Tumgik
#ona kamu
fatomahperi · 6 months
Text
Bu bir kamu bildirimidir, ona göre davranın, uyarın 😌😁🤣
Not : Arı, kendisini cümle âleme rezil eden adamı da iğnesiyle seviverdi 😁
28 notes · View notes
dramatik-buluntular · 4 months
Text
Tumblr media
(Metin Akdeniz. 20 Ocak 1970 tarihinde Tatvan’da doğdum. 1974 yılında Manisa’nın Alaşehir İlçesine yerleştim. Alaşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde kamu emekçisi olarak çalışmaktayım. İktisat Fakültesi mezunuyum. Daha önce yayınlanmış "Kayıp Kelimeler Krallığı", "Jan", "Küçük Düşler Kumbarası", "Yasaklı Semtin Sesleri" adında 4 şiir kitabım, Soyut Refleks” ve "Dramatik Buluntular" adında iki romanım ve "Polen Bulutları" adlı bir öykü kitabım bulunmaktadır. Son olarak bu hafta "Bükülen Kıyıların Çağrısı" adındaki romanım çıktı. )
***
(Çünkü “yüreğiyle konuşma” yirmi birinci yüzyılın bir geleneği değildir.)
***
“Yüzünden papatya tarlasına geçiliyordu…”
Işıltılı Kız (Rüya) bunu hissettirmişti bana Göçmen Kuşlar Kasabası’nda onu ilk gördüğümde. Çok güzel âşık olmuştum. Çok güzel yenilmiştim ona. Parçalanış tadında… Adım Vefa, o kadar güzel yenilmiştim ki ne çok şey kazanmıştım o yenilgiden. Sonra başka uçurumlarla tanıştım. Daha büyük uçurumlarla. Onlar da sevdiler beni. Çok sevdiler. Uçurumlar beni hep sevmiştir. İnmediler hiç sırtımdan. Şiir üstüne şiir. Hüzün üstüne hüzün. Ve yüksek karlı dağların arasından geçen sıcak bir tren yolculuğu tadındaydı o muhteşem duygular.
Ah, göğsüm, göğsüm dedim Göğsüm sürekli bombalanıp duran anılar ülkesi. Kalbim, mazi toplama kampı.
Ortalıkta hiç gözükmeyen Zaman aniden beyaz saçlı bulutlarla gelip herkesin ismini yazdı hatırlayış tabelasına. Herkes gömüldüğü yerden başını kaldırıp tabelaya baktı. Bütün canlılar ona boyun büktü. Yakılma hakkımı kullanma yaşıma geldiğimde Göçmen Kuşlar Kasabası’ndan ayrıldım. Kendimi anlayabilmek için felsefe öğretmeni oldum. Ama daha da karışık ve kördüğüm oldum. Adım Vefa.
Yazarın (Metin Akdeniz) bir önceki romanı olan “Dramatik Buluntular”da yer almak istiyordum. Almamıştı beni o sözcükler ovasına, bu yüzden kırgındım ona. O romandaki esas oğlan Taylan ile yakın arkadaş hatta yoldaştık. Benim kırıldığımı anlamıştı Sayın Akdeniz. Ama söz vermişti, yeni kitabının en hüzünlü çocuğu ben olacaktım. Ben bütün hüzünlü çocukların toplamıyım. Sözünü tuttu, minnettarım ona. İki yıl boyunca sözcükler ve hisler evreninde parçalanışını ve dağınık parçalardan anlamlı bir bütüne dönüşünü izledim onun. Masasının üzerinde, karalama kâğıtlarının arasında, kaleminin mürekkebinde biriktirdiği kederleri düşünceye dönüştürüşünü izledim.
En sonunda bitirmiştik kitabı. Sıra kitabın ismine gelmişti. Çok zorlandık isim bulmakta, yazma süreci bittikten ve son sayfaya son kelimeyi yazdıktan aylar sonra, geldi, sessizce yanımıza oturdu: “Bükülen Kıyıların Çağrısı.
“Bükülen Kıyıların Çağrısı” sevgili yazarım Metin Akdeniz’in bir şiirinin ismiydi. Çok sevmiştim o şiiri. Kitap boyunca zihnimde çakan çağrılarla yürüyüşlere çıktım. Her yürüyüşün sonunda anıtlaşan tutkular ve romantik yıkıntılarla karşılaştım. Çağrılar, elimden tutup düşler evrenine götürdü beni. Romanda gerçek ismimin kullanılmasını söyledim; Vefa. Peki ya diğerlerininki? Onların da öyle, gerçek: Nisan, Lavinya, Rüya, Eylül, Sinan, Aysel, Mümtaz, Nazlı… Hepsi de şiirsel isimler, öyle ki bir romanda bir araya gelmeleri tılsımlı tesadüfler yumağıdır. Sayfalar boyunca uçuşan o şeyler kol kola girmiş düşlerle gerçekliğin şöleniydi… Bazı şehirleri gizledik. O şehirler kurşuna dizilmiş öykülerle doluydu. İncitmedik onları. Onlara Ö. Şehri ve Büyükşehir gibi isimler verdik.
Yazarıma “arka kapak yazısını ben seçebilir miyim?” dedim. Sağ olsun yine kırmadı beni. Kimseyi kırmazdı Sayın Akdeniz. Arka kapağa şunu yazdık:
“Doğa, hiç beklemediğimiz anlarda ya da sıra dışı olaylarda, içimizdeki notaları eksik olan senfoniye eşlik eder ve bütün orkestrasıyla katılır. İşte o an insanlar dünya sözcüklerinin tehlikeli ve çok anlamlı sınırlarını terk edip birbirleriyle yürekleriyle konuşmaya başlarlar. İnsanların çok sık yaptığı bir şey değildir bu. Çünkü ‘yüreğiyle konuşma’ yirmi birinci yüzyılın bir geleneği değildir.”
Ben Vefa, sevgili yazarımın yarattığı bir roman karakteri yani kurgudan ibaret değilim, tamamen gerçeğim. Benim ve diğerlerinin bütün hikâyesi gerçek. Yazarım kendini de dâhil etti kitaba, benimle günlerce söyleşti, dertleşti, yaşadığım şehirlere gidip oralarda dolaştı, rüzgârlarla ve bulutlarla konuştu, sokaklardan imge topladı, zaten başka türlü olmazdı ki karakterler her ne kadar gerçek olsa da bütün anlatı ve sözcükler ormanı onundur. Ona ne kadar teşekkür etsem azdır içimdeki sonsuz çölü sözcüklere dönüştürdüğü için.
Şimdilik Hoşça kalın, belki bir gün başka bir romanda yeniden buluşuruz. Kim bilir!
(https://www.edebiyatdefteri.com/226241-b-k-lenckiyilarinc-a-risic-tanitim/)
11 notes · View notes
kitabice · 8 months
Text
Kime yaranmaya çalışıyorsanız,düştüğünüzde ve bir derdiniz olduğunda gidin ona anlatın ondan yardım bekleyin ok. Kamu spotu çokomelli
2 notes · View notes
musfika-hanim · 1 year
Note
Abla nerden biliyoruz hdp nin yaptığını onu yalnız Allah bilir kim sebep olmuşsa Allah belasını versin..
Seçimler yaklaşıyor sırf ortalığı karıştırmak için de yapıyorlar bakın görecez seçimler yaklaştıkça bu tür olaylar fazla olacak Allah korusun nice askerlerimiz şehit olacak..
Rabbim ülkemizi ülke içinde ki ve dışında ki hainlerden korusun 🤲🏻
yahu o yaptı yapmadı, daha önce yaptıkları birsürü saldırıyı pkk'nın üstlendiğini biliyoruz ve bu partinin "sırtımızı ypgye, pydye" bilmem ne pisliklerse ona dayadık dediğini biliyoruz. hdp eşittir pkk değil mi, hdp eşittir yasin börü, eren, dağda ölen şehit, sokakta önüne bomba düşen çocuk değil mi? yakılan, yıkılan evler, kamu binaları değil mi? kaçırılan huzur, annesiz babasız kalan çocuklar değil mi? kalkmış pişkin pişkin kınama yapıyor, başsağlığı diliyor köpek. can veremeyeseciler.
bırakın şu hdpyi savunmayı, güzelleme yapmayı. Allah müstehaklarını versin, onu savunan, ona oy veren, sempati duyan, pkkya sempati duymuştur. eline şehit ve masum kanı bulaşmıştır. Allah akıl hidayet izan versin.
10 notes · View notes
bilemiyorum-altann · 1 year
Text
Bölüm:3 Demet!
(Not: Bu gerçek hikayenin sonunu mutlaka okuyun!)
Demet! Bu girizgaha, ah ulan Demet! diyerek başlamak istiyorum. Hayatımın en güzel yerinde hayatıma girip en olmayacak zamanında hayatımdan çıkan, beni hayatın tersinde bırakan ve geri kalan hayatımın yol haritasını, farkında olmadan geleceğime işleyen yegane kadına bir ‘ah’ çekmeden başlamak olmaz.
Yıllar yıllar önce, memleketimin güzel havasını, arkadaşların hasını ve yaralı aşkım irem’i (bkz. Bölüm:2 İrem) geride bırakıp biraz buruk ve tedirgin biraz da heyecanlı bir şekilde tuttum üniversitenin yolunu. Üniversiteyi zar zor kazandım ama fena üniversite de değildi, ülkenin en büyük ilk on beş üniversitesinden biri, kampüsü vs. çok geniş ve imkanları gayet iyi. Bu yüzden keyfim biraz yerinde ama yeni bir hayata başlarken neyle karşılaşacağını bilememenin belirsizliği de üzerimde. İnsanlara kolay alışabilen hızlı iletişim kurup samimi olabilen bir insan değilim. Bu yüzden arkadaş konularında ilk başlarda sorunlar yaşadım. Ancak sınıfıma çabuk alıştım. Genelde temiz yüzlü insanlar vardı. Memleketçilik burada da işe yaradı ve yeni hemşerilerimle tanıştım. (Bunlardan bir tanesi hala hayatımda olan sevdiğim dostlarımdan biridir.) İnsanlarla tanıştıkça, kaynaştıkça, üniversitenin yolunu yordamını öğrendikçe daha çok sevmeye başladım. Ama canımı sıkan bir detay vardı. Yurt!. Yurdumu hiç sevmiyordum. En az bir sene dayanmam lazımdı ama nasıl dayanacağımı bilemiyordum. Askeri bir düzen vardı ve ben en özgür olmamız gereken yerde askeri düzende yaşamak istemiyordum. Yaklaşık 2-3 ay sonra dikey geçişle biri geldi odamıza. Hem de hemşerim çıktı. Çok sıcakkanlı olgun, yaşı benden biraz daha büyük ama birçok konuda ortak noktamız olan kaliteli bir insandı. Ve bu arkadaş sayesinde yurt benim için biraz daha çekilir olmuştu.
