Tumgik
#alakasız bir şeyler de olur
pativenk · 2 years
Text
bana size iyi gelen bir şeyler önerir misiniz
23 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 8 months
Text
Ne kadar yorgunum tam olarak kestiremiyorum sanırım. Uzun bir süredir böyle bu. Fiziksel olarak da yansımaya başlayan, çözemediğim sarmalların ruhuma bıraktığı gereksiz bir yük yığınının dışavurumu da diyebiliriz illa edebi bir dille anlatmak gerekirse. Ama işin en kısa özeti, esnaf gibi davranırsak, yorgunum, sadece ne kadar onu bilmiyorum. Bu yazıyı da bir rahatlama ya da içimdekileri dökme amacıyla yazmıyorum, dökemiyorum çünkü zaten. Dökebilsem beni dinleyebilecek çok güzel insanlar tanıyorum, tanımıyor olsaydım bile dinleyebilecek profesyonel insanlar da bulurdum sanırım emin değilim gjdfgjfdj ama konumuz bu değil, konumuz benim kendimi tanımlayamayışım, kendimi anlatamayışım. Ben kimim bunu hala cevaplayamıyor oluşum. Bir sürü imdat yani, böyle anlatabilirim. Yine buraları bomboş satırlarla dolduracağım, bazı meraklı gözler birazına bakacak, bazıları tamamını okuyacak ve bazıları pas geçecek. Pas geçmeyenleri de canını sıkmayıp tatlı bir parça ekleyelim şuraya bir yere
Ben biraz boş konuşmayı seven biriyim. Bir şeyleri anlatırken konudan konuya atlamayı, oradan yepyeni başlıklara geçip sohbetin alanını genişletmeyi yanlışlıkla sürekli başaran biriyim biraz da. Siyaset konuşurken çok alakasız bir şekilde o an aklıma düşen bir hikayeye değinip oradan çok başka yerlere gidebilirim mesela. Tek değilimdir tabi bunu yapan, umarım yani. Tüm bu canlı anlatımlar ve dağınık konular arasında son dönemde beni görenlerden, görmeyenlerden aldığım en sık tepki "yorgun/durgun görünüyorsun/duruyorsun" olmaya başladı. Sanırım ben de biraz kendimi bıraktım bu akışa, enerjik görünecek kadar bile enerjim kalmamış gibi hissediyorum biraz da. Kendi yağımda değil, kendi ruhumda kavruluyorum ve sıcaklığın nereden geldiğini, ocağı kimin açtığını bile göremiyorum. Ben biraz da saçmalamayı ama altı dolu görünen planlar yapmayı severim. İş hayatımın büyük kısmını da bu oluşturur zaten. Sayısız büyük proje, altı dolu ama kağnıdan daha ağır ilerleyen, sürekli farklı şeylerle boğuştuğum sayısız büyük proje. O kadar çeşitli alanlar ki ne iş yaptığımı ben bile bilmiyorum artık. Bir noktada işportacı olup çıkmazsam iyidir herhalde. Şimdi buna da işportacı linci yeriz, olur biter. Mental olarak güzel bir çöküş yaşıyorum sık sık, artık benim için fazla sıradanlaştı bu durum hatta, aldıramıyorum. Gel gelelim fiziksel olarak da yorgunluğa ve genel olarak isteksizliğe de yol açması beni daha da derin bir çukura itiyor gibi hissediyorum. Kendimi dipsiz bir kuyuya atıp orada kendimi unutmaya çalışmışım gibi garip ve saçma bir olay bu biraz. Neyse işte ya, ben yine kendimi anlatamadığım, sadece yorgunum diyip biraz sızlandığım bir şeyler karalamış oldum. Size de bunları okumak kaldı gibi oldu, bu da biraz tatsız oldu tabi böyle. O yüzden bir parça daha bırakayım ki enerjinizi yükseltsin. Ne olursa olsun, olduğunuz kişinin, içine doğduğunuz ve kendinizi içine soktuğunuz durumların bir karışımı olduğunu ve tüm bunlara rağmen hala bu satırları okuyacak kadar direnebilecek birine dönüştüğünüzü unutmayın. Bunu okuyan sevgili arkadaşım, evet sen, sen güçlüsün. Yorgun hissediyor olabilirsin, hedefsiz ve kaybolmuş hissedebilirsin, ki yalnız da değilsin özellikle şu dönemlerde ve biliyorum iyisini ummak fazla pollyannalık. Gel gelelim, kötüye odaklanmak da bize hiçbir şey katmıyor. Umut etmek iyidir, bize enerji ve aradığımız isteği sunar. Sadece her şey gibi onun da fazlası zehirdir, kontrollü kalmak gerek diye düşünüyorum. Ehem, daha fazla yormayayım hiç seni. Lütfen kendine çok dikkat et, seni üzecek insanlar kadar, seninle gülebilmek için uğraşan insanların da var olduğunu, belki bazılarıyla henüz tanışmadığını hatırlaa. Suyunu da içmeyi ihmal etme, havalar hala çok sıcak.. Görüşürüz bir ara yine böyle satırlardaa
12 notes · View notes
yantekerlek · 1 year
Note
Madem Hüdapar’ın şimdi ki iktidarı ile eski iktidarın aynı olmadığı mantığını yürütüyorsan, biraz daha zorlarsan YSP ve CHP nin de aynı olmadığını anlarsın. Ama kabul etmiyorsan, senin mantığına göre YSP yi desteyenler terörist ise Hüdapar’ı destekleyen sen de teröristsin.
Gerizakalı olmayan konunun bir kilo kurusoğandan olmadığını bilir. Asıl vatan düşmanı sizin gibiler Diyarbakır’lılara da kurban olun. Hep olduğu gibi şerefli davranıp sözlerinin ardında durdular.
ben kimseyi aklamak derdinde değilim adamın alnı ak başı dik zaten türkiye'de bir seçime girdiğinin farkında, bir şeyler koparmak çabası yok. o yüzden hüdapar'ı anlamak dinlemek için çok zorlamadım yani. gayet açık.
ek olarak yenisol parti, chp değil hdp zaten. chp hdp ile resmi bir ittifak yapıp resmiyeti sağlayan masaya oturt(a)masa da masa dışı bir şekilde yenisol ile ittifak yapan bir parti. ikisi aynı parti değil asla. karıştırmıyorum zaten.
tekrar söylüyorum. hdp yani şimdiki yenisol teröristtir, bölücüdür. chp, hdp yani şimdiki yenisol partinin ittifak içinde olduğu bir partidir.
hüda-par ise "tam bağımsız türkiye" sloganıyla dünkü seçim sonucuna sevinen bir partidir. bugün anonime verdiğim cevaba zekeriya yapıcıoğlu'nun konuşma linkini bıraktım. memleketim diyor. vatandaşlarımız diyor. twitter adresini de inceleyebilirsiniz. inşallah güzel bir yolla devam ederler siyasetlerine de helal lan size demeye devam ederim.
benim söylemediğim şeyleri yazdıklarımdan kendi mantığınıza göre çıkarıp çıkarıp senin mantığına göre demişsiniz hanımefendi. benim cümlelerim belli. siz mantık yürütmüşsünüz. mantık sizin. sonra bir mantık daha yürütüp bana terörist demişsiniz. size iade ediyorum. anama sövmüşsünüz gibi hissettim ama baktım annemlik bi durum yok kadın gayet yerinde rahat boşver ya dedim. vatan düşmanı mıııaaaa? saçını başını yolarım senin aaaağağağağ şaka şaka bu da acayip mesnetsiz bi hakaret ya. vatana millete enteresan faydalarım olduğunu düşünüyorum. içim rahat.
kuru soğanla ne alakası var hakikaten? oraya nasıl geldik? soğanla sinan oğanı mı kastettiniz. adamın ismini öyle kısaltıyorlar sosyal medyada. soğan ne diye baya ayıkamamıştım. sonra heeee dedim. cümlelerimde soğan da geçmedi ama belki sinan oğan'la ilgili bi gönderme mi dedim ama yok alakasız gibi.
