Tumgik
#Korkunç Bir Film
kurtarsivi · 2 years
Text
Tumblr media
6 notes · View notes
kimmkitsuragi · 1 year
Text
okay a LOT happened today. but at the end of the day I'm in my room STILL thinking about kurak günler (burning days). i absolutely have to rewatch this at least once or twice. i was expecting this film to be very impactful for me but not to this extend. i cant get it out of my head. i cant remember another movie that made me feel so scared but also so relieved. like thank fucking god all these things that are happening are in fact actually happening and yes we should make a big deal out of them. this movie broke me and fixed me simultaneously
#this movie was like ah I know I know... I know how incredibly awful life has been in this country#I know what it feels like to live your whole life thinking you're being chased#I know what it feels like to feel like there's no escape. I know it feels like no one else understands the importance of it all#I know even if they understand they dont care. I know. and I know it's not getting better. this should be a big deal but it's not. I know#anyway I actually did cry twice while i was sitting there alone in the cinema. it wasnt a sad cry. I was so frustrated I ended up crying#the most impactful thing I've watched in SO LONG#son 30 dakikada özellikle koltuğa yapışıp derin nefesler alarak geçirdim. bu nasıl film amk helal olsun#yarın daha düzgün bi yazı yazicam bununla ilgili beynimi terk etmiyor şu an#o kadar katmanlı bi film ki... her karakterin birbiriyle etkileşimi o kadar tanıdık ki...#o baskılar. gerilim. emin olamama. çaresizlik. korku. pişmanlık. umut. kızgınlık. her şey o kadar tanıdık ki#ve bütün bunlar yaşanırken hala kimsenin skinde olmaması. insanların anlamaması. anlayanin da anlamazdan gelmesi.#kaçma isteği. kendin ve o korkunç insanlar arasına bir uçurum koyma isteği. uçurumun yaratıcısının o korkunç insanlar olması.#burdaki çaresizlik. buna engel olamama. olmaya çalışsan da hayatının skilmesi yine engel olamama. of.#çok zor bi filmdi ya çok zor şimdi yine ağlıycam çünkü evet bunlar yaşanıyor bunları yaşıyoruz. ve bi şey yapmamız gerek#ama işte yapınca da yardim etmeye çalıştığımız bu insanlar ile bizim aramıza bir uçurum giriyor. kendi eserleri.#şeytan taşlar gibi bu uçurma sürüklenmek. neyse yeter bu kadar#🗒
1 note · View note
ertan2618 · 17 days
Text
Tumblr media
ÇOCUKLARIMIZI KİM EĞİTİYOR???
1980 öncesine gidiyorum. Ortaokul öğrencisiyim. Babam bizim evimize de televizyon aldı. Sadece TRT var ve yayınlar siyah beyaz. Günün birinde Charlie Chaplin’i keşfettik. Filmin başından sonuna katıla katıla kahkaha atarak izledik dört kardeş. Bir hafta sonu yine Charlie Chaplin filmi vardı ve saatinin gelmesini dakika dakika sabırla çekiyorken babam,
– Hadi herkes doğruca tarlaya! dedi.
– Ama baba..
– Baba ne olursun filmi izleyelim.
– Baba gidelim ama gelip filmi izleyelim…
Yalvardık. Rahmetli babam kesin kararlıydı ve ısrarımız üzerine sesini yükselterek bizi tarlaya gönderdi. Mısır tarlasında çalışırken ağlıyordum. O filmi izleyemediğim için ağlıyordum.
Kalbimde bir yara olarak kaldı bu olay. Yıllar geçti ve ben baba oldum. Oğlum ve kızım komşulardan görünce benden de çizgi film kanalına abone olmamızı istediler. Gözyaşlarımı hatırladım ve isteklerini ikiletmeden kablo tv’ye ve özellikle o çizgi film kanalı, jetix miydi o zaman, emin değilim, ona abone olduk.
Aradan birkaç ay geçti. O beni kapıya heyecanla koşup sevinçle karşılayan çocuklarımı arıyorum. Koridorda omuzlarıma alırdım, güreşirdik, konuşurduk, beraber işler yapardık. İlgileri, zekaları gelişsin diye tamir, düzenleme vb. işlerimde işin bir ucundan onlara tuttururdum.
Fakat kayboldular. Neler oluyor?
İzliyorum. Tuhaf davranışlar gelişmeye başladı. Öf püf ediyorlar. Bizden büyüklermiş gibi hükmedici konuşuyorlar. Eleştirebiliyorlar. Bir tuhaf bencilleşme, bir acayip kibirlenme… Bir pis maddeleşme, tatminsizlik… Yemeği beğenmeme, istekleri olmayınca seslerini yükseltme, debelenme… Birbirlerini öldürmece, satırla doğrayıp kazana koyup pişirip yemece oynuyorlar. Bunları çektikleri videodan öğreniyorum. Bunlar daha 6-10 yaşlarında…
Dehşete kapıldım. Bunlar çocuk. Bunlar benim sevgili evlatlarım.
Ben terörist mi, cehennem odunu mu yetiştiriyorum. Ben hain yetiştireceksem keşke doğmasalardı. Aman Allah’ım. Korkunç bir şeyler oluyor. Adeta elim ayağım titremeye başladı. Ne yapacağımı şaşırdım. Laf söylüyorum anlamıyorlar.
Çocukları izlemeye karar verdim. Bir hayalet gibi takip ettim. Ne gördüm… Günlerinin çoğu televizyon karşısında o kanalı izlemekle geçiyor. Bir biri ardına çizgi diziler…
Büyücüler, tanrısal gücü olan, evreni yaratıp yok eden, avuçlarından ışıklı bombalar fırlatan yaratık suretinde tanrılar. Gezegenleri yok eden şeytanlar… Birbirlerinin eteğini kaldırıp bakan çocuklar… Popo üzerine konuşmalar… Aslında kendilerini ördeklerin getirmediğini konuşup nasıl olduğunu utanılacak şekilde ifşa eden sahneler… Sadece çizgi diziler mi? Çocuk animasyonları, oyuncaklar, neredeyse hepsi felaket.
Aman ya Rabbim. Ben çocuklarımın beynini tamamen şeytanın eline teslim etmişim. Şirk, küfür, dinsizlik, ahlaksızlık, fuhuş, kibir, bencillik, maddecilik, akla hayale gelebilecek ne kadar pislik varsa hepsi bu çizgi filmlerin içerisinde… Sürekli her gün, sabahtan akşama kadar…
Ben güya ailemizin rızkı için işe gidiyorum ve çocuklarımı evde şeytan eğitiyor.
