Tumgik
#en güzel vuslat
yakazakalb · 8 months
Text
Tumblr media
En güzel vuslatı tattırmak için mahşerde
Bize, gündüz gece zehrettiği hicrâna şükür.
12 notes · View notes
leydivari · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
2022 Yılının tacı kasım ayına verildi ✨ Seneyi en güzeliyle kapattık 🌿
Medine-i Münevvere ve Mekke-i Mükerreme 🖤
50 notes · View notes
ysfogzdgrz51 · 2 months
Text
İyi akşamlar
Bana iki kelimelik şiir yaz deseler
Adını yazarım
Adın dudaklarıma yakışan
En güzel şiir
Denizi yaz deseler
İçinde kaybolduğum en güzel deniz gözlerin
Merhameti yaz deseler
Ellerini yazarım canım Gül yüzlüm bahtı karalim gülmedi yüzümüz şu yalan dünyada belki vuslat kıyamete 😔😔😔😔😔
Tumblr media
86 notes · View notes
dilaraaksoykaleminden · 7 months
Text
"Gel" de Sen de
“Aşk güzel şey” der; sevdanın biri. İlhamın vuslat seferinden susuşlara gark ettiğim bekleyiş sayısınca çoğaltırım onu kalbimde. “Biri yok mu, aşk yok mu?” der; gönül saadetimden uçan martılar onun şehrinde yaşamak heyecanına sarılır birden; ben onunla her gün içimden konuştum yokluğunda. Derinden söyledim ona, onu sevmeyi sevdiğimi. Bir başkasıyla olunmayacağını bilmiyor muydu? Onun varlığında aşk her gün temize çekilirken hiç konuşmazken bile bende var olduğunu bilmiyor muydu?
Çelişki veryansınlarında volta atıyorum. Sesi, cennetin öz evladı; gülüşü, kaldırımlara döşenen sevda umudunun bitmez samimiyeti... Özlediğim sesinde temize çektim bugün kendimi, o konuştu; ben dinledim. Konuşamadım...
İnsan, neden sevmeyi garip bir yoklukta tüketir? Tek bir kişinin mutluluğunda demlenmez mi sabahların geceye eren kalpte kalışı?
Kalbimdeki kelebeklerin bugün uyanış vaktiydi; sadece sesini duymakla böyle olduysa bu kalp, bu aşk kaç ömürde kaç mutluluk yaşar?
Aklımın köyünün muhtarı olmuş, artık nasıl vazgeçilir ki? Kaç seneyi devirsem aklımda, kaç seneyi çıkarsam susuşumdan gönül bir tek ona paramparça. Başkasıyla olunur mu ki?
“Seni seviyorum” çiçeklerinin kurumaz yapraklarından çarşambayı aşka paketledim bugün.  Sesinin alacasından, kalbimin rıhtımına park ettim onu...
Başkası sevilir mi ki? O varken bir başkası mümkün mü ki? Çiçekten böcekten doğadan pay alır da aşk; onun kalbi harflere değdikçe mutluluk kalbimde yuva kurmaz mı ki?
Sadece kalbinin rüzgarında salınmak isterim. Sadece kalbinin rüzgarında yaprak olmak isterim. Bir belalı başa aşk, bir varlığa ömür olmak isterim. Bilse bir...
Onun kalbinde demlenip varışa ulaşan sevda naçarlığı olup dizilirim belki akşama. Gecenin güftesi onu çalıyorken bana.
Sen şimdi, merhabanın hoşluklarla salınıp kalpte can bulduğu sevgili, geniş bir varlığın yıllara meydan okuyan kalp müptelası; hatırının hep kalışında sakla beni.
Müebbet kalbimin ceza yediği suallere bir selam ver. Hep kalıp çok kal, hiç gitmeyip hep kal bende.
Seviyor şarkılarında salınıp güneşle merhaba diyen kuşlar uçuyor aşka, sevdanın dinlencesinde leylekler de söz ediyor kalbimden. Buradasın sevdiğim; kalbimin yamacındaki en taze gökyüzünde. Sana doğmak nasipse bana senden yana sevda rütbesi yükseliyor sevdiğim.
Bir günde on gün sever gibi, bir ömürde yirmi yıllık bekler gibi. Asrı saadetin kirpiklerinde canlandı gözlerimin yeşili; keşke sende de yalnızca ‘ben’ olabilseydi...
