Tumgik
horozmehmetemin · 2 months
Text
Tumblr media
ISLAMA GÖRE: EVLİLİKTE CİNSEL İLİŞKİDE YAPILAN HELAL VE HARAMLAR NELERDİR?
Bu konu başlıbaşına bir kitap ve araştırma konusu olduğundan, biz bu mevzuda söylenmesi gerekenlerin tümünü söylemeye çalışmayacak, bazı tereddütlü ya da önemli noktalara deginmekle yetinecegiz.
Bu konuda hiç unutulmaması gereken en önemli nokta, insanın yaradılış gayesidir. Insan Allah’ın yüceligi karşısında kendi güçsüzlügünü kabullenmesi ve her hareketini Allah’a kulluk olarak yapması için yaratılmış bir varlıktır.
Öyleyse yemesi, giymesi yatması ve kalkması gibi, cinsel ilişkisi de ibâdet olarak yapılmalıdır.
Haramdan sakınmak, Allah’ın nimetinden helâl olarak yararlanmak, yapacağı hayırlı işler için fikrini meşgul eden cinsel arzuyu, sağlam düşünebilmek için gidermek, koca karının, karı da kocanın hakkını ödemek ve en önemlisi müslüman nesli yetiştirmek amacıyla yapılan meşru bir cinsel ilişki ibâdettir ve insana aldığı zevkler yanında sevap da kazandırır.
“Kişinin zevkini yaşamasında hiç sevap olur mu ?” diye soran sahabiye Allah Rasûlü Efendimiz; “O suyu haram bir yere akıtsaydı, günah olmayacak mı idi?
Öyleyse helâlından akıtması da sevaptır” buyurmuştur.(MÜSLİM, ZEKÂT 52; EBU DAVUD, TATAVVU’ 12; EDEP 160; MÜSNED V/167,168.)
Öbür yönüyle insan, arzu ve şehvetinin esiri olup, sırf zevki için yaşar hale gelmemelidir.
Bu, ondaki hayvanî güçleri geliştirir, melekî güçleri zayıflatır ve insanı alçaltır.
Halbuki, bütün zevkler gibi cinsel ilişki zevki de bir gaye değildir, bir gaye için yaratılmış insana Allah’ın bir hediyesidir.
Insandan, neslini sürdürmesini istemiş ve bunu Allah’ın istediği doğrultuda yapması halinde kendisine cennet vadedilmiştir.
Ise cinsel ilişki zevki gibi peşin bir avans da verilmiş ve sanki öbür âlemde alabildiğine tadacağı zevklerden, daha dünyada iken ona parmak ucuyla hafifçe tattırılmıştır.
Ya da yorucu çabalarla yüce bir gayeye ulaşması istenen insana, gönül eglendirme türünden çerez takdim edilmiş ve asıl ziyafetin sonda olduğu bildirilmiştir.
Tıpkı zor birise kosulan çocuklara, işi sonuna kadar götürmeleri için verilen oyuncaklar gibi.
O çocuğun verilen işi bırakıp bu oyuncakla eglenmesi, oyuncağın veriliş amacına ne derece zitsa, insanın cinsel zevklerini gaye olarak görüp, sırf onlarla meşgul olması da yaratılış gayesine o derece zittir.
Şimdi vereceğimiz bilgilerde bu açınin gözönünde bulunduiulması gerekir.
Tutma ve bakma konusunda karı koca arasında avret olan bölge yoktur.(İBNİ ABİDİN VI/367) Hz. Ömer’in oğlunun; “bana göre birbirinin organlarına bakmaları daha iyidir, çünkü bu cinsel ilişkinin tadıni artırır,” dediği nakledilir.
Fakat Aynî; “bu sözün, onun sözü olduğu kesin değildir” der. Tutma konusunda câiz değildir diyen yoktur.
EBU YUSUF; “Ebû Hanife’ye sordum ki, erkek karısının organını tutsa, kadın da kendisine karşı tahrik etmek için kocasının organını ellese, bunda bir sakınca var mıdır2 O da bana; hayır, yoktur. Hattâ bu sevaptır ve ecrin büyük olmasını sağlar dedi”.
Hanımı ile ilişkide bulunurken, onu tanıdığı güzel bir kadın diye hayâl edip, onunla sevişiyor gibi cima yapmasının haram olmadığını söyleyenler vardır.
Ancak İBN ABİDİN; bizim kurallarımıza göre bunun helâl olmaması gerekir, çünkü bu, suyu şarap olarak düşünüp içmeye benzer. Onun haram olduğu açıktır.
Öyleyse öbürü de helâl olmamalıdır” der. ( IBNİ ABİDİN VI/372.) Doğru olan da bu olsa gerektir.
Cinsel ilişkide kullanılan kremler, ya da yağlandırıcıların, domuz yağı gibi haram madde içermedikten sonra, helâl olmadığını gösteren bir delil yoktur.
Ancak bu normal eşlere tavsiye edilmeyecek bir durumdur.
Allah bu iş için tabi nemlendirici yaratmayı ihmal etmemiştir.
Cinsel ilişkinin yasaklanan, ya da tavsiye edilen bir şekli yoktur.
Ne var ki, tabiîlik dinî olan İslam’ın, bu konuda da tabiî olanı tercih edeceği açıktır.
Üreme organından olmak üzere, karı ile koca hangi tür ilişkiden zevk alıyorlarsa onu uygularlar.
Ayakta, otururken, yatarken, arkadan, önden, altta, üstte; hangisini isterlerse öyle yaparlar.
Ancak üzerlerinin örtülü olması Islâmî bir edep ve emirdir.”
Allah ise utanmaya en lâyık olandır”(FETAVAY-İ HİNDİYYE’DE: “Oda küçük olursa (5-10) zira’ yani yaklaşık(3 x 6 m2) koca böyle bir odada cima maksadıyla karısını soyabilir.
Bir kısım ulema karı kocanın bir odada tek başlarına soyunmalarında mahzur olmadığını söylemişlerdir.” (İBN ABİDİN, KUNYE’DEN, V/288).
Ama bu, elbette cima ederken açık olabilecekleri anlamına gelmez.
HADIS İÇİN BK. BUHARI, ILIM15, EDEP 68.)
Karısına dübüründen yaklaşmak çok çirkin bir hareket ve haramdır. Insanın tabiatina, şeref ve onuruna aykırıdır.
Erkeğin, şehvetini uyandırmak ve zevk duymak için, eliyle ya da butlarıyla kendi kendini tatmin etmesi helâl görülmemiştir. (Bu konuda MÜ’MİNUN SÜRESİ (23) 7.AYET VE ME’ARIC SÜRESİ (70) 31 AYETLERI VE TEFSİRLERİNE BAKILABİLİR.)
Haramlığını bazıları hafif, bazıları da kaba olarak nitelemişlerdir.
Ancak erkeğin yanında karısı yoksa, ya da evli değilse, kalbi bununla meşgul oluyorsa ve harama düşme endişesi varsa, kendisini boşaltmanın, bunu âdet haline getirmemek şartıyla câiz olduğunu söyleyenler vardır.
Hattâ, ciddî olarak harama düşme endişesi varsa ve bu yolla buna engel olunacaksa, bunun vâcip olduğunu söyleyenler de vardır.
(GENİŞ BİLGİ İÇİN BK. MAMAHLÜFFETAVA I/117,118.)
Ancak Peygamberimizin bu konudaki tavsiyesinin, şehveti oruç tutmakla yatıştırmak olduğu unutulmamalıdır.
(Söz konusu hadîslerinde Hz.Muhammed (S.A.V.) “Gençler! Evlilik külfetine hanginizin gücü yetiyorsa evlensin.” Yapamayan oruç tutmalıdır.
Çünkü onun (nefsi dizginleyici) kamçısı vardır” BUHARI, SAVM 10, NİKAH 2, 3; MÜSLİM, NİKAH 1, 3; EBU DAVUD, NİKAH 1) Bu yolla hem haramdan kurtulacak hem de sevap kazanacaktır.
Erkeğin eli vb. şeylerle kendini tatmin etmesi caiz olmadığı gibi, kadının da bu yolla tatmin araması câiz değildir. Ancak koca, karısının eli ile ya da vücudunun diğer yerleri ile tatmin olabileceği gibi, karısını da bu yolla tatmin edebilir. (SERAHSI, MEBSÜT X/159.)
Hastalık, zayıflık ve güçsüzlük gibi sebeple cinsel ilişkiye dayanamayan ve bu yüzden istemeyen kadınla cima etmek haramdır. (İBN ABİDİN, EL-UKUDU’D-DÜRIYYE I/26.)
Evlendiğinde karısıyla ilişkiye güç yetiremeyen erkek bir yıl beklenir.
Bir yıl boyunca da, bir defa olsun, güç yetiremezse, karısı, istemesi halinde ayrılır, erkeği beklemeye zorlanamaz. (İBN ABİDİN, EL-UKÜDÜ’D-DÜRIYYE I/30.)
Mushaf bulunan odada cima etmenin sakıncası yoktur.
Çünkü müslümanlann evlerinde ve odalarında genellikle Mushaf bulunur. Ancak Allah’ın kelâmına karşı saygı duyulduğunu göstermek için Mushafin örtülmesi gerekir. İBN ABİDİN, I/266, EL-HEDİYYETÜ’L-ALAİYYE 268.)
Mescidlerin üzerinde cinsel ilişkide bulunmak mekruhtur. Çünkü mescidler semâya kadar mesciddirler. (ALAUDDİN, ABİDİN, EL-HEDİYETÜ’L-ALA’İYE 283.)
Cimaya başlarken “besmele” çekerek,hadîste geçen “Bismillâh, Allahümme cennibnâ’ş-Şeytâne ve cennibi’ş-Şeytâne mâ-razektenâ” duasını okuması müstehaptır ve cimanın edeplerindendir.
(ÖRNEK OLARAK BK. BUHARI, BEDU’L-HALK 11; MÜSLİM, TALAK 6, NİKAH )
Kocası kendisini cimaya çağırdığında, karısının bunu özürsüz olarak reddetmesi, câiz değildir.
Hattâ âdetli olması da bir özür değildir.
Çünkü kocası onun, âdetli iken haram olan bölgesi dışında bir yerinden yararlanabilir.
(FETAVAY-İ HİNDİYYE (YAZMA) 611/45 MÜSLİM, HAYZ 16, NESAİ, TAHARET, 180; İBN MACE, TAHARET 124)
Bu konuda özellikle kadının sözkonusu edilmesi, cimada erkeğin, kadından daha sabırsız olduğundandır.
Yoksa kadının, kocasından cima isteme hakkıyok demek değildir.
Karı kocanın, zaruret olmadıkça cinsel ilişki biçimlerini başkalarına anlatmaları haramdır.
Hz.Muhammed (S.A.V.) : “Şüphesiz ki, Kıyâmet Gününde, Allah’ın katında, emanete hiyanetin en büyüklerinden biri, karı koca beraber düşüp-kalktıktan sonra, kocasının kadının sırrını yaymasıdır” buyurmuştur. (MÜSLİM, NİKAH 21; DAVUTOĞLU AGE VN/327 VD.)
Emzikli kadınla cimada bulunmak câizdir. (BK. MÜSLİM, NİKAH 24; DAVUTOĞLU,AGE VN/342 VD.)
Bir kadını görerek şehveti harekete gelen kimsenin, derhal karısı ile cima etmesi ve nefsini yatıştırması müstehaptır. (BK. MÜSLİM, NİKAH, 2; DAVUTOĞLU AGE VN/221.)
Cimada özellikle dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi de, temizliğe olabildiğince dikkat etmektir.
Mümkünse ilişkiden önce eşlerin dış organlarını sabunla yıkamaları müslümanca bir davranış olur.
Çünkü temizlik müslümanlığın ana temellerindendir. Kasıklarda yuvalanıp üreyen mikropların, ilişki yoluyla kadının rahmine ulaşıp, çeşitli rahim hastalıklarına sebep olabileceği, ya da mevcut hastalıkları artırabileceği hiç unutulmamalıdır.
Hz.Muhammed (S.A.V.) (S.A.V.) cima edeceklere abdest almayı tavsiye etmesi (BK.İBN KUDAME, EL-MUGNİ VN/26) bundan olsa gerektir.
Cima gücünü artıracak besinler yemek sakıncalı değildir. Hz.Muhammed (S.A.V.) kına sürünmeyi tavsiye ederken; çünkü o, cildi güzelleştirir, cima gücünü artırır.
(ZEHEBİ ET-TIBBU’N-NEBAİ 25), buyurmuştur.
“TIBBI NEBEVİ” kitaplarında buna benzer hadisler nakledilir ve cima gücünü artıracak gıda rejimi verilir. (AGK)
Ilişkinin ne olduğunu bilecek kadar büyük çocukların bulunduğu odada, onlar uyurken bile cima etmek câiz değildir...
KAYNAK:http://www.hadisdua.com/cinsel-iliskide-yapilan-helal-haramlar-nelerdir.
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ BUYURUYORKI:
Euzü besmele çekerek yatağa girmeli ve yatarken okunacak duaları okumalı.
Cima, eşinin rızası ile olursa çocuk akıllı, gönülsüz olursa ahmak olur.
pazar ve çarşamba gecesi yapılan cimadan çocuk olursa, kavgacı olur.
gündüz öğleden sonra yapılan cimadan çocuk olursa, şaşı olur.
ramazan bayramı gecesi yapılan cimadan çocuk olursa, ana babasına asi olur.
kurban bayramı gecesi yapılan cimadan çocuk olursa, altı ve ya dört parmaklı olur.
ayakta yapılan cimadan çocuk olursa, yatağına işer.
baldızını düşünerek yapılan cimadan çocuk olursa, hünsa olur. [erkekle kadın arası bir şey]
cima esnasında konuşursa, çocuk dilsiz, öperse sağır olur.
kadının fercine bakarsa, çocuk kör olur.
berat gecesi yapılan cimadan çocuk olursa, kötü huylu olur.
taharetsizken yapılan cimadan çocuk olursa, cimri olur.
sefere çıkacağı gece yapılan cimadan çocuk olursa, savurgan olur.
orgazma ererken, her ikisinin düşüncesinde ne şekil varsa, çocuk ona yakın olur.
KAYNAK: http://www.biriz.biz/mahrem/cns16.htm
Y O R U M L A R
Erzurum'lu ibrahim hakkı'nın annesi babası hangi vakitte ilişkiye girmiş de çocukları beyin özürlü doğmuş diye düşünüyor insan.
ulan ben it gibi çalışıyorum, yine de hangi gündeyiz diye bulmak için 3 dakika düşünmem gerekiyor ama 23 kromozomlu sperm/yumurta o güne göre hareket ediyor he. vay anasını.
yalnız söylenenlere bakılırsa normal bir bireyin dünyaya gelmesi için bildiğin 15 gün filan hazırlık yapıp, analiz edilmeli. zira alman disiplininin elden bıraktığın anda ortaya aile şerefi'ndeki oktay çıkıyor bu verilere göre.
kendisinin anasının rızası olmadan gönülsüzce yapılmış bir sevişmeden ortaya çıktığını kanıtlayan zekanın ürünü olduğunu ortaya koymuş açıklamalardır.
O zaman bunlardan yola çıkarak;
eş rızasız iken, öğleden sonra, ayaktayken, baldızı düşünerek konuşup, öperek, fercine bakılırsa ve üstüne taharetsiz olup orgazma ererken yuvarlak şeklini düşünürsek;
ahmak, şaşı, yatağına işeyen, hünsa , dilsiz, sağır ve kör aynı zamanda cimri ve toparlak bir çocuk ortaya çıkıyor.
uyanır uyanmaz sevişmeyin ağzınız kokar. çocuk ömür boyu ağız kokusuylamı dolaşsın?
EVLENİLMESİ HARAM OLAN KADINLAR?
AİLE HAYATIMIZ, FIKIH VE GÜNLÜK HAYAT:
İslam dininde evlenilmesi haram olan kadınlar âyet ve hadislerde belirtilmiş ve bunların dışındakilerle evlenmenin helal olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Kur’an-ı Kerim, kendisiyle evlenilmesi haram olan kadınlardan bahsederken öncelikle Cahiliye döneminde bir nikâh türü olan üvey anneyle evlenme âdetine şu ayetiyle yasak getirmiştir:
“Geçmişte olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu bir hayâsızlık, öfke ve nefret gerektiren bir iştir. Bu ne kötü bir yoldur.”
(NİSA SÜRESİ 4/22.AYET) Bir sonraki ayette nesep ve süt hısımlığıyla sıhrî hısımlıktan dolayı evlenilmesi haram olan kadınlar sıralanmıştır:
KENDİSİYLE EVLENİLMESİ HARAM OLAN KADINLAR?
“Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren sütanneleriniz, süt kız kardeşleriniz, eşlerinizin anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın eşleri, iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz.
Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (NİSA SÜRESİ 4/23.AYET)
Daha sonra evli kadınlarla evlenmenin de haram olduğu ifade edilmiştir: Evli kadınlar (da size) haram kılındı. (Bunlar) üzerinize Allah’ın emri olarak yazılmıştır.” (NİSA SÜRESİ 4/24.AYET)
Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de iddet bekleyen kadının başka biriyle evlenemeyeceği (BAKARA SÜRESİ, 2/235.AYET) tek kadınla evlilik esas olmakla birlikte şartlarına uyarak birden fazla kadınla evlenmek isteyen erkek için bu sayının dörtle sınırlı olduğu ve aynı anda dörtten fazla kadınla evli olunamayacağı (NİSA SÜRESİ 4/3.AYET) bildirilmiştir.
MÜŞRİKLERLE EVLENMEK YASAK
Bunun yanında kadın olsun erkek olsun müşriklerle evlenmek yasaklanmış (MÜMTEHİNE SÜRESİ 60/10.AYET) ancak müslüman erkeklerin, Ehl-i Kitap’tan iffetli kadınlarla evlenmelerine izin verilmiştir (MAİDE SÜRESİ 5/5.AYET)
NİSA SÜRESI 23. AYETTE geçen “İki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz de size haram kılındı.” ifadesi, “Kadın, halası, teyzesi, erkek veya kız kardeşinin kızı üzerine (onlarla aynı anda nikâh altında olacak şekilde) nikâhlanamaz” (BUHARI, NİKAH 27; MÜSLİM, NİKAH, 37-38) hadisiyle; aynı ayette geçen “Sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz size haram kılındı” ifadesi de “Nesep sebebiyle haram olanlar süt emme sebebiyle de haram olur.” (BUHARI, NİKAH, 20; MÜSLİM, RADA 1; İBN MACE, NİKAH 34) hadisiyle açıklanmış ve böylece ayetin delalet ettiği hükümlerin kapsamı genişletilmiştir.
KAYNAK: Diyanet.
0 notes
horozmehmetemin · 5 months
Text
OSMANLI DÖNEMİNDE, İŞTE OSMANLI TERBİYESİ.
--PENCERENİN ÖNÜNDE SARI ÇİÇEK VARSA' 'Bu evde hasta var. Evin önünde hatta bu sokakta gürültü yapma anlamına gelirdi ..
--PENCERENİN ÖNÜNDE KIRMIZI ÇİÇEK VARSA' Bu evde gelinlik çağına gelmiş , bekar kız var. Evin önünden geçerken konuşmalarına dikkat et ve küfür etme. Anlamına geliyordu ..
--KIZ İSTEMEYE GELİNDİĞİNDE' Damat adayının namaz kılıp kılmadığını anlamak için pantolonunun' diz izine' bakılırdı ..
--KAHVENİN YANINDA SU GELİRDİ. Şayet misafir toksa önce kahveyi alır, açsa suyu alırdı. Ona göre ya yemek sofrası hazırlanır
ya meyva ikram edilirdi .
--KAPILARIN ÜSTÜNDE İKİ TOKMAK OLURDU.. Biri kalın biri ince. Gelen bayansa kapıyı ince tokmakla vururdu. Evin hanımı kapıyı ev haliyle bile açardı. Erkekse kalın tokmakla kapıyı vururdu. Evin hanımı kapıyı ya örtünüp açar ya da mahremi ( KOCASI VS.) açardı ..
--Hz.Muhammed ( S.A.V.)' in 63 yaşında vefatından sebep , 63 yaşını geçmiş büyüklerimiz yaşları sorulduğunda'
HADDI AŞTIK ' derlerdi .
--Yolda küçük büyüğünün önünden yürüyemezdi ..
--Cuma namazına esnafki kuyumcular da dahil kapıya kilit vurmadan giderlerdi ..
--Fitre zekat Ramazandan önce Şabanda verilirdi Fakir fukara Ramazana erzaksız girmesin diye ..
--Esnaf Ramazan ayında toplanıp gerçek bir ihtiyaç sahibinin ' borç defterini ' kapatırdı .
--Beyler, hanımlara hediye olarak ' ayna ' alırdı .. Ki bunun anlamı : 'Sana senden daha güzel verebilecek bir hediye yok' demekti ..
Her okunduğunda hayranlik uyandıran hasletler...
ŞİMDİ NERDEN NE DURUMLARDAYIZ.😥😭 VESSELAM.
