Tumgik
#tarihnotlari
paraspandaras · 1 year
Text
”Soykırım lafı bir maske. Dünyanın dikkatini üzerine çekebilmek için kullandıkları bir manivela. Diplomatlarımızı öldürürken sanki haklarını arıyormuş, bu yolla Türkiye’yi köşeye sıkıştırıyorlarmış gibi yapıyorlar. Böyle yaklaşımların, öteki ulusların içini rahatlatmaktan başka hiçbir işe yaramadığının, yaramayacağının farkında değiller. ABD’nin elinde Kızılderililerin, zencilerin kanı yok mu? Fransızlar Cezayirlileri katletmediler mi? Almanların, İspanyolların Rusların Yahudilere yaptıklarını dünyada kim kime yaptı? Sonuç olarak bütün ülkelerin bütün halkların eli kanlı. İddia ederek söylüyorum saydığım ülkeler içinde eli en az kanlı olan Osmanlı. Çünkü 1915 olayları imparatorluk Balkanlar’da, Kuzey Afrika’da, Arabistan’da yani dört bir yanda savaşırken içeriden de hançerleninince bana soracak olursan makul kabul edilmesi gereken sınırlar dahilinde gerçekleşti. Ermeniler öldürülmedi mi? Evet öldürüldü. Sürgün oldu mu? Evet oldu. Keşke olmasaydı ama olmak zorundaydı. Hangi ülke olursa olsun dirlik ve düzeni tehdit edilince aynı refleksi gösterir. Kaldı ki aynı yıllarda aynı tür olaylar bütün dünyada yaşandı. Balkanlar’da Türklerin nasıl yok edilmeye çalışıldığını, kaçabilenlerin Türkiye’ye nasıl sığındıklarını hatırlayın.”
(Osman Balcıgil - Melek, Terörist, Fahişe)
3 notes · View notes
tarihvesanat · 1 year
Text
Tumblr media
Galata Tower 1800 / KONSTANTİNİYYE
3 notes · View notes
Text
Tumblr media Tumblr media
İLK OĞUZLARDA EVLENME GELENEĞİ
İslamiyet öncesi Oğuz boylarında akraba evliliği yoktur.
Günümüz Oğuzları yani bizlerde olan akraba evliliği, bize Arap kültüründen geçmiştir.
Bir Ulusun seçtiği din her yönden o Ulusu etkiler. Konumuza örnek vermek istersek, İslamiyet öncesi Oğuz boylarında şöyle evlendirme olurdu.
Avşar boyu'nun (a) oymağından, ( b) obasından (c) gurubuna mensup evlenme zamanı gelmiş bir delikanlı, önce gurub ( beyi) sonra oba ( beyi) ve oymak beyinden izin alırdı. Diğer Oğuz boylarındaki evlenme yaşı gelmiş kızlara yönlendirilen bu Avşar delikanlısı, misal Kayı boyunun bir obasına varır orda kendine kız seçerdi.
Seçtiği kız'ın şartlarını kabul ederse evlilik gerçekleşir ve düğün olurdu.
İslâmiyet öncesi Oğuzlarda ( çocuk yaşta ve rızası olmadan) evlendirme yoktur. Yani onbeş yaşındaki bir kıza kırk yaşındaki bir erkeğin talib olması yasaktı.
Dahası Oğuzlar ( töre) ile hareket ederdi. İslâmiyet öncesi Oğuzlar'da ( Başlık parası yoktu) ve kız tarafı cehiz hazırlardı.
Kilim, çadır eşya gibi o döneme uygun eşyalar kız'ın cehizi olarak kabul edilirdi.
Yuvayı dişi kuş kurar deyimide bunla alakalıdır. Oğuz kızları kendilerini Şahin gibi görür ve hangi kayada yuva kuracaksa kendi belirlerdi.
İslamiyet öncesi Oğuzlar'daki bu evlendirme geleneği Türkmenistan, Azerbaycan'da halen devam eder.
Türkmenistan'da akraba evliliği yoktur.
Azerbaycan'da ise kız tarafı cehiz verir oğlan tarafı cehiz almaz. Bu konular üzerine paylaşımlar yapacam ilerleyen zamanda ve ilk Oğuzları bilmenizi isterim.
Yararlanılan kaynak: Osman Karatay/ ilk Oğuzlar
6 notes · View notes
nazdiyolarsworld · 2 years
Text
Tumblr media
KPSS’ye az kaldı ofiste bile ders çalışıyorum
5 notes · View notes
sorgulayan · 1 year
Text
I. İnönü bizim için MİLAT oldu.
Moskova Antlaşması
İstiklal Marşı kabulü
Londra Konferansı
Afganistanla Dostluk Antlaşması
Teşkilati Esasiye
Moskova Antlaşması, Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti arasında 16 Mart 1921'de imzalanan antlaşmadır. Moskova Antlaşması ile yeni Türk devletinin doğu sınırı güvence altına alınmış ve Sovyet Rusya Misak-ı Milli kararlarını tanımıştır. Ayrıca Moskova Antlaşması ile Türkiye Büyük Millet Meclisi, Sovyet Rusya tarafından resmen tanınmış ve Rusya TBMM'yi tanıyan ilk Avrupa Devleti olmuştur.
