Tumgik
#son bir kez
siyahisttsblog · 1 year
Text
“Ekliyorum, vardır bir kaderi, kendi çizdiğimiz ya da Biz hiç farkında olmadan bizi karşılaştıran”
17 notes · View notes
5--5---5 · 1 year
Text
Bu hesabımı da seviyorum, buradaki postları falan ama yapayalnız bir hesabım olması daha hoşuma gidiyor nedense... 5--5---5 hesabıma 10/8 veriyorum, iki puanı çok depresif olmamdan kırdım KWMKQŞQLWKWKW
18 notes · View notes
prensibinblogu · 7 months
Text
“Seninle son bir kez daha birlikte olabilseydim birlikte neler yapabileceğimizi hayal ediyorum.”
Aşk söylenmemiş kelimelerdir ve aşkın olduğu yerde kayıp vardır.
3 notes · View notes
uzaklarasavrulalim · 1 year
Text
Yılın özetini geçmeye geldim
9 notes · View notes
aresnixx · 11 months
Text
Şimdi etrafındaki insanlar senin paran, dış görünüşünü, buz gibi olan kalbini tanır. Oysa ben; senin 5 yaşındaki halini, ağlayınca kızaran göz altlarını, utanınca kaçırdığın o siyaha çalan gözlerini, bana olan aşkını anlattığında kendini kaybeden hallerini, ailenle ettiğin kavgaları, bulaştığın her bir belayı, her bir rüyanı, yüzünde oluşan her bir ben'in zaman sıralamasını, değer verdiğin birinin yanında dönüştüğün kişiliği, vücudunda aldığın her bir yaranın sebebini, kime ne şekilde değişen kişiliğini bilirim ben. Paran, yüzün, şu anki herkese buz gibi olan kalbin bana yabancıdır cânımîn âğrısı..
2 notes · View notes
Text
Ne olursa olsun bazı insanları son kez görmek istiyorsun...
14 notes · View notes
bozusuruz · 2 years
Text
İsranın bizi terk edisini kabullenip grup ppsini uclu arkadas grubuna cevirdim
Tumblr media Tumblr media
6 notes · View notes
dunyanin · 2 years
Text
Gökten para düşmeli ve telefonumun kamerasını yaptırmalıyım
3 notes · View notes
Note
124
bana hediye gelmiyo ki anısı olsun ama kız arkadaşım ben bi hikaye atmıştım kitaplarla ilgili ondan sonra böyle karışık bi hediye paketi hazırlamıştı herhangi bir kitapla beraber çok duygusallaşmıştım🥺
0 notes
siyahisttsblog · 1 year
Text
Tumblr media
15 notes · View notes
harepare · 2 years
Text
murathanin bakislari artik rahatsiz edici olmaua basladi
1 note · View note
yandikalbim · 8 months
Text
Birini son kez gördüğünü bilemiyorsun ya hani. Ne acayip bir duygu değil mi? Bildiğini düşünsene, son kez görüyorsun. Son kez gördüğünü biliyorsun...
987 notes · View notes
subliminaltecavuz · 14 days
Text
Tumblr media
Deniz dalgalı, şehir ise sessizdi. Bütün tüccarlar dükkanları çoktan kapatmış, dışarıda sadece hırsızlar, fahişeler ve evsizler kalmıştı. Şehir her ne kadar sessiz ve karanlık olsa da bu söylenenlerin dışında olan tek bir yer vardı. Şehrin hanı olan DAveram. DAveram'ın içi sesten geçilmiyordu ki sadece ses değildi problem. Herkes sarhoştu ve bu sarhoşlardan faydalanmak isteyen fahişeler ile hırsızlar da olay yerine yakınlardı. DAveram şehirdeki tek han ve tek eğlenilecek yerdi. Bu yüzden de herkesin ortak noktalarından biriydi. Hanın sahibi Etienne Delcroix illa ki handa olur ve her gün mütemadiyen çıkan kavgaları sakinleştirmek için hazır ol da beklerdi. Etienne Delcroix'in Kral Ephilianus Ravelin ile arası oldukça iyiydi ve bu da onu konumunda tutmaya yeterken, aynı zamanda elini güçlendiriyordu. Han sıradan bir günmüş gibi sarhoşların kavgalarına ve kusmalarına şahitlik ederken, kimileriyse mutluluktan içiyor ve resmen deliler gibi eğleniyorlardı. Sadece içerek de eğlenmiyorlardı, handa çalışan soytarı Sven Sibley'de handaki kimseleri eğlendirmek konusunda, özellikle de sarhoş kimseleri eğlendirmek konusunda son derece başarılıydı. Handa adım atılacak yer yoktu ve her masada bir kız dans ediyor, erkekler ceplerinde bulunan son birkaç bronzu da kızların göğüslerinin arasına atma yarışması yapıyorlardı. Kavga yok denecek kadar azalmıştı ve bu hem içeride kendi halinde eğlenen halk için hem de Etienne Delcroix için çok iyi bir haberdi. Saniyeler saniyeleri, dakikalar dakikaları ve saatler saatleri kovaladı. Bronzu bitenler handan yaka paça kovuluyor, parası bittiğini bilen kimseler ise kendi istekleriyle DAveram'ı terk ediyordu. Kısacası artık gecenin ilerleyen saatleriydi ve müdavim sayılacak zenginler kalmıştı handa. Hanın çalışanlarından biri olan Viola Velin masaları temizliyor, Sven Sibley ise insanları güldürmeye devam ediyordu. Birkaç dakika içinde hanın kapısı açıldı ve içeri bir yabancı girdi. Üzerinde simsiyah bir pelerin vardı ve yüzü seçilemeyecek kadar az gözüküyordu. Yabancıyı ilk fark eden kişi Viola oldu ve ilk işi Etienne Delcroix'in yanına gitmek oldu.
"İçeriye giren adam da kim?"
Etienne baştan aşağı süzdü yabancıyı fakat yüzü seçilmiyordu.
"Gecesini güzelleştirmeye gelen herhangi biri." dedi fakat kendinden çok da emin değildi.
Viola omuz silkti. Yabancının hana eğlenmek veya bir şeyler içmek için gelmediğini düşünüyordu. Viola'ya göre yabancı buraya bir amaç için gelmişti. Zaten kıyafetlerinden ve davranışlarından bu kolaylıkla anlaşılıyordu. Viola bir kez daha döndü ve sildiği bira bardağını masaya koydu.
"Gidip konuşmaya ne dersin?" diye sordu fakat Etienne çok da oralı olmamıştı. Viola bu duruma sinirleniyor, aynı zamanda içini garip bir korku da kaplıyordu. Yabancı etrafını iyice kontrol ettikten sonra Etienne ve Viola'nın olduğu yere geldi.