diyarbakırlılar konusuna harbiden bir tebrik şerhi düşmek lazım. cumhurbaşkanlığında diyarbakır'da kılıçdar %72 almış, tayyip %26 almış. kılıçdar'a verilen sözü öyle bi tutmuşlar ki diyarbakırlı vatandaşlarımız izmir'i bile geride bırakan bi oran. izmir'de %63 kılıçtar, %31 tayyip. de işte ben diyarbakırla ilgili de bi şey söylemedim. diyarbakırlılara şerefsizlik veya sözünden dönme ithamım da olmadı. herhangi bir ilin adını dahi geçirmedim şimdiye kadar yazdıklarımda. sivasımız %69 tayyip demiş. canım memleketime bile tebrik postu atmadım. bir ilden bahsedecek olsam bu sivasım olurdu. mikromilliyetçiyim ben. toprağını yemişliğim var sivas'ın.
siz benim postlarımdan hareketle mi hiddetlenip geldiniz yoksa sosyal medyadaki bütün postlara olan nefretinizi bende mi dışavurdunuz anlamadım ama sinirlenemedim bile ya. normalde biri gelip sataşsa kalbimde bi hızlanma hasıl olur. niyeyse bi afalladı o da noluyo lan diye. neyse Allah sizden korusun beni.
şimdi arkamdan da bir yerlerde post filan atıp ithamlarda bulunursunuz diye mesajı herkese açık yayınlıyorum ki ithamlarınız boşa çıksın.
postu okuyan arkadaşlar herhangi bir yorum yapmazsanız sevinirim. bu arkadaşın kendi iç meselesi.
3 notes · View notes
seslimeram · 1 year
Text
Uçurumun Kıyısında Bir Ülke
Tumblr media
Duyulan ile görülen, bakılan ile fark edilen, sezilen ile yaşanan arasında uçurumun alenen her gün biraz daha açıktan var edildiği bir süreklilik ile sınanıyor bu sahne. Bütün bütün, doğrudan bir kara propagandanın esiri, muktedirin seslenişi dışında kalan hemen hiçbir şeyin güncellenmediği, duyulmadığı, konuşturulmadığı bir zemin var ediliyor. Her günü daha da karanlığa çıkartılan bir düzlem hali süreğen kılınıyor. Var edilmiş olagelen tüm o biyolojik politik deneyimleme ile mutlak iktidara biat hamlesi sürekli işlevsel kılınıyor. O nihai teslimiyet demokrasi mefhumunu hiçe sayarak onu artık gündem dışına iteleyip yeni ülke tahayyülünde gereksiz bir detay ilan ederek büyün yeniden bina ediliyor. Topyekun bir dönüşüm Orwellyen bir devinimi, fabl dahilinde dahi yok artık denilenlere sahip çıkıp, yeniden türeterek güncelleniyor artık. Yeni ülke bütün bu öğütücü mekanizmadır alenen, tamamen. Var edilen hayat akışındaki uçurum hali yeni ülkenin her nereye doğru meylini verdiğini de bildirir. Denetim, gözetim, tahakküm ekseninde yaşamın onarılması imkansız yaralara rehin edilmesi söz konusudur. Çukur dediğimiz bu hallerle birlikte güncellenen bir meseldir.
Duyulan, görülen ve bildirilen ile var edilen arasındaki uçurum derinleştikçe hayatın bir biçimde mahvına da zemin sağlama alınır. Geçtiğimiz günlerde doksan dokuzuncu yılı idrak edildiği zikredilen cumhuriyetin kazanımları diye çıkagelen şeyler reklamlarla bir biçimde sponsor addedilen eline kan bulaşmış sermaye nezdinde sunulurken, cerahatin hiçbir yere gitmediği bir zemini gerçek kılmaları söz konusudur. Bir hafta gibi bir süre içinde önce Kürd basınından dokuz gazeteci gözaltına alınır. Peyderpey var edilmiş olan bir soruşturma, birbirinden alakasız konuların bulup, birleştirip bir suç mesnedi olarak, örgüt üyeliği öne sürülerek dokuzu tutsak edilir. Memleketin tabipler odası başkanı bir insan hakları savunucusu olagelen, adli tıp uzmanı, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’yı önce malum medya, hemen ardından baş amir hedef kılar. Bu bahsin hemen üstünden bir an geçmeden soruşturma, gözaltına dönüştürülür. Kimyasal silahın, aması fakatı yokken, bunu PKK / HPG bilmiyoruz hangisine karşı kullanılmasının da insanlık suçu olduğuna dair kelam edilmesinin, bir yerde Cenevre konvasiyonuna göre, atılan anlaşmalardaki ol imzaların gerekliliği olarak soruşturulması söz konusu edilsin denildi diye Fincancı hoca mahpus edilir. Duyulan, görülen, anılan ile var edilen arasındaki devletle halkın arasında olagelen uçurum hali, Kürd toplumuna, onlarla birlikte hareket eden, lafta değil sahiden muhalefete bedel kılınır.
Bir tarafta pişirilip durulan, ya istibdat, ya hürriyet bahsinin aslında, İttihat ve Terakki’yi var eden bir oluşumun, bu ülkedeki Ermeniler başta olmak üzere gayrimüslimi daha sonra da Kürd halkının her kimliğinden çıkagelen suretleri, halkları yok etmek adına kullanıla geldiği bir figüratif slogan olduğu gözlerden kaçırılır. Cumhuriyet halk partisinin de temel odağı olarak kendisine yer bulan, kurucu önderin bu şerefli topraklar sizin (Türklerindir!), ermenilerin zerrece bu topraklarda hakkı / payı yoktur ile devam eden, sürekli güncelliği sağlama alınan bir nefret / ötekileştirme siyaseti o gümbürtü içerisinde baş amirin karşıtı olduklarını zikredenler eliyle yeniden piyasaya sunulur. Baş Amir, Kürd’ün özgürlüğüne karşıtlığı zikredip, eyleme dökerken, o muhalefet çatısı altından çıkagelen vatan bizim, böldürmeyeceğiz argümanları arasında altılı masa çoktan masal olur. Ağır ağabeylerin, hazır lokma yiyicilerin, götürelim abicim bahislerinin kıyısında bir avuç insanın muhalif olarak suna geldiği hayat böyle bir mesel değil sunumunun göz ardı edildiği zeminde ol istibdat zaten çoktan hayatı kuşatır. Görülen, duyulan, hayata dahil edilenlerle hakikatin arasındaki uçurum, bütün o iyi parti, saadet partisi, zafer partisi, memleket partisi diye bir biçimde muktedir emirleri doğrultusunda çoğalarak bölünerek her yere sirayet eden ırkçı akımlar / oluşumlar ile birlikte var edilir. Baş amirin yaptıkları neyse o adı anılanların bir biçimde suna geldikleri ülke perspektifinde, Ermeni’ye de yer yoktur, Kürd’e de, Alevi’yi de istemez, Ezidi’yi de diye devam eden bir süreklilik taşır. İyi de doksan dokuz yıldır hiç kimselerin kılınamayan, hala Türk’ün hangi kliğinin sahibi olduğuna karar verilemeyen bir menzilde adalet hiç söz konusu edilebilir mi?
Bianet’ten aktaralım: “Halkların Demokratik Partisi (HDP), Şırnak İl Örgütü’nün Cizre Belediyesi’ne kayyım atamasının yıl dönümünde düzenlenen protesto gösterisinde, kolluk güçlerince tehdit edildiklerini açıkladı:
“İktidardan aldığı talimatla daha önce milletvekillerimiz şahsında, halk ve meclis iradesine saldıran kolluk güçleri işi cinayet tehdidine vardırdı.”
