Tumgik
#süper baba
umutmehmet · 1 year
Text
youtube
2 notes · View notes
ozgur-ce · 11 months
Text
Önceliği babası yanında olmayanlara yer vermek istedim... Çünkü böyle günlerde eksiklikleri çok daha fazla hissediliyor... Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsınlar inşallah... ❤️🌹
Ve burdaki baba gibi baba olan, olmasa da baba yüreği taşıyan tüm pelerinsiz süper kahramanların Babalar gününü kutluyorum 🦸🏻‍♂️🥳🥳🥳
Not: Sizler için bikaç görsel hazırladım çalabilirsiniz önemli olan birilerinin mutlu olması 🥰💞
Tumblr media
Tumblr media Tumblr media
141 notes · View notes
yasamsallik · 3 months
Text
Tumblr media
SÜPER MUTLAKA OKUYIN
0 yaşında
Baba: Ne kadar da güzel. Şimdi bu küçücük şey benim kızım mı? Gözleri de bana ne kadar çok benziyor.
Kızı: Bu gözlerini benden hiç ayırmayan adam babam olsa gerek.
5 yaşında
...Baba: Prensesim benim, güzel kızım. Söyle bakalım baban sana ne alsın?
Kızı: En çok babamı seviyorum. Babam, niye annemle uyuyor? Hep benimle uyusun, başkasını sevmesin.
10 yaşında
Baba: Gittikçe yaramaz oluyor, kime çekti bu kız?
Kızı: Ben babama aşığım. Büyüyünce babam gibi erkekle evleneceğim. Babam bu ay harçlığımı arttırır mı?
15 yaşında
Baba: Ne kadar da çabuk büyüdü. Eve de gittikçe geç kalmaya başladı, bu gidişle başına kötü bir şey gelecek. Sanırım daha sert konuşmalıyım.
Kızı: Babam yüzünden arkadaşlarımla istediğim kadar vakit geçiremiyorum. Bana baskı uygulamasından nefret ediyorum. Ne zaman özgür olacağım?
20 yaşında
Baba: Artık sözümü dinlemiyor. Benden giderek uzaklaşıyor. Kendi parasını da kazanmaya başladı ya, bana ihtiyacı kalmadı tabii. Uzun zamandır tatlı bir-iki laf geçmedi aramızda zaten. Evi de sürekli erkekler arıyor. Galiba kızım elden gidiyor.
Kızı: Her dediğime alınıyor, beni bir türlü anlamıyor. Hele geçen gün giydiğim mini eteğe karışmasına ne demeli? Evden ayrılıp, kendi hayatımı kurmalıyım. Çocuk muamelesi görmekten bıktım artık!
25 yaşında
Baba: Bir gün bunun olacağını biliyordum. İşte evleniyor. Zaten aramız eskisi gibi değildi. Şimdi bir de kocası var. Prensesim beni terk ediyor.
Kızı: Böyle bir günde bile o mutsuz ifadeyi takınmasının ne lüzumu var ki? Biliyorum, onu bir türlü içine sindiremedi. Bu yüzden yapıyor. Kendi hayalindeki damat değil ya! Sanki birlikte yaşayacak olan o.
30 yaşında
Baba: Çok az görüşüyoruz. Daha sık bir araya gelsek ne iyi olur. Hem torunlarımı da özlüyorum. Kendi arkadaş çevrelerinden fırsat bulup da bize gelemiyorlar ki...
Kızı: Babamları da çok ihmal ediyorum galiba. Yine telefonda çok üzgün geldi sesi. Hafta sonu onlara sürpriz yapmak en iyisi.
40 yaşında
Baba: Kızım, benim entelektüel düzeyimi yeterli bulmuyor. Ona göre çağın gerisinde düşünüyormuşum. Oysa küçükken derslerine hep ben yardım ederdim. Anlayamadığı bütün problemleri bana sorardı. Şimdi beni beğenmiyor. Bir daha onunla asla politik tartışmalara girmeyeceğim.
Kızı: Babam giderek daha da çocuk gibi davranıyor. Sürekli bir şeylerden yakınıyor. Gerçi son zamanlarda sağlığı da iyi değil ama. Ya ona bir şey olursa? Zaten hiçbir zaman dilediği gibi bir evlat da olamadım.
45 yaşında
Baba: Kızımın mutlu bir yuvası olması ne güzel. Gözüm arkada gitmeyeceğim. Her şeyi kendi başardı. Onunla gurur duyuyorum.
Kızı: Babam için çok endişeleniyorum. Onu kaybetmeye hazır değilim. İlaçlarını da hep ihmal ediyor zaten. Allah'ım onu benden alma!
50 yaşında
Baba: Dünyada mutlu kal kızım!
Kızı: Seni çok özleyeceğim ve arayacağım babacığım. Şimdi ben kime danışacağım, kim yardım edecek bana? Ne olur gittiğin yerde çok mutlu ol. Ve hep yanımda olduğunu hissettir, ne bileyim ben, arada sırada işaretler yolla mesela. Ah babacığım! Sensiz nasıl yaşayacağım?