Üstün bir mücadele ve kahramanlıklarla kazanılan Kurtuluş Savaşı sonrası, Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un “Kahraman Ordumuza” hitaben yazmış olduğu şiir, 12 Mart 1921 tarihinde Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından İstiklal Marşı olarak kabul edilmiştir.
Düzenlenen Londra Konferansını önemli kılan etken ise; Türkiye Büyük Millet Meclisinin itilaf devletleri tarafından ilk kez resmen tanınmış olmasıdır. 21 Şubat 1921'de düzenlenen Londra Konferansını önemli kılan etken ise; Türkiye Büyük Millet Meclisinin itilaf devletleri tarafından ilk kez resmen tanınmış olmasıdır
Türkiye-Afganistan İttifak Antlaşması, 1 Mart 1921 tarihinde müzakere için Moskova'da bulunan Türk heyeti ile yeni kazanmış bulunan Afganistan temsilcileri arasında imzalanan dostluk antlaşmasıdır.
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Osmanlı Türkçesi: تشکیلات اساسیه قانونى) veya 1921 Anayasası, 1924 Anayasası'nın ilkelerini belirlemiş; 85 numaralı ve kabul tarihi 20 Kânun-ı Sani 1337 (20 Ocak 1921) olan 23 madde ve bir ayrık maddeden oluşan kısa ve "çerçeve anayasa" niteliğinde bir belgedir. Anayasanın en önemli özelliği saltanat ve mutlak monarşi ile bağdaşmayacak olan milli egemenlik ilkesinin dile getirilmesidir. Bu Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarından 1921 anayasası ile oluşturulan hükümet sistemi meclis hükümeti sistemidir.
0 notes
nazlican00 · 2 years
Text
Tumblr media
1 note · View note
leblebi-19 · 2 years
Text
"Pencereden baktığınızda güneşi esirgemiyorsa gökyüzü, birileri yaşadığınız günlerin bedelini daha 12,sinde 70,şinde dönmek için değil,ölmeye gidip,canı ile ödediği içindir."
Rahmetle minnetle anıyoruz.
ÇanakkaleGecilmez
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
21 notes · View notes
cinaraslan · 3 years
Text
ULU ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN 29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI KONUŞMASI
27 Ekim 1923'te İcra Vekilleri Heyeti'nin istifası ve yerine meclisin güvenini kazanacak yeni bir kabinenin kurulamaması üzerine Mustafa Kemal Paşa, yönetim biçiminin Cumhuriyet olması için İsmet Paşa ile birlikte bir kanun değişikliği tasarısı hazırlayarak 29 Ekim 1923'te Meclis'e sundu. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda yapılan değişikliklerin kabulü ile Cumhuriyet, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ilan edilmiş oldu.
Cumhuriyetin ilanı, Ankara'da 101 pare top atışı ile duyuruldu ve 29 Ekim gecesi ile 30 Ekim 1923 tarihinde başta Ankara olmak üzere tüm ülkede bir bayram havasında kutlandı. Cumhuriyet ilan edildiği sırada henüz 29 Ekim günü bayram ilan edilmemiş, kutlamalar konusunda bir düzenleme yapılmamıştı; 29 Ekim gecesi ve 30 Ekim günündeki şenlikleri halk kendiliğinden organize etti. Ertesi yıl, 26 Ekim 1924 tarihli 986 numaralı kararname ile Cumhuriyet'in ilanının 101 pare top atılarak ve planlanacak özel bir programla kutlanmasına karar verildi. 1924 yılında yapılan kutlamalar, daha sonra yapılacak olan Cumhuriyet’in ilanı kutlamalarının başlangıcı oldu.
44 notes · View notes
jornalofayse · 2 years
Text
Tumblr media
5 notes · View notes
gizemlibilgiler12 · 2 years
Text
Tarihi ve bilgilendirici videolar paylasıyorum isterseniz ziyaret edip abone ola bilirsiniz https://youtu.be/xJ3shdTT0dc
4 notes · View notes
ozlemayral · 2 years
Text
Sene 1934
Şehir İstanbul
Mevki Kısıklı Çamlıca yolu
Nereden nereye?
Tumblr media
5 notes · View notes
tarihvesanat · 1 year
Text
Tumblr media
Seyyid Lokman’ın Hünername’sinden alınan bu minyatürde Şehzade Mustafa’nın cesedinin, idamdan sonra otağ önündeki bir çadırda teşhiri resmedilmiştir.
Şehzadenin hemen ayakucunda, imrahoru ve alemdarının başları gövdelerinden ayrılmış cesetleri görülmektedir. Resme göre o sırada Kanunî, otağı önünde kurulu tahtında oturmakta ve az önce işlerini bitiren cellâtlardan dördü, yüzleri padişaha dönük olarak beklemektedirler.