0 notes
horozmehmetemin · 5 months
Text
HZ.MUHAMMED (S.A.V.) NAMAZ KILIŞI:
Na­ma­za du­ran kim­se­, Al­lah Te­âlâ’nın aza­me­t ve yü­ce­li­ği­ni, buna karşılık kendi kulluk, hiçlik ve acziyetini hissederek, hu­şû ve hu­zur hâ­lin­de ol­ma­lıdır. Öy­le ki, bu hâ­li­ni “is­tiğ­rak” seviyesine, ya­ni ken­di varlığından geçerek Hakʼta fânî olma derecesine yükseltmeye gayret etme­li­dir. Hiç şüphesiz ki bu hâ­lin zir­ve­si, Hz.Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimizʼdir. Nitekim Hazret-i Âişe radıyallâhu anhâ vâlidemiz şöyle buyurur:“Hz.Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem namaza durduğu zaman, yüreğinden kazan kaynamasına benzer bir ses duyulurdu. Ezan okunduğu zaman, Allâh’ın huzûruna çıkacağı için etrafındakileri tanımaz hâle gelirdi.” (EBU DAVUD, SALAT, 157; NESAİ, SEHV, 18)Allah Rasûlüʼnün mânevî terbiyesi altında yetişen güzîde sahâbîlerden Hazret-i Ali radıyallâhu anh da namazdaki ruh mîrâcının ve kalbî istiğrâkın kâ‘bına varılmaz numûnelerinden biridir. Nitekim o mübârek sahâbînin, bir savaşta baldırına ok saplanmış ve verdiği büyük ıztıraptan dolayı da çıkarılamamıştı. Bunun üzerine hemen namaza duran Hazret-i Ali radıyallâhu anh, girdiği mânevî istiğrak hâlinin bereketiyle, okun çıkarıldığının farkına bile varmadan, huzur içinde namazını tamamlamıştır.Diğer taraftan; “Namaz kılanlar müstesnâ ki onlar namazlarında devamlıdırlar.”(EL-MEÂRİC SÜRESİ 22-23.AYETLER); “…
Onlar namazlarını muhafaza ederler.” (EL-ENʼÂM SÜRESİ 92) ÂYET- İ KERİMELERİ muktezâsınca, zâhirî ve bâtınî edeplerine riâyetle kılınan namazlar; kulu dâimâ Allâhʼın huzurunda olduğu şuurunu kazanmaya ve gönlü her dâim Allah ile olmaya hazırlar.
MÜ'MİNLERİN, KUR'AN'DA GEÇEN 50 ÖZELLİĞİ:
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM:
1. Allah’ın adı anıldığında kalpleri ürperirler.
ENFAL SÜRESİ 2.AYET
2. Allah’a asla şirk koşmazlar.
FURKAN SÜRESİ 68. AYET
3. Namuslarını (ırzlarını) korurlar.
FURKAN SÜRESİ 68. AYET:
4. (Hiçbir türlü) zinaya asla yaklaşmazlar.
MÜ’MİNUN SÜRESİ 5.AYET:
5. Namazlarını huşu içinde ve doğru olarak kılarlar.
MÜ’MİNUN SÜRESİ 2.AYET:
6. Anne ve babalarına “öf” bile demezler.
İSRÂ SÜRESİ 23.AYET:
7. Boş şeylerden tümüyle yüz çevirirler.
MÜ’MİNUN SÜRESİ 3.AYET:
8. Mallarıyla ve canlarıyla cihad ederler.
TEVBE SÜRESİ 5. AYET:
9. Asla zanda bulunmazlar.
Casiye - SÜRESİ 24.AYET:
10. Cahillerle asla tartışmazlar.
Furkan- SÜRESİ 63.AYET:
11. Kınayıcının kınamasından korkmazlar.
MAİDE SÜRESİ 54.AYET:
0 notes
horozmehmetemin · 6 months
Text
Tumblr media
BEKÂRETİNİ BOZDURUP DOKTORA DIKTIRIRSEN SONRA KENDİNİ BİRİNE KAKALARSAN KUL HAKKINA GİRER.EVLENMEDEN ÖNCE EVLENECEĞİN İNSANA SEVGİLİM BENİ DÜDÜKLEDİ DÜDÜKLEDİKTEN SONRA TERKETTİ DİYECEKSIN.BAZI ERKEKLERDE BAYANLARI KANDIRMA KABİLİYETİ VARSA EVLİ BEKAR DUL ÇOCUKLU FARKETMEZ KANDIRIR DÜDÜKLER NASILSA REİS 6284 SAYILI YASAYLA ZİNAYI SERBEST ETTİ.
SUAL: BEN JİNEKOLOG BİR BAYAN DOKTORUM. BEKÂRETİNİ KAYBEDEN KIZLAR, DIKTIRMEK İÇİN BİZE BAŞVURUYORLAR. Ben müslüman bir doktor olarak bunu yapmayı uygun bulmuyorum. FAKAT TESETTÜRLÜ KIZLAR DA GELİYOR. Zina etmediklerini tahmin ettiğim bu kızlar, sivri herhangi bir şeyi kastederek, bir kaza geçirdik bizimkini diker misiniz diyorlar.
BAYAN DOKTOR SORUYOR? BUNLARINKINI DİKMEM GÜNAH OLUR MU?
CEVAP
Zina edenlerinkini dikmek, onların yaptıkları hileye ortak olmak demektir. Veballi bir iştir. Bu arada kaza ile yırtılanların da olması mümkündür. Bunu tespit etmek tıpça mümkün olmadığına göre, müslüman olan kızların sözlerine itimat etmenizde vebal olmaz.
SUAL: Fakirliğe sebep olanlar nelerdir?
CEVAP
Hadis-i şerifte şöyle bildirilmiştir:
Cünüp olarak yemek yemek.
Ekmek ufağını, hor görüp basmak.
Büyüklerin önünde yürümek.
Babasını ve anasını adıyla çağırmak.
Defi hacet yaptığı yerde, temizlemeden abdest almak.
Çanağı ve çömleği, yıkamadan yemek koymak.
Elbisesini üstünde dikmek.
Aç iken soğan yemek.
Yüzünü elbisesi ile silmek.
Evinde örümcek bırakmak.
Sabah namazını kılınca mescidden acele çıkmak.
Pazara, erken gidip, geç dönmek.
Babaya ve anaya, kötü duada bulunmak.
Yemek kaplarını açık bırakmak.
Bir iş yaparken besmele çekmemek.
Zaruretsiz ayakta defi hacet görmek.
SUAL: Günümüzün şartları çok ağır, artık yılgınlık geldi, her şeye küsüp, pes etmek üzereyim...
CEVAP
Yılmak, pes etmek yok. Şu olay belki azminizi artıracaktır. İlmi ve âlimleri seven ve İslamiyet’e çok hizmetleri geçen Timur Han, ilk savaşlarının birinde bozguna uğradıktan sonra, çadırına çekilir. İşin içinden nasıl çıkacağını düşünürken, çadır bezinin üstünde bir karıncanın tırmana tırmana yukarıya çıktığını görür. Hemen bir fiske atıp yere düşürür. Yine düşüncelerine dalar. Bir iki dakika sonra hayvanın tekrar yukarı çıkmaya başladığını görür. Onu tekrar yere düşürür. Ama biraz sonra yine aynı manzarayla karşılaşır. Bu hâl çok defa tekrarlanınca, Timur Han nihayet elini alnına koyup, "İşin sırrını şimdi çözdüm. Bunu bana bu karınca öğretti. Başarının yegane çaresi sebat etmektir" der ve ondan sonra ömrü boyunca bu esastan ayrılmaz.
SUAL: Yatağa girince hangi tarafa yatılır?
CEVAP
Sağ tarafa, kıbleye karşı yatılır. Sonra sola dönülebilir. Hatta rahatsız olan sırt üstü de yatabilir. Yüzükoyun yatmak mekruhtur.
SUAL: Sırtüstü yatmak da mekruh mu?
CEVAP
Evet. Hastalar rahat ettiği şekilde yatar.
SUAL: İhtiyaç olunca, 2 kadın veya 2 erkek aynı yatakta yatabilir mi?
CEVAP
Yatabilir.
SUAL: Öğretmek için akıl baliğ oğulun elini öpmek haram mı?
CEVAP
Hayır.
SUAL: Beni boşayan kocamın, mahkeme kararı ile çocuğuma verdiği nafakayı almam caiz mi?
CEVAP
Elbette caizdir.
SUAL: Vazife icabı dövmek gerektiğinde, ne yapmalı?
CEVAP
Terbiye için baba oğlunu, hoca talebesini hafif dövebilir. Tokat atamaz. Başka ceza vermeli.
SUAL: Doğup büyünen yeri, akraba olmasa da ziyaret iyi mi?
CEVAP
Faydalıdır, kalbe rikkat verir.
SUAL: Gündüzün ilk vaktinde uyumak mekruh. Bu hangi vakittir?
CEVAP
Güneş doğduktan işrak vaktine kadar olan vakittir.
SUAL: Hangi lisanı öğrenmelidir?
CEVAP
İngilizce ve Arapça.
SUAL: Kurumuş ekmekleri çöpe atmak uygun mu?
CEVAP
Kurumuş da olsa, ekmeği çöpe atmak hiç uygun değildir. Üstelik israf da olur. Bir hayvana yedirilirse israf olmaz. Ekmek parçalarını, kırıntılarını çöpe atmayıp yemek sevap olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Sofradan düşen kırıntıları yiyen fakirleşmez, çocukları da ahmak olmaz.) [İ.Neccar]
SUAL: Oturmak için ev ararken nelere dikkat etmelidir?
CEVAP
Her müslümanın, bilhassa yeni evlilerin, ehl-i sünnet olan ve haramlardan sakınan, ibadetini yapan salih müslümanlar arasında ev araması gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ev satın almadan önce, komşuların nasıl olduklarını araştırınız! Yola çıkmadan önce, yol arkadaşınızı seçiniz!) [ŞIR’A]
SUAL: Küpe için kulağımı deldirmedim. Bazı kadınlar, "Kulağı deldirmek sünnettir. Küpe için kulağını deldirmeyen günaha girer" dediler. Kulağımı deldirmesem günaha girer miyim?
CEVAP
Küpe takmak için kız çocuğun kulağını delmek caizdir. (EŞBAH)
Küpe takmak ibadet değil âdettir. Peygamber efendimizin ibadet olarak değil de, âdet olarak devamlı yaptığı veya yapılmasına izin verdiği şeylere, (Sünnet-i zevaid) denir. Zevaid sünnetleri terk etmek günah olmaz. Mesela Peygamber efendimiz, gümüş yüzük takardı. Gümüş yüzük takan Eshab-ı kirama da mani olmazdı. Erkeklerin gümüş yüzük takmaları (SÜNNET-İ ZEVÂİD) olduğu için terk etmeleri günah olmaz. Bayramlarda herkesin takması müstehaptır. Gösteriş için takmak haramdır. (MEZAHİB)
SUAL: Hamileyken saç kestirmekte mahzur var mıdır?
CEVAP
Hamileyken veya değilken, ihtiyaç varsa saç kestirmekte mahzur yoktur. Hamile değilken de, lüzumsuz yere saç kestirmek uygun değildir. (HADİKA)
SUAL: Kaç yaşına gelen kız çocuğunun odasını ayırmak gerekir?
CEVAP
On yaşına gelen kız ve erkek çocuğun yatak odasını birbirinden ve ana-babanın odasından ayırmalıdır. (HADİKA)
SUAL: Camiye bitişik lokalde, dinimize aykırı olmayan toplantılar yapmak, kına gecesi düzenlemek caiz midir?
CEVAP
Caizdir.
SUAL: Burada dini bilgisi olmayan yaşlı bir kadın, Kırk Yasin Toplantısı düzenliyor. Namazdan haberi olmayan ve tesettüre riayet etmeyen kadınları topluyor, çeşitli dedikodulardan sonra ezbere bilenlere Yasin okutuyor. Böylece Cennete gidileceğini söylüyor. Bu kadının yaptığı uygun mudur?
CEVAP
Sadece Belçika’da değil, dünyanın çeşitli yerlerinde dine aykırı acayip toplantılar yapılıyor, âdetler ibadetlere karıştırılıyor. Böyle toplantılarda muteber bir ilmihal okunması çok iyi olur. Çünkü itikadı düzgün olmayanın, bid'at işleyenin, ibadetleri kabul olmaz.
SUAL: Evde huzursuzluk olmaması iyi midir?
CEVAP
Elbette iyidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın sevdiği ev halkı arasında mülayemet [uygunluk, yumuşaklık] olur.) [I.EBİDDÜNYA]
SUAL: Bir çocuklu eşim İstanbul’dan İzmir’e gidince, orada bir arkadaşımla beraber olduğunu itiraf etti. Bir daha böyle bir şey olmaması için, o arkadaşı tehdit etmem veya gözdağı için yaralamam uygun olur mu?
CEVAP
O insanın yaralanması veya öldürülmesi asla çare değildir. O arkadaşla niye beraber olduğunu tespit etmek gerekir. Sizden daha mı zengin? Mevkisi mi yüksek? Daha mı yakışıklı? Mutlaka bir sebebi vardır. O sebepler bir başkasında da olabilir. Sizden ayrılıp, o arkadaşla evlense bile, ondan daha iyisini bulunca bu sefer onunla da beraber olabilir.
O arkadaş İstanbul’a gelip beraber olmuyor ki. Kabahat onun ayağına giden eşinizdedir. Tehdit edilmesi gereken biri varsa eşinizdir. Bir daha öyle bir şey duyarsam seni bırakabilirim diye gözdağı vermeniz gerekir. Çocuğumuz var diye göz yumuyorsanız, bu da sizin bileceğiniz bir iş.
BİR HADİS-İ ŞERİFTE (Kadınlarınızın iffetli olmasını istiyorsanız, siz iffetli olunuz) buyuruluyor. Siz başkasının karısına kızına böyle şeyler yapıyorsanız, sizin başınıza da aynı şeylerin gelmesi anormal sayılmaz. Etme bulma dünyasındayız.
SUAL: Din kitaplarında vaty ve cima kelimeleri geçiyor. Bunlar aynı şeyler midir?
CEVAP
Vaty, cinsel ilişkinin genel ismidir. Nikahlı ile olan ilişkiye cima, nikahsız olan ilişkiye ise, zina denir.
SUAL: Evimizin ihtiyaçları için, beyimin cebinden habersiz para almam, caiz midir?
CEVAP
Caiz değil, haramdır.
TEK BAŞINA:
SUAL: Bir kimsenin evde tek başına yaşaması caiz midir?
CEVAP
Mekruhtur. Bir mazereti varsa, o zaman yalnız kalabilir.
SUAL: Dinde ikinci bir kadınla evlenmenin hükmü nedir?
CEVAP
Din kitaplarımızda şöyle bildiriliyor:
Dörde kadar evlenmek, vacib, hatta mendub da değildir. İhtiyaç halinde izin verilmiştir. Bu bir emir olmadığı gibi, kadınlar da bunu kabul etmeye mecbur değildir. (NİMET-İ İSLÂM)
Devlet haram olmayan bir şeyi yasak ederse, bu şeyi yapmak mubah olmaktan çıkar, haram olur; çünkü Müslüman, kanuna karşı gelmez, suç da işlemez. Bir erkeğin ikinci bir kadınla evlenmesi için, bu hususta birinci hanımının hakkını koruyan ekonomik ve sosyal şartlar vardır. İkinci kadının da, ayrıca hakları vardır. Bu şartlara haiz olmayanın, ikinci bir kadınla evlenmesini dinimiz yasak etmiştir. Zaruretsiz, böyle bir şey yaparak birinci kadını incitmek haramdır. Hayat şartları da, göz önüne alınınca, ikinci bir kadınla evlenmenin caiz olmayacağı açıktır. Örf ve âdete tâbi olan ahkâmın, zamana göre değişebileceğini İslam dini kabul eder. (H.L.O.İMAN)
SUAL: Düğünlerde, âdete uyarak, gelin arabasının önünü kesip, para alıyorlar. Gelinin akrabaları kapıyı kapatıp, para almadan açmıyorlar. Böyle alınan paralar helal olur mu?
CEVAP
Rızalarıyla veriyorlarsa helal olur. Mecbur bırakılarak, gasp ediliyorsa helal olmaz.
EVLİLİK GÜNÜ:
SUAL: Evlilik için belli bir gece var mıdır?
CEVAP
Pazartesi ve Cuma gecelerini tercih etmelidir.
ALLAHİN EMRİYLE:
SUAL: Kız istenirken (Allah’ın emriyle) deniyor. Evlenmek farz mı da böyle söyleniyor?
CEVAP
Allahü teâlânın her emri farz değildir. Kur’an-ı kerimde evlenilmesi haram olanlar ve caiz olanlar bildirilmiştir. Evlenmek, Allahü teâlânın emrine aykırı değildir. Kur’an-ı kerimde,(Haksızlık yapmaktan korkarsanız, bir kadınla evlenin!) buyuruluyor. Evlenmek farz değildir. Allah’ın emriyle demek, Allah’ın emrine aykırı olmayan, onun emrine uygun olan demektir.
KADININ SÜTÜ:
SUAL: (Üç yaşındaki bir çocuk, bir kadının sütünü içse, o kadının süt çocuğu olmaz. Bu bakımdan, erkeğin hanımının sütünü emmesinde bir mahzur yoktur) deniyor. Doğru mudur?
CEVAP
Yanlıştır. Erkeğin, hanımının sütünü içmesiyle süt çocuğu olmadığı doğruysa da, hanımının sütünü içmesi haramdır. Ancak salih ve uzman olan doktor, (Kadın sütü, bu hastalığa iyi gelir) derse, o zaman ilaç olarak içilebilir. (İSLÂM AHLAKI)
YEMEK İÇİN ÜCRET:
SUAL: Dinimize göre kadın evde yemek pişirmek zorunda olmadığına göre, yemek yaparsa, bunlar için kocasından ücret istemesi gerekir mi? Kadın yemek yapmazsa kadının yiyeceğini erkeğin getirmesi gerekmez mi?
CEVAP
Kadın ücret istemez. Kendisine yaptığı yemekten kocasına da verir. Müslüman kadınlar bu ihsanı kocalarına yapmışlardır. Kadın yemek pişirmem derse, pişir diye zorlanamaz. Kocası ona peynir, zeytin gibi şeyler getirir. (HİNDİYYE)
NİKÂHTA İSTİBRA:
SUAL: S. EBEDİYYE’DE, (Zina eden kadını başkasının, istibra etmeden nikâh etmesi caiz olur) deniyor. Burada istibra nedir?
CEVAP
Buradaki istibra, nikâhla alınan zina etmiş bir kadının, gebe olmadığına kanaat getirmek için, bir âdet görünceye kadar beklemek demektir. Bu zamanı beklemeden başka birinin nikâh etmesi, yani evlenmesi caizdir.
EVLENENE YARDIM:
SUAL: (Ev alanla evlenene Allah yardım eder)atasözü doğru mudur? Evlenecek olan fakire Allah yardım eder mi?
CEVAP
Atasözleri genelde âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin açıklaması mahiyetinde olur. Bu söz de, diğer atasözleri gibi doğrudur. NUR SÜRESİNİN (Aranızdaki bekâr [VEYA DUL] köle ve cariyelerden [evlenecek durumda olan] salihleri evlendirin! Eğer onlar fakirseler, Allah kendi lütfuyla onları zenginleştirir. Allah’ın lütfu boldur. O, her şeyi hakkıyla bilendir) mealindeki NUR SÜRESİ 32. ÂYET- İ KERİMESİYLE, Deylemi’nin bildirdiği (RIZKI EVLİLİKTE ARAYIN!) hadis-i şerifi gereğince, evlilik genelde rızık bolluğuna ve nimet çokluğuna sebep olur.
ŞAHİTLERİN KIZI TANIMASI?
SUAL: S. EBEDİYYE’DE, (Nikâh kıyılırken, veli veya vekil, şahitlerin bildiği kadının yalnız ismini söyler. Şahitlerin tanımadıkları kadının, babasının ve dedesinin adını da söylemesi lazımdır. Tanımak, kimin kızı ve hangi kızı olduğunu bilmek demektir. Şahsını, şeklini bilmek değildir) deniyor. Buna göre, babasını ve dedesini de hiç tanımasak, nikâh sahih olur mu? Kızda olduğu gibi oğlanı da tanımaları gerekir mi?
CEVAP
Tanımak tarif edilirken, (İsmini bilmek demek değildir) deniyor. Kız nikâhta bulunmuyorsa, yani şahitler kızı görmüyorsa, kızın ismi ve soyadı söylenilse, fakat o kız bilinmiyorsa nikâh sahih olmadığı gibi, sadece babasının ve dedesinin ismini bilmekle de nikâh geçerli sayılmaz. Mesela Ali oğlu Veli’nin kızı dense, sarı çizmeli Mehmet ağanın kızı gibi bir şey olur. Sarı çizmeliyi bilmiyoruz ki, nikâh sahih olsun. Kızı tanımak, kimin hangi kızı olduğunu bilmek demektir deniyor. Büyük kızı mı, küçük kızı mı, bunu da bilmek şarttır. Ali ve oğlu Veli de bilinmiyorsa nikâh sahih olmaz. Mesela Turgut Özal’ın büyük kızı dense, Özal’ı şahitler tanıdığı için nikâh sahih olur. Büyük kızını hiç görmeseler de sahih olur. Kimin hangi kızı olduğu bellidir.
