Bak, bazı hislerin bazen bu kadar acımasız oluşunu ne yaparsa yapsın halledemiyor insan. Ve ne yaparsa yapsın bazen tarif edemiyor içindeki o lirik, kekremsi, soğuk hissi.
Freud der ki: “İtiraf edilmemiş hiçbir his asla ölmez.” Bu böyledir. Bilinçaltı dediğimiz çöplük, tamamen ertelenmiş, bastırılmış hislerle doludur. Hepsi, orda öylece nefes alır ve bekler. En alakasız zamanı; rüyaları ve mutlu anları mesela. Söylemeli bekletmeden her şeyi, hemen.
Bakın sakın unutmayın: "Tüm akıl hastalıklarının temelinde meşru acıları yaşamayı reddetmek yatar." der Jung. Bu böyledir. Acı da hüzün de vaktinde yaşanmalı sırf bu yüzden. Kaçmaya çalıştığımız her şeye tutsak olmak durumunda kalırız. Acı yaşamaktan, ağlamaktan korkmayın asla…
bir insanla beraber olmak, onun hayatının her alanına müdahil olmayı gerektirmez. İnsan sevdiği insanın ruhuna iyi gelebilmeli, sarılınca huzur bulmalı, insan sevdiği insanı varlığıyla zehirlememeli. Eski bir Fransız şarkısında diyor ya; “Sevgi özgürlüğün çocuğudur.” diye, öyle.
"Kitaplarda yazmaz belki fakat, sohbet etmeyi çok sevdiğin biriyle, artık iki kelime dahi edememek de gurbetten sayılır. Bazı gurbetlerin vuslatı da yoktur. Bazı kavuşmalar, mahşere kalır."
Beni hemen anlamalısın çünkü ben kitap değilim. Ben öldükten sonra beni kimse okuyamaz. Yaşarken anlaşılmaya mecbur ve muhtacım. Ben yaşarken anlaşılmalıyım. Öldükten sonra beni anlamanızın hiçbir manası yoktur.
Sen bana Allah’ın, on birinci emri, sen benim işlediğim sekizinci büyük günahsın. Sen, cenneti ellerinde taşıyanım, sen kimsesizliğim ve kimsemsin. Sen, yokluğunla tüm varlıkları yok saydıranım, sen göğüsümde büyüttüğüm, en güzel yanılgısın. Tanrı beni affetsin, seni seviyorum...