Gel zaman git zaman, alıştım artık okula ve insanlara, bir parçam olmaya başlamıştı bu şehir. Sınıfıma ilk adım attığımda göz göze geldiğim biri vardı, adı Merve!. Merve benim yaralarımdan biridir, uzatmayacağım ama merveden bahsetmeden geçmem ona haksızlık olur. Merve oralı biriydi, bu yüzden ailesi, arkadaşları bir düzeni vardı, bizim gibi serkeş yaşamıyordu. Ona yaklaşırken hep daha dikkatli, itidalli davranırdım. Fiziksel olarak bembeyaz bir ten, tel tel dökülen ve asla kabarmam diyen bebek saçlar, yanakları doğal pembe, ela göz, çok kibar tavırlar ve dişil bir enerjisi vardı yani aurası çok farklıydı. İnsanın kol kanat geresi, alıp içine sokası geliyordu. Bir arkadaş grubumuz oluşmuştu ve merve de arada gelip giderdi bu gruba. Kimse anlamamıştı ona farklı gözle baktığımı ama bir gün kendim aptal gibi açık etmiştim: Bir gün sabah ilk derse gireceğiz, kapının önünde sigara içiyoruz, merve ve arkadaşı geldi, mervenin arkadaşı yani arife ayça, “arkadaşlar bakın bakalım merve de ne değişiklik var dedi” herkes baktı kimse anlamadı, oysa ki ben daha uzaktayken anlamıştım. Saçlarının ucundan yaklaşık 1-1.5 cm kestirmiş kırıklar düzelmiş ve saç uçları eşitlenmişti. ‘Saçlarını ucundan kestirmiş, kırıkları aldırmış’ diyiverdim. Herkes şok oldu ve merve artık ona nasıl baktığımı biliyordu. Biliyordu bilmesine ama uzun süre benim cesaretsizliğim yüzünden arkadaş olarak hatta iyi bir arkadaş olarak ilişkimiz sürdü. Merve’nin Süleyman diye eski bir erkek arkadaşı vardı anladığım kadarıyla da sürüncemedeydi yani her an Süleyman geri dönebilir, merve elimden kaçabilirdi. Merve hikayesi burada kalsın sonra geri döneceğiz.
Sınıfımda Selin diye sevdiğim bir dostum vardı, arkadaş grubumuz birdi ve aynı yurttaydık. Bu yüzden sürekli birlikteydik, e haliyle grup halinde fotoğraflarımız da vardı. Bir gün Selin sırıta sırıta geldi yanıma. N’oldu dedim niye sırıtıyorsun? iibf-Kamu yönetiminde bir arkadaş var senin fotoğrafını görmüş-beğenmiş görüşmek ister misin diye soruyor. Baktım fotoğraflarına, hoş bir kıza benziyordu, yakından tanımak istedim ve görüşmeyi kabul ettim. O günü hiç unutamıyorum: Daha vakit var diye en sevdiğim dostum hemşerim Umut’la en sevdiğimiz kafeye gidip o gelene kadar kahve sigara yapalım dedik. Biraz heyecanlıyım tabi, umut sakin ol falan diyor hissettirme diyor, ki ben öyle heyecanlanacak biri değilimdir umut bunu bilir o yüzden şaşırıyor. Ama içimde garip bir his var tarif edemediğim, bu da heyecan yaratıyor bende. Neyse mesaj geldi “5 dk’ya oradayım.” Umut dedim kız geliyor, sen kalk. Umut gitti, ben bir sigara daha yaktım. Sigarayı tam söndürürken sokağın başından, üstünde beyaz ceket, içinde koyu renk bir bluz, altında beyaz bir keten ve ayağında beyaz bir converse olan 1.70 cm boylarında bir kız saçlarını savurakak döndü. İşte Demet geliyordu, hayatıma ne yapacağından habersiz, kendinden emin bir şekilde hayatıma dahil olmaya geliyordu. Geldi masaya, güler yüzle kocaman bir merhaba dedi, elimi sıktı ve karşıma oturdu. Bıcır bıcırdı. Çok mu güzeldi, hayır, sadece güzeldi. Çok mu alımlıydı hayır, sadece biraz çekiciydi. Ama inanılmaz bir enerjisi vardı, yaydığı enerji kafedeki herkesi etkileyecek güçteydi ve bu beni de çok etkiledi. Yıllardır tanışıyormuşuz gibi uzun uzun konuştuk, gülüştük. Sonra ben çağırmadan umut geldi, yeterlan konuştuğunuz sıkıldım napıyonuz dedi ve oturdu masaya.(Umut çok fırlama, pozitif enerjisi yüksek ve çok sempatik biridir. Bunu da yeri gelmişken söyleyim.) Umut da masaya dahil olunca kahkalar arttı hepimizin enerjisi birbirine geçmişti. Öğlen buluşmuştuk ama hava kararmıştı neredeyse. Kalktık, demet yurda dönecekti, onu bıraktık. Dönüşte umutlara içmeye geçecektik, umut bana sevimli sevimli bakıp, olur bu iş kankaaaa! dedi. Evet ben de hissetmiştim, bu iş olacaktı.
Bu arada demetle konuşmadan birkaç gün öncesine dair merve ile ilgili bir durumu açıklamam gerekiyor. Bu kısımdan size bahsetmedim ama biz son zamanlarda merveyle çok daha yakınlaşmıştık sürekli mesajlaşıyor, sabah beraber gidiyor akşam beraber çıkıyorduk, birbirimizden sürekli haberdardık. Sevgili değildik, açılmaya o cesaret edemiyor ben de cesaret edemiyordum. Zaten Süleyman faktörü vardı, arada adı geçince bozuluyordum. Sonra bir Cuma akşamı dersten çıkıyoruz merveyi arıyorum açmıyor, etrafa bakıyorum yok. Umut da hadi gidelim deyip duruyor. Tamam dedim hadi gidelim. Tam giderken arkadan mahire seslendi sınıftan arkadaş, imalı imalı ‘bekleme dedi Süleyman geldi onla gidecek.’ başımdan kaynar sular döküldü. Rengim attı, bir sigara yaktım otobüse doğru giderken, o sırada merveyi bir arabaya binerken gördüm. İçinde genç biri vardı, süleymandı galiba. Beni görmedi, bastılar gittiler, bizde arabanın tozuna bakakaldık. Eve giderken 8 tane bira aldım, bir pakette sigara. Sabaha kadar içtim. Geceye doğru merve aradı, mesaj attı vs. ama dönmedim. İlişki açısından bitmişti benim için. Arkadaş olarak kalırmıydık, sonra duruma bakacaktım artık. Sonraki günler geldi gitti bir şeyler açıklamaya çalıştı ama istemedim. Hep susturdum. Ona sadece, merve dedim ben seni her şeyden önce insan olarak çok seviyorum saçma bir beklentiye girdim, bu benim hatam, bundan sonra iyi bir arkadaşım olarak hayatımda olmanı isterim dedim. Kısık bir sesle ‘saçma değildi’ dedi, duymazlıktan geldim. Sonra uzun yıllar hatta askere gidene kadar merve benim dostum, sırdaşım olarak kaldı. Süleymanla çok mutlu değildi ama aile baskısıyla ilişkisi devam ediyordu. Ona alışkanlığı vardı ama beni sevdiğinden yıllar içinde emin olmuştum. Yani beklentim saçma değildi sadece zamansızdı. Askerden sonrada izini kaybettim, istanbul’da hemşirelik okuyordu ama bulamadım, umarım mutludur, çünkü o da hayatıma çok güzel şeyler kattı.
Dönelim Demet’e. Biz o akşam dahil konuşmaya başladık. Adını koymaya gerek yoktu, 3-4 gün sonra ne olduğumuz artık belliydi, tutulmuştuk birbirimize ve ben İrem’den sonra ilk defa bu kadar iyi hissediyordum kendimi. Umutla demet de çok iyi kanka olmuşlardı, arada Sami de gelirdi ve biz dördümüz ((bazen saminin sevgilisi Tuğçe (hemşerim) de katılırdı. ) çok iyi ortamlar yarattık, çok şey yaşadık, bunları yazmaya kalksam, 2-3 cilt gideri var. Her şey iyi gidiyordu, artık o benim bir parçamdı bundan kuşku yoktu. En zor zamanlarımızda da en iyi zamanlarımızda da hep birlikteydik. Memleketlere gitme zamanı geldiğinde de kopmadık, hatta birkaç sefer bizim memlekete geldi, bizim evde kaldı ailemle tanıştı ve o bizimkileri, bizimkilerde onu çok sevdi. Hatta bir gün onu yolcu edip eve döndüğümde masamın kenarına iliştirilmiş, birbirine yapıştırılarak uzun bir kağıt elde edilmiş olan bir blok notlar bütünü gördüm. Demet kağıt bulamayınca bana bu şekilde mektup yazmıştı. Mektupta kısaca çok iyi bir ailem olduğunu, çok şanslı olduğumu ve beni çok sevdiğinden bahsetmişti. O yaz da bitti, biz okula geri döndük. Kaldığımız yerden, daha ayakları yere sağlam basarak ve de daha ciddiyetle devam ettik. Bir ara aynı evde yaşadık, kedi aldık, mutluyduk yani ama size bir faktörden bahsetmem gerekiyor. Demet dobra biriydi. Hadi yapalım’cı insanlar vardır ya, o da öyleydi. Anı yaşamayı severdi. Ama ben öyle değildim, daha ihtiyatlı bir tarzım vardı. Zaman zaman Demet’in bundan sıkılacağını ve benden uzaklaşacağını düşünüyordum ve de korkuyordum. Ama beni öyle seviyordu ki bunu o kadar güzel belli ediyordu ki sonra bu kaygılarım hemen kayboluyordu.