Oğlan da, nikâhta bulunmayıp yerine vekili varsa, oğlanın da kim olduğu bilinmiyorsa, şahitlerin, kızda olduğu gibi oğlanı da tanımaları gerekir. Erkek genelde tanındığı için, tanınmasa da, nikâhta bulunduğu için, kitaplarda kızı tanımak bildiriliyor. Ali oğlu Veli’nin kızı, Mahir oğlu Tahir’in oğluyla evlense, şahitler bunları tanımasa nikâh sahih olmaz. Yahut kızı tanısalar, oğlanı tanımasalar yine nikâh sahih olmaz.
EŞİ İSMİYLE ÇAĞIRMAK:
SUAL: Kadın, eşine ismiyle hitap etse günah olur mu?
CEVAP
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Ana babayı ve kadının zevcini, isimleriyle çağırması tahrimen mekruhtur, küçük günahtır.
Tazimle, saygı anlatan kelimelerle ve yanına giderek çağırmaları lazımdır. Uzaktan, yüksek sesle çağırmamalı. (S. EBEDİYYE)
İsmi ne ise sonuna bey kelimesini getirerek, mesela Ali Bey, Veli bey gibi söylenebilir. Mesleği ne ise öyle hitap edebilir. Doktorsa doktorum veya doktor diyebilir. Bunun gibi, onbaşım, çavuşum, yüzbaşım, komutanım, polisim, patronum, mimarım, tüccarım, kaptanım, pilotum, avukatım, ustam, reisim, başkanım, hocam, öğretmenim, şefim, müdürüm, noterim denebilir. Yahut sevdiği sıfat ne ise o da söylenebilir. Beyim, aslanım, yiğidim, hayatım, şekerim gibi. Erkek hangisinden hoşlanıyorsa onu söylemeli, istemediği ismi veya sıfatı söylememeli. Aynı şekilde erkek de hanımına, onun hoşlanacağı şekilde hitap etmeli. Mesela güzelim, bitanem gibi şeyler söylemesi uygun olur.
VEDALAŞIRKEN KUCAKLAŞMAK?
SUAL: Bir bayan, babasıyla, oğluyla veya kardeşiyle vedalaşırken kucaklaşıp öpüşebilir mi?
CEVAP
Kadın kadına, erkek erkeğe kucaklaşıp öpüşmek de uygun olmaz. Bir hadis-i şerifte, (Karşılaştığınız zaman kucaklaşmayın!)buyuruluyor. (BERİKA)
Kadınların birbirleriyle erkeklerin yanında öpüşmeleri de ayrıca uygun değildir. Müsafeha etmeli, çünkü müsafeha sünnettir. Müsafeha edince günahlar dökülür.
Mahrem akraba ile öpüşürken az da olsa şehvet meydana gelirse hürmet-i müsahere olur. Mesela amcayla hürmet-i müsahere olsa, o amcanın oğluyla evlenilemez. Babayla hürmet-i müsahere olursa, annesi babasına haram olur. Onun için çok yakınımız da olsa, mahremimiz de olsa şehvetlenme tehlikesi varsa, uzak durmak gerekir. Kız, babasının veya oğlan, annesinin elini öperken bile buna dikkat etmelidir. Sıkışık oturmamalıdır.
EŞİNDEN İZİN ALMAK?
SUAL: Kadın sokağa çıkarken kocasından izin alması gerektiği gibi, erkek de sokağa çıkarken hanımından izin alması gerekir mi?
CEVAP
Erkek, evin reisidir. Reis, maiyetinde bulunanlardan izin almaz, ama evdeki huzurun bozulmaması için, (Ben şuraya gidiyorum) diye haber vermelidir.
S. EBEDİYYE'DE, (Zevcesinden izinsiz sefere, hattâ nafile hacca gitmemeli) deniyor. Nafaka bırakmadan farz olan hacca gitmek de haram olur. Eskiden hacca gitmek de sefere çıkmak da uzun sürerdi. Hacca giderken, sefere çıkarken evin ihtiyaçları temin edilirse, izin almak şart olmaz.
EVİN İŞİNE KARIŞMAK:
SUAL: Erkeğin, hanımının ev işlerine karışmasının, evdeki huzura ne gibi etkisi olur?
CEVAP
Bu konuda, Enver Abimizin iki sözü var:
Allahü teâlâ, evin dışını erkeğe, içini de kadına vermiştir. Bir erkek, evin içine ne kadar çok karışırsa, dünyada ve âhirette o kadar sıkıntısını çeker.
DİĞER SÖZÜ DE ŞÖYLEDİR:
Fizikî kaideye göre, mıknatısın aynı kutupları birbirini iter, zıt kutupları birbirini çeker. Yani artı kutup artıyı, eksi kutup eksiyi iter, artı kutup eksiyi, eksi kutup da artıyı çeker. İki kişinin ikisi de, (Ben haklıyım) derse neticede kavga çıkar, huzursuzluk başlar. Biri, (Sen haklısın) diyebilirse, kavga biter. Karı kocadan biri de, diğerine (Sen haklısın) derse geçim olur. Yani hiç olmazsa, bir taraf mutlaka alttan almalı. Ama bunu kendisi yapmalı, karşı taraftan beklememeli. İkisi de, (Ben haklıyım) derse, o evde kavga bitmez. İkisi de, (Sen haklısın) derse ne olur? Hiç kavga olmaz, o evde ilahî aşk başlar.
DÜĞÜNDE MEVLİT OKUTMAK:
SUAL: BİR ARKADAŞ (Sünnet düğünü olsun, diğer düğünler olsun, düğün yemeğinden önce veya sonra, sohbet etmek, mevlid okumak dine aykırıdır) diyor. Merhum hocamızın torunlarının sünnet düğününe katılmıştım. Orada sohbet olmuştu. Enver abi de, her düğün yemeğinde sohbet ederdi. Neden böyle söyleniyor ki?
CEVAP
Söyleyene sormalı. Haram işlenmeyen düğün yemeklerinde, sohbet etmek, mevlit okutmak sevab olur. Sohbet, emr-i maruf demektir. Emr-i maruf, fitne çıkmayacak her yerde yapılır. Ayrıca düğünde yemek yedirmek sünnettir. Tam İlmihâl’de deniyor ki:
Yemek yerken hiç konuşmamak mekruhtur. Ateşe tapanların âdetidir. Neşeli konuşmalıdır. (S. EBEDİYYE)
Yemek esnasında, yemekten önce veya sonra konuşmayı, sohbeti yasaklayan dînî hüküm yokken, bunları dine aykırı gibi göstermek çok yanlış olur.
EVLENEN RIZKA KAVUŞUR:
SUAL: (Evlenen rızka kavuşur) deniyor.
Doğru mudur?
CEVAP
Doğrudur yani rızka kavuşması kolay olur. Çünkü Peygamber efendimiz, (Evlenerek rızık arayın!)buyuruyor. (DEYLEMÎ)
HAZRET-İ ÖMER DE (Evlenmeden rızk arayanlara şaşarım) buyurup,
NUR SÜRESİNİN 32. AYETİNİ okuyor.
MEALI ŞÖYLEDİR:
(İçinizdeki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allahü teâlâ, lütfu bol olandır, bilendir.)
[NUR SÜRESİ 32.AYET; MEDARİK TEFSİRİ]
BİR ATASÖZÜMÜZ DE ŞÖYLEDİR:
(Ev alan ile evlenene, Allahü teâlâ yardım eder.)
Demek ki, zengin olmasa da, Allahü teâlâ, dine uymak, haramlardan korunmak niyetiyle evlenen sâlih Müslümana rızık sıkıntısı çektirmez. Bir hadis-i şerif:
(Haramdan korunmak için evlenene, Allah’ın yardımı hak olur.) [İBNİ MENİYİ]
0 notes
horozmehmetemin · 6 months
Text
KADINLARIN AHİRET HAYATINDA GÖRECEKLERİ AZAPLAR.
HZ. ALİ (R.A. ) ANLATIYOR:
Ben ve Fatıma, Hz.Muhammed (S.A.V.)'in yanına girdik.
O'nu üzüntülü ve ağlar durumda bulduk, sebebini sorduk.
HZ.Muhammed (S.A.V.) buyurdu ki:
Ben miraç gecesinde göklerde ümmetimin kadınlarını çok çeşitli azap olduklarını gördüm.
Onların gördükleri o şiddetli azaplarına dayanamayıp üzüldüm ve ağladım.
1-) Onlardan bir kısmını saçlarından asılmış (ateşten kor kafalarının üstüne koymuşlardı) beyinlerini kaynarken gördüm..!
2-) Bir kısmını dilerinden asılmış boğazlarından katran akıtılırken gördüm..!
3-) Bir kısmını elleri boyunlarına ve ayakları göğüslerine bağlanmış olarak gördüm. Yılan ve akrepler onları sokup zehirliyorlardı..!
4-) Bir kısmını göğüslerinden asılı olarak gördüm..!
5-) Bir kısım kadın gördüm ki başı domuz, gövdesi merkep gövdesi gibi bin bir çeşit azap ile azap oluyorlardı..!
6-) Bir kısım kadın gördüm ki suretleri köpek suretinde ateş ağızlarından giriyor ardından çıkıyordu, melekler tokmaklarıyla durmadan başlarına vuruyorlardı..!
İşte onları hatırladım, üzüldüm ve ağladım.
Hazreti Fatıma ağlayıp ayağa kalktı:
EY SEVGILI BABACIĞIM.
Acaba bunlar neler yaparlar ki bu kadar çeşitli azaplarla karşılaştılar diye sordu.
HZ.Muhammed (S.A.V.)
1-) Saçlarından asılmış beyinleri kaynayıp azaplananlar, başını örtmeyip saçını başını yabancı erkeklerden gizlemeyen kadınlardır..!
2-) Dilinden asılmış, boğazından katran dökülüp azaplananlar, dili ile kocasına eziyet edip servet mal mülk isteyen kadınlardır..!
3-) Elleri boyunlarına ve ayakları göğsüne bağlanmış olup yılan ve akreplerle zehirlenip azaplananlar, cünüplükten ve hayızlıktan yıkanmayıp namaza ihanet eden, namaz kılmayan kadınlardır..!
4-) Göğüslerinden asılıp azaplananlar, kocasının hizmetini yapmayıp yatağında eziyet eden, göğsünü yabancı erkeklerden sakınmayıp örtünmeyen kadınlardır..!
5-) Başı domuz gövdesi merkep gövdesi gibi olup binbir çeşit azaplananlar (saçını başını süsleyip püsleyip, açık saçık dar ve açık renkli giyinip, vücut hatlarını belli ettirip binbir cilvelerle yabancı erkeklerin gönlünü çeken) kadınlardır..!
6-) Köpek suretinde olup ateş ağzından girip ardından çıkanlar hased edip kocasıyla Müslümanların arasını bozmak için söz gezdirip yalan konuşan kadınlardır.
Yazıklar olsun Allah ve Resulü (S.A.V.)'in emirlerini yaşamayıp yaşatmayanlara, İslamiyeti yaşamayıp isyan edenlere Bunların duaları kabul olmaz cennete de giremezler cennetin kokusunu dahi alamazlar..!
BU NURLARIN IŞIĞIDA DERİZ Kİ;
Ey iman nuruyla nurlanmış kardeşlerim;
Bini bir çeşit süs püslerle süslenip püsleniyorsunuz.
Açılıp saçılıyorsunuz günaha giriyorsunuz.
Bu nedenle de binbir çeşit azaplarla azaplanıyorsunuz.
Size yazık değil mi, günah değil mi..?
Bir kaç günlük dünya hayatı için ebedi olan ahiret hayatınızı harap ediyorsunuz.
Sizin halinize Resulullah (s.a.v) ağlıyor,
Melekler ağlıyor,
Hacılar ağlıyor,
Hocalar ağlıyor,
Yerler ve gökler ağlıyor,
Sizin umrunuzda değil.
ALLAH bu durumda olan herkesi ıslah etsin, hidayet versin inşallah..!
Alakalı YazılarAhiret hayatında günahlarımız ailemize gösterilecek miAhiret, Ahiretin Anlamı, Ahiret isimleri ve Ahiret GerçeğiAhiret hayatında zinanın cezası nedir?Rad suresi 34. ayet: Dünya hayatında onlara sadece bir azap vardır. Ahiret azabı iseAraf suresi 195. ayet: Onların yürüyecekleri ayakları mı var, yoksa tutacakları eller
Bence arkadasim kapan bak bende 15 yasindayim ve gecen yil kapandim bnde ailemin zoruyla kapandim ama simdi sükrediyorum iyiki kapanmisim diyorum bnce ortusuz kadin kadin degildir...!
- Açılıp kapanmak çok günah mi günahı nedir alismadan zorla kapali kalmak dogru mu
- Ben 15 yaşındayım ergenliğe girdim ve ailem bana örtün diyor bende istemiyorum kendimi hazır hissetmiyorum ne yapmam gerek...
- Ben 15 yasindayim cok acik giymiyorum sadece pantolonu dar giyiyorum yazinda kapri giyiyorum birde yazin kalin askili giyiyorum sizce bunun günahi nedir
- Örtünen bir kadının açılması elbetteki günahtır. Ne kadar günah olduğunu Allah bilir.
- Ailenin sözünü dinle ve örtün. Allah sana yardım edecektir. Zorlamakla değil sevdirmekle alıştırılmalıdır.
- Dar elbise giyinmek de haramdır ve diğer giyindiklerinde caiz değildir. Tövbe et ve tesettüre gir.
0 notes
horozmehmetemin · 6 months
Text
HÜKÜM VERMEK YALNIZ ALLAH'A AİTTİR.
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM:
"Yoksa onlar (İslâm öncesi) câhiliyye hükmünü (idaresini) mü istiyorlar?
İyi anlayan bir topluma göre, hükmü, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?" (MAİDE SÜRESI 50.AYET)
Hüküm vermek yalnız Allah'a aittir. Kendisinden başkasına değil yalnız O'na ibadet etmenizi emretti. İşte dosdoğru din budur! Fakat insanların çoğu bunu bilmezler." (YUSUF SÜRESI 40.AYET)
"Yoksa onların Allah'ın izin vermediği şeyi kendileri için dinden bir şeriat koyan ortakları mı var? Eğer önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı muhakkak aralarında hükmolunurdu. Şüphesiz zalimler için acı bir azab vardır." (ŞÛRA SÜRESİ 21.AYET)
"Üzerinde ihtilaf ettiğiniz şeyin hükmü Allah'a aittir. (ŞÛRA SÜRESİ 10.AYET)
"Allah'la beraber başka bir ilaha ibadet etme! Zira O'ndan başka ilah yoktur. O'ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur. Yine O'na döndürüleceksiniz."
(KASAS SÜRESİ 88.AYET)
"Bu dünyada iken yalnız Allah'a dua edildiği zaman inkar etmeniz O'na ortak koşulduğunda da bunu tasdik etmeniz dolayısıyladır. Artık hüküm O yüce ve büyük olan Allah'a aittir."
(MÜ'MİN SÜRESI: 12.AYET)
"O kendisinden başka ibadete layık ilah bulunmayan Allah'tır. Dünyada ve ahirette hamd O'na mahsustur. Hüküm O'nundur yine O'na döndürüleceksiniz. (KASAS SÜRESI)
"Hükmünde hiçbir şeyi ortak kabul etmez." (KEHF SÜRESİ 26.AYET)
"Allah hükmeder O'nun hükmünü iptal edecek hiçbir kimse yoktur."
(RA'D SÜRESI 41.AYET)
"Şüphesizki yaratma da emir de O'nun hakkıdır. Alemlerin Rabbi olan Allah yücedir." (A'RAF SÜRESI 54.AYET)
"Allah ve rasulü bir konuda hüküm verdiğinde inanmış erkek ve kadınların artık işlerinde başka yolu seçme hakları yoktur. Her kim Allah'a ve rasulüne başkaldırırsa apaçık bir şekilde sapmış olur."
(AHZAB SÜRESİ 36.AYET)
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin rasule ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin! Bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız (onun hükmünü) Allah'a ve rasulüne arzedin!"
(NİSA SÜRESİ 59.AYET)
"Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet! Onların hevalarına uyma! Allah'ın sana indirdiği şeylerden bazılarında seni fitneye düşürmelerinden sakın!"
(MAİDE SÜRESİ 49.AYET)
"Evvelde ve ahirde emir Allah'ındır."
(RUM SÜRESİ 4.AYET)
"Hüküm yalnız Allah'a aittir. O'na güvendim. Güvenenler de O'na güvensin."
(YUSUF SÜRESİ 67.AYET)
"Yalnız Allah'ın hükmüne çağrıldığınız zaman kabul etmiyorsunuz. Fakat (bununla birlikte şirk unsuru olan) başka hükümler söz konusu olunca kabul ediyorsunuz. Oysa hüküm yalnız her şeye gücü yeten Allah'a aittir." (MÜ'MİN SÜRESİ 12.AYET)
"Size apaçık (her şeyi açıklayan) kitabı indiren Allah'ın hükmünden başka bir hüküm kabul eder miyim?"
(EN'AM SÜRESİ 114.AYET)
"Diyorlar ki; hüküm verme işinde bize bir pay var mıdır? De ki; emrin ve hükmün tamamı yalnız Allah'a aittir."
(AL-İ İMRAN SÜRESİ 154.AYET)
“Onlar, kendilerine kitap, hüküm ve nebîlik verdiğimiz kimselerdir.”
(EN’AM SÜRESİ 89.AYET)
“Sana bu kitabı, tümüyle gerçek olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin. Sakın hainlerin savunucusu olma.
(NİSA SÜRESİ 105.AYET)
Kuran'a göre hüküm koyma yetkisi yalnız Allah’a aittir. Allahın koyduğu hükmü değiştirmek eleştirmek Allah ın vermediği hükmü ilave etmek hükmün Allah’a ait olduğu delillendiren başka ayetle bulmak mümkündür. Allah’ın hüküm koyduğu konular Kuran’da belirtilmiştir.
iyi bil ki, halis din ancak Allah’ındır. Ondan başka, kendilerine bir takım dostlar (mabutlar) edinenler de şöyle diyorlar: “- Biz onlara (putlara) ibadet etmiyoruz, ancak bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye yapıyoruz.” Elbette Allah, onlarla müminler arasında, ihtilâf edib durdukları şeyde (din hususunda) hükmünü verecektir. Muhakkak ki Allah, yalancı olan, kâfir olan kimseyi doğru yola çıkarmaz.
(ZÜMER SÜRESİ 3. AYET )
- Ve Allah, O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. Hamd önce de ve ahirette de O'nun içindir. Ve hüküm O'na mahsustur ve O'na döndürüleceksinizdir
(KASAS SÜRESİ 70.AYET)
0 notes
horozmehmetemin · 6 months
Text
HÜKÜM VERMEK YALNIZ ALLAH'A AİTTİR.
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM:
"Yoksa onlar (İslâm öncesi) câhiliyye hükmünü (idaresini) mü istiyorlar?
İyi anlayan bir topluma göre, hükmü, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?" (MAİDE SÜRESI 50.AYET)
Hüküm vermek yalnız Allah'a aittir. Kendisinden başkasına değil yalnız O'na ibadet etmenizi emretti. İşte dosdoğru din budur! Fakat insanların çoğu bunu bilmezler." (YUSUF SÜRESI 40.AYET)
"Yoksa onların Allah'ın izin vermediği şeyi kendileri için dinden bir şeriat koyan ortakları mı var? Eğer önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı muhakkak aralarında hükmolunurdu. Şüphesiz zalimler için acı bir azab vardır." (ŞÛRA SÜRESİ 21.AYET)
"Üzerinde ihtilaf ettiğiniz şeyin hükmü Allah'a aittir. (ŞÛRA SÜRESİ 10.AYET)
"Allah'la beraber başka bir ilaha ibadet etme! Zira O'ndan başka ilah yoktur. O'ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur. Yine O'na döndürüleceksiniz."
(KASAS SÜRESİ 88.AYET)
"Bu dünyada iken yalnız Allah'a dua edildiği zaman inkar etmeniz O'na ortak koşulduğunda da bunu tasdik etmeniz dolayısıyladır. Artık hüküm O yüce ve büyük olan Allah'a aittir."
(MÜ'MİN SÜRESI: 12.AYET)
"O kendisinden başka ibadete layık ilah bulunmayan Allah'tır. Dünyada ve ahirette hamd O'na mahsustur. Hüküm O'nundur yine O'na döndürüleceksiniz. (KASAS SÜRESI)
"Hükmünde hiçbir şeyi ortak kabul etmez." (KEHF SÜRESİ 26.AYET)
"Allah hükmeder O'nun hükmünü iptal edecek hiçbir kimse yoktur."
