Tumgik
#sessizlik oyunu
gecesayesinizz · 1 year
Text
Bizim konuşmak için kelimelere ihtiyacımız yoktu...
13 notes · View notes
gelmemeyegidenlerr · 1 year
Text
Göğe bak İzmir, Ege seni özledi...
12 notes · View notes
ehilal · 2 months
Text
Pazar gibi pazar geçirdim bugün. Keyifli ve uzun bir kahvaltı pazar gününün olmazsa olmazıydı benim için. Dört yıl önce bir gün pazar kahvaltısı üzerine bir yazı yazmış, bu kahvaltıları daha güzel kılanın aile ile olması demiştim. Şükür ki kendi çekirdek ailemle bu haftanın pazarını kucakladık.
Hava kar ve soğukla geçen bir kaç güne inat çiçek gibiydi. Kendimizi biraz zorlayıp dışarı attık. İlk hedefimiz Kelime Müzesi oldu. Aman yarabbi benim kadar kelimelere tutkun biri bu müzeyi görmek için geç bile kalmış. Çok keyifli, samimi, görece interaktif bir müzeydi. Daha büyük olmasını tercih ederdim ama yine de beni hem eğlendirdi, hem düşündürdü hem de kelimelerle ne güzel oyunları kendimi bildim bileli oynadığımı hatırlattı bana.
Hemen ardından geçen haftaki yakın arkadaşlarımla sözleştiğimiz üzere buluştuk. Türk-Rus Dostluk Evi'ni ziyaret ettik. Burası çok da düzenli ve organize olmayan bir müze aslında. Sovyet dönemine ait bir salonda birbirinden farklı tablolar karşıladı bizi. Yine Belarus ülkelerinden ressamlara ait eserler gördük. En üst katında bizi bir görevli karşıladı. Önerisi üzerine 'samagon' isimli yerel bir içeceği kafe kısmında denemeye karar verdik. Bu içeceğin Romanov ailesinden geldiğini, Çar ve Çariçe'nin favori içeceği olduğunu bizimle paylaştı. Hatta yine içeceğin Kazak bölgesinden Romanov ailesi tarafından yapılarak kendilerine geldiğini ekledi. Kendimi tutamayıp o aileden kimseler kaldı mı ya diyerek zevzeklik ettim. Neyse ki gülüşmeler.. Masaya büyük shot bardaklarında birer içecek geldi. Saf anıma gelmiş olacak ki beyefendi hiç alkolden bahş etmediği için benim bitkisel bir soğuk içecek olarak düşündüm. Tek seferde içilmek adabıdır deyince uyandık ama üzerimizde garip bir baskı ile hep birlikte fondip yaptık. Aman yarabbi, dünyam ters döndü. Dördünüzde de bir sessizlik oldu. Sonrasında öğrendiğime göre alkol oranı %70lerde ev yapımı bir şey olduğunu öğrendim. (Gökhan kör olmayız inş. dedi sessiz sedasız) Beyefendi bir tebessümle yüzüme yorum bekler gibi bakıyordu. Kendimi tutamayıp; güzel bir deneyimdi! Dedim. (Gibi son bölümü izleyenlere selam)
Arkadaşım sessizliği bozmamak adına camdan bakarak içine içine güldü. Benim içtiğim alkolden beynim pelte. Sonrasında kendimizi kafenin terasına, Ankara'nın eşsiz gri manzarasına bıraktık. Beyefendi ile de dostane bir tokalaşma ile vedalaştık. Kendimi bir Rus kazığı yemiş gibi hissettim nedense.
Ulus'ta biraz salındıktan sonra pizza, playstation gecesi için evimizin yolunu tuttum. Bu defa beylere oyunu kaptırmayıp, kendimizi over cooked oyunumuzun sularına bıraktık.
Yetmedi tabi, canım dostumun güzel fikriyle kuğulu park a gidip yeni doğan minik kuğuları görelim dedik. Minik kuğular yoktu. Üzüldük. Bir kahve ile geceyi finalize ettik.
Pazar günleri, dostlar ve Ankara hala çok güzel.
5 notes · View notes
huzunluyol · 2 years
Text
Tabağım da ki aşım.
Deli dolu bir günden kalan.
Tatsız tuzsuz,
Üstüne sessizlik oyunu da hiç üzerime yakışmıyor.
Bilirim, savunmasizdir bütün dunyaliklar
Bilirim, her kes kendi derdine ağlar.
Sığ günler, geçmeyen zaman deminde
Kimsesizim, biçareyim.
Kaybolmuşum ben..h.h
Tumblr media
12 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
Anlaşılan bir Batılı için savaşın yarattığı büyük manevi bunalım, küçük ahlak kurallarını ortadan tümüyle siliyor.
Trevanian - Şibumi
 (  ‘İfade dolu bir sessizliği’ anlatmak isteyen çok sesli bir kitap.. * Zaman ancak içi boş olduğu zaman ağırdı* Şibumi, sıradan, olağan görünümlerin altında yatan gizli üstünlükleri anlatır.... Şibumi demek, bilgiden çok anlayış demek,ifade dolu bir sessizlik, kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçakgönüllülük demek.. Zarif bir basitlik,ruhsal rahatlama demek . İnanılmaz ölçüde karışık ve özgün bir roman kahramanı Nicholai Hel. Yarı Rus, yarı Alman asıllı koyu bir Amerikan düşmanı. Şanghay'da doğmuş, bir Japon generali tarafından büyütülmüş; bir Japon bilgesinden de "Go" oyunu öğrenmiş. Bask dili dahil yedi dili ana dili gibi konuşuyor. Plastik kartla ya da kurşun kalemle bir insanı rahatlıkla öldürebilecek ustalıkları da edinmiş. Üstün düzeydeki "yakın algılama" yeteneği yüzünden fotoğrafı bile çekilemeyen bu profesyonel terörist avcısı, terörcü, korkusuz mağaracı, yenilmez savaşçı ve gerçek feylosof, günün birinde emekli olarak yaşadığı şatosundan çıkıyor; amansız ve acımasız bir dövüşe katılır...) 
3 notes · View notes
mesutbahtiyarolacak · 2 years
Text
Tumblr media
(bu bir deneme olup düzeltilecek yerler bulunmaktadır. dikkate alınmamasını dilerim)
Son Perde
Gölgelerin son oyunu oynanıyordu sahnede.
Işığın raks ettiği perdede tüm söylenecek sözler söylenmiş, tüm hayaller kurulmuş, tüm temenniler dile getirilmişti aslında.
Herkes oyunun biteceğini hissetmiş gibi gözleri her ne kadar perdede olsa da, elleriyle ceplerindeki anahtarları yoklamaya başlamışlardı bile.
içindeki tüm kelimeleri sarfetmiş olmanın özgüveniyle olsa gerek, son bir cümle daha kurulmuştu karanlığı yırtarcasına.
Etrafı buz kesmiş gibi derin bir sessizlik kaplamıştı. Derin ve karanlık bir sessizlik. Bu karanlığı ne spotlar, ne bakışlar aydınlatabiliyordu. Herkes ifadesiz bir bakışla birbirlerini süzmeye çalışsa da, oyun tek kişilikti ve yine oynayan izliyordu kendisini aslında.