55 yaşında
Kadın: Sen gideli, seni daha iyi anlıyorum babacığım. Keşke seni hiç üzmeseydim demeyeceğim, çünkü "keşke’lerin” hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini biliyorum. Yine de beni duyuyorsan, lütfen seni üzdüğüm her gün için çok ama çok pişman olduğumu bil olur mu?...=)
44 notes · View notes
nevzatboyraz44 · 7 months
Text
İlişki Uzmanı Adil Yıldırım, kadınları uyardı:
Erkekten bu cümleyi duyuyorsanız arkanıza bakmadan kaçın...
"BİR ERKEK 'BANA ZAMAN VER' DİYORSA KAÇIN"
Adil Yıldırım, "Bir insan biten evliliğini ya da ilişkisini kötülüyorsa seninle ilgili de kötü konuşur.
'Bir ilişkim var ama bitireceğim sen kenarda bekle' diyorsa bu çok tehlikeli.
'Evliyim ama boşanacağım, eve gidemiyorum.
Artık sevmiyorum' deyip karısını kötüleyen insan olacak iş değil.
'Sen çok doğru bir kadınsın ama ben ilişkiye hazır değilim' diyen adam...
Yalnız adamlar da yaratıcı he.
'Bana biraz zaman ver kafamı toplayayım ama bu arada da ayrılmayalım' diyorsa...
Çünkü ayrılmayalım diyerek kızı da bir kenarda tutuyor.
'Sen çok iyi bir insansın' cümlesinde de şu vardır;
...sana karşı bir duygum yok,
... sen benim birçok konuda işime yarıyorsun ama ciddi ilişki olmaz anlamında.
Erkekler komplike bir strateji oluşturamaz.
Ne kadar dikkatli olursa olsun erkek daha rahattır.
Kadınlar ise çok detaylı şekilde düşünebilir" dedi.
"TÜRKİYE'DE ALDATILMALAR AŞK-I MEMNU'DAN SONRA ARTTI"
Aldatılma vakalarının Aşk-ı Memnu dizisinden sonra arttığından bahseden Yıldırım, sözlerine şöyle devam etti:
"Türkiye'de aldatılma vakası Aşk-ı Memnu dizisinden sonra arttı.
Bu istatistiklerle ortaya çıkmış bir şey.
90'lı yıllarda Süper Baba gibi aile dizileri vardı.
Aşk-ı Memnu çok şey değiştirdi.
O diziden sonra senaryolar aile içi olaylar ve aldatmalar üzerine yazılmaya başladı, insanlar da buna alıştı.
Toplum bir olayı sıradanlaştırırsa her şeyi yapar.
Amerika'da bu kadar silah kullanımın yaygın olması da şov ve dizilerden dolayı."
youtube
25 notes · View notes
mutereddit · 1 year
Text
Epey zamandır film izleyemiyorum ve kitap okuyamıyorum. İş ve yaşam gailesi bir etken ama kesinlikle engel değil. Asıl sebep üzerimize bombardıman biçiminde boca edilen süper uyaranlar. Beslenme, ülke gündemi, lanet telefondan sürekli kaydırılan videolar... Bu uyuşturuculara olan erişimimizin kolaylığı bizden epey şey götürüyor, en başta da dikkatimiz ve hayattan emek vererek/zorla aldığımız şeyler. Bilincinde olmak ve her gün buna karşı bir şey yapmaya niyetlenmek daha zor bir bakıma. Buna en başta sporla biraz başkaldırdım ama hala film ve kitaba takılmış durumdayım. Bu sebeple birkaç tane kitap sipariş ettim.
Dün de güç bela Aftersun izleyerek bu döngüyü kırdım. Film için bir yerde "tatil sonrası hüznü" diye yorum yapılmış. İsmi bu şekilde çevrilse hakikaten ne güzel olurmuş. Baba-kızın ilişkisini çok sevdim ve dram atmosferi iyice arttığında babanın tek başına ağladığı sahnede iyice içine çekti beni ancak travmatik bir olay olacak diye de gerilmedim değil. Filmden sonraki saatler ve günde bıraktığı his ve tat daha güzel gelmeye başladı. Güzel bir dram.
Şöyle musikimizi de bırakalım: https://open.spotify.com/track/1dYgBxWZcYQR1AdngWtHGH
43 notes · View notes
doriangray1789 · 7 months
Text
kalabalıkların temel özelliği tanınmazlık ve bilinmezlik duygusu hissettirmeleridir. böylece bir insan kendi kimliğini kalabalığın içine saklayabilir ve bu ona geçici bir güven duygusu sağlar. bilinmezlik kişisel sorumluluk duygusunu oluşturan psikolojik faktörleri de ortadan kaldırır. örneğin evinin balkonunda oturan bir insanı farklı psikolojik telkinlerle masada duran bardağı aşağı atmaya ikna etmeye çalışabilirsiniz ancak sizin kullandığınız her tür tekniğin karşına o insanın beyninde çok güçlü şekilde işleyen bir program karşı duracaktır. bu program “kişisel sorumluluk korkusudur”. insanlar genelde yaptıklarının sorumluluklarını üstlenmek ve riskli işlerle girmekten kaçınırlar. sosyal çevre küçüklüğünüzden itibaren size bu programı yükler. bu sebeple her tür riskli hareket beyninizdeki bu program tarafından engellenir. örneğin bir kafede otururken içinizden ayağa kalkıp avaz avaz bağırmak gelse bile sizi engelleyen bu programdır.