(RA'D SÜRESI 41.AYET)
"Şüphesizki yaratma da emir de O'nun hakkıdır. Alemlerin Rabbi olan Allah yücedir." (A'RAF SÜRESI 54.AYET)
"Allah ve rasulü bir konuda hüküm verdiğinde inanmış erkek ve kadınların artık işlerinde başka yolu seçme hakları yoktur. Her kim Allah'a ve rasulüne başkaldırırsa apaçık bir şekilde sapmış olur."
(AHZAB SÜRESİ 36.AYET)
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin rasule ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin! Bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız (onun hükmünü) Allah'a ve rasulüne arzedin!"
(NİSA SÜRESİ 59.AYET)
"Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet! Onların hevalarına uyma! Allah'ın sana indirdiği şeylerden bazılarında seni fitneye düşürmelerinden sakın!"
(MAİDE SÜRESİ 49.AYET)
"Evvelde ve ahirde emir Allah'ındır."
(RUM SÜRESİ 4.AYET)
"Hüküm yalnız Allah'a aittir. O'na güvendim. Güvenenler de O'na güvensin."
(YUSUF SÜRESİ 67.AYET)
"Yalnız Allah'ın hükmüne çağrıldığınız zaman kabul etmiyorsunuz. Fakat (bununla birlikte şirk unsuru olan) başka hükümler söz konusu olunca kabul ediyorsunuz. Oysa hüküm yalnız her şeye gücü yeten Allah'a aittir." (MÜ'MİN SÜRESİ 12.AYET)
"Size apaçık (her şeyi açıklayan) kitabı indiren Allah'ın hükmünden başka bir hüküm kabul eder miyim?"
(EN'AM SÜRESİ 114.AYET)
"Diyorlar ki; hüküm verme işinde bize bir pay var mıdır? De ki; emrin ve hükmün tamamı yalnız Allah'a aittir."
(AL-İ İMRAN SÜRESİ 154.AYET)
“Onlar, kendilerine kitap, hüküm ve nebîlik verdiğimiz kimselerdir.”
(EN’AM SÜRESİ 89.AYET)
“Sana bu kitabı, tümüyle gerçek olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin. Sakın hainlerin savunucusu olma.
(NİSA SÜRESİ 105.AYET)
Kuran'a göre hüküm koyma yetkisi yalnız Allah’a aittir. Allahın koyduğu hükmü değiştirmek eleştirmek Allah ın vermediği hükmü ilave etmek hükmün Allah’a ait olduğu delillendiren başka ayetle bulmak mümkündür. Allah’ın hüküm koyduğu konular Kuran’da belirtilmiştir.
iyi bil ki, halis din ancak Allah’ındır. Ondan başka, kendilerine bir takım dostlar (mabutlar) edinenler de şöyle diyorlar: “- Biz onlara (putlara) ibadet etmiyoruz, ancak bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye yapıyoruz.” Elbette Allah, onlarla müminler arasında, ihtilâf edib durdukları şeyde (din hususunda) hükmünü verecektir. Muhakkak ki Allah, yalancı olan, kâfir olan kimseyi doğru yola çıkarmaz.
(ZÜMER SÜRESİ 3. AYET )
- Ve Allah, O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. Hamd önce de ve ahirette de O'nun içindir. Ve hüküm O'na mahsustur ve O'na döndürüleceksinizdir
(KASAS SÜRESİ 70.AYET)
0 notes
horozmehmetemin · 8 months
Text
KUR'AN KESİNLİKLE MEZHEBİ YASAKLAMIŞTIR.
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM:
ENAM SÜRESİ 159.AYET:. Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.
RUM SÜRESİ 32.AYET: Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan her fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.
ALİ İMRAN SÜRESİ-103.AYET: Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.
ALİ İMRAN SÜRESİ 105.AYET: Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.
BUGÜN KARŞINIZA MEZHEP KONUSU İLE ÇIKIYORUM....
Herkesin başına gelen durum bu..kimlik sorar gibi sen sunimisin sen hanifimisin vs vs...ne kadar saçma
MEZHEPLER: Çakma İslam’da hak olarak görülüyor ama Kur’an’da hak değil vede kesinlikle yasaklanmıştır....
Peki Kur’an’da hak olmayan İslam’da nasıl hak olabiliyor derseniz; tekkelerde huuuu çeken hurafe zihinler ilave olarak hadisleri de kaynak-referans aldıkları için Kur’an’daki dinden farklı bir mezhep dini oluşturmuşlardır.
Mezhepler, dinin farklı görüşlerle yorumlanması nedeniyle ortaya çıkmış gruplardır. Böylece din parça parça edilmiş, bölük bölük gruplara ayrılmıştır. İslam’dan önce Musevilik ve Hristiyanlık da gruplara, mezheplere bölünmüştü.
Yukardaki Ayetler açık ve net olarak mezhepleri yasaklıyor, mezheplere ayrılanlarla Resullerin ilişiğinin olamayacağını söylüyor ve mezhep mensuplarını cehennem azabıyla tehdit ediyor. Ama buna rağmen mezhepçiler kendilerine katılmayanların cehennemlik olduğunu ileri sürebilecek kadar pişkinler, yani deyim yerindeyse mezhebi genişler.
Hurafeler resmen Yaratıcının sözlerini çiğnemiş yeni kanun çıkarmış durumdadırlar bu vahim durum 1400 yıldır devam ediyor....
İslam’ın asıl şekillendirildiği ve din haline getirildiği dönem, Emevi halifesi Abdülmelik dönemidir. Dolayısıyla dinin şekillenmesiyle birlikte farklı görüşler ve mezhepler oluşmaya başlamıştır. Öyle ki bu grupların sayısı yüzü aşmıştır. Bu oluşan gruplar içinden çıkan İslam alimleri imam sıfatıyla gruplarının inanç ve kurallarını biçimlendirmiş, birbirine benzerlikleri olan küçük grupları aynı çatı altında toplamışlardır. Böylece Hicretten yaklaşık 200 yıl sonra kurulan mezhepler 5-6 büyük mezhepte toplanmış, küçük gruplar zaman içinde eriyip gitmiş ya da mezhep içi gruplara-cemaatlere-tarikatlara dönüşmüştür. Büyük mezheplerin oluşup dinin bölünmesinde ilk adımı atan İmam Şafi olmuştur.
İslam’da iki ana mezhep Ehli sünnet ve Şia’dır. Sünnilere göre 4 hak mezhep vardır. Hanefi, Şafi, Maliki ve Hanbeli. Bu 4 mezhep dışında yol tutturan müslüman kabul edilmez. Şiilere göre hak mezhepler Zeydiyye, İsmailiyye ve Caferiyye’dir. Sünni ve Şii mezheplerin siyasi, itikadi ve fıkhi olmak üzere onlarca alt grubu vardır.
Her grup kendilerini en doğru olarak görür ve asıl cennetliklerin kendi grup mensupları olduğunu iddia eder. İslam’ın temel inançlarında aynı düşünseler de ayrıntılarda öyle farklı inançlara sahiptirler ki birine göre cennetlik olan, diğerine göre cehennemlik olabilir. Örneğin Hanefi mezhebinde namaz kılmayan dövülür. HANBEL, ŞAFI VE MÂLİKİ mezheplerinde ise namaz kılmayan öldürülür. Şimdi gerçeğin herkesin ibadetini yapıp yapmamasından kendisinin sorumlu olacağını düşündüğümüzde bu mezheplerin hepsi yanlış yapmaktadır. VE HANBEL, ŞAFİ VE MÂLİKİmensupları cana kıydıkları için cehennemliktirler. Tersini düşünürsek, yani doğrusu öldürmek olduğunda, Hanefilerin bunu uygulamamaları, Allah’ın hükmünü yerine getirmediklerinden cehennemlik olmalarına neden olacaktır.
Görüldüğü gibi kimilerinin hafife aldığı gibi mezhepler arası farklar basit değildir. Yani, el bağlamanın farklı olması gibi basit sebeplerden çok daha önemli farklılıklar vardır
SON SÖZ:Gününüzde uygulanan islam Orjinali değil çakma ve şekilcidir..Allah kullarını açlıkla terbiye etmez(ORUÇ EMRİ GEÇMEZ) diye boşuna dememişler,Allah kullarını anlayamayacakları bir kitap göndererek de ahiret sınavına tabi tutmaz,Allah Tek İslamı parçalara ayırmaz be hey dünyevi,para düşkünü,dini ticarete döken zavallılar….•••BİR MEZHEBE BAĞLI OLMAK ••ŞART MIDIR?
••Yüce Allah, •insanlar üzerine mezhepleri gerekli kılmamıştır.•
••Herhangi bir mezhebe bağlanmak Allah'ın emri değildir ki, •onu yerine getirmek gerekli olsun.•
••Yüce Allah muvahhid âlimleri ayırt etmeksizin dini meselelerde onlara baş vurulmasını emrederek şöyle buyurmuştur.•
••”Eğer bilmiyorsanız zikir (Kur'an) ehlinden sorunuz".•
•(ENBİYA- SÜRESİ 7.AYET;
NAHL SÜRESİ/43.AYET)
••Resulüllah'ın arkadaşları ve tabiin dönemlerinde fetva soranlar belirli bir mezhebi ve müctehidi seçmiyorlardı.•
••Onlar herhangi bir mezhebe bağlanmadan güvendikleri âlimlerden hangisine rastlarlarsa sorularını ona soruyorlardı.•
••Onların bu davranışlarını hiç kimse dine aykırı görmüyordu.•
••Onların bu davranışları, •herhangi bir mezhep imamını taklit etmenin veyahut bütün meselelerde belirli bir müctehide bağlı kalmanın vacip olmadığına dair bir nevi icma ve ittifak sayılmalıdır.•
••Aynı zamanda insanları belirli bir mezhebe bağlı kalmalarını mecbur tutmak, •onları zorluğa ve darlığa mahkum etmek olacağından asla caiz değildir.•
••Mezhepleri din yapmak cahiliyye anlayışıdır.•
••Müctehid olarak kabul edilen alimlerin büyük çoğunluğu Kur'an'da bulunan kavramlardan, •Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünden haberi olmayan kimselerdir.•
••İctihadlarına dikkatli bakıldığında Kur'an'a son derece yabancı oldukları görülecektir.•
•••Mesela:
••Kadına el ile temas ve kandan dolayı abdestin bozulacağından, •vekalet yoluyla haccın yapılabileceğine, •cuma hutbesinde salavat getirmenin farz olarak görülmesinden, •hac'ta şeytan'ın taşlanmasına, •kabir azabından, •oruç kefaretine kadar bir çok mezhebi ictihad Kur'an'a aykırıdır.•
••İslam'da kişinin bir mezhebe tabi olmayı gerekli kılacak herhangi bir mecburiyet ve hüküm bulunmamaktadır.•
••Tam aksine fırka ve mezhepler Kur'an'ın bir çok âyetinde reddedilmiş bölücülük ve şirk olarak kabul edilmiştir.•
•(EN'AM SÜRESİ/159.AYET;
RUM SÜRESİ-/30,31,32.AYETLER)
••Mezhep ve cemaatler insanın iradesinin önünde bir barikat ve bataklık gibidir.•
••Kişinin hiçbir tarafa ayrılmayacak şekilde kendisini belirli bir mezhebe mahkum etmesi Allah'ın kullarına karşı zorluk çıkarma anlamını taşımaktadır.•
••Yani, •Allah'ın haram kılmadığı bir şeyi haram kabul etmek ahirette yüce Allah'ın huzurunda büyük bir zulüm ve haddi aşmak olarak karşılık bulacaktır.•
••Mezhep inancı, •Kur'an cahili olan kişileri Allah Resulü'nün bulunduğu makamdan daha ileriye götürmek anlamını taşımakta, •onları dokunulmaz ve masum birer ilah ve rab kabul etmekte, •din adamlarını kutsama inancını insanlara dayatma anlamına gelmektedir.•
•(TEVBE SÜRESİ 31.AYET ).•••••••••••
1 note · View note
horozmehmetemin · 8 months
Text
KUR'AN KESİNLİKLE MEZHEBİ YASAKLAMIŞTIR.
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM:
ENAM SÜRESİ 159.AYET:. Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.
RUM SÜRESİ 32.AYET: Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan her fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.
ALİ İMRAN SÜRESİ-103.AYET: Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.
ALİ İMRAN SÜRESİ 105.AYET: Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmay��n. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.
BUGÜN KARŞINIZA MEZHEP KONUSU İLE ÇIKIYORUM....
Herkesin başına gelen durum bu..kimlik sorar gibi sen sunimisin sen hanifimisin vs vs...ne kadar saçma
MEZHEPLER: Çakma İslam’da hak olarak görülüyor ama Kur’an’da hak değil vede kesinlikle yasaklanmıştır....
Peki Kur’an’da hak olmayan İslam’da nasıl hak olabiliyor derseniz; tekkelerde huuuu çeken hurafe zihinler ilave olarak hadisleri de kaynak-referans aldıkları için Kur’an’daki dinden farklı bir mezhep dini oluşturmuşlardır.
Mezhepler, dinin farklı görüşlerle yorumlanması nedeniyle ortaya çıkmış gruplardır. Böylece din parça parça edilmiş, bölük bölük gruplara ayrılmıştır. İslam’dan önce Musevilik ve Hristiyanlık da gruplara, mezheplere bölünmüştü.
Yukardaki Ayetler açık ve net olarak mezhepleri yasaklıyor, mezheplere ayrılanlarla Resullerin ilişiğinin olamayacağını söylüyor ve mezhep mensuplarını cehennem azabıyla tehdit ediyor. Ama buna rağmen mezhepçiler kendilerine katılmayanların cehennemlik olduğunu ileri sürebilecek kadar pişkinler, yani deyim yerindeyse mezhebi genişler.
Hurafeler resmen Yaratıcının sözlerini çiğnemiş yeni kanun çıkarmış durumdadırlar bu vahim durum 1400 yıldır devam ediyor....
İslam’ın asıl şekillendirildiği ve din haline getirildiği dönem, Emevi halifesi Abdülmelik dönemidir. Dolayısıyla dinin şekillenmesiyle birlikte farklı görüşler ve mezhepler oluşmaya başlamıştır. Öyle ki bu grupların sayısı yüzü aşmıştır. Bu oluşan gruplar içinden çıkan İslam alimleri imam sıfatıyla gruplarının inanç ve kurallarını biçimlendirmiş, birbirine benzerlikleri olan küçük grupları aynı çatı altında toplamışlardır. Böylece Hicretten yaklaşık 200 yıl sonra kurulan mezhepler 5-6 büyük mezhepte toplanmış, küçük gruplar zaman içinde eriyip gitmiş ya da mezhep içi gruplara-cemaatlere-tarikatlara dönüşmüştür. Büyük mezheplerin oluşup dinin bölünmesinde ilk adımı atan İmam Şafi olmuştur.
İslam’da iki ana mezhep Ehli sünnet ve Şia’dır. Sünnilere göre 4 hak mezhep vardır. Hanefi, Şafi, Maliki ve Hanbeli. Bu 4 mezhep dışında yol tutturan müslüman kabul edilmez. Şiilere göre hak mezhepler Zeydiyye, İsmailiyye ve Caferiyye’dir. Sünni ve Şii mezheplerin siyasi, itikadi ve fıkhi olmak üzere onlarca alt grubu vardır.
Her grup kendilerini en doğru olarak görür ve asıl cennetliklerin kendi grup mensupları olduğunu iddia eder. İslam’ın temel inançlarında aynı düşünseler de ayrıntılarda öyle farklı inançlara sahiptirler ki birine göre cennetlik olan, diğerine göre cehennemlik olabilir. Örneğin Hanefi mezhebinde namaz kılmayan dövülür. HANBEL, ŞAFI VE MÂLİKİ mezheplerinde ise namaz kılmayan öldürülür. Şimdi gerçeğin herkesin ibadetini yapıp yapmamasından kendisinin sorumlu olacağını düşündüğümüzde bu mezheplerin hepsi yanlış yapmaktadır. VE HANBEL, ŞAFİ VE MÂLİKİmensupları cana kıydıkları için cehennemliktirler. Tersini düşünürsek, yani doğrusu öldürmek olduğunda, Hanefilerin bunu uygulamamaları, Allah’ın hükmünü yerine getirmediklerinden cehennemlik olmalarına neden olacaktır.
Görüldüğü gibi kimilerinin hafife aldığı gibi mezhepler arası farklar basit değildir. Yani, el bağlamanın farklı olması gibi basit sebeplerden çok daha önemli farklılıklar vardır
SON SÖZ:Gününüzde uygulanan islam Orjinali değil çakma ve şekilcidir..Allah kullarını açlıkla terbiye etmez(ORUÇ EMRİ GEÇMEZ) diye boşuna dememişler,Allah kullarını anlayamayacakları bir kitap göndererek de ahiret sınavına tabi tutmaz,Allah Tek İslamı parçalara ayırmaz be hey dünyevi,para düşkünü,dini ticarete döken zavallılar….•••BİR MEZHEBE BAĞLI OLMAK ••ŞART MIDIR?
••Yüce Allah, •insanlar üzerine mezhepleri gerekli kılmamıştır.•
••Herhangi bir mezhebe bağlanmak Allah'ın emri değildir ki, •onu yerine getirmek gerekli olsun.•
••Yüce Allah muvahhid âlimleri ayırt etmeksizin dini meselelerde onlara baş vurulmasını emrederek şöyle buyurmuştur.•
••”Eğer bilmiyorsanız zikir (Kur'an) ehlinden sorunuz".•
•(ENBİYA- SÜRESİ 7.AYET;
NAHL SÜRESİ/43.AYET)
••Resulüllah'ın arkadaşları ve tabiin dönemlerinde fetva soranlar belirli bir mezhebi ve müctehidi seçmiyorlardı.•
••Onlar herhangi bir mezhebe bağlanmadan güvendikleri âlimlerden hangisine rastlarlarsa sorularını ona soruyorlardı.•
••Onların bu davranışlarını hiç kimse dine aykırı görmüyordu.•
••Onların bu davranışları, •herhangi bir mezhep imamını taklit etmenin veyahut bütün meselelerde belirli bir müctehide bağlı kalmanın vacip olmadığına dair bir nevi icma ve ittifak sayılmalıdır.•
••Aynı zamanda insanları belirli bir mezhebe bağlı kalmalarını mecbur tutmak, •onları zorluğa ve darlığa mahkum etmek olacağından asla caiz değildir.•
••Mezhepleri din yapmak cahiliyye anlayışıdır.•
••Müctehid olarak kabul edilen alimlerin büyük çoğunluğu Kur'an'da bulunan kavramlardan, •Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünden haberi olmayan kimselerdir.•
••İctihadlarına dikkatli bakıldığında Kur'an'a son derece yabancı oldukları görülecektir.•
•••Mesela:
••Kadına el ile temas ve kandan dolayı abdestin bozulacağından, •vekalet yoluyla haccın yapılabileceğine, •cuma hutbesinde salavat getirmenin farz olarak görülmesinden, •hac'ta şeytan'ın taşlanmasına, •kabir azabından, •oruç kefaretine kadar bir çok mezhebi ictihad Kur'an'a aykırıdır.•
••İslam'da kişinin bir mezhebe tabi olmayı gerekli kılacak herhangi bir mecburiyet ve hüküm bulunmamaktadır.•
••Tam aksine fırka ve mezhepler Kur'an'ın bir çok âyetinde reddedilmiş bölücülük ve şirk olarak kabul edilmiştir.•
•(EN'AM SÜRESİ/159.AYET;
RUM SÜRESİ-/30,31,32.AYETLER)
••Mezhep ve cemaatler insanın iradesinin önünde bir barikat ve bataklık gibidir.•
••Kişinin hiçbir tarafa ayrılmayacak şekilde kendisini belirli bir mezhebe mahkum etmesi Allah'ın kullarına karşı zorluk çıkarma anlamını taşımaktadır.•
••Yani, •Allah'ın haram kılmadığı bir şeyi haram kabul etmek ahirette yüce Allah'ın huzurunda büyük bir zulüm ve haddi aşmak olarak karşılık bulacaktır.•
••Mezhep inancı, •Kur'an cahili olan kişileri Allah Resulü'nün bulunduğu makamdan daha ileriye götürmek anlamını taşımakta, •onları dokunulmaz ve masum birer ilah ve rab kabul etmekte, •din adamlarını kutsama inancını insanlara dayatma anlamına gelmektedir.•
•(TEVBE SÜRESİ 31.AYET ).•••••••••••
0 notes
horozmehmetemin · 8 months
Text
KUR'AN KESİNLİKLE MEZHEBİ YASAKLAMIŞTIR.
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM:
ENAM SÜRESİ 159.AYET:. Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.
RUM SÜRESİ 32.AYET: Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan her fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.
ALİ İMRAN SÜRESİ-103.AYET: Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.
ALİ İMRAN SÜRESİ 105.AYET: Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.
BUGÜN KARŞINIZA MEZHEP KONUSU İLE ÇIKIYORUM....
Herkesin başına gelen durum bu..kimlik sorar gibi sen sunimisin sen hanifimisin vs vs...ne kadar saçma
MEZHEPLER: Çakma İslam’da hak olarak görülüyor ama Kur’an’da hak değil vede kesinlikle yasaklanmıştır....