“Polis, mermi çekirdeği fırlattı”
Partinin açıklamasında, HDP Şırnak Milletvekili Hasan Özgüneş konuşurken, polisin Özgüneş’e mermi çekirdeği fırlattığı belirtildi:
“Cizre Belediyesine kayyım atanmasının yıldönümünde milletvekillerimiz Hasan Özgüneş ve Nuran İmir’in de katıldığı basın açıklaması yapılmasında doğrudan “ölüm tehdidi” içeren son derece tehlikeli bir gelişme yaşandı. Polis ablukasında gerçekleştirilen basın açıklaması sırasında milletvekilimiz Hasan Özgüneş’e bir adet mermi çekirdeği fırlatıldı.
Kameralara yansıyan ve ekte paylaşacağımız görüntülerde mermi çekirdeğini kimin tarafından ve nasıl atıldığı net olarak görülüyor. Anayasayı, yasaları özellikle partimize ve halka karşı sistematik olarak çiğneyen AKP iktidarı ve güdümündeki silahlı yapıların tehdidinin ne anlama geldiğini kamuoyu biliyor. Bu duruma tepki gösteren milletvekilimiz Hasan Özgüneş, ‘Feriştahınız gelse bizi korkutamazsınız’ dedi.”
MA’nın haberine göre, HDP Şırnak İl Örgütü, Cizre Belediyesi’ne kayyım atamasının yıl dönümünde basın açıklaması düzenledi.
HDP Cizre ilçe binası önünde yapılan açıklamaya HDP Şırnak il ve ilçe örgütleri, HDP milletvekilleri Nuran İmir ve Hasan Özgüneş, Barış Anneleri Meclisi, Özgür Kadın Hareketi (TJA) yöneticilerinin yanı sıra çok sayıda kişi katıldı.
Açıklamada ilk olarak konuşan, görevden alınan Cizre Belediyesi Eşbaşkanı Berivan Kutlu, Cizre Belediyesi’ne daha önce de kayyım atandığını ama Cizre halkının her şeye rağmen kendi iradesinin ortaya koyarak yine HDP’li belediye eşbaşkanlarını seçtiğini söyledi.
Seçimlerden kısa bir süre sonra 29 Ekim 2019’da Cizre Belediyesi’ne tekrar kayyım atandığını hatırlatan Kutlu, “AKP iktidarı, seçimlerde kazanamadığı ve asla da kazanamayacağı belediyelere kayyım atamaları yaptı. Kayyım rejimiyle Cizre halkının iradesini almaya çalıştı” dedi.”
Duyulan ile görülen, bakılan ile fark edilen, anılan ile yaşatılan arasındaki uçurumu bir biçimde kestirmeden göstere gelen bir karşılaşmadır Cizre’de var edilen. Abluka güncesi dahilinde 2015 yılında yerle yeksan edilmiş bir kentte, temsili iradeye kayyım atanarak o iradenin yok sayıldığı bir zeminde bunun hukuksuzluk olduğunu zikreden bir vekil, kalan Halkların Demokratik Partisi üyelerine yönelik tehdit var edilir. Kürd sorununun varlığına dair kesintisiz kılınmış olagelen inkarla çıkılan düzlemde, aşk bodrumda yaşanıyor yazısı ile duvarlara zerk edilmiş nefretin, bodrum katlarında yakılarak katledilmiş insanların var edildiği Cizre’de iki satırlık itiraz hakkına yanıt yıllar sonra bir kere daha kurşun fişeğiyle çıkagelir. Demokrasi ediminden bunca kopuşun var edilebildiği bir zeminde hayatiyeti hiç addederek vekile kurşunla mesaj verip, halka gözdağını batının görmediği, fark etmek istemediği bir yıldırı halini yedi gün yirmi dört saat var ederek güncelleyen bir zeminde her nedir ki demokrasi, her ne haldedir, sahiden de insan hakları! Kurşun atarak bir şeyleri ama en çok da ölümü kutsayarak hangi gün var edilebildi, edilebilir ki sahiden de?
Diken.com.tr’den aktaralım: “Boğaziçi Film Festivali Komitesi, ‘Karanlık Gece’ filmiyle en iyi yönetmen ödülünü kazanan Özcan Alper’in ödül gecesinde Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı hakkındaki söylemlerinden ‘rahatsız’ oldu. Komite, ‘törende ödül kazananların politik göndermelerini ve sloganlarını kınadıklarını’ açıkladı.
Senarist ve yönetmen Özcan Alper, bu yıl 10’uncusu düzenlenen festivalin önceki akşamki ödül töreninde ‘Karanlık Gece’ filmiyle en iyi yönetmen ödülünü kazanmıştı.
Alper, ödülünü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’ta kimyasal silah kullandığına ilişkin iddiaların araştırılması gerektiğini söyledikten sonra iktidar tarafından hedef gösterilerek tutuklanan TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’ya ithaf ederek şu konuşmayı yapmıştı:
“‘Hep barış olsun, asla savaş olmasın’ diyen bir kadın Şebnem Korur Fincancı, yine sadece barış dediği için maalesef bir linç kampanyasına maruz kaldı. Umarım son olur. Umarım cezaevinden bir an önce çıkar. Bu ödülü ona ithaf ediyorum.”
O sırada salonda bulunan oyuncu Burak Haktanır, Alper’e ”O kadın TSK’ya iftira attı. Kaç gündür tüm PKK sayfaları onu destekliyor‘ diyerek tepki göstermişti.
En iyi film ödülünü kazanan ‘Kar ve Ayı’nın yönetmeni Selcen Ergün de ödülü almak için sahneye çıktığında Haktanır’ın çıkışını ”Çok eril bir dil kullanıyorsunuz” diyerek eleştirmiş, Haktanır’ın Ergün’e ”Hadi oradan” demesiyle salonda gerginlik oluşmuştu.
Festival komitesinin ödül gecesine ilişkin sosyal medya hesaplarından yapılan açıklamada isim vermeden Alper’in konuşması ‘kınandı’:
“On yıl boyunca herhangi bir ayrım yapmadan, hiç kimseyi ötekileştirmeden katılımcı bir festival olmak için çalıştık. 10. Boğaziçi Film Festivali kapanış gecesi ve ödül töreninde yaşanan istenmeyen olayların ve onaylanması mümkün olmayan siyasi söylemlerin meydana getirdiği etki bir yıllık uzun bir çalışma sonucunda ortaya koyduğumuz programın, filmlerin ve ödüllerin konuşulup tartışılamamasına sebep olmuştur. Her zaman sanatçıları ve filmleri önceleyen bir festival olarak ödül törenimizde ödül kazananların politik göndermeleri ve sloganlarını kınıyor, kültür sanat hayatımızın sağlıklı bir zeminde yükselmesi temennisinde bulunuyoruz.”
Görünen, anılan ve aksettirilen arasındaki derin uçuruma bir kısa kesit daha paylaştığımız şu yukarıdaki örnek. Hiçbir biçimde gerilla güzellemesi, örgüt propagandasına yer verme, bahis açma çabası gütmeden, bir insanlık suçu var edilmişse bunun akıbeti sorgulanması elzem olandır diyen bir hekim tutsak edilmiştir. Yönetmen Özcan Alper’de bunu, iki satır meramında, barışın egemenlerin elinde hiç edilmesine karşı yıllar yılıdır mücadele veren bir insana destek linç edilmek istenir. Festivalden çok devletten nemalanma, sponsorlarla hayatını idame ettirme telaşındaki yapının da mal bulmuş mağribi gibi atlaması ve bütün onların üstüne tüy diken resmi kanal palyaçosu tiplemenin vatan savunurken saçtığı tüm o salyalarla birlikte bir kere daha gösterilen / var edilen ile anlatılan arasındaki hakikatin ta kendisi tuzla buz edilir. Ezberden mavallar okunarak, kokuşmuş bir siyaset argümanına bir biçimde bir kere daha tutunup, kırk küsur yıldır devam olunan bir yok etme haline, bir savaş haline, en son eklenmiş kimyasal silah kullanıldığına dair tespit ve tanıklıklara karşı sözü çiğneyerek, vatan kurtarılmaya çalışılır. Oysa yer yerinden çoktan oynamıştır, Cizre ya da Amed’in Sur’u gibi gidenlerin, kaybedilenlerin hiçbiri için bir telafi yoktur. Ne asker ne gerilla ne köylü, ne korucu ne o ne bu hiçbir biçimde yıkım / ölüm sarmalından bir çıkışı bıraktırmayan bu kör karanlık sarmal, daha yeni yüzyılını ilan eden ülkede hiç ama hiçbir huzurun da kalmayacağını bir kere daha bildirir. Benzeri 2015’te yaşatılan o kara, kapkaranlık günlerin paralelinde, bir örnek tekrarında hangi istikamet var edilecektir ki hazandan gayri. Sorguluyor musunuz?