Benim okulum bitmek üzereydi demetin daha 1 senesi vardı. Şüphesiz aklım orada kalacaktı. İkimiz de çok hüzünlüydük. Benim canımdan can gidiyordu ama hemen yeni planlar yapıp birlikte olmanın yollarını ve geleceğe dair yol haritası çizmeye çalışıyordum. Nitekim memlekete döndüm ve kpss’ye hazırlanmaya başladım. İyi hazırlanıp, kazanıp demeti de çalıştığım memlekete çekmenin yollarına bakmalıydım. İyi bir hırsla başladım çalışmaya. Demetle de fena gitmiyordu. Ama sonra uzaklık sancıları baş göstermeye başladı. Demet farklılaşıyordu. Hissediyorum. Değişiyordu. Bir de olaya geniş açıdan bakarsak durum şöyleydi; demet üniversite hayatına devam eden, özgür, yiyip içip eğlenen biriyken, ben; evin içinde gece gündüz ders çalışan bir ezik olmuştum. Kadınlar güçlü erkeklerden hoşlanır. Ve ben gücümü ezikliğe bırakmıştım.
Aradan 5 ay geçmişti, kavgalarımız sıklaşmıştı ama burnumda tütüyordu, dayanamadım, içimdeki şüphelerle bastım gittim yanına. Gittim ama benim özlemimin yarısını göremedim onda. Bir şeyler saklıyor gibiydi ama çokta iyi oyuncuydu durumu toparlıyordu hemen. Ben birkaç gün kaldım yanında, içimden bir ses bir daha onu göremeyeceksin diyordu. Çok iyi geçmemişti tatilimiz. Gitmeden birkaç saat önce çekti beni odasına götürdü, bir süre seviştik ve ben o sevişmenin son sevişme olduğunu anladım, bu yüzden çekebildiğim kadar çektim kokusunu içime.
İçimde şüphelerle döndüm memlekete. Aynı çalışma temposuna devam ettim. Demetle de konuşma sıklığımız azalmıştı. Ama ben derse odaklandım ve çalışmayı bırakmadım. Sonra sık kavga etmeye başladık. Şehir değiştirmeye başladı ve haber vermez oldu. Bir şeyler saklıyordu ama sormaya korkuyordum. Gerçekler korktuğum gibi çıkarsa hem ruhsal olarak kendimi kaybederdim hem de sınavı. Biz öyle ya da böyle sınav haftasına geldik. Sınava 3 gün kalmıştı, arıyorum açmıyor, mesaj atıyorum dönmüyordu. O gün beni adeta çıldırtmıştı. Merak ediyorum, şüpheleniyorum, aklımdan binbir türlü şey geçiyordu. En son kuzeninin yanına geçmişti o kadarını biliyorum. Kuzenini de tanımadığım için numarası bende yoktu. Derken yatma saatine yakın aradı. Hemen nerdesin, napıyorsun, niye haber vermiyorsun diye sıraladım. Karşımdaki ses o kadar isteksiz ve yabancıydı ki duyacaklarım beni korkutuyordu. Ondan bir açıklama beklerken, “artık bitsin, bu böyle gitmeyecek” dedi. Tamam dedim ama bana nedenini söyle buna hakkım var neden diye bağırdım. “Konuşmak istemiyorum kendine iyi bak” dedi ve kapattı. Telefonun ekranına bakakaldım. Yıkılmıştım. Tarif edilemez bir acıydı bu. Kendimi yerden yere atmak, içimde ne var ne yok sökmek, yakmak, yıkmak istiyordum. Aklımdan bir çok şey geçiyordu ama ihanet ettiğinden emindim. Fakat yine de bunu duymalıydım. Kuzenime gidiyorum durumu da muhtemelen yalandı. O gün bir daha aramadım. Aklımda o geceye dair kalan en net şey galiba hayatımda ağladığım en uzun gecenin bu gece olacağıydı.
Sabah uyandım. Hayatımın sınavına 2 gün kaldı ama ben bende değilim. Aslında çok iyi puanlar alıyordum, muhtemelen istediğim şehre yerleşebilirdim. Ancak bu durum her şeyi değiştirdi. Mental olarak mahvolmuşken sınavdan iyi puan almam mümkün değildi. (Ah be demet, sınava 3 gün kala yapılacak iş miydi bu! Şu yaptığınla hayatımla oynadın, sen bu kadar kötü değildin!..) Etrafımdakiler durumumu farkediyor ama sormuyorlardı. Sınav gecesi düşünmekten, ağlamaktan kendimi alamadım. Sabah uykusuz bir şekilde 6 ya doğru kalktım yataktan, masamın başına geçtim. Bir kağıt bir de kalem alıp Demet’in asla göremeyeceği uzun bir veda mektubu yazdım. Elveda dedim, kendi kendime, elveda…
Sınavım haliyle çok iyi geçmemişti. Düşünsenize, sınava giren kaç kişi sabaha kadar ağlayıp, sabahın ilk ışıklarında onu terk eden eski sevgilisine veda mektubu yazmıştır. Bu yüzden pek umudum yoktu. Ama istediğim şehirleri olmasa da bazı şehirleri kazanacak kadar puan alacağımın da farkındaydım. Nitekim de öyle oldu.
Sınavdan sonra, büyük bir boşluğa düştüm. Gece gündüz çalıştığım sınavla birlikte Demet de yoktu artık. Sağolsun arkadaşlarım hiç yalnız bırakmadı beni. Sigaram ve Alkolüm de. Bir de vefalı dostum olan gitarım. Evet, beni en iyi tedavi eden şeylerden biri de müzikti. Gitar benim bir parçam gibidir. Sınav zamanı biraz ayrı kaldık ama şimdi yine şarkı çalacağız, söyleyeceğiz ve söz yazıp beste yapacağız. Bu acıyı atmam lazımdı. Bunun en iyi tedavilerinden biri de yazmak ve gitar çalmaktı. Ben bu ikisini birleştirip beste yapıyordum. Uzun yıllardır beste yapıyorum zaten. Bu acıyı da ancak besteyle içimden atabilirdim. En azından bu benim için bir feryat biçimiydi. En iyi bestelerimi Demet’in sayesinde yaptım diyebilirim. Sağolsun öyle bir acı bıraktı ki en iyi besteler en acı hikeyelerden geliyordu sonuçta. Arkadaşlarım çok içince onu aramamdan korkuyordu. Biliyorsunuz ki ihanetini kulaklarımla duyamamıştım o gün. Ve yarım kalmışlık vardı. Hesap soramadım henüz. Yüzüne doğru haykıramadım. Bunlar içimde kalmamalıydı. Ama aramakta istemiyordum, yeltenince de arkadaşlarım alıyordu telefonu elimden.
Bir şarkı yazmıştım. Çok beğenildi. Diğer arkadaşlarım da müzikle uğraştığı için, gel bunu kayıt altına alalım, yayınlayalım hem uğraş olur hem de insanlar dinler dedi. Olur dedim. Bir yandan içiyor bir yandan prova yapıyorduk. Yaklaşık 10 saatin sonunda kayıt çıkmıştı. Güzel de olmuştu. İçime sindi. Yayınladık. Hala da vardır youtube’ da arada açar dinlerim. (kimliğim ortaya çıkmasın diye şarkının ismini veremiyorum.) O akşam kafaya koymuştum, arayacaktım Demet’i. Arkadaşlar sigaraya çıkınca kaptım telefonu ve son defa aradım. Uyuyordu, uyandı. Sesi şaşkın geliyordu. Müsait misin 3 dk ayır bana bir daha sesimi duymayacaksın dedim. Tamam dedi. Öncelikle sınava 3 gün kala bunu yaptığın için seni hiç affetmeyeceğim dedim. Ama bu geçti artık, sana tek bir şey soracağım dedim, beni aldattın mı? “ Evet, hayatımda başka biri var” dedi. Bu kadar soğukkanlı söylemesini beklemiyordum. Bilsem de ondan duymak yaramı deşmek gibi oldu. Bunu duyunca çılgına döndüm tabi ve o sinirle ağzıma geleni saydım, seni hiç affetmeyeceğim, bana yaşattığını misliyle yaşa, iki yakan bir araya gelmesin, bu yaptıkların çoluğundan çocuğundan çıksın, minvalinde ağır laflar ettim ve suratına kapattım, dakikalarca ağladım. Ve işte o an yeni bir hayata başlamam gerektiğini anlamıştım. Demet o dakika bitmişti, yeni hayatıma merhaba deyip, önüme bakmalıydım artık.
Yıllarca asla ama asla bir daha Demet’e ulaşmaya çalışmadım. Kimseye de sormadım. Unuttuğum için değil. Acısı baki kaldı kalmasına ama ona ulaşarak artık kendime ihanet edemezdim. Bu sosyal medya olayları çoğalınca bile adını arattırıp hiç bakmadım. Ama bundan yaklaşık 6 ay önce (sene şu an 2023)  arkadaşım Tuğçe’nin (saminin sevgilisi olan, şimdi evliler) paylaştığı fotoğrafın altındaki yorumlarda tesadüfen bunun adını gördüm. Merak bu ya girdim baktım. Bi enterasan oldum ne yalan söyleyim. Duygusal anlamda değil ama sanki öldü sandığım bir arkadaşımın yaşadığını öğrenmiş gibi oldum. Tam bir instagram anne’si olmuş. Memleketi olan Kayseri’de yaşıyor,8 aylık bir erkek bebeği, Doçent bir kocası var. Kendisi de besyo’dan doktora yapmış daha yeni. Güzel, huzurlu ve mutlu bir aile tablosu gördüm. Sevindim onun adına, gerçekten. Sonra sayfayı kapatıp, hayatıma döndüm.