- Ben de içimdeki tüm sevgiyi içimde yaşar, hafifçe yürürüm yeryüzünün engin topraklarında.... diye seslendi titreyen bir ses tonuyla.
Anlaşılmamanın verdiği ürkeklikten olsa gerek yuvarlamıştı son cümleleri dilinde. Kendinde kabahat aramıyordu. İçten bir doğaçlama yapmıştı ve doğaçlama her oyunda mübahtı aslında.
Yine de son cümleyi kurmanın gururu mu, yoksa pişmanlığından mı bilinmez, utangaç bir tebessüm takmıştı yüzüne.
Saygıyla ama yüzündeki ağlamaklı sahte gülüşüyle eğilirken, uzaktan bir uğultu geldiğini duydu.
Çok uzaklardan gelen bir gök gürültüsünün son çırpınışları gibi bir sesti bu havadaki.
Hayal bulutlarını hafif hafif titreterek ilerliyor gibiydi.
Uzaklardan gelen ses de anlaşılmadığının farkında olarak tekrarladı yine. bu kez daha anlaşılır ama puslu bir ses tonuyla:
- Sevgini… dedi.
Sevgini tam öldürmeden,
gidemezsin....
14 notes · View notes
venusdelisi · 7 months
Text
O da istemişti sevmeyi sevilmeyi ama gökyüzünde bulacaktı yeryüzünde bulamadığı sevgiyi. Kanatlanıp uçacaktı birazdan, sonsuz diyarlara gidecekti. Yemyeşil ormanlara, düşler ülkesine gidecekti orada acımasızlık yok, sadece sevgi var çünkü. Giderken yanına alabilir miydi beyaz ayısını? İzin verirler miydi onunla gelmesine? Bu dünyada karşılıksız seven bi o vardı çünkü. Ayı kızmazdı, öfkelenmezdi hep sarılır göz yaşlarını silerdi. Yumuşacık sıcacıktı her zaman. Ağlarken sesini kimse duymasın diye bağrına basardı çok yardımseverdi.
O gece göğe gitmeyi denedi küçük kız. Kapandı gözleri soğuktu biraz. Tuhaf sesler geliyordu sanırım onu götürecek uzay mekiği gelmişti (!) Biraz tuhaf kokuyordu acımsı. Çığlık sesleri yükseldi, kız gülümsedi; geceleri kimse duymasın diye içine içine attığı çığlıklara benziyordu. Acı dolu, çaresiz. Düşündü; sanırım benim gibi göğe gitmek isteyen çocukların çığlığıydı bunlar.
Sessizlik. Karanlık. Öyle bir sessizdi ki orası düşünceleri bile susmuştu. Öyle karanlıktı ki; korkudan tir tir titriyordu. Düşler ülkesi neredeydi? Sevimli ayıcığı da yoktu. Her şey bi kandırmaca mıydı? Herkesin hayalini kurduğu sonsuz sevgi bir masaldan mı ibaretti? Kimse onu sevmeyecek miydi? Geri dönmek istedi küçük kız, o zifiri karanlık, düşüncelerini bile susturan o sessizlik çok korkutucuydu. O an bi ışık gördü. Görmesiyle uyanması bir oldu. Yeşil giyinmiş doktorlar vardı gözlerinin önünde; yemyeşil olan orman değil de ameliyat önlüğü müymüş? Sesler de uzay mekiğinden değil onu hayata bağlamaya çalışan makinalardan geliyormuş. Çığlıklar. Onlarda kapıdaki annesinden..
Göğe gitmek için kestiği bilekleri iyileşmiş, gökyüzünde düşler ülkesi olmadığını anlamış küçük kız. İçinde bir şeyler hep eksik kalmış. O zifiri karanlık hep içinde bir yerlerde yaşamış. Her gece o karanlığa gömülmüş... Gün ağarınca rahat bir nefes almış. Yeniden her gün oynadığı oyuna dönmüş; mutluluk oyunu...
Denemeler, 68
0 notes
26lal-efulim01 · 8 months
Text
Genç kız kafasında kulaklığı, kulakığında çalan şarkıya mırıldanarak eşlik ediyor arada etrafında dönüp dans ediyordu. Uzun yolda biraz daha yürüdükten sonra yaklaşık 5-6 metre ilerideki kalabalığa baktı. Çalan şarkıyı durdurdu ve oraya doğru ilerlemeye başladı. Çoğu kişi yukarıya bakıp bir şeyler söylüyor orada bulunan polisler ise birbirleri ile ne yapacaklarını konuşuyordu. Genç kız hafifçe kafasını yukarı kaldırdı ve orada ne olduğuna baktı. Yüksek katlı bir binanın tepesinde ; kilolu, yüzü yara içinde birisi duruyordu. Polislerin yanına giderek ne olduğunu sordu genç kız. Polis anlatmaktan bıkmış bir şekilde " 17 yaşında bir erkek intihar etmek için oraya çıkmış belli, kimseyi yanına yaklaştırmıyor biz de aşağı inmesi için ikna edemiyoruz. " dedi. Genç kız polise onun bir tanıdığı olduğunu söyleyerek yanına gitmek istedi. Polis bunun imkansız olduğunu çünkü her kimse yanına gelmeye kalkınca atlamakla tehdit ettiğini söylemişti. Genç kızın ise verdiği tek cevap şu olmuştu " Atlayamaz. "
Genç kız binanın merdivenlerini tırmanırken aklındaki düşüncelerle boğuşuyordu.Nihayet çatının kapısının önüne gelince kapıyı açtı ve gözüne giren güneş ışığını engellemeye çalışarak elini gözünün önüne koydu. Yavaş yavaş genç adamın yanına yaklaştı. Genç adam ise aşağıya bakarak bir şeyler söylüyordu. Genç kız aniden genç adamın yanına çıkınca genç adam olduğu yerde titremişti. Genç adam acıyla bağırdı " Buraya nasıl geldin! Aşağıya atlarım eğer gitmezsen! " Genç kız kendisinden yaşça küçük olan çocuğa baktı ve polislere verdiği cevabın aynısını verdi "Atlayamazsın".
Genç adam kendisinden yaşça büyük olan bayana şaşkınlıkla baktı. Çünkü böyle bir şey beklemiyordu. Yaşadığı şeyler artık ona fazla gelmiş ve kendisini bu çatıda bulmuştu. Ne yapacağını bilmiyordu, artık nasıl yaşayacağını bilmiyordu.
Genç kız , genç çocuğa bakmadan konuşmaya başladı. " Ailen seni dövüyor diye, kilondan dolayı dışlanıyorsun diye ve ne yapacağını bilmiyorsun diye intihar mı edeceksin? "
Genç adam, genç kızın nasıl bu kadar yüksekten korkmadan ileriye cesurca bakarak konuştuğunu anlamamıştı. Ayrıca yaşadığı her şeyi bir çırpıda ve aşağılayarak anlattığı için öfkeyle bağırdı " Bunları nerden biliyorsun ve benimle böyle alay ederek konulamazsın! ".
Genç kız, genç çocuğa kendisinden kısa olduğu için kafasını eğerek baktı ve konuştu "Zor olmadı".Gerçekten de öyleydi, zor olmamıştı.