Nasıl bir dehşet yaşadım. Derhal kabloları kestim. Aboneliği iptal ettim. Bir süre televizyonu yasakladım. Kızdılar, karşı koydular. Beton bir suratla dikildim karşılarına. Dünyada yaşayacakları en büyük acı cehennem odunu olmalarından ağır olamazdı. Çok şükür birkaç hafta içerisinde düzelip eskiye döndüler.
Büyüdüklerinde televizyon aldıksa da, çizgi film izlenmesine izin vermedim. Sonradan muhafazakar süsü verilen bir çizgi filmi izlemelerine izin verdiysem de bunun da yanlışlığını anladım. Radar gibi takip ettim. Çünkü fırsat bulunca başka çizgi film kanallarına kayıyorlardı.
Enerjilerini boşaltacak zararsız yollar aradık. Bir süre karete kursuna takıldılar. Sonra gitar çalmayı öğrenip müzikle oyalandılar.
Çocuklarınıza sahip çıkın. Onları neyin nasıl yetiştirdiğini iyi takip edin. Şimdilerde mantar gibi türeyen bacak arası meraklısı, ateizmi adamlık sanan kibir küpü, haddini bilmez insancıklar görüyoruz. Bunlar bu milletin başının belası olacaklar, çok can yakacaklar. Yazık oldu bu milletin bir nesline. Çocuk diye acımak olamaz. Acıya acıya çocuklarınızı cehenneme hazırlamayın.
Şeytani zevklerin içerisinde dinsiz yetiştirecekseniz bırakın çocuk yapmayın.
Kendi günahı insana yeter. Elbette ne yapsak da evlatlarımızın hayırlı olmalarını garanti edemeyiz. En azından kıyamet günü cenabı Allah’a verebileceğimiz cevabımız olsun. Allah herkese hayırlı evlat nasip eylesin. Evlatlarımızı koruma bilincini ve çarelerini bize nasip eylesin.
DR. MUHAMMET BOZDAĞ
... ALINTIDIR ...
9 notes · View notes
virangezegeni · 7 months
Text
bağlandığım herhangi bir şeyden çok zor koptuğum için bağlanma korkum var. en basitinden bir diziyi severek izliyorsam finalinde kalbime ağrılar giriyor. sırf bu yüzden seveceğimi düşündüğüm film ve dizileri izlemeyip erteliyorum. ya da bir kitabın serisinin sonunu okuduğumda kaç ay o kurguyu düşünüp içime kapanıyorum. hatta bazen final sahnelerini okumayıp hikayelerini bitirmiyorum bile. düşünsenize bir de aşık olduğumu... korkunç.
18 notes · View notes
yorgun21 · 2 months
Text
1-En sevdiğin çikolata?
2-Hayatta bir şeye cidden çok pişman oldun mu?
3-Lunaparktan korkuyor musun?
4-İlk hoşlantının saçma sapan mı yoksa çok özel olduğunu mu düşünüyorsun?
5-Sence mesafeler aşka engel mi?
6-1 dilek hakkına sahip olsan ne dilerdin (daha fazla dilek hakkı istemek yok:DD
7-Oğlun olsa ismini ne koyardın?
8-Kızın olsa ismini ne koyardın?
9-Bir erkeğin sana çektirdiği acı uğruna saçlarına kıyar mıydın?
10-En çok üşendiğin şey?
11-Genelde insanların sıkıcı bulduğu ama senin çok sevdiğin bir hobin var mı?
12-Aşık oldun mu?
13-Aşık olduğunu sandın mı?
14-Dürüst ol ve söyle hiç bir ön yargın var mı?
15-Sevdiğin insanla her şeyi yapar mısın?
16-Öpüşmek senin için ne ifade ediyor?
17-Sarılmak senin için ne ifade ediyor?
18-Çekingen misin özgüvenli mi?
19-En sevdiğin dizi?
20-En sevdiğin şarkı? 21-Hayatını veya hislerini anlatan bir şarkı var mı?
22-Hayatında kayıtsız şartsız güvenip her şeyini anlatabiliceğin bir insana sahip misin?
23-Kendinle ilgili bir şeyi değiştirmek istesen bu ne olurdu?
24-Hayatında hiç keşke diyeceğin bir olay oldu mu?
25-Kendine ait yaşam olan küçük bir gezegenin olsa içinde neler olsun isterdin?
26-Kendi çikolata markan olsaydı adı ne olurdu?
27-Aşık olaadığın ama aşık olmak isticeğin kadar iyi bir insan var mı çevrende?
28-Bakış açını değiştiren bir film veya bir kitap var mı?
29-En sevdiğin içecek?
30-Hiç sarhoş oldun mu? Olmadıysan olmak ister misin?
31-Bir kitap,dizi veya film karakteri olma imkanın olsa kim olurdu?
32-Kaç yastıkla yaıtyorsun?
33-Uğurlu sayın kaç?
34-Yeterince iyi bir insan olduğunu düşünüyor musun?
35-En sevdiğin şarkıcı?
36-Çay mı kahve mı veya hiçbiri?
37-Yapmaktan en çok zevk aldığın şey?
38-Kolye veya bileklikleri sever misin?
39-Yaratıcı bir küfürün var mı :D?
40-Kaç yaşında ölmek istersin?
41-Günde ortalama kaç saat telefonla ilgileiyosun?
42-İlerde hangi şehirde okumak istersin?
43-Sence aşkın tanımı ne?
44-Karşılıksız sevmek mi aşktır, karşılıklı mı?
45-Tumblrın rengini değiştirmek isteseydin hangi renk yapardın?
46-En güzel okul dönemin hangisiydi (ilk okul- orta okul- lise- üni.)
47-En yakın arkadaşın var mı?
48-Yazmayı veya çizmeyi seviyor musun?
49-Çizgifilmleri sever misin?
50-Hangi takımlısın?
51-Kardeşin var mı?
52-Bir derdin sorunun var mı? Anlat dinlerim.
53-Cinsiyetini değiştirmek ister miydin?
54-Evcil hayvanın var mı yoksa olmasını ister miydin?
55-Uğurlu bir eşyan var mı? Varsa ne?
56-Şu an hangi şarkıyı dinliyorsun?
57-Sigara içiyor musun?
58-En son ne zaman diyet yaptın?
59-Fobin var mı?
60-İmkansız olduğunu bile bile istediğin bir şey var mı varsa ne?
61-Hayatta “çok şanslıyım” diyebiliceğin bir konu var mı?
62-Mesafeler aşka engel mi sence?
63-Ülkenin haliyle ilgili ne düşünüyosun?
64-Terörle ilgili ne düşünüyorsun?