Peki Kur’an’da hak olmayan İslam’da nasıl hak olabiliyor derseniz; tekkelerde huuuu çeken hurafe zihinler ilave olarak hadisleri de kaynak-referans aldıkları için Kur’an’daki dinden farklı bir mezhep dini oluşturmuşlardır.
Mezhepler, dinin farklı görüşlerle yorumlanması nedeniyle ortaya çıkmış gruplardır. Böylece din parça parça edilmiş, bölük bölük gruplara ayrılmıştır. İslam’dan önce Musevilik ve Hristiyanlık da gruplara, mezheplere bölünmüştü.
Yukardaki Ayetler açık ve net olarak mezhepleri yasaklıyor, mezheplere ayrılanlarla Resullerin ilişiğinin olamayacağını söylüyor ve mezhep mensuplarını cehennem azabıyla tehdit ediyor. Ama buna rağmen mezhepçiler kendilerine katılmayanların cehennemlik olduğunu ileri sürebilecek kadar pişkinler, yani deyim yerindeyse mezhebi genişler.
Hurafeler resmen Yaratıcının sözlerini çiğnemiş yeni kanun çıkarmış durumdadırlar bu vahim durum 1400 yıldır devam ediyor....
İslam’ın asıl şekillendirildiği ve din haline getirildiği dönem, Emevi halifesi Abdülmelik dönemidir. Dolayısıyla dinin şekillenmesiyle birlikte farklı görüşler ve mezhepler oluşmaya başlamıştır. Öyle ki bu grupların sayısı yüzü aşmıştır. Bu oluşan gruplar içinden çıkan İslam alimleri imam sıfatıyla gruplarının inanç ve kurallarını biçimlendirmiş, birbirine benzerlikleri olan küçük grupları aynı çatı altında toplamışlardır. Böylece Hicretten yaklaşık 200 yıl sonra kurulan mezhepler 5-6 büyük mezhepte toplanmış, küçük gruplar zaman içinde eriyip gitmiş ya da mezhep içi gruplara-cemaatlere-tarikatlara dönüşmüştür. Büyük mezheplerin oluşup dinin bölünmesinde ilk adımı atan İmam Şafi olmuştur.
İslam’da iki ana mezhep Ehli sünnet ve Şia’dır. Sünnilere göre 4 hak mezhep vardır. Hanefi, Şafi, Maliki ve Hanbeli. Bu 4 mezhep dışında yol tutturan müslüman kabul edilmez. Şiilere göre hak mezhepler Zeydiyye, İsmailiyye ve Caferiyye’dir. Sünni ve Şii mezheplerin siyasi, itikadi ve fıkhi olmak üzere onlarca alt grubu vardır.
Her grup kendilerini en doğru olarak görür ve asıl cennetliklerin kendi grup mensupları olduğunu iddia eder. İslam’ın temel inançlarında aynı düşünseler de ayrıntılarda öyle farklı inançlara sahiptirler ki birine göre cennetlik olan, diğerine göre cehennemlik olabilir. Örneğin Hanefi mezhebinde namaz kılmayan dövülür. HANBEL, ŞAFI VE MÂLİKİ mezheplerinde ise namaz kılmayan öldürülür. Şimdi gerçeğin herkesin ibadetini yapıp yapmamasından kendisinin sorumlu olacağını düşündüğümüzde bu mezheplerin hepsi yanlış yapmaktadır. VE HANBEL, ŞAFİ VE MÂLİKİmensupları cana kıydıkları için cehennemliktirler. Tersini düşünürsek, yani doğrusu öldürmek olduğunda, Hanefilerin bunu uygulamamaları, Allah’ın hükmünü yerine getirmediklerinden cehennemlik olmalarına neden olacaktır.
Görüldüğü gibi kimilerinin hafife aldığı gibi mezhepler arası farklar basit değildir. Yani, el bağlamanın farklı olması gibi basit sebeplerden çok daha önemli farklılıklar vardır
SON SÖZ:Gününüzde uygulanan islam Orjinali değil çakma ve şekilcidir..Allah kullarını açlıkla terbiye etmez(ORUÇ EMRİ GEÇMEZ) diye boşuna dememişler,Allah kullarını anlayamayacakları bir kitap göndererek de ahiret sınavına tabi tutmaz,Allah Tek İslamı parçalara ayırmaz be hey dünyevi,para düşkünü,dini ticarete döken zavallılar….
0 notes
horozmehmetemin · 9 months
Text
Tumblr media
CENNETTE CİNSELLİK VE HURİ MESELESİ:
Hakkında çok konuşulan, din düşmanları tarafından istismar edilen bu konu hakkındaki görüşümü kısaca açıklayacağım. Öncelikle temel yöntemimi ortaya koymalıyım.
Bu konuyu Kuran temelli ele alıyorum (Hadislerde bu konu hakkında birçok uydurmalar -mevzu hadisler- olduğu kanaatindeyim). Bu söylediğimin açılımı şudur: Bu konuda Kuran’ın söylediği doğru, Kuran’la çelişen yanlış, Kuran’da açıklanmayan mümkün kategorisindedir. İşin doğrusu, bu konuda, birçok başka konuda olduğu gibi, en temel sorun, bu metodun geçerliliğini anlamayla ilgilidir.
Şimdi bunlara dayanarak şu soruya cevap verelim: Kuran’da cennette cinselliğin olup olmayacağı, ya da nasıl olacağı veya hurilerin cinsel bir ödül olduğuna dair açık bir ifade var mı? Bu sorunun cevabı açıkça “Hayır”dır. Yani Kuran’da ahirette cinsel yaşamın detayları olmadığı gibi olduğuna veya olmadığına dair açık bir ifade de yoktur. Bu açıdan bakıldığında ahirette cinselliğin olması “mümkün” kategorisindedir. Ahirette insan nefsinin istediklerinin karşılanacağını söyleyen ayetlere (41-FUSSİLET SÜRESİ-31.AYET VE 43-ZUHRUF SÜRESÜ 71.AYET) binaen, ahirette cinsellik olacağı beklentisi, bence makul bir beklentidir. Fakat orada, insanın, yeni bir şekilde yaratılacağını ifade eden ayetlere (BAKINIZ: 56-VAKIA SÜRESİ 61.AYET) binaen, açıkça belirtilmeyen bu hususu “mümkün” görmeme rağmen, bu yeni yaratılışta böyle bir şeyi arzu edip etmeyeceğimizi bilemeyeceğimizi saptamakta fayda var. Cennetteki insanların hoşuna gidecek birçok nimetin gerçek vasıflarını hiç kimsenin bilmediğini söyleyen 32-SECDE SÜRESİ 17 AYETİ bu konuda olması gerekli zihinsel tavra ışık tutmalıdır.
Kuran’da, cennetteki nimetlerin gerçek vasıflarını kimsenin tam olarak bilemeyeceği belirtildiğine göre, Kuran’ın bu nimetleri anlatmasının tek yolu “benzetmelerle anlatım” (teşbih) yapmaktır
(3-ALİ İMRAN SÜRESİ 7. AYET Kuran’da “benzetmeli anlatım”ın –müteşabih- önemini göstermektedir.) Diğer yandan Kuran’dan, ahirette, dünyadan daha çok nimetin, büyük bir saltanatın (76 İNSAN SÜRESİ 20.AYET) olduğunu öğreniyoruz; kısacası Kuran’da tüm detayların değil, bilakis sadece bazı kesitlerin anlatılması kaçınılmazdır. Sonuçta Kuran’da, ahirette olanların “benzetmeli anlatım” ve “bazı kesitleri aktarmak” suretiyle aktarıldığını hep aklımızda tutmalıyız. Bu ise Kuran’da anlatılanların cennetteki nimetlerin tam olarak aktarılması olmadığı (çünkü benzetme tam aktarma değildir), fakat orda olanları anlamamız için ipucu niteliğinde olduğu; ayrıca Kuran’da haberi verilmeyen birçok nimet olduğu, anlatılanların var olanların ufak bir kısmı olduğu anlamına gelir.
Gelelim cennette cinsellik olduğunu ifade ettiği düşünülen ayetlerin ve huri meselesinin incelenmesine. Bu konuda önemli gördüğüm şu birkaç hususu ilgili ayetlerle beraber kısaca inceleyeceğim:
1- HURİLER ERKEKLERE VERİLEN BİR ÖDÜL MÜ?
Arapça’da, başka birçok dilde olduğu gibi, erkek-kadın karışık topluluklara ve sırf erkeklerden oluşan topluluklara kullanılan fiiller ortaktır. Sonuçta cennetlikler için bu tip fiiller kullanıldığı gibi cehennemlikler için de aynı fiiller kullanılır. Bu ödül veya cezaların sırf erkeklere mahsus olduğunu düşünemeyeceğimiz gibi “hurilerin” sırf erkekler için bir ödül olduğunu düşündürecek bir Kurani ifade de yoktur. Bu konuda tefsirci Prof. Dr. Mehmet Okuyan şöyle demektedir: “Kur’ân’da eğer kadınlarla ilgili çok özel bir mesele gündeme getirilecekse, onlara ait dişi zamirler veya kullanımlar devreye sokulur. Eğer önemli bir fark yoksa o zaman cümlelerin içerisinde erkek ve kadın ayırımı yapılıyorsa da sonuçta tek sığa tercih edilir ki bu da müzekker, yani erkek sığadır.”
Burada dikkat çekilmesi gerekli husus “HURI” kelimesinin Arapçada dişi veya erkek bir kelime olmadığıdır. Bu kelime “gözünün beyazı bembeyaz, tertemiz, güzel” gibi anlamlara gelmektedir. Kuran’da hurilerin insanlarla “eşleştirileceği” (zevvecnahum) ifade edilmektedir (BAKINIZ: 44-DUHAN SÜRESİ 54, 52.AYET-TUR SÜRESİ 20.AYET); fakat bu eşleştirmede cinsellik olduğu şeklinde bir beyan yoktur. Nitekim Kuran’da nefislerin eşleştirilmesi için (BAKINIZ: TEKFİR SÜRESİ 7.AYET), ahirette insanların gruplar şeklinde birleştirilmesi için (BAKINIZ: 56-VAKIA SÜRESİ 7.AYET) de aynı kelime (ZEVC) geçmekte, fakat buradaki “eş, grup olma” anlamındaki “ZEVC” kelimesinden kimse cinsel ilişkili bir eşleştirmeyi anlamamaktadır. Peki niteliği bilinmeyen bir varlığın insanlarla buluşturulmasından ne hakla kesin şekilde cinsellik anlamını, hem de sadece erkekler için çıkarmaktayız, üstelik kelimenin kendisi bir dişi kelime bile değilken? Cennet nimetleri, bu dünyada yapılan iyiliklerin ve Allah’ın hem erkeklere hem kadınlara rahmetinin bir sonucuyken, bu şekilde bir tefsirin, erkek merkezli ve Arap zihniyeti merkezli bir tefsir anlayışından kaynaklandığını düşünmekte haksız mıyız? Kuran’da bahsedilen hurilerin, cennete girecek insanların arkadaşları veya hizmetçileri veya rehberleri gibi bir vazifeleri olabileceğini de düşünmek pekala mümkünken, neden onların “cinsel partner” olduğunda ısrar edilmektedir? İşin en iyisi, Kuran’da anlatılan kesitte hurilerin fonksiyonunun anlatılmadığını saptayarak, “fonksiyonları nedir” sorusuna “bilmiyoruz” cevabını vermektir.
Allah isteseydi, Kuran’da cinsellik için kullanılan “lamese” gibi kelimelerle, hurilerle cinselliğin olacağını açık bir şekilde beyan edebilirdi; böylesi açık bir beyan yokken, cenneti daha çok erkekler için hazırlanmış bir alan gibi gösteren ve insanlara (sadece kadınlara veya sadece erkeklere değil) yaptıklarının karşılığının verileceğini söyleyen Kuran ayetlerinin ruhuna ters bu anlayışı reddetmeli, Kuran’da anlatılmayan detayları “bilmiyoruz” demeyi bilmeliyiz. Bunların cinsel tatminle ilgili ilgili bir fonksiyonları varsa bile, mevcut Kuran ayetlerinden hareketle bunun kesin bir şekilde ifade edilmesi mümkün değildir.
2- KURAN’DA CENNETTEKİ BAKİRE KADINLARDAN BAHSEDİLİYOR MU?
Kuran’da bakireliğe atıf olduğu, böylece cennette cinselliğe atıf yapıldığı söylenmiştir. Bu konuda üç ayet gündeme getirilmiştir: 55 RAHMAN SÜRESİ 56, 74.AYET VE 56-VAKIA SÜRESİ 36. AYETLER. Şimdi bu ayetleri sırasıyla inceleyelim:
RAHMAN SÜRESİ 56. VE 74. AYETLERDE daha önce insanların ve cinlerin onlara dokunmadıkları, temas etmedikleri geçmektedir (Lem yatmishunne insun kablehum ve lâ cânn). Fakat Kuran’da başka hiçbir yerde, bu ayette “yatmishunne” ifadesiyle belirtilen “temas, dokunma” cinsel ilişki için kullanılmamış; “lamese” (5 MAİDE SÜRESİ 6.AYET), “eta” (2 BAKARA SÜRESİ 222. AYET), “MESSE” (2 BAKARA SÜRESİ 236, 237.AYET), “başera” (2- BAKARA SÜRESİ 187.AYET) tipi fiiller cinsel ilişki için kullanılmıştır. O zaman Rahman Suresi 56 ve 74’ten “kimsenin önceden sahip olmaması, kimsenin dokunmamış bile olması” gibi bir anlamı anlamak daha doğru değil midir? Burada açıkça cinselliği ifade eden bir anlam yoktur. Üstelik eğer bu ayetlere bazılarının yaptığı gibi “insanların ve cinlerin hurilerin bakireliğini önceden bozmadığı” gibi bir anlam verilirse, insanlarla cinlerin aynı tip bir varlıkla cinsel ilişkiye girebilme ihtimalini düşünmek gibi bir zorluk da ortaya çıkmaktadır.
56-VAKAI SÜRESİ 36. AYETİNE ise “o hurileri bakireler kıldık” anlamı verilmiştir. Oysa ayette “huri” diye bir ifade yoktur. Önceki ayetlerde birçok cennet nimetlerinden bahsedildikten sonra 34. AYETTE “yükseltilmiş oturma alanlarından” bahsedilir, 35. AYETTE “onların yeni bir şekilde oluşturulduğundan” bahsedilir, 36. AYETTE geçen “ve cealna hunne ebkaran” ifadesini o zaman “daha önce onları hiç kimse kullanmamıştır” şeklinde çevirmek daha uygundur. “Onları” ifadesini ise ayette ve ayetin yakınlarında bir yerde hiç olmayan “huri” ifadesine yollamak yerine, ayetin en yakınında, 34. AYETTE bahsedilen “oturma alanlarına” (furuşin) göndermek dilbilim açısından en uygunudur. 37. AYETTE geçen “Uruben etraba” ifadesini ise “uruben” kelimesini “kusursuz”, “etraba” kelimesini ise “uyumlu, denk” olarak yani “kusursuz, uyumlu” şeklinde çevirmek uygun olacaktır.
3- HURİLERİN “İNCİ”YE BENZETİLMESİ CİNSEL BİR İMA MIDIR?
Huriler Kuran’da “inci”ye (56 VAKIA SÜRESİ 23.AYET) benzetilmektedir. Bu benzetmeyi bile bir cinsel ima olarak değerlendirenler olmuştur. Oysa Kuran’da ahiretteki çocuklardan (vildan) bahsedilirken bunlar da inciye benzetilmektedir (76 INSAN SÜRESİ 19.AYET). Kuran’da “vildan” ifadesinin “çocuklar” anlamında kullanıldığı 4-NISA SÜRESİ 75, 98, 127. VE 73 MÜZZEMMİL SÜRESİ 17. AYETLERDEN de anlaşılmaktadır. Herhalde çocuklar için “inci” benzetmesi var diye çocuklarla cinsel ilişkiye girildiğini düşünebilecek kimse yoktur! Aynı şekilde Kuran’daki “genç” anlamına gelen “gılman” için de 52-TUR SÜRESİ 24.AYER’'TE“inci” benzetmesi yapılmaktadır; fakat bundan da cinsellik anlamı çıkarılmamıştır. Peki o zaman huriler için böylesi tanımlamalar olmasından hareketle hangi hakla bu ifadenin kesin bir şekilde cinselliği kastettiğini söyleyebiliriz? (55-Rahman Suresi—58. ayetteki “yakut” ve “mercan” benzetmeleri de bu çerçevede düşünülmelidir.)
4- KURAN’DA AHİRETTE “GÖĞÜSLERİ YENİ TOMURCUKLANMIŞ DİLBERLER”DEN BAHSEDİLİYOR MU?
78-NEBE SÜRESİ 33. AYETTEKİ Arapça “kevaıbe etraben” ifadesine birçok Türkçe mealde “göğüsleri yeni tomurcuklanmış yaşıt kızlar” anlamı verilmiştir, hatta bazıları “dilberler” diye bile çeviriye ilave yapmıştır. Burada “etraben” ifadesi “uyumlu, denk” anlamına gelmektedir; “kevaıbe” kelimesi ise “göğüsleri yeni tomurcuklanmış (dilber) kızlar” olarak çevrilmiştir. Oysa ayette ne “dilber” vardır, ne “göğüs” vardır, ne de “tomurcuklanma” vardır. Öncelikle şunu belirtelim Arapça’da “kevaıbe” kelimesinin de “etrab” kelimesinin de dişili erkeği aynıdır; yani bu kelimeler dişilik ifade etmemektedir. Bu kelimenin anlamlarından olan “yuvarlakımsı” anlamlarının bu kelimeye verilmesi uygundur; buna göre bir önceki ayette (32. AYET) belirtilen üzüm bağlarına gönderme yapılıp; yuvarlakımsı (kevaib) ve birbirine denk (etraben) olarak üzümler betimlenmektedir.
SONUÇ:
Sonuçta Kuran’da, ahirette cinsel bir yaşamın olduğu veya olmadığına dair açık bir ifade olmadığı gibi, “hurilerin” erkeklerin cinsel partnerleri olduğuna dair bir ifade de yoktur. “En çok salavat getirene ahirette en çok huri verilecektir” gibi, metinlerinden uydurma olduğu rahatlıkla anlaşılabilecek hadislere bu yazıda yer verilmedi, merak edenler, Kuran’da olmayan huri algısının nasıl oluştuğunu, uydurma olduğunu düşündüğümüz bu hadisleri okuyarak öğrenebilirler.
Ahirette insanların canının istediği birçok nimet olacağı Kuran’da belirtildiğine göre (41 FUSSİLET SÜRESİ 31, 43.AYET-ZUHRUF SÜRESİ 71, 76.AYETLER-INSAN SÜRESİ 20) ahirette cinsellik beklentisi kanaatimce normal bir beklentidir. Fakat bilemediğimiz konuda “Bilmiyoruz” demeyi bilmeli ve cennetteki nimetlerin gerçek vasıflarını kimsenin bilmediğini söyleyen 32-SECDE SÜRESİ 17. AYETİ bu tip konular gündeme geldiğinde hatırlamalıyız. Ayrıca 9 TEVBE SÜRESI 72. AYETTE dendiği gibi Allah’ın rızasının tüm Cennet nimetlerinin üstünde olduğunu da hep aklımızda tutmalıyız.
NOT: Bu yazıyı hazırlarken çalışmalarından faydalandığım Prof. Dr. Mehmet Okuyan’a teşekkür ederim.
0 notes
horozmehmetemin · 10 months
Text
Tumblr media
DİN ADAMLARINI İLÂH EDİNMEYİN !
Sosyal medyada kur'an din adına yeter, size din anlatanları sorgulayın araştırın dedigimizde sürekli;
* siz eski alimlerden iyimi biliyorsunuz?
*İlminiz ne ki konuşuyorsunuz?
*Filanca alim ömrünü dine vermiş senden benden daha bilir.
*AYET söylüyorsun cevap ama filanca âlimde hocada şöyle diyor. vb.gibi ithamlarla karşılaşıyoruz.
Arkadaslar her dediği mutlak doğru olan,her dediğine mutlak itaat edilecek olan sadece Alemlerin rabbi olan Allahtır.
Onun haricinde kim ne derse desin mutlak doğru değildir sorgulanmalıdır.
İşte bunu yapmadığınızda dikkat edin o alimi ,din adamını ilahınız yapabilir ŞİRKE girebilirsiniz.
Rabbimizin sözleri vahiydir.bu sözler kuranda yazılı olarak karşımıza gelir.Kuran harici Allah şöyle buyurdu ,Allah dediki diye anlatılanlar rabbimize iftiradır. Nebi as. da kuran harici Allah şöyle buyurdu ,Allah dediki diye birşey asla demez.
ALIN SİZE BİR ÖRNEK
Bakın Büyük islam müceddidi imamı gazali ÌHYÁU `ULÚMÍ`D - DÍN [ CÍLT: 1] RUB´UL - ÍBÁDAT YEDiNCi BÁB SAYFA : 536 - 543 kitabında nasıl Allah ve resulüne iftira atıp kendini Ilah yerine koyuyor.