Dilara AKSOY
7 notes · View notes
gamzeles-blog · 2 months
Text
Tumblr media
Ölüm mü daha çok şaşırtır sizi yoksa doğum mu? Duyar duymaz beni afallattı bu soru. Gerçekten en ilginç olan hangisiydi? Kulağımı tırmalayandan başlayalım üzerine düşünmeye. “Ölüm”. Var oluşun bir parçası. Her canlının bir gün yaşayacağı gerçek . Ölüm gerçekleştiğinde bedenin dünyada bir eşya gibi kalakalması çok tuhaf. Can yok, ruh yok, hareket yok. Ölen kişi kim olursa olsun en fazla 72 saat sonra çürümeye başlayıp kötü kokacağı için, istenilmeyen bir an önce dünyadan yok edilmeye çalışılan bir eşya. Demek ki can olmayınca bedenin dünyada yeri yok.
Şimdi gel gelelim duyduğumda ağzımı kulaklarıma vardıran kelimeye. “Doğum” tam anlamıyla bir mucize. Bu mucizeye bir anne olarak olabilecek en yakın şekilde şahit olmak hayattaki en güzel şansım. Kadın bedeninin hacmi, gücü, dayanıklılığı, bilgeliği, işlevselliği, adaptasyonu ve toparlanması hayret ve gurur verici. Her şeyden daha çok size ihtiyacı olan bir canlıya uzun bir süre duygularınız, yediğiniz, içtiğiniz, dinlediğiniz, izlediğiniz, okuduğunuz, yaptığınız, canınız, kanınız her şey ile yaşam alanı olduğunuzu idrak ettiğinizde yavaş yavaş yükleniyor annelik. Zor ve sancılı bir yolculuğun ardından gelen vuslat sonucunda ilk nefes, ilk ağlayış, ilk bakış, ilk besleme ve ilk ten teması arayışı ile taçlanıyor. Velhasıl doğumun en can alıcı ve şaşırtıcı tarafı bence kadının anne olmayı, bebeğin ise o minik hali ve acizliğine rağmen ne yapması gerektiğini zihin ötesi sezgisel bir yerden çok iyi bilmesi. Hayal ettiği gibi bir doğum süreci yaşamış bir kadın olarak bu konuda tavsiyem zihni mümkün mertebe susturup, bedenine ve bebeğine sezgisel bir yerden güvenmek. Onlar ne yapacaklarını bizim anlamlandıramadığımız bir şekilde iyi biliyorlar.
Bu bakış açısıyla bakıp yarıştırdığım tuhaflık müsabakasında aralarında seçim yapamıyorum. Çocukken kendini bilmez yetişkinlerin sorduğu “Anneni mi çok seviyorsun, babanı mı?” sorusu karşısındaki zihinsel ve duygusal çıkmazda buluyorum kendimi. Bence ikisi de berabere.
3 notes · View notes
emrullahbedir-blog · 3 months
Video
NİL NEHRİNE ŞİİR
NİL'E SESLENİŞ
Ey muhteşem nehir!
Selamlar sana, kucaklar dolusu selamlar…
Sende beni çeken bir şey var
Yavuzlara, Eyyubilere gıpta ile bakışın mı?
Delta bülbüllerinin yüreğini yakışın mı?
Kızgın çöllere inat kıvrım kıvrım akışın mı?
Bilemiyorum
Sana hayran kalmaktan kendimi alamıyorum.
Sen asırlardır kurak iklimlere hayat veriyorsun
Sen asırlardır seven gönüllere ilham oluyorsun.
Sen çağlar boyunca insanlığa ışık tutuyorsun.
Aşılmaz sularına vurgun şu gönlüm
Senin her damlan bir başka mucize.
Hele o Mavi Nil ve Beyaz Nil’in buluştuğu an yok mu?
Tarihin en uzun busesini simgeliyorsun.
Özlemle beklenen vuslat gibisin.
Sen olmasan şark bülbülleri aşk aşk diye ötmezdi.
Sen olmasan Tutankamon hazineleri birikmezdi.
Sen olmasan Nefertiti, Klopatra güzelleşemezdi.
