep bir sandal olurdu kıyıda, hemen oradaki evindi. Babanla beraber o evin tatlı insanlarıyla tanışmış, ahbap olmuştuk. Karı kocalardı ve ilk ahbap olduğumuz insanlardı. Kimse var mı şimdi o evde? Gündüz vakitleri, Akçay’ın sakin ve ışıl ışıl denizine sandalla açılır, baban balık tutar, keyifli anılar biriktirirdik. Dönüşümüzde de illa ki evlerine yemeğe davet eder, bizi bırakmazlardı. Bizde öyle olunca tuttuğumuz balıkları o tatlı ev sahiplerine verirdik ve güzel bir sofra kurardık. Ne anılarımızı biriktirmiştir o ev! Kocaman bir balkonu olmalı hala aynı duruyorsa işte o balkonda baban ne çok türkü söylemiştir. Mutluyduk! Tek kelimeyle mutluyduk! Hep beraber giderdik babanla anlayacağın Akçay’a fakat daha sonra istemediğimiz bir olay gerçekleşti. Bunu sana nasıl anlatmalıyım bilmiyorum ama yüz yüze geldiğimizde konuşmamız daha sağlıklı olabilir gibi ama şimdi ısrar da edeceksin biliyorum. Lütfen etme sadece şunu söyleyebilirim. Hani herkesin dilinde olan ama kimsenin babanın yazdığını bilmediği şarkısı var ya işte o şarkı yakamozun olduğu bir gece, o sahilde yazıldı. Babanın benden zorunlu olarak ayrı düştüğü bir gece. Senin avuçlarının içinde hissettiğin kumların üstünde. Seni de işte oraya çeken şey bu. Ben Akçaydayım dediğin an tüylerim diken diken oldu. Doğru yere kaçmamışsın kızım. Kaçmak isterken kaçmak istediğin duyguların kucağına düşmüşsün. Baban orayı çok severdi ve biliyorum ki şuan baban orada seninle. Denizin dalgasında, rüzgarın esintisinde, yakamozun içinde şiirler yazıyor olmalı. Hala kimse bilmiyor ama yakamoz biliyor, ben biliyorum, sen biliyorsun. Orada olman, koca sahil boyu o saklanmış kıyıyı bulman tesadüf olamaz. Belki de öğrenmeni istedi hayaller ve anılar içinde ilk kabullenmen gereken gerçeği ve sonra aşkı. Baban, bana aşık olduğu gibi aşka, aşık, yalnızlığa aşık ve kalemine aşık bir adamdı. O sahil de bu anlattıklarımla hepsini artık bulduğuna eminim.
Annem telefonu kapadı. Ben babamın artık olmayışının acısından kaçmaya çalışırken o, yolda annem ve babamın aşk öyküyle karşılaşmıştım. Çok tuhaf bir histi. Anısını bırakıp gitmesi ya da artık anısının içinde sonsuzluğa kavuşması ve benim kaçarken bununla burada yüzleşmem. Öykünün başında demiştim ya hani; ”Boğulacağım” evet boğuldum ama siz görmediniz. Şimdi sadece şarkıyı dinlemek kaldı. Merak ediyor musunuz o şarkıyı?
İlayda DEMİRKAN
2 notes · View notes
ashabellq · 4 months
Text
Uzaktan sevilir mi? Sevilir. Kilometrelerce uzaktan bile varlığını hissetirebiliyorsa, sevilir. En çok uzak oluşu sevilir, onunla buluşmak her seferinde özel olur çünkü. Her seferinde bir kez daha göreceğini bilmeden ayrılırsın ama içindeki o ses fısıldar sana, yanında, der. Buradaydı, hep burada olacak, der. Olduğun için, sen için, yıldızlar için teşekkür ederim Ay Gibi Güzel Kız'ım. Gökyüzü yolun, yıldızlar yoldaşın olsun.
3 notes · View notes
hicligegidenkadin · 4 months
Text
"Yıldızlar değil miydi onun gözleri, o bana çok yakın ama yıldızlar kadar uzak..."