Haftanın 7 günü kılınacak nafile namazları nebi dedi diye aktarmış.hepsini uzun olur diyerek almadım.dileyen imam gazalinin kitabından bakabilir.
" BUNLAR HAFTANIN GÜNDÜZ VE CECELERiNDE KILINAN NAMAZLARDIR "
PAZARTESi :
Cábir´den o da Resúlullah´dan :
" Pazartesi kuşluk vakti, her rekátinda birer kere Fátiha, ihlás ve Muavveeteyn okumak súretiyle iki rekát namaz kılıp selam verince on istiğfar ve on salávet getiren kimsenin Allahu Teálá bütün günáhlarini bağışlar.
İşte müslümanları böyle uyuşturuyorlar bir namaz kıldın bütün günahların bağışlandı.
Enes bin Málik, Peygamber Efendimizden :
" Kim ki Pazartesi günü on iki rekát namaz kilar ve her rekátinda Fátiha ve Àyet - el Kürsí ´yi birer defa okuyup bitirince 12 ihlás okur ve 12 kere istiğfar ederse, kıyamet günü falanca nerede gelsin sevabini alsin diye çağırılır. Verilecek ilk mükáfat bin elbise ve bir tactir. Buyur cennete denilir. Ellerinde hediyeleri olduğu halde yüz bin melek kendisini istikbál eder, tá ki parlak núrdan manúl bin köşküne gidinceye kadar. "
SALI :
Yezid - i Rekkasí, Enes bin Málik ( R.A.) ´den Peygamber EFendimiz :
" Sali günü gündüzün ortasinda veyá güneş yükseldikte kimki her rekátinda bir Fátiha, bir Àyet - el Kürsí ve üç Ìhlás okumak súretiyle on rekát namaz kilarsa, yetmiş gün defterine günáh yazilmaz, bu yetmiş gün içinde ölürse şehit olarak ölür ve yetmiş senelik günáhi bağışlanır.buyurmuştur.
Buyrun bu namazı kıldınız 70 gün her haltı yapabilirsiniz serbestsiniz.hemde ölürseniz şehitsiniz.
4 ) ÇARSAMBA :
Ebú Ìdris El - Havláni ( 615 ) Muáz b. Cebel´den o da Peygamber Efendimizden
" Kim ki Çarşamba günü güneş yükselince on iki rekát namaz kilar, her rekátinda bir Fátiha, bir Àyet - el Kürsí, üç Ìhlás ve üç Muavvezeteyn okursa, arşın altindan bir münadi : " Ey Allah'in kulu. Geçmiş günáhlarin bağışlandı. Allah kabir karanlığı, azábini ve kıyametin şiddetini senden kaldırdı, artik senin için fazla amele lüzum yok " diye çağırır ve o gün kendisi icin bir Peygamber sevábi yükselir.
Gördünüzmü? bu namazı kılarsanız başka bir amele ihtiyacınız yok.Buna inan biri infak edermi? Allah yolunda cihat edermi ? Salih amel işlerimi?
CUMA GÜNÜ :
Nafí, Ìbn Ömer ´den riváyet ediyor ki Peygamber Efendimiz S.A.V.:
" Cuma günü camiye girip öğle namazindan evvel, her rekátinda elli kere Fátiha´yi ve Ìhlási okumak súretiyle dört rekát namaz kilan kimse, cennetteki yerini görmeden veyá bu yeri kendisine gösterilmeden ölmez. " buyurmuştur.
CUMARTESi :
Ebú Hüreyre, Peygamberden :
" Cumartesi, her rekátinda bir Fátiha, üç Ìhlás okumak súretiyle dört rekát namaz kildiktan sonra Àyet - el Kürsí ´yi okuyan kimseye, Allahu Teálá her harfine bir hac bir umre ve gündüzü sáim gecesi kaim, bir senelik seváb ve yine her harfine bir şehit sevábi verir. Ayrica ( kiyámet günü ) Peygamber ve şehitler ile arşın gölgesinde olur buyurmustur.
KAYNAK : ÌHYÁU `ULÚMÍ`D - DÍN [ CÍLT: 1] RUB´UL - ÍBÁDAT YEDiNCi BÁB
SAYFA : 536-543
Ben gaybi bilmem bana ve size ne yapilacak bilmiyorum diyen nebi as. Bu bilgileri nerden aldı.eğer rabbimiz nebi as a bunları bildirdiyse bunlar vahiydir ve kuranda AYET olarak yazması gerekirdi.
Sevgili kardeşlerim bunlar Allah ve resulüne iftiradır.kuranin hangi ayetinde rabbimizin bu nafile kılınan namazlar için böyle mükafat vaad ettiği ayeti var. Bunu bırakın farz namaz için bile şu farzı kılarsanız şu kadar mükafat alırsınız vb.yoktur.
Eğer rabbimizin bu namazlara bu mükafat vaadi olsaydı kuranda AYET olarak yazardı.
Bu namazları bu sevapları kazanmak için kılan kişi öncelikle Allah ve resulüne iftira atar ve bunları anlatan kişiyi ilah edinir.
Kimse sorgulanamaz değildir.lutfen dininizi sağlam kaynaktan Kurandan öğrenin.
Ben kimseye iftira atmıyorum bunlar bu alimlerin eserlerinde yazılı olanlardır.
1 note · View note
horozmehmetemin · 10 months
Text
undefined
unknown
I
0 notes
horozmehmetemin · 1 year
Text
PUTPERESTLERE DİYORUM KI:
ALLAH KURAN’DA EMREDİYOR:
”Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah’tan bir ibret olmak üzere ELLERİNİ KESİN.” MAİDE SÜRESİ 37.AYET
DİYORLAR Kİ  -Kahrolsun ŞERİAT. *
DİYORUM Kİ: ALLAH KURAN’DA BUYURUYOR: ”Kim Allah’ın indirdiği (HÜKÜMLER) ile hükmetmezse işte onlar KÂFİRLERIN ta kendileridir.” MAİDE SÜRESİ 44.AYET *
DİYORLAR Kİ: -Kes sesini. Biz Ata’mızın yolunda gideriz. O her şeyi iyi bilir. *
DİYORUM Kİ: Bakın Rabbimiz buyuruyor: ”ONLARA “ALLAH’IN İNDİRDİĞİ KURANA UYUN!” denildiğinde,
“Hayır, biz, atalarımızın yoluna uyarız!” derler.
Peki ya ataları doğru yolu bulamamış, hidayete erememişse?” BAKARA SÜRESİ 170.AYET *
DİYORLAR Kİ: -Bizim Ata’mız hata yapmaz. O uludur. *
DİYORUM Kİ: ”Siz Allah’ı bırakıp birtakım putlara tapıyor, asılsız sözler uyduruyorsunuz.” ANKEBUT SÜRESİ 17.AYET *
DİYORLAR Kİ: -Evet tapıyoruz bir diyeceğin mi var? *
DİYORUM Kİ: ”Siz ve Allah’ın dışında taptığınız şeyler cehennem odunlarısınız.”ENBİYA SÜRESİ 98.AYET *
DİYORLAR Kİ: -Sen bizim cehenneme gideceğimizi ne biliyorsun be? Saçma sapan konuşma. *
DİYORUM Kİ: ”Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanlıyorsunuz.” EN'AM SÜRESİ 57.AYET *
DİYORLAR Kİ: -Görürüz kim cehenneme gidiyor kim cennete…
* ALLAHIM BUYURDU: ”Öyle ya, teslimiyet gösterenleri, günahkârlarla bir tutar mıyız hiç? Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?
Yoksa size ait bir kitap var da, (bu sapıklıkları) ondan mı okuyorsunuz?” KALEM SÜRESİ 35-37.AYET *
DİYORLAR Kİ: -Artık yeter. Eğer böyle yazmaya devam edersen, hakkında suç duyurusunda bulunacağız. *
ALLAHIM BUYURDU:
”Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” ALİ İMRAN SÜRESİ 175.AYET
ALLAHIM IŞITTIK VE İTAAT ETTİKİ !!!🤲🤲🤲
3 notes · View notes
horozmehmetemin · 1 year
Text
ISLAM'DA KÜÇÜK YAŞTA EVİLİLİK VARDIR?
Soru 1: Talak Suresi 4. ayetinde geçen “Adet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır.” hususunu açıklar mısınız? İslam’da evlilik yaşı kaçtır?
1) “Kadınlarınızdan âdetten kesilenlerin iddetinde tereddüt ederseniz, onların iddet süreleri üç aydır. Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir.”(Talak, 65/4) mealindeki ayette yer alan “Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir.” ifadesi, âdet görmemiş kız çocuklarının da evlendirilebileceğini göstermektedir.
Kur’an’ın açık ifadesinden sonra, bunda tereddüt etmek mümkün değildir. Tarih boyunca ve bugün de onlarca kızın on-on iki yaşlarında evlenmeleri bir vakıa olarak ortada duran bir realitedir.
Ayette “Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir.” ifadesinden makul bir yaşta olduğu halde âdet görmeyenleri anlamak gerekir. Örneğin, bir kadın on beş-on sekiz yaşında olduğu halde âdet görmeyebilir ve buna rağmen evlenmiş olabilir. Ayette böyle bir durumdaki kadının iddet süresine de bir ayarlama getirilmiştir. Bu makul sınırı ise toplumun örf ve adetleri belirler. Eğer İslam belli bir yaş sınırı getirseydi, bu insanlar için bir sıkıntı oluşturabilirdi.
Eğer biz ayetteki ifadeden “makul” bir yaş sınırı algılama cihetine gitmezsek, bu takdirde bir yaşındaki çocuğun da evlenebileceğine hükmetmemiz gerekir ki, bunun yanlış olduğu ortadadır.
2) Eskiden beri çok değişik yaşta evlilikler ve zifafa girmeler söz konusudur. İslam’da bu iş, insanların vicdanlarına ve tecrübelerine bırakılmıştır. İnsanlık camiasında -sapık olanlar hariç- çocuk yaştaki kız çocuklarına karşı şehevî duyguların kabarmaması Allah’ın insanların vicdanlarına yerleştirdiği fıtrî bir sinyaldir. Bu sinyalin ışığında denilebiliri ki, altı-yedi yaş grubuyla zifafa girmenin insanlığa yakışmayan bir tutum olduğu vicdanlarda hissedilen bir gerçektir.
Kaynaklarda bildirildiğine göre, kadınlar dokuz yaşında da erginlik çağına girmiş olabilir. Zifafa girmek için kadının yapısı da önemlidir. Belki de asgarî sınırı on iki yaş olarak görülebilir, on beş-on sekiz yaşı gerekli değildir. Fakat bölgelerin örf ve adetlerinin de bunda rolü vardır. Ancak çağımızda tıbbî açıdan, sağlığa en uygun zamanın tespit edilmesi en uygun olanıdır.
İslam alimlerinin kabul ettiği görüşe göre, erginlik çağının tespiti, kadınlar için âdet görmek, erkekler için de ihtilamdır. Kadın için âdetin başlangıcı dokuz yaş, (erkekler için on iki yaş) civarıdır. Bu duruma girmiş kadın ve erkekler, ergin ve mükellef kabul edilir. Bu haller görülmediği takdirde, erginlik çağı on beş yaş olarak kabul edilir.(bk. Reddu’l-muhtar, 1/306-307; Cezerî, el-Fıkhu ala’l-mezahibi’l-arbaa, 1/123-127; Zuhaylî, a.g.e, 1/456).
Yaş itibariyle erginlik çağını kadınlar için on yedi, erkekler için on sekiz-on dokuz yaşları kabul eden alimler de vardır.(bk. Mebsut, 7/260-şamile).
Sıcak bölgelerde erginlik çağı ve evlenme yaşı, diğer bölgelere göre daha önceden başlar.
3) Yukarıda da ifade edildiği üzere İslam’da evlilik için belli bir yaş sınırı koymamış, ancak bunu insanların makul göreceği örf-âdetlerine bırakmıştır. Çünkü, gebe kalmaya kabiliyeti olamayacak kadar küçük olan kızlara karşı şehevî duyguyu vermemiş ve insanları bu fıtrî sinyalle belli bir zemine oturtmuştur.
Alimlerin büyük çoğunluğuna göre, âdet görmenin ilk sınırı dokuz yaştır. Âdet görmek, artık ceninin / çocuğun barınabileceği bir ortamın hazırlandığı anlamına gelir. Bu tekvinî / biyolojik hazırlık, aynı zamanda âdet gören kadının evlenmeye müsait olduğunu gösteren ontolojik bir belgedir. Bununla beraber, nikah akdini kıymak zifafa girmek manasına gelmez. Örneğin bir yaşındaki bir çocuğun nikahı da kıyılabilir ve bu akit sahihtir.
4) “Mısır’da beş yaşındaki bir kızla evlenme” iddiası bize pek doğru gelmiyor. Çünkü, beş yaşındaki kızını evlendirecek bir babanın varlığını düşünemiyoruz. Şayet nikahlasa bile bu çocukla zifafa girecek kadar insanlıktan uzaklaşmış bir kocayı da düşünemiyoruz. Sapıklık meselesi konumuzun dışındadır. Bu tür olayların her yerde olduğu bilinmektedir. Fakat bu davranışı sergileyenlerin sapık-psikopat olduklarına dair kimsenin şüphesi yoktur.
———————————————————————————————————————————-
Hz. Aişe kaç yaşında evlenmiştir? (Cevap:1)
Bu konuya değinmemizin amacı ne Hz. Aişe’nin yaşını bahane ederek Efendimiz’e saldıran bahtsızlara, ne de kendi sınır tanımaz şehvetlerine buradan bir kılıf bulmaya çalışanlara cevap vermektir. Tek amacımız bu konuda kaynaklarımız arasında var olan gerçekleri tespit edip, bunu sizlerle paylaşmaktır.
Bir ilim ve irfan abidesi olan Hz. Aişe validemiz söz konusu olduğunda genel kanı onun Efendimiz’le 6–7 yaşlarında nişanlandığı ve 9–10 yaşlarında ise evlendiği yönündedir. Bu kadar küçük yaşta evlenmesine yapılan itirazlara ise savunmacı bir üslup ile bölgeye has iklim şartlarının kız çocuklarının erken yaşta buluğa ermesi olarak gösterilir. Gerçekte böylemidir? Sahi, Hz. Aişe validemiz, Hücre-i Saadet’e gelin olarak geldiğinde 9–10 yaşlarında mıydı? Savunmaya ve gizlemeye ihtiyaç duymadan kaynaklarımıza müracaat ettiğimizde, Aişe validemizin gerçek yaşını bulmamız açısından elimizin altında onlarca delil olduğunu görürüz. Gelin, yerimiz nispetinde bunlardan hiç değilse bir kaçına değinmeye çalışalım.
Hz. Aişe validemiz Efendimiz ile nişanlanmadan önce, Allah Resulü’nü Taif dönüşü himayesine alan Mekke’nin sayılı tüccarlarından biri olan Mut’im ibn Adiyy’in oğlu Cübeyr ibn Mut’im ile nişanlıydı. Eğer Hz. Aişe’nin 9 yaşında Efendimiz ile evlendiğini kabul edersek, 6-7 yaşında Efendimiz ile nişanlanmış olduğunu ve bu olaydan birkaç sene önce de Cübeyr ile nişanı bozduğunu söylemiş oluruz. Böyle bir iddia ise Hz. Aişe’nin Cübeyr ile nişanlandığında 5–6 yaşlarında olduğunu kabul etmek anlamına gelir ki, bununda açıklanacak hiçbir tarafı olmaz. Ama biz biliyoruz ki, İslam’ı davetin yankıları Mekke’de yayılmaya başladığında Mut’im: “Ben Muhammed’e inanan bir adamın kızını evime gelin olarak almam” diyerek nişanı geri atmış ve bu olaydan birkaç sene sonra da Efendimiz, Hz. Aişe ile nişanlanmıştır.
Diri diri kız çocuklarını toprağa gömen cahiliye Arapları genel itibari ile kız çocuklarının yaşlarını tutmazlardı. Toplumun tüm kınamasına rağmen kızlarını gömmeyip onları büyütenler, çocukları buluğa erdiklerinde Daru’n-Nedve’de bir tören düzenler ve kızlarının artık büyüdüğünü halka ilan ederlerdi. Eğer bu uygulamayı esas alırsak, Hz. Aişe’nin 9 yaşında evlendiği iddiasını, “9 yıldır ay hali görüyordu” şeklinde anlamak gerekecektir. 9 yıldır ay hali görmesi ve bir 9 yılda çocukluk dönemini dikkate alınca, Hz. Aişe validemiz evlendiğinde 18 yaşlarında bir genç kız olduğu anlaşılacaktır.
Hz. Aişe validemiz yıllar sonra Mekke’nin ilk dönemlerinde inen bir sûre olan, Kıyamet Sûresinin iniş zamanı sorulduğu zaman: “ Ben Mekke’de sokaklarda oynayan bir çocuk iken Kıyamet Sûresinden şu ayetler nazil oldu” diye cevap vermesi, onun yaşını tespit etmemiz açısından önemli bir işarettir. Bu sûrenin Nübüvvetin 3. yada 4. yılında nazil olduğunu hatırlarsak, Aişe validemizin de oyun oynayacak ve dile getirilen sûreyi aklında tutacak bir yaşta olması gerektiğini de dikkate alırsak; o günlerde en az 6–7 yaşlarında olması icap edecektir. Hz. Aişe’nin Efendimiz ile evliliğinin Nübüvvetin 13. yılında gerçekleştiğini hatırlarsak, demek ki; bu evlilik Kıyamet Sûresinin nazil olmasından yaklaşık 10 yıl sonra olduğunu kabul etmek zorunda kalacağız. Böyle olunca da Aişe validemizin evlendiği zaman yaşının en az 17 yada 18 olduğu anlaşılacaktır.
Birçok tarihi kaynak Aişe validemiz ile ablası Esma arasındaki yaş farkının 10 olduğunu söylerler. Hicretin 73. yılında 100 yaşında vefat etmiş olan büyük İslam kadını Hz. Esma hicret sırasında 27-28 yaşlarında idi. Eğer o bu yaşlarda idiyse ve Aişe validemizden de 10 yaş büyük idiyse, demek ki Hz. Aişe’de hicret sırasında 18 yaşlarında idi.
Bugün hadis kitaplarımızda yer alan ve Hz. Aişe Validemiz’in Mekke yıllarıyla ilgili olarak anlattığı bazı rivayetler, onun yaşını tespit edebilmemize yardımcı olacak niteliktedir. Bunlardan birkaçına değinirsek, mesela; Risâletten kırk yıl önce gerçekleşen ve tarih belirlemede bir ölçü olarak kabul gören Fil hadisesinden geriye kalan iki kişiyi Mekke’de dilenirken gördüğünü söylemesi; Mekke’nin en sıkıntılı günlerinde Allah Resûlü’nün sabah-akşam kendi evlerine geldiğini ve bu sıkıntılara dayanamayan babası Hz. Ebû Bekir’in de Nübüvvetin 5. veya 6. yılında Habeşistan’a hicret teşebbüsünde bulunduğunu detaylarıyla birlikte anlatması; ilk defa namazın ikişer rekat farz kılındığını, mukim olanlar için daha sonraları onun dört rekata çıkarıldığını, ancak sefer durumlarında yine iki rekat olarak bırakıldığını ifade etmesi gibi rivayetler onun yaşı konusunda bize ip uçları verecek niteliktedir.
Hz. Aişe validemizin doğum tarihindeki ihtilafların bir benzeri vefat tarihinde de görülmektedir. Ama biz bazı detayları ve rivayetler arasındaki ilişkileri dikkate alırsak, onun Hicri 58. yılda, 74 yaşlarında vefat ettiğini kabul edebiliriz. Eğer o 74 yaşında vefat etti ise, Efendimiz’den sonra 48 yıl dul olarak yaşadı ise, Allah Resulü ile evliliği de 9 yıl sürdü ise; demek ki, Aişe validemiz, Efendimiz Daru’l-Beka’ya hicret ettiğinde 26, evlendiğinde ise 17–18 yaşlarında idi.
İşte burada ancak birkaçına yer verebildiğimiz delilerden anlaşılacağı gibi, bilinenin aksine Hz. Aişe validemizin evlilik yaşı 9 veya 10 değil, 18’dir.
Muhammed Emin YILDIRIM
———————————————————————————————————————————-
Soru2: Kızların kaç yaşında evlenmeleri uygundur? Hz. Aişe kaç yaşında evlenmiştir? (Cevap:2)
Değerli kardeşimiz,
Peygamberliğin gelişinden on yıl sonra, elli yaşındayken eşi Hz. Hatice’yi kaybeden Peygamberimiz (asm.) kendisine hem ev işleri ve çocuklarının bakımında yardımcı olacak, hem de İslâm’a davet faaliyetlerinde destek olacak eşlere ihtiyacı vardı. Bunun için bir yandan yaşlı ve dul bir kadın olan Sevde’yi, öte yandan da en yakın arkadaşı olan Hz. Ebubekir’ in kızı Hz.Ayşe’yi istetti.