Sen olmasan dünya harikası piramitler de olmazdı Yıllar, yüzyıllar, çağlar seninle değişti. En güzel şarkılar, en güzel şiirler seninle yazıldı. Mısır seninle dünyanın anası oldu Sen bugünkü medeniyetin en sağlam temelisin. Bazen çıldırmış gibi taşıyorsun Başını taştan taşa vurmak istiyorsun Seni anlıyorum Zulüm temiz sularına kan ve kin akıtınca Öfken kabarıyor, deliriyorsun Çünkü sen yaşatmayı, hayat vermeyi seviyorsun. Fakat her zaman çok hüzünlü akıyorsun Biliyorum, timsah gözyaşlarından en fazla sen muzdaripsin Bahtına karışan ihaneti hazmedemiyorsun Ey harika nehir, Dinyester, Ren, Sava, Elbe, hepsi seni kıskanıyor Nasıl kıskanmasın ki? Onlar vahşi Batı’nın lanet ruhunu taşıyor Sen ise aşk, sevgi, muhabbet taşıyorsun. Damla damla kardeşliğe koşuyorsun. İşte bu yüzden seni çoooook, çok seviyorum. Nil, Ey Afrika’nın incisi! Öylesine güzel görünüyorsun ki Sana bakmaya hiç mi hiç doyamıyorum. Resimlerinden yüreğime akıyorsun. Seni çok ama çok özlüyorum. Keşke şark rüzgarı estiren sularına dokunabilseydim.. Seni hissetmek, seni yaşamak, seninle ıslanmak istiyorum. Belki o zaman bitmeyen hüznünü, Kahire gizemini anlayabilirdim. Belki o zaman buram buram tarih kokan topraklarda Çağlara umut taşımanın haklı gururunu daha derinden duyabilirdim. Nil, Ey asil nehir! Dinle beni, duy beni Sen benim için Fırat, Dicle, Sakarya gibisin Sen benim için Kızılırmak kadar kardeşsin Aramızda mesafeler varmış, ne çıkar? Sen her daim benimlesin. Çünkü sen yalnızca Kenya’da, Mısır’da, Afrika çöllerinde değil
Yüreğimde çağlıyorsun
Şiir: Emrullah Bedir
Yorum: Ahmet Ormancı
4 notes · View notes
starkbey · 6 months
Text
Aşk ve Vuslat: İki İnsanın Ruhlarının Buluşması
Aşk, insanlık tarihinin en eski ve en güçlü duygusal deneyimlerinden biridir. Bu güçlü duygu, insanların hayatlarını şekillendiren ve en derin duygusal bağları oluşturan bir etken olarak kabul edilir. Aşk, birçok farklı şekilde ifade edilebilir, ancak onun en güzel ve özgün hali "vuslat" anında ortaya çıkar. Aşk ve vuslat, insanların yaşamlarının en önemli anlarını oluşturur ve bu konseptler, edebiyat, sanat ve müziğin vazgeçilmez temalarından biri haline gelmiştir.
Aşk, insanların başkalarına karşı derin bir bağ hissetmesini sağlayan bir duygu olarak tanımlanabilir. İki insan arasındaki aşk, kişisel ve duygusal bir deneyimdir. İki insan arasındaki aşk, birbirlerine karşı olan duygusal bağlarını besler, onları birbirine daha da yakınlaştırır. Aşk, insanların hayatlarını zenginleştirir, onlara anlam katar ve onları başkalarına karşı daha anlayışlı ve cömert yapar. Aşk, insanların kendi iç dünyalarını daha iyi anlamalarına yardımcı olur ve onları daha iyi bir insan olmaya teşvik eder.
Ancak aşkın doruğu, vuslat anında yaşanır. Vuslat, aşıkların bir araya geldikleri ve aşklarının doruğuna ulaştıkları anı ifade eder. Bu an, insanların en mutlu oldukları ve en derin duygusal bağları hissettikleri andır. Vuslat, aşıklar arasındaki fiziksel ve duygusal ayrılığı sona erdirir, onları bir araya getirir ve onların ruhlarının birbiriyle kaynaştığı anı simgeler. Bu an, birçok aşk hikayesinin doruk noktasıdır ve insanların aşkın gücünü tam anlamıyla anlamalarını sağlar.
Aşk ve vuslat, edebiyat, sanat ve müziğin temaları olarak sıkça karşımıza çıkar. Birçok büyük yazar, ressam ve besteci, bu güçlü duyguları eserlerinde işlemiştir. Örneğin, William Shakespeare'ın "Romeo ve Juliet" adlı oyunu, aşk ve vuslatın karmaşıklığını ve güzelliğini anlatır. Sanatçılar da bu konuyu eserlerinde sıkça ele almışlardır. Örneğin, Leonardo da Vinci'nin "Mona Lisa" tablosu, aşkın gizemini ve güzelliğini yansıtır.