65-Siyasi görüşün ne?
66-Feminist misin?
67-Çocukları sever misin?
68-Bir insanda ilk baktığında neye dikkat edersin?
69-Aşktan korkuyor musun?
70-Sence insanlar çift mi yaratıldı?
71-Okuduğun okulu seviyor musun?
72-Cesur musun?
73-Mutlu musun?
74-En son ne zaman öpüştün?
75-Uyku mu uykusuzluk mu?
76-Makyah yapmayı sever misin?
77-Alkolü sever misin?
78-Çok büyük bir suç işlesen teslim mi olursun kaçar mısın?
79-Tambılır kankisi olak mı?
80-Kaç yaşındasın?
81-Hiç bir ünlüyü gördün mü?
82-Memeleri sever misin?
83-Genelde kaçta uyursun?
84-Wp de sürekli konuştuğun birisi var mı?
85-Blogumla ilgili ne düşünyosun?
86-Fil olmak ister miydin?
87-Devenin boynu neden eğri :)))?
89-Telefonsuz ve internetsiz 1 sene geçirebilir misin?
90-En sevdiğin yemek?
91-En güzel rüyanı anlatır mısın?
92-En korkunç rüyanı anlatır mısın?
93-Aklına her geldiğinde güldüğün bir anın var mı varsa anlatır mısın?
94-En çok merak ettiğin şey ne?
95-Türkiyede yaşamaktan memnun musun?
96-Sevişek mi aksldjasş?
97-Markette en son ne zaman kayboldun?
98-Beraber uyumak istediğin bir insan var mı?
99-En son ne zaman yıldız kaydığını gördün? Ve ne dilediğini söyleyebilir misin?
100-Doğum günleri senin için ne ifade ediyor?
101-Mutsuzken ne yapmak seni mutlu eder tavsiyen var mı?
102-Soru değil ama SENİ SEVİYORUM!
5 notes · View notes
thedrunkwolf · 1 year
Text
her şeyi bu kadar mahvetmem inanılmaz saçma ya. ve zaman inanılmaz hızlı geçiyor. daha dün hazırlıktaydım, film festivalinde oradan oraya koşturuyordum. bugün öğrenciyken son kez atlas'ta festival filmi izlediğimi fark ettiğimde korkunç irkildim. bu acayip hızlı akışta kendimden hep daha fazlasını istiyorum, bir gün pişman olmamak için. ve yine zaman geçtikçe anlıyorum ki ne istesem olmayacak. sonra da bu döngünde kendimi bulmamın imkansızlığına ikna oluyorum. tüm çabalarım; cesur, kararlı ve güçlü tarafım da bana küsüyor. hiçbir şeyi tatmin edemiyorum, hiçbir şeyle de tatmin olamıyorum. yazdım, rahatladım.
17 notes · View notes
cinema-winding · 1 year
Text
Tumblr media
O
Bütün korkularınızı yanınıza alın . Başlıyoruz Stephen King’in yazımını dört yılda tamamladığı ölümsüz başyapıtının filme aktarımı 1990 senesine ait .
Korku artık sizinle .Geçmişi kapatmak hiç bu kadar zor olmamıştı özellikle bu 7 kişi için
1960 küçük bir kasabada, sadece uyumsuz bir grup çocuğun farkedip üzerine gittikleri ve tüm benlikleriyle yaşadıkları bir dehşet hükmeder. Şehrin çocuklarını, sokak mazgallarından dışarı uzanan, palyaço şekline bürünmüş, açıklanamaz bir dehşet tek tek avlamaktadır.Pennywise ismini verdikleri bu yaratıkla yüzleşmiş ve bir şekilde hayatta kalmış altı oğlan ve bir kız çocuğu kendilerine Şanslı Yedili ismini takmışlardır. On yıllar sonra Pennywise hortladığında, şimdi 40 yaşlarında olan ve ABD’nin değişik yerlerine dağılmış yaşayan yedili, tekrar bir araya gelir. Dehşetle yüzleşip onu yenebilmeleri için kendi geçmişleriyle de yüzleşmeleri gerekecektir.Ancak, anılarının derinliklerine gömülen yaratık yıllar sonra yeniden harekete geçince, onunla bir kez daha hesaplaşmak zorunda kalırlar. Geçmişte kalan kâbuslar, şimdiki zamanda korkunç bir gerçeğe dönüşmüştür artık.
Kült Korku filmlerini sevenler için başarılı bir Stephan King uyarlaması.
7 çocuğun yaşadıkları, nasıl tanıştıkları, dostlukları, en gizli korkuları ve ortak korkuları palyaçoya karşı beraber verdikleri mücadele . Hem çocukluk hem de yetişkinlik dönemlerine detaylı bir şekilde yer alan yapım.Birden çok türü içinde barındırıyordu ve bunu gerilim dozunu hi. düşürmeden ensenizde hissettirerek yapıyor. Filmin sonu büyük bir yıkım olsa bile . Film baştan sona göz önüne alınınca sanırım palyonço bizi sonra bulmasın diye kusurları görmezden gelebiliriz :) Bu filmi kesinlikle Stephen King'in mükemmel kurgusuna saygı duruşunu temsil eder. Sıradışı bir yapım ile başbaşasınız.
6 notes · View notes
denizkabuguincisi · 2 years
Text
Lost in translation
Tumblr media
Ben bu filmi bir daha izlemek istiyorum. Filmi bitirdiğimden beri düşüncem bu yönde. Bu sebeple yazısını yazmayı da baya erteledim. Ancak “şu zamanda ne izleyebiliyorsun ki” diyip bitirdiğim bi filme geri dönemedim tabi ki. Ben bu filmin durgunluğunu sevdim. 2000’lerin 90’lardan yavaş yavaş sıyrılmaya başladığı o atmosferi sevdim. Ve cidden geriye dönüp baktığımda bundan 10-15 sene öncesine nostaljik yaklaşmam biraz yaşlı hissettirdi. Teknoloji, internet, hız gibi yeni nesil her şeyin sanallaşması düşününce korkunç geliyor. Böyle filmlerde o atmosferi hatırlamak ayrı hoşuma gidiyor. Yönetmen Sofia Coppola da dönemin ruhunu filminin konusuyla beraber çok güzel işlemiş.