"Bira," dedi fakat onlara bakmıyordu.
Viola gözlerini dikkatli bir şekilde Etienne çevirdi ve ne yapacağına baktı. Etienne sakince temiz bir bardağa bira koyup yabancıya uzattı. Yabancı arkasını dönüp birayla dolu bardağı kavradı ve tekrardan eğlenen insanlara döndü ve onları izlemeye devam etti.
"Birini arıyorum," dedi yabancı. Eğlenenleri izlemeye devam ediyor ve birasını yudumluyordu.
Etienne ilk olarak Viola'ya bir bakış attı, ardından tekrardan yabancıya dönerek, "Burada kimseyle ilgili bilgi veremiyoruz bayım," diye yanıtladı yabancıyı. "Kusura bakmayın."
Viola hemen gözlerini yabancıya dikti ve tepkilerini ölçmeyi denedi fakat yabancı ne bir tepki veriyordu ne de herhangi bir şey yapıyordu. Beş, on saniye kadar hiçbir şey demeden öylece eşrafı izlemeye devam etti. En sonunda buz gibi birasından bir yudum daha aldı.
"Irkınızdan birini arıyorum," dedi yabancı ve sesini bir nebze de olsa yükseltti. "Bir insan."
Etienne adamın söylediklerini pür dikkat dinliyor aynı zamanda Viola'yla birbirlerine bakıyorlardı. Artık sadece Viola'nın değil, Etienne'nin de içini huzursuzluk kaplamıştı. Yabancı ortamda oluşan sessizlikten sonra masaya doğru döndü ve birasını masanın üzerine koydu. Birkaç saniye kadar bekledikten sonra gözünü Etienne dikti. Etienne'nin derisi buz kesmişti.
"On dokuz yaşında ve kızıl saçları olan bir insan," dedi ve gözlerini hiçbir koşulda Etienne'den ayırmadan devam etti. "Windripcliff'te olduğunu duydum."
Etienne iyice ne cevap vereceğini şaşırmıştı. Viola bu durumu en hızlı şekilde fark etti ve sözü devraldı.
"Yüzlerce kıza ev sahipliği yapıyor şehrimiz," dedi ve bunları derken sakin kalmaya çalıştı. "Kral Ephilianus Ravelin son derece halkına düşkündür. Erkekler ve kadınları asla ama asla ayırmaz. Hem ayırsa da eminim ki kadınların hakları erkeklerden daha iyi olur."
Yabancı kafasını Viola'ya doğru çevirdi ama ona bakmak yerine boşluğa bakmayı seçti.
"Kralının düşünceleri ile ilgilenmiyorum," dedi yabancı ve bunları söylerken sesini bir nebze yükseltti. "Kızı arıyorum."
Viola terslenmesinin verdiği şaşkınlığı yaşarken arkadan gürültülü bir şekilde Sven Sibley sohbete dahil oldu.
"Şuradaki pembe elbiseli kısrağı gördün mü?" diye hanın arka sıralarında oturan kızı gösterdi Viola'ya. "Esprilerim karşısında sütü daha yeni sağılmış bir ineğin memeleri gibiydi memelerinin ucu."
Viola normal şartlarda bu esprilere güler eğlenirdi fakat gülümsemek yerine kafasını yabancıya geri çevirdi ve tam o sırada Sven ortamdaki soğukluğu hissetti. Hayatı boyunca hiç gülmeyen bir cüceyi bile güldürebilecek birisiydi Sven ve bu yeteneğe sahip olduğunun farkındaydı. Bu yüzden şansını denemek istedi ve gözlerini yabancının üzerine dikti.
"Çok şanslısın çünkü bu içkiyi her yerde içemezsin. Bu içki için annemi birkaç defa tokatlamışlığım bile var. Babamı dört tane kırma orospu çocuğu ile aldattığı için değil, Etienne'in içkisini alıp o orospu çocuklarına sattığı için!" diye sesini yükseltti Sven. "Her şeye rağmen anne, satsan da satılmıyor diye bir söz var ama bu benim için geçerli değil. Geçen hafta onu yaşlı bir ibneye kırk gümüş karşılığında satıp biraları tutacağımız yeni variller aldık. Babam zaten bir cadı tarafından büyülendi ya da iyice kafayı yedi. Annemi nedendir bilmem evde duran askılıklardan biri sanıyor."
Sven anlatmaya devam ederken yabancının suratı bir nebze bile gülmedi. Konunun düşündüğünden çok daha ciddi olduğunu o an iyice kavradı Sven fakat iş işten geçmişti.
Yabancı birasını tekrardan eline alıp Sven'e döndü, "On dokuz yaşında ve kızıl saçları olan bir insanı arıyorum," diye yineledi sorusunu. "Gördün mü?"
"Burası Windripcliff. Birçok genç kız var ve bazılarının saçları da kızıl."
"Saçları ateşte kavrulmuş gibi kızıl ve normal bir kızdan daha uzun boyda."
"İsmini bilmiyor musunuz?" diye araya girdi Etienne ve yabancıya pür dikkat bakmaya devam etti. "Normal şartlarda yardımcı olamayız ama istisna olabilir."
Yabancı elindeki biradan bir yudum daha aldı ve kafasını salladı aheste aheste.
"Ilgım," diye yanıt verdi Etienne'e. "Kızıl Cadı."
Sadece Etienne değil, sohbetteki herkes böyle bir ismi ilk kez duyuyor gibiydiler.
"Windripcliff'e özgü bir isim olduğunu sanmıyorum," dedi Viola. "Çevre şehirlerde de olduğunu sanmıyorum ama yine de bakmanızı öneririm. Kim bilir belki de bilen birileri karşınıza çıkar."
Yabancı kafasını salladıktan sonra birasını masaya geri bıraktı ve ayağa kalktı. Birkaç saniye boyunca üstünü temizledikten sonra cebinden tek bir gümüş çıkardı ve Viola'ya uzattı.
"Bira iki bronz," dedi Viola. "Bu fazla."
Yabancı, Viola'nın almadığı gümüşü masaya koydu ve, "Bugün gümüş, yarın çelik," dedi. Savaşı kastediyordu ve ortamdaki herkes bu iğnelemeyi anlamıştı. Viola cevap vermek istese de bir türlü kelimeler ağzından çıkmıyordu.
Sven'in ise kaşları çatıldı ve handa halen kendilerine yardımcı olabilecek kadar insan olduğu aklına geldi. En fazla ne olabilirdi ki?
"Burada bizi tehdit etmen için hiçbir sebep yok dostum," dedi ve vücudunu dikleştirdi. "Nerede olduğunun farkına var."