Sonuç olarak, aşk ve vuslat, insanların duygusal yaşamlarının en derin ve en anlamlı yönlerini temsil eder. Aşk, insanların birbirlerine karşı olan bağlarını güçlendirir ve onları daha iyi bir insan yapar. Vuslat ise aşkın doruğudur, aşıkların ruhlarının birbiriyle kaynaştığı anı ifade eder. Bu güçlü duygular, insanlığın kültürel ve sanatsal mirasının ayrılmaz bir parçasıdır ve insanların hayatlarına anlam katar.
3 notes · View notes
dolunay66 · 2 years
Text
Tumblr media
Onu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla o hüzünden bu neşeye konup
kalkıyorsanız gün boyu nedensiz...
Ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
Onunlayken pervaneleşen yelkovanlar, onsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
Sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, ondan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa ve o, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
Dünyanın en güzel yeri onun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter,
en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
Hayat onunla güzel ve onsuz müptezelse...
Elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, onun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
Her şiirde anlatılan oysa...
Her filmin kahramanı o...
Her roman ondan söz ediyor, her çiçek onu açıyorsa...
Bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa, iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa, iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
Eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire onu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın o olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
Mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona o diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi ona yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke o anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
Kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
Özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
Hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
Onsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
Ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
Gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep onun yüzü suyu hürmetine...
Uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
Dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa...
Nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
Kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
Gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
O halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
CAN DÜNDAR
22 notes · View notes
aynodndr · 11 months
Text
Tumblr media
Bazen bir yolculuğa başlar insan.
Yollar ve yolculuklar içinde,
Bir yol seçer kendine.
Ve kimden gittiğindedir tüm aklı.
Yorgun düşer, bekler ve ümit eder.
İnsan ayrılır bazen kavuşmak için.
Ayrılır içi dışından.
Ve ayırır içini en güzeline.
İçi nereye giderse gerçek yolculuğu orada başlar.
Bazen içi gider kendi kalır.
Bazen de kendi gider, içi kalır insanın.
Ve tüm yollar içinden geçer aslında.
Bazen takılı kalır gitse de.
Ve insan neye takılırsa,onunla çıkar yola.
Bazen bir buluta,bir rüzgara,
Kuşlara, gezegenlere...
Bazen bir ömür bir kalpte takılı kalmıştır.
Dönüp dönüp aynı yerde sever.
İlkin hayaliyle çıkar yola.
Ve bulutları izler yolculuklarında.
Bulutlar hayaller üretir.
Ve sağnak sağnak özlem dökülür,
Giderek gök boyunca.
İnsan alışkanlıktan yapılmıştır.
Ve ayrılmak istemez alıştığından.
Her ayrılığa bir vuslat gizler bu yüzden.
İki hasma, hısım olur bazen.
Her yolun sonunda ya ayrılık,
Ya da vuslat karşılar insanı.
Hayat bir tren garı gibi,
Ayrılık ve vuslat taşır her an.
İnsan sadece vagon değiştirir.
Haberci turnalar gibi,
Kendinden yapılmış iklimlere uçmak ister.
Ve insan hep bir an önce.
Hep gecikmiş bir yolcu gibidir.
Yola çıkar her saati...
Rüzgar
AKŞAMINIZ GÜZEL OLSUN..🙋‍♀️🌷
6 notes · View notes
cahiliyedoktoru · 2 years
Text
Türkiye’de yaşayan insanların bir çoğu yurtdışındakilere özenir. Gurbetçiler ise neredeyse bavullar hazır, hep dönmeyi isterler ama dönemezler.
Türkiye’de pek bilinmez, Avrupalıların ütopyası da Amerika’dır. Her şeyin daha güzel olacağı, fırsatlar ülkesi, American Dream…
Fakat gerçekle yüzleşince işler bozulur. Ne Fransa, ne de Almanya düşlerdeki gibi değildir. Amerika’ya da gitsen yağmur ıslatır, diş ağrısı uyutmaz.
Gurbet insana çakılan bir çividir. Sökülse bile izi kalır.
Sokrates’e birisi için “seyahat onu hiç değiştirmedi” demişler. O da: “Normal, nefsini de beraber götürmüştür” demiş. Gurbet gerçek değildir.
Köyüne dönen gurbetçiyi bekleyen de koskoca bir düş kırıklığıdır. Zira o köyünü değil çocukluğun kaygısız günlerini aramaktadır.
Ama yaşlanmıştır bizim gurbetçi. Beli tutmaz, parası yetmez, çocukluk arkadaşları evlenmiş, eski otlaklara TOKİ konmuştur.