Birbirilerine değen, biri bitmeden bir başkası başlayan, hepten, her dem kötülüğün daimi kılındığı bir zeminde, görünen, gösterilen, anılan ve anlatılanların kıyısında olmakta olan yegane şey hayatın müşterek savunusunun da imkansızlığa demir attırılmasıdır. Bunca açık, bir o kadar kesintisiz bir biçimde devlet ister kendi yönetim katından olsun, isterse yol verdiği kolluğundan, işaret ettiği rehin aldığı temsilcilerine, ister eli kanlı sermayedar isterse her ne iş gördüğü kendisinin dahi bilmediği garabet tiplemelerin yekten var ettiği o naralarla şekillendirdiği hallere hep bir kısır döngü sürekli yinelene gelir. Biteviye bir hal, ki hep açmazlara çıkar. Biteviye bir yol ki hep derin çukurlara yollanan. Öylesine değil hiç ama hiçbir biçimde mübalağa değil doğrudan yıkımı arzulayan. Bitimsiz bir karanlık, biteviye bir kısır döngü dahilinde ne görülen, ne anılan, ne hakikat hakkaniyetle var ediliyor artık. Uçurumun kıyısında her anı daha da zifiri, her günü çok daha yıkıcı bir yer, bir menzilde hayat ne yana düşer, düşürülür sahiden?
Misak TUNÇBOYACI - İstan'2022
Görsel: Reuters via BBC Türkçe Servisi
8 notes · View notes
ellialti · 1 year
Text
14 Şubat 2023'ü 15 Şubat 2023'e bağlayan bir gece saat 00:55. Bir hastane odasındayız. Annem ve ben.
Yazmayı tasarlarken aklımdan bir çok şey geçti ama şuanda ilk kurduğum cümle neydi diyorum kendime. Aslında her şey 18 Ekim 2022'de başladı. O gün babamı kaybettim. Aslında bir anda kendimi kaybettim. Çocukluk gençlik anılarım, hayatımda önemli olan her şey bir anda tüm anlamını yitirdi. Kocaman ve asla dolmayacak bir boşluk. Ve sürekli aklımda kardeşimin onların babaları var bizimki neden gitti sorusu...
Benim için babamı kaybetmek demek; kanatlarından biri kopması demek. Artık uçamazsın. Çünkü senin dayandığın, ya ne olur ki arkamda babam var dediğin kocaman yürekli adam bir anda yok. Bunun tarifini yapmakta çok zorlanıyorum ama yaşayanların anladığını biliyorum. Birde lütfen kimseyi teselli etmeyin, böyle bir yaşanmışlığın tesellisi yok.Şuanda aklımdan sadece anılar geçiyor ve odaklanmak gittikçe zorlaşıyor. Ve sürekli sanki bir yerlere gitmiş ve gelecekmiş hissi hiç geçmiyor.
İşte böyle başladı 34 yaşındaki büyüme hikayem. İlk bu cümleyi eşim kurdu bana çok klişe ama gerçek. İşte şimdi büyüdün demişti. Çünkü öncesinde de her ailemin yanına gittiğimizde 18 yaşında ergen gibi davranıyorsun derdi. Bir anda sanki 34 oldum.
Ve bu gece hatta önceki 1 hafta boyunca kendimi tanımak ve doğru tanımlamak üzerine düşünmeye başladım. Bu süreçte tabi ülke olarak çok yıkıcı bir dönemdeyiz. Kahramanmaraş depremini yaşamadık 71 il olarak ama acısını hep birlikte çektik, çekiyoruz. Ben nedendir bilmiyorum hayatım duraklatılmış gibi tepki verdim ve böyle tepki vermeyen hayatına devam eden insanlara kızdım. 1 hafta evden çıkmadım, uyku düzenim alt üst oldu yani hayat benim için devam etmedi. Ve sonra sokağa çıktım hayat akıyor sanki sadece benim duraklatılma tuşuma basılmış.
Sokağa çıkma sebebim ikinci kurduğum cümle ile ilgili: Bir hastane odasındayız. Annem 16 Şubat günü ameliyat olacak ve ben onun yanına gelmek için 1 hafta duraklattığım hayatıma devam etmek zorunda kaldım.
Bu aslında kendimden kaçmak için çok derinlerimde ne yattığını bulma yolculuğum. Tabi bundan kime ne.
Anlatmak istediğiniz olayı çok güzel ifade eden bir cümle kurup, dur şunu bir not alıyım dediğinizde unutanlardansanız tasarlayıp yazmak bir sorun haline dönüşebiliyor. Yazmaya başlamadan 2 dakika önce kurduğum cümleleri hatırlamamam şuanda da sürekli neydi diye düşünmekten konudan konuya atlama sebebim.
Artık olmuyor. Sürekli birileri beni dürtsün ve çalışmaktan, uyumaktan, dizi izlemekten, ev işleri yapmaktan başka bir şeyler yapayım diye bekledim. Spor yapmak için, plan yapmak için, hayatıma renk katmak için bekledim. Farketmediğim aslında kabullenmek istemediğim şuydu; bu durum benim de işime geliyor. Çünkü ben üşengeç bir insanım. Kafamda kurduğum bir sürü hayalim var ama birilerini beni adım atmam için dürtmesini bekliyorum. Hayır bu böyle bir şey değil(miş). Sen ne veriyorsun ki eşinden, ailenden, dostlarından seni teşvik etmesini bekliyorsun. Yani diyorum ki tüm ilişkilerin senin kadar, senin istediklerin ve yaptıkların kadar. İlişkileri şekillendiren tek taraf olamaz. Sen ne kadarsın ilişkilerinde o kadar olur. Bu bir yarışta değil. Ben bunu yaptım sıra onda... Kendin olamadığın, kendine sınırlar koyduğun, sadece bekleyen tarafsan eğer sadece günü kurtarırılsın. Bir hikaye yazamazsın. Sen başla; uyan seninle devam etsin. Sen uydurmaya çalışma, mış gibi.
Çok alakasız konudan konuya değil mi işte tam olarak kafamın içi böyle. Duygularımı tanımlamak hep çok zordu benim için çünkü altında yatanları keşfetmek korktum hep. Yüzleştiğimde altında kalmaktan korktum ve kaç(ıyorum)tım. Ben çok sıradan hayatı olan herkesten biriyim sadece. Öyle özel bir yeteneğim, çok iyi yaptığım herhangi bir şey yok. Uyumak dışında. Ama çok uyumak değil burada durum istediğim zaman uyuyup istediğim zaman uyanmak. Bazen uyumamak bazen de uyanmamak ama anlatamadım kimseye. O zaman uyuyalım çünkü saat 01:44. Sabah muhtemelen 06.00' da uyandıracaklar. Uyumadan önce kitap dinleyin ya da okuyun. Bitti. Ama kendimi bulma yolculuğum değil, bu part bitti.
4 notes · View notes
Text
İş yerinde bir amirim var. Bakıyorum sabahları akşamları garip ilaçlar içiyor. Ne hastalığı var merak ediyorum.
Bugün bana lens rengi önerdi. Müthiş bir amir.
Bazen onu kırdığımı düşünüyorum. Söz kesmek gibi kötü huylarım zuhur ediyor. Mülakatlarda bile söz kesen biriyim. Sözümün bitirilmesine müsaade edilmemesi de karşı tarafı dinlememe engel oluyor. Böyle garip üstten üstten huyları nerden edindim bilmiyorum.