ancak kalabalık içindeki insan tanınmayacağını düşündüğü için zihnindeki bu program zayıflar ve etkisini yitirir. bu sebeple tek başınayken evinin balkonundan aşağı bardak atmaya ikna edemeyeceğiniz kişi kalabalık içindeyken çok ufak bir telkinle cebindeki metal maddeyi birilerini yaralayacağını bile bile tribünden sahaya atabilir. aynı şekilde kafede bağırmaya ikna edemeyeceğiniz bir insanın kalabalık tribün ortamında ağıza alınmayacak en iğrenç küfürleri saydırdığını görebilirsiniz.
kalabalık içinde bilgiler ve talimatlar çok çabuk yayılır. bu sebeple bir insan kalabalığını dezinforme edip yanlış yönlendirmek çok kolaydır. normal şartlar altında bir insanı inandıramayacağınız şeylere kalabalıkları inandırabilirsiniz çünkü grup etkisi sorgulama yeteneklerini zayıflatır. insanları yönlendirici telkinleri grup içine sokmak ve bir anda hızlı yayılan bir orman yangını gibi salıvermek kolaydır.
bu kalabalık bir stadyumdaki gerçek kalabalık olabileceği gibi sosyal medyadaki sanal bir kalabalıkta olabilir. kalabalığın toplu etkisi inandırıcılık etkisini arttırır. örneğin ben şimdi twitterdan “sabah uzaylıların Antalya daki ofisimin bahçesine indiğini gördüm” diye bir mesaj paylaşsam ve bulanık bir resimde eklesem ilk tepkiniz bu sıyırmış kafayı yemiş dengesizleşmiş olur. çok ama çok az insanı inandırma şansım vardır. ancak aynı mesajı ve resmi twitter, facebook üzerinden parayla satın aldığım iki milyon takipçili hesaplar üzerinden paylaşsam tüm türkiye’de kısa süreli bir panik üretebilirim.
grup içindeki insanların telkine açıklıkları artar ve kişisel davranışları daha kolay değiştirilebilir. grup içindeki insanın davranış şekli küçük bir çocuk veya korkmuş bir hayvan seviyesine düşürülebilir. eğer o kişinin içinde yaşadığı ortamda zaten belli gerginlikler varsa, yani o kişi kalabalık içine girmeden zaten belli bir stres seviyesindeyse kalabalık içinde stres seviyesi çok daha kolay şekilde artar.
insan kalabalıkları genelde duygusal bağlarla bir araya gelir. bu siyasi bir fikre duydukları duyguda olabilir, bir futbol takımına duydukları sevgi de. grup içinde, sevgi ve bağlılık duygularına olası tehdit halinde süper ego dediğimiz kısıtlayıcı mekanizma devreden çıkarak ilkel dürtüler açığa çıkar. bilincin derinliklerine gizlenmiş bastırılmış tüm duyguların fitili ateşlenebilecek seviyeye gelir. böyle bir durumda kalabalığın ortak sevgi duyduğu fikre veya olguya bir tehdit görüntüsü verildiği zaman insanlar son derece büyük şiddet eylemlerine girebilirler.
karşılıklı etkilenme de insan kalabalıklarını yönlendiren bir faktördür. karşımızdaki insanın yaptığı herhangi bir hareket bizi de etkiler. örneğin yolda yürürken çocuğunu döven bir baba görürseniz ve eğer sizde çocukken benzer şiddete uğramışsanız o an dayak yiyen çocuğun ağlaması sizde yıllarca baskılanan duyguları tetikleyebilir ve o hiç tanımadığınız babaya karşı son derece şiddetli bir nefret duygusunu aniden ortaya koyabilirsiniz. toplu hareketlerde de etrafındaki insanların gösterdiği şiddetten etkilenen normalde sakin bir insanın onların bu şiddet boşalmasından etkilenerek kendisin de gruba katılım göstermesi mümkündür. toplu olaylarda etrafı yakıp yıkmaktan tutuklanan bir çok insanın normal yaşamlarında seslerini bile yükseltmeyen sakin insanlar olmalarının sebebi budur.
sonuç olarak. bir araya gelen her insan kalabalığı dış yönlendirme ve telkinlere son derece açıktır. eğer bu kalabalık takım veya siyasi görüş taraftarlığı gibi belli aidiyetler etrafında bir araya gelmişse telkine açıklık ve yönlendirilmeleri çok daha kolaylaşır. toplumsal şiddet olaylarından sonra bu şiddetin doğal sebeplerle mi yoksa bir “kumpas” sonucu mu olduğu gerçekten de ciddiyetle araştırılması gereken hususlardan bir tanesidir.
10 notes · View notes
cemyafilmarsiv · 17 hours
Text
Cemil Şov (The Cemil Show)
Oyuncu olmanın hayalini kuran bir güvenlik memurunun hikayesi...