3 notes · View notes
Text
Tumblr media
Dünya’nın en güçlü kadını olarak tanımlanan Kraliçe 2. Elizabeth ‘e ders niteliğinde sözler ;
“İnsan onurlu doğar. Ve hiçbir insanın kraliçelerin vereceği onura ihtiyacı yoktur!”
Sembène, 1997 yılında İngiliz Kraliyet Ailesi Özel Onur Ödülü‘ne layık görüldü. 74 yaşındaki yazar, törene katıldı, kürsüden Kraliçe II. Elizabeth’in yüzüne karşı, dünyayı şok eden şu konuşmayı yaptı ve ödülü almadan salonu terk etti:
“Konuşmama İngiliz dilinde devam etmeyeceğim için hepinizden özür dilerim. Sizin topraklarınızdayım ve sizin sahibi olduğunuz sistem içinde, sizin tarafınızdan payelendiriliyorum. Ancak asıl konuşmam kendi öz dilimde olacaktır. Merak edenler, konuşmamın İngiliz diline tercümesini koltuklarında bulabilirler…
İngilizler geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise; bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı…
İngilizlerin dinini, dilini öğrendik. Uzak dünyadan gelen yeni dil ve din bizi hep çalışmak zorunda kalan itaatkâr köleler yaptı. Özgürlük için her karşı geldiğimizde, bizi birbirimizle savaşmak için ikna ettiler ve silah verdiler.
İngilizler gelmeden önce topraklarımızda sadece kavga vardı. İngilizlerin kutsal dini bizim kavgacılığımızı kullandı; evlatlarımızı savaşçı yaptı. Hem de sadece kendi kardeşleriyle savaşan, dünyayı İngiliz dilinden ve İncil’den ibaret sanan vahşi savaşçılar...
Hastalıklar yaydılar.
Ne olduğunu bilmediğimiz içeceklerle bizleri hasta ve zayıf yaptılar. Atalarımızı zincirleyerek büyük şehirlerine köle olarak götürdüler. O büyük binaları, caddeleri, tünelleri ve kiliseleri, insan etinin üzerine inşa ettiler…
Kendilerini temizlemek içinse sanatçılarına fikir adamlarına, "sadece kendilerini kapsayan insan tariflerini" yaptırdılar.
Her çeşit yiyeceklerin büyüdüğü topraklarımıza ilaçlar döktüler. Toprağın altındaki yanıcı siyah cehennem kanı (petrol) için bizleri öldürdüler. Büyük acılar ve ölümcül işkenceler ördüler…
Her gelen gemiden kıyılarımıza hep ikiye bölünmüş tekneler yanaştı. İlk gelenler zulüm ettiler, arkadan gelen arkadaşları zulmü durdurma vaadiyle bizleri ele geçirdiler. Bugün gelenler de aynı sistemle hala işgale devam etmekteler…
Yeni ilaçları, biyolojik silahları ve hastalıkları deneyen gönüllü doktorlarınızı istemiyoruz❗
Emperyalist sisteminizde geri dönüşüm ekonomisiyle aslında sömürü olan yiyecek yardımlarınızı kabul etmiyoruz❗
Birbirimizi anlamamızı zorlaştıran, şarkılarımızı ve masallarımızı unutturan fakir dilinizi reddediyoruz❗
Çağdaş dünya daveti içindeki, bizi zorla şekillendiren yüzeysel sanat kuramlarınıza karşı çıkıyoruz❗
Özgürlüğümüzü ilan ediyor, Afrikalı insanlar olarak doğduğumuzu ve Afrikalı ölmek için de bütün Avrupa’yı topraklarımızdan kovuyoruz❗
Birbirimizi öldürelim diye bize öğrettiğiniz ırkçılığı, Felsefe adına önümüze sürdüğünüz batının sığ kafalı laflarını, Hukuk adına yaptığınız bütün şovenistliklerinizi ve sanat diye dayattığınız bütün estetik öğretilerinizi Afrika topraklarından silene kadar Afrika sizinle savaşacaktır❗
Siz kabul etmeseniz de bir Afrikalı en az dünyanın herhangi bir yerindeki bir batılı kadar onurludur❗
İnsan onurlu doğar. Ve hiçbir insanın kraliçelerin vereceği onura ihtiyacı yoktur‼️”
Sembene 1923’de doğdu, 2007’de öldü.
Senegal sanat tarihinin en ünlü yazarı, senaristi ve yönetmenidir.
Ancak onu ‘çok özel biri’ yapan şey, bu yeteneklerinden veya yazdığı God’s Bits of World (Tanrı’nın Dünya Bitleri), Xala, Black Docker (Siyahi Liman İşçisi) gibi kitaplardan veya yönettiği onlarca filmden biri değil.
Sadece bir tepki, bir protesto eylemi, onu olduğundan daha ünlü ve çok daha özel bir sanatçı yaptı.
0 notes
kadimdenuyanisa · 2 years
Text
PİRİ REİS’İN HARİTASI - Çözülemeyen gizemleri...