6 notes · View notes
siselerdekikocayangin · 9 months
Text
Yıldızlardan bile daha uzak olmasına rağmen onlara benzettiğim anneme...
Yıldızlar kaydığında dilekler tutarız, bir kesim olarak buna oldukça inanırız. Bende inanırdım, senden önce anne. Her zaman senin hayatımda yıldız olduğunu düşünürdüm. Ne zaman gelsen bir şey dilerdim, sense dileklerimi alır ve yine giderdin. Benim dileklerim hep senin gitmemene dairdi, anne. Dileklerimi tutmaya başladığımda 10 yaşındaydım. Öncesinde dilek kelimesini söyleyemeyecek kadar küçüktüm. 10 aylıktım, konuşmayı bilmiyordum 'kal' diyemedim. 7 yaşındaydım, gideceğini bilmiyordum 'kal' diyemedim. 10 yaşına geldim, hayatımın ışığı dedim. O benim dileklerim olsun, hiç gitmesin dedim. Gelicem dedin, geleceğini düşünüp 'kal' demedim. Yıllar geçti, sen yine geldin. Bu sefer hiçbir şey demedin, kal dememi bekledin. Kal diyen olmadım, sana ilk defa "git" dedim. Gittin.
Şarkılar söylerdim arkadaşlarımla, veda şarkılarını sana adadım. Tuğkan "Geber" diye bağırdı, aklım sende eşlik ettim. Batuhan Kordel "Dönme" dedi, dönme diye dua ettim. MaNga "Bir Kadın Çizeceksin" dedi, senin gibi bırakıp gitmesin dedim.
Benim mutlu aile tablomu yıkıp kendine yenisini çizdin. Başka bir adam, ondan olan çocuğunla... Bana yazdığın o mesajı unutmadım, sen de unutma olur mu?
"Seninle yapmadım, onunla yapıyorum."
Unutmadım onunla attığın fotoğrafları, unutmak için yaktım ama külleri zihnime kazındı. Parktaydınız, yemekteydiniz, her gün geziyordunuz. Benimle hayatında 1 saat geçirmek istemeyen annemle benim hikayem değildi bu. Bu onun hikayesiydi ve ben sadece seyirciydim.
Hiçbir emek vermeden kızım demek kolay ama bunu duymak çok zor. Kızın ölürken yüzüne düşen gamzelerini görmek çok zor. Annene anne diyememek çok zor. Annenden nefret etmek çok zor. Hepsinden zor olansa bunların zorluğunu senin anlaman.
Seni bırakan babamdı, babamın seni bıraktığı gün sende onu bırakacaktın. 10 aylık bir bebeği değil, yanında olmayan adamı bırakacaktın.
Senden tek bir isteğim var, bana yaşattıklarını o çocuğa yaşatma olur mu?
Sıcaklığını güneş gibi hissetsem de bir o kadar uzakta duran babama...
Annemi sevmedin, beni anneme hep benzettin baba. Belki de şu an ki eşinde beni bu yüzden sevmiyor, bana baktıkça onu görüyor. Yüzümden nefret ediyorum, yüzüm anneme benziyor. Ve sen annemden nefret ediyorsun.
Kızların kaderleri annelerine benzermiş, umarım senin gibi bir adamla olmam baba. Çünkü ben aldatılmaktan çok korkuyorum.
Kabul et, istemedin beni. Beni babaannemde istemedi, 60 yaşında bir kadının ellerine bıraktınız beni. Ben iki yaşlı, bir deli ruhla büyüdüm baba. Elime tutuşturduğun üç kuruşla anca psikiyatri ilaçlarımı karşıladım. Gözlerinin önünde erirken umursadığın tek şey yanındaki kadındı. İlaçlar sayesinde uyudum, serumlarla beslendim ve sen bunları değil eşinin istediği elbiseyi almayı dikkate aldın baba. Hayatımdaki önemli katkıların için teşekkürler.
Sana diyecek bir şeyim bile yok. Sana baba diyecek gücüm bile yok. Senden tek bi' isteğim var. Anneme yaptığını o kadına yapma olur mu?