Oyuncular: Ozan Çelik, Nesrin Cavadzade, Serkan Keskin, Cezmi Baskın, Alican Yücesoy, Salih Kalyon, Şennur Nogaylar
Yönetmen: Barış Sarhan
Tumblr media
Beğenilme ve takdir edilme arzusu her insanın nefes almak, su içmek, uyumak kadar gereksinim duyduğu bir ihtiyaçtır. Ancak bu ihtiyaç kendini olduğundan farklı olarak özel ve önemli görme, her daim takdir ve onaya ihtiyaç duyma noktasına varırsa bazı davranışsal bozuklukların ortaya çıkışına sebebiyet verir ki bu durum psikiyatride Narsistik Kişilik Bozukluğu olarak tanımlanmıştır. Reddedilişlerle, alaya alınmalar ve küçümsemelerle karşılık bulmayıp tatmin edilmeyen arzu, motivasyonunu hırs ve öfkeden alan bir obsesyona bürünür ve kişiyi öz benliğinde yıkıma hatta bazen telafi edilemeyecek hasara götürür.
ÖZ YIKIMA GÖTÜREN TUTKU: CEMİL ŞOV
Barış Sarhan, ilk uzun metrajı “Cemil Şov”da kendi iç sesini dinleyerek varoluş yolculuğuna çıkan ancak bu yolculukta ünlü olmanın karanlık cazibesine kapılan bir adamın trajedisini ele alıyor. Bir AVM’de güvenlik görevlisi olarak çalışan ve küçüklüğünden beri oyuncu olmak isteyen Cemil’in (Ozan Çelik) hikâyesine odaklanan bu film, Yeşilçam’da kötü adam karakteriyle (anti-kahraman) meşhur olmuş Turgay Göral’ın baş rolünde olduğu “Kabus” filminin siyah-beyaz sahneleriyle açılıyor, bir sonraki sahnede ise Cemil’in bu filmin yeniden çevrimi için yapılan oyuncu deneme çekiminde (audition) olduğunu görüyoruz. Oyunculuk konusunda epey kabiliyetsiz olan Cemil, o çekimde yönetmen tarafından beğenilmeyince pes etmek yerine AVM’deki odasında yönetmene ulaştırmak için sahneyi oynadığı bir demo kayıt alır. Bu sırada iş arkadaşı Burcu’nun (Nesrin Cevadzade) sosyal medyada babasıyla çektiği fotoğraf dikkatini çeker. Cemil’in gökte aradığı yerdedir, o baba Turgay Göral’dan başkası değildir. ***
Cemil: Alacağım rolü, ne diyorsun?
Burcu: Ne rolü ya? Allah aşkına Cemil, ne rolü? Sen kendini oyuncu mu sanıyorsun, ya seni kim ciddiye alır? Kimsin sen ya?
Cemil: Aktörüm ben.
Burcu: (kahkahayla): Götümün aktörü.
Cemil: Göreceksin! Göreceksin!
Ünlü olma duygusu da beğeni ve takdir görme isteğinden azade değil; görme ve görülme ihtiyacı üzerine odaklanır. Tam da bu bağlamda filmin ana karakteri olan Cemil’in AVM’nin güvenlik kameralarının görüntülerinin izlendiği bir odada çalışması ve Burcu’nun sorunlu bir ilişki yaşadığı babasıyla doğum gününde çektiği ‘selfie fotoğraf’ını görülebilirliği en çok sağlayan sosyal medya hesabı Instagram’da paylaşması tesadüfi seçimler değildir. Tüm gününü Burcu’nun ‘fare deliği’ olarak adlandırdığı o odada başkalarını izleyerek geçiren Cemil, izleyen değil izlenen-görülen kişi olmak; Burcu ise fotoğraf paylaşımıyla zamanında ünlü bir oyuncu olan babasının ününden faydalanarak ‘like almak’ derdindedir. Evli olan AVM müdürü Zafer’le (Alican Yücesoy) yaşadığı birliktelik de temelinde beğenilme-haz duygusunu tatmin etme üzerine kuruludur, kariyerinde yükselebilme ihtimalini de bu hazzın peşinden giderek sağlayacağını düşünür. Kendi varoluşsal çabasını yaratırken olduğu kişiyi yok sayarak bir persona geliştiren Cemil’in (ego), alt benliği Burcu (id), üst benliği ise Turgay Göral (süper ego)’dır; üç karakteri bir kişinin temsilleri gibi okumak da mümkündür ve üçü için de ‘tutunamayanların hikâyesi’ demek yanlış olmayacaktır.
Cemil Şov, yine aynı isimle 2015’te kısa metraj olarak çekilen ve izlediğim an “bu, kesinlikle uzun metraj olmalı” dediğim bir yapımdı; kısa metrajın ana hikâyesi ayın elemanı olmaya çalışan bir güvenlik görevlisi üzerine kuruluydu.
Grafik tasarım mezunu, markaların tasarım işleriyle yıllarca uğraşan ve aynı zamanda reklam filmleri de çeken bir yönetmenin ilk filminde çok daha estetik kaygı güderek fazlasıyla stilize resimler yaratacağını düşünür(d)üm. Oysa Sarhan, kötü adamın yok oluşa giden hikâyesini hareketli kamera ve reklam ışığının aksine sahnelerle paralel giden, kimi yerde patlayan ancak efektif ve bazen rahatsız eden bir sinema diliyle anlatma yoluna gitmiş. Görüntü yönetmeni Soykut Turan’la başarılı bir birliktelik kotararak doğru bir sinematografi ortaya koyan Sarhan’ın rejisi ve teknik tercihleri hem cesur hem bilinçli. ***
Benim de sıram gelecekti, işte şimdi başroldeyim;
kötüyüm ama başroldeyim.
