Tumgik
#dünya yaşanacak kadar güzel değil
horozmehmetemin · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
BAŞARILI KADIN;
Güvenilen, şükreden dua eden kadındır..
Öğrenen, öğreten, bilinçli ve faydalı şeyler okuyandır...
Haramlara karşı dikkatli olup, haramlardan taraf kendisini koruyabilendir... Sıla-i rahime dikkat ederek,
kul hakkı, komşu hakkı ve eşinin haklarını koruyabilen kadındır..
.
Başarılı kadının boş vakti yoktur...
Her anı ibadet, hizmet ve islami faaliyetlerle doludur...
Çalışkandır, temizdir ve de sabırlıdır...
Lüks ve israfı yoktur.. Yemek masasına yiyebileceğinden fazlasını, giysi dolabına giyebileceğinden fazlasını koymaz. !
.
Televizyon dizileri, magazin dergileri, müzik onun evine uğramaz.!
Sabah uyandığı zaman bakara suresini açarak hem dinler hem de işini yapar... Dışarıdan gelecek insi ve cinni şeytanları kovmuş olarak gününe hayırla başlar...
Evinde çocuğuna öğretmen, eşine öğrenci olur...
.
Başarılı kadın;Namazlarını geciktirmez..Sade bir yaşamı vardır..
Eşine sıkıntı vermez.. Eşinin eve geldiği vakit onu temiz kıyafetlerle ve güler yüzle karşılar.. Eli açık ve misafir perverdir...
Evi her daim düzenli ve temizdir..
İslam davasında büyük rolünün olduğunu bilir ve durmadan islam uğrunda birşeyler yapmaya çalışır. Sergüşt kadınlar gibi devamlı sokaklarda, çarşı pazarlarda dolaşmaz. !
.
Başarılı kadın erişilmez bir kale gibidir.
Kiminle ve nerede ne konuşması gerektiğini iyi bilir...
Merhametlidir, yumuşak kalplidir. İnsanları yargılamaz,
kusurları örtendir. Nezaket sahibidir yeri geldiğinde teşekkür etmesini de özür dilemesini de bilir...
.
Asiye'den sabrı, Meryem'den iffeti alır...
Hatice'den vefayı, Aişe'den sadakatı alır...
Gıybet etmez, gıybet dinlemez, gıybet edilen ortamda bulunmaz.!
Kızgınlık ve sinirlilikten sakınır...
Öyle olduğu durumlarda susması gerektiğini iyi bilir..
Gereksiz tartışmalara asla girmez...
Zekidir, aklını kullanmasını iyi bilir...
Sadaka ve infakta hiç cimrilik etmez...
Kur'an ve hadis ezberi yapar. Argo kelimeler kullanmaz,
erkeksi tavır takınmaz ve erkek gibi giyinmez.!!
Boş ve hayasız kişilerle vakit geçirmez...
Başkasının hatalarının kusurlarının peşine düşmez..
Çocukları için başkalarıyla tartışmalara girmez...
Yabancı erkeklerle çekici bir şekilde konuşmaz...!
Kendi annesine ve babasına değer verir...
Onlara verdiği değeri eşinin de anne ve babasından esirgemez.!
Çocuklarıyla iyi ve faydalı vakit geçirmesini bilir..
Çocuklarına anlattığı hikayeler, söylediği ninniler din ve ahlak üzerinedir..
İşte bu adımlar takva merdiveninin basamaklarıdır.
Ve bu yol iki dünyada da bahtiyar edecek tek yoldur...
İşte islamın kadını koyduğu konum budur...CENNET'TE İLK NE İLE KARŞILAŞACAĞIZ? HER ERKEĞE İKİ HURİ Mİ VERİLECEK?
Cennete gidenleri ilk olarak ne bekliyor?
Gehecoan'den çıkana ve Cennet'e girene sorulacak: "Dünya nimetlerini hatırlıyor musun?" Ve "iste" denilecek. Kreânin istediği de verilecek. Ayrıca, istediklerinin dışında tüm dünya nimetlerinin 10 katı verilecek.
Peki etraflarında birileri olacak mı?
Olmaz mı! Sayılarını Allanın bileceği kadar hizmetliniz olacak.
Karıları ya da kocaları ne olacak peki?
İkisi birarada Cennet'e giderlerse, erkek ve kadın, manevileştirilmiş bir yapıda yeniden yaratılacak. Cennet'e girecek dünya kadınları, 12 güzellik ve cinsellik vasfıyla, onurlandırılacak. Dünyada beğendiğiniz en şuh kadınlar bile elinize su dökemeyecek. O kadar güzel yaratılacaksınız.
Kıskançlık da olmayacak mı?
Olmayacak.
"Bir erkeğe iki huri olacak" deniyor, doğru mu?
Hayır. Kim uyduruyor bunları?
Peki, tam olarak ne olacak?
istediğiniz her nimete sahip olacaksınız. Orada erkek ve kadın hizmetçilerimiz de olacak. Genç erkek görünümlülere Vildan deniyor. Genç kadın görünümlüler de huriler. Bunların özellikleri, çok yakın sekreter gibi görev yapıyor olmaları.
O zaman burada hiç mi cinsellik yok?
Orada eşlerimizle cinsel hayat sürecek, ama zarafet içinde. Çünkü cennette üreme yok. Her türlü yiyecek de var ama boşaltım yok.
Yani "her erkeğe iki huri" söylemi doğru değil...
Aslında doğru da olabilir, çünkü cennette yasak yok. Biz, dünyadaki duygularla ahiret alemini yorumluyoruz. Yaratan bize orada nasıl bir duygu verecek bilmiyoruz.
ORADA IŞIK HIZIYLA HAREKET EDİLECEK
Uzun süredir, cennette yaşam konusuyla ilgili çalışıyorsunuz. Bir de kitap hazırladınız. Cennet nasıl bir yer?
Hiçbir gözün görmediği, kulağın duymadığı, tasavvur edemediğiniz sınırsız nimetler göreceksiniz. Her bir Cennetliğe, bir dünya büyüklüğünde Cennet'in verileceği sınırsız bir alan olacak. Orada ışık hızıyla hareket edilecek.
KİMLER CENNET'E GİDEBİLİR?
O alemin mutluluğunu yakalamak için iman ve insanlığın kabullendiği ortak bir erdem gerekiyor. Zekat verenler, içkiden, kumardan, zinadan korunanlar, riyakarlık yapmayanlar, bencil olmayanlar; yani erdemli bir insanın
vasıflarını taşıyanlar Cennet'e gidecek. Allah insanda yarattığı eğilimlerin güzellerini görev haline getirmiş, insan doğasının kavrayabileceği kötülükleri de yasak haline getirmiştir, insan Allahm yarattığı bir varlık olarak, Allah yokmuş gibi, kendi başmaymış gibi nasıl yaşar? Akıllı bir adam bunu yapmaz. "Ya varsa" der. Senin dünyaya gelişinde sana sordular mı? Gidişinde soracaklar mı? Hayır. Demek ki sen acz içinde kıvranan bir insansın. Ve önünde, ebediyen yaşanacak gençlik ve güzellikler var Cennet'te. Bunlara inanmak dururken, bir erkek, bir güzel kadın ya da bir konak uğruna bütün hayatı veriyoruz.
SEKS YERYÜZÜNDEKİ GİBİ OLMAYACAK
Cennet'te cinsellik nasıl yaşanacak?
Yepyeni bir boyutta olacak. Yine bildiğimiz lezzet var ama yeryüzündeki gibi değil. Elektro kimyasal süreçleri düşünün; konuşacaksınız ama elinizle uzanıp tutamayacaksınız. Bakışınızla yönlendireceksiniz.
KARINIZLA OLACAKSINIZ" DIYE BIR KURALMİ VAR?
Orada durun! Bu soruyu ayete havale ediyorum: "Siz ve mümin eşleriniz girin Cennet'e. Orada ağırlanıp sevindireleceksiniz. Orada canlarının çektiği, gözlerinin hoşlandığı her şey var. Allah, size "Vermemi istediğiniz bir şey var mı" diye soracak."
Bu durumda ben beş erkek, siz 10 kadın isteyebilir miyiz?
Bu sorunun cevabı yok. Yaratan, bizim bildiklerimizi sunuyor. Etler, meyveler, çiçekler.... Ama Cennet nimetlerinin, dünyadakilerle isim benzerliği dışında hiçbir benzerliği olmayacak. Dünyanın bir an önce bunu öğrenmesi lazım. Nasıl bir akılla yaşıyorsunuz? "Pat" diye ölebilirsiniz. Nasıl bir hayat bekliyor sizi bilmiyorsunuz. Bu hayat mıdır? Akşam eve gideceksin; kocanla
dırdır, çocuğun okul problemleri, genel müdürün sorunları... Sonra bir anda her şey bitti! İyilerin iyilikleri kötülerin kötülükleri yanlarına kaldı. Gördüğün ama eremediğin bunca güzellikler ne olacak? Niye birileri bu kadar çok nimete sahip? Bunlar geçici, bu bir imtihan. Bu nimetler onlar için sebebi azap olacak. Allah adama güzel bir kadın vermiş, ama edepsizin gözü çöplükte. Bir yandan da eşiniz bin bir kadını görüyor; daha güzelini, akıllısını... "Allah bana bu kadını vermiş" diyor ama aklı karışıyor; bir ona, bir yanmdakine bakıyor. Bu zulüm değil mi?
RAMAZANDA CİNSEL İLİŞKİNİN KURALLARI
Oruçluyken cinsel ilişkide bulunmanın kefareti nedir?
Bütün Türkiye'de Ramazan ayında ve oruçluyken cinsel ilişkide bulunan kaç kişi vardır ki? Yoktur, Aslında oruçluyken sevişilir; daha çok gençler yapıyor bunu. Ama ilişkiye girmeden sevişmek, dokunmak şeklinde olabilir ancak
Sahura kadar olan zamanda cinsel ilişkiye izin var sanırım...
Rabbimizin her bir emrine itaat, islam'da ibadettir. Zekat, tesettür, içki içmemek, faize direnmek... Orucun amacı insanı ruhen yüceltmek, ahlaken geliştirmektir. Bu nedenle orucu bozan maddi ve manevi unsurlardan kaçınmak gerekir. Maddi şeyler; imsakla iftar arasında yeme, içme ve cinsel ilişkiden korunmaktır. Ama yalan, iftira, bencillik, gösteriş gibi fertlere ve topluma zarar verecek işlerden de kaçınmak gerek. İmsakla iftar arasında yemek, içmek nasıl caizse cinsel ilişki de caizdir. Altını çizerek yapmam gereken uyarı şu: Ramazan ayında özellikle gençler, iftardan önce, arzu edilmese de sevişme yaşamaktadır. Sevişme boşalmayı sağlamadıkça orucu bozmaz, ama orucun kalitesini düşürür. Oruçtan amaçlanması gereken iradeyi bozar.
NORMAL KADIN FITRATI EVLİ ERKEĞİ İSTEMEZ
İslam'da bir erkeğe kaç kadın haram değil?
Böyle bir şey yok. İslam'da kadını meşrulaştıran, nikah akdidir. Bir Müslüman, şartları oluşursa dörde kadar kadınla evlenir. Ama bu mümkün değildir, çünkü ikinci bir kadını alma konusunda, alınacak kadının da onayı gerekir. Normal kadın fıtratı, eşinin ikinci bir kadın almasına engel olduğu gibi, evli erkeği de istemez.
Ama erkeklere bu hak verilmiş...
"Hak verilmiş" diye bir şey yok. Sizin armut yeme hakkınız da var, Amerika'ya gitme hakkınız da. Ama bu, yapabileceğiniz anlamına gelmez. Dört kadın alabilirim ama, alabileceğim kadınları bulmam lazım. Bir nikah akdi yapılırsa ve siz toplum içinde hukuken, ahlaken onun sorumluğunu
üstlenebilirseniz, kadını malınıza varis kılabilir seniz; dört kadın da
alabilirsiniz. Çünkü îslam, savaş sonrasının da ekonomik refahın da dinidir. Bir insan için asıl olarak tek kadın verilir. İslam, evlilik dışı hiçbir ilişkiyi onaylamaz; ne eşcinselliği, ne lezbiyenliği ne de kadm-erkek beraberliğini.
Hukuk sisteminde iki nikah olmuyor zaten...
O bizim baskıcı laik sistemin dayatması. Nikah, iki şahitle onaylanan ve topluma duyurulan bir olgudur. İki insanın, toplumun fertlerinin bilgisi altında biraraya geldiklerinin ilanıdır.
"Eşcinsellik haramdır" dediniz, ama onlar dine inanmıyor mu?
Onlar Allah'ın haram kıldığı bir şeyi reddetmiyor ama iradeyi kullanamadığı için bunu yapıyorsa, günahkar olurlar. Ekrana çıkıp "Ben uygun bir erkek bulsam" diyenleri meşru görenler ise kafirdir.
BİRLİKTELİK SEVAP ALINACAK BİR İBADETTİR
İslam'a göre, eşler arasında ilişkinin yasak olduğu zamanlar var mı?
Eşler arasında ilişkinin yasak olduğu günler, geceler yok. Kandil ve bayram gecelerinde de ilişkiye girilebilir. Ancak Kadir Gecesi olduğuna yürekten inandığımız gecede, ilişki yasak değildir ama ertelenmelidir. Kişinin eşiyle ilişkisi de sevap alınacak bir ibadettir.
Gizli tutulan evlilik geçerli midir?
Evlilikle zina arasındaki temel fark, alenilik ve sürekliliktir. Evlilikte açıklık ve devamlılık vardır. Yakın çevre veya asgari iki şahit tanıklık eder. Erkek ve kadının yakınları tarafından bilinmeyen, gizlenen ve yalnızca uzak çevreden iki şahidin bildiği nikahlar, Kuran yasakladığı ve gizli dost edinme şüphesini içerdiği için son derece sakıncalıdır.
Mastürbasyon haram mıdır?
Mastürbasyonu yasaklayan doğrudan bir ayet ve hadis yoktur. Eşlerden birinin mastürbasyon yapması diğerine zulüm olacağı için haramdır. İhtiyaç yokken mastürbasyon yapılması ise hayat maddesinin israfıdır. İsraf da haramdır.