Son olarak yaralarım olan babaanneme, dermanım dedeme, güzel kalpli abime...
Babaannem. O olmasa n'apardım bilmiyorum. Onu seviyorum, o benim her şeyim. O beni büyüttü, baktı. Annem oldu... Ama ortaya bir genç değil yaşlı bir ruh çıktı. Sakin bir genç kız değil, sinirini kendinden çıkarmaya zorlanan bir kız çıktı. Mükemmelliyetçi, sabırsız, çekilmez bir kız çıktı. Ben o evden bir sinir hastası olarak çıktım ve kimse bunu görmedi. Gençliği bitmiş yaşlı ruhun içinde biriken sinir ortaya her gün daha çok çıktı. Bu sinire ergenlik adını verdi babaannem, sonra akıl hastası oldu. Sanırım hâlâ öyle.
Dedem. Ağlarım, sinirlenirim, mutlu olurum, kavga ederim, krizler geçiririm ve yanımda sadece dedem olur. Herkes üstüme gelir, dedem onları sakinleştirir. Ben ağlamaktan nefes alamazken dedem nefes olur bana. Deli dediklerinde bana dedem inkar eder, ben bile kendimden şüphe ederken dedem "hayır" der. Belki de akıl sağlığımı yitirmediğime beni inandıran tek kişi o.
Sizden tek bi' isteğim var, beni deli halimle dahi sevin olur mu?
Abim. Aslında hayır, abim değil. Babaannemin yeğeni, kayıp erkek kardeşinin oğlu, diyelim. Yıllardır şizofreniyle savaşıyor, bizde onunla birlikte savaşıyoruz. Babaannem beni ona benzetiyor, sürekli bizi karşılaştırır. Bazen beni över, bazen onu. Çoğunlukla beni övmez, çünkü beni övdüğünde abimin tepkileri kıskançlık boyutuna gelebiliyor. Sonucunda yaşananlar pek tatlı olmuyor... Ona kızmıyorum, ona kızamam. Kalbi çok temiz, ben böyle temiz bir kalple kıyaslanmayı dahi acınası bulurum.
Çok yazdım, çok konuştum. Biliyorum buraya kadar okumayacaksın. Belki okudun ve şu an yazdıklarıma gülüyorsun. Belki başka bir şey hissettin, bilmiyorum... İnan ben bile ne hissettiğimi bilmezken seni anlamam çok zor. Sana ailemi (?) tanıtmak istedim. Sana ailemi gece 2:30'da yazıyorum. Gözyaşlarım bu gece sana eşlik etti. Bu sadece 'akıl sağlığından şüphe eden bir kızın hikayesi'. Biri "Ne okudun bu kadar uzun?" derse böyle söyle olur mu? Uykum gelince saçmalarım, şu anda saçmaladıysam üzgünüm. Yazıyı sabah paylaşacağım, babaannem interneti kapatmış. Şey, ona göre saat gece 12'den sonra kızların telefonu açık olmazmış. Fazla saçma değil mi? İşte bu yüzden güzel gözlerin bu satırları gündüz görmen için hazır olacak. Fazla mı uzattım? Evet. Umarım sıkılmamışsındır. Buraya kadar okuduysan teşekkür ederim. Umarım yıldızını, güneşini, yaralarını ve dermanını kaybetmezsin. Onlar değerli, sen daha da değerlisin. Yıldızlardan dileklere, güneşten sıcaklığına, yaralardan dermanına bol sevgi. Güzel kalbin dileklerine yer bırakır umarım, görüşmek üzere.