Üç bölüme ayrılan filmin her bir bölümü (genç) Turgay Göral karakterinin olduğu Yeşilçam sahnesiyle açılır;
Bölüm: Yaşadığın Hayatı Hak Etmiyorsun Bölüm: Siz benim Babamın Kim Olduğunu Biliyor Musunuz? Bölüm: Davetli Değildim Ama Gelmeye Mecbur Hissettim Kendimi Yeşilçam kısımlarında ‘Film Noir’ tarzı ışığa sadık kalınırken filmin genelinde kullanılan renkler de dikkat çekici; başlangıçta mavi ve tonları hakimken ikinci bölüm ve sonrasında kırmızının daha baskın olarak kullanıldığını görüyoruz. Yeşilçam sahnelerinden ana filmin sahnelerine geçiş planları, dinamik kurgusu, müzikleri, ses tasarımı, kostüm-sanat yönetimindeki özeni ve Cemil’in obsesyonuyla paralel giden atmosferin yansımasıyla gayet başarılı ve övgüyü hak eden bir ilk film. Kamera arkasındaki bu başarıyı kamera önünde rolünün hakkını sonuna dek vererek nefis bir performansa imza atan Ozan Çelik tamamlıyor. Filmin negatif hanesine kimi seyirci için uzun gelebilecek süresini yazabiliriz, ancak anlatının temposunu hiç düşürmediğinden (ve filmi ikinci kez izlediğimde buna tam olarak emin olduğumdan) bunu bir kusur olarak görmedim. Yan karakterler daha derinlikli yazılabilse ve hikâyeye daha çok eklemlenseydi çok daha iyi bir filmin ortaya çıkması kaçınılmazdı.
Sinemamızda özgün bir yapım olarak yerini alan ve öyle de hatırlanacağına inandığım Cemil Şov, gelecek vaat eden bir yönetmeni, Barış Sarhan’ı tanımamızı sağladı. Kendisiyle bir sonraki “şov”unda buluşabilmek dileğiyle…
İyi seyirler, sinemayla kalın.
Arzu Arda Değer
2 notes · View notes
pepetheking · 1 month
Text
Tumblr media
"Aşk, acı bir rüyadır, insanı tanımadığı yerlere, bilmediği işlere sürükler."...
Yine yeniden park kaçamakları ile ailenizin sevilen süper baba kitapçısı Mai ve Siyah ile karşınızda 😁😉
Halit Ziya Uşaklıgil'in "Mai ve Siyah" adlı romanı, Türk edebiyatının önemli eserlerinden biridir. Roman, 1899 yılında yayımlanmış olup, Tanzimat edebiyatının son dönemine ve Servet-i Fünun edebiyatının başlangıcına denk gelir.
Mai ve Siyah, dönemindeki İstanbul toplumunu ve değerlerini anlatarak, aşk, tutku, toplumsal baskı gibi temaları işler. Romanın ana karakteri olan Ahmet Cemil, entelektüel bir gençtir ve İstanbul'da modernleşmeye karşı gelmeye çalışan geleneksel bir ailede yetişir. Ailesinin isteğine uyarak hukuk eğitimi almak üzere İstanbul'a gelir. Ancak, entelektüel ve duygusal bir süreç yaşayarak felsefe ve edebiyata yönelir.
Ahmet Cemil'in hayatı, genç ve güzel bir kadın olan Mai'ye olan aşkıyla değişir. Mai, Ahmet Cemil'i cezbetse de onun için imkansız bir aşktır, çünkü Mai, daha önce bir başka adamla evlenmiştir. Roman boyunca Ahmet Cemil'in iç dünyasındaki çatışmaları, aşkı ve toplumsal baskıları izleriz.
Mai ve Siyah, dil ve anlatım bakımından zengin, psikolojik derinliği olan, toplumsal eleştirilerde bulunan bir roman olarak Türk edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Ahmet Cemil'in iç dünyasına dair yoğun tasvirlerle okuyucuyu etkileyen bir eserdir. Aynı zamanda dönemin toplumsal ve kültürel yapısını da yansıtarak, geçmişten günümüze değerini koruyan bir yapıttır.
2 notes · View notes
aynodndr · 3 months
Text
Tumblr media
ÜstünDökmen'den tüm ebeveynlerin okuması gereken bir yazı...
• Çocuğunuz;
– Varsın, bir çivi bile çakamasın…ama, dersleri iyi olsun.
– Varsın, omuzlarda cenaze taşıyanlara bön bön baksın…ama, matematiği düzgün olsun.
– Varsın, evin çalan telefonuna cevap veremesin…ama, notları yüksek olsun.
– Varsın, eve gelen misafirlerinizle üç kelime konuşamasın…ama, fen lisesine gitmiş olsun.
– Varsın, ağlayan bir çocuk görünce ona gülsün…ama, sınıfın birincisi olsun.
– Varsın, kendisinin fazladan harçlığı olduğu halde; kantinden simit alamayan çocuklarla alay etsin…ama, öğretmenlerinin gözdesi olsun.
– Varsın, başını okşayıp hatırını soran bir yetişkine dönüp; “ Ya siz nasılsınız efendim…” diyemesin…ama, yabancı dili mükemmel olsun.
– Varsın, oyun arkadaşları olmasın…ama, sınavlarda “on” çeksin.