Tumblr media Tumblr media
Bir adam bir kadın. Adam Japonya’da bir iş gezisinde. Kadın kocasının peşinden sürüklenmiş otel odasında. Yabancı bir yer. Anlaşılamayan bi yer. Kültür, eğlence, yemekler, iş… Her şey uzak, anlamından sıyrılmış yeni anlamlar içinde hayatın akışına karışmış. İnsan nasıl tutunur? Hayatta anlaşılamıyorsa ve anlamı bulamıyorsa neden devam eder? Yalnızların ve kaybolmuşların filmi gibi diyebilirim bence bu filme. Bu cümleleri ardı ardına sıralayınca fazla depresif bir görüntü çizdim belki ama film bu depresifliği de pek işlemiyor aslında. Yalnız ve anlamsız kalmanın boşluğu var filmde. O nedenle durgunluğu. Ve Bill Murray olmasaydı gerçekten bu film o ambiyansı yakalayamazdı. Scarlettciğimiz 17 yaşında o kadar olgun oynamasaydı bu ikili arasındaki ilişki verilmek istenenden daha farklı yansıyacaktı.
Tumblr media Tumblr media
İkili arasında ne bir sexual tenssion var ne de baba kız ilişkisi. Sadece hayatlarının boşluklarına rast geliyorlar. Birbirlerinin yalnızlıklarını anlıyorlar. Bunu da o kadar duru bir şekilde işliyor ki film kusursuzlaşıyor zihnimde.
Tumblr media
Karlı bir kış gününde battaniye altında izlenecek filmlerin arasına sıkıştırıyorum Lost in Translation’u.
7 notes · View notes
belleepoque7 · 1 year
Text
Tumblr media
Yılbaşında ikinci filmi izlemişken arayı açmadan serinin son filmini de izlemek istedim. Sıralamam ilk, son ve ikinci film olarak belirlendi. Hayattan bir kesit izliyormuşum hissini verdiği için sanırım seriye olan beğenim arttı. En sonunda ister istemez ilk filmi izlediğim zamanı hayal ettim. Araya biraz zaman girmesi fena da olmuyor aslında. Sanki onlarla birlikte yaş alıyormuşsun gibi. Bazen böyle araya uzun zamanlar girmeli. Film için bir şeyler eklemem gerekirse mekanları ekstra beğendim. Beni geçen yaza götürdü. Her daim sahil kasabasında yaşayan insanların dinginliği, güneşin sıcaklığı, deniz aşığı olmayan ben için bile güzel olan denizi durup sadece seyretmek benim son zamanlarda bayıldığım şeylerden biri oldu. Böyle yapımları izlemek de biraz olsun kendi hayatımdan sıyrılıp güzel hayaller kurmamı sağlıyor. Kendi hayatımdan şikayetçi değilim ama şöyle bir manzarayı görünce insan bir iç çekmiyor değil. Her zamanki gibi uzun yürüyüşler ve sohbetler de eksik değildi elbette. En güzel detaylardan biri.
Yaşlanıyoruz. Birkaç senedir artık gözle görülen bir şekilde büyümeyi durdurup yaşlanma durumuna girdiğimi düşünmek ve bunu henüz 20'lerimdeyken yapmak bana korkunç geliyor. Daha dur diyorum. Zaman hızlı geçmeye devam ediyor yine de. Kendimi bunun da kötü bir şey olmadığına, yaş aldıkça başka güzelliklerin ortaya çıkacağına inandırmaya çalışıyorum. Hayat böyle daha katlanılabilir bir hal alıyor. Okurken komik geliyor tahmin edebiliyorum. Tam o anlarda aklıma getireceğim yeni bir düşünce daha oldu iyi tarafından bakarsak: Before serisi. ^^
2 notes · View notes
Note
Delirmek, kafayı sıyırmak, sinir krizleri geçirmek, ölmek istemek, intihara kalkışmak, hayattan ve insanlardan soğumak, kendine zarar vermek... Bütün bunlardan kaçıp sığınmak istediğim tek bir kişi var ve bazen gün geliyor o insana karşı nefret, öfke, kin dolu olabiliyorum. Yapayalnızım. Dışarısı, tabiri caizse dünya! çok korkunç, çok tiksinç. İnsanlardan tiksinmeye, gerçek yüzlerini gördüğüm an onlardan kaçmaya başladım. Yoruldum, çok yoruldum. Sadece uzaklaşmam gereken şehirler, insanlar var. İçimde ki o öfke bugün dolup taştı. Evin içinde tek başıma kendimi hırpaladım. Bağırdım, çağırdım, duvarları masaları yumrukladım. İçimde bitmek bilmeyen aşırı duygusallık var. Ya içimde benden başka bir ben varsa ve o beni kendine çekiyorsa?
Soruyorum ve döküyorum içimi; sahi yaşama hevesiniz kaldı mı sizin hiç?
2022 benim için resmen çöküş senesiydi yaşama sevincim kalmamıştı yılın başında yurtdışına çıkacaktım çok güzel bir iş teklifi almıştım çıkmama çok az kala sağlık problemi yaşadım ve 4 ay sürdü sonrasında ilk ameliyatına girdim o sırada telefonum bozuldu üstüne laptopum bozuldu ameliyatta j double stent takıldı 1 ay sonrasına tekrar stenti çıkartmak için ameliyat günü verdiler o tarihe 3 gün kala stent(çelik tel ) bobregimden çıktı ve doktorlar hayret içinde kaldı imkan vermiyorlardı 4 gün de onun için yattım iş hayatım bitti bu sırada ilişkim bitmişti zaten bir tek ailem kalmıştı yanımda o 4 günden sonra bı haber daha aldım tekrar ameliyata girmem gerektiğini söylediler görmediğim takdirde bir bobregimi kaybedicektim ve girmek zorunda kaldım 2. Ameliyattan sonra 2 hafta daha yattım hayattan tat almiyordum neye elimi atsam elimde kaliyodu araba almaya çalışmıştım alamamistim DGS sınavına giricektim sınavdan 1 hafta öncesinde ameliyata girdim kpss sınavına giriyim dedim 2. Ameliyatta kpss den 1 hafta öncesine denk geldi onda da bişey çıkmadı sonuç olarak hiç bir şeyi olmayan bir insan olmuştum duygu besleyebildigim çok az şey kalmıştı (arabalar ve hayvanlar) uzun bir süre monoton bir şekilde hayata devam ettim dizi izledim film izledim kitap okudum sonra iş teklifi geldi ise girdim artık tek aktivitem ise gitmek oldu çalıştığım yere bir sokak köpeği getirdim onu beslemeye başladım çok tatlı dişi:) ve bu gün de bir tane muhabbet kuşu aldım onu besliyorum 2023 hayatıma suanlik çok güzel bir kuş soktu umarım böyle güzel gider ameliyat olduğum zamanlar yaşama hevesim kalmamıştı çok kötü şeyler düşündüm yapmak istedim ama ailem harici kimse uzulmezdi onları üzmeye hakkım yok ebeveyn olmak çok zor ben bunu anladım ve onları uzmemeye çalışıyorum sana tavsiyem o yönde olur hayat bir şekilde devam ediyor sana tavsiyem kendini gelistir şuan Fransa'ya iş başvurusuna başvurdum olursa oraya gideceğim umarım hayatın yoluna girer ne zaman istersen yazabilir derdini anlatabilirsin çok fazla yazıp canını sıktıysam özür dilerim iyi geceler...