Genellikle de dinlenilmiyorum zaten. Dinleyen taraftayım. Bunun sebebi anlatma hevesimin düşük olması. Bunu anlatmasam ne olur diyorum vazgeçiyorum. Bazen de en alakasız yerde saçma şeyler yumurtluyorum. İnsan işte böyle acayip.
Hap demiştim de psikologla konuşsam mı acaba? Hiç içimden gelmiyor ama bilemiyorum da. Hem her şey akışında harika hem de zihnimde garip bir boşunalık var. Boşluk mu demeliydim. Altı senedir çalmadığım kapıyı çalmak istemiyorum belki de. Belki de zorlasam bu düğümü çözerim gibi geliyor. Çünkü o zaman da boyle oldu Allah'ın hikmeti. Ne bileyim insanlar geziyor, buluşuyor, ne güzel. Ben de zaman zaman oradayım. Fakat bazen o kadar dışındayım ki çemberin. Dur bakalım. Gün doğmadan neler doğar.
Yaptığım salakliklar da var. Neyse ya Rabbim sen affet.
Geçti gitti.
Umarım.
Profesyonel hayatıma devam.
Toplantı.
İş içinde yapılan mıyık mıyık dedikodular. Hepsi leş. Hepsi.
Kendi yorumlarım dahil. Sus o yüzden.
Neden böyle oldum ki ben?
Oh olsun ama.
Ne diyorduk?
Aciz, kıskanç ve biraz da kırgınım. Nazar boncuğu ve Felak Nas.
2 notes · View notes
su-icre-su · 4 months
Text
insanlar özellikle nefret etmekten suçlamaktan hoşlanıyorlar sanırım klavyeden linçlemeyi büyüklük sanıyorlar bir kere klişeleri yıkabilen şöyle güzel senaryonun onda birini yazabiliyor musunuz onu sorun kendinize sadece fanlık yapmaktan anlıyorsunuz bilip bilmeden negatif etki saçıp siber nefret suçuyla dolu an’ı kirletmeler yapıyorsunuz hem ayrıca isteyen istediği karakteri çok sevebilir ya da siz nasıl kendi kafanıza göre eşit sevilip sevilmediklerine karar verip üstten büyük büyük konuşuyorsunuz siz orada internette yazarken rahat rahat evinizde çayınızı kahvenizi içerken durduk yere saçmasapan ithamlarda bulunuyorsunuz şov yapmak için doğru düzgün bir şeyi sevmeyi bilmeden saygısız cümleler kuruyorsunuz kurmayın. Kimsenin kalbini niyetini emeğini çabasını bilmeden çok gereksiz bir şekilde suçlayıcı üslupla konuşmaya hakkınız yok. Ayrıca insanlar iyi güzel bir şey yapınca bile tadı tuzu kaçıran şeyler yazmak nasıl bir algısı yüreği bozulmuş anlayışsızlıktır önce görmesini bilin klişelerle entrikalarla insanı uyutmak oyalamak yerine toplumsal olsun bireysel olsun yapılan haksızlıklar gün yüzüne çıkarılıyor ve bu yapılan haksızlıklar hepimizin ortak yarası değil mi? Bu kadar mı yaranız yok bu kadar mı içinizde şifa yok? Yaralanmadığınız için mi bunca yaralayıcı olmaya çalışıyorsunuz? Ayrıca çok komik değil mi kurduğunuz cümlelerin mantıksızlığı hikayede birbirine sahip çıkma, aile olma, ev olma, kardeş olma altı çizilirken iki üç tane fankılapçılık oynayan saygısız kafasına göre konuşuyor bunlar küçük şeyler gibi gözükse de değil bence insan sorguluyor bu insanların hiç mi başka işi gücü yok da durduk yere nefret edilmeyecek şeylerden nefret eder gibi şeyler yazmaya vakit ayırıyor bilmiyorum yani küçücük gibi bir şey görünebilir ama bana görür görmez mantıksız geldi ve susamadım. Hem bu bir tek bir şey için geçerli değil genel olarak nefret etmeyi, acıtmayı, saygı sevgi umursamadan büyüklenmeyi, siber olsun reel olsun, yazı dili olsun, post olsun, fiziksel olsun her türlü zorbalığı güç zanneden kirli bir nefret toplumu büyüyor ve ben iğreniyorum, nefes alamıyorum. Evet kalbim ruhum bu toplumun şu andaki bu kirli haline göre olmadığı için gurur duyuyorum kendimi seviyorum ama nefes alamıyorum o sevdiğim gurur duyduğum kalbim ruhum ağrıyor acıyor böyle işkencelerle dolu bir toplumun uyumsuzu olmak çok güzel ama yaşayamıyorum. Kimseye haksızlık yapmaya hakkınız yok. Herkesin birbirine sahip çıktığı bir ekipte bir hikayede özellikle de hikayenin iskeletini omurgasını oluşturan yaratıcısına saygı duymayı öğrenememiş olmanız ne acı. Empati kuramayışınız ne acı. O kadar emek çaba harcamadan sadece oturduğunuz yerden durduk yere hiç alakasız yerden vurmanız çok gereksiz. Onun yerine bu hikayede neler anlatılıyor onu anlamaya duyumsamaya çalışsanız daha iyi olur diye düşünüyorum. Sizi de anlıyorum kendini bir şey sanan kendini hayatında kaç kadın olduğunu sayamamakla erkek sanan yalı dizileriyle entrikalarla yıllarca zehirlendikten sonra gerçekler sisteminizde yan etkilere sebep oldu belki de ama biraz da şunları görebilmek gerekiyor: gerçek suçluların cezalandırılmadığı, parayla mertebeyle hastalıklı insanların asıl sağlıklı insanları hasta diye damgaladığı ya da zorla hasta etmeye çalıştığı, toplumdaki insanları koruması gerekenlerin sadece yerini ve gelirini korumak için asıl suçluları korumak için her şeyi yaptığını, zorbalığı, zorbalığını saklayanları, erkeklerin özellikle güzel, kendine yetebilen ve başarılı kadınları hazmedemeyip sırf kendilerini değerli hissetmek için ya da kolaya kaçmaktan keyiften aldatmalarını, kandırmalarını daha sayılır daha da kısacası şunu diyeyim idealize edilmiş erkekler izlemekten daha iyi en azından katarsis oluyor senin acından anlamayan her şeyi güzelleyen idealize soslanmış erkek modelleri daha çok acıtıyor iyi de böyle bir şey yok ki diyorsun ama hissettiğin acıyı izlediğinde sana ses olunduğunu duyumsuyorsun çok başka bir his bu. Toplumdaki görmezden gelinen, halının altına süpürülen, üstü kapatılan, perdelenen şeylerin gün yüzüne çıkarıldığı hikayelerin de olması bu yüzden güzel.
0 notes
aynurs-posts · 2 years
Text
Tumblr media
FIRTINA ÇIKTIĞINDA UYUYABİLİR MİSİNİZ?
Bir çiftçi, fırtınası bol bir tepede bir çiftlik satın almıştı.
İlk işi bir yardımcı aramak oldu, ama ne yakınındaki, ne de uzaktaki köylerden hiç kimse onunla çalışmak istemiyordu. Çalışmak için müracaat edenlerin çoğu da çiftliğin yerini görünce, çalışmaktan vazgeçiyor:
“Burası pek fırtınalıdır, siz de burada oturmaktan vazgeçseniz iyi olur” diyorlardı…
Nihayet, çelimsiz, orta yaşlı bir adam işi kabul etti. Çiftlik sahibi, adama:
-“Çiftlik işlerinden anlar mısın?” diye sordu.
-“Sayılır” dedi adam, “Fırtına çıktığında uyuyabilirim!” Çiftlik sahibi, bu alakasız sözü biraz düşündü, sonra üzerinde durmayıp adamı işe aldı. Zaten, başka çaresi de yoktu.
Haftalar geçtikçe, adamın çiftlik işlerini gayet düzgün yürüttüğünü gördü, içi rahatladı. İşler tıkır tıkır yürüyordu, ancak “o dehşetli fırtınaya” kadar!