ESTETİK İŞLEMLER HARAMDIR
Kadınların kocaları için makyaj yapması tavsiye edilir mi?
Makyaj yapmaları cihaddır. Her insan orijinaldir, altı milyar birbirinden farklıdır. Bugünkü insanlar önceki nesillerden farklı. Sonrakiler de bizden farklı olacak. Orijinalliği etkileyen, farklılığı kaldıran bütün estetik işlemler haramdır. Kaşın doğal yapısını değiştiren uygulamalar da böyledir.
Gebelikten korunma yolları meşru mudur?
Çocuk bir kader mevzuudur. Korunma yöntemlerine başvurmak İslam'da sıcak bakılmayan fakat kesinlikle de yasaklanmayan bir konudur. "Koruyucu yöntemler için de erkek ve kadının ruhsal ve bedensel sağlığını tehdit edebilecek uygulamalar, haramdır" denebilir, çünkü nefse zulüm olur. Kordon bağlatma ise yaratılış düzenine müdahaledir ve haramdır. Hiçbir şekilde onaylanamaz.
Uzun süre ayrılık, nikah tazelemeyi gerektirir mi?
Uzunca bir süre ilişkiye girilmemesi nikahın yenilenmesini gerektirmez. Boşanma olmaksızın eşlerin birbirlerini ihmal etmesinin haramlığı açıktır.
CİNSEL ÖĞRETİM NİÇİN ÖNEMLİDİR?
Cinsel hayatla ilgili ilahi emirleri ve yasakları öğrenmek farz görevimizdir. Bunlara göre yaşamak da bizim için ibadettir.
Çocuklar İngilizce öğrenmeye nasıl motive edilir?
Cennete gideceklere vaat edilen huriler estetik zevk için mi, seks için mi?
"Bir kadın kocasından bıktıysa, ölmeden boşansın. Böylece ahirette eski kocasıyla uğraşmaz" Bu sözler, cennete giden kadınların evlilerse kocalarına verileceklerini iddia eden Cübbeli Ahmet Hoca'ya ait.. Hal gerçekten böyleyse; yani bu dünyada yaptığımız eş seçimleri bizimle beraber öbür dünyaya da gelecekse, vakit geç olmadan oturup bir kez daha düşünmekte fayda var...
Teke Tek'te Fatih Altaylı'nın sorularını yanıtlayan Cübbeli'nin ahiret kehanetleri bununla da bitmiyor. Cübbeli'ye göre, kadınlara bir erkek, erkeklere ise huriler verilecek. Programın reyting rekoru kırarak geniş bir izleyici kitlesine de ulaştığını göz önünde bulundurunca, binlerce kişinin kafasında aynı soruları doğuran bu açıklamaları tartışmaya açmak şart oldu.
Cennette erkeklere bol huri, kadınlara ise bir tek eş mi verilecek? Yani Nihal Bengisu Karaca'nın da yazdığı gibi, ahirette de mi cinsiyet ayrımcılığı olacak? Cennette kadın ve erkekleri neler bekliyor? Bakın, ilahiyatçılar ve din adamları bu konuda neler söylüyor...
GÜLİN YILDIRIMKAYA
İLAHİYATÇI YAZAR BEYZA BİLGİN:
Cennette cinsellik olmayacak, orada her şey manevi
Bu konuyla ilgili olarak kesin bir şey yoktur. "Herkes en sevdiği ile evlenecek" diyorlar ama bu görüşle de ilgili olarak açık bir beyan yok. Huri meselesinde ise, erkeklerin hayatları boyunca beraber olduğu kadınlar cennette huriye dönüşecek yorumları da var. Ancak kadınlar için de aynı görüşler söyleniyor. Bir görüş, "Erkeklere çok sayıda huri verilecekse tam karşılığı olarak kadınlara da çok sayıda erkek verilecek" diyor. Yani cennette "Kadınlar için de eşler olacak" deniyor. Türkçe'mizde bunun "Huri" ya da "Huriye" diye şakalaşması da yapılır. Eğer erkekler için dişiler verilecekse, kadınlar için de erkekler verilecektir. Ancak cenneti herkes cinsel doyum olarak düşünmüyor. Bu herkesin yorumuna göre değişen bir mesele. Herkes, bu dünyada neyin arayışı içerisindeyse cennette de onu bulacak. Cennet sizin arzularınıza, isteklerinize göre şekillenecek. Bu dünyada algıladığınız cinsellik gibi bir şey cennette olmayacak. Her şey orada manevi açıdan şekillenecek. Ben de bu görüşten yanayım.
İLAHİYATÇI YAZAR ADNAN ŞENSOY
Kadına tek erkek, erkeğe iki kadın verilecek
Kuşkusuz, cennette her lezzetin yanında cinsî ilişki de vardır. Kur'an'da kişilerin eşlerinden ve ayrıca hurilerden bahseden ayetler dolayısıyla bu tür ilişkiden de söz etmiş oluyor.
Kur'an'da vurgulandığı üzere (30/Rûm, 21) karşı cinsler hayatlarını birleştirmekle bedenî ve ruhî tatmin bulmaktadırlar. Aynı tatminin uhrevî hayatta da devam etmesi tabiidir.
Bir erkeğin kaç eşe sahip olacağı hususunda sahih rivayet Buhâri ile Müslim'de yer alan hadistir. Buna göre cennetteki her erkeğe "zarif ve şeffaf tenli" iki kadın verilecek ve orada evlenmemiş kimse kalmayacaktır. Kadınların ikisi de hûri veya dünya kadını olabileceği gibi birinin hûri, birinin de dünyalı olması muhtemeldir.
Dünya imtihanını kazanıp cennete girmeye layık olan takvalı bir kadın hurilerden üstün olacaktır. Huriler bir nevi cariye veya hizmetçi gibi cennetlik olanlara hizmet edecektir.
Kocası ölünce ikinci bir erkekle evlenmiş olan bir kadının cennette hangisiyle olacağına dair Ümm-ü Habibe'nin yönelttiği soruya karşın, Peygamberimiz, güzel ahlaklı olanla birlikte olacağını bildirmiştir. Başka bir rivâyette ise, kadının dünyada evlendiği kimselerden dilediği birine eş olacağı bildirilmiştir. Diğer bir rivâyette de, son evlendiği kimsenin eşi olacağı ifade edilmiştir. Bunların hepsi, cennette bir kadının birden çok erkeğin eşi olmayacağının delilidir.
Erkan UTKU Antalya İncil Kilisesi Rahip Yardımcısı
Hıristiyanlıkta evlilik ve cinsellik dünyevidir
"İncil'de Luka 20: 27-36 arası ayete baktığınız zaman İsa'nın bu konudaki söylemi şudur: Yahudi din bilginleri İsa'ya sorarlar: "Bir kadın vardı, evliydi, kocası öldü. Yine evlendi, diğre kocası da öldü ve bu yedi kez tekrarlandı. Şimdi kadın da öldü. Öldükten sonra ne olacak? Orada kiminle evli olacak? diye. İsa'nın anlatımı şu yöndedir: "Evlilik ve cinsellik dünyasal bir iştir. Kadın ya da erkek, öldükten sonra gökte ne evlenir, ne de evlendirilir. Meleksi bir görünüm alır ve Tanrı ile sonsuza kadar yaşar." Hıristiyanlıkta, cennette cinsellik ve evlilik söz konusu değildir."
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Sait ŞİMŞEK:
Huriler için "El değmemiş" deniyor, "siz dokunacaksınız" denmiyor
Kur'an-ı Kerim'de cinsellik konusu net olarak zikredilmiyor. Hurilerden söz ediliyor ama o da çok net ve açık değil. Hurilerin cinsellik objesi oldukları şeklinde bir durum söz konusu değil. Cinsellik cennette olacak ya da olmayacak şeklinde bir şey yok. Sadece canınız dünyada ne isterse o olur ifadeleri var. Divanlar üzerinde karşılıklı oturmaktan söz ediliyor ama cinsellikten bahsedilmiyor. Huri kelimesi "iri siyah gözlü" demek. Bunların cinsiyet olarak dişi oldukları anlaşılıyor. Huriler için Kur'an'da "Onlara daha önce cin ve insan eli değmemiştir" deniyor, burada cinsellik kastediliyor, dolaylı olarak onlara siz dokunacaksınız sonucunu çıkarmak mümkün ama açık olarak "Siz dokunacaksınız" da denmiyor.
İLAHİYATÇI YAZAR AHMET TEKİN
Herkes eşiyle nasıl birlikte olur, belki biri cehenneme gidecek
Herkes bu dünyadaki eşiyle cennette birlikte olacak mı? Kimin ne amel işlediğine bağlı. Yani eşlerin günahı sevabı nedir, belki biri cennete biri cehenneme gidecek. Ayrıca ölümle birlikte dünyadaki nikah sona ermektedir. Ancak eşler ve aile efradı birbirlerine faydalı olabileceklerdir.
Nihal Bengisu Karaca Gazete Habertürk yazarı
Ahirette de mi cinsiyet ayrımcılığı var!
Cübbeli'ye ilk tepki Habertürk yazarı Karaca'dan Pazar günkü köşesinde geldi:
"Cübbeli Ahmet'in cennet tasviri mesela, beni epey güldürdü. Muhafazakârlık adını verdiğimiz "dünyevi" ideolojinin bütün açmazlarını ikiyle çarpıp ahirete taşıdı muhterem. Hesapta "Herkes cennette her istediğini elde edecek". Fakat o da ne? Birden anlaşılıyor ki, "herkes"ten kasıt, erkekler... Erkeğe verilecek hurileri müjdeledikten sonra kadına da dünyada evli olduğu adamla evli olma "hakkını" lütfediyor Cübbeli'm.
Bu tasvir, ortalama modern eğitim almış ve kendisine biraz saygısı olan her kadını irrite eder. Kocasını çok sevse, hatta "Sonsuza kadar mutlu yaşadılar" hikâyesine inansa bile. Dinin kendi içinde tutarlı olan mantığına da ters. Madem dindar kadınlar, kamu düzeni ve kamu ahlakı adına dünyada iken birtakım sorumluluklar yükleniyor ve madem cennette bu sorumluluklar için bir sebep kalmıyor, neden cennette bile evli olunuyor? Orada da mı çocuk doğuracağız? Bu nasıl bir saçmalık? İddia edilen odur ki, cennette iki şeyden biri olmayacaktır. Ya kıskançlık, ya da cinsellik."
KADIN, KOCASINI DÜŞÜNÜRKEN ŞEHVETLENSE SONRA TİTREYEREK, KASILARAK SARIMTIRAK BİR AKINTI YÂNİ MENİ GELSE, GUSÜL GEREKIRMİ?.
GÜSLÜ GEREKTİRMEYEN HALLER
SUAL: Guslü gerektirmeyen haller nelerdir?
CEVAP
Halk arasında guslü gerektirdiği sanılan bazı hâller, guslü gerektirmez. Guslü gerektirmeyen haller:
1- Bir erkek, bir kadını yahut bir erkeği çıplak görse, gusül gerekmez. Bakarken şehvetlenip meni gelirse gusül gerekir, mezi gelirse, yine gusül gerekmez.
2- Bir kadın, kendi kocasını veya bir kadını çıplak görse gusül gerekmez.
3- Karı-koca oynaşırken, çıplak resme bakarken veya düşünürken mezi gelse, fakat meni gelmese gusül gerekmez.
4- İdrar yaptıktan sonra veya büyük abdestten sonra gelen yapışkan prostat sıvısı ve vedi guslü gerektirmez.
5- Ağır bir şey kaldırmak veya bir yerden düşmek gibi bir sebeple meni çıkınca, Şafii’de gusül lazım olur, diğer üç mezhepte lazım olmaz.
6- İhtilâm olduğunu hatırlayan, uyanınca çamaşırında meni görmezse gusletmesi gerekmez. İhtilam olan, uyanınca, yatakta, elbise veya bacağında yaşlık görürse, bunun mezi denilen beyaz akıcı sıvı olduğunu anlarsa veya uyanık iken mezi akarsa, gusül gerekmez.
7- Cünüp olup guslettikten sonra, kadından kocasının menisi çıksa gusül gerekmez.
8- Kadın veya erkek, etek [kasık] tıraşı olsa gusül gerekmez.
9 - Kadınların süründüğü kokuyu erkekler koklarsa, koku sürünene de, koklayana da gusül gerekmez. Abdesti bile bozmaz. Ancak bayanların kocalarından başka kimseler için koku sürünmesi caiz değildir.
10- Cünüpken giyilen kıyafeti, üstünde necaset yoksa, tekrar giymekte ve o elbiseyle namaz kılmakta mahzur yoktur.
Meni, vedi, mezi nedir?
Sual: Meni, vedi, mezi, prostat salgısı nedir? Guslü gerektirir mi?
CEVAP
Meni, cinsel ilişki veya mastürbasyon sonunda haz ve heyecanla gelen yapışkan sıvıdır. Erkek menisine sperm denir. Kadından gelen meni sarımtıraktır.ÖLECEĞİN GÜN İÇİN TELAŞLANMA...
8 notes · View notes
Text
Adamlar anlatır kadınlar dinler, biri gelir biri gider
Komik olan bir şey yok düşündüğün kadar, zaten herkesin işi var
Ne kadar zor bir şey uyum sağlamak size
Anlamıyorsun çünkü ben konuşurken reklamlara bakıyorsun
Yürüyoruz diye mi düşüyoruz
Gökyüzü o kadar güzelse peki neden göremiyoruz?
İstanbul güzel şehir ama yaşanacak yer değil
Neden istediğimiz gibi gitmiyor
Bu hikaye gerçekten bizim midir
İstanbul güzel şehir ama yaşanacak yer değil
Neden istediğimiz gibi gitmiyor
Bu hikaye gerçekten bizim midir
Nerden bakarsan bak gittikçe eriyor, azalıyor dünya
Ve insanlar neden biraz daha samimi olamıyorlar
Canımı yakıyo kadınların öptüğü yanlış adamlar
Anlamıyorsun çünkü onca şey varken hala gülüyorsun
Yürüyoruz diye mi düşüyoruz
Gökyüzü o kadar güzelse peki neden göremiyoruz?