– Varsın;
– Taziye nedir, bilmesin,
– Başın sağ olsun ne demek, anlamasın,
– Geçmiş olsun kime denir, niçin denir, haberi olmasın,
– Uğurlar olsun, ne anlama gelir farkında olmasın,
– Ama… karneleri süper olsun.
– Evet…varsın, tek dostu olmasın…ama, iyi gelir getiren bir mesleği olsun…öyle mi…
Bu çocuğu bu hale nasıl mı getirdiniz:
– Bandı üç ay geriye sararak, çocuğunuzla “nelerden ibaret” olan iletişiminizi dinlemek ister misiniz;
– “Oğlum, çıkar üstünü-başını…doğru derslerinin başına…
– Kızım, öğrenemedin gitti şu işi…hafta içi sokak-mokak yasak…
– Ne gezmesi…sen önce ödevlerini bitir.
– Oyun mu…gelmeyeyim yanına…
– Geçen dönemin berbat karnesini unuttuğumu sanma…
– Birazdan tek tek bakacağım ödevlerine…
– Yavrum, bıktım ama her akşam ders çalış demekten…
– Şu odanın hali ne küçük bey…
– Hayır efendim…siz de ana-baba olunca her akşam bol bol televizyon izlersiniz…
– Haftaya veli toplantısı var biliyorsun değil mi küçük hanım…
– Çocuklar…kesin şamatayı da elime sopa almayayım…
• Çocuğunuzla bilmem ama, bu tarzınızla kimseyle iletişim kuramazsınız.
• Mesela, çocuğunuz hakkında şunları hiç merak ettiniz mi:
– Elinin neye yatkın olduğunu,
– Gönlünün neler arzuladığını,
– Dilinin neye uyumlu olduğunu,
– Gözlerinin zevkini,
– Hangi oyunlardan hoşlandığını,
– Neleri “merak” ettiğini,
– Arkadaşları ile en çok hangi oyunları oynadıklarını,
– Hangi oyunlarda başarılı olduğunu,
– Futbolla ilgisini, basketle arasını, satrançla havasını…hiç merak ettiniz mi acaba.
– Bisiklet sürmeyi öğrenip öğrenmediğini,
– Resim dersiyle ilgisini,
– Müzikle arasını…hiç mi sormadınız…
• Öyleyse çocuğunuzla:
– Ayağı yere basan bir iletişim kuramazsınız.
– Her sözünüze tepkili olması,
– Lafı ağzınıza tıkaması,
– Bazen de sizi terslemesi,
– Hayallerinizin suya düşmesi…Hep bundandır…Canım kardeşim...
Prof. Dr. Üstün Dökmen...
3 notes · View notes
gecegunlugu · 11 months
Photo
Tumblr media
Tüm babaların, baba adaylarının, kalbinde baba olmanın heyecanını ve şefkatini taşıyan süper kahramanların günü bugün. İlk aşkımız, ilk kahramanımız babalarımızın babalar günü kutlu olsun! 👨‍👧‍👦
9 notes · View notes
semaamagokyuzuolmayan · 11 months
Text
Okuduğum kitaplarda, izlediğim filmlerde babalar hep süper kahraman gibi. Çocuklarını seven, sayan, ağızlarından çıkan tek bir cümleye bakan, sevgi ve saygı dolu babalar...
Benim babam hiç öyle olmadı. Olamayacak sanırım. Ben çaresiz ağlarken, omuzlarımdaki yüklerin ağırlığından bahsederken bir taş daha koydu omuzlarıma. 
Sarmadı hiçbir zaman. Düştüğümde ���İyi misin?” diye sormadı mesela. “Neden düştün?” dedi hep. Kanayan dizlerime merhem olmadı, bilakis bir bir soydu her yaranın üzerindeki kabuğu. 
Benim hiç babama “Hayır” deme cesaretimde olmadı. “Ben ne dersem o!” dedi, gitti hep. 
Önceden, babam uzaklarda çalışırken, özlerdim onu. Başka kızları- çocukları babaları ile görür, boynum bükük bakardım hep. Kıskanırdım, özlerdim belkide. Ama bu alışkanlık babam hayatımda daha fazla yer edindiğinden beri daha da arttı. Ve sonra şeyi fark ettim: önemli olan babanın fiziksel olarak yanında olması değildi mesele. Önemli olan ruhen ve kalben yanında olmasıydı. Ufak bir tebessüm, küçük bir baş hareketi ya da güvenli bir göz kırpış bile sevinçle doldurabilirken kalbimi o hep cebime para koyup iki üç öğütle beni büyütebileceğini zannetti. 
Ben büyüdüm. Yaş aldım, saçlarımı kestim defalarca, defalarca uzattım. Ama asla ruhen içimdeki eksikliği tamamlayamadım hiç. Bir tarafım hep boş, hep kalbi kırık ve intihara meyilli yaşadı.
Ve şimdi, şu dakikadan itibaren söz veriyorum kendime. Susmak yok! Sen de daha çocuksun. Hataların elbette olabilir, sorunların ve belki kötü huyların... Ama SUSMA!