Yabancı duraksadı. Yavaşça yüzünü Sven'e doğru döndü ve baştan aşağı süzdü. Sven hala dik duruyor ve kendine güveniyordu fakat yabacının da kendine olan güveni bariz şekilde ortadaydı. Yabancı birkaç saniye kadar daha bakındıktan sonra Sven'e doğru bir adım daha attı ve o adımı atar atmaz yabancının kokusunu aldı Sven. Buram buram kokan bir nane vardı ve bu genelde elfler de oluyordu fakat ne bir elf kadar uzun ne de bir elf kadar teni sarıydı. Yabancı iyice Sven'e yaklaştı ve gözlerini gözlerine dikti. Ortalık karışabilirdi ve bu istenecek son şeylerden biriydi. Bu yüzden Etienne hızlı şekilde aralarına girdi.
"Lütfen yapmayın," dedi Etienne aceleyle. "Biranız bu seferlik bizden olsun beyim."
Yabancı üzerindeki pelerini düzeltti ve tam gitmeye hazırlanırken içeri bir kişi daha girdi. Sapsarı saçları ve kalçasına kadar uzanan yırtmacıyla bütün gözler kendisine dönmüştü. İçeri giren kişi Jeanne Magseric'ten başkası değildi.
"Fare kokusu alamayacağım bir içkin varsa çok iyi olur Etienne," dedi Jeanne. "İçtikten sonra kusmak istemiyorum."
"Biralarımız her zaman olduğu gibi tertemiz ve buz gibi Jeanne," diye cevap verdi Etienne ama aklı yabancıdaydı. "Hemen getiriyorum."
"Elfler yine bir şeyler karıştırıyorlar ama anlayamadım," dedi Jeanne ve etrafına bakındı. "Birkaç saat önce ormanı ateşe vermişler. Mecia ve Jocelyne büyü güçlerini kullanarak bile zor söndürmüşler yangını."
Yabancı Jeanne'nın dediklerine kulak misafiri oluyor ve pür dikkat dinliyordu fakat bunu Viola fark etmişti.
"Birini ya da birilerini arıyorlarmış galiba," dedi Sven ve Viola'ya bakındı. "Umarım çevremizde bir elf ajanı yoktur."
Viola iyice şüphelenmeye başlamıştı ve daha fazla dayanamayıp yabancıya doğru bir adım attı.
"Umarım bir elf değilsindir," diye fısıldadı. "Yoksa askerleri çağırmak zorunda kalırım."
Yabancı birkaç saniye kadar tepkisiz kaldığı bu yarım yamalak ithama karşılık olarak Viola'ya döndü.
"Elf değilim," dedi ve üstündeki pelerini çıkardı. Viola resmen olduğu yerde kalakalmıştı. "Kızın nerede olduğunu biliyor musunuz?" diye tekrardan sordu yabancı.
Viola'nın karşısında duran yabancı Vika'ydı. Elflerin insan generali! Jeanne tutuk bir şekilde ayağa kalktı ve Vika'ya baktı. Viola'nın ise resmen donakalmıştı.
"Askerler dışarıda fink atıyor," dedi ve geri geri adımlar attı. "Yanlış bir şey yaparsan buradan canlı çıkamazsın."
Bunu duyan Etienne ve Sven hızlıca arkalarını dönüp Vika'ya baktılar. Sven'in resmen nefesi kesilmişti çünkü demin diklendiği adam Cadı Avcısıydı.
"Askerleriniz buraya gelene kadar ölmüş olursunuz," dedi Vika. "Kızın Windripcliff'te olduğuna dair haberler aldık. Buradaysa ve yerini söylemiyorsanız kaderiniz çok uzun yazılmamış olacak."
"Söylediğin kızın kim olduğunu dahi bilmiyoruz. Söylediğin isim yurdumuzda kullanılan bir isim değil," diye cevap verdi Sven. İçinde korku ve bir o kadar da pişmanlık vardı. "Burada olsa emin ol bilirdik."
"Kız buraya gelecek olur ve haberimiz olmazsa sizin için geliriz," dedi ve gözlerini Etienne çevirdi. "Aileleriniz var ve onlarla ilgili her şeyi biliyoruz."
Sven ve Etienne buz kesmişçesine duruyor, Viola ve Jeanne ise korku dolu bakışlarla dinliyorlardı Vika'yı. Cadı avcısı pelerini tekrardan üzerine aldı ve kendinden emin bir şekilde handan yürüyerek çıkıp gitti. Vika'nın çıktığını görür görmez Viola ilk bulduğu sandalyeye oturdu ve derin derin nefesler almaya başladı.
"Bu adamı tanıyorum ama tam olarak kim bilmiyorum," dedi ve diğerlerine bakındı Jeanne. "Neden bir kız arıyor?"
"Elflerin insan generali," dedi Etienne donuk bir sesle. "Hain olan."
"Elf değil ki," diye araya girdi Jeanne. Kafasında oluşan soru işaretlerini herkes yüzünden okudu. "Elfler bir insanı nasıl general yaparlar?"
Etienne kafasını iki yana salladı ve derin bir nefes aldı ama sanki aldığı nefesler ona iyi gelmiyormuş gibi hissetti.