Hz. Peygamberin bu isteği, vahyin başlangıcından on yıl sonradır. Hz. Ayşe vahiy başlangıcından beş altı yıl önce doğmuştur. Dolayısıyla Hz. Ayşe’nin Peygamberimizle evlendiği yaşın on yedi-on sekiz olduğu ortaya çıkar.
Bu konu, daha detaylı bir şekilde Mevlana Şibli’ nin “Asr-ı Saadet” kitabında geçer. (İst. 1928. 2/ 997)
Hz. Ayşe’nin evlendiği zaman yaşının büyük olduğunu, ablası Esma’nın biyografisinden kesin olarak anlıyoruz. Eski biyografi kitapları Esma’dan bahsederken diyorlar ki:
“Esma yüz yaşındayken, Hicretin 73. Yılında vefat etmiştir. Hicret vaktinde yirmi yedi yaşındaydı. Hz. Ayşe ablasından on yaş küçük olduğuna göre, onun da hicrette tam on yedi yaşında olması icap eder. Ayrıca Hz. Ayşe, Hz. Peygamber’den önce Cübeyr’le nişanlanmıştı. Demek evlenecek çağda bir kızdı.” (Hatemü’l Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, s. 210)
NOT: Konuyla ilgili Dr. Reşit Haylamaz’ın “Âişe Vâlidemiz’in Evlilik Yaşı”başlıklı şu makalesini de okumanızı tavsiye ederiz:
Âişe Vâlidemiz’in, altı veya yedi yaşındayken nişanlandığı, on yaşındayken de evlendiği yönündeki rivayetler,1 onun evlilik yaşıyla ilgili kanaatin oluşmasında bugüne kadar en önemli âmiller olagelmiştir. Bu kanaatin yerleşmesinde, erken yaşlarda evlenmenin o gün oldukça yaygın oluşu ve coğrafi yapının etkisiyle çocuklardaki fizikî gelişmenin daha erken yaşlarda tamamlanması gibi sebeplerin de belirleyici olduğunu unutmamak gerekir. Onun içindir ki konu, dün denilebilecek bir zamana kadar hiç gündeme gelmemiş ve tartışma konusu olmamıştır.
Söz konusu hususu bugün, o günkü şartları nazara almayan ve İslâm’ı da ‘dışarı’dan inceleme konusu yapanlar gündeme getirmekte ve meseleyi kendi zaviyelerinden değerlendirip tenkit etmektedir. Bu farklı duruşa İslâm Dünyası’nın tepkisi de aynı değildir; bir kısmı, meseleyi olduğu gibi kabul etmenin gerekliliği hususunda ısrar ederken2 az da olsa diğer bir kısmı, evlendiği dönemde Âişe Vâlidemiz’in, daha olgun bir yaşta olduğunu3 ifade etmektedir. Karşılıklı tepkilerin ağırlığını hissettirdiği bu tartışmalar esnasında, her zaman dengenin korunamadığı; tepkilere cevap teşkil etsin denilirken söz konusu rivayetlerin yok sayıldığı veya bu tavra tepki olarak diğer alternatifleri görmezden gelme yanlışlığına düşüldüğü de bir gerçek.
Bilindiği üzere herkes, kendi yaşadığı devrin çocuğudur ve arkadan gelen nesiller tarafından da, o devrin kültürü esas alınarak değerlendirmeye tâbi tutulmalıdır.
Toplumlar, ortak birikimin neticesinde hâsıl olan ‘örf’lere göre yön bulurlar ve bunların hesaba katılmadığı yerde, o toplum hakkında karar verme konumunda olanların isabetinden söz etmek oldukça zor, hatta imkânsızdır.
Meseleye bu zaviyeden bakıldığında, Allah Resûlü’ nün neş’et ettiği dönem itibariyle kız çocuklarının erken evlendirildiği4 ve bu türlü evliliklerde yaş farkının pek önemsenmediği5 bilinen bir vak’adır. Kız çocukları hakkında o günkü toplumun benimsediği olumsuz tavrın ve bu tavrın aileler üzerinde oluşturduğu baskının, bu anlayışı tetiklediği de söylenebilir. Burada, iklim ve coğrafî şartların müsait olması yönüyle çocukların, fizikî gelişimlerini daha erken tamamladığı ve kız çocuklara, kocasının evinde büyümesi gereken birer varlık olarak bakıldığı gerçeğini de unutmamak gerekir. Kaldı ki bu, sadece kız çocuklarıyla ilgili bir mesele değildir; o günkü uygulamalara bakıldığında erkek çocukların da erken yaşlarda evlendirildiği anlaşılmaktadır. Mesela Amr ibn Âs ile oğlu Hz. Abdullah’ın arasındaki yaş farkı, sadece on ikidir ki bu durumda Hz. Amr, dokuz veya on yaşındayken evlenmiş olmalıdır.
Bu bilgilerden hareketle diyebiliriz ki Âişe Vâlidemiz, dokuz yaşındayken evlenmiş olsa bile ortada garipsenecek bir durum yoktur. Şayet böyle bir husus söz konusu olmuş olsaydı, Zeyneb Vâlidemiz’le izdivacında fırtına koparmak isteyenlerle, Benî Mustalık Gazvesi dönüşünde ve hiç olmadık yerde Âişe Vâlidemiz’e iftira atanların, onlar açısından önem arz eden böyle bir meseleyi dillerine dolamamaları düşünülemezdi. Sonuç nasıl olursa olsun sadece başlı başına bu bilgi bile, Âişe Vâlidemiz’in evliliği konusunda olumsuz herhangi bir durumun olmadığını ispat için yeterli bir güce sahiptir.
– Peki, gerçekte durum nedir? Yaş tespiti konusunda yukarıdaki bilgiler tek alternatif midir?
Bu soruların cevabını alabilmek için elbette o günlerin kapısını aralamak ve aralanan bu kapılardan girerek meseleyi, deliller üzerinden tetkik etmek gerekmektedir. Dilerseniz, ulaşılan delillerin bize ne ifade ettiğine birlikte bakalım:
1. Risâletin ilk günlerinde Müslüman olanların isimleri sıralanırken, ablası Esmâ Vâlidemiz’le birlikte Âişe Vâlidemiz’in adı da zikredilmektedir. Dikkat çekici olan bu zikrin, Hz. Osmân, Zübeyr ibn Avvâm, Abdurrahmân ibn Avf, Sa’d ibn Ebî Vakkâs, Talha ibn Ubeydullah, Ebû Ubeyde ibn Cerrâh ve Erkam ibn Ebi’l-Erkam gibi ‘Sâbikûn-u Evvelûn’ tabir edilen en öndekilerin hemen arkasından; Abdullah ibn Mes’ûd, Ca’fer ibn Ebî Tâlib, Abdullah ibn Cahş, Ebû Huzeyfe, Suhayb ibn Sinân, Ammâr ibn Yâsir ve Habbâb ibn Erett gibi isimlerden de önce gerçekleşiyor olmasıdır.7 Demek ki Âişe Vâlidemiz, o gün küçük de olsa ‘irade’ beyanında bulunabilecek bir çağda ve ilk Müslümanlar arasında yer alabilecek bir durumdadır. Söz konusu bilgilerde ondan bahsedilirken, ‘O gün o küçüktü.’ şeklinde bir kaydın konulmuş olması, bu manayı ayrıca teyit etmektedir.8
2. Ablası Esmâ Vâlidemiz’in konumu da bu kanaati güçlendirmektedir; zira onun, on beş yaşında iken Müslüman olduğu bilinmektedir.9 Bilinen bir gerçek de onun, 595 yılında dünyaya gelmiş olduğudur.10 Bütün bunlar, risâletin ilk yılı olan 610 tarihini göstermektedir. Demek ki Âişe Vâlidemiz, yaşı küçük olmasına rağmen 610 yılında Müslüman olmuştur. Bunun için o gün onun, en azından beş, altı veya yedi yaşlarında olması gerekir ki, on üç yıllık Mekke hayatıyla en az yedi aylık11 Medine günleri de bu tarihe ilave edildiğinde onun, Allah Resûlü ile evlendiği gün –risâletten beş yıl önce dünyaya gelmiş olma ihtimalini esas alacak olursak- en azından on sekiz yaşında olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
3. Mekke günleriyle ilgili olarak Âişe Vâlidemiz,
“Ben Mekke’de oyun oynayan bir kız iken Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, ‘Doğrusu, onların asıl buluşma zamanları, kıyamet saatidir; Kıyamet saatinin dehşeti ise, tarif edilemeyecek kadar müthiş ve ne acıdır!’ (Kamer, 54/46) ayeti nâzil oldu.”12
bilgisini vermektedir ki bu bilgi, onun yaşıyla ilgili olarak bize farklı kapılar aralamaktadır. Şöyle ki:
4. Söz konusu ayet, Kamer sûresinin 46. ayetidir ve bütün hâlinde nâzil olan bu sûrenin, İbn Erkam’ın evinde iken ve bi’setin dördüncü (614),13 sekizinci (618) veya dokuzuncu (619)14 yılında indiğine dair farklı rivayetler vardır. Özellikle ayın ikiye yarılma hadisesini ve o gün buna olan ihtiyacı nazara alan bazı âlimler, söz konusu tarihin 614 olması gerektiği üzerinde durmuşlardır ki, bu tarih esas alındığında Hz. Âişe Vâlidemiz, ya henüz dünyaya gelmemiş veya yeni doğmuş demektir. 618 veya 619 tarihi esas alındığında da durum pek değişmemektedir. Zira bu durumda o, henüz dört veya beş yaşında demektir ki her iki yaş da söz konusu hadiseyi kavrayıp yıllar sonra da aktarabilecek bir olgunluğu ifade etmemektedir. Bu durumda ise o, en yakın ihtimalle risâletin başladığı günlerde dünyaya gelmiş olmalıdır.
Burada dikkat çeken başka bir husus da, o günü anlatırken bizzat Âişe Vâlidemiz’in, “Oyun oynayan bir kız çocuğu idim.” şeklindeki beyanıdır. Kendisini ifade ederken kullandığı ‘kız çocuğu’ kelimesinin karşılığı olan ‘câriye’ lafzı, ergenlik çağına geçişi ifade etmekte ve o dönemler için kullanılmaktadır. Arap şairlerinden İbn Yerâ, bu yaşlardaki birisini kastederek maksadını şu şekilde ifade etmektedir: “Sekiz yaşına geldiğinde artık o, benim için bir câriye değil; Utbe veya Muâviye’ye nikahlayabileceğim gelin adayımdır.” Bazı bilginler bu kelimenin, on bir yaşın üzerindeki kız çocukları için kullanıldığını ifade etmektedir.
Kamer sûresinin indiği tarih olarak 614 yılını esas alacak olursak, Âişe Vâlidemiz’in risâletten en az sekiz yıl önce doğmuş olduğu ortaya çıkar ki bu tarih 606 yılına tekabül etmektedir. Bu ise, evlendiği gün onun on yedi yaşında olduğunu ifade eder. Sûrenin indiği tarih olarak 618 yılını kabul ettiğimizde ise onun, 610 yılında dünyaya gelmiş olma ihtimalini ortaya koyar ki bir yönüyle bu, evlendiği gün Âişe Vâlidemiz’in on dört yaşında olduğu sonucunu doğururken diğer taraftan onun, risâletten dört yıl sonra dünyaya gelmiş olamayacağını ispat eder.
Bu bilgilerle birinci maddede ifade edilenleri yan yana getirdiğimizde, Âişe Vâlidemiz’in 606 yılında dünyaya geldiği ve on yedi veya on yedi buçuk yaşında iken de evlendiği sonucuna ulaşmamız mümkün olmaktadır.
5. Âişe Vâlidemiz’in Mekke yıllarıyla ilgili olarak anlattığı bazı hatıralar da bunu destekler mahiyettedir. Mesela:
a) Risâletten kırk yıl önce gerçekleşen ve tarih belirlemede bir kıstas olarak kabul gören Fil hadisesinden geriye kalan iki kişiyi Mekke’de dilenirken gördüğünü söylemesi;
b) Mekke’nin en sıkıntılı günlerinde Allah Resûlü’nün sabah-akşam kendi evlerine geldiğini ve bu sıkıntılara dayanamayan babası Hz. Ebû Bekir’in de Habeşistan’a hicret teşebbüsünde bulunduğunu detaylarıyla birlikte anlatması;
c) İlk defa namazın ikişer rekat farz kılındığını, mukim olanlar için daha sonraları onun dört rekata çıkarıldığını, ancak sefer durumlarında yine iki rekat olarak bırakıldığını ifade etmesi;
d) “Biz İsâf ve Nâile’yi, Kâbe’de cürüm işlemiş ve bu sebeple Allah’ın kendilerini taş hâline getirdiği Cürhümlü bir adamla kadın olarak duyup dururduk.”20
gibi ifadelerle ilk günlerle ilgili nakillerde bulunması gibi daha pek çok hâtırat, daha ilk günlerden itibaren onun, gelişmeleri takip edebilecek bir çağda olduğunu ifade etmektedir.
6. Efendimiz’le izdivacı söz konusu olduğu günlerde Âişe Vâlidemiz’in, Mut’im ibn Adiyy’in oğlu Cübeyr ile sözlü oluşu da bu kanaati güçlendirmektedir. Burada ayrıca dikkat çeken husus, söz konusu teklifin, Havle binti Hakîm gibi aile dışından birisi tarafından gündeme getirilmiş olmasıdır. Açıkça bu onun, o gün evlilik çağına gelmiş ve evlendirilebilecek genç bir kız olduğunu ifade etmektedir.
Söz konusu ‘sözlülük hali’nin, İbn Adiyy ailesi tarafından ve oğullarının anlayışı değişir gerekçesiyle feshedildiği de bilinen bir gerçektir.21 Burada akla, İbn Adiyy ailesinin, oğullarının anlayışını değiştireceklerinden endişe ettikleri Ebû Bekir ailesiyle böyle bir akdi niye ve ne zaman yaptıkları sorusu gelmektedir. Bunun en makul cevabı söz konusu akdin, ya risâletten önce veya İslâm’ın açıktan tebliğinin başlamadığı dönemde gerçekleşmiş olduğu şeklindedir ki her iki durumda da onun, bi’setin dördüncü yılında dünyaya gelmiş olma ihtimali söz konusu olamaz; hatta bu, sanıldığından da erken yıllarda dünyaya gelmiş olabileceğini düşündürmektedir.
Bu kararın, açıktan tebliğin başlandığı dönemde alınmış olma ihtimali nazara alınacak olursa bu tarihin, İbn Erkam’ın evinden çıkış günleri olan 613-614 yıllarını ifade ettiği görülecektir ki bu, sözlendiği dönem itibariyle onun henüz dünyaya gelmediğini kabullenmek demektir. Bu durumda, söz konusu akitten bahsetmenin de imkânı yoktur. Öyleyse bu sözün bozulduğu tarihlerde onun, en azından yedi veya sekiz yaşında olduğunu kabullenmemiz gerekir ki bu da onun, takriben 605 tarihinde dünyaya gelmiş olduğunu göstermektedir.23
7. Mevzuya ışık tutması bakımından Âişe Vâlidemiz’le diğer kardeşlerinin arasındaki yaş farkı da dikkat çekicidir. Bilindiği gibi Hz. Ebû Bekir (radıyallahü anh)’ın altı çocuğu vardır; bunlardan Hz. Esmâ ve Hz. Abdullah, Kuteyle binti Ümeys’ten; Hz. Âişe Vâlidemiz’le Hz. Abdurrahman, Ümmü Rûmân (r.anha)’dan; Muhammed, Esmâ binti Ümeys’ten ve Ümmü Gülsüm de Habîbe binti Hârice’den dünyaya gelmiştir. Bu durumda Esmâ Vâlidemiz’le Hz. Abdullah; Abdurrahmân ile de Âişe Vâlidemiz anabir kardeşlerdir ve bu her iki anabir kardeşlerin arasındaki yaş farkları konumuza ışık tutacak mahiyettedir; şöyle ki:
a) Hz. Ebû Bekir’in ilk kızı olan Esmâ Vâlidemiz, hicretten yirmi yedi yıl önce 595 tarihinde dünyaya gelmiştir.24 Allah Resûlü’nün hicreti esnasında Zübeyr ibn Avvâm ile evli ve o gün altı aylık hamiledir. Bir diğer ifadeyle o gün yirmi yedi yaşındadır.25 Üç ay sonra Medine’ye hicret ederken Kuba’da oğlu Abdullah’ı dünyaya getirecektir. Yetmiş üç yılında ve yüz yaşındayken, hatta dişleri bile dökülmemiş halde vefat etmiştir.
Âişe Annemiz ile ablası Esmâ Vâlidemiz’in arasındaki yaş farkı ondur.26 Buna göre (595+10=605) Âişe Vâlidemiz’in doğumunun 605; hicretteki yaşının da (27-10=17) olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Evlilik hicretten yedi ay sonra27 gerçekleştiğine göre demek ki, bu sıralarda Âişe Vâlidemiz’in yaşı, on yedi’yi aşmış, on sekiz yaşına yaklaşmış demektir. Bedir’in hemen akabindeki Şevvâl ayında evlendiği bilgisini esas aldığımızda ise onun, evlendiği gün on sekiz yaşını aşıp on dokuza adım attığını kabullenmemiz gerekmektedir.
b) Burada dikkat çeken bir diğer husus da, Âişe Vâlidemiz’in anabir kardeşi olan Hz. Abdurrahman ile arasındaki yaş farkıdır. Bilindiği gibi Hz. Abdurrahman, Hz. Ebû Bekir’in büyük oğludur ve ancak Hudeybiye’den sonra Müslüman olacaktır. Bedir’de, babasıyla karşılaşmamaya özen gösteren de odur ve o gün Abdurrahman, yirmi yaşındadır.28 Buna göre o, 604 yılında doğmuş olmalıdır. Kardeşler arası yaş farkının genelde bir veya iki olduğu bir toplumda, ağabeyi 604 yılında dünyaya gelen bir kardeşin 614 yılında doğması ve tabii olarak iki kardeşin arasında on yaş gibi bir farkın meydana gelmiş olma ihtimali çok zayıftır ve bunu destekleyen herhangi bir delil de bulunmamaktadır.
8. Âişe Vâlidemiz’in vefat tarihi konusunda gelen rivayetler de bu kanaati güçlendirmektedir. Zira onun vefat ettiği yıl ve o günkü yaşıyla ilgili olarak hicrî 55, 56, 57, 58 veya 59;29 yaşıyla alakalı olarak da altmış beş, altmış altı, altmış yedi veya yetmiş dört30 gibi farklı tarih ve rakamdan bahsedilmektedir. Bu ise, doğum tarihinde olduğu gibi onun vefat tarihiyle ilgili de kesin bir kabulün olmadığını göstermektedir.
Özellikle 58. yılında ve 74 yaşında iken vefat ettiğini ifade eden rivayette, onun vefat ettiği günün çarşamba olduğu, vefat tarihinin, Ramazan ayının on yedinci gecesine denk geldiği, vasiyeti üzerine Vitir namazından sonra Cennetü’l-Bakî’ye geceleyin defnedildiği, yine vasiyeti gereği namazını, Hz. Ebû Hüreyre’nin kıldırdığı, mezarına da ablası Hz. Esmâ’nın iki oğlu Abdullah ile Urve, kardeşi Muhammed’in iki oğlu Kâsım ve Abdullah ile diğer kardeşi Abdurrahman’ın oğlu Abdullah gibi isimlerin indirdiği gibi detayların bulunması,31 diğerlerine nispetle bu bilginin daha güçlü olduğu izlenimi vermektedir. Öyleyse bu tarihi esas alarak bir hesaplama yapacak olursak onun, Efendimiz’in irtihalinden sonra kırk sekiz yıl daha yaşadığını (48+10=58+13=71+3=74) görmekteyiz ki bu hesaba göre o, risâletten üç yıl önce dünyaya gelmiş demektir.
Bu durumda evlendiği gün onun, (74–48=26–9=17+7 ay) on yedi yılını yedi ay geçtiği anlaşılmaktadır.
Yukarıdaki bilgilere ilave olarak, erkek çocukların bile yoldan geri çevrildiği Uhud günü onun da cephede oluşu,32 ilmî meselelerdeki derinliği, İfk Hadisesi karşısında ortaya koymuş olduğu olgun tavır ve beyanları, Fâtıma Vâlidemiz’le arasındaki yaş farkı, hicret ve sonrasında yaşanan gelişmelere detaylarıyla birlikte vukûfiyeti, Medine’ye intikal ettikten sonra evlilik işinin, bizzat babası Hz. Ebû Bekir’in gündeme getirmesiyle ve mehir takdirinden sonra gerçekleşmiş olması,33 model bir şahsiyet olarak Efendimiz’in toplum önündeki rehberlik konumu, peygamberlik hassasiyeti ve baba şefkati, gelen ayetlerde evlilik yaşıyla ilgili olarak rüşd şartının getirilmiş olması,34 onun yaşı ve evliliğiyle ilgili rivayetlerin farklılık arz etmesi yönüyle kesinlik ifade etmiyor oluşu,35 o günkü yaşını ifade ederken bizzat Âişe Vâlidemiz’in, şüphe ifade eden “altı veya yedi” tabirini kullanması, o günün toplumlarında doğum ve ölüm tarihlerinin bugünkü kadar net tespit edilmiyor oluşu gibi bilgiler üzerinde de durulabilir.