Ben babamdan hayatım boyunca tam 3 kez nefret ettim. Ölesiye... Öldüresiye... Ve baba bu son. Bu dördüncü ve son nefret edişim senden. Son çarem. Son çıkışım. Çünkü sen benim nefretimi bile hak etmeyen, kendi doğru bildiğin yanlışların üstüne giden, sana karşı gelen herkesin yalancı ve aptal olduğunu iddia eden, saygıdan, merhametten, sevgiden yoksun ve en önemlisi ne sevgiyi ne de nefreti hak eden birisin. Sana kin bile duymuyorum artık. Sana acımıyorum bile. Çünkü sana acımak için kullandığım vicdanım bile köreldi. Sen cehennemi bile hak etmiyorsun gözümde ve benim sana hakkımın helal olmadığı gibi, sende hakkını helal etme.
7 notes · View notes
soguknevalim · 1 year
Text
gelecekteki kızım eğer yaşamaya devam edersem sana süper baba adayı bulacağıma söz veriyorum
8 notes · View notes
emrergin · 6 months
Text
Hatırlanılmak
Bir bebek taklit ederek öğrenir. Peki taklit etmeyi nasıl öğrenir?
Dediklerine göre anne baba ellerinde olmadan çocuğu taklit ettiğinde çocuk bunu fark eder. O zamana kadar bu yeni geldiği dünyada ne yapması gerektiği konusunda hiçbir fikri yok. Yani kaybolmuş gibi, rastgele hareketler, gelip geçici yüz ifadeleri, açılıp kapanan parmaklar, şekilden şekile giren yüz ifadeleri. Ancak bunlardan birisi, herhangi birisi, meselâ çıkarılan bir "cacaca" sesi, sözgelimi annenin hoşuna gidip tekrarladığında çocuk bu iki ses arasındaki benzerliği fark ediyor. İlki rastgeleydi, ancak ikincisi değil. O zamana kadar ne yaptıysa boşluğu doldurmak için yapmıştı, hangi sesin hangi ifadenin hangi hareketin boşluğa yakışacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Ama artık var.
Bir ritim duygusu mu? Ya da ritim duygusunun kendisi de bir tutunma çabası mı? Boşluk birbiriyle tamamen alakasız bir curcunayla da doldurulabilirdi. Adımlarımızı birbirine benzer değil de saçma sapan atabilirdik. Her bir adım öncekinden farklı, öncekinden farklı bir yöne doğru yönelmiş olabilirdi. Ama öyle değil. Yinelenmenin kendisi, muntazamlığı ile bize bir anlam hissi aşılıyor. Taklidin taklit ettiği de bir taklit. Yankının orijinali de bir yankıydı. Bizler, hepimiz o ilk “Ol!” emrinin yankıları değil miyiz hem?
Peki bebek hiç taklit edilmeseydi? Ya da o ilk taklit edilmesinden sonra, bunu çok iğrenç bularak yinelenen seslerde, tavırlarda ve hareketlerde, bizim göremediğimiz bir rezalet görseydi? O bebek dilimizi hiç öğrenemezdi, biz de onu hiç anlayamazdık. Taklidin tek seçenek olması, makul ya da mantıklı olmasından ötürü olmuyor, aktarılabilir olmasından ileri geliyor.
İnsanın macerası böyle bir kaç temaya dair varyasyonlardan ibaret. Çocuk büyüyor, ergen oluyor, yine taklit edeceği birilerini arıyor. Bir ağabey, bir teyze, televizyondaki bir süper kahraman. Nasıl yaşanabilir? Sitil nedir tarz nedir? Ne giyse yakışır? Sonra… Hangi hayalleri kurmalı? Kendi kendini icad edecek değil ya, yine bir yerlerden bir şeyler bulacak. Birilerine benzeyecek, birilerine benzemekten başka bir şansı yok. Bir potpuri yapacak en iyi ihtimalle, hangi konuda kimlere benzeyeceğini seçerken bunun özgünlüğün kendisi olduğunu düşünecek ve kısmen de haklı olacak.
İnsanın bütün haklılıkları ve haksızlıkları kısmen değil midir zaten hem? Hakikate erişemez, mutlak zulme de gücü yetmez.
Hatırlanılmak da böyle bir şey. İnsanlar olarak tek tek kimleri örnek alacağımız konusunda yaşadığımız sancılar çok uzun sürüyor. Ben otuz iki yaşındayım ve hâlâ örnek alabileceğim, tavrından kendime bir şeyler devşirebileceğim insanlar gördüğümde seviniyorum. Ama bütün insanlık olarak, nereye gideceğimiz topyekûn edineceğimiz doğrultu konusunda bir fikir almak için etrafımıza baktığımızda, “medeniyet” kavramını görüyoruz. Geçmişe baktığımızda, bugüne bir şey bıraktıklarını görüyoruz ve diyoruz ki demek, bizim de hayatımız geleceğe bir şeyler bırakabilirsek anlamlı.
Göçebe kavimlerin çadırları yok oluyor, ahşap evler çürüyor, parşömenler yanıyor. Bilmemkaç bin Mısırlı doğup ölüyor, biz Piramitleri biliyoruz. Romadaki kölelerden bize bir şey kalmıyor, ama ihtişamını görüyoruz. İnsan süren şehirler yaparsa daha mı insandır oysa? Etrafına karışsa, gerek duymadığında çocuk da edinmese, çizimlerini mağara duvarlarına değil de kendi karnına yapsa… Geçmişi örnek almayan, geleceği de umursamayan bir zaman doğrusunun üzerinde değil de anda yaşayan bir insan olsa, çok sevse kendisini, başkalarını da çok sevse, ama sadece yaşayanları, sadece yaşayanlar için yaşasa, yaptığı hiçbir şey kendisinin ölümünden sonrakilere kalmasın istese… Böyle bir yaşam da anlamlı olabilir mi?