2 notes · View notes
Text
“Gecelerimi aydınlatabilir miydi yıldızların? ”
~C.٭
73 notes · View notes
1gece-lotusu · 10 months
Text
Işığı az gorulen yıldızları kolay kolay kimse sevmez. Ama o yıldızlar sönük değil ki ! Sadece çok uzak bize. Parlak yıldızları herkes far eder yakınında onlardır çünkü. Ama o sönük yıldızlara bile zamanı geldiğinde muhtaç olursunuz. Karanlık her yere yayildiginda mesela o sönük diye beğenmediğiniz yıldızları size umut olur yol olur sırdaş olur arkadaş olur ve onu ulaşmak istediğiniz zaman yaklaştıkça daha da parlar. O minik yildiz daha da parladıkça umutlarımız da parlar. İşte o zaman o sönük yıldız sizin en değerliniz olur. Minik yıldızları sevin parlak olanı sevmek kolay bence asıl marifet zor olanı sevmek uzak olanı sevmek. Çünkü unutmayın sizde belki başka birinin başka bir gezegende minik yıldızı olabilirsiniz...
Lotus
3 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
YARATILIŞ BÖLÜM 3-)
gılgamış'ta da yaratılış çamurdan
sıtkı okuyordu, sürekli. bir ara eline gılgamış destanı geçti. daha önce okumuştu. fakat yaratılış açısından hiç incelememişti. "okuyalım bakalım" dedi kendi kendine. 
birden karşısında aruru belirdi sıtkı'nın. bulunmaz fırsattı. "ey yüce aruru," dedi sıtkı, "bir inceleme yapıyorum, tüm tanrılara soruyorum, insanı nasıl yarattınız diye?" aruru, hazırlıklıydı. marduk'tan bilgi almıştı. karşısındakinin kül yutmayacağını biliyordu.
"en iyisi doğruyu anlatmak," dedi ve başladı konuşmaya: "büyük gök tanrısı anu -ki, kendisini ben yarattım- uruk halkının ah ve figanlarını dinlemişti. beni çağırdı. 'sen,' dedi, 'beni yarattın, şimdi de fikrimi yarat.' bunu duyar duymaz, anu'nun fikrini kalbimde yarattım. ellerimi yıkadım. bir parça çamur koparıp yazıya attım. ve bu yazıda, kahraman engidu'yu yarattım. çamurdan yarattığım engidu, demir gibi serttir. bütün gövdesi kıllardan simsiyahtır. kadın gibi uzun saçları vardır."
"doğru söylüyor," diye düşündü sıtkı. gılgamış destanı'nı hatırlamıştı. fakat şimdiye kadar çamur meselesi ilgisini çekmemişti. şimdi, herşey kafasında yerli yerine oturuyordu. bereketli toprakların efsanelerinde ilk harç, çamurdu.
önce böcekten, olmayınca çamurdan: 
acaba uzak diyarların tanrıları da insanı çamurdan mı yaratmıştı? "çinliler ilginçtir," diye düşündü sıtkı. "bir de onlara bakalım." kitapları okumaya devam etti. çin efsaneleri bölümünü buldu. tanrı pen-gu'dan bahsediliyordu. "pen-gu" iye seslendi. zümrüdü anka'nın kanadına binerek geldi pen-gu.
"anlat bana yüce pen-gu," diye sordu sıtkı. "sen nasıl yarattın insanı?"
"ben çok kuvvetliydim," dedi pen-gu. "havayı toprak ve yeryüzü olarak ikiye böldüm. sonra öldüm. nefesimden rüzgarlar, sesimden gökgürültüsü, gözlerimden güneş ve ay, vücudumdan dağlar, kanımdan ırmaklar ve denizler, saçlarımdan yıldızlar, terimden de yağmur meydana gelmiş. daha sonra çürüyen bedenimde kaynaşan böceklerden insanlar oluşmuş."
"hah!" diye bağırdı sıtkı. "işte şimdi değişik bir öykü buldum. demek çinliler böcekten geliyorlar."
"daha bitmedi, sabırlı ol," diye seslendi yüce pen-gu, bilge bir tavırla. ve devam etti.
"zamanla gökyüzünün bir bölümü denizlere düşerek insanlığı yok etti. bunun üzerine tanrıça ngüho, yengeç elleriyle gökyüzünü yukarıya kaldırdı, denizleri yeniden sınırlarına itti ve çamurdan yeni bir insan türü yarattı."