13 notes · View notes
gogunbaskabiryuzu · 3 years
Text
...
Sığınacak şeyler; kitaplar kediler birkaç fincan kahve müzik balkon. İnsan insana sığınır mı hiç güzel kızım? Ögrenemedin mi henüz bunu? Her şey aynı, aynı kelimeler aynı sağırlıklar aynı çıkmaz yollar... Kaç kez daha düşeceksin ya da neden içinde bitmeyen bir umut göğe bakarsın? Ne sandın ki gelen gitmez herkes sever mi herkes seni görür herkes anlar mı? Baksana kafanı kaldırıp dünyaya herkes o kadar çok benzemiş ki herkese insanlar arasında ayrım bulamaz oldun herkes aynı şeyi okuyor aynı şeyleri dinleyip aynı şeylere gülüyor burada bile önüne çıkan sayfaların hepsi kendini tekrar edip durmuş ne sandın ki iğrelti durmayacağını mı? Kalbini sustur vicdanını köreltmeyi öğren yoksa nasıl dayanırsın bu insan kılığına girmiş cehenneme?  Vazgeç güzel kızım aynı sokağa girip birinin çığlığını duyacağına olan inancını içindeki mezarlığa göm yoksa yaşanacak gibi değil bu dünya. Yaşatılacak dünya değil.
1 note · View note
yolaemanet · 4 years
Photo
Tumblr media
“Peki ama erkekler, baba oluncaya kadar babalık alıştırması yapmazsa, onları bir anda iyi bir ebeveyne dönüştürecek iksiri nereden bulacağız? Kucağına hiç oyuncak bebek almamış birinin yeni doğmuş bebeğine öz güvenden yoksun kısacık dokunuşuyla açılmaya başlayan uçurumu hangi taşlarla dolduracağız?” (Kız çocuklarının anneliğe daha çok küçük yaşlarından alışmaya mecbur bırakılmasına istinaden.)
“İçine ata ata kendini hasta eden, çektiği azaba, ona zulmeden kişilere yaptıkları fedakârlıklara şahit olarak büyüdüğümüz ve hep onlara kaybettiklerini verme hayaliyle yaşayıp hep de kendimizi kayıplarını telafide eksik hissettiğimiz annelerimizle mutlu muyduk? Yoksa kendini ezdirmeyen, hayatın tadını doyasıya çıkaran, dünle bitmemiş hesaplarıyla uğraşacağına yarınla ilgili gezi planları yapan, ne kırılan, ne darılan, yalnızca fikrini ve tavrını ortaya koyarken bizi de hayata karşı bilgili ve güçlü kılan bir anne modelini mi tercih ederdik?”
“’Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır.’ Demek ki kadın, bir kişinin başarılı kılınması için neler yapılması gerektiğini biliyor. Öyleyse neden aynı beceriyi kendisi için gösteremiyor? (…) Onlar erkeğin başarısının dayanağı olmak üzere eğitilmiştir. (…) Bireysel kararlar alacak kadar kendine sahip değildir ancak küçük yaştan itibaren tüm aileye sahip çıkması beklenir.”
“Güzellik insanı bakanın tarafında simgeleştirir, ikon haline getirir ve içine bir kalıp yerleştirmek üzere oyar. Olmadığınız bir şey üzerinden kurgulanır, sürekli kazanma değil, ‘elde etme’ isteğiyle karşılaşır ve her zaman bir tehdit olarak algılanırsınız; hem erkeğin hem de diğer kadınların tarafında. Öyle ki aymazlığı yüklenip hovardalık etmez ya da güçlü kocanın kanatları altına sığınmazsanız itildiğiniz yer kadınlığınızı yaşamak değil, kadınlığı sırtlanmak olacaktır.”
“Kernberg’in tanımına birebir uyacak şekilde fethetmeyi ve sahip olmayı merkeze alan klasik masallar çocuğa basmakalıp bir aşk ideolojisi pompalıyor. Kurtaran ya da kurtarılan olma fantezisi, fetheden ya da fethedilen olma arzusu. Demek ki sahici bir ilişki kurmaya odaklanan değil; kurtarılacak, çaresiz birini arayan ve bulamazsa tatmin olamayan prensler… Kendi ayakları üzerinde durabilmesi için onca eğitim almış ama içinde hâlâ kurtarılma fantezisi taşıyan prensesler. Oysa kurtarıcı olma fantezisinin yerini alabilecek çok daha güzel bir şey var: Kimsenin kimseyi kurtarmasına gerek kalmadığı bir dünya idealinde yaşanacak özgür bir aşk. Kurtarılan olma fantezisi ise bilinçaltını kurtarılacak duruma düşme çabasına yönlendirme ve aşkı burada sınama tehlikesini içeriyor. Bugün hangi ana baba donanımlı bir birey yetiştirmek için varını yoğunu harcadığı halde; kızının geleceğinde önce kaçırılıp hapsedilmesi, sonra da onu kurtaracak birini beklemesini görmek istiyor?”
***
(Klasik) masallar ve onların görmediğimiz, belki çocukluğumuza ait o saflık duygusunu zedelememek için görmekten bile isteye kaçındığımız alt metinlerini cesurca ele almış bir kitap. Halkbilimi alanında incelenebileceği gibi başlı başına da feminizm rafına konulabilir pek tabii. Tüm bunları biliyordum ve üzülerek kabul de etmiştim ama kitabın elli beşinci sayfasında denk geldiğim, Hansel ve Gretel üzerinden verilen bir örnekle beynimden vurulmuşa döndüm desem yeridir. Hepsini yazmam hâlihazırda uzun olan bu yazıyı daha da uzatacağı için kısaca şöyle paylaşabilirim:
“Masala başından itibaren bakalım ve eğer bu bir masal olmasaydı şu durumlara ne tepkiler vereceğimizi düşünelim:
Yiyeceğini paylaşmak istemediği için çocuklarını ormana terk etme planları yapan anne baba ve onların konuşmalarına kulak misafiri olan çocuklar,
Travmatik bir bekleyiş süreci: Sabah seni korumakla yükümlü ilk kişi olan öz baban tarafından ormana terk edileceğini bilmek ve bilmiyormuş gibi davranarak uyumak. Ona bunu dayatanın da –daha sonra durumu yumuşatmak için üvey anneye çevrilen- öz anne olması,
Ebeveynin yalanına karşı kendini kurnazlıkla korumaya çalışmak,
 (…)
Yamyam bir cadı… Onun yemeği olacağını bilerek bekleyen ve bu sırada da hapis altında olan bir çocuk… Bu duruma seyirci kalan bu cadı tarafından köle olarak kullanılan kardeşi,
 (…)
Babanın iradesizliğinin, suç ortaklığının hiç sorgulanmaması, hesaplaşmanın olmaması ve son derece patolojik bir yeniden birleşme.
Sonuç, sevginin bile patolojik olduğu bir masalın çocuklar mışıl mışıl uyusun diye anlatılmasındaki tuhaflık…”
Kitap, yeri geldikçe feminizmin bir erkek düşmanlığı değil bir sistem eleştirisi olduğunu hatırlatması bakımından sempatimi kazandı. Çünkü çoğu kadının, yazar, akademisyen bile olsa öfkesinden ötürü ileri gidip yaptığı bir şey. Ben de sık yaptığımı fark ediyorum bunu bazen. Çok nadir de olsa erkeklerin silikleştirilip kadınların neredeyse bir uzvu haline getirildiği masallar da tıpkı diğerleri gibi eleştiriliyor.
Propp’un biçimbilimine daha çok yer verilebilir miydi diye düşünüyorum. Aslında kitapta bahsedilen masalların hepsi buna örnek. Daha geniş okumalar yapmak isteyenlere muhakkak Propp’un “Masalın Biçimbilimi”ne bakmalarını öneriyorum. Ayrıca bununla beraber daha başka okumalar da yapılabilir. Çok da güzel olur. Örneğin ben –en sevdiğim film olan- Bir Zamanlar Anadolu’da’yı biçimbilimle beraber düşünerek izledim ve sanıyorum tam da bu yüzden en sevdiğim film.
Bu kitapla beraber karşıt masalları okumaya, animasyonlarını izlemeye ağırlık vereceğim. Bu konuda en sevdiğim örnek Shrek serisi hatta. Bu da çoğunlukla cinsiyetçilik üzerine kurulmuş klasik masallara karşıt yazılmış-çekilmiş bir “karşı masal”. Burada yalnız dev değil, eşi Fiona da güçlüdür. Yalnız dev kahramanlık yapıp kadını kurtarmaz, kadın da bir o kadar kendi için mücadele eder ve hatta erkeğe karşı gelip onun boyunduruğuna girmez. Öyle ki ona, “Sen nereden bileceksin? O kalede hiç tek başına kaldın mı? Ejderhanın biri kalenin dışında beklerken her gece seni kurtaracak kişiyi bekledin mi?” diye hakkıyla isyanını eder ve “Beni sen değil, ben kendim kurtardım,” der. Hayat öpücüğünü Shrek değil, Fiona verir. Gerektiğinde doğaya karşı, gerektiğinde kötüye karşı Fiona da savaşır. Onun da idealleri ve duygularının olduğu gözden kaçmaz. İki kahraman da ne dünyanın en güzel prensesi ne de dünyanın en güçlü ve en yakışıklı prensidir. Yani masallarla, toplumsal cinsiyetle tek başına çok güzel dalga geçebilmiş bir film serisidir. Çocuklara izletilecekse böyle filmler izletilmeli, böyle masallar anlatılmalıdır. Çünkü Özgür İpek'in de dediği gibi, “Her çocuk okuduğu masalda kendi kendine ‘İyi biri mi olmak istiyorum?’ sorusunu değil, ‘Kim gibi olmak istiyorum?’ sorusunu sorar.”
6 notes · View notes
banasorarsan · 4 years
Text
📽️📺
Merhabalar...
2013 yılında serinin ilk kitabı çıkmış, 2014'te dizisi başlamıştır. Kitapla, dizi arasındaki aynı olan noktalar, karakterlerin isimleri, ana konu. Bu kadar! Hikayenin ilerlemesiyle falan dizinin hiç bir alakası yok. Gerçi ben ilk 3 kitabı okudum, bıraktım. Çünkü, dizi kesinlikle kitaptan daha güzel. Genelde kitaplar daha güzel olur fakat bu sefer tersi olmuş.
Aslında bayağı bilindik bir dizi. 6 sezon yayınlandı, 7. sezonu yolda. Final sezonu olacak diyorlardı geçen sene, doğruluğundan emin değilim.
Türü; Kıyamet sonrası bilim kurgu, aksiyon, dram, ara ara romantik.
Bahsi geçen dizimiz; The 100
Tumblr media
Kardeşim izlerken, göz ucundan bakarak başladım diziye. Mezun olduğum ilk sene, boşluktan bayağı sarmıştım. Dizi başlarken ergen dizisi gibi başlıyor, bir anda coşuyor, bir yerden sonra fooosss diye sönmeye başlıyor. Artık konular tekerrür etmeye başladı. Hep aynı muhabbetler sıkıyor insanı. İlk 4 sezon harikaydı, 5. sezon idare ederdi, 6. sezon çok kötüydü. Bence 7. sezon en berbatları olacak ama izleyeceğim artık.
Tumblr media
Nükleer savaş dünyayı yok ederken, bazı akıllı insanlar, 12 istasyonlu bir uzay aracına atlayıp, uzayda koloni kurmuşlar. 97 yıl boyunca o uzay aracında yaşamışlar. Kısacası uzay boşluğunda ufak bir medeniyet kurulmuş. Kendilerine ait yasaları, cezaları falan var. Çin gibi aileler sadece 1 tane çocuk sahibi olabilir fakat 2. çocuk olursa öyle Çin gibi vergi almıyorlar çocuktan. Anasını babasını, uzay boşluğuna atmak suretiyle idam ediyorlar. 18 yaşından sonra işlenen çoğu suç, uzay boşluğunda sonlanıyor. Eğer kişi 18 yaşından küçükse 18 yaşına kadar bir hücreye hapsediliyor. 97 yıl boyunca bu şekilde hayatlarına devam ederken, hapsedilmiş 100 gencin kollarına bir bileklik bağlayıp, onları dünyaya salmaya karar verirler. Amaç, 'dünya yaşanacak bir yer mi?' diye çocuklara kontrol ettirmek. Onlar ölmezse tüm koloni dünyaya, inip tekrar bir hayat kuracaklar. Olaylar pek de planlandığı gibi gitmiyor ayrıca pek de yansıtıldığı gibi değil.
Tumblr media
İzlerken bazı karakterlerden nefret ederken, bazı karakterleri çok seveceksiniz. "Lan zaten her dizi-film de olay bu değil midir?" diyecek olursanız belirteyim ki ne zaman kimi sevip ne zaman kimden nefret edeceğiniz hiç belli olmuyor. Başrol başrol gibi değil, yan rol yan rol gibi değil, iyi-kötü birbirine girmiş, ne zaman ne olacağı belli değil, hiç bir şey göründüğü gibi değil.
İmdb puanı 7.8, fakat bence biraz fazla. Ben olsam 6.8 verirdim belki düz 7. Ergenler oyladıysa demek ki. 🙄
Zaman geçirmelik, çerez niyetine bir dizi.
Tumblr media
7 notes · View notes
Text
Yumurta (The Egg)
By: Andy Weir Translation: Selin Çıray
Öldüğünde evine gidiyordun.
Trafik kazasıydı. Özellikle dikkat çekici bir şey değil, ama yine de ölümcül. Arkanda bir eş ve iki çocuk bıraktın. Acızı bir ölümdü. İlk Yardım Ekibi seni kurtarmak için ellerinden geleni yaptı, ama işe yaramadı. Vücudun o kadar kötü bir şekilde parçalanmıştı ki, inan bana senin için daha iyi oldu.
İşte o zaman benimle tanıştın.
“Ne... Ne oldu?” diye sordun. “Neredeyim?”“
Durum tespiti olarak, “Öldün.” dedim. Kıvırmanın alemi yok.
“Orada bir... Kamyon vardı, kayıyordu...”
“Hı-hı,” dedim.
“Ben... Ben öldüm?”
“Hı-hı. Ama üzülme. Herkes ölür,” dedim.