"Gadanfar kalesi kuşatmasında orada olan bir çocuk olduğunu söylüyorlar." dedi Etieene ve Jeanne'e döndü. "Kralın en büyük çocuğu Asgeies Ravelin'in ilk savaşıydı ve şehirde birçok elf olduğu söyleniyordu. Asgeies ise onları temizlemek için şehire gitti ve elfleri tek tek öldürdü ama orada yaşayan insanlar birlikte yaşadıkları elflere ihanet etmedi ve Asgeies Ravelin'e karşı savaştılar fakat başaramadılar. Asgeies Ravelin orada bulunan isyan etmiş veya etmemiş bütün insanları aynı elfler gibi yok etti ve bu insanların arasında Vika'nın ailesi de vardı. Anlatılanlara göre Vika yıkılmış bir evin içine girmiş ve orada hayatta kalmayı başarmış tek kişiydi. Tabi günler geçmiş ve elfler olay yerine gelmişlerdi ama Asgeies'in ordusu çoktan Windripcliff'e geri dönmüştü. Asgeis ve ordusu Windripcliff''te eğlenmeye devam ederken, elfler araziyi normal askerlere aratmak yerine büyücüleri kullanmışlar ve Salihn Wynmenor'un büyü güçleri sayesinde az daha susuzluktan ölecek olan Vika'yı bulup onu Selu Quessir'e götürmüşler. Ne ismini söyleyebiliyormuş ne de herhangi bir şey anlatabiliyormuş. Altı yaşında bir erkek olduğu ve elflerle iç içe yaşamaya alışık olduğu için onu bir elf gibi yetiştirmeye başlamışlar. İsmini nedendir bilinmez ama manası 'Erkek Cadı' olan Vika koymuşlar. Elfler Vika'yı bir asker olarak yetiştirmeye başlamışlar ama bu kadar iyi bir asker olacağını muhtemelen Selu Quessir'de bulunan en iyi büyücüler bile tahmin edememiştir. Henüz on yedi yaşındayken Valenvers savaşında elflere önderlik etmiş ve savaşı kazandırmıştı. Orada bulunan bütün erkekleri, kadınları, çocukları hatta ve hatta bebekleri bile yaktırdı. İnsanlara karşı büyük bir nefret duyuyordu ve bu nefret onun içindeki güçü her geçen gün büyütüyordu. Vika yirmi yaşına bastığı günden on üç gün sonra elf generali Arathorn Normaer öldü ve elflerin Yüksek Kralı Flandryn tarafından general ilan edildi. Birçok elf bu kararı büyük bir risk olarak gördü ve bu kararın değişmesini istedi ama aldıkları bu riskli karar onları resmen en alttan en yükseğe taşıdı. Kılıç tutmayı bile bilmeyen elfleri ölümcül birer savaşçıya çevirdi ve saygı kazanmaya başladı. Elfler generallerini iyice benimsemeye başladılar ve bu durumdan elf soyluları da oldukça memnundu ki bundan bir sene sonra elf köylerinde yaşayan bütün insanları toplamaya başladı. Topladığı insanları tek tek Selu Quessir'e getiriyor ve teker teker hepsini yakıyordu. Ne yaşlı ne de bebek dinliyordu. Elflere göre Vika; Tanrıların elflere olan büyük bir mucizesiydi. Vika ise bu tanrı anlatımlarına inanmıyor ve insanlardan intikam almaya devam ediyordu. Bir sonraki adresi Tivl Edhil oldu. Tivl Edhil'de yaşayan herkesi tek tek yakmış ve orada yaşayan elfleri de insanlarla yaşıyor diye kulaklarının sivri bölümlerini kestirip insanlara benzemelerini sağlamış. Hem elfler hem de insanlar için büyük bir boşluktu Tivl Edhil. Orada ölen kırk beş bebek o kadar çok ağlamışlar ki ateş bile buna dayanamayıp sönmüş ama ateş tekrardan yakılmış ve her şey kaldığı yerden devam etmiş. Anlatılanlar doğruysa yakılan bebeklerin çığlıkları halen daha Tivl Edhil'de duyabiliyormuş. Şimdiyse başka bir kız aradığını söylüyor ve muhtemelen insanlık için çok ama çok önemli biri o kız. Her ne olursa olsun kızı bulmamalı."
Etienne uzun uzun anlattıktan sonra, "Sonuç olarak bir cadı arıyor değil mi?" diye sordu Viola ama kimseye bir cevap şansı vermeden devam etti. "Belki de hiçbir zaman bulamaz ve mutlu mesut yaşamaya devam ederiz. Hem aradığı kız gerçek bir cadıysa ve onu öldürse bile kendisine musallat olacağını kesinlikle biliyordur. Binlerce sene sonra bile onu arayacak, bulacak ve intikamını alacaktır. Bir cadının musallat olduğu herhangi bir ruh olacak ve bundan asla kurtulamayacak. Bu yüzden onu öldürüp öldürmeme konusunda çok ama çok dikkatli düşünmesi gerektiğinin farkındadır. Şimdilik cadı avcısı o olabilir ama ileride cadının avı olacağından hiçbir şüphem yok."
244 notes · View notes
Text
Üvey Amcam Beni Bozdu! (Merve 20 Y., İstanbul)
Selam, adım Merve. 20 yaşında, üniversite öğrencisiyim. Siyah saçlı, beyaz tenli, 1.65 boyunda, beni gören tüm erkeklerin 31'lerini süsleyen, kendimi çok güzel bulan biriyim. Anlatacağım hikaye bundan 4 sene önce, yani ben 16 yaşımdayken yaşandı. O zamanlar okuldaki bütün erkekler benim peşimden koşardı. Bense Mert diye bir çocuktan hoşlanırdım. Tüm erkekler Mert'i kıskanırdı. Herkes onun yerinde olmak için neler vermezdi neler. Bense Merte'e daha fazlası için izin vermiyor, sadece bacaklarımı ellemesine ses çıkartmıyordum.
Bir cuma günü okul çıkışı eve döndüm. Şevket amcam bize ziyarete gelmişti. Şevket amcam aslında öz amcam değildi. Babamın çok uzaktan kuzeniydi, ama daha bebek iken öksüz kalınca babanem ona sahip çıkmış ve babamla birlikte büyümüşlerdi. Ama öz amcamdan farkı yoktur, zaten üvey olduğunu da çok sonradan öğrenmiştim. Biz İstanbul'da yaşıyorduk, o da Bursa'da yaşıyordu. Kendisi özel bir okulda biyoloji öğretmeniydi. Haftasonu ziyareti için bize gelmişti. Ailece hep birlikte yemek yedikten sonra konu benim derslerimden açıldı. Son yazılılarımdan kötü not almıştım. Bunu duyan amcam da babama, "Dur o zaman, iki gün buradayım, Merve'yi biraz çalıştırayım!" dedi. Ben ses çıkarmadım, hem ikinci yazılılar da yaklaşıyordu, iyi olur diye düşündüm.
Yatma vakti gelince, amcam için salondaki koltuğu açıp yatak haline getirdim, çarşafını da serip odama geçip yattım. Gece bir ara uyandım, susamıştım. Su almak için mutfağa giderken salonun kapısının yarım açık olduğunu gördüm. İçeriden ışık gelince merak edip bakmak istedim. Gözlerime inanamıyordum! Şevket amcamı elinde telefona bakarak sikiyle oynadığını gördüm. Karanlıktı, ama telefonun ışığı direk sikine yansıdığından siki belli oluyordu. Hayatımda ilk defa gerçek bir sik görüyordum. Daha önceleri meraktan birkaç kez pørnø izlemiştim, ama ilk defa gerçeğini uzaktan da olsa görüyordum. Şevket amcam 43 yaşında ama halen bekardı. 31 çekmesi normal karşılanabilirdi, ama bunu misafirlikteyken yapması, onun artık ne kadar büyük yoklukta olduğunun göstergesiydi.