Parçaları birleştirerek bir şeyler bulmuştu kendince. Ailesinden haber alınamıyor, yüzü yara bere içinde, ve kilolu. Başka ne gelirdi insanın aklına?
Genç adam, genç bayanın öyle konuşmasına ve böyle davranmasına sinir olsa da bir şey demedi. Çünkü bulunduğu yükseklik onu korkutmaya başlamıştı. Aslında yapacağını şeyden çoktan pişman olmuştu ama hala bir yanı yapmak istiyor diğer tarafı ise koşarak burdan uzaklaşmak istiyordu. Ne yapacağını tekrar bilmediğinden ayakta durduğu yere yavaşça oturdu ve göz yaşları akmaya başladığı için onları sildi.
Genç kız, genç çocuğun oturduğunu görünce o da yanına yavaşça oturdu. Hala ileriye bakıyordu. Gözlerini gökyüzündeki buluttan ayırmadan konuştu " Hayatın bir binanın çatısından atlamak için çok mu kısa? Hayattan korktuğun için mi atlayacaksın yoksa basit birkaç sebepten dolayı mı? Aşağılanmak, dışlanmak,dövülmek ve hiçe sayılmak kolay şeyler değil elbette. " Kafasını genç çocuğa çevirdi. " Ama sandığın gibi zor şeyler de değil. Önemli olan onlarla nasıl başa çıktığındır. Hayatının ana karakteri sensin. Sadece sen, hayatın bir tiyatro oyunu ve sen tiyatroda doğaçlama yaparak oynayan bir oyuncusun.Ne yapacağın sana bağlı. Şuan sen burada bulunarak tiyatroyu bitirmek istiyorsun. Tiyatronun kötü bir sonu olacak. Peki ya iyi sonlu biterse? Bunu istersin değil mi? "
Genç adam, genç bayanın dediklerini dikkatle dinledikten sonra onaylamak için kafadını salladı. " Evet bunu isterim" .
Aralarına sessizlik girmişti bu konuşmadan sonra. Genç adam, yanındaki genç bayanın dediklerini düşünüyor, genç bayan ise genç çocuğun söylediklerini hazmetmesini bekliyordu.
Kısa bir süre sonra genç adam ayağı kalktı ve çıktığı yerden aşağı indi. Genç kız genç adamın aşağı indiğini görünce gülümsedi ve yavaşça onun yanına adımladı.
Aşağıda onları izleyenler ise çocuğun aşağı indiğini görünce sevinmişler ve heyecanla yanlarına gelmelerini bekliyorlardı.
Genç adam, genç bayana baktı ve "Tiyatromun mutlu bitmesini istiyorum. Teşekkür ederim. Karar verdim, kilo vereceğim, aile işlerini de bir şekilde yoluna koymaya çalışacağım. Kim bilir belki yurt benim için daha iyi bir yerdir."
Genç kız duydukları karşısında gururla gülümsedi ve tekrardan gökyüzüne baktı. Genç adam, genç bayanın bakışlarını takip ederek baktığı yere baktı. Sanki kendisine söylediği şeyleri oradan okuyor gibiydi. Ama baktığı yerde sadece bulutlar vardı ve masmavi gökyüzü. Kendisi için sadece bir gökyüzünden ibaretti orası. Genç bayan için ise bir not defteriydi sanki gökyüzü. Bazı şeyleri söylemek için bir yere bakmaya gerek yoktur.ilham kaynağı her şey olabilir insan için, çiçek, gökyüzü, birisi, bir canlı ya da en basitinden bir eşya.
Genç adam yanında duran bedene baktı. Onu bu kadar nasıl iyi anlamıştı ki? Bir yerden onu tanıyor olabilir miydi?
Aslında cevap çok basitti. Genç adam düşünememişti o an bunu. Genç bayanın yaşadıklarını yaşadığını ve gökyüzünün onu kurtardığını anlamamıştı.
Kimisi için sadece bir mavilikten ibaret olan gökyüzü bir insan için bir kahramandı.
Bu yüzden onun kahramanı olan gökyüzü için pilot olmuştu genç kız.
Beraber aşağıya indiklerinde tüm kalabalık genç kızı alkışlıyordu. Genç kız ise onlara ifadesiz bir şekilde bakıyordu. Çok mu zordu benim yaptıklarımı yapmak diye düşündü. O daha çocuk nasıl engel olamazsınız diye içinde kızıyordu onlara. Herkes kendisine göre haklıydı bu durumda.
Genç adam, polislerin yanından genç bayanın olduğu yere baktı. Göz göze geldiklerinde genç bayan hafifçe gülümsedi ve eliyle asker selamı verip kafasına kulaklığını takarak oradan uzaklaştı.
Genç adam ise genç bayanın gittiği yere baktı bir süre. Ardından kafasını gökyüzüne çevirdi. Birisi için mavilikten ama bir başkası için kahramandan ibaret olan gökyüzüne....
1 note · View note
Levent odaklanmış bir adamdır.Yarı Türk, yarı Alman asıllı, koyu bir Amerikan düşmanı, Şangay'da doğmuş, bir Japon generali tarafından büyütülmüş; bir Japon bilgesinden de "Go" oyunu öğrenmiş; Baskça dahil 18 dili ana dili gibi konuşan; plastik kartla ya da kurşun kalemle bir insanı rahatlıkla öldürebilecek ustalıkları edinmiş; bir odadaki tüm eşyaları bir silaha çevirebilecek donanıma sahip; üstün düzeydeki "yakın algılama " yeteneği yüzünden fotoğrafı bile çekilemeyen, profesyonel anarşist, terörist avcısı,korkusuz mağaracı, yenilmez savaşçı ve gerçek feylosofdur. Emperyal dünya düzencileri tarafından baş düşman ilan edilmiş ve tüm dünyada aranan birisiydi. Kimse, Levent ile direkt olarak çalışan, onu tanıyan ya da gören birini bilmezdi. Herhangi biri Levent için çalışabilirdi.Bilemezdiniz. Bu da onun gücüydü.Levent'in yaptığı en büyük kurnazlık tüm dünyayı yaşamadığına inandırmaktı.Bir süre sonra, kimse Levent'in gerçek olduğuna inanmamaya başlandı ve söylentiler çıkmaya başladı. Kendisinin iyiliğini ve yeteneklerini kullanarak, sosyalizmi getireceğini iddiaa eden bir grup anarşistin, kapitalist olması üzerine, o gruptaki herkesi, sonrasında ailelerini ve tüm akrabalarının tamamını hatta onlara en ufak borcu olanları bile en köklü komünist olmasını sağlayıp, ortadan kaybolmuştu. Bu, tüm anarşitlerin ve koministlerin arasında efsane olarak anlatıldığı, kapitalistlerin ise çocuklarını korkutmak için anlattıkları bir hikayeye dönüşmüştü. Hatta bir rivayete göre Lenin ve Stalin bir gün konuşurken, Lenin “Tanrı’ya inanmam ama ondan korkarım” demişti, Stalin ise ise Tanrı’ya inanıyorum ve beni korkutan tek şey Levent" demişti. Tarihler ilerlemişti, büyük buhranlar geçmiş, sanayi devrimi olmuş, savaşlar yapılmıştı. Tarihin ortanca çocuklarının bir amacı ya da yeri yoktu. Lanet olsun, bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor ya da beyaz yakalı köle olmuştu. Bizim büyük savaşımız kendi ruhlarımızlaydı. Büyük ruhlarımız ise hayatlarımız olmuştu.Bütün umutlar yok olmuş, her şeyimizi kaybetmiş ve özgür kılınmıştık. Tekrar kulaktan kulağa laflar dolaşmaya başlamışt��. Levent ismi geçiyordu tüm fısıldamalarda. Levent'in görevi dünya demokrasisini korumaktı, uygulamak değildi deniyordu. Herkes beşinci günün şafağını beklemeye başlamıştı...   --o esnada havada derin bir sessizlik vardır, iki adam birbirlerine bakarlar, ilk sessizliği bozan Volkan olur-- Volkan - Sonunu bir türlü getiremiyorum. Çarpıcı bir son olması için siyah atıyla tepeden aşağıya mı inse ya da arabasıyla spinler ata ata meydana falan mı inse? yoksa bir fucking pencil ile mi çıksa? Levent : Bu ne Volkan anlamadım, kitap arka kapağı mı, film fragmanı mı, ne bu? V:Kitap diye düşüdüm ama film de olur bak, seri bile olur. Levent1, Levent2, gider dört, beşe kadar. L:Baya baya beni Nicholai Hel'e, John Wick'e, Tyler Durden'a, Kayser Soze'ye, Gandalf'a çevirmişsin Volkan. V:Ben olamıyorum kahraman, bari seni yapayım dedim. L:Bari derken övünsem mi üzülsem mi bilemedim? V:Hayır, hayır sevin tabii ki. Ben beceremiyorum işte, hep hüsran , hep bir sıkıntı. L:Neymiş sıkıntı? V:Ne yapsam olmuyor. L:Ne olmuyor? V:Birileri için bir şeyler yapmıyor oluyorum. Benim için ne yaptınlarlarla bitiyor cümleler, toksik oluyormuşum sonunda. L:Ee beni kahraman yapmışsın, benim için bir şey yaptın diyebiliriz. V:Güzel bir çıkarım ama beni sakinleştirme çaban da mesleki deformasyon.Zaten süre dolunca kovarsın beni buradan. L:Sonuçta işimi yaptığımı gösteriyor sanıyorum, kovulma noktasında da haklılığımı dile getirmeme gerek yok diye düşünüyorum. V:Şuan kim kime terapi yapıyor? Kahraman yaptım, seri filmler çektim, kitaplar bastım adına, sonuç, Volkan benim için ne yaptın? L:Lan dümbük, sana dedik ya beni kahraman yapmışsın işte, daha ne diyeyim, bak yine nabzımı yükselttin durduk yere. V:Dur bir hemen celallenme, işte sıkıntı burada iyi bir şey yaparken bile sinirleniyor karşı taraf, onu anlamadım. L:Bana mı yürüyorsun sen? V:Eee pes vallahi, nerelere geldi olay. L:Benim için ne yaptın Volkan? V:Bak küfür edeceğim bu sefer. L:Tamam lan tamam, şaka. Şaka maka derken geldik mi yine bir seansın sonuna. V:Sezon finali gibi seans sonlarımız, kocaman bir soru işareti ile kalıyor, acaba ne olacak? L:Merak ilgili uyandırır. V:Bana ilgi değil de maddi durumlarımı uyandırıyor.Yine zam geldi değil mi? L:Haliyle Volkan'ım, bunlar hep kurdan. V:Lan psikolojide mi yurt dışından ithal ediliyor? L:Ne sandın! V:Kitabın sonu şöle olacak; herkes beşinci günün şafağını beklemeye başlamıştı ama bi sike yaramadı. L:Kırıldım biraz ama neyseki çıkışta parayı verdiğin an unutacağım. V:Kahrolası federaller, toksikçiler. L:O zaman senin üç hayırla uğurluyoruz. V:Diğer seansa daha iyi hazırlanıp geleceğim. L:Selametle canım. V:Bir mukalele bebişim. L:Bilmukabele diye düzeltmeye kıyamadım. V:Işınlanarak gidiyorum o zaman. L:Uzay zaman büküntün pek olsun yiğidim.
1 note · View note
benimpencerelerim · 2 years
Text
MAVI MANIPULASYON
TİMUR SOYKAN
2022.09.19 06:30 Soygun çarkının dört ayağı
Türkiye’nin en büyük rüşvet ve yolsuzluk skandallarından biri ortaya çıktı ancak; yargı yine harekete geçmiyor. Piyasada konuşulanlara göre bu soygun çarkının sadece bir ayağını Ali Fuat Taşkesenlioğlu ve ekibi oluşturuyor. Şirketler, aracı kurumlar ve manipülatörler de vurgunun önemli aktörleri
Bir eşik daha aşıldı.
Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Borsa ve Saray’ı birbirine bağlayan rüşvet ağı 85 milyonun gözleri önünde örtülüyor. Kirli aktörler, deliller, yazışmalar, kayıtlar, rüşvetin toplandığı adresler ortada ama haftalar geçmesine karşın bir operasyon yok. Sadece rüşvet ağıyla ilgili itiraflarda bulunan Ünsal Ban tutuklu. Üstelik rüşvet ve yolsuzluk suçundan değil eşi AKP Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu’nun görüntülerini ifşa ettiği için cezaevinde.
Peki suç aleniyken yargının harekete geçmediği bu çarpık, ucube sistemde gazeteci ne yapacak? Çoğu zaman belge yok, çünkü yargı işini yapmıyor, soruşturma ilerlemiyor. Gazeteci belge yok diye susacak mı?
Mecburen rüşvet ağının izlerini tanıklarla konuşup kulaktan kulağa yayılan bilgilerde süreceğiz.
Rüşvet ve yolsuzluk ağının merkezindeki isim; Ali Fuat Taşkesenlioğlu. Geçmişi malum; FETÖ’nün bankası Bank Asya’da 16 yıl yöneticilik yaptı ama ona hiç dokunulmadı. Bank Asya’da şüpheli 100 milyon dolarlık krediye imza attığı için hakkında hazırlanan BDDK raporu yok edildi ve Halk Bankası Genel Müdürü yapıldı.
KURDA KUZU EMANET EDİLDİ
İddiaya göre; Halk Bankası genel müdürüyken müteahhitlerle arası çok iyiydi. Kredi musluklarını kendisine gelen çantalar dolusu rüşvetle açtığı da kulaktan kulağa yayılmıştı. Büyük inşaat şirketlerinin sahipleriyle Bodrum’da ortak araziler aldığı, emanetçisinin hemşerisi K.U. isimli bir müteahhit olduğu da konuşuldu.
Bank Asya geçmişi ve tüm bu rüşvet iddialarına karşın Ali Fuat Taşkesenlioğlu’nun hızlı yükselişi sürdü ve 17 Nisan 2018’de SPK Başkanlığı’na atandı. SPK’nin görevi; yatırımcıyı manipülasyona karşı korumak, piyasanın adil ve etkin çalışmasını sağlamak. Bu kurumun başına Ali Fuat Taşkesenlioğlu’nu getirmek kurda kuzu emanet etmekten farksızdı.