3 notes · View notes
denizeyuruyen · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
🎬 The Assistant (2020)
"The Assistant, sinema sektöründe ihtişamlı bir yönetici koltuğuna sahip bir adamın asistanlığını yürüten Jane’in yıllar gibi geçen bir gününe odaklanıyor. Gün ışımadan işe koyulan Jane, gün bittikten sonra işten çıkıyor. Güneşin aydınlığından çok uzakta, boğucu bir ofiste, olup biten her şey Jane’i çepeçevre sararken, onun tanık olduğu şeyler bu kurmaca filmin ötesinde, artık herkesin bildiği bir gerçekliğe dokunuyor."
"Harvey Weinstein’ın korkunç eylemlerinin ifşasıyla başlayan #MeToo hareketinden esinlenmekle birlikte, The Assistant, yaşanan korkunç olayların sadece bir “canavar”ın kötülükleri değil, o canavar(lar)ı yaratan ve koruyan sistemin neticesi olduğunu göstermeyi amaçlayan sakin ama güçlü bir yapım."
"Jane, sektörde tutunabilmek için son derece istekli ve hevesliyken, içine dâhil olduğu sömürü düzeni onun bu çabası ve bir gün iyi bir yapımcı olma hayaliyle besleniyor. Bu zincirde Jane daha çok ve en çok çalışması gereken kişi olduğuna belli ki çoktan inanmış ya da inanmak zorunda kalmış ki günlük rutin dâhilinde birbirinden alakasız gibi görünen tüm işleri yapmayı kabul ediyor. Ancak karanlık güçlere sahip kan emen bir canavar gibi ofisin içinde yaşayan ve filmin izleyicisine asla gösterilmeyen yöneticinin tam da bu yoğun iş düzenine ihtiyacı var, çünkü ancak böylece ne Jane ne de diğerleri onun insanlık dışı faaliyetlerini sorgulayacak vakti bulamayacak. Dahası bu yoğun çalışma rutini normalleşirse geriye kalan her şeyin de normalleşmesine öncülük edebilecek. Zaten gücünden kimsenin şüphe duymadığı bu “görünmez” yönetici çalışanlarının her hareketini kontrol ediyor ve eğer kendisinin hoşuna gitmeyecek bir şey yapılırsa gücüne daha da güç katmak için ona yalvaran özür mailleri bekliyor – ya da daha da korkuncu, çalışanları kendi iradeleri dâhilinde bunu yapmaları gerektiğini düşünüyor. Film boyunca birçok kadının deneyimlerinden geriye kalan ufak tefek kanıtları birleştirerek, yöneticisinin sektörde çalışmak için kendisine gelen kadınlara cinsel saldırıda bulunduğu kanaatine varan Jane, yapması gerektiği gibi insan kaynaklarına olan biteni anlatmak istiyor. Elindeki kanıtların yetersiz olduğunu söyleyen bu bir başka erkek çalışan, sahnenin sonunda Jane’in içini rahatlatacak bir şey söylediğini zannederken, bu şiddet ve istismar ağının ne kadar güçlü olduğunu da açık ediyor."
Alıntı Kaynağı: https://filmloverss.com/the-assistant/
5 notes · View notes
uyku-kutsaldir · 2 years
Text
Sabah çok korkunç bir şey yaşadım. Uyandığımda hiçbir şey hatırlamıyordum. Nerdeyim, napıyorum, kimim, bana epeyce uzun gelen bir süre düşündüm. Sonra kalkmaya karar verdim. Tuvalete gidip yüzümü yıkadıktan sonra aynada kendime rastladım. Çok şükür, kendimi tanıdım ve gördüğüme sevindim. Tekrar odama gelip yatağıma oturunca yaşantım geri yüklendi aklıma. Gece uyuduğumu, odamda olduğumu ve günün aydınlandığını anladım. Hemen hazırlanıp derse yetişebildim. Şimdi düşününce film sahnesi gibi geliyor. Herkes aklına mukayyet olsun, delirmek çok da neşeli bişey değilmiş.
16 notes · View notes
yoldaolanadam · 1 year
Text
görkem! sakin ol?
bir haller oluyor bana, bu durum standart bir heyecanı geçti ve burada dile getirebileceğim kadar ciddi bir hal aldı. sindirip, kabul etmek de ilk aşamalardan biri.
çok istediğim şeylerin gerçekleşmesine az kala, hastalıklı bir şekilde heyecanlanmaya başladım aslında heyecanlanmak yanlış bir tanım; tedirgin olmaya başladım desem daha doğru.
örneğin bir etkinliğe gideceğim; biletimi almışım, nerede olduğu belli, nasıl gideceğimi biliyorum, ne kadar sürede varırım kestirebiliyorum. ama yok, o etkinlik bitene kadar müthiş bir tedirginlik yaşıyorum. etkinliğe 1 saat varken orada olmayı tercih ediyorum, yolda giderken beş dakikada bir biletin tarihini ve saatini kontrol ediyorum. sanki bir anda aksilik çıkacakmış gibi bir korku hissediyorum. halbuki çıksa olsa ne olur? yok sakin kalamıyorum, sanki yolda giderken otobüs arıza yapacak ve ben geç kalacağım ya da etkinlik iptal olacak ya da etkinlik sırasında bir olay çıkacak ve yarım kalacak ya da gelen insanlar kültürsüz olup taşkın tavırlarıyla etkinliği mahvedecekler. tüm bunlar ve sonsuz ihtimaller beni o kadar tedirgin ediyor ki, sanki yanımdaki biri (tiyatro için örnek verirsek), gereksiz konuşacak ve ben sürekli ona odaklanıp her şeyin tadını kaçıracağım gibi hissediyorum.
hem çok isteme arzum, hem mükemmeliyetçiliğim hem de bir ortamı bozacak tüm şeylere olan tahammülsüzlüğüm aldı başını gidiyor ve bu çok korkunç.
en basiti dün “kurak günler” diye bir festival filmine gittim. film daha dün vizyona girdi ama ben ilk günden gitmek zorundaydım. bu olayları düşünmeme tam da o filme giderken yaşadıklarım sebep oldu.