Dönelim günümüze. 6 Şubat 2023’te peş peşe 7’nin üzerinde deprem oldu. Yaklaşık 10 il etkilendi ve bu illerden biri de benim memleketim. Ben orada yaşamıyorum ama ailem orada, bu yüzden kalbim orda attı uzunca bir süre. Neyse ki herkes iyi. Depremin olduğu hafta hepimiz çok duygusalız, üzüntülüyüz ne yapabiliriz nasıl faydamız olur diye uğraşıyoruz. Bunlarla uğraşırken sosyal medyadan bir mesaj geldi. Baktım “ Demetxxxx sana mesaj göndermek istiyor” yazıyor. Kabul ettim. Bir baktım tam 10 sene sonra demet bana uzun bir mesaj yazmıştı. Ben depremden dolayı iyi misin diye soracak heralde diye düşünürken o bambaşka bir şey yazmıştı. “merhaba, sana uzun uzun yazmak istemiyorum ama çok müşkül durumdayım, senden sadece bir şey isteyeceğim, sen bana o ayrıldığımız gün çok ağır laflar söylemiştin bu benim hiç aklımdan çıkmadı ve çocuğum doğduğundan beride bunu düşünüyorum, lütfen bana hakkını helal et, bunu duymaya çok ihtiyacım var lütfen helal et” diye bitirmişti yazıyı. Ben de ona, demet dedim merhaba, artık her şey geçmişte kaldı, biz düşman değiliz, yolu yolumdan geçmiş birisin, ne olursa olsun senin kötülüğünü isteyecek biri değilim, sinirle söylemiş olduğum ağır sözler olabilir ancak bunu içten söylemeyeceğimi ve kötü biri olmadığımı sen bilirsin. Umarım çocuğun iyidir, bu her şeyden önemli ve yapabileceğim bir şey varsa lütfen söyle, yapmaktan sakınmam. Duymak istediğini sona sakladım, eğer içini rahatlatacaksa hakkım sana helaldir, dedim ve gönderdim. Cevap geldi:“Senin iyi biri olduğunu biliyorum, teşekkür ederim bunu duymam lazımdı, oğlum hasta doğdu, kucağıma almam zaman aldı, depremde çok korktuk evde çocukla yalnızdım ve şu an dahi salondan mutfağa geçmeye korkuyorum, yıllardır söylediklerini düşünüyorum ve beni kırmadığın için sana çok teşekkür ediyorum” dedi ve bitirdi. Etkilenmiştim. Çünkü bebek/çocuk söz konusu olunca bende akan sular durur. Üzülmüştüm. Umarım çocuğun için her şey daha iyi olur demekle yetindim. Bir daha da konuşmadık.
Yaşadıklarının benim ah’larım yüzünden olduğunu düşünmesi, çocuğunun durumunu da buna bağlaması ne kadar acı. Beni hiç tanımamış. Ve manevi olarak sığınacak bir kurtuluş ararken taa 10 sene önceki “bana” kadar gelmiş. Garip hissettim kendimi, iyi olsun herkes özelliklede çocuklar…
Hatırlarsanız sınava 3 gün kala beni terk ettiğinde bunun acı faturasını yaşayacağımı söylemiştim. Öyle de oldu. Atandım atanmasına ama O 3 gün yüzünden ne istediğim yere gidebildim, ne aileme yakın olabildim ne de arkadaşlarıma. Bu 3 gün benim ömrüme bedel oldu. Çünkü ben bu şehirden bir daha kurtulamayacağım. Aidiyetlerime bir daha kavuşamayacağım. Sevdiklerimin en kötü anına da en iyi anına da en son ben tanık olacağım. Uzakta, yalnız ve çaresiz kalacağım. Öyleyim zaten, yıllar içinde aidiyetimi kaybediyor, herkes ve her şeyden uzak kalıyorum. Bedeli ağır oldu yani o 3 günün. Neyse, yapacak bir şey yok artık başkaları iyi olmaya, mutlu yaşamaya devam etsin, ben mutsuzluğa alışkınım…
Yazar notu: Bunları yazmak benim için hiç kolay olmuyor, anılarım depreşiyor, zaman zaman üzülüyor ve derin duygulara girip sık sık ara veriyorum. Bu yüzden bir yazının bitmesi aylar sürebiliyor. Atladığım detaylar illa ki var ama gerçeğin ham hali işte bu başımdan geçenlerdir. Herkese okuduğu için teşekkür ediyor, mutlu hayatlar diliyorum.
#bilemiyorumaltan 09.03.2023
3 notes · View notes
veganlogicdinamo · 1 year
Text
KADIN, BEDENİ VE AKLIYLA KENDİNE AİTTİR!
Taliban, Afganistan’daki tüm kamu ve özel üniversitelerde kadın öğrencilerin üniversiteye gitmesini yasakladı, Kadın Bakanlığı’nı kapatıp Fazilet Yayma ve Ahlaksızlığı Önleme Bakanlığı kurdu, yeniden açılacağı vaadi ile kapatılan ortaokullar kız çocuklarına açılmadı, peçe zorunluluğuna uymayan kadınlar cezalandırıldı, kamu ve özel sektörde çalışan çok sayıda kadın da işini kaybetti, okullarda sınıflara harem-selamlık uygulama getirildi.
Bu arada bu çağdışı kararları alan Taliban’ın Sözcüsü Suhail Shaheen’in kızlarının ise Katar’da okuduğu ortaya çıktı!
Taliban geçici hükümetinin Yüksek Öğrenim Bakan Vekili Nida Muhammed Nedim, “Kız çocuklarının eğitiminin yasaklanmasından dolayı bana kızıyorlar. Bu Resulullah’ın (sav) emri iken İslam, kadınların eğitim görmesine izin vermiyor. Kadın, erkeğin çiftliğidir ve ona eğitim değil, erkeğin hizmeti farzdır” açıklamasını paylaştı, “Ziraat ve mühendislik gibi bazı bölümlerde kızların eğitim alması, İslami kurallara ve Afgan onuruna ters” dedi!
Bu nasıl bir onur ki kendi ülkesindeki yasaklar yurtdışına çıkınca geçerli olmuyor.
Bu nasıl bir onur ki 21. yüzyılda kadını köle gibi görüp ikinci sınıf insan konumuna indirgeyerek korunuyor...
Bu nasıl bir onur ki kadın ile erkek yan yana gelince yok oluyor...
Bu nasıl bir onur ki kadınlardan bu kadar korkuyor...
Bu nasıl bir onur ki onursuzluktan güç alıyor!
3 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
BİR KAÇ GÖNDERİMİ BİRLEŞTİRDİM
kamu kurumlarının yardım yapmasını (genel bütçeden kendilerine ayrılan bütçe içinden yardım yapabilir yapamaz diye bir kanun/yönetmelik vs var mı bilemiyorum, ancak iyi planlama yaptıklarını sanıyorum zira kendilerine ayrılan bütçe ilgilendikleri harcamalara/yatırmlara/maaşlara vb. yetmez ise -biliyorsunuz bu bütçe halkın vergilerinden oluşuyor-ilave bütçe talebi olur) anlayabiliyorum sadece bunu neden 1 hafta bekleyip Tv de açıklama gereği duydular o garip geldi... TCMB nın unvanında A.Ş. var bir şirkettir dolayısıyla bağış yapabilir doğrudur ancak özerk mevzuat ve düzenlemeye tabidir. Biriket A.Ş. gibi hareket edemez. Bununla birlikte Merkez Bankasının senyoraj geliri vardır ( senyoraj para basma yetkisidir) Merkez Bankası'nın kârı, bankalara kullandırdığı borca uyguladığı faizden elde edilen gelirden doğar. Bankalar, finansal aktiviteleri gereği Merkez Bankası'ndan sürekli borç alır ve öderler. Merkez Bankası’nın bu şekilde elde ettiği senyoraj gelirini Hazine’ye devretmesinin nedeni para basma imtiyazının devlet tarafından kendisine verilmiş olmasından kaynaklanıyor. Bir başka ifadeyle devlet, para basma imtiyazını merkez bankasına devretmiş olsa da senyoraj gelirini almaya devam ediyor. TCMB Yasasında yer alan iki madde önemlidir. 60’ıncı maddede; kârın belirli bölümünün ihtiyat akçesi ve pay sahipleriyle personele dağıtılması sonrasında kalan kısmının Hazineye verileceğini belirtiliyor. 61’inci maddede; döviz ve altın rezervlerinde kur ve fiyat artışlarından doğacak gelirlerin dönem kazancında dikkate alınmayacağı vurgulanıyor. -Merkez Bankası kârının küçük bir kısmını diğer pay sahiplerine dağıtır, asıl büyük kısmını ise senyoraj geliri karşılığı olarak Hazineye devreder. TL’nin değer kaybı sonucu döviz rezervleri ve altın rezervlerinde ortaya çıkan değer atışları kâr ile ilgilendirilmeyip ayrı bir hesapta izlenir. Öte yandan Büyük montanlarda yardım yapan firmaların ağırlığını müteahhitlik firmalarının oluşturması, son 20 yılda beton ekonomisinden faydalanan bir kesimin özetidir.. Bununa birlikte özellikle yapılan büyük montanlardaki yardımların vergi indirim konusu yapılmaması ve enkaz kaldırma işlemlerinin bu bağışları yapan firmalara ihale edilmemesi- edilse bile gönüllülük esasına göre yapılması ve bedel alınmaması anlam taşır... Ayrıca RÜTÜK ün deprem yayınları nedeniyle yine bilindik kanalla ceza yağdırmasına şaşırmıyorum.. neden? kardeşim söyledikleri sebebiyle çadırından polis eşliğinde ifadesi alınan deprem zedeyi, ailesinin bir bölümünü kaybeden çadırda kalan hemşirenin (üstelik gönüllü çalışıyor) vb ifadesi alındıktan sonra buna da şaşırmıyorum sosyal medyanın en ihtiyaç olduğu zamanda sırf kendisine gelen eleştitiler nedenşyle kısıtlanmasını bir kenara bırakın amacı sadece yardım olan bir kuruluşa karşı günlerdir söylenenler beni artık şaşırtmıyor NEYE ŞAŞIRIRIM EĞER HALKIN ELİNDEN SEÇİMLERDE ALINIR VE KİMSENİN SESİ ÇIKMAZSA ONA ŞAŞIRIRIM neden? insan ''KADERİNİ'' bu kadar mı başkalarına emanet edebilir diye şaşırırım...