"hayret," dedi sıtkı. "demek çin tanrıları da insanı çamurdan yaratmışlar." pen-gu'ya teşekkür etti.
tevrattan kur'an'a:
nereye al atmışsa, önüne çamurdan yaratılış çıkmıştı. evet, hepsi birbirinden "kopya çekmiş"ti.
acaba, tevrat ne diyordu? işte bulmuştu, okudu:
"ve allah dedi: 'suretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım/ve allah insanı kendi suretinde yarattı, onu allah'ın suretinde yarattı./ve rab allah yerin toprağından adam'ı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve adam yaşayan can oldu./fakat adam için kendisine uygun yardımcı bulunmadı./ve rab allah adam'ın üzerine derin bir uyku getirdi ve o uyudu ve onun kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini etle kapladı./ve rab allah adam'dan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu adam'a getirdi.."
adem ile havva'nın ilk günahları ve cennetten kovuluşları ile devam eden bu yaratılış öyküsü, hemen hemen aynen kur'an'a geçmişti.
neden çamur?
"neden çamur?" diye düşüdü sıtkı. kimbilir, belki de atalarımız, kendilerine son derece gerekli olan, tüm ihtiyaçlarını karşılayan su ve toprağa özel bir önem vermişlerdi. su ve toprak birlrşince çamur oluyordu. zaten günümüze değin gelen büyük efsaneler, soyut düşünce sistemleri, dicle'nin, fırat'ın, nil'in, indus'un, sulak ve bol çamurlu topraklarından yeşermişti. büyük uygarlıklar yaratan bu topraklar, zengin efsanelere de yataklık etmişti. bin yıllar öncesi insanlarının su ve toprağa olan bu şükran borçlarını anlamamak mümkün değildir.
ortadoğu tanrılarının etimolojik gelişimi:
ortadoğu'da çeşitli dönemlerde yaşayan halkların tanrılarının adları ilginç bir evrim gösterir:
ibraniler'de kah "yehova" kah "elohim" olur. tevrat'taki bu iki tanrı adı yehova ve eloha'nın geçtiği satırlara dayanılarak metin ayrılıkları saptanmış. aramice "elah" kelimesi ile tevrat'taki bu "eloha" kelimesi, incil'de isa'nın ağzından, "eloi, eloi, lama sabachtani" (tanrım, tanrım. beni niçin bıraktın) biçiminde görülür. islam öncesi araplar'da erkek tanrı için kullanılmış olan "ilah" kelimesi de islamiyet'ten sonra ufak bir gramer türetilmesi ile "allah" olur. kur'an'ın bazı surelerinde yer yer "ilah" kelimesine de rastlanır.
12 notes · View notes
mesutbahtiyarolacak · 2 years
Text
Tumblr media
BAYKUŞ MASALI
İçimde, kendi sesimle konuşan bir yabancı dolaşıyordu.
Tıpkı ben gibi cümleler kuruyor, ben gibi yarım bırakıyordu sözcükleri. Kendi kendine inanmıyor, kendi kendine sevgi sözcükleri fısıldıyordu.
Küçükten büyüğe daireler çiziyordu içimde, ayakizleriyle. Eliyle bedenimin duvarlarına dokunuyor, garip bir ıslık yuvarlıyor, sessizce gülümsüyordu. Birden durup gözlerime bakıyordu bazen. Hüzünlü, anlayan bir gözle. Ayıplamıyorduk birbirimizi.
Bir ara masal bile anlatmıştı bana. Baykuşun sevdasıymış aslında. Sessizliğin içinde sessizce bekleyen, gündüzleri bir bedene gizlenen, geceleri kendi kendine fısıldayan bir baykuş. Sevgisini, sevdasını yıllar yılı uzaktan, bir ağacın dalından izlemiş, hiç dile getirilmemiş gizli bir sevdaymış. Masal bu ya, baykuş mu asılmış, insan mı? Kendisi de kimse de bilmezmiş.
Bedende hapsolduğu zamanlarda, yani demem o ki çok eski zamanlarda gülermiş baykuş, insan bedeninde. Aslında kendi de şaşırırmış, gülmek geceye acı bir haykırış kadar ürperticiymiş onun için. Sanki içindeki ruhun acı çekmesiymiş, sanki tüm yaralara tuz basmasıymış onun için.