n’apsam? acaba çok istediğim birkaç etkinliği ve tatil planını kendi kendime sabote mi etsem? belki de beynimin iptal olduğu zaman bir şey olmadığını görmesi gerekiyordur.
ama bunu da yapamam ki 8 ocaktaki nevra serezli’nin tiyatrosuna bilet aldım ve kadın bu yaşında yıllar sonra tiyatroya dönmüş. kafayı yerim izleyemezsem. zaten bir hümeyra, bir nevra serezli bir de birkaç kişiyi daha canlı görmeden ölürsem gözüm açık giderim. (bunlar da kendi kendime koyduğum şartlar işte. boşa koysam dolmuyor, doluya koysam almıyor gibi saçma bir durum söz konusu)
1 note · View note
Bisikletimin adını (da) GECE koydum
Post-modern zamanlarda hakikat ötesinden esen yellerde yol alıyormuşuz, hani öyle dedi Batılı feylozoflar. Hakikatin öte yakasında her şey bulanıklaşıyor, uzağı göremiyorsun, karşıdan gelen şeyin çehresini ayırt edemiyorsun. Astigmat gibi, uzun süreli etkisi ise büyük bir baş ağrısı.
Bir tane post’tan bahsedince (ki kendisi post modernizm olur), hep aklıma post travmatik stres bozukluğu geliyor. Bir türlü post evresine geçemediğimiz, tekrar ve tekrar travmalarımızın içinde yüzdüğümüz o dehlizdeki ıslak, korkutucu ve çoğu zaman anlamsız gelen haller.
Gong sesi bu iki kavram arasında çalıyor. Ses, geçmiş ve şimdiki zaman arasında gidip gelen zihnimin saniyeler içinde korkuyu tespit etmesi sadece.
Birbirinden azade, bölük pörçük mevzuların bendeki birleşim hallerini seviyorum. Yıllar önce aldığım bisiklet, Dersim yolları, yurt koridorları, izlediğim bir film, ağaçlı yollar, Boğaz manzarası,  Mine Söğüt’ün kitap kapağı,  toplumsal eşitsizliğe dair okuduğum yazı, Aposto… Bu düşünceler girdap gibi, dönüyor dönüyor, dibe çöküyor, sonra yine gün yüzüne çıkıyor.
2013 yılında Erasmus dönüşü kalan paramla aldığım bisiklet, Euro o zaman 2,50 TL civarındaydı, bunu şerh düşerim yazıya. Evsiz yurtsuzluğumla bu bisiklet benimle çok dolandı ortalık yerde, yurt kapısının önü, evin bahçesi, balkon kenarları, üstünde inşaat bile yaptılar…  Yollarda da hep eşlik etti bana, uzun yola bile çıktık beraber. Ağrı Dersim arasını barış döneminin son demlerinde turladık. Kuş misali, oradan Ayvalık’a, cumhuriyetin temellerinin atıldığı, her yerin onuncu yıl marşı koktuğu memlekete geçtik.
Velhasıl, takriben 10 yıl olmuş bu bisikleti alalı ve canım kızım 10 yıl sonunda bakıma girdi, kadrosu sabit, kalan her şey değişti, ama her şey. Ve değişiyorum, kadrom sabit. Kadroma geceleri yürümek, serserilik yapmak, bisiklet sürmek dahil. Çocukluğumdan beri çok severim geceleri dışarı çıkmayı. Sanırım 4-5 yaşlarında Yüksekova’da gördüğüm o dolunay beni çok etkiledi ki özellikle dolunay zamanları sokağa, dağa, taşa, şehrin kenar köşelerine atarım kendimi. Belki 10 dakika, belki saatlerce.  İmroz’a ismini veren rüzgar o dolunay gecelerinde saatlerce öptü saçlarımı .
Gong, gong, gong… Zihnim parmaklarımdan çok daha hızlı hareket ediyor ve sesten uzaklaştım. Karanlık bir binadayım, üniversite binası ve saat gece 11.00. Minik tohumları o saatte içtimaya alıyoruz. Bisikletimle gitmişim üniversiteye, hava inanılmaz güzel, serin, meltem gibi esiyor rüzgar yüzüme, tatlı tatlı. (Bornova’da deniz yok.) Tepede dolunay, bir tarafta zeytin ağaçları, diğer tarafta kavaklar, sonra bağlar… Bisikletli gölgem önümden sürüyor. Duygu selini yaratan derinden bir romantizm yaşıyorum şahsımla.
Binaya vardım, karanlık. “Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Bir Kız” filmini izleyen bu tekinsizliğin içinde yürümeyi, ilerlemeyi, o korku unsurunu çok iyi anlar. Çocukken anlatılan hikayeler, izlediğim veya izleyemediğim korku filmleri, inler, cinler, periler, maskeli katiller. Ama neler neler geliyor aklıma.
Üniversite İngilizce hazırlığı Kilyos’ta okudum. Bir tatil zamanı herkes memleketine gitti, ben kaldım. Yurt neredeyse bomboş. O dönem korkularım çok fazla, ailecek inli, cinliyiz. Psikoloji hala bizim haneye uğramamış, korkuları sureyle kalkanlıyoruz. Bir gece yine nasıl korktum, ama nasıl.. O inler, cinler oturtmadı beni odada. En son yurdun dışına zor attım kendimi, karanlık ama dışarıda o kadar korkmuyorum. Rüyalarımda bile hep bina içinde gerçekleşir korkunç olaylar. Fırtınadan kaynaklı yan yurda, arkadaşlarıma sığınmıştım, bolca okuyup üflemişlerdi beni.
Bu zihin akışının sebebi var. Çünkü gece yarısı yine boş bir binadayım, yalnızım, laboratuarın tüm aletleri inliyor, rüzgardan kapı açılıp kapanıyor, her yer gacur gucur. Mükemmel bir korku filmi başlangıcı.  
Hakikat ötesi demiştim, burada hakikat gerçeğime dönüşmüş. Gözle görüp algıladığımdan korkar olmuşum. İçim nasıl rahatladı, inler cinler öte aleme karışmış. Her ses tedirgin ediyor, bir yandan da minicik tohumlardan çıkan başları sayıyorum. Bu anlamda tohumlar benden daha idealist!