5 notes · View notes
abolisyonistvegan · 2 years
Text
Zouma Kardeşler Cezalandırıldı. Peki, Ya Geri Kalanımız?
Tumblr media
Gary L. Francione
West Ham futbol oyuncusu Kurt Zouma, kedisine tekme ve tokat atarak kedinin “gereksiz yere acı çekmesine” sebep olduğu için Hayvan Refahı Yasasını ihlal ettiği suçlamasını kabul etti. Dagenham ve Redbrdge’de oynayan erkek kardeşi Yoan Zouma olayı filme çekti ve Kurt’un yasaları ihlal etmesini salık verdiği veya teşvik ettiği gerekçesiyle suça ortaklık etmekle itham edildi. Kurt 180 saatlik kamu hizmeti cezasına çarptırıldı ve beş yıl süreyle herhangi bir kedi bakması yasaklandı. Yoan 140 saatlik kamu hizmeti cezasına çarptırıldı ve ayrıca beş yıl süreyle kedi bakması yasaklandı. Buna ek olarak 9,000 poundluk yargılama gideri tayin edildi. Bu da West Ham tarafından Kurt’a uygulanan 250,000 poundluk para cezasına eklendi. Hayvan Refahı Yasası “gereksiz yere acı çektirme” eziyetini yasaklıyor. Bu açık biçimde, en azından zevk, eğlence veya elverişlilik sebepleriyle uygulanan acıyı kapsıyor. Zouma Kardeşler yasaları ihlal etti çünkü kediye tekme ve tokat atmanın hiçbir gerekçelendirmesi yoktu. Ona sebepsiz yere zarar vermişlerdi.
Zouma kardeşlerin yaptığı bariz ve su götürmez biçimde, ahlaken ve hukuken yanlış. Fakat onların davası, basit ve doğrudan bir soruyu doğuruyor: Geri kalanımızdan ne farkları var? Neden hepimiz Zouma Kardeşlerle birlikte kamu hizmeti cezasına çarptırılmıyoruz?
Her sene, 80 milyar kara hayvanını yemek için öldürüyoruz. Bir milyar civarı hayvan Birleşik Krallıkta öldürülüyor. Yıllık katledilen balık sayısı tahminen bir ila üç trilyon arasında. Bu bir hayli ıstırap ve ölüm demek.
Bunu neyle gerekçelendiriyoruz?
Elbette başka seçeneğin olmadığı ve hayatta kalmak için hayvanları öldürmek zorunda kaldığımız zamanlar olabilir. Fakat bu durum her yıl katlettiğimiz hayvanların sarsıcı miktarının ufacık bir kısmının içindeki ufacık bir kısmı açıklar. Büyük kısmı içinse, hayvanları yiyoruz çünkü tatlarının güzel olduğunu düşünüyoruz ve hayvansal besinler rahatlıkla ulaşılabilir durumda. Hayvanları tüketmekten zevk alıyoruz; ortada bir gereklilik yok.  The NHC (National Health Service/Ulusal Sağlık Örgütü) —ve Amerikan Beslenme Derneği gibi, diğer ülkelerdeki hemen hemen diğer tüm idari ve profesyonel kurul— hayvansal ürünler kullanmadan sağlıklı bir yaşam sürebileceğimizi onaylıyor. Dahası, giderek artan sayıdaki ana akım sağlık hizmetleri uzmanları hayvansal ürünler yemenin insan sağlığına zararlı olduğunu söylüyor. Her halükârda, hayvansal ürünler yemek kuşkusuz insan sağlığı için gerekli değil. Üstelik, hayvancılık küresel ısınmanın önde gelen sebeplerinden birisi. Oxford’daki araştırmacılar et ve sütten uzak durmanın, gezegen özerindeki etkimizi azaltmak için atabileceğimiz başlı başına en etkili adım olduğunu iddia ediyor. Kısacası, hayvanları ıstırap ve ölüme maruz bırakıyoruz çünkü onlardan elde ettiğimiz ürünleri tüketmeyi haz verici buluyoruz. Hayvansal besin tüketmek kolayımıza geliyor. Yiyecek için kullandığımız hayvanları maruz bıraktığımız acı ve ölüm gereksiz —tıpkı Zouma Kardeşlerin kediyi maruz bıraktıkları acı gibi. Hepimizin ahlaken iğrenç bulduğu bir davranışta bulundukları için suçlu olarak hüküm giyen Zouma Kardeşlerle geri kalanımız arasında ahlaki anlamda hiçbir farkın olmadığını ileri sürüyorum. Aslında, aramızda hayvan tüketenlerimiz, çektikleri acıyla birlikte ölümlerinden de sorumlu olduğumuz için Zouma Kardeşlerden daha kötü olabilir. Zouma Kardeşler kediyi öldürmediler.
Her birimiz Kurt Zouma ve Yoan Zouma’yız.
Bizim hayvanları yiyecek için kullanmamızın kediyi tekmelemekten farklı olduğu, çünkü ilkinin işleyişini düzenleyen yasaların olduğu ve “gereksiz” acıyı yasakladıkları yanıtı birçok sebepten yetersizdir. Öncelikle, hayvanlar taşınabilir mallardır. Onların çıkarlarını korumak paraya mâl olur ve çoğu zaman o parayı yalnızca bunu yapmaktan ekonomik bir faydamız olduğu zaman harcarız. Sonuç olarak, hayvan refahı standartları tarih boyunca son derece düşük olmuştur ve öyle olmaya da devam ediyor. “İnsani” muamele ve kesim kavramları hayal ürünüdür. “İnsanca” muamele edilmiş hayvanların birçoğu epey acı çeker. Fakat bu yanıtın meseleyi gözden kaçıran bir yönü daha vardır. Kimse Zouma Kardeşlerin yaptığı şeydeki problemin, daha “insani” bir üslupla davranmaya özen göstermekte çuvallamaları olduğunu iddia etmiyor. Çünkü yaptıkları şey hiçbir gereklilik veya mecburiyet içermiyordu, kediyi maruz bıraktıkları acı ahlaken ve hukuken yanlıştı. Elbette Kurt Zouma kediyi daha nazikçe tekmeleyip tokatlasaydı “daha iyi” olurdu. Fakat eylemleri, daha “insani” olsaydı bile, hâlâ yanlış olurdu. Benzer şekilde, yiyecek olarak kullandığımız hayvanlara daha çok acıdansa daha az acı çektirmemiz “daha iyidir”. Fakat hayvanları yemek için hiçbir zorunluluk yoksa tüm bu ıstırap gereksiz —ve yanlıştır. Bir diğer cevap, Kurt Zouma’nın mevzubahis zalimce davranışı bizzat kendisinin gerçekleştirdiğidir. Çoğumuz sadece marketten “yiyecek” satın alırız. Marketten hayvan cesedi satın almakla hayvanı bizzat öldürmek arasında, tıpkı haksız surette birini bizzat öldürmekle kurbanı öldürmesi için birine para vermek arasında fark olmaması gibi, ahlaki anlamda hiçbir farkın olmadığını ileri sürüyorum. Hukuk her ikisini de cinayete karışmak olarak ele alır. Ve biz suça azmettirmiş veya teşvik etmiş oluşumuzla, hiç olmazsa Yoan Zouma’yla benzeşiyoruz.
2007’de Micheal Vick isimli American futbol oyuncusuna, Virginia’da bir köpek dövüşü yürütmekle ilgili suçlardan dava açıldı. Yaptığı şeye karşı protestolar derin ve uzun soluklu oldu. Hâlâ suçlanmaya ve kınanmaya devam ediyor. 2010 yılında, Coventry’de bir banka çalışanı olan Mary Bale, bir kediyi saatlerce içinde kalacağı çöp tenekesine atmaktan yargılandı. O da kötülenmiş ve “Hitler’den beter” olmakla ve (Birleşik Krallıkta bulunmayan) ölüm cezasını hak etmekle suçlanmıştı. Aynı şekilde, benzer başka birçok vaka yaşandı. Bu vakalar, en azından kedi ve köpeklerin göz önünde bulundurulduğu noktada, gereksiz yere çektirilen acıya karşı yasaklamaların oldukça ciddi olduğunu anlıyor —ve kuvvetli bir şekilde hissediyor— olduğumuzu açıkça ortaya koyuyor. Fakat sevgi beslediğimiz ve çatalımızı sapladığımız hayvanlar arasında ahlaken veya hukuken tutarlı hiçbir ayrım yok. İşin garip tarafı şu ki RSPCA(Royal Society for the Prevention of Cruelty to Animals), Bale ve Zouma Kardeşlere dava açtı. RSPCA, RSPCA Assured aracılığıyla hayvansal besinlerin kullanımını destekliyor. Yani, RSPCA bir yandan hayvanlara geçerli bir sebep olmadan acı çektirilmesini teşvik ederken bir yandan da hayvanlara geçerli bir sebep olmadan acı çektiren insanlara dava açıyor. Yıllardır, açıkça damak tadı gibi önemsiz bir zevk için hayvanları tüketmeye devam edenlerimizin neden başka keyfi sebepler için hayvanları istismar edenlerden farklı olduğunu sorup duruyorum.
Şimdiye kadar mantıklı hiçbir cevap almadım. Eğer Kurt ve Yoan Zouma suçlularsa önemsiz amaçlar için hayvanları kullanmaya ve öldürmeye devam edenlerimiz de açıkça suçludur. Ve bu neredeyse hepimiz anlamına gelir. Belki de bir adım geri çekilip kendimize en azından—tatlarını sevsek bile— hayvanlara gereksiz yere acı çektirmek zorunda olup olmadığımızı sorabiliriz. Belki de oldukça rahatsız edici bir gerçeği kabul etmemiz gerekiyordur; eğer hayvanlar ahlaken değerliyse, veganlık ahlaki bir zorunluluktur.