SPK BAŞKANI’NIN 101 OYUNU
Aracı kurum yöneticileri, Boğaz’a hançer gibi saplanan Gökkafes’teki SPK’nin İstanbul temsilciliğine Ali Fuat Taşkesenlioğlu’nu tebrik etmek için gelmişti.
Taşkesenlioğlu’nun ilk sözü şöyleydi:
“Ben FETÖ’cü değilim, hiçbir zaman FETÖ’cü olmadım.”
Oysa bunu kimse gündeme getirmemişti.
Bir tanık Ali Fuat Taşkesenlioğlu’nu daha yakından tanımak için bir özelliğinden bahsediyor:
“Okey taşlarıyla oynanan 101 oyununu çok sever. Sabahlara kadar bu oyunu oynar. Parasına oynamaz ama kaybetmeye tahammülü yoktur. Taş çalar, kavga çıkarır. Çok agresif ve takıntılı bir yapısı var.”
Bunlar ne kadar doğru bilinmez ama başaktörü olduğu rüşvet skandalı da hırsını ortaya koyuyor.
SOYGUN ÖNCESİ SESSİZLİK
Finans ve yatırım dünyasındaki tanıklıklara göre; Ali Fuat Taşkesenlioğlu’nun SPK’nin başına gelmesiyle rüşvet planı işlemeye başladı.
İlk 8 ay boyunca halka arz ve bedelli sermaye artırımı başvurularının çoğunluğu reddedildi ya da yanıt verilmedi. Danışmanlar ve şirketler arasında “Ne yapalım, nereye, ne kadar ödeyelim” konuşmaları başlamıştı. Bu sırada C.U. isimli bir kişi SPK’deki işleri çözebileceğini söyleyerek bazı bekleyen dosyalarla ilgili piyasaya çıkmıştı. Rivayete göre; C.U. Bodrum’da yatında Ali Fuat Taşkesenlioğlu’nu sıklıkla ağırlamaktaydı. Bu ilişki kulaktan kulağa yayılmıştı. 2019’da C.U. İzmir merkezli bir şirketin sahipleriyle buluştu. Bu şirket, bir yılı aşkın süredir yaklaşık 30-40 milyon liralık halka arz için yaptığı başvuruya yanıt alamamıştı. C.U. ile görüşmelerinden hemen sonra SPK uzmanı şirket ziyaretini yaptı. SPK ile bağlantısını kanıtlayan C.U. “4 milyon TL istiyorlar” dedi. Şirket bu parayı ödemediği için halka arz başvurusu 2 yıl bekletildi. Normalde halka arz başvuruları 5-7 ay içinde sonuçlanıyor.
Bazı danışmanlar rüşvet taleplerini şirketlere iletirken SPK muslukları açmaya başladı. Piyasanın deneyimli isimleri bugün “SPK Başkanı’nın bu rüşvet ağının başında olabileceğini hiç düşünemedik. Bir daire başkanı ya da bazı memurların işler çevirdiğini zannetmiştik” diyor.
İMKANSIZ İŞLEMLER TAHTADA
Ancak kısa süre sonra imkansız zannedilen işlemler tahtalarda görünmeye başlayacaktı. Piyasa kurallarına tamamen aykırı olan halka arz ve bedelli sermaye artırımlarına Ali Fuat Taşkesenlioğlu’nun başkanlığındaki SPK onay veriyordu. İşin uzmanları, tahtalardaki manipülasyonları hemen anlamıştı. Bazı içi boş şirketlerin veya matruşka gibi iç içe şirketlerin kasası, halka arz ve bedelli sermaye artırımı ile dolduruluyor, hisse fiyatları manipülasyonlarla şişiriliyordu. Şişirilmiş hisse fiyatlarından şirket sahipleri Borsa’da ortak satışı yapıyor, patronlar cebini doldururken rüşvet verdiği parayı da çıkıyordu. Hisseler düştüğünde tek kaybeden binlerce küçük yatırımcıydı. Kağıtları düşük fiyattan yeniden toplayan patronlar bu tuzaklı yoldan çıktıklarında ceplerindeki parayı katbekat artırmış oluyordu.
Bu sırada iktidar, ekonomi politikaları ile küçük yatırımcıyı borsaya itiyor, yatırımcı sayısında rekorlar kırılıyordu. Halka arzlarda rekor artış yaşanıyor, büyük çoğunlukla iktidara yakın şirketlerin büyük paralar toplaması sağlanıyordu. Yani sadece küçük yatırımcı dolandırılmıyor, büyük sermaye transferi yapılıyordu.
2020 yılında Ali Fuat Taşkesenlioğlu’nun adamı olarak Nedim Özbek ismi duyuldu. (Sedat Peker ifşalarında halka arz için SPK’ye başvuranların Nedim Özbek’e yönlendirildiğini söylemişti.) Ağabeyi SPK Başkanı olan AKP Erzurum milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu’nun danışmanlık şirketi de devredeydi. Başka danışmanlar da rüşvet ağının içine yerleşmişti.
TESLA VE RÜYA ÇİFTLİĞİ
Zehra Taşkesenlioğlu ile 2019’da evlenen Ünsal Ban ise piyasalarda fırtına gibi esiyordu. Artık halka arz olmak için başvuran şirketlere aracı kurum yetkilileri “SPK izni için Hoca ile görüştünüz mü?” diye soruyordu. “Görüşmedik” diyenlere randevu alan aracı kurumlar türemişti.
Ünsal Ban çok cüretkardı. İlk zamanlar bazı şirket patronlarını, Bolu Mengen’deki Rüya Çiftliği’ne çağırılıyordu. 250 dönümlük, lüks lokantalar, ağaç evler ve otel bulunan çiftliğe Ünsal Ban, Bolu plakalı Tesla marka aracıyla gelirdi. 200 milyon lira değerindeki bu çiftliğini daha sonra şoförü Ahmet Karakaş’ın üzerine geçirecekti.
Rüşvet pazarlıklarının diğer adresi ise Ankara’da kamu bağlantılı karanlık işlerin en önemli merkezi Next Level’dı. Borsa patronları, Ali Fuat Taşkesenlioğlu’na ulaşamayınca Next Level’daki danışmanlık şirketine yönlendiriliyordu. Ünsal Ban burada rüşvet tarifesini önlerine koyuyordu.
GÖKDELENDEKİ 54 NUMARA
İddialara göre; bir süre sonra İstanbul’da da ofis kullanmaya başladılar. Maslak’taki bir gökdelenin 14. katında 54 numaradaki danışmanlık şirketinde rüşvet pazarlıkları yapılıyordu. Bu ofiste Ünsal Ban’ın yanında AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Samsun Milletvekili Çiğdem Karaaslan’ın eşi Direnç Karaaslan vardı. Direnç Karaaslan, parmağındaki Osmanlı tuğralı büyük yüzüğüyle oynarken rüşvet oranlarından ve Borsa’ya açıldıktan sonraki hisse fiyatının nereye ve nasıl çıkarılacağından bahsediliyordu.