Bir gece yarısı, fırtınanın müthiş uğultusuyla uyandı. Öyle ki, bina çatırdıyordu! Yatağından fırladı; yardımcısının odasına koştu:
-“Kalk! Kalk! Fırtına çıktı! Bu fırtına her şeyi uçurmadan yapabileceklerimizi yapalım!”
Adam, yatağından bile doğrulmadan, mırıldandı:
-“Boş verin efendim; gidin yatın! Ben size fırtına çıktığında uyuyabileceğimi söylemiştim ya!”
Çiftçi, adamın bu rahat ve umursamaz tavrı karşısında çılgına döndü; öfkeyle kararını verdi. Ertesi sabah, ilk işi bu adamı işten kovmak olacaktı. Ama şimdi fırtınaya bir çare bulmak elzemdi ki, hasarı ucuz atlatsın! Çaresiz dışarı çıktı, saman balyalarına koştu. Fakat o da ne? Saman balyaları birleştirilmiş, sıkıca bağlanmış ve üzerleri de muşamba ile örtülmüştü! Ahıra koştu; ineklerin tamamı bahçeden ahıra sokulmuş, ahırın kapısı da sıkıca kapatılmıştı. Tekrar evine yöneldi, evin kepenklerinin tamamı kapatılmış. Çiftçi hayli rahatlamış bir halde odasına döndü ve yatağına yattı. Fırtına, uğuldamaya devam ediyordu. Gülümsedi ve gözlerini kapatırken şöyle mırıldandı:
“Fırtına çıktığında uyuyabilirim!”
Evet, her türlü tehlikeye karşı tedbirini alanlar, hazır olanlar, fırtına çıktığında uyuyabilir. Hayat her zaman inişli çıkışlıdır. Her zaman bulunduğumuz durumun gelip geçici olabileceği aklımızdan çıkmamalıdır. Hayatta her zaman kontrol edemeyeceğimiz şeyler olur ve mühim kayıplar yaşarız. Bunlar sadece başkalarının başına gelen yıkımlar değildir. İşimiz bozulabilir, çok vahim sağlık problemleri yaşayabilir, sevdiklerimizden birini kaybedebiliriz de… Bunlar olmayacak şeyler değildir.
Böyle bir durumda yapabileceğimiz çok şey olduğuna inanmak bizi ayakta tutacaktır. Bu inancı bize veren, fırtınaya yakalanmadan önce yaptığımız hazırlıktır. Bu maddi ve manevi hazırlık bizim fırtınayla mücadele gücümüzdür, kuvvetimizdir.
Bu kuvvet fırtına çıktığında oluşmaz, fırtınadan önce kazanılır.
Yeni değerler kazanmak; kayıplar yaşandığında, sıkıntı anında acil servis ihtiyacı gibi çalışır.
Sabır ve tevekkül zor kazanılan, ama sıkıntılı zamanlarda bizi ayakta tutan pek mühim alışkanlıklardır. Ama diğer iyi alışkanlıklar gibi, o da sıkıntıdan önce kazanılmalıdır, yere düşerken değil…
1 note · View note
bunudaburayayazdim · 1 year
Text
Kader
Çoook doldum gerçekten. Bu ülke, insanların cehaleti, ezildikçe daha fazla ezilebilmek için eğilmeleri.. Gerçekten olmuyor, yapamıyorum ya. Büyük kısmı deprem bölgesi olan bir ülkede deprem ile ilgili dandik ve başarısız bir tatbikat ile ara ara okullarda çocukların güle oynaya, sallana sallana yürüdüğü şeyler yapıyorlar. Konuyla ilgili bir bakanlık yok, mantıklı tek bir çalışma yok, buna ayrılan bir bütçe yok, konuşan mantıklı insanlar dinlenmiyor.
Tutturmuşlar dillerine "kader", utanmadan bunu söylüyorlar hala. İnsanda biraz ar olur, biraz utanma olur ya. Bir kere olsun hatalı olduğunu kabul eder insan ya. İnsanının canını hiçe sayan bir hükümet nasıl 40.000den fazla canın yittiği bir depremden sonra istifa etmez ya? Tek bir insan bile istifa etmedi, tek...
Şu satırları yazarken bile kaç kere durakladım, o kadar çok şey geliyor ki sıralayamıyorum bile kafamda.. Bize böyle bir yaşamı uygun gören, buna sebep olan herkese sonsuz, hiç dinmeyecek bir nefret duyuyorum. Yazıp yazıp siliyorum, çok çok alakasız şeyler çıkıyor yazdıkça. Ben bu ülke için biraz olsun olumlu düşünmeye çalıştıkça hep daha beterine şahit oluyorum.
Ülkenin büyük bir kısmında psikoloji diye bir şey yok bir süredir. O kadar çok şey olup bitiyor ki, ekonomik dalgalanmalar, işlenen suçlar, intiharlar, zam haberleri, yandaşa ihaleler, vergi kaçırmalar ve daha nicesi. Uyuşturulduk. Dolar 20ye dayanmış, hiç kimsenin dilinde bu yok. Marketler ateş pahası, kimse konuşmuyor çünkü asla çözülmüyor. Çözüm eğitim ve bilimle olacak ve bu onları korkutuyor çünkü tek güçleri cehaletten, cahil bir toplumdan geliyor.
Ben yine yazarım, belki yazdıklarımdan yargılanırım, zerre de umrumda değil. Doğru doğrudur, yeri, yurdu olmaz söylemek için. Bu ülke göz göre göre 'kaderine' terk edildi ve bu sözgelimi kaderine terk edilenlerin bir kısmı da inatla eğilmeye devam etti..
Yoruldum. Çok fazla yoruldum..
18 notes · View notes
yantekerlek · 2 years
Note
Hayırlı akşamlar
Yıllar önce çok aşık olmuştum bir o kadar da acısını çekmiştim. Şu an aşık falan değilim. Elhamdülillah haram bir şey yaşamadım. Bilmiyordu zaten. Ama böyle bir yerlerde görünce içim acıyor...
Evlendiğim zaman eşime haksızlık etmekten korkuyorum.
hayırlı akşamlar
geçmişte birine karşı beslediğiniz hisler varmış. bu hisler herhangi bir şekilde uygulamaya dökülmemiş. bırakın uygulamayı, mesele muhataba ulaşmamış bile ve anladığım kadarıyla geçmiş gitmiş.
bir yerlerde görünce için acımasının sebebi hislerinizin tekrar canlanmasından korkmanız mı yoksa içinizde yaşayıp bitirdiğiniz aşkın günah olduğunu sanmanız mı? orayı tam anlamadım.
anlamam da gerekir mi bilmiyorum ama şöyle bir şey var "geçmiş, geçmişte kalır". bir de böyle temiz bir geçmiş vicdan azabı olarak gelemez yani kalbinize. siz çekiştirip dert olarak getirmedikçe dert olan bir durum yok gibi geldi bana.
sevgim baki, aşkım hiç bitmedi sadece ulaşmayı kavuşmayı imkansız gördüğümden bitmiş gibi davranıyorum. o yüzden biriyle yuva kurarsam aklım diğerinde olarak yuva kuracağım. eşime göstermem gereken sevgi, ilgi ve yakınlılkta kalbimde taşıdığım bu kimseye olan duygularım sebebiyle kesintiye gideceğim, isteksiz şevksiz bir evlilik olacak diyorsanız evet bu haksızlık olur. iç meseleyi halletmeden bir başka iç meseleye girişmek epey sıkıntı verici olur. Allah muhafaza etsin.
böyle bir durum yoksa dertsiz başınıza dert eklemeyin boş yere. böyle bir durum varsa da duygularınızla beraber aklınızı da yoğun bir şekilde çalıştırın. eğer kafanızda sürekli bir şeyler kuruyor, acı dolu senaryolar yazıyorsanız bundan uzak durmaya çalışın. kendi dünyanıza ve işlerinize yoğunlaşın. Allah kolaylıklar versin.
sizi tanımıyorum. yatsıyı beklerken en azından bir muhatabınız olsun diye karşılık verdim. çok yanlış alakasız şeyler söylemiş de olabilirim. bilginize. 🌸
2 notes · View notes
vincentindunyasi · 2 years
Note
Ailem ve çevrem düşünüldüğü zaman gerçekten cesur, kafasına koyduğunu yapan ve kimseyi umursamayan biri gibi görünüyorum insanlara. Ama kendi içimde durumlar farklı tabii, kendi içimde kurduğum Ben ile yaşadığım Ben çok farklı 😔 Her zaman derim, Değişmeyen tek şey değişimdir. Bende çok değişirim, hep bu değişimin ileriye dönük olmasını istesem de sanırım sadece şuanlık değişimler bunlar. Anlattıklarına özenmedim desem yalan söylemiş olurum ama daha önce de dediğim gibi kendimin farkındayım ve henüz bu maceraya hazır olduğumdan da emin değilim 😔 Şuan hayatımın beni sürüklenmesini hiç istemediğim bir yerdeyim ve maalesef bu evrede yapabileceğim çok da bir şey yok gibi duruyor.