Etrafa bakındın. Hiçlik vardı. Sadece sen ve ben. “Burası neresi?” diye sordun. “Öbür dünya mı?”
“Aşağı yukarı,” dedim.
“Sen tanrı mısın?” diye sordun.
“Hı-hı,” diye cevap verdim. “Ben Tanrı’yım”.
“Çocuklarım... karım,” dedin.
“Ne olmuş onlara?”
“İyi olacaklar mı?”
“İşte görmek istediğim bu,” dedim. “Daha biraz önce öldün ve ailen için endişeleniyorsun. İşte bu iyi bir şey.”
Bana büyülenmiş gibi baktın. Sana Tanrı gibi görünmüyordum. Adamın biri gibi görünüyordum. Belki de bir kadın. Belli belirsiz bir otorite figürü, belki. Yaradandan ziyade edebiyat öğretmeni.
“Merak etme,” dedim. “İyi olacaklar. Çocukların seni her yönünle mükemmel olarak hatırlayacak. Sana nefret besleyecek zamanları olmadı. Karın görünürde ağlayacak ama içten içe rahatlayacak. Dürüst olmak gerekirse, evliliğin dağılıyordu. Rahatlamış hisettiği için kendisini çok suçlu hissedecek, teselli olacaksa.”
“Ha,” dedin. “Peki şimdi ne oluyor? Cennete, cehhenneme, bir yerlere gidiyor muyum?”
“Hiçbiri, ” dedim. “Reenkarne olacaksın.”
“Hı,” dedin. “Hintliler haklıymış demek,”
“Bir bakıma bütün dinler haklıdır,” dedim. “Yürüyelim”.
Boşlukta yürürken beni takip ettin. “Nereye gidiyoruz?”
“Belirli bir yere değil,” dedim. “Sadece yürürken konuşmak güzel.”
“O zaman bütün bunların amacı ne?” diye sordun. “Yeniden doğduğumda bomboş bir tahta olacağım değil mi? Bir bebek. Yani bütün deneyimlerimin, bu hayatta yaptıklarımın hiçbir manası veya etkisi olmayacak.”
“Hiç de değil!” dedim. “İçinde bütün geçmiş hayatlarının bilgi birikimini ve deneyimlerini taşıyorsun. Sadece şu anda onları hatırlamıyorsun.”
Durdum ve seni omuzlarından tuttum. “Ruhun, hayal edebileceğinden çok daha mutheşem, güzel ve büyük. İnsan aklı varlığının ancak çok küçük bir kısmını içerebilir. Bu sıcak olup olmadığını anlamak için parmağını bir su bardağına batırmak gibi. Kendinin çok küçük kısmını bir kaba koyuyorsun ve çıkardığın zaman yaşadığı bütün deneyimleri kazanmış oluyorsun.”
“Son 48 senedir bir insanın içindeydin, dolayısı ile uzanıp engin bilinçaltının devamını hissedebilmiş değilsin. Burada yeteri kadar kalırsak, her şeyi hatırlamaya başlardın. Ama her yaşamın arasında bunu yapmaya hiç gerek yok.”
“Kaç kere reenkarne oldum o zaman?”
“Oho, çok kez. Çok, çok kez. Ve bambaşka bir sürü hayata.” Dedim. “Bu sefer, milattan sonra 5402ta yaşayan Çinli bir köylü kız olacaksın.”
“Bir saniye, ne?” diye kekeledin. “Beni zamanda geriye mi gönderiyorsun?”
“Yani, teknik olarak evet. Zaman, bildiğin üzere, sadece senin evreninde var. Benim geldiğim yerde işler farklı.”
“Senin geldiğin yerde?” dedin.
“Tabi ki”, dedim, “ben de bir yerlerden geliyorum. Başka bir yerden. Ve benim gibi başkaları var. Oranın nasıl olduğunu bilmek isteyeceksin, biliyorum, ama açıkçası anlatsam da anlamazdın.”
“Hı,” dedin, biraz hayal kırıklığına uğrayarak. “Bir saniye. Eğer zaman içerisinde başka başka yerlere reenkarne oluyorsam, bir noktada kendimle karşılaşmış olabilirim.”
“Tabi. Sürekli oluyor. Ama iki hayat da sadece kendi ömürlerinden haberdar oldukları için farkına bile varmıyorsun.”
“O zaman bütün bunların ne gereği var?”
“Cidden mi?” diye sordum. “Cidden? Bana hayatın anlamını soruyorsun? Biraz beylik bir soru değil mi?”
“Gayet akla yatkın bir soru,” diye ısrar ettin.
Gözlerinin içine baktım. “Hayatın anlamı, bu evreni yaratmamın tek sebebi, senin olgunlaşman.”
“İnsanoğlunu mu kastediyorsun? Olgunlaşmamızı mı istiyorsun?”
“Hayır, sadece sen. Bütün evreni senin için yaptım. Her hayatla beraber büyüyor, olgunlaşıyor ve daha büyük bir zeka oluyorsun.”
“Sadece ben mi? Diğerleri?”
“Başka kimse yok,” dedim. “Bu evrende, sadece sen ve ben varız.”
Bana boş gözlerle baktın. “Ama dünyadaki o kadar insan...”
“Hepsi sen. Senin başka cisimlerin.”
“Bekle. Herkes ben miyim?!”
Sırtına bir tebrik şaplağı ile beraber “İşte şimdi taşlar yerine oturuyor,” dedim.
“Bütün zamanlarda yaşayan bütün insanlar ben miyim?”
“Ve yaşayacak olan, evet.”
“Abraham Lincoln ben miyim?”
“Onu öldüren John Wilkes Booth da sen,” diye ekledim.
Dehşet içinde “Hitler’im?” dedin.
“Ve öldürdüğü milyonlarsın.”
“İsa’yım?”
“Ve onu takip eden herkes.”
Sessizliğe gömüldün.
“Ne zaman birine haksızlık etsen,” dedim, “kendine haksızlık ediyordun. Yaptığın bütün iyilikleri de kendine yaptın. Yaşanmış ve yaşanacak olan bütün mutlu ve üzgün anlar, senin tarafından yaşanacak.”
Düşünceye daldın.
“Neden?” diye sordun. “Bunları neden yaparsın ki?”
“Çünkü, bir gün, sen de benim gibi olacaksın. Çünkü bu sensin. Sen benim türümdensin. Sen benim çocuğumsun.”
İnanamayarak, “Ne?!” dedin. “Benim de bir tanrı olduğumu mu söylüyorsun?”
“Hayır. Daha değil. Sen ceninsin. Hala büyüyorsun. Bütün zamanlardaki bütün insan hayatlarını yaşadığın zaman, doğacak kadar büyümüş olacaksın.”
“Yani bütün evren,” dedin, “sadece...”
“Yumurta.” diye yanıtladım. “Yeni hayatına başlamanın zamanı geldi.”
Ve seni yoluna gönderdim.
1 note · View note
derdiderun · 5 years
Note
Aynı şey siz erkekler için de geçerli. Ne bu kadın üzerinden din yürütme çabalarınız? Allah kadına sen edepli ol dedi de erkeğe her istediğini yapabilirsin mi dedi? Din sadece örtünmekten mi ibaret? Kadınlara bu kadar maval okurken -ki kendi cinsiyetinizden bile değilken- kendinize ne kadar dönüp bakıyorsunuz? Türkiye, dünya üzerinde kadınların en çok vahşete uğradığı yer. Tam tersi olması gerekmiyor muydu? Lütfen biraz da kendi cinsiyetiniz hakkında yargılarınızı dağıtın, bilgilendirin.
Bize niye böyle gereksiz bir tepki verdiniz anlamadım fakat, herhalde içinizdeki feminist, kurban olarak bizi seçti, neyse sıkıntı yok. 
قُلْ لِلْمُؤْمِن۪ينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْۜ
“Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar.” (Nur Suresi - 30)
وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلٰى جُيُوبِهِنَّۖ
“Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet yerlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine kadar salsınlar.” (Nur Suresi - 31)
Ayeti kerimelerin sırasına bakıldığında Allahu Teala önce erkeğe söylüyor sonra kadına. Bunun böyle olmasında harama bakmak hususunda erkekler kadınlara nazaran daha zayıf olduğunu ve burada erkeğin namahreme bakması hususunda, kadının görünüm olarak ilgi çekmesiyle daha çok payı olduğuna işaret vardır.  Ayeti kerimelerde erkeklerinde bakışlarını yere indirmesini ve ırzını korumasını sonra kadınların bunu yapmasını emretmiştir. Dolayısıyla erkek kendisi bunu yapmayıp sadece kadınlardan namus beklemesi söz konusu değildir. Aynı durum kadınlar içinde geçerlidir, karşılıklıdır. İslam’ın toplumda potansiyel bir sorunun önüne geçmek için getirdiği sistemde kadının da erkeğin de üzerine vazife düşmektedir. Sorumluluk iki tarafa da ait olduğundan, iki tarafın da yasağı ihlali halinde yaşanacak bir sorunda sorumluluk İslam’a göre iki tarafındır. Bir erkeğin üzerinden, çevresindeki kadınlar örtünmüyorsa sorumluluk kalkmayacağı gibi, “erkeklerin bakışları örtünmem halinde de devam ediyor” diyen bir kadının da üzerinden bu sorumluluk kalkmayacaktır. Bu durumda kişi, Allah (c.c.) katında sorumluluktan kurtulmuş, meselenin sorumlusu karşı taraf olmuştur. Zaten, yeryüzünde çıkan fitnelerin tek sebebi de, insanın Yaratıcı tarafından konulan düzen ve dengeyi bozmasıdır.
Bu konuda bizim bir yanlışımızı mı gördünüz ki böyle nefret dolu şuna bak der gibi tepki verdiniz, anlamadım. Biz kafamızdakini şekil olsun diye takmıyoruz ya da yüzümüzdekini sıcak tutsun diye bırakmıyoruz, buda erkeğin tesettürüdür, erkeğin de tesettürü vardır. Biz kendimize bakıyoruz, tesettürümüze dikkat ediyoruz elhamdulillah. Tepkinizi kime gösterdiğinize dikkat edin....
Bu asrın Fatıması olmak için bir Ali bulmak lazım o da bulunmaz diyen kadınlar Fatımanın örtüsünü görmezden gelmekteler. Sizler Fatımanın örtüsü ile bu zamanı asrı saadet, erkeklerini de Ali yapmaya memursunuz.
Din sadece tesettürden mi ibaret deyip diğer bütün emirlere uyuyorum imajını vermeniz kalbim temizlerden olduğunuzu ele veriyor gibi neyse o konuya girmiyorum…
Tesettür ile kadın cinayetlerini çıkarlarınız doğrultusunda kullanıp tesettürsüz oluşunuzu ya da tesettürsüzlük konusunda kendinize bir dayanak yapıp nefsinizi rahat ettirmeniz beyhudedir, yanlıştır. Ayrıca kadına şiddet konusunda başka sebepler söz konusudur(aile politikaları, kanunlar, feminist kafa vs) bu kısım ayrı bir konudur. Nitekim konumuza dönecek olursak, bu hususta eğitim ve terbiye ile ıslah olan kişi sayısı çoğunluğu teşkil etmez. Her insanın yapısı, fıtratı, manevi terbiye dersini özümsemesi aynı değildir. Kimi erkek, dışarda görebileceği bir kadını umursamazken, kimisi bakmaktan kendini alıkoymaz, kimi erkek gözleriyle kadını hapseder, bakışlarıyla ona rahatsızlık verir, kimi sapkın erkekler de bunu sözlü ya da fiili tacize dökmekten çekinmez. Yaşanan bu sorunlar, sayısız vaka ile örneklendirilebilir....
Kadınlara verilen tesettür emrinin mahiyetini öğrenmeniz gerekiyor. Allahu Tealanın bütün emirleri müminin izzet ve şerefini korumak içindir.
Bir araba fuarına gitseniz, araba firmaları yeni model arabalarını tanıtıma açmış, müşterilere sunmuştur. Beklenir ki, her arabanın başında o arabayı tasarlayan mühendis, usta başı bulunsun! Ancak, her arabanın yanında erkeklerin dikkatini o bölgeye çekmesi için konulmuş son derece açık kadınlar mevcuttur. Çünkü, erkek için kadın bedeni, dikkat çekiciliği teminde önemli bir unsur kabul edilir. Bu sebeple kapitalizm ve seküler dünya, saygı duyulması ve kıymet verilmesi gereken kadın varlığını, bir meta olarak kullanmakta, bir erkeğin dikkatini çekebilmek için kadın bedenini istismar etmektedir. Kadın imgesi, sadece erkek açısından değil, kadın açısından da dikkat çekiciliği teminde önemli bir unsur kabul edilir. Zira, kadının kıyafeti, saç stili, zinet eşyaları gibi dış görüntüsü, hem cinsi olan kadın için de dikkat çekici bir hâl almaktadır.
Verilen tesettür emrinde, kadın korunmuştur, aile korunmuştur, toplum korunmuştur. Kadın, hapsedilmemiş, aksine saygın bir konuma yükseltilmiştir. Kadın, dişi olması, görüntüsü sebebiyle değil, kişi olması sebebiyle ve kişiliğiyle saygı duyulması gereken bir varlık haline getirilmiştir. Kadın bedeninin meta, reklam unsuru olarak kullanılması tesettür ile engellenmiştir. Art niyetlilerin gözünde kadınların güzelliği kaybedilerek, bu vesileyle taciz oranlarının en düşük seviyelere düşmesi amaçlanmış, bu erkeklerin mevcut serseriliğini daha da arttıracak ortamların önü kesilmiştir. Kadına ve erkeğe verilen emirlerle, evlilik için var edilmiş zaafların zina, fuhuş gibi fitneye dönüşmesi engellenmiştir. Erkeğin zihnine eşi dışında bir kadının görüntüsü takılıp eşini yetersiz görmemesi, eşinden soğumaması amaçlanmıştır. Tekrarı gelmeyen, anlık bir görüntü de dahi bu tür kadından etkilenme problemleri erkekler arasında yaşanabilmektedir. Kadının da, kocası dışında birine süslenip kocasından uzaklaşmaması, süslenme isteğini kocasına karşı gidererek aile içi sevgi ve bağlılığın artması amaçlanmıştır. 