Gidemediğimiz için idealleştirdiğimiz diyarlarda nefsimizden kurtulmuş bir hayatı, aslî vatanımızı yani ALLAH’ı özleriz aslında. (Bkz. Ölürsem beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar!) Mevlânâ Hz’nin Mesnevî’sinde buyurduğu gibi:
“Dinle bu ney nasıl şikâyet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor, Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek kadın herkes ağlayıp inledi. Ayrılıktan parça parça olmuş kalp isterim ki iştiyak derdini açayım, Aslından uzak düşen kişi yine vuslat zamanını arar”
Netice? Vatan hasreti yabancı ülkede/şehirde yaşayan bir insanın hasret çekmesi veya kendini ait olmadığı bir yerde hissetmesi değildir.
Gençlerde bir daral, “gidecem buralardan”sendromu, yaşlılarda ise idealleştirilen, sadece güzel yanları hatırlanan bir mazi:“Eskiden herşey daha güzeldi”.
Kâh zamanda, kâh mekânda … gurbetteyiz bu dünyada ve bir vuslat arıyoruz.
Sigmund Freud insandaki gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmiş hissini sorgulayan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış.
Viyana’da doğup büyüdüğü halde kendisini gurbette hisseden hastaları Freud’u bu konu üzerine çalışmaya itmiş.
Freud “Das Unheimlich” üzerine çalışırken kelimelere büyük yer ayırmış. “heimat ve Heimatland” yani ev, vatan, anavatan, doğup büyüdüğü yer, memleket.
Freud “Das Unheimlich” için diğer lisanlardaki karşılıkları da aramış. Gurbetin fıtrî yönünü anlamak bir kaç örnek:
Latince: locus suspectus ; (Güvensiz yer) intempesta nocte (Tekin olmayan bir vakit)
İngilizce: uncomfortable, uneasy, gloomy, dismal, uncanny, gBir ev söz konusu ise: haunted. Bir insan için: a repulsive fellow.
Français: Inquiétant, sinistre, lugubre, mal à son aise.
Espagnol(Tollhausen, 1889) : sospechoso, de mal aguëro, lugubre, siniestro.
İster Freud okuyun isterseniz Mevlânâ Hz’nin Mesnevî’sini, şunu anlıyorsunuz: İnsan bu dünyadan değil.
Gurbet hissi İnsan’ın bu dünyaya ait olmadığını idrak etmesidir. Kendi ülkemizde hatta kendi ailemizde bile yalnızlık hissetmemiz bundandır.
M.Ö. 1ci asırda yaşamış Romalı şair Quintus Horatius Flaccus’un söylediği gibi:
“… Dertlerimizi avutan akıl ve hikmettir, O sonsuz denizlerin ötesindeki yerler değil, Niçin başka güneş başka toprak ararsın? Ülkenden kaçmakla kendinden kaçar mısın?  Keder nasılsa atının terkisine binip gelmeyecek mi? …”
İnsan kendisini etten ve kemikten ibaret zannettikçe mutsuz olmaya mahkûm. Varlığını, bedenini, ruhunu sorgulamak zorunda: Bkz. İbn Sina Sigmund Freud ile anlaşabilir miydi?
“İnsanın içinde modern felsefenin dikkate almak istemediği bir güç vardır; ve bu isimsiz güç bilinmedikçe pek çok insani eylem açıklanamaz…”
Edgar Allan Poe’ya bunları söyleten “isimsiz güç” nedir? Ya modern felsefenin insanı ve eylemlerini anlamakta zorluk çekmesinin sebebi?
Bunun cevabını yine en güzel şekilde veren Edgar Allan Poe olmuş: “En büyük çınar bir tohumda, en büyük kuş bir yumurtada gizliydi.”
İnsan’a dair o gizli gücün hürriyet olduğu bundan daha güzel anlatılabilir mi? İnsan’ın henüz ortaya çıkmamış olan kâmiliyeti ve bunu ortaya çıkarma hürriyetinin İnsan’a verilmiş olması…
Zira Hayvan olgunlaşır, insan ise tekâmül eder. Bkz. Mükemmel / kusursuz / كميل / parfait / perfect / έντελέχεια
Ne doğum ne de ölüm tarihini seçebilen insanın hürriyeti nerede ?