Biraz daha izleyip mutfağa geçtim. Bilerek fazla ses çıkararak buzdolabından su şişesini çıkardım. Raftan bardak alacağımda, sesi duyan amcam yanıma gelmişti. Bana, "Uyuyamadın mı? Ne zamandır uyanıksın?" diye sordu. Aslında kendisini fark edip etmediğimi anlamaya çalışıyordu. Ben de, "Bir süredir!" diye cevap verdim. Şortuna rağmen halen kalkık olan sikine bakmaktan gözlerimi alamıyordum. O da bunu fark etmiş ve beni gözleriyle süzmeye (pardon sikmeye) başlamıştı. Benim altımda mini şort, üstümde göğüslerimi açıkça gösteren ince bir tişört vardı. Ben artık gözlerimi sikinden ayırıp tekrar rafa yönelince, "Dur yardım edeyim!" diyerek arkama yaslanıp götüme sürtünerek raftan bardak alıp bana verdi. İçimden amcama çok kızmıştım, ama bunu belli edemezdim. Çabucak suyu içip odama döndüm. Tabii amcama da büyük ihtimalle çekeceği 31 için güzel bir malzeme sunmuştum.
Yatağıma yattım, ama uyuyamıyor, sürekli o anı yaşıyordum. Sürekli amcamın siki gözümün önüne geliyordu. Artık amım sulanmış, külodum sırılsıklam olmuştu. Elimi amıma atıp oynamaya başladım. Dudaklarımı ısırırken, aklıma Mert'i getirmeye çalıştıkça gözümün önüne sürekli amcam gelyordu. Çok geçmeden titreyerek orgazm oldum. Külodumu değiştirip, ıslak külodumu banyoya götürüp kirli sepetine koydum. Banyo odamın karşısındaydı. Çok geçmeden banyoya birinin girdiğini duydum. Acaba amcam mıydı? Eğer oysa, 31 çekmeye devam mı edecek diye düşünmekten kafayı yemiştim. Hemen banyonun önüne gittim ve kapının deliğinden baktım. Gördüklerime inanamıyordum! Amcam az önce kirli sepetine attığım külodumu koklayarak 31 çekiyor, arada külodumu sikine sürtüyordu. Sikini tam göremesem de, yaptığı şeyi görünce deliye dönmüştüm. Sessizce odama geçip uyumaya çalıştım.
Zar zor sabah oldu. Kahvaltıdan sonra amcam, "Hadi Merve, odana geçip derse başlayalım!" deyince, babam, "Şevket dur, daha yeni uyandı kız!" dedi. Amcam, "Çok konu var, anca hızlı hızlı üstünden geçeriz!" dedi. Mutfaktan sandalye alıp odama geçtik. Odam koridorun en sonunda, salona en uzak olan yerdeydi. Amcam biyoloji kitabımı alıp masaya koydu, sandalyeyi de iyice yanıma dibime yanaştırıp oturdu. Okadar yakınıma oturmuştu ki, bacaklarımız birbirine değiyor, nefesini üstümde hissediyordum. Amcam kitaptan üreme konusunu açmıştı. Ben, "Amca bu konu geçen dönemindi, işledik!" desem de, amcam, "Olsun, sınavda soruyorlar!" dedi. Amcamın derdi başkaydı ve ben bunun farkındaydım. Amcam arada konuyla alakalı espiriler yapıp, elini bacağıma koyuyor, tepkimi ölçüyordu. Ben tepkisiz kaldıkça o daha da cesaret alıyordu.
Artık konuyu istediği yere getirmiş, "İnsanlarda üreme nasıl oluyor?" diye anlatmaya başlamıştı. İşte (Kadınlarda vajina var, erkeklerde penis var...) diye anlatıyordu. Amcamın bu hareketlerinin ve anlattıklarının üstüne dünkü yaşadığım olay da aklıma gelince donup kalmıştım. İşin ilginç yanı ise, amım ıslanmaya başlamış ve artık amcamın bacağımı sürekli okşamasını arzular olmuştum. Amcamın, "Hiç erkek penisi gördün mü?" sorusuyla irkildim ve "Efendim, anlamadım?” dedim. Amcam, "Erkek arkadaşın yok mu? Ya da olmadı mı?" diye sorular sordu. Ben heyecandan doğru dürüst cümle kuramıyordum, "Yok, oldu, ama şeyy... görmedim..." dedim. Amcam elini tekrar bacağıma koydu ve bu sefer ciddi ciddi okşayarak, "Nasıl olur, senin gibi güzel bir kızı nasıl rahat bırakmışlar, ben genç olsaydım ve senin gibi kız arkadaşım olsaydı, ohooo neler yapmazdım, neler!" dedi. Ben hafif sinirli bir şekilde, "Neler yapardın?" diye sorunca elini bacağımdan çekmiş ve ona karşı tepki verdiğimi düşünmüştü. Ama söyledikleri beni daha da azdırmış, amım sırılsıklam olmuş ve kontrolümü kaybetmiştim.
Amcamın elini tutup tekrar bacağıma götürdüm ve tekrar, "Neler yapardın amca?" dedim, ama bu sefer ona karşı arzu dolu bakışlarla söyledim! Amcam bu hareketlerim sonrası şoka girmiş gibiydi, "İşte biliyorsun... erkekle kadın birlikte oluyorlar ya..." dedi. Ben, "Ne yani, benimle yatar mıydın?" diye sorunca, amcam deliye dönmüştü. Kendisine yalan söylediğimi, aslında dün onun penisini gördüğümü, hatta sonrasında banyoda külodumu kokladığını gördüğümü söyleyince amcam bir şoka daha girmişti. Hemen odamın kapısını kilitleyip geldim. Yerime oturup, elimle şortundan belli olan kalkmış sikini işaret ederek, "Dün tam görememiştim, göstersene, hem baksana dışarı çıkmak istiyor sanki!" dedim. Amcam anlık bir kalp krizi geçirmiş olmalı ki, 1-2 dakika boyunca nefes alışverişi değişmiş, kıprkımızı olmuştu. Ben ise bu yaptıklarıma inanamıyordum!