İçten güler, saf bir sevgiyle sever, devrik cümlelerle şiirler yazarmış. Herkese inanırmış, herkesi sever, herkesin yarasına merhem bulmaya çalışırmış, kendi yaralarına ekleyerek aslında. Her cümlede tükenirmiş, her gülüşte gizlermiş kendini kendinen. Gizlice.
Gün biter, gece olur karanlıkta sessizce beklermiş. Masal dedik ya, içinde çiçekler, güneşler, aylar yıldızlar beklermiş. Çiçekli böcekli cümleler etrafta dolaşır, cümleleri yerlerde sürünürken, tekrar toplamaya çalışırmış. Ne yaşarmış yani, ne yaşamazmış. Bir baloncukta güneşin rengini toplarmış.
Bir gün bir el dokunmuş ona. Uzaktan. Düşmüş yere, kaldırımdan çamur bulaşmış dizine. Kanamış ama ses etmemiş, kanamış ama kanatmamış hiçbirzaman. Kendi kendine konuşmaya başlamış. Baykuş bu ya, masalı kendine inandırır olmuş. Hangisi gerçek bilmeden.
Neyse devam etmiş masal. Cümleler bir kere sıraya girmiş ardı ardına. Kaldığı yerden sürdürmüş geceye doğru. Bir çığlık daha savurmuş. Öyle ya, bir el dokunmuş. Dokunmadan dokunmuş ona. Hüznü anlatmış, sevgiyi anlatmış, hisleri aşka çevirmiş, devrik şiirleri düz yazıya. Sevginin şekil değiştirmesini, baykuşun beden değiştirmesini anlatmış. Aşkı yaşamak için acı çekmeyi, özlemeyi, acı çekerken cümlelerin nasıl şiire dönüştüğünü göstermiş. Sevişmişler cümlelerle gizliden. Sevgiyle, hüzünlü gözlerle bakmışlar birbirine. Sevmiş baykuş görmeyen gözlerle, belki inandırmış yine sadece kendisine.
Sevdası bir daha görünmemiş baykuş. Uzak diyarlarda, kralların mezarında, yedi tepeli şehirlerde, Leyla ile Mecnunun ülkelerinde aramış. Hapsolmuş sevdasını izlemiş sessizce. Kaybolan cümleleri aramış gözleriyle. Hiç söylenmemiş kelimeleri.
Gülmüş, eğlenmiş, bambaşka bir dünya kurmuş sevdası baykuşun. Kendine inanmadığı veya gerçekten inandığı bir bir dünyaymış burası. Sevdasının hayalleri, sevdasının cümleleri ile ters düşmüş. Hangisi gerçekti kendisi de unutmuş. Baykuş mu? izlemiş uzaktan sevdasını. Bir daldan, bir karanlıktan güç almış. Uçacak olmuş bir zaman, elinin tersi ile itelenmiş, kaybıolmuş gecenin karanlığında, gözlerden uzak yüksek bir yere sığınmış. İzlemiş resmi en geniş çerçeveden. Sessizce.
Garip cümleler duymuş, sevda cümlelerinin nasıl yere düştüğünü izlemiş. Gönül anahtarının nasıl teslim edildiğini, devrik cümlelere nasıl alkış tutulduğunu, bir damla su berraklığında nasıl kaybolunduğunu seyretmiş.
Hayret dolu kocaman gözleri ile öylece beklemiş baykuş öylece izlemiş. Kah saf olmuş sarraflara satılmış, kah şiirleri üstüne alınır gibi olmuş kaldırımlara düşmüş, tebessüm etmiş karanlık geceye, bilmemezlikten gelmiş bilge cümlelerle. ama ibretle izlemiş baykuş. Sessiz gözlerle. Öylece.
Bir başın ne zaman eğildiğini, hangi masal diyarlarına gidildiğini, bir bardak çayın neden içildiğini, hayran dolu bakışların cümlelerle nasıl gizlendiğini öğrenmiş.