Çeviri: Eda Çivaş
Kaynak: https://gary-francione.medium.com/the-zouma-brothers-have-been-sentenced-now-what-about-the-rest-of-us-b957adafb492
7 notes · View notes
onderkaracay · 1 year
Text
Tumblr media
🗣️ Ufkun Ötesini Görmek
Fikirler başka başka olabilir.
En tehlikeli durum niyetini saklayıp aldatmaya yönelik konuşmak ve eyleme geçmektir.
Ülkemizin asıl sorunu budur.
Ve ülkemizi yönetmeye talip olanların sorunu da budur.
Bugüne kadar niyetini toplumdan saklayarak toplumu en iyi aldatan yönetimi ele geçiriyordu.
Yeni yeni ilkeden bahseden siyasi partiler ortaya çıkmaya başladı.
Onların bir eksiği var.
Kendi adlarına beklentisiz olmayı başarmış değiller.
O noktaya gelecek olanlar da çıkacak.
Kötü niyetli bu şer düzeni yıkacak ve yerine niyeti ile söylemleri birbirine uyumlu bir irade ortaya çıkacak.
Bu fikir ortaya çıktı.
Şu anda bir sahiplenme sorunu yaşıyor.
Yaşanan negatif/olumsuz gelişmeler toplumu o noktaya getirecek.
Nasıl ki ülkemizi bir başbakan çıkıp biat ve itaat uğruna o makamı yok ederek güçler ayrılığını yok ederek bütün gücü bir kişiye vermek adına kötü niyete hizmet edilmesinin yolunu açtı.
Bundan sonra bunun tersinin yaşanacağı süreç çoktan başladı bile.
Olgunlaşma süreci yaşanıyor.
Zalimler bu sefer bir Türkü sebepsiz işten çıkartarak onu kendi sömürgeci düzenlerine hizmet etmek yerine o düzene karşı çıkıyor diye cezalandırmaya kalktıkları gün kendi ayaklarına kurşunu sıktılar.
Sen kimsin bizimle başa çıkabilir misin? Adamın kolunu bacağını keserler diye tehdit ettiler.
Yanıt olarak bekliyorum gelin kesin diyerek geri adım atmayınca o gücün kim olduğunu hangi gücün öyle konuşturduğunu anlamak zorunda kaldılar.
Hatta senin arkanda kim var sorusuna; söyler miyim siz bunu anlayana kadar sürecek bir süreç bu yanıtı gelince çaresiz kaldılar.
Maddi güçlerini kullanarak birilerini sahaya sürerek toplumu yeniden kandırmak dışında bir seçenekleri olmadığı için aynı oyunu başka oyuncuları kullanarak oynamaya başladılar.
Sır ise mücadelenin dozunu sabırla beklentisiz çizgisi ile niyeti ve söylemleri arasında bir fark olmadan dik duruşunu sürdürüyor.
Ne diyor;
Bir siyasi parti çıkacak ve topluma diyecek ki; kendim için hiçbir beklentim yok. Partisiz yönetime geçmek için partimi ve kendimi feda ediyorum.
İktidar olduktan sonra partisiz yönetime geçmek adına Anayasa yapılarak dünyada ilk kez bir toplumun kendi kendini yönetmesinin sistemi kimin Cumhurbaşkanı kimin başbakan olacağının önceden bilinmediği ve kimsenin ona medya ve maddi güçleri ile yatırım yaparak toplumu kandıramadığı bir sistem ile insanlık ilk kez gerçek demokrasi ile tanışmış olacak.
Devlet planlama teşkilatı yeniden yapılandırılacak toplum yararına planlama yapacak.
Meclis içinden seçilen Cumhurbaşkanı, başbakan ve hükümet bu planları toplum yararına uygulamak için meclisin hazırladığı bütçeyi toplum yararına yönetecek. Hükümet dışında kalan her vekil hükümete hukuka uygun iş yapıldığını sağlamak adına muhalefet yapacak.
Hukuk adına adalet sistemi bağımsız olacak ve sürekli denetim yaparak en küçük bir yanlışa ve kaçağa izin vermeyecek.
Hadi bu ahlakı ve ilkeyi engelleyin ya da yerine bir şey koyun da herkes onu kabul etsin.
Niyeti, söylemi ve eylemi birbirine uymayan zihniyetlerin bunu başarması mümkün mü?
Anadolu'nun her tarafından tehdit almasına sebep olanlar bugün bir gece ansızın gelebiliriz diyerek gök gücün kendilerini kurtaracağı günü bekliyor.
Yumuşak karınları sebebiyle de elleri kolları bağlı tavize zorlanıyor ya da yeni bir oyuncu değiştirmek yoluyla bu zulmü sürdürülebilir yapmanın peşine düşmüşler.
Toplumun kafasını karıştırmak amacıyla ve aynı yere hizmet ettirmek için sayısızca siyasi parti ve ittifaklara toplumu sözde biraraya geliyoruz yalanı ile hala toplumu kandırmanın peşine takılmış ülkeye zarar vermeye devam ediyorlar.
Tefeci bankalar ise toplumu tüm gücü ele geçiren holding ve küresel çeteler ile birlikte soymaya devam ediyor.
Siz hiç bu durum karşısında iktidar olduğumuz zaman kamulaştırma yaparak bu soyguna son vereceğiz diyen toplumda karşılığı olan bir parti duydunuz mu?
Kamu ekonomisinin mimari Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran siyasi parti Cumhuriyet Halk Partisi bile ele geçirildiği için bunu dile getiremiyor.
Hatta o kötü niyetin elinde kötü niyete hizmet ederek Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran partiye yıktırmak oyununu oynuyorlar.
Yaratan ilmi ile donatılarak seçilmiş kişiler niyet okumasını bilirler.
Bugün bu niyeti okuyoruz.
Bizim bu fikrimizi yine bu şer adına bir yönetim anlayışına dönüştürmek adına beklenti içinde giren ve bundan çıkar sağlamaya yönelik tüm çabalar beyhude çabalardır.
İnsanlığın yarım kalan devrimleri Anadolu'da ve Türk ulusu adına Türkler tarafından gerçekleşecek.
Kutalmış tüm güçler zalim güçlerin karşısına çıkacak ve işi bitirecekler.
Bunun sır tarafı görevini yaptı bundan sonra ki süreçte yaşamsal boyutu gerçekleşecek.
Kötü niyet bugün çaresizlik içinde kendi aralarında top çeviriyorlar.
İnsanlık devrimini satın alabilecek bir güç yok.
Onu insanlığa yeniden hediye edecek güç var.
Türk fırtınası esmeye devam ediyor.
Kasırgaya, şimşeğe dönüştüğünde ulu doğum gerçekleşmiş olacak.
Devleti kişiler değil, ilkeler ve hukuk yönetecek.
Kişiler gelip geçici bir görev icra edecekler.
Bu olgunlaşma süreci tamamlanıyor.
Toplumun acısı dayanılmaz noktaya ulaştığı gün bu devrim gerçekleşecek.
Acının kaynağı kendi kararı olduğunu idrak eden doğruyu bulacak.
Şer güçlerin bütün yatırımları boşa çıkacak ve güç bir asır öncesinde olduğu gibi asıl sahibine geçecek.
Niyeti ve söylemleri birbirine uymayanlar; niyeti, söylem ve eylemi birbirine uyanlara yenilecekler.
Ne zaman mı?
Her Türk titreyerek kendine geldiği gün.
Aydınlığın güneşi olumlu enerjiyi dünyaya yaymaya çoktan başladı.
Sosyal medyayı para kazanmak amacıyla kullandıran zihniyet bir tek bizim bu fikrimizi tuzağa düşüremedi.
O silahı kendilerine doğrultan tek fikir budur.
Teslim alınamama kararlılığı beklentisiz olur. Manda ve himaye kabul edilemez kararlılığı gibi.
Bunu bir fırsat olarak gören ve bundan para kazanırım düşüncesi ile ilkesiz davranan hiçbir zihniyete kanmayın.
Mustafa Kemal Atatürk ufku gören değil ufkun ötesini de gören bir kutalmış hakandı.
Onun yolundan gidenler onun gibi bir tutum içinde ufkun ötesini görebilir ve gereğini yapabilirler.
Atatürk ile sizi aldatanlardan olmayın. Kendiniz Atatürk olun.
Biz Türkler yolumuzda yürüyoruz. Ufkun ötesini o yolun yolcusu olanlar görebilir.
] Önder KARAÇAY [
4 notes · View notes
starkmrjavad · 2 years
Note
Anlayışla qarşılayıram, Stark. Əmin olmadığın mövzunu danışmama qərarı verdiyin üçün, dürüst olduğun üçün mən təşəkkür edirəm. Əmin olduğumuz duyğulardan danışaq o zaman. Seçimləri sənə buraxıram. -j
Təşəkkürlər. Açığı duyğular dedikdə, əminlik, məncə, oyunu tərk edir. O səbəbdən hər hansı bir duyğu barədə əminliklə danışa bilməyəcəm. Amma söz mənə verildisə, fürsəti səmərəli istifadə etməyə çalışaraq, ilk öncə bir məni bütün oxuyanlara, yazanlara, çəkənlərə, götürüb özləri ilə hər yerə aparanlara, 2019cu ilin Fevral ayından bura qədər burda aktiv olaraq saxlayan hər kəsə təşəkkür edirəm.