YÜZDE 3 BİN ORANLI SERMAYE
Hiç olmayacak işler SPK bültenlerinde yayınlanıyordu.
Mesela 2020’de 6 milyon 750 bin TL sermayeli, üstelik yüzde 70’i fiili dolaşımda yani halka satılmış bir şirkete, yüzde 3 bin 85 oranıyla bedelli sermaye artırımı izni çıktı. Bu daha önce görülmüş bir örnek değildi. İddiaya göre; bu şirketin sahibi Ali Fuat Taşkesenlioğlu ile görüşmüş ve “Kurulda şu an senin profilin bozuk, 3 ay sonra seni arayacağım” yanıtı almıştı. Gerçekten 3 ay sonra inanılmaz orandaki bedelli sermaye artırımı SPK’dan onay aldı. Şirket 200 milyon TL üzerinde yatırımcıdan para topladı, hisse fiyatı bedelli öncesi yapılan manipülasyonla 10-13 TL den 250 TL ye çıkartıldı, bu esnada patron yüksek fiyattan ortak satışı yaptı.
Bir başka çok konuşulan iddiaya göre; bir gayrimenkul yatırım ortaklığı şirketinde, bedelli sermaye artırımı için şart olan izahname bile SPK’ya sunulmadan onay kararı çıkmıştı. Karardan haftalar sonra izahname sunuldu. Yüzde 80’i halka açık olan, yatırımlarının çoğu yurtdışında olan şirketin patronu hiçbir taahhütte bulunmadan piyasadan 1 milyar lira toplayacaktı. Bu patronun Ali Fuat Taşkesenlioğlu’na 20 milyon lira rüşvet verdiği iddia ediliyordu.
ARACI KURUMLAR KAZANDI
Yatırım piyasalarındaki konuşmalara göre; rüşvet tarifesindeki oranlar halka arz veya bedelli sermaye artırımının yüzde 5 ile yüzde 10’u arasında değişiyordu. Ancak rüşvetin 5 milyon liradan az olmaması şartı vardı. Tabii ki tek kazanan onlar değildi. İddiaya göre; bu süreçte işbirliği yaptıkları aracı kurumlar da servetler kazandı. SPK Başkanı’ndan aldıkları cesaretle yasaya, mevzuata aykırı işlere imza atıyorlardı. Eski SPK yöneticilerinin de aracı kurumlarda çalışması dikkat çekiciydi. Ali Fuat Taşkesenlioğlu’ndan önce SPK koltuğunda oturan Vahdettin Ertaş bile, daha önce büyük manipülasyonlarla gündeme gelmiş bir ismin şirketinde danışmanlık yapıyordu.
Büyük halka arzları, Ünsal Ban ile ilişkili, iktidara yakın aracı kurumlar tek başına yapıyor ve sadece istediğine hisse satıyordu. Oysa bu SPK’nin amaç maddesine aykırı olduğu gibi, Pay Tebliği’nin oransal eşitlik ilkelerine de aykırıydı. Bu işlemler SPK’ye defalarca bildirildi ama bir sonuç çıkmadı.
Birkaç aracı kurumun, 2020’de yatırım bankası kurmak için BDDK’den izin alması da finans dünyasında şaşkınlık yaratmıştı. Aracı kurumların aldıkları komisyonlarla yatırım bankası açacak noktaya gelmesinin imkansız olduğu anlatılıyor.
‘ORTAK SATIŞ’LI DÜMENLER
Ali Fuat Taşkesenlioğlu’nun döneminde pek çok halka arz ‘ortak satış’lı oldu. Yani halka arz ve bedelli sermaye artırımı ile şişirilen hisselerin karlarının hepsini patronlar topladı. Sadece patronlar ve rüşvet ağı ceplerini doldurdu.
2020’de toplam halka arz büyüklüğü 1 milyar 258 milyon TL’ydi. Bunun yüzde 38’i ortak satışıydı: 477 milyon 500 bin TL. Bedelli sermaye artırımı ise 780 milyon 600 bin TL olmuştu. 2021’e gelindiğinde ise halka arz büyüklüğü fırladı. 1 milyar 258 bin TL’den 22 milyar 574 milyon TL’ye çıktı. Bunun yaklaşık 12 milyar TL’si ortak satışıydı. Ortak satışı oranı yüzde 52.69’a çıkmıştı. 2022 Eylül ayı itibarıyla halka arz büyüklüğü yaklaşık 13 milyar TL. Bunun yaklaşık 6 milyar TL’si ortak satışı. 2022 oranı yüzde 45’i geçti.
MANİPÜLATÖRLERE YÜZDE 25
Elbette bu çarkta manipülatörler çok önemliydi. Bazı büyük aracı kurumların manipülasyon organizasyonlarını yönettiği de iddialar arasında. “Tahtayı yapmak lazım” diyorlar ve manipülatörler için yüzde 25 istiyorlardı. Anlaşma sağlandıktan sonra özellikle internette büyük bir ağa sahip olan manipülatörler kağıdı yükseltip indirecek haberleri yayıyordu. Sedat Peker ifşalarında bahsettiği gibi ‘Borsa Gündem’ isimli sitenin de bunun için kullanıldığı uzun zamandır konuşuluyordu.
Yüzde 10 rüşveti Ali Fuat Taşkesenlioğlu’nun şebekesine veren şirketler, yüzde 25’i de manipülatörlere teslim ediyor yine de kazançlı çıkıyorlardı. Çünkü para küçük yatırımcıdan geliyordu.
Tahtaya bakan herkes hisseleri 10 liradan 73 liraya, 3 liradan 21 liraya fırlayan şirketleri gördü. Bu kağıtların hızlı düşüşüne de tanıklık ettiler. Ama bunları incelemesi gereken SPK’nin başındaki kişi zaten kirli tezgahın merkezindeydi. Toplam 2.5 milyon yatırımcının bu süreçte parasını büyük oranda kaybettiği tahmin ediliyor.
1 MİLYAR TL’LİK VURGUN
Ali Fuat Taşkesenlioğlu’nun döneminde 33 milyar TL halka arz, 22 milyar TL bedelli sermaye artırımı yapıldı. Toplam para; 50 milyar TL. Piyasadaki deneyimli isimler bu dönemde en az 1 milyar TL’lik rüşvet toplandığını öne sürüyor.
Şimdi Ali Fuat Taşkesenlioğlu hakkındaki rüşvet ve devasa mal varlığı iddiaları ortada duruyor. Kardeşi Zehra Taşkesenlioğlu ile Ünsal Ban’ın 5 yıllığına 3 milyon 850 bin avro ödediği tekne Yunanistan’da demirli. Yurt dışında her gün yeni bir gayrimenkulleri ortaya çıkıyor. Zehra Taşkesenlioğlu’nun Ünsal Ban’a elden 2.5 milyon dolar verdiğini de biliyoruz. Ülke babalarının çiftliği olmuş ve gizli mal varlıkları sadece tahmin edilebiliyor. Hepsi gözümüzün önünde yaşandı. Haftalar geçti ve 85 milyonun vergileriyle var olan yargı bu güruha karşı bir adım atmadı. Bu süreçte hangi deliller yok edildi, konuşabilecek kimler susmaya karar verdi?