“…  İnsan bir et parçası olarak geldiği şu dünyadan mezarlık gübresi olarak mı gidecek? Bütün sevinçler ve üzüntüler birer abartı mıydı? Hiç manevra kabiliyeti yok mudur İnsan’ın? Şu morgda yatan zavallıya bakın meselâ. Doğmayı o seçmemişti. Ölmeyi de istemedi. İteklenerek girdi bir kapıdan, kıçına bir tekme yiyerek bir başka kapıdan dışarı çıktı şimdi. İki kapı arasında geçen zaman onun eseri olabilir mi? Başını ve sonunu seçmediği yaşamını farklı ve özelyapabilecek ne kaldı geriye? Rolex marka saati mi? Kokmuş çoraplarının bile çıkardılar. Ölüm ne acayip ülke, yolcuların kredi kartları ve iç çamaşırları gümrüğe takılıyor…”
8 notes · View notes
yakazakalb · 10 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bu dünya vuslat yeri değildir zaten. Rabbim cennete layık eylesin bizi...
Çok sarsılır kalbi bazen insanın. Nasıl durduracağını bilmez insan.
Çok boşluğa düşer kalbi bazen insanın. Nasıl dolduracağını bilemez.
İşte böyle zamanlarda, şehit olan kızına yazdığı mektupta "Sana elveda demiyorum, bilakis görüşmek üzere" diyen baba aklına gelir.
İşte böyle zamanlarda, 15 Temmuz' da iki evladını şehit veren ve evlatlarına yazdığı şiiri gözyaşları içinde okuyan baba aklına gelir.
Nefesin kesilir. Kalbin, şakır şakır çoşan şelale suyunu tutamayan kap kadar acizleşir.
Öyle tazyikle akar ki sular, kalbin bir yana savruluverir.
Kalbini sabitleyecek sağlam bir kulp ararsın.
hablu’llah yetişir yardımına. Allah Resulu'nun "Ey en güçlü ipin sahibi..." diye dua edişini hatırlar, kalbine sarar, bir güzel kalbini sabitlemeye çalışırsın.
“Ey kalpleri bir hâlden bir hâle çeviren Rabbim, benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.” (Tirmizi, Deavat, 89)
“Mümin, yeşil ekine benzer. Rüzgârla eğilir (fakat yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mümin de böyledir; o da bela ve musibetler sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz).” (Buhari, Tevhid, 31.)
"İmandır o cevher ki İlahi ne büyüktür./İmansız olan paslı yürek sinede yüktür!” Mehmet Akif Ersoy
28 notes · View notes
kosul123 · 1 year
Text
YOĞUN BAKIMDA ÖLÜM.
Geçtiğimiz aylarda kıymetli bir hocanın muayenehanesinde uzun zamanlar yoğun bakım hemşireliği yapmış bir kardeşim ile tanıştım.Görüşmelerimiz sonunda ona bir soru sordum:
-Hiç ölümlere şahit oldun mu? Ölüm anında yalnız başlarına makinalar altında ne yapıyorlar?
Uzun uzun ellerine baktıktan sonra,yüzüme tokat gibi çarpan şu cevabı verdi:
-Evet.. sayamayacağım kadar çok ölüme şahit oldum..
Hepsinin ortak özelliği; son anlarında ağızlarındaki oksijen maskesini atıp,üzerlerindeki kabloları sökmeye çalışıyorlardı dedi..
Peki dedim,siz ne yapıyordunuz?
Biz kabloları geri takıyorduk,tekrarı olursa,bu defa ellerini bağlıyorduk! Böyle de can veriyorlardı dedi.
Allahuekber!
Anında aklıma tahrif edilmiş tevrattaki şu ayet geldi.
Yahudiler:
“Acıklı ölümlerle ölecekler” (Yeremya 16/4)
Diye bizim üzerimize yemin etmişlerdi!
Biz bugün her tıbbın bir dini vardır ve bugünün tıp anlayışı asla "İslam" değildir! Derken tam da bunu kast ediyorduk!
Biliyorsunuz ki,Yahudiler öyle sistemli çalışıyorlar ki bir santim boşluk bırakmadan yüzyıllar evvel yaptıkları planları aynen bugün üzerimizde uyguluyorlar.
Tekrar çınladı kulaklarımda..
"Son anlarında rahat can verebilmek için kabloları söküyorlardı,biz de ellerini bağlıyorduk" SubhanAllah!
Ne zaman Müslüman feraseti ile bakacağız? Daha başımıza ne gelmesi lazım ki?
Öyle bir sistem yerleştirdiler ki Müslümanların üzerine,akıl tutulması yaşar hale geldik.
Tabutlarımızın üzerinde "Ölüm ne bir dakika ileri,ne bir dakika geri" yazıyor,lakin hala öleceğini bile bile terk eder olduk sevdiklerimizi buz gibi odalara.