Ancak netice değişmemekte ve bunların hepsi, onun risâletten önce dünyaya geldiği, on dört veya on beş yaşlarındayken nişanlandığı ve on yedi veya on sekiz yaşlarındayken de Allah Resûlü (s.a.s.) ile evlendiği şeklindeki kanaati kuvvetlendirmektedir.
Bu durumda bize, nişanlandığında 6 veya 7, evlendiğinde ise 9 yaşlarında olduğu şeklindeki rivayetleri, ‘O görünümde birisi idim.’ manasına hamledip te’lif etmek düşecektir.36 Hz. Âişe Annemiz’in, fizikî durumu itibariyle zayıf bir bünyeye sahip olduğu bilgisi de bu yorumu güçlendirmektedir. Zira o, fizikî şartlardan çabuk etkilenen ve yaşıtlarına göre kendini daha küçük gösteren bir beden taşıyordu; Medine’ye hicret sırasında hastalanması,37 annesi tarafından özel ilgi gösterilerek iyileştirilmeye çalışılması,38 Benî Mustalık Gazvesi dönüşünde, içinde sanılarak hevdecinin deve üzerine yerleştirilmesi ve bu sırada onun hevdeç içinde olup olmadığının bile anlaşılamamış olması39 gibi hadiseler de bu durumu desteklemektedir.
Özetle Âişe Vâlidemiz, dokuz yaşında iken evlenmiş olsa bile o günkü toplum telakkilerine göre bu çok tabii ve doğal olmakla birlikte hadiseye daha genel bakıldığında onun, on yedi veya on sekiz yaşlarında iken ‘Mü’minlerin Annesi’ hüviyetini kazandığı anlaşılmaktadır.
Burada akla, “Madem öyle; bugüne kadar bu mesele niye bu şekilde gündeme gelmedi?” şeklinde bir soru gelmektedir. Başta da ifade edildiği gibi, yakın zamana kadar bu hususta olumsuz hiçbir beyan serdedilmemiş; ne Ebû Cehil gibi her fırsatı aleyhte değerlendiren muannit bir firavundan ne de Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl gibi olmadık yerden fitne ve iftira üreten nifakın adresi olmuş birisinden, bu evliliğe herhangi bir itiraz söz konusu olmamış, olamamıştır. Çünkü ortada itiraz edilecek herhangi bir durum yoktur. O günkü telakkilere göre her iki durum için de tabii bir kabullenme söz konusudur ve muhtemelen bu durum, konuya farklı yaklaşıp yeni bir bakış açısı getirme ihtiyacını da netice vermemiş, dolayısıyla söz konusu haberlerin doğruluğu veya alternatif bilgilerin varlığı hususunda İslâm âlimlerinin farklı bir mütalaada bulunmaları da mümkün olmamıştır.
Dipnotlar
1. bk. Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr 20, 44; Müslim, Nikâh 71; Fedâilü’s-Sahâbe 74; Ebû Dâvûd, Edeb 55; İbn Mâce, Nikâh 13; Nesâî, Nikâh 78; Dârimî, Nikâh 56.
2. bk. Azimli, Mehmet, Hz. Âişe’nin Evlilik Yaşı Tartışmalarında Savunmacı Tarihçiliğin Çıkmazı, İslâmî Araştırmalar, Cilt 16, Sayı 1, 2003, s. 28 vd.
3. bk. Doğrul, Ömer Rıza, Asr-ı Saâdet, Eskişehir Kütüphanesi (Eser Kitabevi), İstanbul, 1974, 2/141 vd; Nedvî, Seyyid Süleyman, Hazreti Âişe, Mütercim Ahmet Karataş, Timaş Yayınları, İstanbul, 2004, s. 21 vd. Savaş, Rıza, Hz. Âişe’nin Evlenme Yaşı İle İlgili Farklı Bir Yaklaşım, D. E. Ü. İlâhiyât Fak. Dergisi. 4, İzmir, 1995, s. 139-144; Yüce, Abdülhakim, Efendimiz’in Bir Günü, Işık Yayınları, İstanbul, 2007, s. 82, 83.
4. Efendimiz’in dedesi Abdulmuttalib’in çok erken yaşlarda Hâle binti Üheyb ile evlendiği, Efendimiz’in annesi Âmine ile babası Abdullah’ı da bu yaşlardayken evlendirdiği, hatta her iki evliliğin aynı mecliste gerçekleştiği, bu sebeple Efendimiz ile amcası Hz. Hamza arasında yaş farkının neredeyse aynı olduğu bilinmektedir.
5. Efendimiz’e bir de sıhriyet yönüyle yakın olabilme düşüncesiyle Hz. Ömer, aradaki yaş farkına rağmen Hz. Ali’nin kızı Ümmü Gülsüm’le evlenmiş ve o günkü toplum tarafından bu evlilik asla yadırganmamıştır.
6. bk. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, 3/240.
7. bk. İbn Hişâm, Sîre, 1/271; İbn İshâk, Sîre, Konya, 1981, 124.
8. bk. İbn Hişâm, Sîre, 1/271; İbn İshâk, Sîre, 124.
9. Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ, 2/597; Hakim, Müstedrek 3/635.
10. Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ, 2/597; Hakim, Müstedrek 3/635.
11. Âişe Vâlidemiz’in, hicretten yedi ay sonraki Şevvâl değil de Bedir sonrasına denk gelen ikinci yılın Şevvâl ayında evlendiği de ifade edilmektedir. Bu durumda onun evlilik yaşı, bir yıl daha gecikmiş demektir. bk. Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ, 2/616.
12. bk. Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 6, Tefsîru Sûre, (54) 6; Aynî, Bedruddîn Ebû Muhammed Mahmûd ibn Ahmed, Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 20/21; Askalânî, Fethu’l-Bârî, 11/291.
13. Suyûtî, İtkân, Beyrut, 1987, 1/29, 50; Doğrul, Asr-ı Saadet, 2/148.
14. Sekizinci veya dokuzuncu yıl ihtilafı, ay farkından kaynaklanmaktadır. Zira konunun anlatıldığı bazı rivayetlerde sekizinci yılın sekizinci ayı gibi bir ayrıntı dikkat çekmektedir.
15. Günümüzde bu bilgileri değerlendirip ihtimal hesabı yapan bazı insanlar, Hz. Âişe Vâlidemiz’in evlendiği günkü yaşının en az on dört olduğu, bunun yirmi iki, yirmi üç, yirmi dört veya yirmi sekiz olma ihtimalinin de bulunduğu sonucuna gitmektedirler ki, herhangi bir mesnede dayanmadığı için biz bu türlü yorumlara iltifat etmedik.
16. İbn Manzur, Lisanü’l-Arab 13/138.
17. Bu bilgiyi onun dışında sadece ablası Esmâ Vâlidemiz intikal ettirmektedir. bk. İbn Hişâm, Sîre, 1/176; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, 3/285; İbn Kesîr, Tefsîr, 4/553; Bidâye, 2/214; Kurtubî, Tefsîr, 20/195.
18. bk. Buhârî, Salât 70, Kefâle 5, Menâkıbü’l-ensar 45, Edeb 64; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 6/198. Bu durumda, Âişe Vâlidemiz’in söz konusu hadiseyi ifade ederken, “Kendimi bildim bileli ben, ebeveynimi hep dindar olarak gördüm.” mealindeki sözü, “Doğduğum zaman bu evde İslâm vardı.” manasından daha ziyade “Etrafımı tanımaya başladığımda hep İslâm’la muhatap oldum.” manasına hamledilmelidir.
19. bk. Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, 2/285, 286; Mu’cemü’l-Evsât, 12/145; İbn Hişâm, Sîre, 1/243. Bu bilgiyi ondan başka bize, sadece İbn Abbâs, Selmân-ı Fârisî ve Sâib ibn Yezîd intikal ettirmektedir. Selmân-ı Fârisî Efendimiz’le Medine’de buluşmuş, Sâib ibn Yezîd de hicretten üç yıl sonra Medine’de dünyaya gelmiştir. İbn Abbâs ise, bi’setin onuncu yılında, hicretten üç yıl önce ve Şi’b-i Ebî Tâlib sürgününde dünyaya gelmiştir. Demek ki her üç sahabenin de ne Mekke’nin ilk yıllarında kılınan ikişer rekat namaza şahit olmalarına ne de miraç gecesiyle gelen beş vakit namaz emrini görüp intikal ettirmelerine imkan yoktur. Öyleyse bu husus, bizzat Efendimiz’den duyarak bize anlattığı bir mesele değilse Hz. Âişe Vâlidemiz’in müşahede ederek yaşadığı bir gerçektir. Bu ise onun, daha ilk günlere muttali olduğunu ve yaşının da o gün bütün bunları kavrayacak noktada bulunduğunu ifade etmektedir.
20. İbn Hişâm, Sîre, 1/83.
21. Buhârî, Nikâh 11; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 6/210; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, 9/225; Beyhakî, Sünen, 7/129; Taberî, Târih, 3/161-163.
22. Onun için bazıları bu tarihte onun, on üç veya on dört yaşlarında bir genç kız olduğunu söylemektedir. bk. Savaş, Rıza, D. E. Ü. İlahiyat Fak. Dergisi. 4, İzmir, 1995, s. 139-144.
23. bk. Berki, Ali Hikmet, Osman Eskioğlu, Hatemü’l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, 210. Burada zayıf da olsa başka bir ihtimalden söz edilebilir; o da onun, doğumunu takip eden yıllarda, ‘beşik kertmesi’ benzeri ve ebeveynler arası bir sözleşme ile karşı karşıya olma durumudur. Ancak ilgili metinlerin hiçbirinde bunu teyit eden herhangi bir ayrıntı yoktur.
24. Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ, 2/597.
25. age.
26. Beyhakî, Sünen, 6/204; İbn Mende, Ma’rifetü’s-Sahâbe, Köprülü Kütüphanesi, No: 242, Varak: 195 b; İbn Asâkir, Târîhu Dımeşk, Terâcimü’n-Nisâ, Dımeşk, 1982, s. 9, 10, 28; Mes’ûdî, Mürûcu’z-Zeheb, 2, 39; İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrût, 1968, 8/58.
27. Bu evliliğin, hicretten altı ay veya sekiz ay sonra yahut yaklaşık bir buçuk yıl sonra ve Bedir’in akabinde gerçekleştiğini ifade eden rivayetler de vardır. bk. İbn Sa’d, Tabakât, 8/58; İbn Abdilberr, İstîâb, 4/1881; Nedvî, Sîretü’s-Seyyideti Âişe Ümmi’l-Mü’minîn, Tahkîk: Muhammed Rahmetullah Hâfız en-Nedvî, Dâru’l-Kalem, Dımeşk, 2003, 40, 49.
28. İbn Esîr, Üsdü’l-Gâbe, 3/467.
29. İbn Abdilberr, İstîâb, 2/108; Tehzîbü’l-Kemâl, 16/560.
30. bk. İbn Sa’d, Tabakât, 8/75; Nedvî, Sîretü’s-Seyyideti Âişe, 202.
31. İbn Abdilberr, İstîâb, 2/108; Doğrul, Asr-ı Saadet, 2/142
32. bk. Buhârî, Cihâd, 65.
33. bk. Taberânî, Kebîr, 23/25; İbn Abdilberr, İstîâb, 4/1937; İbn Sa’d, Tabakât, 8/63.
34. bk. Nisâ sûresi, 6.
35. “Hicretten bir buçuk, iki veya üç yıl önce”, “altı veya yedi yaşındayken”, “Hz. Hatîce’nin vefat ettiği yıl veya vefatından üç yıl sonra”, “hicretten yedi, sekiz ay sonra, hicretin ilk senesi” veya “Bedir’in akabinde” gibi farklı rivayetler için bk. Buhârî, Menâkıbü’l-ensar 20, 44; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe 74; Aynî, Umde, 1/45; İbn Abdilberr, İstîâb, 4/1881; Nedvî, Sîretü’s-Seyyideti Âişe, 40, 49.
36. Hatta konuyla ilgili değerlendirmelere tepkiyle yaklaşan bazıları, “altı veya yedi yaşlarında idim” ifadesini ravinin bir hatası olarak görüp bu cümlenin, “risâlet geldiğinde altı veya yedi yaşlarında idim” şeklinde olması gerektiğini söylemektedirler.
37. bk. Buhârî, Menâkıbü’l-ensar 43, 44; Müslim, Nikâh 69; İbn Mâce, Nikâh 13.
38. Buhârî, Menâkıbü’l-ensar 44; Müslim, Nikâh 69; Ebû Dâvûd, Edeb 55; İbn Mâce, Nikâh 13; Dârimî, Nikâh 56; Taberânî, Kebîr, 23/25; İbn Abdilberr, İstîâb, 4/1938; İbn Sa’d, Tabakât, 8/63; İbn İshâk, Sîre, Konya, 1981, 239
39. bk. Buhârî, Şehâdât 15; Megâzî, 34; Tefsîr, (24) 6; Müslim, Tevbe 56; Tirmizî, Tefsîr, (63) 4; İbn Sa’d, Tabakât, 2/65; İbn Hişâm, Sîre, 3/310.
Tumblr media
2 notes · View notes
horozmehmetemin · 1 year
Text
OY ÇAYELI ÇAYELİ
ÖZLEDUM YOLLARUNI
BU SENE GELECEĞUM
AÇ BANA KOLLARUNI.
Çayı doldurdum beze
Bağladum eze eze
Bu seneda gelmiyeceğum
Beklema beni rize
Gelurdum çeçevaya
Dere geçemem dere
Öyle geçurum seni
Ayağun bulmaz yere
0 notes
horozmehmetemin · 1 year
Text
IHLAMUR ÇAYININ FAYDALARI NELERDİR? İHLAMUR ÇAYI NASIL HAZIRLANIR? YAN ETKİLERİ NELERDİR?
Ihlamur Tilia olarak bilinen ıhlamur ağacında yetişmektedir. Birçok hastalığın tedavisinde kullanılan ıhlamur, sinirleri yatıştırır, kaygı ve stresten uzaklaştırır. Peki ıhlamurun yan etkileri var mıdır, varsa bunlar nelerdir? Ihlamur çayı nasıl hazırlanır? İşte detaylar
Yurt dışında halk arasında yüzyıllar boyunca çeşitli rahatsızlıkların tedavisinde kullanılan ıhlamur Tilia olarak tanınan ıhlamur ağacından elde edilmektedir. En sık rastlanan ıhlamur ağacı türleri Tilia cordata ve Tilia platyphyllos olmaktadır. İki ağacın birbirinden farkı ise yapraklarının büyüklüğü olmaktadır. Ihlamur çayı geleneksel olarak sinileri yatıştırmak ve kaygı giderici olarak kullanımı popüler olmaktadır. Ihlamur ağacı oldukça hızlı büyüyen ve 15-25 metre uzunluğa erişebilmektedir.
Sağlığa faydalı çeşitli rahatsızlıkların tedavisinde kullanılan bölümü sarı ve beyaz renklerde açan çiçekler ve yapraklarıdır. Çiçekler bahar aylarında açar ve bu mevsimde toplandıktan sonra kurutulmaktadır. Kalp seklinde olan bu çiçekler 5 ve 10 santim uzunluğa kadar büyümektedir. Ihlamur ağacı kabuğu gri olmakla beraber yumuşak ve liflidir. Ilıman iklimlerde yetişen ıhlamur ağaçları kışın yapraklarını döker ağacın türüne bağlı olarak güçlü ve yumuşak kokulu çiçekler açabilmektedir. Çiçeklerinde yer alan yağ sayesinde aromatik bir tadı bulunmaktadır. Kurutulmuş çiçekleri ise hafif tatlı ve yapışkan bir özelliğe sahiptir.
IHLAMURUN ÇAYININ FAYDALARI NELERDİR?
Terlemeyi sağlar
Ateş düşürür
Öksürüğe iyi gelir
Gribe ve nezleye fayda sağlar
Migren ağrılarını hafifletir
Kaygıyı azaltır
Stresi azaltır
Rahatlama sağlar
İshal tedavisinde
Kan basıncını düşürmede
Karaciğer rahatsızlıkları tedavisinde kullanılır
Sindirim sisteminin daha düzenli çalışmasını sağlar
Kas spazmlarını giderir
Safra kesesi rahatsızlıklarına karşı kullanılır
Boğaz ağrısını alır
Hazımsızlığa iyi gelir
Çarpıntıyı giderir
Toksinlerin atılmasına yardımcı olur
IHLAMURUN ÇAYI NASIL HAZIRLANIR?
Yemeklerden sonra siyah çay veya kahve içme alışkanları varsa eğer bunların yerine Ihlamur bitkisi içerek hem sindirim hem de ruhsal olarak rahatlamaya destek olunabilmektedir. Ihlamur çayı hazırlamak için zor ve zahmete gerek kalmadan kısa bir süre içerisinde bardak başına bir çay kaşığı tepeleme kurutulmuş ıhlamur ölçüsü kullanılabilmektedir. İlk olarak yapılması gereken ise suyu kaynatmak ve sonrasında önceden ıhlamur koyulan demliğe kaynamış suyu boşaltıp ağzını kapatmak olmalıdır. Bu işlem sonrasında 10 dakika demlenmesi beklenmelidir. Yemeklerden sonra ideal olarak 3 defa ıhlamur çayı içilebilmektedir.
IHLAMURUN SAĞLIĞA FAYDALARI NELERDİR?
Ihlamur çayı ülkemizde olduğu gibi farklı kültürlerde geleneksel olarak grip nedeni ile yükselen ateşi düşürmek için kullanılmaktadır. Ihlamur çayının buharı burun tıkanıklığına yarar sağlarken aynı zamanda sıcak çay boğaz ağrısını ve öksürüğü almaktadır. Diğer popüler kullanımı ise sakinleştirici etkisi ile sinirleri yatıştırmak olmaktadır. Yatıştırıcı etkisi bulunan ıhlamur bitkisi gerginliği ve kaygı nedeniyle gerilen sinirleri yatıştırmaktadır. Stresi azaltan ıhlamur çayı aynı zamanda uyku düzenini de sağlamaktadır. Kalp çarpıntısı ve yüksek tansiyona karşı tavsiye edilen ıhlamur çayı C vitamini olan limon suyu ile beraber tüketilmesi üzerine bağışıklık sistemini güçlendirmektedir. Ihlamur çiçeği ile hazırlanan cilt kremleri, kaşıntılı deri hastalıklarını azaltmak için kullanılmaktadır. Çeşitli kozmetik markaları selülit kremleri içerisinde çoklukla ıhlamur bitkisi kullanılmaktadır. İdrar söktürücü olarak karaciğer ve safra kesesi hastalıkları tedavisinde yardımcı olarak kullanılmaktadır. Ihlamurun faydaları üzerine yapılan çalışmalarda sayısı oldukça az olan ve beraberinde bazı klinik araştırmalar üzerine kas kasılmalarını azalttığı yönünde olumlu sonuçlara sahiptir. Ihlamur sektöründe kurutulmuş ıhlamur çiçekleri, hazır poşet çay, kapsül, ıhlamur özü ve tentür olarak bulunabilmektedir.
IHLAMURUN YAN ETKİLERİ NELERDİR?
Ihlamur kısa süreli tavsiye edilen oranlarda kullanılması üzerine herhangi bir yan etkisi kesinlikle bulunmamaktadır. Fakat uzmanlar uzun süreli kullanımı sonrasında kalp rahatsızlıklarına sebep olabileceğini belirtmiştir. Aynı zamanda ıhlamur ağacı kabuğuna temas etmek ciltte tahrişe neden olabilmektedir. Gebe ve emzirme dönemlerinde kadınların ıhlamur çayı içmeden önce doktorlarına danışmaları ve sonrasında kullanmaları tavsiye edilir.
Ihlamur çayının tarihi
Ihlamur ağacı çiçekleri ortaçağdan bu zamana kadar geleneksel olarak terlemeyi teşvik etmek ve ateş düşürmek için kullanılmaktadır. Tarih süresi boyunca idrar söktürücü, spazm çözücü, mideyi sakinleştirici, öksürük ve boğaz ağrılarına karşı, balgam söktürücü, migren ağrılarına karşı, karaciğer ve safra hastalıklarına karşı da kullanıldığı belirtilmektedir. Almanya’da resmi olarak şifalı kabul edilen ıhlamur bitkisi doktorlar tarafından soğuk algınlığına karşı tavsiye edilmektedir. Bazı kültürlerde sadece ıhlamur ağacı altına oturarak epilepsi rahatsızlığının tedavi bulacağına inanılmaktadır. Yunan mitolojisinde ise tanrılara onu ölümlüler arasında bırakmaması için yalvaran Philyra’nın bu isteği karşılığında uzun ömürlü ıhlamur ağacına çevrildiğine inanılmaktadır.
Tumblr media
0 notes