Tumblr media Tumblr media
Bilinmeyen eski uygarlıklarla ilgili teorilerin çoğu kesinlikle hiçbir fiziksel kanıta dayanmaz, genellikle sadece kulaktan dolma ve spekülasyondur. Tarih bilgimizin temelini gerçekten sarsan şey, gerçek bir eser olacaktır. Bu muhtemelen Atlantik'te batık bir şehir bulmak ya da bir dinozor iskeletine gömülü zırh delici mermiler bulmak gibi muhteşem bir şey olmayacaktı. Muhtemelen sadece bu alandaki bir uzmanın anormal olarak kabul edebileceği bir şey olurdu.
Daha büyük olasılıkla, bu eser, yakın zamanda keşfedilen bazı bilimsel gerçeklerin derinlemesine anlaşılmasını ortaya koyan, geçmişten gelen bir belge veya gelenek olacaktır. Bu, DNA'nın yapısının ve işlevinin, sadece modern bilimin bildiği astronomi veya fizik bilgisinin bir tanımı olabilir. . . veya "Keşif Çağı"ndan çok önce çizilmiş dünyanın doğru haritaları. Piri Re'is haritası tam da bu eser gibi görünüyor.
Piri Reis Haritası, 15. Yüzyılda ve daha önce çizilen ve kıtaların şekli hakkında o zamanlar bilinmesi gerekenden daha iyi bilgi veriyor gibi görünen birkaç anormal haritadan sadece bir tanesidir. Ayrıca, bu bilgilerin geçmişte çok uzak bir zamanda elde edildiği anlaşılıyor.
Piri Re'is, Ptolomy (MS 2. Yüzyıl), ayrıca 15. yüzyılın tanınmış harita yapımcıları Mercator ve Oronteus Finaeus, diğerleri gibi dünya haritalarına geleneksel güney kıtasını dahil ettiler. Antarktika 19. yüzyıla kadar keşfedilmedi ve 20. yüzyılın ortalarına kadar büyük ölçüde keşfedilmedi. Bu sadece başlangıç. Anormal haritalar ayrıca Behring Boğazı'nın Asya ile Amerika'yı birbirine bağladığını, bugün olduğundan çok daha kısa görünen nehir deltalarını, buzul çağının sonunda deniz seviyesinin yükselmesinden bu yana suların üzerine çıkmamış Ege adalarını ve Britanya ve İskandinavya'yı kaplayan devasa buzulları gösteriyordu. Haritacılar tarafından boş alanları doldurma girişimleri olarak uzun süredir göz ardı edilen eski haritaların bazı ayrıntıları, özellikle Buz Çağları boyunca, jeolojik geçmişte Dünya'nın coğrafyasındaki değişikliklere ilişkin modern (çok yaygın) bilgilerle ilişkilendirildiğinde çok şaşırtıcı görünüyor.
Piri Reis haritası, bilgilerinin kaynağının belirtilmesi ve kıyı hatlarının olağanüstü ayrıntıları nedeniyle çok ilginçtir.
Piri Reis haritası 1929'da Konstantinopolis'teki İmparatorluk Sarayı'nda bulundu. Parşömen üzerine boyanmış olup, H. 919 (H. 1513) tarihlidir. Piri Reis olarak da bilinen Piri İbn Haji Memmed adlı Türk Donanması amirali tarafından imzalanmıştır. Piri Reis'e göre harita, Büyük İskender zamanında çizilen 20 haritadan oluşuyordu.
Bu harita ve diğerleri, Charles H. Hapgood ve lisansüstü öğrencileri tarafından analiz edildi. Hapgood, Eski Deniz Krallarının Haritaları (1966) adlı kitabında New Hampshire Üniversitesi'nde tarihçi ve coğrafyacıydı. Yalnızca bu kitabın sonuçları sansasyoneldir; çoğunlukla, harita özelliklerini gerçek coğrafi konumlarla ilişkilendirmek için küresel trigonometri kullanan, anormal haritaların tarihi ve coğrafyası üzerine teknik bir monografidir.
Hapgood'un ulaştığı sonuç, yüksek denizcilik ve haritacılık becerilerine sahip bir uygarlığın antik geçmişte tüm dünyayı araştırdığıydı. Geriye nesiller boyu elle kopyalanan haritalar bıraktılar. Piri Re'is haritası, kaynak haritalar arasında örtüşmeyen alanlar olarak açıklanabilecek boşluklara (özellikle Güney Amerika ve Antarktika arasındaki Drake Geçidi) sahip bir yama işidir.
Son yıllarda daha fazla kanıt ortaya çıktı. Hapgood yine de haklı çıkarılabilir (en azından anormal haritaların önemine ilişkin tahmini). Piri Re'is haritası, bilinmeyen bir Buz Devri uygarlığı için büyüyen kanıtların temel taşlarından biridir.
Bu haritayla ilgili çarpıcı bir şey, Güney Amerika'daki kıyıların ve iç kısımların ayrıntı düzeyidir. Ölçek biraz kapalı olsa da, Güney Amerika kıyılarına akan nehirlerin kaynağı olarak uzun, yüksek bir dağ silsilesi gösteriliyor.