Ayrıca, kadınların güzelliklerini sergilemeleri sonucunda, kendini güzel hissetmeyen ya da akranına oranla güzelliğini noksan gören kadınlar arasında da tesettürsüzlük, kendini güzel gösterme yarışına, şiddetli kıskançlıklara, çekememezliklere sebep olmaktadır. Bunun sonucu oluşan haset, dedikodu, düşmanlık, akranının zararını isteme gibi kötü huylar, kişinin kulluk bilincini kaybetmesine sebep olmakta ve kişiler arası güven ilişkisi zedelenmekte, bireyler birlikte yaşayan yalnızlar haline dönüşmektedir. Ancak, İslam’a uygun dizayn edilmiş bir yaşamda kişilerden sadır olan bu arızalar asgari düzeye iner, herkesin kıyafeti eşitlendiği için kendini çirkin hisseden güzel gördüğünü kıskanmaz, bu sebeple aşağılık kompleksine girmez, güzel olan üstünlük kompleksine kapılmaz ve güzel, güzelliğini sadece kocasına gösterir, yabancı erkeklerin nazarını celbetmek istemez, dostları da kendisini bir rakip olarak algılamaz.
Kadına ve erkeğe verilen tesettür emrinin sınırları ve şekli de farklıdır. Kadına verilen tesettür emrinin sınırı, erkeğe çizilen sınırdan bir adım öndedir. Çünkü, erkek nazarında kadının dikkat çekiciliği, kadın nazarında erkeğin dikkat çekiciliğinden bir adım öndedir. Yine, kadın çoğunlukla kendini ve zinetlerini güzel görmeye ve göstermeye, erkekte kadına bakmaya, kadını beğenmeye meyillidir. Evlilik niyeti haricinde bu iki meyilin bir araya gelmesi risk teşkil ettiğinden, kadının tesettürü geniş kapsamlı tutularak, görülebilecek yerleri asgariye indirilerek, erkeğe de bakış atması yasaklanarak iki tarafın da zaafının soruna dönüşmesi engellenir.
İslam’ın emirlerinin yerine getirildiği ve kadının erkeğe, erkeğin de kadına karşı sorumluluklarının bilincinde olduğu bir toplumda, ailede bu tür sorunlar asla meydana gelmemektedir.
16 notes · View notes
unconcerned96 · 5 years
Text
Öldüğünde evine gidiyordun.
Trafik kazasıydı. Özellikle dikkat çekici bir şey değil, ama yine de ölümcül. Arkanda bir eş ve iki çocuk bıraktın. Acızı bir ölümdü. İlk Yardım Ekibi seni kurtarmak için ellerinden geleni yaptı, ama işe yaramadı. Vücudun o kadar kötü bir şekilde parçalanmıştı ki, inan bana senin için daha iyi oldu.
İşte o zaman benimle tanıştın.
“Ne... Ne oldu?” diye sordun. “Neredeyim?”“
Durum tespiti olarak, “Öldün.” dedim. Kıvırmanın alemi yok.
“Orada bir... Kamyon vardı, kayıyordu...”
“Hı-hı,” dedim.
“Ben... Ben öldüm?”
“Hı-hı. Ama üzülme. Herkes ölür,” dedim.
Etrafa bakındın. Hiçlik vardı. Sadece sen ve ben. “Burası neresi?” diye sordun. “Öbür dünya mı?”
“Aşağı yukarı,” dedim.
“Sen tanrı mısın?” diye sordun.
“Hı-hı,” diye cevap verdim. “Ben Tanrı’yım”.
“Çocuklarım... karım,” dedin.
“Ne olmuş onlara?”
“İyi olacaklar mı?”
“İşte görmek istediğim bu,” dedim. “Daha biraz önce öldün ve ailen için endişeleniyorsun. İşte bu iyi bir şey.”
Bana büyülenmiş gibi baktın. Sana Tanrı gibi görünmüyordum. Adamın biri gibi görünüyordum. Belki de bir kadın. Belli belirsiz bir otorite figürü, belki. Yaradandan ziyade edebiyat öğretmeni.
“Merak etme,” dedim. “İyi olacaklar. Çocukların seni her yönünle mükemmel olarak hatırlayacak. Sana nefret besleyecek zamanları olmadı. Karın görünürde ağlayacak ama içten içe rahatlayacak. Dürüst olmak gerekirse, evliliğin dağılıyordu. Rahatlamış hisettiği için kendisini çok suçlu hissedecek, teselli olacaksa.”
“Ha,” dedin. “Peki şimdi ne oluyor? Cennete, cehhenneme, bir yerlere gidiyor muyum?”
“Hiçbiri, ” dedim. “Reenkarne olacaksın.”
“Hı,” dedin. “Hintliler haklıymış demek,”
“Bir bakıma bütün dinler haklıdır,” dedim. “Yürüyelim”.
Boşlukta yürürken beni takip ettin. “Nereye gidiyoruz?”
“Belirli bir yere değil,” dedim. “Sadece yürürken konuşmak güzel.”
“O zaman bütün bunların amacı ne?” diye sordun. “Yeniden doğduğumda bomboş bir tahta olacağım değil mi? Bir bebek. Yani bütün deneyimlerimin, bu hayatta yaptıklarımın hiçbir manası veya etkisi olmayacak.”
“Hiç de değil!” dedim. “İçinde bütün geçmiş hayatlarının bilgi birikimini ve deneyimlerini taşıyorsun. Sadece şu anda onları hatırlamıyorsun.”
Durdum ve seni omuzlarından tuttum. “Ruhun, hayal edebileceğinden çok daha mutheşem, güzel ve büyük. İnsan aklı varlığının ancak çok küçük bir kısmını içerebilir. Bu sıcak olup olmadığını anlamak için parmağını bir su bardağına batırmak gibi. Kendinin çok küçük kısmını bir kaba koyuyorsun ve çıkardığın zaman yaşadığı bütün deneyimleri kazanmış oluyorsun.”
“Son 48 senedir bir insanın içindeydin, dolayısı ile uzanıp engin bilinçaltının devamını hissedebilmiş değilsin. Burada yeteri kadar kalırsak, her şeyi hatırlamaya başlardın. Ama her yaşamın arasında bunu yapmaya hiç gerek yok.”
“Kaç kere reenkarne oldum o zaman?”
“Oho, çok kez. Çok, çok kez. Ve bambaşka bir sürü hayata.” Dedim. “Bu sefer, milattan sonra 5402ta yaşayan Çinli bir köylü kız olacaksın.”
“Bir saniye, ne?” diye kekeledin. “Beni zamanda geriye mi gönderiyorsun?”
“Yani, teknik olarak evet. Zaman, bildiğin üzere, sadece senin evreninde var. Benim geldiğim yerde işler farklı.”
“Senin geldiğin yerde?” dedin.
“Tabi ki”, dedim, “ben de bir yerlerden geliyorum. Başka bir yerden. Ve benim gibi başkaları var. Oranın nasıl olduğunu bilmek isteyeceksin, biliyorum, ama açıkçası anlatsam da anlamazdın.”
“Hı,” dedin, biraz hayal kırıklığına uğrayarak. “Bir saniye. Eğer zaman içerisinde başka başka yerlere reenkarne oluyorsam, bir noktada kendimle karşılaşmış olabilirim.”
“Tabi. Sürekli oluyor. Ama iki hayat da sadece kendi ömürlerinden haberdar oldukları için farkına bile varmıyorsun.”
“O zaman bütün bunların ne gereği var?”
“Cidden mi?” diye sordum. “Cidden? Bana hayatın anlamını soruyorsun? Biraz beylik bir soru değil mi?”
“Gayet akla yatkın bir soru,” diye ısrar ettin.
Gözlerinin içine baktım. “Hayatın anlamı, bu evreni yaratmamın tek sebebi, senin olgunlaşman.”
“İnsanoğlunu mu kastediyorsun? Olgunlaşmamızı mı istiyorsun?”
“Hayır, sadece sen. Bütün evreni senin için yaptım. Her hayatla beraber büyüyor, olgunlaşıyor ve daha büyük bir zeka oluyorsun.”
“Sadece ben mi? Diğerleri?”
“Başka kimse yok,” dedim. “Bu evrende, sadece sen ve ben varız.”
Bana boş gözlerle baktın. “Ama dünyadaki o kadar insan...”
“Hepsi sen. Senin başka cisimlerin.”
“Bekle. Herkes ben miyim?!”
Sırtına bir tebrik şaplağı ile beraber “İşte şimdi taşlar yerine oturuyor,” dedim.
“Bütün zamanlarda yaşayan bütün insanlar ben miyim?”
“Ve yaşayacak olan, evet.”
“Abraham Lincoln ben miyim?”
“Onu öldüren John Wilkes Booth da sen,” diye ekledim.
Dehşet içinde “Hitler’im?” dedin.
“Ve öldürdüğü milyonlarsın.”
“İsa’yım?”
“Ve onu takip eden herkes.”
Sessizliğe gömüldün.
“Ne zaman birine haksızlık etsen,” dedim, “kendine haksızlık ediyordun. Yaptığın bütün iyilikleri de kendine yaptın. Yaşanmış ve yaşanacak olan bütün mutlu ve üzgün anlar, senin tarafından yaşanacak.”
Düşünceye daldın.
“Neden?” diye sordun. “Bunları neden yaparsın ki?”
“Çünkü, bir gün, sen de benim gibi olacaksın. Çünkü bu sensin. Sen benim türümdensin. Sen benim çocuğumsun.”
İnanamayarak, “Ne?!” dedin. “Benim de bir tanrı olduğumu mu söylüyorsun?”
“Hayır. Daha değil. Sen ceninsin. Hala büyüyorsun. Bütün zamanlardaki bütün insan hayatlarını yaşadığın zaman, doğacak kadar büyümüş olacaksın.”
“Yani bütün evren,” dedin, “sadece...”
“Yumurta.” diye yanıtladım. “Yeni hayatına başlamanın zamanı geldi.”
Ve seni yoluna gönderdim.