Daha önce hiç birine benzemekten köpek gibi korktuğun ama ona benzemeye başladığın bir dönem oldu mu?
Ben hayatımın o dönemini yaşıyorum gibi geliyor bana 😔 tekrar ben olmak ne kadar zor, ne kadar acı geliyor anlatmaya kelimelerimin yeteceğini sanmıyorum 🙃
İki gün sonra bir yolculuk bekliyor beni, istediğim gibi giderse eğer bu 4 günlük yolculuk hayatım benim istediğim düzene girme sürecine adım atmış olacağım🙃 diğer türlüsünü şuan pek düşünmek istemiyorum.
Bana şans diler misin? Buna bolca ihtiyacım var da...
Şimdiden teşekkürler 💋💋💋
Konuyla alakasız ama tek sayıları seviyorum 🙂
Bir önceki soruyu silebilirim. Bazı şeyler bilinmese de olur. Kendimi anlatmak hoşlandığım bir şey değil.
Hayallerini gerçekleştirmeye uğraşırken yaşadığın an ile mutlu ol. Yoksa hep mutsuz olursun. Zira insan hayal kurmaktan vazgeçmez. Her bir hayalin gerçek olduğunda yerini yeni hayaller alır. Beklemekten kastettiğim buydu. Ben de hayalini kurduğum yaşamdan bir tık berideyim. Buna rağmen yaşadığım an ile de mutlu olmasını öğrendim ve istediğim değişimler için sürekli uğraşıyorum. Aksi halde nasıl gerçekleşmesini bekleyebiliriz ki?
Sanırım hiç olmadı. Sen de endişeleri bir kenara bırakıp rahatlamalısın.
Çok fazla kasıyoruz bazen. Rahatlamaya çalışmalıyız. Bunun için pozitif olmak şart.
Umarım her şey gönlünce olur. Bazen iyi olduğunu düşündüğün şey iyi olmayabilir. O yüzden hiçbir türlü üzülme. Hayatın sürekli bir uğraş olduğunu öğrendiğinde yaşam tarzın haline geliyor ve inan bu kötü bir şey değil. Aksine huzurlu olmanın anahtarı.
O öpücükleri reelde alayım canım.
Seni seçtim 7.
3 notes · View notes
sokratesinizinde · 2 years
Text
Aşk Nedir?
   Bu konuda pek konuşulup çokça yazılıyor ancak meselenin ne olduğunu uzman ruhbilimciler ve toplum bilimcilerin iyileri dışında az bilen vardır. Spekülasyonlar şu şekilde temelde toparlanabilir:
1-) Materyalist Yaklaşım
   Madde vardır. Bu şu demektir; herhangi bir yüklemleme yapmak aslında niceliklerin (yani bu maddenin çeşitli şekilde bir araya gelişiyle bizim için özel bir form meydana getirmesi anlamında nicelik) nitemidir. Yani kabaca söylersek, modern bir deyimle yalnızca atom yahut onun alt parçacıkları, daha da modern söylersek enerji vardır. Bizdeki türlü duygulanımlar da bu enerjinin sıklığı yahut seyrekliği, hızlı ya da yavaş oluşudur. Bu dandik teorinin eleştirisini burada yapmayacağım çünkü bu bir ontoloji yazısı değil. İsteyen Aristoteles’in Metafizik’inin ilk 2 kitabını okuyabilir.
2-) İdealist Yaklaşım
   Madde yok, yalnızca idea var. Madde dediğin şey, senin sen olma sürecinde ilerlerken o ilerleme denen görünümün meydana geldiği kırılma anları. Çünkü gün içinde pek çok şey olurken sen maddeleri gözlemlediğini zannediyorsun ancak masanın kenarını, ilgisiz bir köşesini yahut bu tarz alakasız detayları değil, yalnızca senin hayatında etkisi olan detayları hatırlıyorsun. Onlar özsel olarak önemli oluyor, anlam taşıyorlar. Bu bağlamda duygulanımlar da ilk maddedeki teorinin savunduğunun aksine materyalden değil, senin özünden kaynaklanıyorlar. Aşk da bu duygulardan biri olup, aslında özüne dönüşümdeki en kritik gayedir. Çünkü en güçlü devindiricidir. Bu dandik teoriyi de burada eleştirmeyeceğim. Bunu da Metafizik’in 3. kitabında, aşk bağlamında olmasa da, Platon’un “İyi” ideası bağlamında bulabilirsiniz.
3-) Dualist Yaklaşım
   Bunun modası zaten çoktan geçti ama sağduyuya en yakın ontolojik teori olduğu için her dönemde tüm vasat insanlar tarafından benimsenen teori olarak rastlayabilirsiniz. Buna göre bir bilincimiz ve biz diye bir şey var dolayısıyla, bir de onun muhatabı olan dışarısı var. Aşk da, bu ben ve öteki ilişkisindeki ötekine duyulan karşı konulamaz arzu olarak görünüme geliyor güya. Böyle dandik bir teori bana kalırsa felsefe tarihindeki hiçbir filozofta yoktur. Evet Descartes’ta da yoktur. Yani o, düalistim ben moruk demez. Sadece kendinden önceki ontolojik sisteme öyle bir yaklaşım getirir ki, bu düalist bir bakış açısını zorunlu kılar. Böyle yapmakla o, ontolojiyi teolojinin aracı olmaktan kurtararak merkezindeki tanrıyı çekip almıştır. Ama yerine koyduğu “ego”, “sum” oluş yolunda bir “cogito”nun nesnesine gereksinim duyar. Bu ikiliği çözmek Kant’a kadar nasip olmuyor. Hatta Heidegger’e bırakırsanız o da çözememiş.
   Şimdi, bütün bu ontolojik teorileri ortalığa saçtıktan sonra nihayet Aristoteles’e bir dönelim de sahneye esas adam çıksın artık, sıkıldık bu saçmalıklardan. Aşk bir alma verme ilişkisidir. Aristoteles bunu dostluk için söylüyor lakin aslında ötekine duyulan o iyi hissin genel adı olarak “filoin” isim-fiilini kullanıyor. Ben ise ona benzer ama biraz farklı tanımlayacağım şimdi. Önce temel olarak Aristoteles’i bir atalım da:
   Öyleyse; bizde bir eksiklik var ve ötekinde, bizim tamamlayabileceğimiz bir eksiklik, aynı zamanda bizi tamamlayabilecek bir fazlalık var. Aşk’ta (Söz konusu heteroseksüel bir ilişki ise) bunu anlatmak çok basittir: Penis ve vajina elbette. Aristoteles et ete değecek diyor kısaca. Kısaca olmayan şekilde de şunu söylüyor aslında: Bir devinim söz konusuysa bu karşıta doğru olur ve bir devindiriciye gereksinim duyar. Bu devinim, insanda kendini isteme ilkesi olarak gösterir. O halde, hepimizi bir anda sevişmekten alıkoyan nedir? Çünkü bir penis ve bir vajina varsa aslında alın size aşk, bu tanıma göre. Ama Aristoteles aptal bir adam değil, ne var ki pek romantik bir adam da değil. O yüzden o romantik kısmı ben ekleyeceğim:
   Devindirici olarak bunu dışsal ve içsel olarak saptayabilirim. Her şeyden önce felsefi altyapısı kesindir ki bu ihtiyaç görme-giderme ilişkisi hayatidir çünkü kavramımızı ortaya çıkarır. Ardı şeyler çelişik olur çünkü salt aşk kendisi içinse aşık olduğumuz kişiyle işimiz yoktur. Bu bizi tasavvufun çelişkisine götürür: Sevilen aşk mıdır Tanrı mıdır? Tanrı kendisi için mi vardır aşk ile mi yoksa aşk, Tanrıdan ötürü mü vardır; eğer öyleyse kendisine bir isim koymaya ne lüzum var? Bütün bu felsefe yapma metodu sokratese aittir ama en muhteşem formunu Aristoteles’te düzyazı biçiminde kazanır ve halen de onun ötesine geçebilmiş değiliz. Geçmeye de gerek yok zaten, şu ihtişama bir bakar mısınız?