Ancak Piri Re'is haritasındaki (ve diğer modern öncesi haritalardaki) en iyi bilinen özellik Antarktika kıyı şerididir. Hapgood ve diğerlerinin görüşlerine göre bu, buzulların olmadığı Antarktika kıyılarının ana hatlarını temsil ediyor.
Buzun altındaki kıyı şeridi hakkındaki modern bilgimiz, 1940'larda ve 50'lerde Antarktika keşiflerinden elde edilen sismik sondaj verileri kullanılarak elde edildi. Sonar, Antarktika buzullarının altındaki sahili haritalamanın bir yoludur. Diğer yol, buzsuz olduklarında onları incelemek olabilir. İddiayı Ross Denizi'nden alınan 1949 çekirdek örneklerine dayandıran Hapgood'a göre, Piri Re'is haritasında gösterilen belirli bölgenin buzsuz olduğu en son zaman 6000 yıldan daha uzun bir süre önceydi. Daha yeni araştırmalar, bunun birkaç büyüklük sırası ile kapalı olabileceğini gösteriyor. Her halükarda, bu coğrafya eskiler tarafından bilinmemeliydi. Bu doğruysa, açıklanması gereken bazı büyük gizemler var.
Piri Reis haritası hakkında bir düşünce ekolü, 'Atlantis Antarktika'da' tezidir. Bunun başlıca savunucuları, When the Sky Fell adlı kitaplarında Rand ve Rose Flem-Ath'tir, ancak başkaları da vardır. Flem-Ath'ler hem Hapgoods'un Deniz Kralları hem de Kutup kayması tezini kabul eder. İkincisinde, Hapgood, Dünya'nın dönme ekseninin eğiminin MÖ 9500 yılında aniden değiştiğini iddia etti. Antarktika'nın yüzlerce mil güneye doğru hareket etmesine neden oluyor. Bu, iklimini yarı ılımandan donmaya dönüştürdü. Deniz Kralları hipotezinin aksine, bu zamanda gerçekten hızlı bir kutup değişiminin meydana geldiğine dair hiçbir kanıt yoktur ve olmadığına dair çok sayıda olumsuz kanıt vardır.
Gezegenin kabuğunu tamamen tahrip etmeden birkaç saat içinde böylesine küresel bir dönüşüme neden olabilecek bir mekanizmanın bilimsel bir açıklaması yoktur. Gezegen oluşumunun erken döneminden beri meydana gelmeyen türden bir gezegen çarpışması gerekli olacaktır. Eğer böyle bir çarpışma MÖ 9.500'de olsaydı, Dünya'daki tüm yaşamın yok olacağı oldukça kesindir, ki durum böyle değildir. Gezegendeki bazı dengesizliklerin Dünya'nın ekseninin eğimini değiştirmesine neden olması imkansız olmasa da, bu bir gecede olmayacaktı. Ek olarak, bir kutup kayması muhtemelen deniz tabanı çekirdeklerinde bulunan jeomanyetik tabakalarda bariz bir iz bırakacaktır, ki durum böyle değildir.
Einstein'ın Hapgood'un kutup kayması teorisini onaylaması üzerine çok şey yapıldı. Einstein bir jeolog olmadığı için bu hiçbir şeyi kanıtlamaz. Ayrıca, Einstein'ın teorileri titiz deneysel ve gözlemsel kanıtlara dayanmış olsa da, onun bir insan olduğunu ve her zaman haklı olmadığını belirtmek önemlidir. Einstein'ın büyüklüğünün bir kısmı, hatalarını kabul etme yeteneğiydi.
Her halükarda, Flem-Ath'ler, bu değişimin günümüz Ross yarımadasında bir yerde bulunan varsayımsal bir Antarktika uygarlığını yok ettiğini öne sürüyorlar. Bunu (karışık bir başarı ile) Platon'un Atlantis'iyle ilişkilendirmeye çalışırlar. Ne yazık ki, bunu kanıtlamak, binlerce metre kalınlığındaki bir buz tabakasının altında arkeoloji yapmayı gerektirir. Bu, 'olağanüstü iddialar, olağanüstü kanıtlar gerektirir'e mükemmel bir örnektir.
Gelişmiş coğrafi bilgiyi düşündüren özellikler haritanın kendisinde gösterilirken, açıklamalar ve çizimler farklı bir tablo çiziyor.
Bu, şaşırtıcı yer şekillerini geçersiz kılmaz, ancak bu notları yazanların (muhtemelen Piri Re'is) aslında Antarktika'yı hiç ziyaret etmediğini gösterir. Şüpheci olmayanlar, kaynak harita incelendiğinde 1) büyük yılanlar, 2) bilinmeyen kara memelileri türleri ve ayrıca 3) Antarktika'da "çok sıcak" bir iklim olabileceğini iddia edebilirler, ancak buna dair hiçbir fiziksel kanıt yoktur, bu her zaman böyle olmuştur. Bu aynı zamanda, And Dağları bölgesindeki kızıl saçlı başsız bir adamın (yüzü göğsünde) bir taslağı da dahil olmak üzere, haritadaki diğer hayali çizimleri ve notları açıklamıyor. Bu bizi mümkün olanın dünyasından fantastik olana, Hapgood'un en azından Antik Deniz Kralları Haritaları'nda geçmemeye özen gösterdiği bir çizgiye götürür.