Andy Weir
6 notes · View notes
akhileuss · 5 years
Text
Bekle Beni şiirinin öyküsü: Simonov, Kızıl Yıldız ve Savaş Bayrağı gazetelerinde  çalışırken İkinci Dünya Savaşı başlamış, Alman orduları Avrupa’nın büyük bir bölümünü işgal  ettikten sonra Sovyetler Birliği’ne girmişti.  Moskova ile Stalingrad kuşatma  altına alındı  Simonov, gazetesi tarafından savaş muhabiri  olarak Stalingrad cephesine  gönderildi.  Cepheye ayak bastığı günlerde partiye de  kaydoldu Simonov böylece İkinci Dünya Savaşı’nın en kanlı günlerinin yaşandığı Stalingrad  cephesinde sadece bir gazeteci değil, aynı zamanda hem de yarbay rütbeli bir  asker oldu.  Aynı zamanda parti  komiseriydi. Derken bir gece, diğerleri gibi  cehennemi andıran  bir gece, yarı beline kadar çamura battığı, sağına soluna top  ve şarapnel  parçalarının düştüğü, başının üzerinden vızır vızır mermilerin  uçuştuğu bir  gece, her zamanki gibi sevdiği kadını, güzeller güzeli Valentina  Serova’yı düşünürken, bu kadına karşı duyduğu aşk ve hasretin dayanılmaz bir  hale  geldiğini hissetti Bütün eti, bütün kemikleri, bütün sinirleri,  elleri, gözleri, beyni o anda hemen oracıkta  Serova’yı istiyordu   Simonov çok sonraları o geceyi anlatırken, “çıldırmak üzere olduğumu anladım ve  bunu önleyebilmenin tek yolu Valentina ile konuşmak, ona aşkımı ve hasretimi anlatmak ve mutlaka geri döneceğimi söylemekti” diye konuştu. Ünlü Bekle Beni şiiri işte o gece yazılmaya başlandı. Simonov  o sıralarda henüz yirmi beş yaşındaydı ve önünde Valentina  ile birlikte yaşanacak uzun yıllar olduğuna yürekten inanıyordu. İzne  çıkan bir askere şiirini verdi ve yolu düşerse şiiri gazeteye bırakmasını söyledi. Sonra da savaşın acımasızlığı her yanını kuşattı ve Simonov şiirinden herhangi  bir haber alamadı. Oysa asker şiiri gazeteye  ulaştırmış, şiir gazetenin savaşın henüz sıçramadığı  şehirlerden birindeki  baskısında yayımlanmıştı. Sonra  bir gün askerlerden biri şiiri görmüş, onu  kesmiş ve Stalingrad yakınlarındaki  bir kasabada yaşayan nişanlısına  göndermişti. Şiirden çok duygulanan genç kız da bunu  arkadaşlarına gönderince, ortaya o ünlü Bekle Beni fırtınası çıkmıştı.Bütün bir savaş boyunca  cephenin göbeğinde savaşanlardan, Rusya’nın çok uzak ve  griler içindeki Kuzey limanlarında görev yapan bahriyelilerine kadar bütün bir  Sovyet ordusunda bu  şiir hem subaylar hem de erler tarafından ezberlendi.  Yüzlerce değişik biçimde ama hep hüzünlü bir tonda bestelendi O  dönemde cephede vurulup ölen ya da yaralanan tüm Sovyet askerlerinin tam kalplerinin üzerine denk gelen göğüs ceplerinde, ya gazeteden kesilip çoğaltılmış ya da kargacık burgacık harflerle yazıya dökülmüş Bekle Beni şiiri  çıktı. Bu  şiirin, Ortadoks kutsal metinlerinden sonra  Rus halkı tarafından en çok okunan  ikinci yazı olduğu söylendi.Simonov, yaşadığı süre boyunca sevmekten  bir an bile vazgeçmediği Valentina Serova’yı ilk kez  Moskova yakınlarında bir  tren istasyonunda gördü. O zamanlar yirmi bir yaşında ve Sovyet  sinemasının oldukça ünlenmiş bir sanatçısı  olan Serova, sarı saçlı, ince ve uzun  boylu güzel bir kadındı. O yaz günü Moskova yakınlarındaki Kolomenskoye  istasyonunda tesadüfen Valentina’yı gören Simonov, genç kadına hemen o anda  vurulduğunu hep anlattı. Simonov’un anlattığına göre, “Bolahnin  dantelleri ve Gorodets işlemeleriyle  süslü gök mavisi bir elbise giymiş olan  Valentina, uçuşan sarı saçları,  yaramazca havalanan eteği ve boynundaki beyaz  inci gerdanlığıyla” çok güzel bir kadındı ve ona âşık olmamak imkansızdı.1943′de  evlendiler. Simonov, Valentina’ya “senin yüzün benim  kaderim” diyordu ve bu kaderi severek  yaşıyordu. Sonra savaş yılları geldi. Simonov, cephelerde kanlı savaşların  içinde Valentina’ya yazmayı hiç  aksatmadı. Bekle Beni’den sonra Seninle ve  Sensiz, Kızma Yazarsam adlı uzun şiirlerini hep  bu dönemde ve tabii Valentina  Serova için yazdı.Bunları  gönderip gönderememek, Valentina’nın  bunları okuyup okumaması değildi önemli  olan. Önemli olan onun Valentina’ya  olan aşkını her gün, her dakika, her sabah, her  akşam fısıldayabilmesiydi.  Gerisi önemsizdi ve  Simonov daha sonra da söylediği gibi, bunu yapamazsa  çıldıracağını  biliyordu. Savaş bitti  Simonov, Valentina’nın yanına  döndü.Bazı şeylerin  yolunda gitmediğini de işte ilk  kez o günlerde anladı. Yaşam, insanlar, ilişkiler zaten değişmek  zorundaydı ve savaş bu değişimi daha  da hızlandırmıştı. Valentina, Sovyet  sinemasının en ünlü yıldızlarından biriydi artık. Simonov ise sanki Stalingrad  cephesinde yaşıyordu hâlâ. Uğruna ölümlere gidip geldiği, sadece ona  kavuşmak umuduyla hayatta kalabildiği  bu kadını artık pek tanıyamıyordu O  hâlâ ılık bir  yaz gününde muzip bir rüzgarın eteklerini havalandırdığı, sarı saçlı bir kadın  görmek istiyordu ama göremiyordu. Aşkından ve  sevgisinden  de asla vazgeçmiyordu. Valentina’nın  dedikodulara yol açan bir hayat  sürmesi, ortalıkta bazı yakışıklı sinema  aktörlerinin adının dolaşması da  Valentina’ya olan aşkını zerre kadar  azaltmıyordu; ama bir insan olarak etkilenip  günün birinde bu canı kadar sevdiği  kadını incitebileceğinden de korkuyordu.  Belki  de böyle bir şey yapmamak için, Valentina’yı kırmamak için 1957′de hiçbir  açıklama yapmadan onu terk etti Konstantin  Simonov, bir zamanlar beklemesi için  yalvardığı kadını karlı bir Moskova sabahı  bırakıp gitti ve bir daha hiç geri  dönmedi. Yazmayı  yoğunlaştırdı. Albayın Aşkı, Savaşsız Yirmi Gün, Günler ve Geceler, Savaş Günleri, İnsan Asker  Doğmaz ve  Silah Arkadaşları gibi kitapları yazdı Sovyet  Yazarlar Birliği Başkanı seçildi Türkiye de dahil,  bir çok ülkeye gitti Valentina Serova 1975  yılında öldü. Simonov cenazeye katılmadı. Ertesi sabah Serova’nın  mezarının üzerinde bir  saksı içinde mavi hareli, sarı yapraklı bir hercai menekşe çiçeği bulundu.  Kırmızı saksıya küçük  beyaz bir kağıt yapıştırılmıştı ve kağıtta işlek bir el  yazısıyla ‘Zhdi Meny’ yani bekle beni yazıyordu. Bu çiçeği kimin  bıraktığı ve  küçük notu kimin yazdığı daha sonraki günlerde Simonov’a defalarca soruldu.  Simonov her defasında acı bir şekilde gülümsemekle yetindi ve cevap vermedi.Yıllar önce “sağ kalışımın sırrını yalnız senle  ben bileceğiz, bütün sır senin  beklemeyi bilmende” diye yazmıştı ve sevdiği  kadın da onu beklemişti. Şimdi bekleme sırası ondaydı. Konstantin Mikhailoviç Simonov, 28 Ağustos 1979′a  kadar bekledi.Sonra kendisini bekleyen sevdiği kadının yanına  gitti.
Bekle Beni Bekle beni, döneceğim ben Çok  çok, bıkmadan  bekle! Sarı yağmurların Hüznü basınca, Kar kasıp  kavururken, Kızgın  sıcaklarda – bekle Uzak  yerlerden mektuplar kesilince Bekle  beni Birlikte bekleyenlerin  beklemekten Usandığına bakma, bekle Bekle beni,  döneceğim Unutmak  zamanı geldiğini Ezbere bilenleri Hayırla  anma! Varsın oğlum, anam Hayatta  olmadığıma inansın, Dostlarım  beklemekten usansın, Ocak başında  toplanıp Acı şarapla Yad etsinler beni Sen  bekle. Onlarla  birlikte İçmekte acele etme Bekle beni;  döneceğim, Bütün ölümleri çatlatmak için  döneceğim! ‘Şansı varmış…’ desinler, Beklemedikleri için, Beni bekleyerek Düşman ateşinden  nasıl Koruduğunu anlayamazlar Sağ  kalışımın sırrını yalnız Senle ben  bileceğiz- Bütün sır  -senin Başkalarının bilmediği gibi beklemeyi  bilmende
Konstantin Mihavloviç  Simonov
9 notes · View notes
Text
Bu dünya yaşanacak kadar güzel bir yer olabilir belki. Ama kesinlikle öldükten sonra bile düşünülecek bir yer değil. Bu yüzden geleceğe hiçbir şey bırakmak istemiyorum. Ne bir insan... ne de bir bilgi... Öldükten sonra unutulmak istiyorum. Sanki hiç yaşamamış gibi
2 notes · View notes
appayipyip-blog1 · 6 years
Text
Bi çıtır
Ne alakasız bir başlık? İnan çok alakalı. Dilek Uçan, sana çok teşekkür ederim. Evet senin kızın ama böyle ilgilenmen ne biliyim sanki o kız doğduğu günden beri benim eşimdi de yardım ettin bana. Beni mi soracaksın? Ben Uçan yokken bile onundum. Kötü bir insan oldum mu? Bir çok defa. Bir çok zaman. Bitti hepsi. Geriye "iyi ki" ler kaldı yaşanacak. Bu şehir çok büyük. Büyük değil ama her yerini bilemeyeceğimiz kadar karmaşık ve zor. Pis, kirli. Biz burada yaşamayacaz. Biz yurt dışında olacaz. Romanın en iyi mimar ofisine, kalem eteği ile giderken benim eşim, bende iyi bir pastacı olarak mutfaktaki yerimi alıcam. Çocuklarımız? Hepsi herkesin isteyeceği kadar güzel çocuklar olacak. Fiziksel olarak değil belki ama psikolojik olarak. Sanatçı ve özgün bir anne, kalemi çok iyi bir dedenin oğlu ve özgün bir babanın çocukları. Hepsi inanılmaz kültürlü ve yaratıcı olacak. Bulundukları ortamlarda akranlarından direk sıyrılacaklar. Beste kadar güzel, alçak gönüllü, Can kadar iki yüzlü ve iradeli. Kızma Uçan ben çikolata yemiyorum, ben senden daha iradeliyim. Peki bir şeyler daha sormak isterim sana. Kocaman az kalır, ben seni her şeyden çok seviyorum, dünya bir yana sen bir yana. Sevgimden bıkmazsın değil mi? Beste Uçan - geri zekalı bu nasıl soru? Yeni bir paragraf. Hepsini kopyalamak yok ne yazık ki. 12 Eylül... Bu kadar denk gelmesinin bir açıklamasını yapar mısın? 1 sene önce bu saatlerde sana tüm içimi dökerken, bu sene de sana bu saatlerde tüm içimi döküyorum. Yabancı olduğum yerdeyim. Uçan nasıl yazıldı? Nasıl yazdı acaba tanrı, bilmiyorum. Sadece ellerinde ölmek istiyorum. Ecelimle, sakin bir kasabada, çocuk ve torunlarımızdan başka kimse bizi tanımazken, ellerine kafamı koyup gözlerimi yumarken uzun yolculuğuma sana bakmak istiyorum. Uçan seni her şeyinle istiyorum. Arkamdan üzülme, ağlama. Can mutlu olursa sen de mutlu olmaz mısın? O halde üzülmek yok. Bu ölüm sohbetini şimdi yapmasaydım yüz yüze yapardım. Bu benim en büyük hayalim. Dünyanı seninle gezmek güzel. Ama bunlar hep doğumla ölüm arasında bizim yaptığımız süslemeler. Bense bir gerçeği seninle yaşamaktan bahsediyorum. Uçan ayak tırnak ucundan en uzun ve kırılan saç teline kadar aşığım sana. Paragraf başı. Bana kızma, okurken üzülme. Içim böyle. Sana anlatmam da kime anlatırım? Ama can... Deme, deme tamam mı? Senden tek bir isteğim var. Her zaman kendine dikkat et ve sağlıklı olarak yaşamaya devam et. Seni üzecek şeyler yapma. Sana kızabilirim. Ama kızıyorsam canımdan can kopmuştur. Ve benim canım sensin Uçan. Her konu dönüp dolaşıp sana çıkıyor. O yüzden seni üzmemek için senin hayatın gibi yaşıyorum. Paragraf başı. Nereden nereye? 12 Eylül diyordum. Bundan çok sevdiğim iki tarih var. Biri doğum günün, biri bizim resmi olarak olduğumuz gün. Uçan, sen benim hayatta koşulsuz güvendiğim tek insansın. Bir neden olmadan sana güvenirim. İnanıp bağlanırım. Çünkü sevgin, her yerimde ya. İyi ki varsın Uçan. Seni çok seviyorum. Güzel ve mutlu uyu. Huzurla uyu ve ağrısız uyan. " Adı lazım değil, baş harfi ben.". Iyi uykular Uçan'ım.
13 Eylül Perşembe. 02:24
1 note · View note
andeliib · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Yine her cümlenin altını çizmek için kendimi zor tuttuğum ve kitabın yazarı Nureddin hocamızın tabiriyle hani doktora gideriz bize hastalığın reçetesi raporu yazılır ya işte ben de insanlara hepimize bir rapor bulmamız lazım Ümmet olarak beyin ve damar sistemimizi gösteren bir emar incelememiz lazım diyerek içinde ümmetin dirilişini ve hasretle beklediği dirilişe vesile olacak yönetimi nasıl beklemeliyiz ve onu hak etmek için neler yapmalıyız hepsini en derinden kökünden başlayarak başlıklar altında hacimli bir şekilde anlatmış (Allah razı olsun)
bu başlıklar içinden en kilit cümle olanları yazdıktan sonra en sevdiğim okurken bana umut aşılayan kiraz ağacı bölümünü okumak isterseniz okumaya sonuna kadar devam ediniz. 😊
Başımızda dönen bu dünyanın bu çağına bir rapor.
yapıp yapamayacağınız şeylerin üzerinde samimiyetimizi ispat etmemiz lazım ve Ümmet derdimiz olmadıkça Allah'a samimiyetinize ispat edemeyiz
Peki ne için hepimiz beceri bildiğimiz kadar dininize hizmet etme açısından onu sahiplenme ihtiyacı hissetmiyoruz?
ya da İslam'ın geleceğini teminat altına alacağımız projeler yapıyoruz ama namaz kılmıyor iman pratiğe dönüştüğünde vakit bulamıyor!! Sıkıntılar yaşıyoruz.
Mesele İslam devletinde yaşamak değilİslam devletini yüreğimize getirmek İslam çiçeğine önce kendi yüreklerimizde açtırmak mesele. Resulullah'ı içimizde canlı tutmaktır mesele.
bizim Peygamberimiz bütün insanların peygamberi onun çilesi Adem aleyhisselam'dan son insana kadar bütün insanlığın çilesi.
Elbet büyük makamın büyük faturası olması pek tabii.
Ama imtihanlara cennete bakıyor gibi tebessümle sabr edeceğiz.
zulmedenlerin hesabının görüleceği o gün gözü dışarı fırlayan lardan olmamak için ümmetin geleceğinin yeşermesi için gerekiyorsa 2 gözümden Kızılırmak kadar yaşarsın ama ümmetimin geleceği yeşersin diyeceğiz.
Dinimize ve ümmete umudumuz şu dünyanın güneş etrafında döndüğünü olan itimadımız dan vallahi daha fazladır
❇️ (هذا ما وعدنا الله ورسوله⬅️ Allah'ın bize verdiği söz budur
Nedir bu söz?
❇️ والله غالب على امره⬅️ sonunda Galip olan Allah'tır
Ve
❇️ ان الله لا يغير بقوم⬅️ Allah söz verdiyse onu yerine getirir
kendinizi değiştirin Ben de sizi değiştireyim buyuruyor allah-u topluca biz Allah için varız diyelim Allah da buyuruyor ki;
❇️ يد الله فوق ايديهم⬅️ Allah'ın eli onların üzerinde
Yani yardımı bize gelecektir biiznillah.bu kaynatın dönüşü Allah'a göre olacak sende keyif süreceksin parmağı koparken bile sahabi efendimiz ne dedi sen ey parmak Allah yolunda kokuyor olduktan sonra acı mı vereceksin bana!
❇️( ولا يخلف الله وعده))⬅️ bu ayet ile ayakta kalacağız Kur'an sıddıkiyet göstereceğiz
❇️ والله غالب على امره⬅️ Allah bir şeyi planın varsa onu Galip bitirir
❇️ ومن اصدق من الله حديثا⬅️Allah'tan doğru
sözlü kim olabilir ki?
İşte,
❇️ هذا ما وعدنا الله ورسوله⬅️ Allah'ın bize verdiği
sözler,,
bunlar kardeşlerim.
Peki bize zulmedenlere Allah niçin ceza vermiyor?