Kamu spotu kimi olacaq yazım, amma fürsət varkən haqqında danışmaq istədiyim mövzu ətrafında qısaca yazım:
Xarici ölkələrdə insanlar bir biriləri ilə söhbət edərkən tez tez "are u happy about/with that?" sualından istifadə edirlər. Yəni, müvafiq mövzuda, qarşıdakı adamın bu məsələ ilə bağlı özünü xoşbəxt hiss edib etməməsini öyrənməyə çalışırlar. Fərq etməz, söhbət yeni başladığı kursdan, təzə görüşməyə başladığı sevgilidən, Starbucksda yeni düzəldiyi bartender işindən, ya yazıldığı idmandan, musiqidən gedir. Məncə, ən önəmli sual elə budur. Təəssüf ki, bizdə sualların motivi başqadır. Ancaq materialist suallar. "Nə qədər qalır?" "Bir şey çıxır?" "nArmalni iş tapdın?". Manəvi tərəf qalır kənarda. Heç kim dostundan, doğmasından soruşmaq istəmir ki, özünü necə hiss edirsən? Həyatından razısanmı? Nə istədiyivi bilirsən? Səni xoşbəxt edir? Gece yatanda səni narahat edən fikirlər varmı? Səhərlər oyandığın üçün sevinirsənmi?.. Bunu bura ona görə yazıram ki, həm dostluğumda, həm də izləyicilərim arasında dərin, dünyagörüşlü və yaradıcı insanlar çoxluq təşkil edir. Yaxşı olar ki, dost və doğmalarımızdan nəsə soruşanda məhz mənəvi amillarə fokus olaq. Çünki, bütün var dövlət, "narmalni" iş, ofislər və başqa hansısa uğurlar xoşbəxtliyin əsas meyarı deyil. Ən azından, hamı üçün deyil. Hər gün gördüyümüz, deyib güldüyümüz onlarla daxilən tənha adamlar var. Hansının ki, qəlbini bəzən vaxtında verilmiş və qayğı xarakteri daşıyan sual isidə bilər. O suallardan qaçmayaq♡
5 notes · View notes
harfzen · 18 days
Text
1 note · View note
by-garip · 3 months
Text
adam gerçekten de kamu spotu ya diyorum ki sadece buna ihtiyacım var bu paketimizde o da var diyor lan o dışındaki her şeye sahibim ona ihtiyacım yok diyorum başka bi paket öneriyor yine aynı sadece onu istiyorum ben anlamıyor musun ya
0 notes
gundemarsivi · 4 months
Text
Tumblr media
Kapitalizmde Din ve Moda
✍🏻 Anıl Güven
https://www.gundemarsivi.com/kapitalizmde-din-ve-moda/?amp=1
“Bir ülke karanlıktır, bir sokağı sönükse.”
Özdemir Asaf
Tüketilen emeğin karşılığının ödenmediği bir dünyada yaşıyoruz. Yaşam koşulları her geçen gün daha çok kötüleşmekte. Kapitalist sistemin odağındaki holdingler-tröstler devletin içine öylesine yerleşmişler ki siyasal yapıdaki zayıf karakterli, zaafları olan, egoist, halkına karşı öfke kusan zalimleri yanına çekerek gelirlerini arttırıyorlar.
Karşılıklı kazanca dönüşen sistem kurgusunda arada aykırı sesler yükselse de biri diğerinin zimmetine geçirdiği emtianın dışarıya sızdıracağı kaygısıyla her iki tarafta suskunluğa bürünmekte!
Yasaların bir ya da birkaç kişinin dudağında bulunmasından dolayı da hak arama makamları kapı-duvar durumuna geçmekte! İnsanlık tarihi direnme üzerine gelişmesine karşın: grev; toplu iş bırakma, miting yapma kamu düzenine zarar verebilir kaygısından dolayı yasaklanmıştır.
Özgürlük kavramı içi boşaltılmış olduğundan yalnızca soluk alıp verme düzeyine indirgenmiştir. Kişi kutsal hakları dışında eylemde bulunamaz, camiye gider namazınızı kılabilirsiniz. Ramazan ayında ya da üç aylarda oruç tutmanın önünde hiçbir engel bulunmamaktadır.
Paranız varsa kurban da kesebilirsiniz. Devlet gücünün denetiminde “hilafet bayrağı” açarak yürüyüş yapabilirsiniz. Kendi doğruları içerisinde sarıklı, cübbeli, takkeli zevatı ileride oluşturulacak başka bir yönetim biçimi için gereksinim duyulacak şiddeti demlemek gerekiyor bu arada!
Eğer sosyal yapınız zayıflamışsa, dinsel yönetimin önermelerini ciddiye alarak, öteki dünyada inançlı kişilere sunulacak olan varsıllığa kendinizi hazırlamanız gerekiyor.
Şükürden yana değil de Nietzsche derinliğinde bakıyorsanız “Ben gönlünü müsrifçe harcayanı severim… Ben gönlü yaralıyken bile derin olanı, hiçten bir şeyle yok olanı severim. Ben kendini mahvedebileni severim.“ ve bu özgüven içindeyseniz, yaşama ket vuran tüm yanılsama-aldatma çarkının dişlisine yumruğunuzu sokacaksınız. Unutmayalım “Cesaret bankaya yatırılabilecek bir şey değildir!” der Trevanian, Şibumi adlı yapıtında!..
“Kininize sahip çakacaksınız!”
Söylemini asla boşa almayın. Hatta bu tümceyi unutmamak için bir fiyonk gibi yakanıza takınız. Yalçın Küçük hocamızın bir tümcesini hiç unutmam “Kin insana akıllı işler yaptırıyor.” ve devamında da ”Umudu olanların korkusu olmaz .”
Günlük yaşamımızı çembere alan, yaşamımızı arzu edilene odaklayan MODA bir de var yanılsatma ışığının içinde. Kapitalizmin dinden sonra varlığını borçlu olduğunu en önemli kurumdur bu. Kim ne denli ayırdında bilemiyorum…
Saç kesiminden tutun da günlük giyim kuşamımıza yön verilirken cinsiyet yitimine uğruyoruz. Bakunin’in çok değer verdiğim “Yıkma arzusu aynı zamanda yaratma arzusudur.“ sözünü okuduktan sonra belleğinizde bir dolaştırınız!..
Postmodernizm salatası içerisinde gelecekte kadın-erkek cinsiyeti tekilleşecek; bu doğru mu? Kısmen doğru! Bakımlı erkek, bakımlı kadın; metroseksüel olarak sahnelendi. Dar paça, yüksek kesim pantolonu ve topuksuz çorabı giyen yüz kiloluk erkekler ışıklı caddelerde yürürken kollarında botoks ve silikon dolgulu kadınlar… Bi acayip saç kesimleri…
Tüketim ekonomisi ne istiyor?
Din ve Modanın yüceltilmesini! Görsel yansıması yüksek, ışıltılı bireyler ortalıkta saman dolu kafayla konumlanmakta! Ülkenin-ülkelerin eğitim düzeyi sıfırlanmış, görsel sunumun yan çıktısını da inanç temelli göksel güç…
Kapitalizm sarmalında din ve moda yaşamımızı kalıplara sokuyor…
Ne yazık ki içine girdiğimiz kalıbı bir süre sonra kanıksıyoruz. Ona sığınıyoruz.
Sözü fazla uzatmadan Prof. Dr. Tarık Zafer Tuna‘ya hocamızın ‘Devrim Hareketleri İçinde‘ adlı çalışmanın çok önemli vurgusunu burada alıntılanmak istiyorum:
“Türkiye, Türk Devrimi’nin , Türk Milli Kuruluş Hareketinin eseridir. Osmanlı kayasından çıkarılan, siyasal yönleriyle dip diri bir organizmadır Türkiye… Sultanların kaftanları, tahtları yanına ve Hazine Dairesine konacak müzelik bir süs eşyası değildir Türkiye…”
Biz ulusumuzun varlığı için ömrümüzü verecek kadar vatan severiz. Koşullar olgunlaştıkça yurttaşlık bilinci yükselecektir; kapitalizmin azgınlığını, dinin çürümüş yapısını, modanın evrensel gözboyama düzeneğinin önünü açan her güç yok edilir bir gün! O gün hangi gün?
İnsanın alacası içinde, hayvanın alacası dışında!
04 Ocak 2024
Atina
Anıl Güven
0 notes
temkinlifuturist · 4 months
Text
BİR ENERJİ MASALI
Harcayacağından fazlasını kazanan adamların, parayı nereye gömecekleri konusunda bir örnek. İki tane aç doyur, fakir giydir değil mi… Yoooooo… Ekonomik ömrü dolmuş bir arabayı alıp binlerce dolar harcıyorsun, elektrikliye çeviriyorsun ve sonra da çevrecilik şemsiyesi altına sığınıp yeni kapitalist süreçlere çanak açıyorsun. Altından klozete s*çan araplar gibi yağı bol bulunca nereye süreceğini şaşırmış insanlar.
Programda izlemeyi sürdürünce, yeni nesil yaşam trendlerinin pompalandığı bir kamu sloganına dönüştüğünü fark ediyorsun. Amerika'da ikinci dünya savaşından beri bu model programlar sürekli yapılıyor. O günkü devlet düşüncesi nasılsa ona uygun bilgi akışı radyo, tv ve sinema filmleriyle topluma pompalanıyor.
Tumblr media
Mesela ikinci dünya savaşı sonrası çalışan nüfus azaldığı için insanları aile olmaya, çocuk yapmaya teşvik eden diziler, filmler, programlar yapılması gibi.
Mesela son 20 yıldır ülkemizde aile kavramını yıkıp insanları bireyselleştirmek için programlar yapılıyor. Önce dizilerde ve kadın programlarında kötü anne ve baba örnekleri gözümüze sokuldu. Aile pek de matah bir şey değil diye gösterildi. Bireysellik parlatıldı. Halbuki insan toplu halde yaşamaya uygun bir yaşam modelidir. Aslında dünya üzerindeki bütün yaşam modelleri toplu halde yaşamaya programlanmıştır. Ama kapitalist ekonominin daha verimli çalışması için bireysel yaşam modeli teşvik edilir. Ikea’nın dünyada bu kadar popüler edilmesinin gerekçesi de budur.
Daha küçük mekanlarda yaşam alanları oluşturmak. Bunun ilksel örnekleri Japonyada var. Japonya dünyanın Amerika'dan çok önceleri kapitalist olmuş sömürgen bir ülkesidir.
Tumblr media
Olay aslında Enerji Baronlarının petrol üzerine kurulu sömürü yapısının ekonomik ömrünü yitirmesi üzerine yeni tip enerji sömürü düzenini ELEKTRİK üzerine kurgulamasıdır.