Şu an ne olsa korkardım diye sordum Muinar’a. Yolda banklarda oturan dört erkeğin şu kapıdan girmesi en büyük korkum. O dört adam değil mevzu bahis. Tecavüze uğrayıp, öldürülmek imiş inler cinler. Belki de bizi korumak isteyen neneler, anneler adamlar diyememiş de inler, cinler demiş. Yollara salınırlar geceleri, ezandan sonra sokağa çıkma demiş. GONG sesini burada duydum. Sular gerçek manada fokurduyor, makineler tıkırdıyor, kapı kapanıyor. Korkumla konuştum o birkaç saniyede. İnler, cinler çocukluğumdan beri dokunup dokunup geçmiş bedenime. Her korkuya kapıldığımda, karabasanlar böğrüme oturduğunda  “o cinlermiş” gelenler.
İşin traji komik yanı ise şu, her korktuğumda Nas, Felak okumak öğretildi, aile boyu muskalar yazıldı.
De ki: “Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığın çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfleyen büyücü kadınların şerrinden, haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.”
Düğümlere üfleyenler kadınlardı burada! Geceden bizi alıkoyuyor, üstüne bir de Orta Çağ cadı avcısı zihinle, pardon kız çocuklarını gömen karanlık zihinle kadınları mimliyorlar.  Seni de hakikatini
de öte dünyanı da…
Olumlu dünyanın olumlu insanları olarak, toksitide kusmaya hazırım. (Deniz Özturhan’a selam çakarım). Adamların şerrinden cadı kadınlara sığınıyoruz, Rabbim sizi bize ışık olsun diye yaratmış…
Bir ara, canım feminist öfkenin sirkeli su gibi nazara iyi geldiğine dair de yazacağım.
Not: Kediler, özellikle kara kediler en etkili tılsım, muskadır. Nokta!
15.06.22
5 notes · View notes
pazaryerigundem · 11 days
Text
Bu Cuma vizyonda olacak filmler
https://pazaryerigundem.com/haber/171328/bu-cuma-vizyonda-olacak-filmler/
Bu Cuma vizyonda olacak filmler
Tumblr media
17 Mayıs Cuma günü vizyona girecek yeni filmler sinemaseverlerle buluşuyor.
İSTANBUL (İGFA) – Pek çok filmi dünyayla birlikte vizyona getiren Paribu Cineverse, bu Cuma da birbirinden farklı türde yerli ve yabancı filmleri vizyona getiriyor.
Komediden korkuya, aksiyondan belgesele ve animasyona önemli yapımların vizyonda olacağı Cuma günü, sinemaseverlere farklı dünyaların kapılarını aralayacak
17 MAYIS CUMA GÜNÜ VİZYONUNUN ÖNE ÇIKANLARI…
Senaristliğini ve yönetmenliğini John Krasinski’nin üstlendiği Hayali Arkadaşlar (Imaginary Friends), fantastik bir aile filmi olarak sinemaseverlerle buluşuyor. Film, insanların hayali arkadaşlarını ve bu süper güçlerin neler yaptığını görebildiğini keşfeden bir kızın hikayesini konu ediniyor. Genç bir kız olan Bea, bir gün herkesin hayali arkadaşlarını görebildiğini keşfeder. Bu süper gücü ile Bea, büyürken herkesin geride bıraktığı, unutulmuş hayali arkadaşlarıyla yeniden bir araya getirmek için büyülü bir maceraya atılır.
Haftanın korku filmlerinden Ziyaretçiler Bölüm 1 (The Strangers: Chapter 1), evlilik yıldönümlerini kutlamak isterlerken kendilerini korkunç bir kabusun içinde bulan bir çiftin hikayesini konu ediniyor. Genç bir çift, yıldönümlerini kutlamak için yola koyulur. Ancak seyahatleri arabalarının yolda arızalanmasıyla yarım kalır. Yola devam edemeyen çift, geceyi geçirmek için şehirden uzaktaki ıssız bir kasabada bir ev kiralamak zorunda kalır. Çiftin sakin başlayan gecesi, kiraladıkları eve üç maskeli katilin gelmesiyle kabusa dönüşür.
Tumblr media
Haftanın bir diğer korku filmi Alem-i Cin 5, babasının ölümünün ardından yıllardır gitmediği köyüne dönen genç bir kadının yaşadıklarını konu ediniyor. Genç bir kadın olan Aslı, yıllardır görüşmediği babasının ölüm haberini alır. Bu durum üzerine Aslı engelli kardeşiyle ilgilenmek zorunda kalır ve bu yüzden İstanbul’dan ayrılarak 20 yıldır gitmediği köyüne döner. Aslı, ilk fırsatta İstanbul’a dönme planları yapsa da kendisini beklenmedik olayların içerisinde bulur. Babasının ölümünden sonra köylünün sakladığı büyük bir günahı öğrenen Aslı, köye çöken cinlerin laneti ve köy halkıyla mücadele eder.
Çocukların ve animasyon tutkunlarının ilgisini çekecek Tombul Mombul Takımı: Sırt Sırta (Combat Wombat: Back 2 Back), büyük bir tehlike ile karşı karşıya olan şehrini kurtarmak için zorlu bir maceraya atılan Combat Wombat’ın hikayesini konu ediniyor. Kötü bir teknoloji dehası, şehri bir metaevren simülasyonuna dönüştürmekle tehdit eder. Bu durum üzerine Combat Wombat, şehri kurtarmak için zorlu bir mücadeleye girişir.
Haftanın aksiyon filmlerinden Becky’nin Gazabı (The Wrath of Becky), hayatını yeniden kurmaya çalışırken evlerine gerçekleşen bir saldırı sonucu ortalığı kan gölüne çevirmeye karar veren genç bir kızın hikayesini konu ediniyor. 16 yaşındaki Becky, iki yıl önce Neo-Nazilerin evlerine saldırması sonucu kimsesiz kalır. O zamandan beri Becky, yaşlı bir kadın olan Elane’nın bakımı altında hayatını yeniden kurmaya çalışır. Ancak onun hayatı, kendilerine ‘Asil Adamlar’ adını verdikleri bir grubun evlerine girmesiyle yeniden alt üst olur. Evlerine saldıran grup, Becky’nin köpeğini kaçırır. Artık sevdiklerini ve kendisini korumak için her şeyi göze alan Becky, ortalığı kan gölüne çevirmeye kararlıdır.