Amcam kendini toparlayıca, "Emin misin?" diye sordu. "Evet! Hem eninde sonunda göreceğim, ilk seninkini görmüş olurum, hem zaten konumuz da üreme!" deyince amcam şortundan sikini çıkardı. Dün karanlıktan az gördüğüm siki şimdi açık seçik karşımda duruyordu. Boyu bir karış civarı ve biraz da kalındı. İzlediğim pørnølardakilerden küçüktü sanırım. "Güzelmiş!" dedim. Amcam yine bir elini bacağıma attı, eli bacağımda dolaşıyor, arada elini şortumun üzerinden amıma doğru değdiriyordu. Bana, "Bak bu yaraktır!" diyerek diğer eliyle sikini sıvazlamaya başladı. Bacağımı okşayarak resmen 31 çekiyordu. Ben gözümü sikinden alamıyor, sürekli dudağımı ısırıp, amcamın elini tutup amıma yaklaştırıyordum. Amcam bu hareketimden daha cesaret aldı ve elimi tutarak, "Oynamak ister misin? Hem bakarsın sen de bana vajinanı, yani amını gösterirsin!" diyerek elimi sikine koydu. İrkilip çektim elimi. Amcam, "Korkma, ısırmaz!" diyerek elimi tekrar aldı ve eliyle elimi tutarak sikini sıvazlatmaya başladı. Bir süre sonra elini çekti ve ben yavaş hareketlerle sikine 31 çekmeye başladım. Amcam, "Nasıl, beğendin mi? O seni çok beğendi!" dedi. Ben de, "Evet, penisin çok güzel!" deyince, "Penis değil, yarak diyeceksin!" dedi. "Peki amca, yarağın çok güzelmiş!" dedim.
Amcam bir anda elini şortumun içine sokup amımı elleyince, o an amımdan süzülen suların bacaklarıma aktığını hissetim. Sadece külodum değil, şortum bile sırılsıklam olmuştu. Amcam, "Ben de senin amını görebilir miyim?" dedi. Cevap vermeden ayağa kalktım ve şortumla külodumu indirip tekrar oturdum. Artık amcamın yarağını sıvazlamayı bırakmıştım ve utancımdan bacaklarımı kapatıp, elimle de amımı saklıyordum. Ama amcam elini araya koyup amımı okşamaya çalışıyordu. Heyecandan tir tir titriyordum, dişlerim birbirine çarpıyordu. Amcam, sürekli, "Birşey olmaz, aç bacaklarnı diyordu!" diyordu. Bir eliyle amımı zorlarken, diğer elini göğüslerime atmış, tişörtümün üzerinden sütyensiz memelerimi okşuyordu!
Az sonra, "Bunu da çıkaralım!" diyerek üstümdeki tişörtü de çıkarınca, amcamın karşısında çırıl çıplak kalmıştım. Artık bacaklarımı hafif açmıştım, amcam da amımı rahatça okşuyorken bir anda memelerimi öpüp yalamaya başlayınca, benden durduramadığım inleme sesleri gelmeye başladı. Amcam memelerimden boynuma çıkınca, elimi onun başına koydum ve baskı yaparak boynumu iyice öpemesini sağladım. Ço zevk aldığımı farkeden amcam tek bir hareketle beni sandalyeden kucağına alıp yavaşça yatağıma koydu. Kendisi de soyunup, üstüme çıktı ve dudaklarıma yapıştı. Daha önce Mert ve okuldan birkaç erkekle öpüşmüştüm, ama amcam dudaklarımı ısırır gibi emiyordu. Ben de elimden geldiğince onun öpücüklerine karşılık veriyordum. Yarağı bacaklarıma ve amıma değiyor, beni deli ediyordu. Amcam dudaklarımdan boynuma inmiş, oradan memelerime, göbeğimden bacaklarıma, ayak parmaklarıma kadar heryerimi koklayıp öpmüştü. Aldığım zevkten sürekli titriyordum. Amcamın öpücükleri amıma yaklaştıkça daha da kuduruyordum. Amıma daha dilini değdirmesiyle inleyerek orgazm olmuştum. Orgazm olduktan sonra bile halen azgınlığım geçmemişti!
Amcam, "Sıra sende!" deyip beni dizimin üstüne yere oturttu ve altıma yastık koydu. Yarağını yüzüme getirdi ve dudaklarıma sürterek, "Sana nasıl yapılacağını öğreteceğim!" dediyse de, ben hemen yarağını elimle tutup, önce başından köküne küçük küçük öpücükler kondurdum. Amcam müthiş bir zevk alıyor, sürekli, "Mervem! Birtanem!" diyordu. Bir süre sonra dondurma yalar gibi yalamaya başladım. Pek tadı yoktu, sadece hafif ekşiydi ve üstündeki ıslaklık yüzünden dilimin üstünde yapışkanlık hissediyordum. Amcam ağzımı iyice açmamı ve dişlerimi saklamamı söyledi. Dediğini yaptım ve yarağını o şekilde ağzıma aldım. O da kafamı tutmuş hafifçe git-gel yapıyordu. Fakat çok dayanamadı ve ağzımdan çıkartıp bir anda boşaldı. Döllerinin çok azı çeneme geldi, çoğu da yere döküldü. "Kağıt mendil gibi bir şey var mı?" diye sorunca, çekmecemde ıslak mendil olduğunu söyledim. Islak mendillerle yüzümü, yarağını ve yeri sildi.
Beni kaldırıp tekrar yatağa koydu ve memelerimi okşayarak, beni öpüp koklamaya başladı. Bana, "Seni sikmemi ister misin?" diye sorunca, ben aldığım zevkten sadece, "Hı hı!" deyip başımla onayladım. Tam o sırada koridorun diğer ucundan babamın, "Hadi ara verin artık, Şevket, yorma kızımı!" demesiyle kendimize geldik. Kapının kilidini sessizce açıp, kapıdan sadece kafamı uzatıp, "Geliyoruz baba, ders bitmek üzere!" diye seslendim. Hemen toparlandık. Ben çekmeceden yeni şort alıp giydim, ıslanmış şortu da yatağın altına attım. Ama halen yatakta amımdan akan zevk sularımın ıslaklığı vardı. Amcam, "Kurur birazdan, olmadı su döküldü dersin!" dedi.
Saçımızı başımız da düzeltip salona geçtik. Amcam babama, "Merak etme ona gerekli herşeyi öğretiyorum!" derken, bense halen azgın bir halde amcamın yarağını kesiyordum. Amcam babama, "Akşama bir ders daha yaparız, yarım kaldı herşey!" deyince içim bir hoş olmuştu. Babam da, "Akşam hep birlikte yemeğe çıkarız diye düşünmüştük!" dedi. Amcam hemen, "Siz yengemle gidin, Merve çok geri kalmış, yemeğe her zaman gideriz, ders daha önemli, ben yiğenime pizza ısmarlarım!" deyince, ben de, "Eevet baba! Hem annemle uzun süredir birlikte çıkmıyorsunuz!" dedim. Babam anneme, "Ne dersin? diye sorunca, annem de, "Olur peki!" dedi. Artık zaman geçmek bilmiyor, bir türlü akşam olmuyordu. Nihayet akşam saat 7 çivarı bizimkiler hazırlandı. Kapıda onları uğurlarken, babam, "Kızım, amcamdan öğreneceklerini öğren, böyle bir fırsat ele geçmez!" diye nasihat etti. Ben de, "Haklısın!" dedim.