I. Vakami denen bir çeşit kırmızı boya vardır ki, uzaktan olduğu için ilk anda pek fark etmezsiniz. . . dağlar zengin cevherler içerir. . . . Orada bazı koyunların ipek yünü var.
II. Bu ülke yerleşim yeridir. Tüm nüfus çıplak geziyor.
III. Bu bölge Antilia Vilayeti olarak bilinir. Güneşin battığı taraftadır. Beyaz, kırmızı, yeşil ve siyah olmak üzere dört çeşit papağan olduğunu söylerler. İnsanlar papağan etini yerler ve başlıkları tamamen papağan tüylerinden yapılır. Burada bir taş var. Siyah mihenk taşına benziyor. İnsanlar balta yerine onu kullanıyor.
NOT: Piri Reis, Babriye'de şöyle yazıyor: "Akdeniz'de ele geçirdiğimiz düşman gemilerinde bu papağan tüylerinden yapılmış bir başlık ve ayrıca mihenk taşına benzer bir taş bulduk."
IV. Bu harita Kemal Reis'in yeğeni olarak bilinen Piri İbn Hacı Mehmed tarafından Gelibolu'da 919 yılının muharrem ayında (9 Mart - 7 Nisan 1513 tarihleri ​​arasında) çizilmiştir.
V. Bu bölümde bu kıyıların ve bu adaların nasıl bulunduğu anlatılmaktadır.
Bu kıyılara Antilia kıyıları denir. Arap takviminin 896 yılında keşfedildiler. Ancak, bu yerleri keşfeden kişi olsun, adının Colombo olan Cenevizli bir kafir olduğu bildiriliyor. Örneğin, adı geçen Kolombo'nun eline bir kitap düşmüş ve bu kitapta Batı Denizi'nin [Atlantik] sonunda, yani batı tarafında kıyılar, adalar ve her türlü denizin bulunduğu söylenmektedir. metaller ve ayrıca değerli taşlar. Yukarıda bahsi geçenler, bu kitabı iyice inceledikten sonra Cenovalı büyüklere birer birer bu hususları anlatmışlar ve "Gel bana iki gemi ver, gidip bu yerleri bulayım" demişlerdir. Dediler ki: "Ey kârsız adam, Batı Denizi'ne bir son veya sınır bulunabilir mi? Buharı karanlıkla doludur." Yukarıda adı geçen Kolombo, Cenevizlilerden bir yardım gelmediğini görünce hızla yola koyuldu, İspanya Beyi'nin [kralına] gitti ve hikâyesini ayrıntılarıyla anlattı. Onlar da Cenevizliler gibi cevap verdiler. Özetle Colombo bu insanlara uzun süre dilekçe vermiş, sonunda İspanya Beyi ona iki gemi vermiş, iyi teçhizatlı olduklarını görmüş ve şöyle demiş:
"Ey Kolombo, dediğin gibi olursa seni o ülkeye kapudan [amiral] yapalım." Söz konusu Kolombo'yu Batı Denizi'ne gönderdiğini söyledikten sonra. Merhum Gazi Kemal'in bir İspanyol kölesi vardı. Adı geçen köle, Kemal Reis'e Kolombo ile üç kez o ülkeye gittiğini söyledi. Dedi ki: "Önce Cebelitarık Boğazı'na ulaştık, oradan dümdüz güney ve batı ikisi arasında... Dört bin mil dümdüz ilerledikten sonra bize bakan bir ada gördük, ama yavaş yavaş denizin dalgaları köpüksüz oldu, yani deniz sakinleşti ve Kuzey Yıldızı -pergellerindeki denizciler hala yıldız diyorlar- yavaş yavaş perdelendi ve görünmez oldu ve ayrıca denilebilir ki o bölgedeki yıldızlar buradaki gibi dizilmedi. Daha önce karşıdan gördükleri adaya demir atmışlar, adanın halkı gelmiş, onlara ok atmış, karaya çıkmalarına ve bilgi istemelerine izin vermemişler, dişiler el okları atıyorlar.Bu okların uçları kılçıktan yapılmıştı ve bütün nüfus çıplak ve hem de çok... , bir tekne görmüşler, onları görünce tekne kaçmış ve onlar [teknedeki insanlar] karaya çıktılar. [İspanyollar] tekneyi aldılar. İçinde insan eti olduğunu gördüler. Bu insanlar, adadan adaya gidip adam avlayan ve onları yiyen o millettendi. Kolombo'nun bir ada daha gördüğünü, ona yaklaştıklarını, o adada büyük yılanların olduğunu gördüklerini söylediler. Bu adaya inmekten kaçındılar ve on yedi gün orada kaldılar. Bu ada halkı, bu tekneden kendilerine bir zarar gelmediğini görünce balık tuttular ve küçük gemilerinin teknesiyle [filika] kendilerine getirdiler. Bu [İspanyollar] memnun oldular ve onlara cam boncuklar verdiler. Görünüşe göre o [Columbus] kitapta o bölgede cam boncuklara değer verildiğini