Artık Türkiye’ye “Muz Cumhuriyeti” demek ‘Muz Cumhuriyeti’ne hakaret.
0 notes
yeryuzugokyuzu · 2 years
Text
14/03/2022
· 00:36
aklım yine karmakarışık.
‘hâlâ mı düşünüyorsun? hâlâ mı üzülüyor, önemsiyorsun? ve hâlâ niçin bir neden bir cevap arıyorsun?’ diye kendime soruyorum... kendine kızmak ve sitem etmek, kendine engel olmak, düşünmemeye zorlamak, kaçmak.. hepsini yapıyorum. yine bir şekilde aynı yerde ayağım takılıyor, sendeliyorum.
artık içimden geldiği, aklıma estiği gibi yazmıyorum. yazamıyorum. uzun zaman olmuş bir mektup yazıyorum demiştim, uzun uzun yazdım. çok uzun... gördüğüm, bildiğim, fark ettiğim, düşündüğüm, hissettiğim çoğu şeyi günlerce paragraf paragraf ekleyerek yazdım. o kadar fazla oldu ki... ve sonra bir gün hepsini sildim, fazla düşünmeden, ani ve hızlı bir kararla sildim tüm yazdıklarımı. çünkü biliyorum, sadece bir dakika düşünsem veya tereddüt etsem silmek yerine gönderecektim. ama yine aynı sonuçla karşılaşacaktım. uzun upuzun bir sessizlik... kayıtsızlık, cevapsızlık ve bilinmezlik. ardından üzülmemek, düşünmemek için kendimi kontrol edemeyeceğim günlerle boğuşacaktım.
bir şey değişecek miydi yazdığım onca şeyden sonra? şimdiye kadar yazdığım, söylediğim herhangi bir şey ufacık bir değişmeye, güzel bir şeye sebep olabilmiş miydi? bir işe yarayacak mıydı? kime ne faydası vardı? umrunda olacak mıydı? hiç önemli olmuş muydu ki? bu sorular ve daha fazlası engel oldu bu defa. daha fazla canımın yanmasından uzak durmaya çalıştım fakat ne kadar başarabildim meçhul.
günler, haftalar ve aylar... benim yokluğumun hiçbir etkisi yokmuş demek ki. hatta belki de rahat etti, onun için daha iyi oldu, böyle iyi ve daha mutlu... belki rahatsızlıktan, fazlalılıktan başka bir şey değildi varlığım orada. ve yine belki de susmam, durmam dört gözle bekleniyordu. bilmiyorum. hiçbir şeyi bilmiyorum. hiçbir zaman da bilemeyecek gibiyim. bilmeye, cevaplara, cümlelere, zaman harcamaya ve çabaya değer görülmemişim. ...
günler çok da iyi geçmedi, geçmiyor... sadece öyle veya böyle zaman geçsin diye idare ediyorum, gündelik işler ve kendimle ilgili olmayan birçok şey ile günleri bitiriyorum. bazı şeyler beni deli ediyor ve ben yine de susuyorum. eskiden olduğu gibi... olmak istemediğim zamanlardaki gibi. çok fazla şey oluyor, katlanamayacağım şeyler, ben içime atıp dişimi sıkıp öylece duruyorum...
kendime küçük mutluluk anları yaratıyorum. birkaç dakika, birkaç saat... kendimi kandırma oyunu oynuyorum. dünyada olan çok fazla şey; çok yorucu, üzücü, akıl almaz ve korkunç.. ve ben de zavallı insan topluluğunun bir parçası olarak kendi küçük dünyam ve dertlerim ile dünyanın ve hayatın dertleri, acıları arasında sıkışıp kalmış haldeyim.
sadece güzel bir şeye, bir umuda, bir sıcaklığa, yakınlığa tutunmuştum. tutunabilirim sanmıştım. ben biraz fazla yürekliymişim sanırım...
bilmiyorum.
· 02:20
11 notes · View notes
istanbuldndr · 2 years
Text
Tumblr media
"Off...Yeter artık anne ya! Yine mi yatağı ıslattın? Yeminle vereceğim seni sonunda huzur evine. Sen de kurtulacaksın, ben de..." diye söylendi kadın.
Annesi uzun zamandır yatalaktı ve konuşamıyordu. Kızının sözleri üzerine kalp atışları hızlandı. Elleri terledi. Dudaklarını kımıldattı. "Güzel kızım özür dilerim. İnan bilerek yapmadım. Vallahi farkında bile değilim. Çok özür dilerim." diyecekti. Diyemedi. Yatağın ucunda duran ve öfkeyle kendisine bakan kızıyla göz göze geldi. İki damla yaş daha fazla kirpiklere tutanamayıp, önce yanaklara, sonra da göğsüne damladı.
"Hah! Şimdi de ağla...Yahu asıl ağlaması gereken benim anne ben. Senin yüzünden Hayri'yle ayrılma noktasına geldik. Adam da haklı. Evinde bile rahat edemiyor. Sen ne güzel ağlıyorsun da söylesene ben kime ağlayayım. Aylardır sana bakıyorum, altını temizliyorum, Bıktım yeminle bıktım..."
Araya kızgın bir demir gibi sessizlik girdi. Kadın söylene söylene yatak çarşaflarını değiştirdi. Annesi kızını daha fazla kızdırmamak için gözlerini kapattı. Biliyordu çocukcaydı ama sanki gözlerini kapatınca orada yokmuş gibi oluyordu. Son zamanlarda bulmuştu bu oyunu. Ne zaman evdekiler ona söylense, sitem etse, çemkirse, kötü davransa, o hemen gözlerini kapatıyordu.
Kadın hışımla yerdeki ıslak çarşafı alıp odadan çıktı. Annesi yine yalnızlığıyla başbaşa kalmıştı. Derin bir nefes aldı. Aldığı nefes göğsüne saplandı.Başını usulca pencereye doğru çevirdi. Pencerenin önünde duran ve ha kurudu ha kuruyacak bir tek kırmızı güle baktı. Bu odada yattığı zamanda, gül ona arkadaşlık etmişti. Sırlarını onunla paylaşmıştı. Ama gül de bakımsızlıktan önce yapraklarını dökmeye başlamış, sonra da boynunu eğerek dalından kopmuştu.
"Gidiyoruz galiba ikimizde." dedi. "Vakit geldi değil mi?"
Gül cevap vermedi. Kadın da onu zorlamadı. "Sen de haklısın. Öleceğimizi bilmek kolay değil ama inan böyle ben burada yatağın ucunda, sen orada dalın ucunda yaşamakla ölüm arasında sallanıyoruz ya, inan bu da hiç kolay değil. Düşünsene ne ölebiliyoruz, ne yaşayabiliyoruz. Fazlayız dünyaya. Yük oluyoruz sevdiklerimize. En iyisi gitmek biran önce. Ah! Bak ne diyeceğim sana. Hani biz insanlar hapşırıyoruz ya. İşte mesela biz türkler hapşırsak hemen çok yaşa derler. Ama almanlar hapşırsa, orada da iyi yaşa derler. Bence en doğrusunu onlar söylüyorlar. Mesele çok yaşamak değilmiş, iyi yaşamakmış. Baksana halimize, çok yaşadık da ne oldu. Azar, hakaret, kötü bakışlar..."