❇️ ولا يؤاخذ الله الناس بظلمهم⬅️ zalimlerdir diye Allah insanları hemen cezalandıracak olsaydı
❇️ ما ترك عليها من دابه ⬅️ O zaman dünya üzerinde hiçbir canlının kalmaması gerekirdi
Habbab bin eret hazırlayalım zulüm görünce peygamber sallallahu aleyhi vesellem den dua istiyor. Ya resulallah Bana zulmedenlere Allah'tan dua istemeyecek misin?
Ne diyor Resulullah,, ولكنكم تستعجلون➡️ Ama siz çok acele ediyorsunuz.
mümin pozitif insandır Allah bizi imtihan için negatif yönde gönderdi Bu imtihandan yüzümüz ak' çıkacağız çıkmak için çok çalışacağız çünkü bu emaneti biz yüklendik
Hangi emaneti?
Allah yerlere ve göklere Bu emaneti alın dedi
❇️ انا عرضنا الامانه على السماوات
Yerler ve gökler kabul etmedi ➡️ واشفقن منها➡️ biz kaldıramayız.
Allah bu yükü insana emanet verdi.
Sabırla Galip geleceğiz bu imtihandan ve emaneti en iyi taşıyan olacağız. Heyecanlanıyor uz hemen şimdi şahlansın istiyor çok uzadı dediğimiz şey Allah'a göre henüz başlamamış olabilir peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin habbab bin eret e cevabını unutmayalım yazalım bir köşeye (((ولكنكم تستعجلون)))
Acele etmeyelim!! İyi de neden acele etmiyoruz dersek.....,,,,,,,
İşte onu anlatan en güzel bölüm,,
KİRAZ AĞACI
Heyecanla bahsettiğim bu bölüm öz olacak ama gönüllerimize nakş eyleyecek inşallah
Hocamız kiraz ağacını şu şekilde tasvir etmiş;
dünyadaki en umutsuz en köyle görüşlü insanı bile büyük bir kiraz ağacının çiçek açtığı Zaman önüne getirseniz o insanı neşelendirecek kadar güzeldir sonra kiraz oluşacağı zamana yakın o güzelim yapraklar çiçekler birdenbiredökülmeye başlıyor onların yerine kiraz geliyor hazirandan sonra o insana mutluluk veren dallar bu o aç mı dedirtecek şekle giriyor onu götürüp yerine başka ağaç dikildi sanıyoruz kiraz ağacının bahar'daki bembeyaz sonra ise pembemsi çiçek halini görmeyen ve ondan kiraz diyemeyen için Kasım ayında yaprakları döküldüğü zamanki hali hakikaten de mangal yakmak içindir diye düşünülür haksiz da sayılmaz amahayat Kasım ayından ibaret değildir her bir kiraz için belki 5 tane çiçek açıyor her bir çiçeği muhteşem insan bakmaya kıyamıyor.Rabbimin azametini okyanuslarda göremiyorsan bir kiraz ağacı üzerinden göreyim mi deyin evet yeniden diriliş istiyoruz halifelik istiyoruz peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin habbab bin eret cevabını unutmayalım! ولكنكم تستعجلون
Peki kirazla ne alakası var?Çiçeklerimiz açacak beklediğimiz olacak ama nisan'ı bekleyeceğiz aylar kiraz ağacını çirkin düşüren kasım'dan ibaret değil ya.
kış günü ağacımızın yaprağı çiçeği olmadığını kabul etmek zorundayız hani insan kiraz çok güzeldi şu Kasım geçse de Yaz gelse de kiraz yesek diyor.....,,,olmaz böyle...,,,
bu mevsimdir yaşanacak (ولكنكم تستعجلون)
hele Bu ümmetin gençleri neredeyse bahardan önce çiçek açacak da bir soğuk gelip mazallah çiçeği kırarsa ki rahatsız kalırız diye korkuyorum diyor hocamız acele etmeden sabırla bekliyoruz ümmeti muhammed kış biter bitmez çiçek açmaya hazırdır
Selahattin o 90 senelik aşı sona erdirdi çok çetin bir mücadeleden sonra haçlıları kudüs'ten attı
endülüs'te unutmadığımız sürece hilafetsiz yaşamamızın anlamının olmadığını idrak ettiğimiz sürece Allah bize yardım edecektir
Lütuf ve keremiyle şeriatın hükümran olduğu günleri bize gösterecektir
Temennimiz de umudumuz da bulursun biiznillahi hasretimize kavuşacağız
Ama insan değil miyiz işte, etten kemikteniz ya acele ediyoruz biraz
Rabbimiz latiftir kerim'dir biz hak ettiğimiz için değil o lütfettiği için buna kavuşuruz kavuşacağız biiznillah.........
0 notes
Text
Acı
Oldukça kötü, her şeyin üst üste geldiği bir hafta geçirdim, anksiyetem tavan yaptı.  Bunun üzerine, pek de ummadığım bir anda, tek yakın nörotipik arkadaşımla küstüm (gerçekten tekti, diğerleri hep nöroçeşitli)  6 yıllık bir dostluk, beraber yaşanan pek çok anı… Bu noktada, oldukça acı bir tatmin duygusu yaşıyorum, “Ben böyle olacağını biliyordum” hissi. Yıllardır artık insanlarla yaşadığım, ya da onların bana yaşattığı hiçbir şeye şaşırmıyorum. Deneyimlemediğim çok az ihanet, yalan ve acı kaldı.
  Bu noktada (yine) her şeyini toplayıp gitmek gerekiyor sadece. Geçmiş zaman ile bahsedilecek bir kişi daha. Onu hatırlatacak bir şey olduğunda, ağzında hep buruk bir tat kalmasına sebep olacak bir kişi daha, nasıl ki artık bulgur pilavını, tavlayı, “çetele tutmak” deyimini, ağzımda buruk bir tat kalmadan hatırlayamıyorsam, bunların üzerine yeni yükler, hiçbir işe yaramayacak yeni anı kalıntıları bırakacak bir kişi daha. İçimde sanki iki kişi yaşıyor; kelimelerin ötesinde üzgün ve kırgın olan yanım ve “Ben bunu demiştim/ben bunun böyle olacağını biliyordum” diyen diğer yanım. Dünyanın hala yaşamaya değer bir yer olduğuna, bütün insanların özünde iyi olduğuna inanan yanım ve iyi ya da kötü diye bir şey olmadığına, her şeyin tamamen anlamsız rastlantılardan ibaret olduğuna inanan yanım.
 Genelde (neredeyse her zaman) hangi yanımın daha baskın olduğunu yanımdaki kişi belirler. “Standart” dediğimiz insanların yanında çok uzun zamandır hep sarkastik yanım ağır basıyor. Çaktırmamaya çalışarak kendilerini övmeleri, hayatlarındaki güya sevdikleri, güya önemsedikleri insanlar için yaptıkları fedakarlıkları, bunları yaptıkları için ne kadar “özel” olduklarını duyma beklentileri beni epey eğlendirir. Çünkü bir kurban rolü biçerler kendilerine ve yaptıkları tüm fedakarlıkların, tüm çabaların esas amacı da budur zaten, içten içe “X kişisi için bunları yaptığın için sen ne kadar iyi bir insansın!” benzeri bir takdir beklerler, asıl amaç hiçbir zaman o X kişisini mutlu etmek değildir. Bense şuna inanırım, adını hatırlamadığım bir ünlü kişinin, (muhtemelen bir psikolog, belki Freud) dediği şeye: Birini sevmek onun mutlu olmasını istemektir.
Ben gerçekten sevdiğim hiç kimseden intikam almak istemedim bu yüzden. Aklımdan bile geçmedi.
Bu yüzden böyle insanlarla beraberken, bir oyun oynuyormuşçasına eğlenirim. İçimden, kendilerine olan bu hayranlıkları ile dalga geçerim. Böyle insanlardan hiçbir beklentim yok çünkü. Hiçbir hayal kırıklığı yaşayamam böyle insanlara dair. Eskiden, küçük bir kızken, daha doğrusu ne çocuk ne yetişkin olan bir ergenken, böyle bir yanım yoktu, hani ecnebilerin “bitter” dediği bir yan, o zamanla oluştu.
Ama işte bazen, dünyanın güzel bir yer, insanların da iyi insanlar olduklarına inancımı pekiştiren insanlarla yolumu ayırmak zorunda kaldığımda paramparça oluyorum. Beklenmedik bir yerden gelen bir darbe kimse için kolay değil.
Böyle zamanlarda kendime, hayatımda yaşadığım en kötü günü hatırlatırım. Ve sonunda yine de sağ kaldığımı.
 Tanrının bildiğini kuldan mı gizleyeyim, çok çeşitli acı deneyimlerim oldu. Karnına atılmış, nefesini kesen bir yumruk gibi ani ve yoğun darbeler. Sızlayan bir diş gibi, ne öldüren ne olduran, yoğunluğu düşük ama etki süresi uzun acılar (ki küçümsemiyorum, bir insanın hayatını sahiden cehenneme çevirebildiğini yaşayarak gördüm)
 Ama hayatımın en kötü günü diye tanımlayacağım gün, bundan yaklaşık 12 yıl önce yaşandı.
Salaklık bu ya, yaklaşık 7-8 ay gibi bir sürede çok yakın bir dost edindiğimi sanmıştım. Yıllardır hasretini çekip de sonunda bulduğum hemcinsim olan dost, best friends forever. Yıllarca da bu hayalin peşinde defalarca incinmedim mi zaten?
Neyse, ben o dönem ilk aşkım olan ve beni terk eden eski sevgilimi hala unutamamış ve çok seviyordum. Tabii ki, her sosyal becerileri gelişmemiş nöroçeşitlinin yaptığı gibi direkt tanıştığım herkese anlatıyordum bu durumu, ardını düşünmeden. Bu kız, en yakın arkadaşta yıllardır beklediğim her şey gibiydi; destekleyici, anlayışlı, bir nevi bana “annelik” yapan. Yıllar içinde, hayatıma girip çıkan “arkadaş” dediğimiz kişilerin tamamı da buna benzer karakterde oldu, annelik dürtüleri baskın. Yaralı bir yavru kedi gibi, potansiyelini bildiğin ama sorunlu bir çocuk gibi, bende düzeltilecek bir şey görüp de beni “düzeltmeye çalışan” insanlar. Ama bu ilkiydi ve 18 yaşındaydım.
 Bu kız, zaten delüzyonlarla dolu olan kafamı daha da çok saçmalıkla dolduruyordu, “Bence o da seni hala seviyor” “Sana nasıl baktığını ben gördüm” gibi. Bir şekilde yıl sona ermeden, tekrar birlikte olacağımıza inanıyordu, daha doğrusu bana öyle söylüyordu. Bu aylarca böyle gitti.
Sonra çok saçma (şu an hatırlamadığım) bir sebepten bozuştuk ve sanırım 2-3 hafta kadar konuşmadık. Bu arada onu, eski sevgilimle beraber görmeye başladım. O kadar süzme salaktım ki bunu, onla samimi olup benimle tekrar arayı yapmaya çalışmasına yordum (çünkü bana öyle söylüyordu, “ben bir konuşsam aranızı da yaparım” gibi)
 Neyse, sonunda samimiyet düzeyleri biraz fazlaca artınca, ortak bir arkadaşıma sordum ikisi beraberler mi diye. (“Çıkıyorlar mı”ydı o zamanki deyim) Öyle bir şey yok saçmala falan dedi o kişi.
Ama ertesi gün, bu kız, eski arkadaşım olan kişi, yüzünde çok ciddi ve rahatsız bir ifadeyle, “Konuşalım mı?” diyerek geldi. Yukarı kantine çıktık, başka kimse yoktu. Dışarıda deli gibi yağmur yağdığını hatırlıyorum, mor bir etek giymiştim ( o eteği bir daha giymedim) Üniversite sınavına 1 hafta vardı.
Sonuç olarak bana, “Böyle böyle sormuşsun, başkasından duyacağına benden duy istedim, biz sevgiliyiz.” gibi bir şey söyledi. Ben sorular sormaya başladım, ne zaman başladı bu vesaire. Seni daha çok incitmek istemiyorum dedi bana. Ben dedim ki, her detayı bilmeliyim, hazmedebilmek için.
Böylece kendime bunu yaptım. Yaklaşık 1 saat orada oturup, her cümle içime kızgın şişler sokuluyor gibi hissettirirken, bir zamanlar en yakın dostum ve ilk aşkım olan, beni terkeden kişinin, bir zamanlar en yakın dostum olan kişi ile aşklarının giriş, gelişme ve sonuç bölümlerini dinledim. Ona iltifatlarını. Bizim ilişkimizde benim “ öyle” sandığım ama hiç de “öyle” olmayan şeyleri. Benim hakkımda gerçek düşüncelerini, ve kadın kişisinin şimdi nasıl da ona hak verdiğini.
 En başında hiç böyle planlamadığını ama bir kere dışarı çıkınca eski sevgilime aşık olduğunu, onun zaten uzun zamandır ondan hoşlandığını falan anlattı. Neyse detaylarla sizi sıkmayayım, neticede “Bu ciddi bir ilişki, ciddi düşünüyoruz, sen de buna saygı duymak zorundasın” dedi. Bıçak ilk sokulduğunda hissetmezsin derler ya, benimki de öyle bir şeydi herhalde o an. Sordukça sordum, işte gerçekler önüme serilmişti ne kadar mide bulandırıcı olsa da. Sordum işte, nasıl ciddi vesaire vesaire.
En sonunda can alıcı noktaya geldik, eski sevgilimin benimle ilgili ne düşündüğü. Bu noktada hikayede beni bile şaşırtacak bir plot-twist oldu ve, dedi ki, “Zaten seninle konuştuğumuz her şeyi biliyor çünkü şifremi (facebook muydu mail miydi neydi) ona vermiştim ve konuşmalarımızı okumuş.”
Yaşadığım en büyük utanç bu sanıyorsan yanılıyorsun sayın okuyucu, dahası da var ne yazık ki.
Kısacası, benim sınavlar bitince eski erkek arkadaşıma gidip hala onu sevdiğim ve tekrar birlikte olmak istediğime dair bir konuşma yapma planım vardı. Diyorum ya, korkunç derecede salaktım ve sahiden yüzyılda bir yaşanacak bir aşk yaşadığımızı falan zannediyordum. En yakın dostuna aşık olup sonunda sonsuza kadar mutlu yaşadığınız bir peri masalı işte, klasik. Ben bunu gerçek zannediyordum o zaman.