Kapıyı kapatır kapatmaz amcam arkama yapışmış, bir yandan eliyle tişörtümün içinden memelerimi okşuyor, bir yandan yüzümü kendine çevirmiş, dudaklarımı, yüzümü, boynumu, boğazımı öpüyordu. Beni kucağına aldı ve odama geçtik. Ne olur ne olmaz diye odamın kapısını kilitledik ve soyunduk. Hiç konuşmuyorduk. Amcam beni kendine çekti ve dudaklarıma yumuldu. Okadar güçlü şekilde yapıyordu ki, ben öpücüklerine karşılık verebilmek için ayak parmak uçlarımda duruyordum. Beni bir anda kaldırdı ve yatağa yatırıp üstüme çıktı. Deliler gibi öpüyordu beni. Sonra meme uçlarımı hafifçe ısırmaya, yalayıp, öpmeye ve emmeye başladı. Ben de ellerimi sırtına koymuş, amcamın altında kıvranarak o anın zevkini çıkarıyordum. Amcam yine, "Seni sikmemi ister misin?" diye sorunca, kararlı bir tonla, "Evet!" dedim. Ve sikini tutup amıma sürtmeye başladım. O an bakire olmam önemli değildi!
Bana, "Bakiresin değil mi? İstersen başka yolu da var, götünden sikebilirim!" dedi. Ben de, "Önemli değil amca, Mert bozacağına sen boz, yabancı değilsin, hem daha sonra istersen götümden de sikebilirsin!" dedim. O bu sözlerim üzerine beni daha büyük aşkla öpmeye başlamıştı. Ben ise dayanamaz halde, "Hadi amca sik beni, boz beni, karın yap!" diye yalvarıyordum. O da, "Hayatım, aşkım, seni çok pis sikeceğim, karım yapacağım!" diyordu. Amcam dayanamadı ve sikini amıma yavaş yavaş sokmaya başladı. Bana, "Biraz acıyacak, sonra rahatlayacaksın!" deyip birden hepsini soktu. O an beynimde şimşekler çakmış ve çığlık atmıştım. Amcama, "Çıkarrr!" diye bağırdım. Amcam üstü kanlı yarağını amımdan çıkardı ve ıslak mendille temizledi. Amımın üstü, bacak aram ve çarşaf kan olmuştu. Amımın üzerini ve bacak aramı iyice sildi. Sonra amıma yarağını bu sefer yavaş yavaş soktu...
Artık amcam beni tam anlamıyla sikmeye başlamıştı. Bir yandan da boynumu emiyor, arada dudaklarımı öpüyordu. Bense amcamın altında zevkten inliyordum. Bir ara durdu ve "Şu anda sana ne yapıyorum?" diye sordu. Ben de, "Sikiyorsun!" diye cevap verdim. Amcam, "Durayım mı?" diye sorunca, "Durmaaa!" diye bağırdım. İçimden çıkmasını hiç istemiyordum. Bir süre o pozisyonda siktikten sonra beni domalttı ve arkadan tekrar amıma girdi. Arada götüme tokat atıyordu. Amıma okadar seri giriyordu ki, yatağın çıkardığı ses ile, beni sikmesinden çıkan 'Şak, şak, şak!' sesleri ve benim inlemelerim duvarlarda yankılanıyordu. Amcam tekrar beni sırt üstü yatırdı ve ayaklarımı tutup göğsüne yerleştirip o pozisyonda sikmeye devam etti. Ben de amcama, "Hergün sik beni, gitme Bursa'ya lütfen!" deyip, orgazm üstüne orgazm oluyordum. Amcam bacaklarımı indirip ayırdı, ben de bacaklarımı beline doladım ve seri şekilde amımı sikmeye devam etti. Sonra ayağa kalktı ve kucağında beni hoplatmaya başladı. Bir süre sonra da amımdan çıktı ve hırıldayarak boşaldı!
Yanyana yatağa uzandık. Eli halen bacaklarımda ve götümde dolanıyor, ben de onun dudaklarına öpücükler konduruyordum. Amcam sürekli bana teşekkür ediyordu. Tabi 43 yaşında adam bulmuş 16'lık çıtırı, herkes bu kadar şanslı değil. Hemen çarşafı değiştirdim ve kanlı çarşafı kanlı mendillerle birlikte çöp poşetine kodum, sonra dışarıdaki çöpe atacaktım. Yatağa da eskisiyle aynı renk çarşaf serdiğimden annem durumu fark etmeyecekti. Sonra birlikte duşa girdik ve tekrar yarağını ağzıma verdi. Bu sefer daha büyük bir iştahla yalıyordum. Bana, "Hadi domal bakalım, bu sefer götünü sikeceğim!" dedi. Duşa kabinden çıktık ve banyodaki peluş halının üzerinde dörtayak domaldım. Amcam da biraz sabun yardımıyla götüme girmeye çalışıyordu, ama canım çok acıyor, sürekli götümü çekiyordum. Amcama, "Götümü sonra sikersin artık!" dedim ve sikini tutup amıma götürdüm. Beni o şekilde bir posta daha sikti.
Pazar günü yine kahvaltı sonrası ders çalışmak için odama geçtik. Çok ses çıkarmamaya çalışarak (amcam sürekli ağzımı eliyle kapatarak) iki posta daha sikti beni. Pazar akşam amcam Bursa'ya dönmek üzere evden ayrılmış, ama bizimkilerden habersiz bir otele geçmişti. Bizimkiler beni etütde diye biliyorken, amcam beni okuldan alıp otelde sikmeye devam etti. Otelde götümü de sikti. Ve bu yüzden 3 gün götümün üzerine oturamaz olmuştum. Otelde beni liseli kıyafetlerimle görünce daha çok azıyordu. Otelde iki gün kalıp döndü Bursa'ya.
Aradan 4 yıl geçti ve ben şuan Bursa'da üniversite 2. sınıf öğrencisiyim. Yani amcamla sikişmelerimiz 4 yıldır hızını kesmeden devam ediyor!