okumuş. Boncukları görünce daha da fazla balık getirdiler. Bu [İspanyollar] onlara her zaman cam boncuklar verirdi. Bir gün bir kadının kolunda altın gördüler, altını aldılar ve ona boncuk verdiler. Onlara, daha çok altın getirin, size daha çok boncuk vereceğiz dediler. Gidip onlara çok altın getirdiler. Görünüşe göre dağlarında altın madenleri varmış. Bir gün de bir kişinin elinde inci gördüler. Bunu ne zaman gördüler; boncuk verdiler, onlara daha birçok inci getirildi. Bu adanın kıyısında, bir veya iki kulaç derinliğinde bir noktada inciler bulundu. Ayrıca gemilerine birçok kütük ağacı yükleyip iki yerliyi de yanlarına alarak o yıl içinde İspanya Beyi'ne taşıdılar. Ancak söz konusu Kolombo, bu insanların dilini bilmedikleri için işaretlerle ticaret yapmışlar ve bu geziden sonra İspanya Beyi rahipler ve arpa göndermiş, yerlilere ekmeyi ve biçmeyi öğretmiş ve onları kendi dinine çevirmiştir. Herhangi bir dinleri yoktu. Çıplak yürüdüler ve orada hayvanlar gibi yattılar. Şimdi bu bölgeler herkese açıldı ve ünlü oldu. Söz konusu adalar ve kıyılardaki yerleri işaretleyen isimler, bu yerlerin kendileri tarafından bilinmesi için Kolombo tarafından verilmiştir. Ayrıca Colombo harika bir astronomdu. Bu haritadaki kıyılar ve adalar Kolombo haritasından alınmıştır.
VI. Bu bölüm, bu haritanın nasıl çizildiğini gösterir. Bu yüzyılda kimsenin elinde bu harita gibi bir harita yoktur. Bu zavallı adamın eli onu çizdi ve şimdi yapıldı. Yaklaşık yirmi çizelgeden ve Mappae Mundi'den - bunlar İki Boynuzlu İskender'in günlerinde çizilmiş, dünyanın yerleşim bölgesini gösteren çizelgelerdir; Araplar bu haritalara Jaferiye adını veriyorlar - bu türden sekiz Caferi ve bir Arap Hind haritasından ve Hind, Sind ve Çin ülkelerini geometrik olarak gösteren dört Portekizli tarafından çizilmiş haritalardan ve ayrıca Batı bölgesinde Colombo'yu çıkardım. Tüm bu haritalar tek bir ölçeğe indirilerek bu son forma ulaşıldı. Öyle ki, bu ülkelerimizin haritasının denizciler tarafından doğru ve güvenilir kabul edilmesi gibi, mevcut harita da Yedi Denizler için doğru ve güvenilirdir.
VII. Portekizli kâfir, bu noktada gece ve gündüzün en kısa iki, en uzun yirmi iki saat olduğunu nakletmektedir. Ama gündüz çok sıcak ve gece çok çiy var.
VIII. Hind vilayetine giderken bir Portekiz gemisi kıyıdan [esen] ters bir rüzgarla karşılaştı. Kıyıdan rüzgar. . . Bir fırtına tarafından güneye sürüklendikten sonra karşılarında bir kıyı gördüler ona doğru ilerlediler. Bu yerlerin iyi demirleme yerleri olduğunu gördüler. Çapa atıp kayıklarla kıyıya çıktılar. Yürüyen insanları gördüler, hepsi çıplaktı. Ama uçları kılçıktan yapılmış oklar atıyorlardı. Orada sekiz gün kaldılar. Bu insanlarla işaretler yoluyla ticaret yaptılar. O mavna bu toprakları gördü ve onlar hakkında yazdı. . . . Söz konusu mavna, Hind'e gitmeden Portekiz'e dönmüş ve burada bilgi vermiştir. . . . Bu kıyıları ayrıntılı olarak anlattılar. . . . Onları keşfettiler.
IX. Ve bu ülkede bu şekilde beyaz saçlı canavarlar ve ayrıca altı boynuzlu öküzler var gibi görünüyor. Portekizli kafirler bunu haritalarına yazmışlar. . . .
X. Bu ülke bir israftır. Her şey mahvolmuş ve burada büyük yılanların bulunduğu söyleniyor. Bu nedenle Portekizli kâfirler bu kıyılara inmediler ve bu kıyıların da çok sıcak olduğu söyleniyor.
XI. Ve bu dört gemi Portekiz gemileri. Onların şekli yazılmıştır. Hindistan'a ulaşmak için batı ülkesinden Habeşistan [Habeş] noktasına kadar seyahat ettiler. Şuluk'a doğru dediler. Bu körfezdeki mesafe 4200 mil.
XII. .... Bu kıyıda bir kule
.... ancak
.... bu iklimde altın
.... bir ip almak
.... ölçtükleri söyleniyor
NOT: Bu satırların her birinin yarısının eksik olması, haritanın ikiye bölündüğünün en açık kanıtıdır.