   Aşka dönecek olursak kavramın zemini için alma- verme ilişkisi demiştik. Ama herkes neden sevişmiyor? O halde bunu saptıran devinimi engelleyiciler var. Ve elbette biz böyle bir yazı yazacaksak bir şekilde herkesin sevişmesini sağlamalıyız. Yani çözüm sunmalıyız ki bu bir düşünce yazısı olsun. Öyleyse: Özünde bize ait olan bir duygulanım, bu bağlamda inşa edilen bir ilişki (yani aşk), doğaldır ve devindirir. Ama neden devinmez? Çünkü “ayıp”. Ayıp kavramı ne demektir? Bu yazının konusu değildir ancak ayıp dediğimiz kavram ötekiyle girdiğimiz ilişkide bir arada yaşama opsiyonunu icra edebilmek için icat ettiğimiz bir tekniğin ögesi olarak ortaya çıkar ve etkisi de çok güçlüdür. Lakin ara ara bakım yapmak gerekir yoksa “büyüklerin karşısında bacak bacak üstüne atılmaz” gibi ahmakça bir formda görünüme gelip hiçbir işe yaramayan bir kural olarak, aslında hizmet etmesi gerektiği gibi, bir arada yaşamayı yozlaştırabilir de. Aynısı aşkta da olur. Detaylarına girilirse ne var ki bu yazı anektodal olur. Yani teker teker şunu yapmayın şundan utanmanıza gerek yok falan diyemem. Ancak şunu derim: “Bu ayıp da neden ben anlamadım onu” dediğiniz bir şey varsa muhtemelen o şey ayıp değildir. Mesela gidin numarasını isteyin, çıkma teklifi edin. Konuşun. Her daim fayda sağlayacağını düşündüğünüz o gülünç taktikleri uygulamayın. Bu sizi en basitinden tasavvuf çelişkisine bile götürmez; bu, teori kurmanızı engeller: Çünkü özne siz değilsiniz. Tabii bu yazı aslında “aşk nedir” başlığı altında dandik şeyler yazan birtakım dandik edebiyatçı arkadaşları eleştirmek ve esasında bu konuda hiçbir şey bilmediklerini savunmak için yazıldı.
   Bunun sonucu da çok basittir: Büyütmeyelim, aşk bir alma-verme ilişkisidir. İnsan partneriyle bir arada olduğunda, iş yaptığında, mesela ev işlerini bölüştüğünde ya da yemek yaptığında, ders çalıştığında; aynı zamanda cinsellik de ister. Sonra bu olur ve bu devam eder. Bir de çocuk sahibi olurlarsa ona bakarlar. Bundan ötesi de arzulanmaz. Arzulanırsa insan doğasını yozlaştırmış olursunuz. Mesela insan doğasında hiç “ceo” olmak gibi bişey gördünüz mü siz Platon’un kitabında ya da mağara resimlerinde? Bırakalım şu kapitalist imgeleri. İnsan olalım biraz. Basit şeyler arzulayalım. Komplikeleştirmekten ziyade, basitleştirelim kendimizi. Çünkü biz, basit varlıklarız. Bunda da hiçbir behis yok, atın o tek taşları. Ha bana katılmıyor musunuz? O zaman bol şans. Başaramayacaksınız. 
3 notes · View notes
epifizz · 3 years
Note
Epi senin de aşı olduğunu biliyorum. Son zamanlarda aşı olmayan bireyler aşı zararlı olduğuna dair teoriler üretiyor. Bu konu hakkında düşüncelerini merak ediyorum. Ben aşı olmuş bir birey olarak, aşı karşıtı bireylerin bu tutumlarına anlam veremiyorum fakat aşı da alerjisi olanlara yan etkileri varmış gibi söylemler de var kafam çok karışık. Kalp krizi oranlarında yükseliş falan da söz konusu diyorlar. Fikirlerini merak ediyorum
Alerjik insanlar zaten patojen olmayan şeylere savunma tepkisi verdiği için, savunma sistemleri çok fazla tetikte olduğu ve Tip2 hataya çok müsait olduğu için yan etkiler olabiliyor evet. Ama bu yan etkiler aşıdan ziyade kişinin aşırı tetiklenmiş savunma sisteminden kaynaklanıyor. Tıpkı fıstık yiyen insanda olduğu gibi ya da bahar mevsiminde olduğu gibi. Bahar mevsimi de mi zararlı, yoksa alerjik insanların patojen olmayan şeylere karşı aşırı savunma tepkileri mi var?
İkincil olarak aşı oranları ile Instagram hesabı açanlar arasında doğrusal bir oran var diye, aşılar insanları Facebook üyesi yaptırıyor diyemem değil mi? Bu çok sığ ve birçok noktayı atlamış bir akıl yürütme olur, yani bir safsata üretmiş olurum. Kalp krizi oranlarında artan junk food tüketimi, doğal nüfus artışı, sigara ve madde kullanımı oranları, pandemi ve sanal dünyanın yeni kültürü sebebiyle fiziksel aktivitelerin azalmasının ne ölçüde etkili olduğu ve aşılı bireylerin deney ve kontrol grubundan nasıl ayrıldığı çift kör deneylerle sağlanabilmiş mi de direkt böyle bir bağlantı kuruluyor mesela? Her doğrusal ve ters orantıyı öyle kafamıza göre birleştiremeyiz. Yüzüklerin Efendisi üçlemesini okuyan sayısının artmasının yanında üretim hızı da arttı mesela, o zaman Yüzüklerin Efendisi okumak bizi piyasa içinde başarılı mı kılıyor? Hatta bir adım ileri gidelim, ülkemizdeki ekonomik sorun Yüzüklerin Efendisi üçlemesini az okumaktan mı kaynaklanıyor? Aynı akıl yürütme biçimi bu da, sadece öğeler daha absürt ve alakasız gibi gözüküyor. Edebiyat ve ekonomi, en nihayetinde tıp içi iki olgudan daha alakasızdır ancak gerekli bağlantıları sağlayan deneysel olgular üretmezsen oluşan absürtlük, alan içinde de alan dışında da aynıdır. Çünkü yeni tip diş dolgusu yaptıranlarla da kalp krizi geçirenler arasında doğrusal gibi görünen bir ilişki vardır. 
İlişki kurmak insan beyninin temel eğilimlerinden biridir, çünkü her türlü paterni anlamlandırmak ister ama bunu doğru yöntemlerle yapmazsak elimizde Nil Nehrinin taşmasının yıldızlarca yapıldığına inanan Mısırlıların inancına benzer bir şeyden daha fazlası olmaz, çünkü onlar da sadece ilişki kuruyordu. Modern bilimimizde, zihnimizin en temel yönelimlerine zerafet katan şey bu yöntemlerdir. Ve oluşan patenleri daha iyi anlamamızı ve doğruluğunu güçlendirmemimizi sağlayan da bu titiz doğrulama sistemidir.
5 notes · View notes