Martin Bourboulon’un yönettiği 2023 yapımı bir epik aksiyon-macera filmi Üç Silahşörler: D’Artagnan (The Three Musketeers: D’Artagnan), Alexandre Dumas’ın 1844 tarihli Üç Silahşörler romanının bir uyarlaması olarak vizyona giriyor. Güneybatı Fransa’daki uykulu Gaskonya’dan ulusun kalbine Paris’e taşınan D’Artagnan, kralın üç silahşörlerine katılır: Athos , Porthos ve Aramis. Dörtlü, din savaşlarıyla bölünmüş ve İngiliz ordusunun tehdidi altında olan bir ülkede istikrarı sağlamak istemektedir. Ama önce karanlık planları olan Kardinal Richelieu’nun izini sürmeleri gerekir. Ancak D’Artagnan için işler kraliçenin sırdaşı Constance Bonacieux’ye kapıldığında tehlikeli bir hal alır. Çünkü ona olan aşkı şaibeli karakterlerin de onu fark etmesini sağlar. Milady de Winter gözünü hızla onun hayatına diker.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
doriangray1789 · 1 year
Text
Nietzsche Ve Torino Atı
BÖLÜM -2-
at, pasif, tuhaf bir şekilde hassas bir varlık olarak kalır ve sahibinin geçimini tehdit eden kımıldamayı veya yemek yemeyi reddetmesi, hayatın basit, sinir bozucu bir gerçeği olduğu kadar bir metafizik direniş biçimi gibi hissettiriyor. Tabi atın çalışmayı ve yemek yemeyi reddetmesi, yoksul bir çiftçi ve kızı için sonun başlangıcı olur. Film, bu noktada bize tüm dünyadaki her şeyin değerini yitirdiği ve onu kurtarmanın ya da korumanın bir anlamı olmadığını anlatıyor.
Rüzgâr uğuldamaya devam ederken ve karanlık her şeyi yutarken varoluş durma noktasına geliyor. Kasvetli geçen bu zamanda, dehşete kapılmış halde gelen komşusu, biraz palinka almak için gelmiştir. Komşusu, filmin en can alıcı kısmı ve özeti sayılabilecek uzun bir felsefi nutuk çeker:
“Her şey mahvoluyor. Her şey değersizleşti. Çünkü her şey yıkık dökük hale getirildi.  Fakat şunu söyleyebilirim ki, onlar mahvetti ve değersizleştirdi. Çünkü sözde masumane insani yardımla gelen bir çeşit afet değil bu. Tam tersine insanın kendi kararlarıyla ilgili bu, kendi kararlarının kendisinin önüne geçmesiyle ilgilidir. Tabii ki bunda Tanrı’nın da eli var. Hatta bana kalırsa, büyük bir payı var. Ve bu pay ne olursa olsun, hayal edebileceğin en korkunç yaratılışa sahip. Çünkü görüyorsun sen de, dünya bayağılaştı. Benim ne söylediğimin bir önemi de yok, çünkü her şey satın alınarak değersizleştirildi. Sinsi, alçakça bir savaşla ele geçirdiklerinden beri, her şeyi adileştirdiler. Her neye dokundularsa ki her şeye dokundular, onu değersizleştirdiler. İşte bu nihai zafere kadar giden yoldu. Muzaffer bir sona doğru giden.
"Ele geçir, değersizleştir. Değersizleştir, ele geçir. Ya da istersen farklı şekilde de ifade edeyim: dokun, değersizleştir ve dolayısıyla ele geçir. Ya da, dokun, ele geçir ve dolayısıyla değersizleştir. Durum bu şekilde yüzyıllardır devam ediyor. Yüzyıldan yüzyıla, her çağda. Bazen sinsice, bazen kabaca, bazen kibarca, bazen acımasızca ama durmaksızın devam ediyor. Değişmeyen tek şey ise şekli, pusudaki bir sıçan saldırısı gibi.
"Çünkü bu mükemmel zafer, diğer taraf için de aynı şekilde gerekliydi. Mükemmel, bir şekilde önemli ve asil olan her şey, böylesi bir savaştan kaçınmalı. Herhangi bir mücadeleye girmemeli, bu sadece bir tarafın aniden mükemmelliğini, büyüklüğünü ve asilliğini kaybetmesi demek. Şimdi kurdukları pusudan yönettikleri dünyaya saldırıyor bu kazanan galipler ve birilerinin onlardan bir şey saklayabileceği küçük bir köşe dahi yok.
"Ellerini attıkları her şey zaten onların çünkü. Ulaşamayacaklarını düşündüğümüz şeyler bile ki onlar her yere ulaşır. Çünkü gökyüzü şimdiden onların, düşlerimizin olduğu gibi. Onların zaman, doğa ve sonsuz sessizlik. Hatta ahlaksızlık bile onların, anladın mı? Her şey ama her şey sonsuza dek kayboldu!
"Ve o asil, önemli ve mükemmel pek çok şey orada kaldı, bilmem izah edebildim mi? Bu noktada çark ettiler, durup anlamaya başladılar ve kabul etmek zorunda kaldılar, ne tanrının ne de tanrıların olmadığını. Mükemmel, önemli ve asil olanın ise bu doğruyu en başından beri anlayıp kabul etmesi gerekiyordu. Tabii onlar bunu anlamaktan oldukça yoksundu. İnanmış ve kabul etmişlerse de, bunu anlamamışlardı.
"Şaşkın ama boyun eğmemiş bir şekilde orada dururlarken bir şey oldu ve beyinlerinde çakan bir kıvılcım, sonunda onları aydınlattı. Ve birden ne tanrının ne de tanrıların olmadığını fark ettiler. Birden ne iyinin ne de kötünün olmadığını gördüler. Akabinde görüp anladılar ki, eğer öyleyse aslında kendileri de yoktular! Söndüler, yanıp kül oldular dediğimiz an bunlar olmuş olabilir sanıyorum. Çayırda cayır cayır yanmaya bırakılan bir ateş gibi söndü ve yanıp kül oldu.
"Biri daimi kaybedendi, diğeri doğuştan kazanan. Mağlubiyet, galibiyet. Mağlubiyet, galibiyet ve bir gün yine bu civarlarda fark etmek zorunda kaldığım ve sonunda fark ettiğim bir şey oldu, ben hatalıydım.
"Şu dünyada herhangi bir değişimin asla olmamış olduğunu ve asla olamayacak oluşunu düşünürken gerçekten de hatalıydım. Çünkü inan bana, artık biliyorum ki, bu değişim aslında gerçekleşti.”
Filmin bitiminde akılda kalan sahnelerden birisi de kızın kuyuya doğru güçlükle ilerlerken rüzgâra yaslandığı bir çekim… Gördüğümüz bu sahnenin anlamı, mutlak umutsuzluğa karşılık gibi geliyor.
“Torino Atı”, insanlığın temel mücadelesini sert bir şekilde ele alırken, bu mücadelede belirli bir saygınlığı da tanır. Film baştan sona kadar en ufak bir iyimserlik zerresi bile görülmeden kapanır. Tarr’ın son filmi nihayetinde pes etme 
Tumblr media
5 notes · View notes