[Merve]
247 notes · View notes
blogwan · 9 months
Text
Halkaarz - Gold
İlk Halka Arz (IPO), bir şirketin hisselerini halka ilk kez arz etmesidir. Bu, şirketin yatırımcılara hisse satarak sermaye artırmasına olanak tanır. Halka arzlar genellikle şirketlerin işlerini büyütmeleri ve pazardaki görünürlüklerini artırmaları için bir yol olarak görülür. Halka arzlar genellikle güçlü bir büyüme potansiyeline sahip olan ve genişleme planlarını finanse etmek için fon toplamak isteyen şirketler tarafından yürütülür. Halka arz, yatırımcıların bir şirkette halka arz edilmeden önce hisse satın almaları ve potansiyel olarak getirilerini artırmaları için iyi bir fırsat olabilir. Bir halka arz süreci, tipik olarak şirketin, teklifi üstlenmesi ve hisselerin ilk fiyatının belirlenmesine yardımcı olması için bir yatırım bankası tutmasını içerir. Şirket daha sonra Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu'na (SEC) bir kayıt beyanı sunar ve hisseler halka arz edilmeden önce bir inceleme sürecinden geçer. Hisseler arz edildikten sonra borsada cari piyasa fiyatlarından alınıp satılabilir. Yatırımcıların herhangi bir yatırım kararı vermeden önce halka arz sürecini ve yeni halka açık bir şirkete yatırım yapmanın risklerini anlaması önemlidir. Halka arz takvimi, yatırımcıların yatırım stratejilerini planlamaları ve bilinçli yatırım kararları almaları için önemli bir araçtır. Takvim, arz tarihi, hisselerin beklenen fiyat aralığı ve arz edilen hisse sayısı dahil olmak üzere yaklaşan halka arzlar hakkında bilgi sağlar. Yatırımcılar halka arz takvimini takip ederek en son halka arzlardan haberdar olabilir ve kendi yatırım hedeflerine ve risk toleranslarına göre hangi hisse senetlerine yatırım yapacaklarına karar verebilirler. Genel olarak, halka arzları anlamak ve halka arz takvimini takip etmek, portföylerini çeşitlendirmek ve potansiyel olarak getirilerini artırmak isteyen yatırımcılar için yararlı olabilir. Daha fazla bilgi için web sitemizi ziyaret edebilirsiniz.
528 notes · View notes
layezalll · 3 months
Text
Titriyordu elleri…
Sadece elleri mi?
Yüreği, ruhu, bakışları bile…
Beyni ve yüreği arasında hiç çözülemeyecek bir kan davası hâsıl olmuştu.
Biri diğerini vuracaktı ama kalbi zaten yenilmişti, beyaz bayrak çekmişti aslında tüm uzuvlarına.
Yinede beyni inatla savaşıyordu ve savaşmakla kalmıyor, ruhunu da hırpalıyordu.
Hayatta tekerrüründen en çok memnun kalınan şeydi aslında yaşanan ama.
Aması vardı işte.
Aması vardı.
Amaları vardı hatta…
Tazeyken kendisi, tazecikken hayat önünde yüreği çiçek bahçesiyken, yeşerttiği, emek verdiği aşkları vardı, sırası geldikçe yaşanan aşkları... 
“Bir kez âşık olunur” diyenleri yalanlarcasına sarmaladığı aşkları vardı onun.
Bütün kayıplara rağmen yaşadığı, yaşadıkça çoğaldığı, sonlandıkça büyüdüğü ve zaman geçtikçe özlediği…
Her gün yeniden doğduğu ve belki her gün çokça öldüğü...
Kan ter içinde, sırılsıklam yaşadığı aşkları.
Her mevsimin bahar, her gecenin mehtap olduğu… Pişmanlıkları takılmıştı parmaklarının arasına bazılarının, bazılarının hüznü gözlerinde asılı kalmıştı.
Coşkusu yazılmıştı şiirlerinde çoğunun, bazen de kokusu gelirdi buram buram.
Yılan zehirlerinde yitirmişti son aşkını, istemeden… Unutmak vazgeçmek olurdu yaşamaktan bu kez. Çünkü bu kez aşk her şeydi ve hiçbir şey…
Var olmuşlardan hiçbiri değildi.
Kimsenin bilmediği, duymadığı yaşamadığı bir şeydi.
Ve vazgeçmek yitirmekti nefesini, içtiği sudan, gördüğü güneşten, renkten, düşünmekten vazgeçmekti.
Yılan zehirleri…
Nefesini, düşlerini, kırmızısını, mavisini, yeşilini almıştı… Yaşamıyordu…
Yıllardır nefes alamıyordu…
Ya şimdi…
Neydi yüreğindeki bu koşuşturma?
Bedenini ve gözlerini teslim alan neydi?
Hafiften sarısı çalınmaya başlamıştı güneşin gözlerine. Görüyor muydu yüreği renkleri yeniden yoksa geçmişin hafızasına kazıdığı hayaller miydi?
Portakal çiçekleri mi kokuyordu inceden.
Yanılsaması mıydı yoksa aç ruhunun.
Bir deprem, bir kasırga, tufan belki…
Yangın yerine dönmüştü bedeni de yüreği de.
Beyni olup bitenleri seyretti bir süre.
Alevler sardı dört bir yanı usulca.
Oda sıcaklığında tek bir noktası kalmamıştı ruhunun. Savaş başlamıştı yeniden.
Bu yangın sönmeli, söndürülmeliydi.
Ruhu ısınmış, buzları erimişti yüreğinin oysa.
Neden dursundu yangın?
Rüzgârlar essin kıvılcımlarını taşısındı, tutuşsundu hayat yeniden.
Dörtnala alınsındı nefesler, karışsındı birbirine, gelsindi sevda, açsındı çiçeklerini, pembelerle, allarla açsındı, balonlar iplerinden kopsundu sonsuzluğa.
Portakal çiçeği koksundu yine teni sevdayla karışık. Hesapları dursundu hayatın çarpması, bölmesi, toplaması bitsindi, yanlış çıksındı sonuçları ya da doğru,fark etmesindi.
Titreyen bakışlarıyla titreyen bedenine baktı.
Toprakla savaşan tohumun terini gördü yüreğinde. Güneşe ulaşmak, yedi veren açmak için çiçeklerini, kabından taşan tohumu hissetti damarlarında ve beyaz bayrak çıkardı aşka bir kez daha.
Haykırdı her hücresi beyninin sessizce, bir damla yaş gönderip göz pınarlarına:
“Ya solarsa Sevda Çiçeği! Ya solarsa!” “Ya solmazsa” dedi yüreği, bir de tebessüm iliştirip ucuna… “Ya bu defa solmazsa!”
Yüreğinin rengi sevdaya çalmıştı yeniden.
Ve yeniden çiçekler açtıracaktı teninde.
Ruhu şarkılar söyleyecekti kuşlarla baharda.
Sabahları sevecekti geceyi sevdiği kadar. Yeniden “Vazgeçmenin mümkün olmadığı zamanlarda gelecekti.” şairin istediği gibi.
Titreyen ellerine ilişti gözleri ve titreten sebebe baktı utangaç.
Mırıldandı kendi kendine:
“Bir Sevda Çiçeği daha kurutmayacak bu eller, kitap sayfalarında.”
Tüm sevdaların çiçekleri gönüller dolusu açsın ve hiç kurumasın.
175 notes · View notes