Karşılıksız sevdanın içinde nasıl kaybolunur, bir duvar nasıl örünür, bir karanlıkta nasıl ölünür hepsini öğrenmiş, baykuş.
Masal uzamak istemiş, baykuş gözlerini yummak. İnsan olmak mı lanetmiş, baykuş mu olmak? Bilememiş. Hayalle gerçeği ayırt edemez olmuş. Kendi uydurduğu masala kendisi inanarak çırpmış kanatlarını olduğu yerde. Kimse görememiş onu dünya gözüyle. Bir cümleleri kalmış geriye, bir de bu masal. Hangisi gerçek? Hangisi masal?
İçinden son bir cümle geçirmiş baykuş yine sessizce, uçmadan önce;
“ Ben...” demiş sessiz geceye, “seni herşeye rağmen çok sevi....”
Yarım kalmış yine herşeyde olduğu gibi cümlesi. Karanlık gecede sessiz kanat darbesi. Bilgeler tamam eder sözleri. Siz ister “seviyordum.” şeklinde tamamlayın masalı , ister “seviyorum.” olsun sonu. Pay alsın bedendeki boşluk, tüm yalnızlar bilir bunu.
Baykuş gecede sessizce uçmuş öylece. Durmuş mu öyle uçmuş mu? Siz söyleyin bana. Masal dedik, masal bu ya!
Bir yabancının diline pelesenk olmuş masal. Başka bir yabancıya anlatmış bunu. Başka bir yabancı ayıplamış. Başka bir yabancı inanmış. Başka bir yabancı üstüne almış. Başka bir yabancı unutmuş bunu.
Masal hiç var olmamış.
34 notes · View notes
yazarkisisi · 2 years
Photo
Tumblr media
yıldız gibi kayan senelerime rağmen en güzelsin
...
Bir elinde kahvesi, bir elinde sigarası, kulağında bir şarkı... 
(Sezen Aksu - İki Gözüm)
Hüzünlüydü ve hüzünlü olduğunda hep bunu yapardı. Kafasını göğe kaldırır ve düşünürdü. Zorunlu olarak hissiz bırakılmış bir beden için bu bile fazlaydı ama kendisini tek bulduğu, ait hissettiği yer gökyüzüydü. Bunu bile hissedemeyeceği korkusu onu bitirirdi. Bilirdim çünkü en çok benimle konuşurdu, en çok beni istediklerine benzetirdi. Benim yerimde olacağı belkide yanımda olacağı günü sabırsızlıkla beklese bile yaşamak güzeldi. Ölümden sonra devam edeceği gerçekliği, bir yıldız olarak düşünürdü. Gökyüzünde parlayan ve milyonlarca yıl güzel gözükecek bir yıldız, aynı benim gibi olmayı hayallerdi. Dünya'dan uzak hayallerine hep ortak olurdum. Zamanla Dünya ile olan iletişimini kopardı ve kimsenin onu anlayamayacağı hissiz bir bedene sahip oldu. Kimsenin bilmediği bu bedenin içinde de senelerce sıkışmış olarak kaldı. Seneler bu kadar çok vurmadan tuttuğu dileklerin haddi hesabı ise yoktu. Heyecan, mutluluk ve ilk aşk. Hiç unutamam o geceyi, her şeyin başlangıcıydı. Kalbi kıpır kıpırdı, masum hayallerinin ötesinde hiç hissetmediği bir duyguydu ve bu duygulardan da bir o kadar emindi. O zamanlar sigara kullanmazdı, çok hüzünlü şarkılar da dinlemezdi. Sadece balkona çıkar, göğü seyreder ve mucizelerin varlığına inanırdı. İşte o gecede aynısını yaşadı. Kafasını göğe kaldırdı ve daha yüz yüze bile tanışmadığı o adam için bol bol dileklerde bulundu. Mucizeyle gelmesini ve gerçek olmasını diledi, onu sevmesini diledi, diledi ama garantiye de almak ister gibiydi. Gerçek kişi değilse, sevmeyecekse ve en çok da kıracaksa gelmemesini de diledi. Bende birikti dilekleri, ağırlık yaptı ışığıma ve Tanrı yazdı kaderi, iki birbirini tanımayan kadın ve erkeği bir araya getirdi. Kadını çok aşık etti, adamı ise hep bilinmez bıraktı. Oysaki dileği bu değildi. Tanrı çok yanlış anladı.