 Bu fikrimle, daha doğrusu sanrımla, eski sevgilim bayağı eğlenmiş. “Gelsin konuşsun, eğleniriz.” demiş falan. O an yer çekimi sıfırlandı gibi hissettim, sanki dünya ayaklarımın altından kayıyordu somut bir biçimde. Buna benzer bir duyguyu 3 yıl önce bir kez daha yaşadım, trafik kazası yaptığımızda. Yüzümden kanlar akıyordu, “Galiba burada öleceğim, galiba hayatım burada bitti.” gibi hissetmiştim.
İşte o gün, fiziksel hiçbir yaram yoktu ama his aynı histi, hayatım o noktada bitmişti. Ben ölmüştüm.
Belki de hala bir tutunma çabasıyla, hala hayata dair somut (ve belki de “iyi”?) bir şeyler hissetme çabasıyla, kendimin şunu dediğini duydum: “Sana sarılabilir miyim?”
Sanki birine sarılırsam, yaşadığım şeyin gerçek olduğunu idrak edebilecektim, ya da en azından, savrulmadığımı, yok olmadığımı, ölmediğimi bilecektim. O an aklımdan ne geçti bilmiyorum, sadece birisine sarılmak için yoğun bir ihtiyaç duyduğumu hatırlıyorum.
Bugün bile net hatırlarım, ben zavallı bir sümüklüböcekmişim gibi tiksintiyle baktı bana, sanki “Sana bunca yaptıklarımdan sonra hala bunu nasıl sorabilirsin?” der gibi. “Hayır, bu doğru olmaz, ben artık gitmeliyim.” dedi ve gitti. Ben utanç duygumu o anda kaybettim mesela. Bu olaydan sonra, hiçbir şey bana utanılabilecek bir şeymiş gibi gelmiyor. Birisi hakkında söverken yanlışlıkla o kişiyi mi aradın? Hahahaha dostum, benim en yakın arkadaşımla eski sevgilim, birbirlerine aşık olup benim eski sevgilime duygularımı açmam üzerine konuşup eğlenmişlerdi, bu da bir şey mi? diyesim geliyor.
 O gün orada benim bir parçam öldü.
Sonrasında iyileştim, çok mutlu da oldum, başka dostlarım oldu, aşık da oldum, ama benim bir parçam o gün öldü orada.
O gittikten sonra 5-10 dakika daha oturdum. Vücudumun kontrolünü kaybetmiş gibiydim, istesem de kalkamıyordum oturduğum yerden. Sonra kalktım kendimi dışarı sürükledim. Hala deli gibi yağmur yağıyordu. Oraya yakın bir park vardı, bir banka bıraktım kendimi. İliklerime kadar ıslandım. Sonra annemi aradım, dedim ki “Gel beni al çünkü ben öldüm, benim hayatım bitti. Beni al ve bir kliniğe yatır.”
Geldi beni kaldırdı, arabaya bindirdi. Yolda olanları anlattım, sanki yaşayan ben değilmişim de bir başkasıymış gibi. Eve gittik, öylece, ıslak giysilerimle yatıp uyudum. 24 saat uyudum.
 Bu hikayeyi neden anlattım, çünkü birini sevmek, arkadaş, sevgili, anne, baba,kardeş, çocuk, her ne ise, onun seni sevmesinden tamamen bağımsızdır ve birini sevmek demek, onun mutlu olmasını istemektir. Buna tüm kalbimle inansam da, her zaman küçük bir ekleme yapıyorum, “Aynı zamanda biri, senin için hiçbir çaba harcamasa da varlığı ile seni mutlu edebilmesidir.” Bu kadar. Bu ikisi.
 Bu hikayeyi anlattım çünkü bu hikayedeki iki kişi de bana ne gerçekten değer vermiş, ne de beni sevmişlerdi. Sonradan gördüm ki işin aslı, sadece arkadaşım olan kişiyi ben de pek sevmemişim sadece çok yalnızmışım.
Ama benim hayat hikayemde, ilk aşkı ilk dostluktan ayırmak pek mümkün değil bu kadar iç içe olduğu için ve ben o kişiyi yalnızca bana aşık olduğu için, yalnızca benim için çaba gösterdiği için veya çok yalnız olduğum için değil, o beni hiç sevmemiş olsa da gerçekten bir insan olarak çok sevmiştim, çok değerliydi. Bu sebeple tüm bu yaşananlardan sonra bile beddua etmedim, kötülüğünü istemedim, aklımdan intikam senaryoları geçirmedim. Çok uzun yıllar sonra, onun yıllar süren ilişkisinin bittiğini duyduğumda, kendimi bile şaşırttım ve onun adına üzüldüm. Belki kahroldum gibi değil ama, tüh ya keşke öyle olmasaydı gibi. Çünkü bir yerlerde mutlu olmasını istemiştim sadece.
 Bu yüzdendir ki, başka insanların sevgiyi bahane ederek “Beni çok incitmişti o yüzden ben de mahsus X yaptım” , “Şöyle dediği için ben de bilerek böyle dedim” gibi bahanelerini anlamakta zorlanıyorum. Zorlanmak da değil ya, direkt anlamıyorum. Ne kadar incitmiş olabilir ki seni? Ne yapmış olabilir ki en uç noktada?” diyesim geliyor. İnsan sevdiği birine kıyamaz, ben böyle inanıyorum.
İşte bu yüzdendir ki, ben de aynen böyle sevilmeye ihtiyaç duyuyorum ve bunu karşılamayan ilişkilere tahammül düzeyim azalıyor yaşım ilerledikçe. Bu yüzdendir ki hep bitiyor insanlarla olan çeşitli ilişkilerim, geriye sadece bu kadar gerçek, bu kadar saf, bu kadar temiz olanlar kalıyor. O da en yakın dostum işte, 20 yıllık dostum. Mesele şu ki, o da DEHBli ve birçok yönden neredeyse aynı insanız. Onun daha uyumlu, benim daha sivri, inatçı ve tartışmayı seven bir yapım olması hariç belki.
Bu sebeple de hep zorladım nörotipiklerle ilişki kurmayı, farklı olan biri tarafından anlaşılmak, sevilmek daha cazip geldi hep. Bu arkadaşlığın da bitişiyle görüyorum ki bir noktada zorlamamak lazım, olmuyorsa olmuyor.
Bazen bazı şeylerin altından kalkamayacağım gibi hissedersem de kendime hep o günü hatırlatıyorum, neticede o günü atlattım. Belki de sandığımdan daha güçlüyüm.
0 notes
aksipisi · 4 years
Text
Öldüğünde evine gidiyordun.
Trafik kazasıydı. Özellikle dikkat çekici bir şey değil, ama yine de ölümcül. Arkanda bir eş ve iki çocuk bıraktın. Acızı bir ölümdü. İlk Yardım Ekibi seni kurtarmak için ellerinden geleni yaptı, ama işe yaramadı. Vücudun o kadar kötü bir şekilde parçalanmıştı ki, inan bana senin için daha iyi oldu.
İşte o zaman benimle tanıştın.
“Ne... Ne oldu?” diye sordun. “Neredeyim?”“
Durum tespiti olarak, “Öldün.” dedim. Kıvırmanın alemi yok.
“Orada bir... Kamyon vardı, kayıyordu...”
“Hı-hı,” dedim.
“Ben... Ben öldüm?”
“Hı-hı. Ama üzülme. Herkes ölür,” dedim.
Etrafa bakındın. Hiçlik vardı. Sadece sen ve ben. “Burası neresi?” diye sordun. “Öbür dünya mı?”
“Aşağı yukarı,” dedim.
“Sen tanrı mısın?” diye sordun.
“Hı-hı,” diye cevap verdim. “Ben Tanrı’yım”.
“Çocuklarım... karım,” dedin.
“Ne olmuş onlara?”
“İyi olacaklar mı?”
“İşte görmek istediğim bu,” dedim. “Daha biraz önce öldün ve ailen için endişeleniyorsun. İşte bu iyi bir şey.”
Bana büyülenmiş gibi baktın. Sana Tanrı gibi görünmüyordum. Adamın biri gibi görünüyordum. Belki de bir kadın. Belli belirsiz bir otorite figürü, belki. Yaradandan ziyade edebiyat öğretmeni.
“Merak etme,” dedim. “İyi olacaklar. Çocukların seni her yönünle mükemmel olarak hatırlayacak. Sana nefret besleyecek zamanları olmadı. Karın görünürde ağlayacak ama içten içe rahatlayacak. Dürüst olmak gerekirse, evliliğin dağılıyordu. Rahatlamış hisettiği için kendisini çok suçlu hissedecek, teselli olacaksa.”
“Ha,” dedin. “Peki şimdi ne oluyor? Cennete, cehhenneme, bir yerlere gidiyor muyum?”
“Hiçbiri, ” dedim. “Reenkarne olacaksın.”
“Hı,” dedin. “Hintliler haklıymış demek,”
“Bir bakıma bütün dinler haklıdır,” dedim. “Yürüyelim”.
Boşlukta yürürken beni takip ettin. “Nereye gidiyoruz?”
“Belirli bir yere değil,” dedim. “Sadece yürürken konuşmak güzel.”
“O zaman bütün bunların amacı ne?” diye sordun. “Yeniden doğduğumda bomboş bir tahta olacağım değil mi? Bir bebek. Yani bütün deneyimlerimin, bu hayatta yaptıklarımın hiçbir manası veya etkisi olmayacak.”
“Hiç de değil!” dedim. “İçinde bütün geçmiş hayatlarının bilgi birikimini ve deneyimlerini taşıyorsun. Sadece şu anda onları hatırlamıyorsun.”
Durdum ve seni omuzlarından tuttum. “Ruhun, hayal edebileceğinden çok daha mutheşem, güzel ve büyük. İnsan aklı varlığının ancak çok küçük bir kısmını içerebilir. Bu sıcak olup olmadığını anlamak için parmağını bir su bardağına batırmak gibi. Kendinin çok küçük kısmını bir kaba koyuyorsun ve çıkardığın zaman yaşadığı bütün deneyimleri kazanmış oluyorsun.”
“Son 48 senedir bir insanın içindeydin, dolayısı ile uzanıp engin bilinçaltının devamını hissedebilmiş değilsin. Burada yeteri kadar kalırsak, her şeyi hatırlamaya başlardın. Ama her yaşamın arasında bunu yapmaya hiç gerek yok.”
“Kaç kere reenkarne oldum o zaman?”
“Oho, çok kez. Çok, çok kez. Ve bambaşka bir sürü hayata.” Dedim. “Bu sefer, milattan sonra 5402ta yaşayan Çinli bir köylü kız olacaksın.”
“Bir saniye, ne?” diye kekeledin. “Beni zamanda geriye mi gönderiyorsun?”
“Yani, teknik olarak evet. Zaman, bildiğin üzere, sadece senin evreninde var. Benim geldiğim yerde işler farklı.”
“Senin geldiğin yerde?” dedin.
“Tabi ki”, dedim, “ben de bir yerlerden geliyorum. Başka bir yerden. Ve benim gibi başkaları var. Oranın nasıl olduğunu bilmek isteyeceksin, biliyorum, ama açıkçası anlatsam da anlamazdın.”
“Hı,” dedin, biraz hayal kırıklığına uğrayarak. “Bir saniye. Eğer zaman içerisinde başka başka yerlere reenkarne oluyorsam, bir noktada kendimle karşılaşmış olabilirim.”
“Tabi. Sürekli oluyor. Ama iki hayat da sadece kendi ömürlerinden haberdar oldukları için farkına bile varmıyorsun.”
“O zaman bütün bunların ne gereği var?”
“Cidden mi?” diye sordum. “Cidden? Bana hayatın anlamını soruyorsun? Biraz beylik bir soru değil mi?”
“Gayet akla yatkın bir soru,” diye ısrar ettin.
Gözlerinin içine baktım. “Hayatın anlamı, bu evreni yaratmamın tek sebebi, senin olgunlaşman.”
“İnsanoğlunu mu kastediyorsun? Olgunlaşmamızı mı istiyorsun?”
“Hayır, sadece sen. Bütün evreni senin için yaptım. Her hayatla beraber büyüyor, olgunlaşıyor ve daha büyük bir zeka oluyorsun.”
“Sadece ben mi? Diğerleri?”
“Başka kimse yok,” dedim. “Bu evrende, sadece sen ve ben varız.”
Bana boş gözlerle baktın. “Ama dünyadaki o kadar insan...”
“Hepsi sen. Senin başka cisimlerin.”
“Bekle. Herkes ben miyim?!”
Sırtına bir tebrik şaplağı ile beraber “İşte şimdi taşlar yerine oturuyor,” dedim.
“Bütün zamanlarda yaşayan bütün insanlar ben miyim?”
“Ve yaşayacak olan, evet.”
“Abraham Lincoln ben miyim?”
“Onu öldüren John Wilkes Booth da sen,” diye ekledim.
Dehşet içinde “Hitler’im?” dedin.
“Ve öldürdüğü milyonlarsın.”
“İsa’yım?”
“Ve onu takip eden herkes.”
Sessizliğe gömüldün.
“Ne zaman birine haksızlık etsen,” dedim, “kendine haksızlık ediyordun. Yaptığın bütün iyilikleri de kendine yaptın. Yaşanmış ve yaşanacak olan bütün mutlu ve üzgün anlar, senin tarafından yaşanacak.”
Düşünceye daldın.
“Neden?” diye sordun. “Bunları neden yaparsın ki?”
“Çünkü, bir gün, sen de benim gibi olacaksın. Çünkü bu sensin. Sen benim türümdensin. Sen benim çocuğumsun.”
İnanamayarak, “Ne?!” dedin. “Benim de bir tanrı olduğumu mu söylüyorsun?”
“Hayır. Daha değil. Sen ceninsin. Hala büyüyorsun. Bütün zamanlardaki bütün insan hayatlarını yaşadığın zaman, doğacak kadar büyümüş olacaksın.”
“Yani bütün evren,” dedin, “sadece...”
“Yumurta.” diye yanıtladım. “Yeni hayatına başlamanın zamanı geldi.”
Ve seni yoluna gönderdim.
1 note · View note