Çünkü bu empoze edildi zihinlerimize.
Evvelce yaşlıların vasiyetleri vardı, sımsıcak yatakları vardı,başında Yasin okuyanları,zemzemle ıslatılan dudakları,helallik almaya gelen eş/dostları vardı.
Sımsıcak,tevekkül dolu,İslam'i olan ölümümüz buydu bizim! Çünkü vuslat vardı işin ucunda kavuşmak vardı!
"3 gün yatak, 4. gün toprak" diyorlardı cesurca,ölümü "çare" bilircesine..
Bugün biz ne yapar olduk kendimize?
Yapayalnız,çırılçıplak,duasız terk ettik sevdiklerimizi yoğun bakım ünitelerine.
Ben bizzat morgda pek çok hastanın boğazının delindiğini gördüm.. Neden?
Nefes yolu açtıkları için.
-Zaten bu insan son nefesini vermeye çalışıyor neden bir de zulmedip nefes yolu açıyorsun?
-Bize böyle öğretildi..
Bunları dile getiren kardeşimiz gözyaşlarını tutamıyor,ve diyor ki; “Billahi durum çok sandığınızdan daha vahim!”
Burada asla doktorları suçlamıyorum çünkü onlara dayatılan sistem bu,öğretilenler bu..
Müslüman son nefesi verebilmek için çırpınıyor,biz ellerini bağlıyoruz..
Sadece bu kadarla kalsa..
Eskiden her ölü evinde yıkanır,kefenlenir,evinden çıkardı ölüsü.Bugün ölüler evlere sokulmuyor.. Kapının önünden görünse de iyi..
öyle böyle helallik al gönder..
Yıkadıkları sabunlar kimyasal,sardıkları kefenler titanyum dioksit,döktükleri kafurlar sentetik..
Biz neyin telaşındayız kardeşler?
Dirimize sahip çıkamıyoruz,ölümüze hakim değiliz,peki biz bu hayatta neden varız?
Tv dizilerini bölüm bölüm mahşerde anlatmak,en güzel börek tariflerimizi Allah ve Rasulunun önüne koymak için mi?
Biz öyle büyük bir savaşın içerisindeyiz ki,tarifi yok zalimliğinin..
Ve biz bu savaşta uyuyoruz!
Düşman evlerimizde,evlatlarımızın ensesinde,yaşlılarımızın canına kast etmiş..
Biz ise esir düşmüşüz..
Hapsolmuşuz heveslerimizin peşinde..
Allah’ım sen bizlere hayırlı bir ölüm nasip et..
3 notes · View notes
ysfogzdgrz51 · 1 year
Text
HAYİRLİ AKŞAMLAR ARKADASLAR
Bana iki kelimelik şiir yaz deseler
Adını yazarım
Adın dudaklarıma yakışan
En güzel şiir
Denizi yaz deseler
İçinde kaybolduğum en güzel deniz gözlerin
Merhameti yaz deseler
Ellerini yazarım canım Gül yüzlüm bahtı karalim gülmedi yüzümüz şu yalan dünyada belki vuslat kıyamete 😔😔😔😔😔
65 notes · View notes
kanayan-kafesler · 2 years
Text
“Belki de bir ucu yok bu karanlığın. Zaten ucu olsa bir sonu olurdu. Sonu olan bir şey için ümit besleyebilirsin. Bir gün nasılsa gelecek bir şeyi ne kadar sürerse sürsün bekleyebilirsin. Ya da nasıl söyleyeyim, şayet tırnaklarınla bir çukur kazman gerekiyorsa ve senin kazdığın o çukuru birisi sürekli kapatmıyorsa, o zaman kazarsın o çukuru ve bir gün iş biter. Biter anlıyor musun ve biteceğini bildiğin için kazarsın. Of ne güzel şeydir biteceği bilinen bir azabı çekmek! Hakikaten, ölüme mahkûm edilmemiş bir adam, hapishaneden çıkmayı bekleyebilir. Ama en güzeli, bir şeyler yapmak yine de. Günler vuslat ışıklarıyla parıldar. Bir düşünsene. Kavuşmak için çabalamak ve çabalarının karşılığını görmek. O zaman acı çekmekten bile sonsuz zevkler alabilir insan. Ama ucu bucağı görünmeyen, nerede başlayıp nerede biteceği bilinmeyen bir acıyı çekmek… Ben biraz da bu yüzden yıkılmışım kardeşim, o biraz da bu yüzden perişan.”