Adam kendinden çok emindi, sınırlarını çizdi, güvenlik önlemlerini aldığı gibi uzun uzun ucu sivri tellerle çevirdi kalbini ve orada dur, yaklaşma dedi. Benimkisi ne yapsın! Daha acemi, bir de inandı bana bıraktığı dileğine ve aşkının gücüyle bu ucu sivri tellerden atlayabileceğine, atlayamasa bile bükebileceğine sonuna kadar inandı. "Bu kadar zor olamaz, ben bunu değiştirebilirim" dedi ve o an anlamadı sadece tek değişecek şeyin kendisi ve hayatının olacağına. O buluşmadan sonra kalbinde bin bir çiçek açtı, her gece daha sık göğe baktı ve o adamın resmini çizdi. Geçen her gece umut doluydu, oysaki ucu sivri telleri de biliyordu ama aşk bu değil miydi zaten? İlk geceler kurduğu hayallerde o adamı çok gördüm. Bazı geceler bu hayallerle beraber adamın camına gittiğimde oldu ama adam hep uyuyordu. Yetiştiğim bir geceyi hatırlayamıyorum. Kaç gece geçti, geçen gecelerle beraber kaç sene geçti? Ne ben adamı uyanık yakalayabildim, ne de o, adama kalbinin sesini duyurtabildi. Atlayamadı da ucu sivri tellerden, hep takıldı durdu. Yara bere içinde kaldı. Canı çok yandı, çok kanadı bu geçici bedeni ama bilirim ki hep çok sevdi.
Dünya kaç kez döndü? Kaç kez yıldızlar kaydı? Kaç kez yedi kat el olanlar kalbe girdi, çıktı? Kaç kez ölümler, doğumlar oldu? Kaç duygu yaşandı ve bitti? Mevsimler kaç kez tekrarladı? Hayat kaç kez kendini yeniledi? Ve böylece seneler geçti. Ne kadının aşkı bitti, ne de adam kadını sevdi. Sevilmediği gibi aşkıyla yalnız kaldı ve tükenmiş bu beden de kalbi pas tuttu ama sakladığı umudunu hep besledi. Ne de güzel sevdin be kızım! Ben şahidim ki sen hep o adamı yıldızlara çizdin ama o adam hep uyudu...
İlayda DEMİRKAN
7 notes · View notes
kohnelerdehisler · 2 years
Text
Küçüklüğümden beri pembe bir şatoda yaşıyordum. Pembe bir yatağım, pembe oyuncaklarım, pembe duvarım, pembe saçlarım, pembe elbiselerim, pembe dolabım, pembe tokalarım, pembe defterlerim, kalemlerim... En sevdiğim renge kadar her şeyim pembeydi.. Tıpkı içinde bulunduğum yalandan masalım gibi. Ama ben değişmiştim.. Şimdi ne o masalın içindeki küçük kız çocuğuydum ne de en sevdiğim renk pembeydi. Benim en sevdiğim renk artık hiçliğin rengiydi... Hayatım sadece bir hiçlikti. Tanıdığım, değer verdiğim herkes bir hiçliği ifade ediyormuş meğerse. Sadece annem beni bir süre hiçliklerden uzak, çok uzak bir pembe masal şatosunda büyütmüş. Ama böylesi daha beter oldu. Gerçekler yüzüme bir fırtına gibi çarptı ve ben hala o fırtınanın etkisindeyim. Beni bir enkaza çevirdi, yıktı ve öylece çekip gitti. Pembe masal şatom yerini koca karanlık bir enkaza bıraktı. Artık ne güneş doğuyor benim için ne de yıldızlar yol gösteriyor bana. Her tarafımı gece sardı ve ben şimdi o geceyi sevmeye çalışıyorum...
11 notes · View notes