Tumblr media
Tahmin edeceğiniz gibi elektrik üretmekle iş bitmiyor. Kullandığımız bütün makineler son 40 yıldır tamamen elektrik ile çalışır şekilde düzenlendi. Sonra toplu taşım elektriklendi. Şimdi ise bireysel taşımacılık elektrikleniyor, sonrasında fabrikalar da elektrikle çalışacak.
Dedikleri gibi elektrik çevreci mi? Büyük soru işareti. Elektriği nasıl ürettiğine bağlı. Dünyada elektrik hala termik santrallerde (kömür ve doğalgaz ile çalışıyor), nehirlere kurulan su barajlarında, minimal olarak yeldeğirmenleri ve güneş panelleri ile elde ediliyor. Ve bunların ardında gizli olarak işleyen milyarlarca dizel yakıtlı jeneratör var. Araç şarj istasyonları arkada dizel yakıtla çalışan jeneratörlerle şarj istasyonlarına enerji sağlıyor. E ne oldu şimdi. Yine petrol kullanıyoruz.
İşte değişen sana sattıkları araçlar olacak. Değişen sana sattıkları enerji türü olacak.
Tumblr media
Elektrik bize öğretildiği şekilde 1800’lü yıllarda mı keşfedildi? Elbette hayır. Arkeoloji, elektrik enerjisinin binlerce yıldır kullanılageldiğini kanıtlayan yeni yorumlar yapıyor. Bilgi akışının yoğun olmadığı geçmişte insanların değerlendirme yapması güçtü. Bu bilgi sadece birkaç elitte sıkışıp kalmıştı. Şimdi antik Mısır duvar resimlerinde elektrikli araçların örneklerini algılayabiliyoruz. Kazılarda, toprak kaplar içine kurulmuş piller bulundu. Piramit çalışanları ellerinde devasa ampüller taşıyor. Ve şimdiye kadar ne anlama geldiği anlaşılmayan bazı toprak-seramik parçaların, yüksek voltajlı elektrik aktarımında yalıtıcı olarak kullanıldığı fark ediliyor. Toprak altına gömülü olarak bulunan bazı tesislerin tapınak olduğu konusunda halen ısrarcılar ama bunların enerji santrali veya elektrik deposu (pil) olduğu da rahatlıkla iddia edilebilir.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Eğer elektriği Güneş-Rüzgar-Dünyanın Doğal Manyetizması ile üretecekseniz evet gayet temiz bir enerji modeli. Ama iş ısı üretip ondan enerji elde etmek üzerine modellenince illa ki birşeyleri yakmak zorunda kalacaksınız. Zaten onbinlerce yıl yaka yaka ne orman kalmış doğru dürüst ne de verimli arazi.
Savaşlar dolayısıyla ilkelleşen insanın doğayı nasıl sömürdüğüne tanık oldum. Üretmek yerine sadece tüketme üzerine kurul bu vahşi düzen. 
1900’ler öncesine ait film ve fotoğraflarda bir şey dikkatinizi çekti mi? Ağaç, yeşillik, doğa kavramları çok zayıf. Her yer çorak toprak. Hani bir Anadolu efsanesi kafamıza sokulmuştur ya, Osmanlı ordusu güneye sefere çıkınca İstanbul’da ağaca çıkan sincap hiç yere inmeden Suriye’ye varırmış. Hadi canım sende. Ne yemişiz ama bu masalları. Anadolu’nun büyük bölümünün çorak, kıraç, taşlık, kayalık, verimsiz topraklardan oluştuğu artık kanıtlanan bir gerçek. Sadece büyük nehirlerin aktığı bölgelerde, Yeşilırmak, Kızılırmak, Dicle, Fırat, Menderes, Asi gibi yerlerde tarım verimli gözüküyor. Koskoca ülkede Çukurova, İzmir Menderes havzası, Nizip, Iğdır, Tokat, Amasya, Balıkesir, Bursa gibi bölgelerde verimli topraklar var. Geri kalanı kuru toprak ve taş.
Her zaman söylüyorum. Kendilerini üstakıl zanneden birileri kendi çıkarları doğrultusunda dünyayı şekillendirmeye çalışıyor. Ve bu şekillendirme her zaman acı verici savaşlarla, sanal kıtlıklarla, oluşturulan ekonomik krizlerle oluyor.
0 notes
cointahmin · 4 months
Text
Kenya hükümeti, altcoin ve dijital kimlik projesi Worldcoin ile alakalı tüm mahallî faaliyetleri durdurmak üzere harekete geçti. Askıya alma kararı, ilgili kamu kurumlarının projenin data toplama uygulamaları nedeniyle Kenyalılar için ortaya çıkan potansiyel riskleri araştırmasıyla birlikte alındı. İşte detaylar…Kenya, altcoin projesinde süreçleri durduruyorOpenAI CEO’su Sam Altman tarafından kurulan Worldcoin, yapay zekanın geliştiği bir çağda insanları yapay zeka casuslarından ayırt etme konusundaki artan kaygıyı gidermeyi amaçlıyor. cointahmin.com olarak da bildirdiğimiz üzere, bunu başarmak için teşebbüs, bireylere eşsiz kimlikler atamak için iris taramalarını kullanarak kişilik deliline dayalı bir dijital kimlik sistemi sundu. Lakin Kenya İç Güvenlik Bakanı Kithure Kindiki, data toplama sürecine, bilhassa de dijital kimlik karşılığında iris taraması üzere değerli kimlik bilgilerinin toplanmasına ait çekincelerini lisana getirdi. Facebook’ta yayınlanan bir açıklamada Bakan, askıya alma sürecini duyurdu. İlgili güvenlik, finansal hizmetler ve bilgi muhafaza kurumlarının Worldcoin’in faaliyetlerinin gerçekliğini ve yasallığını araştırdığını vurguladı.Bakan Kindiki tarafından yapılan resmi açıklamada, “Hükümet, göz küresi/iris bilgilerinin toplanması yoluyla vatandaşların kayıt altına alınmasıyla ilgilenen ve kendisine ‘WORLD COIN’ ismini veren bir kuruluşun devam eden faaliyetlerinden kaygı duymaktadır” denildi. Kenya’daki askıya alma süreci, Bavyera data muhafaza ofisi de dahil olmak üzere Avrupalı düzenleyicilerin emsal incelemelerini takip ediyor. Bu düzenleyiciler şu anda Worldcoin’in bilgi sürece uygulamalarını araştırıyor. Worldcoin, üç yıllık geliştirme sürecinin akabinde 24 Temmuz 2023’te piyasaya girdi. Piyasaya gitmesinden bu yana, irislerini taratan kullanıcılar WLD tokenleri aldı. Askıya alma ve soruşturmalara karşın, token fiyatı direnç göstererek son 24 saat içinde kripto borsalarında yüzde 1,9 artışla 2,38 dolara yükseldi.Projeye yönelik tasalar varWorldcoin’in misyonu, yapay zeka teknolojisi geliştikçe beşerler ve çevrimiçi botlar ortasında ayrım yapmanın çok zorlaşacağı beklentisine dayanıyor. İnsanları yapay zekadan ayırmak için teşebbüs, kişilik deliline dayalı bir dijital kimlik sistemi oluşturdu. Bu türlü bir dijital kimlik, bir bireyin irisi taranarak ve ona bir World ID verilerek oluşturulur. Lakin eleştirmenler, projenin gelişmekte olan ülkelerdeki bilgi toplama ve kayıt süreçlerine ait tasalarını lisana getirerek potansiyel istismar suçlamalarında bulundu.Kenya hükümetinin Worldcoin operasyonlarını askıya alma atılımı kıymetli bir adıma işaret ediyor. Mahallî kurumlar kapsamlı soruşturmalar yürütürken bu cins bir harekette bulunan birinci ülke oluyor. Worldcoin, askıya alma kararına cevaben, Kenya hükümeti ve öbür Avrupa düzenleyicileri tarafından başlatılan soruşturma ve incelemelerle tam bir işbirliği içinde olacaklarını belirtti. Şirket, data saklılığı ve korunmasıyla ilgili tasaların gereğince ele alınmasını ve projenin gelecekte şeffaflık ve uyumlulukla devam edebilmesini sağlamayı amaçlamakta.
0 notes
veganlogicdinamo · 1 year
Text
BUNLARIN HESABI SORULUR
KÖTÜLÜK SİLSİLESİ
Bütün bunlar, doğal bir afetin nasıl yapay bir afete çevrildiğini kanıtlarken, deprem bölgesine gidip halka, “Bu kader planı” diyemezsiniz. Gerçekleri söyleyenlere “Şerefsiz” diye hakaret edemezsiniz!
Deprem, bir doğa olayıdır ama ona karşı hazırlıklı olmamak...
Deprem için toplanan vergilerin hesabını vermemek...
Uluslararası yardımı da içeren dördüncü seviye alarm ilan edilmişken askeri ve donanmayı bölgeye geç ve çok sınırlı bir güçle göndermek...
AFAD’da üst yönetimi bakan akrabasından imama yandaşlarla doldurmak...
Üzerinde bira reklamı var diye yardım malzemelerini kabul etmemek...
Muhalefet belediyelerinin yardım kutularına iktidar belediyelerinin logolarını yapıştırmak...
Vatandaşlar soğuktan donarken battaniye üretimi ile övünüp “Üreten bir ülkeyiz” demek...
Ekibiyle bölgede seferber olan Ekrem İmamoğlu’na hakaret edip kovmak...
Herkes enkazda kalanlara ve kurtulanlara yardım için canla başla sosyal medyada sesini duyurmaya çalışırken bant daraltmak ve iletişimi kesmek asla kader değildir!
Bunların hepsi kötülüktür. Soma’daki maden faciasında halka tekme savuranı ödüllendirdiğiniz de unutulmadı. Zamanı gelince hepsinin hesabı sorulur.
Şimdi esas soruyu soruyorum: Kâr hırsı ile deprem bölgesinde çürük binalar inşa eden şirketlerin yetkilileri ile denetim görevlerini yapmayan kamu görevlilerini tespit edip yurtdışı yasağı için işlem başlatıldı mı?
Bu işlemler başlatılmadıysa onun da hesabı sorulur!
2 notes · View notes