Gül biraz daha koptu dalından.
Kadının kalbi sıkıştı.
Karanlık çöktü kente.
Sokak lambaları yandı.
Oturma odasından kahkaha sesleri geliyordu. Çocukların yine misafirleri vardı demek. Ne güzel eğleniyorlar diye iç geçirdi anne. Gülümsedi. "Kuzum benim, gül elbette, ben seni çok üzüyorum, yoruyorum, haklısın. Kurban olurum sana..."
Gül dalından kopup pervazın üstüne yuvarlandı.
Kadının kalbi durdu.
Karanlık çöktü odaya.
Kadın elinde çorba tabağıyla odaya girdi. Yüzü asıktı. Biraz önce dışarda kahkahalar atan kadın gitmiş yerine suratsız sinirli biri gelmişti. Kadın tabağı yatağın yanındaki sehpanın üstüne koydu. Annesine bakmadan, yorganı kaldırıp, yine yatağı ıslatıp ıslatmadğına baktı. Ve "İnanmıyorum sana anne ya! daha biraz önce değiştirdim senin altını. Sen inadıma yapıyorsun değil mi bunu. Demin içerde birazcık güldüğümü duydun, sırf ben üzüleyim diye yine yatağı ıslattın de mi. Ah anne ah!"
Başını kaldırdı. Annesinin gözleri kapalıydı. Eli annesinin bacağına değdi. Annesi soğuktu. Hem de buz gibi. Kadın irkildi ve korkuyla geri çekildi. "Anne..." diyebildi sadece. Gerisini getiremedi.
Saksı dünyada kaldı.
Yatak da dünyada kaldı.
Diğer eşyalar gibi, toprak gibi, hava, su, ateş gibi, her şey dünyada kaldı.
Giden gül oldu, giden anne oldu.
Sonra kadın çok ağladı. Dayanamadı, ara sıra gidip annesinin mezar taşına sarıldı. Mezar taşı soğuktu, hatta buz gibiydi.
Mezar taşları yaşayan anneler gibi sıcak olmuyor.
Yaşarken sevdiklerine sarılmayanlar, onlar öldükten sonra mezar taşlarına sarılıyorlar. Geç oluyor.
Kadın da yaşlanacak bir gün. O da çocuklarına muhtaç kalacak belki. Belki onu da bir odaya yatıracaklar ve oda da bir gül olacak.
Sonra gül dalından kopacak, kadın ölecek. Ve onun kızı da onun mezar taşına sarılıp ağlayacak.
Bu hikaye hep böyle devam edecek.
Saksı bu dünyada kalacak.
Yatak bu dünyada kalacak.
İlk ölen, erken ölen hep insan olacak.
Yüreğini hatırla insanoğlu. Senin bir yüreğin var, hatırla........😔
2 notes · View notes
geceyazsaye · 3 years
Text
Bu yazı, tüm yazma kurallarına aykırı olarak gizli anlamlar barındıran bir yazı olacak. Kitaplardan harflere kadar her şeye ihanet etmiş olacağım birine ve sahip olduğu hislere ihanet etmemek adına. Son yazım olduğuna gerçekten inanarak yazdığım yazıdan sonra şu an yazmam dünyanın en saçma şeyi olabilir...
O yazı beni kabuğumdan çıkarıp çıktığımda da beni dünyaya hazırlıksız bırakan insanlarla ve onlara her seferinde kanan gerçek ben’in hayal kırıklıklarıyla doluydu. Bunu dehşet içinde söyleyebilirim ki kabuğumdan çıktığım ilk an, kendimi dünyaya karşı korumam gerektiğine inanmadığımdan (çünkü dünyanın gereğinden daha fazla güzel olduğuna inanırım) tüm maskelerimi indirmiş olurum. Maske takmaya vakit kalmaz. 
Serius est quam cogitas
Bugün beni biri kabuğumdan çıkardı. Tekrar kaçmak ister miyim, bana bunu istetir mi, zaten canı en çok yanmış tarafımı bir kez daha kırar mı bilmiyorum.
23 Ağustos 2021′de bir kitabın başına “dün 22 Ağustos’tu.” yazmışım. 
Dün 22 Ağustos’tu. 
Dün 22 Ağustos’tu. 
“sessizler içinde sessizlik oyunu oynayacağım.”
30 Ağustos’ta “Oyunlara tüküreyim.” yazmışım. :D 
dipnot: feriha is dead...
9 notes · View notes
raarut · 3 years
Text
...bir ışık oyunu var tavanda
gölgeler seslerle birleşiyor
ve bir karga beynimi deşiyor
azaplar kemirdiğim bu anda
...
ve delirmenin tatlı vehmini
sessizlik odama dolduruyor
kargam hala başımda duruyor
bulmak için beynin cehennemini
...
1936
3 notes · View notes
losinmyself · 3 years
Text
Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su… Sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem bir avuç ıslaklık… Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de… Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün kalıplarından.
Beni duy ve anla.
Ve Güz Geldi Ömür Hanım
Ve güz geldi Ömür Hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde.
Yağmur ha yağdı ha yağacak. İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı, yüzüm ömrümün atlası, düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür Hanım?
Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar?
Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz düşünün ki Ömür Hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış. Böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir?
Yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?
Yağmur yağıyor ömür hanım…gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına…Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?
Dönelim…Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır…Olsun dönelim biz yine de. Bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür Hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.
Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür Hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki?
Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama değil mi yoksa?
Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise, bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, dar çevre Yitikleri’nde önem kazanmaya…
Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir ben’e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde…Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür Hanım?
Susmak yalnızlığın ana dilidir, ömür Hanım, şiiridir beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük…Yalnızım Ömür Hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım…Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?
Kendilerinden olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki…Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı…Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki?
Olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya…
Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten hele de güncel ve kof her zaman iyidir, düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür…Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.
Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile, bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur; istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz.
Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak…
Kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir, ufuklarımızsa sisler içinde…O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, ağız dil vermez geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.
Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su…Sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan…dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem bir avuç ıslaklık…Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de…
Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün kalıplarından. Beni duy ve anla.
Yağmur dindi Ömür Hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyunu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?
Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür Hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. Delilik mi dedin? Kim bilir…Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? kim ne diyebilir ki?
Kimseler görmedi Ömür Hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan garip bir gülümsemeyle yüzümde, incelik adına ben geçtim…Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile… Yükümü yanlış bedestanlarla çözdüm.
Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür Hanım
.
Acıyı Görmeyen İnsan, Mutluluktan, Umuttan, Sevinçten Ne Anlar?
Şükrü Erbaş
°°
"Babanız içerde şiir yazıyor diye
çocuklarımı sessiz ağlattım ben"
Hatice Erbaş
1 note · View note
1onesworld-blog1 · 3 years
Text
Filistin
İnsanlar neden susuyo?
Bu sessizlik oyunu bozuyo,
Çünkü sebepsiz çığlıklar doluyo,
Bir çocuk ellerini kaldırarak sıkıyo.
1 note · View note