8 notes · View notes
Text
Gidemeyen
Mutsuzum. İçimde, kendini gerçekleştirememiş ve her kalp kırıklığında kendi içine kapanmış bir yalnızlığın toz duman yanı var. Hiçbiri, hiçbir zaman bana, "Seni kaybetmek istemiyorum" demedi. Kaybetmemek için verdikleri bir tek mücadele dahi olmadı. Bu kadar mı yakışırdı bana tek başınalık? Bu kadar mı boğardım sevmekle?
"Bitti, gittim" dediğimde arkamdan su bile dökmediler ki, çabucak ve bir daha asla onlara varmayayım. Kırgınım, dört yanım; gecenin bir vakti başkalarına adanmış şarkıların nakaratına bulaşan tek bir kelime şimdi. Ayak izim bile yok, kaldırımlarında. Merakları, hasretleri yok. Yokluğa karışa karışa var olmak çabası içerisinde olmak ne demek, hiçbiri bilmiyor. Heyecanlarımı kaybettim, inancın başlangıcındaki 'İ' harfi gibi kararsız ve meraksız kaldım sevdiklerime. Kalbimde inşa ettiğim o büyülü sevgi dünyasının bir kamyon dolusu gidişi oldular, daha çok. Başka kahkahalar, başka sebepler ve başka güzel gidişler hep benden daha güzel geldi. Hep bekledim. Kimi, neden, niçin?
Hasrete binen bir beddua treniydim ben, onlar için. Onlara yanaşmayayım, onlardan uzak bir yerlerde sevip acı çekeyim de; onlara yeterdi. Diledikleri özür, hisseettikleri pişmanlık dahi değildim.
Hiç'in okyanusuna eren bir murattım. Kabulüm, hep var olmak tiryakiliğimeydi. Bir türlü var olamayandım. Kalbimi hissetmiyorum. Her gece, aynı kazaların sorumlusu olarak kendini yaralayanım acılarında. Bildikleri bir terk edemeyişim ben. Farkındalar, bir merhaba deseler kollarım açık onları beklediğimi gözlerimden okuyacakları yepyeni bir QR kodu olacak sevmek onlar için, kalbimde. Acı çekiyor muyum, bilmiyorum. Hissetmiyorum. Biliyorum, yarın da yoklar. Beni kaybeden herkes veya kaybettiğim herkes...
Gazetelerin kayıp aranıyor ilanlarında bile geçmiyor adım; kalbime basıp merdivenin en fiyakalı basamağı sayıyorlar üstelik. Kanıyorum, bensiz öyle de güzel mutlular ki... Ağlamak neyi değiştirir? Bir çuval daha acı doldurmaktan başka neye yarar?
Çok karanlık. Lambalar aydınlatmıyor sevgimi; karanlık kalıyorum sevmeye, sevilmeye. Gözlerim yanıyor, uzun zamandır ağlamak provası yapamadı. Görmek istemeyene kendini göstermek çabası hep nafileydi. Ben, bensiz mutlu olan sevdiklerimin onlarsız mutlu olmadığına inanan bir dublelik sarhoşluğunda rakılarına meze oldukları acabalarıydım.
Hepiniz mi sevemediniz? Hiçbiriniz mi hak etmediniz? Gönül, gönlünü kendinden dışladı. Vuslat harbi fazlalığı artık gecelerime rastlamıyor. Bir daha kavuşamam ben sevmekle. Sevmeye heves, sevilmeye inanç kalmadı. Öteki yalnızlıklarım; siz benim acılarımın tuzu biberi ve siz benim yasaklarımın ölçülmez sersefilliğisiniz. Sizi, emanet kolların yalan olmayan yanına teslim etmiş kader. Bana gelmediğiniz her gün, bende çoğul kalmak sebebiniz olmuş bende meğer. Beni tekil ve tekinsiz bırakmadan, gerçek yolların sahte sevgilerine koşabilirsiniz. Özletmem, özlenmem, özlemem. Yeter artık! Eksik yanım çoğalmıyor sizli acılarla. Başım bağlanmıyor, gelmeyişinizin buruk yanıyla...
Öteki saadetlerim; çok fena acıyor canım. Umutlanmaz artık şarkıların son sözleri...
Dilara AKSOY
4 notes · View notes
Text
Tumblr media
Yol uzun, yollar dikenli... Yolculuk imtihan. Yolun sonu mu? En güzel vuslat. Ayrılık ise asıl memlekete dönüş. Ve ayrılık Allah'ı razı edecek bir şekilde yaşayınca gül bahçesine varmak olur...
2 notes · View notes