Elbette olabilir, ama biz bu anlamı yadırgarız, çünkü bize aktarılamaz. Tıpkı babasını taklit etmeyi reddeden bir bebeğin ne kadar haklı olduğunu hiçbir zaman anlayamayacağımız gibi. İşte tam da bu yüzden geçmişe baktığımızda gördüğümüz çırpınış bizimkine benziyor.
2 notes · View notes
Text
Küçük kız çocukları babalarını hep süper kahraman olarak görürlerdi değil mi ?
Öyleyse sen niye kafamda ki tek canavar profilisin baba, sen beni korktuğum canavarlardan koruyamazsın ki, sen benim korktuğum canavarın ta kendisisin ve ben, sen olmaktan çok korkuyorum baba...
Küçüklüğümden beri hep kız çocuklarımın olduğunu hayal ederdim, isimleri bile belli biliyor musun?
Gökyüzü, Kumsal, Rüzgar ve Melodi ben dört tane kız çocuğumun olduğu ve onlarla arkadaş olduğum, babalarının senin gibi olmadığının, onların saçlarını okşayıp, onlara sevdiğini her gün söyleyen bir babaları olucağını hayal ederek, her gece gözyaşlarım içinde onlara söz verdim, onlara asla senin gibi olmuyıcak bir baba bulucam dedim ama şimdi ben sana dönüşmekten korkuyorum baba, lütfen baba tutunduğum hayallerimi elimden alma, beni sana dönüştürme, bu kadarına hakkım kalsın.
Senin yüzünden erkeklerden hep korktum, hayallerimin içinde bile bir erkek çocuğu olmadı hiç, sana benzeyen birini dünyaya getirmekten korktum çünkü, onlarda sana hiç benzemesinler baba, büyüdükçe geçer sandım ama bazı şeyler geçmezmiş ki, bunu bile öğretmedin sen bana, on altı yıldır nefes alan öylesine biriyim ama senin için benim kızım bu dediğin biri olmak istedim, çok çabaladım, vazgeçiyorum baba, senin kızın olmaktan vazgeçiyorum, eminim bu da geçer, neler geçmedi ki, hiçbirinde yoktun yine olma yanımda baba...
3 notes · View notes
by-hulusi · 2 years
Text
Tumblr media
Başarı başarmaya niyet eden çalışan insanın hakkıdır.
Yıl 1943. Genç Mustafa'nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi'ne çıkar.
Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok.
Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok. Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır:
"Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun."
Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.
- Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu ?
- Alıyorum.
- Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten.
23 yaşındaki genç memur "Ne yapayım, ne yapayım?" diye düşünür durur.
Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce "Deli misin bey?"der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.
O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir. Çünkü o zaman da şimdiki gibi, "Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da" zihniyeti var.
O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, ülkesine gram faydası olmayan bürokratları zorlukla ikna eder...
ve bir eşek alır.
İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne
"Kitap İdare Sandığı" yazar.
Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar. Kütüphaneye de bir yazı asar:
"Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz."
Köydeki çocuklar şaşırır. Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir.
Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var. Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.
"Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım.
Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak" der.
Mustafa artık Ürgüp'teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel'le köy köy gezmektedir. Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler.
Mustafa Amca'nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup
iş yapmazken, Mustafa'nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.
Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor.
Zenith ve Singer'e mektup yazar:
"Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım" der.
Zenith dokuz tane,
Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti).
Salı günlerini kadınlar günü yapar.
Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur.
Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider.
Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır.
Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar,
"Kendi görev tanımı dışında davranıyor" diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.
Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir.
2005 yılında Mustafa Amca vefat eder.
Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp'e "Eşekli Kütüphaneci" Mustafa GÜZELGÖZ ve eşeğinin heykelini dikerler.
Girişimcilik ne biliyor musun?
Bulunduğun yere yenilik katmalısın.
Mutlaka adım atmalısın.
Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş.
İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer
kaybettirir.
Bakın Nevşehir'den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat,milletvekili, politikacı geçti;
binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama...
Mustafa GÜZELGÖZ
ve eşeğinin heykeli var.
3 notes · View notes
sinema-karakterleri · 17 days
Text
May Parker Kimdir?
Peter Parker'ın Yengesi ve Baba Figürü: May, Peter Parker'ın biyolojik ailesi olmayan yetim kalan Peter için hem yenge hem de baba figürüdür. Peter'ı sevgiyle büyütür ve ona doğruyu ve yanlışı öğretir.
May Parker, Marvel Comics tarafından yayınlanan Amerikan çizgi romanlarında genellikle süper kahraman Örümcek Adam ile bağlantılı olarak ortaya çıkan kurgusal bir karakterdir. İlk kez Amazing Fantasy #15’te (Ağustos 1962) ortaya çıkan karakter, yazar Stan Lee ve sanatçı Steve Ditko tarafından yaratılmıştır. May Parker’ın özellikleri: Peter Parker’ın Yengesi ve Baba Figürü: May, Peter Parker’ın…
View On WordPress
0 notes