XIII. Ve Flanders'tan gelen bir Ceneviz kuke [bir tür gemi] fırtınaya yakalandı. Fırtınanın etkisiyle bu adalara geldi ve bu şekilde bu adalar bilinir hale geldi.
XIV. Eski zamanlarda Sanvolrandan (Santo Brandan) adında bir rahibin Yedi Deniz'i gezdiği söylenir. Yukarıda bahsedilenler bu balığa kondu. Kara zannetmişler ve bu balığa ateş yakmışlar, balığın sırtı yanmaya başlayınca denize atlamışlar, yeniden teknelerine binip gemiye kaçmışlar. Bu olaydan Portekizli kafirler söz etmez. Eski Mappae Mundi'den alınmıştır.
XV. Bu küçük adalara Undizi Vergine adını vermişler. Yani Eleven Virgins.
XVI. Ve bu adaya Antilia Adası diyorlar. Pek çok canavar, papağan ve pek çok kereste var. Yerleşim yeri değildir.
XVII. Bu mavna bir fırtına tarafından bu kıyılara sürüldü ve düştüğü yerde kaldı. . . . Adı Nicola di Giuvan'dı. Haritasında, görülebilen bu nehirlerin [yataklarında] çoğunlukla altın olduğu yazılıdır. Su gidince kumdan çok altın [toz] topladılar. Onların haritasında. . . .
XVIII. Bu, Portekiz'den gelen ve fırtına ile karşılaşan mavnadır ve bu karaya inmiştir. Detaylar bu haritanın kenarında yazılıdır.
XIX. Portekizli kafirler buranın batısına gitmezler. Bütün bu taraf tamamen İspanya'ya ait. Cebelitarık Boğazı'nın batı yakasına iki bin millik bir çizginin sınır olarak alınması konusunda anlaşmaya vardılar. Portekizliler o tarafa geçmezler ama Arka taraf ve güney taraf Portekizlilere aittir.
XX. Ve bu karavel bir fırtınayla karşılaşınca bu adaya sürüldü. Adı Nicola Giuvan'dı. Ve bu adada tek boynuzlu birçok öküz var. Bu nedenle bu adaya Öküz Adası anlamına gelen Isle de Vacca diyorlar.
XXI. Bu karavelin amiraline Cenevizli Messir Anton denir, ancak Portekiz'de büyümüştür. Bir gün bahsi geçen karavel bir fırtınayla karşılaşmış, bu adaya sürülmüştür. Burada çok zencefil bulmuş ve bu adalar hakkında yazmıştır.
XXII. Bu denize Batı Denizi denir, ancak Frank denizciler ona Mare d'Espagna der. Bu da İspanya Denizi anlamına gelir. Şimdiye kadar bu isimlerle biliniyordu, ancak bu denizi açan ve bu adaları tanıtan Kolombo ve ayrıca Hind bölgesini açan Portekizli kafirler bu denize yeni bir isim vermek konusunda anlaşmışlardır. Ona Ovo Sano [Oceano] yani ses yumurtası adını verdiler. Bundan önce denizin bir sonu veya sınırı olmadığı, diğer ucunda karanlık olduğu düşünülüyordu. Şimdi bu denizin bir kıyı ile çevrili olduğunu görmüşler, çünkü göl gibi, ona Ovo Sano adını vermişler.
XXIII. Bu noktada tek boynuzlu öküzler ve bu şekildeki canavarlar var.
XXIV. Bu canavarlar yedi açıklık uzunluğundadır. Gözlerinin arasında bir karış mesafe vardır. Ama onlar zararsız ruhlardır.
6 notes · View notes
sila-nesw · 2 years
Text
Otobüs durağında tanıştık...
8 Aralık Çarşamba
3 notes · View notes
paraspandaras · 3 years
Text
“… Anadolu artık tükenmiştir. Adını sanını belleyemediği cephelere son evlatlarını da göndermiştir. Gidenlerden hemen hiç haber alınmaz. Yollarda derme çatma, yıkık dökük istasyonlarda kimseler görülmez. Yahut da pırtılar, paçavralar içinde aç, perişan birkaç kadın veya ihtiyar artığı insan döküntüleri cansızlık, ümitsizlik içinde kımıldarlar.
Lokomotifler durmakla yürümek arasında can çekişerek, hırıltılı seslerle güya işlerler. Kazanlar ne bulunursa onunla ateşlenir. Çalı çırpı, söğüt, kavak kalıntıları dalları, hatta yıkılan, kazmaya verilen boşalmış köylerin enkazı ile güya yürürler. Trenlerde saat, dakika, hareket programı kalmamıştır. Yokuşlarda yolcular vagondan inerler ve bazen de yaya olarak lokomotiflerden daha hızlı giderler. Her yerde çöküntü, ümitsizlik, gayesizlik, tükeniş ve yenilgi havası hakimdir. Koca bir Anadolu Türklüğü böylesine nasıl harcanabilmişti? “
Şevket Süreyya Aydemir - Tek Adam
(Anadolu, 1918)
2 notes · View notes