Tumgik
#2. Grup sesler
bakbi3452 · 7 months
Text
Küpler - 2. Grup Sesler Heceler
İlkokuma yazma için 2. grupta yer alan tüm sesleri ve heceleri içeren bir küp çalışmasıdır. Fark edebildiklerimi yazdım. Siz de farklı bir küp fikrine sahipseniz yorum kısmında belirtebilirsiniz. Videoda yer alan küplere ulaşmak için; 2. grup tüm heceler
View On WordPress
0 notes
eglence-blo · 1 year
Text
Türbanlı İfşa
Türbanlı İfşa
Türbanlı ifşa gruplarında paylaşılan video, resim ve sesler katılımcılar tarafından cihazlarına indirilebilir. Gruplarda paylaşım yapılırken video, resim ve sıkıştırılmış belgeler gönderilebilir. Normal kullanıcı olan Telegram üyeleri dosya yükleme boyutu olarak 2 GB ile sınırlandırılır. Premium kullanıcılarsa 4 GB büyüklüğe kadar paylaşım yapabilir.
Telegram’da Grupları Arayabilir miyim?
Telegram uygulamasının içinde arama kısmı bulunur, kullanıcılar bu sayede grupları arayabilir. Belirli kelimeler ya da başlıklar kullanılarak aranan gruplara ulaşılabilir. Arama kısmına türbanlı ifşa yazıldığı zaman bu başlıkta açılmış olan grupların listesi ile karşılaşılır. Grubun alt kısmında çıkan Katıl butonuna tıklayarak gruplarda yer alabilirsiniz. Arama ara yüzünden yardım alamayan kullanıcılar, sizin için hazırlanan grup linklerine göz atabilir.
0 notes
haberin-burada · 1 year
Text
Türbanlı İfşa
Türbanlı İfşa
Türbanlı ifşa gruplarında paylaşılan video, resim ve sesler katılımcılar tarafından cihazlarına indirilebilir. Gruplarda paylaşım yapılırken video, resim ve sıkıştırılmış belgeler gönderilebilir. Normal kullanıcı olan Telegram üyeleri dosya yükleme boyutu olarak 2 GB ile sınırlandırılır. Premium kullanıcılarsa 4 GB büyüklüğe kadar paylaşım yapabilir.
Telegram’da Grupları Arayabilir miyim?
Telegram uygulamasının içinde arama kısmı bulunur, kullanıcılar bu sayede grupları arayabilir. Belirli kelimeler ya da başlıklar kullanılarak aranan gruplara ulaşılabilir. Arama kısmına türbanlı ifşa yazıldığı zaman bu başlıkta açılmış olan grupların listesi ile karşılaşılır. Grubun alt kısmında çıkan Katıl butonuna tıklayarak gruplarda yer alabilirsiniz. Arama ara yüzünden yardım alamayan kullanıcılar, sizin için hazırlanan grup linklerine göz atabilir.
0 notes
medya-aktif · 1 year
Text
Türbanlı İfşa
Türbanlı İfşa
Türbanlı ifşa gruplarında paylaşılan video, resim ve sesler katılımcılar tarafından cihazlarına indirilebilir. Gruplarda paylaşım yapılırken video, resim ve sıkıştırılmış belgeler gönderilebilir. Normal kullanıcı olan Telegram üyeleri dosya yükleme boyutu olarak 2 GB ile sınırlandırılır. Premium kullanıcılarsa 4 GB büyüklüğe kadar paylaşım yapabilir.
Telegram’da Grupları Arayabilir miyim?
Telegram uygulamasının içinde arama kısmı bulunur, kullanıcılar bu sayede grupları arayabilir. Belirli kelimeler ya da başlıklar kullanılarak aranan gruplara ulaşılabilir. Arama kısmına türbanlı ifşa yazıldığı zaman bu başlıkta açılmış olan grupların listesi ile karşılaşılır. Grubun alt kısmında çıkan Katıl butonuna tıklayarak gruplarda yer alabilirsiniz. Arama ara yüzünden yardım alamayan kullanıcılar, sizin için hazırlanan grup linklerine göz atabilir.
0 notes
blackbeardsrock · 1 year
Text
Gentleoctopus: Alquin / The Mountain Queen (1973)
0 notes
nevzatugur · 5 years
Text
Yücel’in Çiçekleri
‘Lafı çıktığı yere sokmaksa niyetin durma, bekleme, utanma! Kaleminiz ile savunamıyorsanız doğruları, boşa israf etmeyin kelamlarınızı.’
Tumblr media
O, bir baba.
O, bir öğretmen.
O, bir devlet bakanı.
O, her şeyden önce bir insan.
O, Hasan Ali YÜCEL.
Ve onun inanmış yol arkadaşı,
İsmail Hakkı TONGUÇ.
‘Paşam, gelecekteki irfan hayatımızda medresenin yeri ne olacaktır?’
2 Şubat 1923’de Mustafa Kemal Atatürk’e sorulan bu soru, 1946 yılına kadar sürecek olan eğitim mücadelesini sırtlanan Hasan Ali Bey’e aitti. Hasan Ali YÜCEL, aile geleneklerine sadık bir birey olarak yetişmiştir. Ailesinin de içinde bulunduğu Meslevi geleneğine merak salmış ve Yenikapı Mevlevihanesini birçok kez ziyaret etmiştir. Çocukluğunu bu gelenek ve okuduğu sayısız kitap ile harmanlayarak kendini geliştirdi. Kendini o kadar geliştirecekti ki, Mevlana ile Goethe’nin görüşlerini birleştirecekti. Bu güzide çocuk öğretmen olmak istiyordu ve hayallerinin peşinden de hiç durmadan, pes etmeden devam etti.
İsmail Hakkı TONGUÇ ise Bulgaristan’da doğmuş ve büyümüştü. Öğretmen olma isteği onunda içini yakıp kavuruyordu. Sonunda babasını ikna eden İsmail Bey, dönemin Maarif Bakanı Şükrü Bey sayesinde Kastamonu Erkek Yatılı Okulu’na gelip eğitimine başladı.
Bu iki güzel insanın, iki yol arkadaşının birbirlerine yakınlaşması ise Hasan Ali Bey’in Gazi Eğitim Enstitüsü müdürlüğü döneminde olacaktı.
Dönemimizde ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite çağlarında hala yeterince değer verilmeyen, hatta hiç üzerinde durulmayan, çoğu insanın ismini bile duymadığı Köy Enstitüleri…
Kurucularının bazen acıklı, bazen zor, bazen tehditkar geçen hayatlarını incelediğimiz zaman onların temel yeganesinin, Türk milletinin kalkınmasını tetikleyecek en önemli unsurun eğitim olmasını görmeleri ve buna dört elle sarılmalarıdır.
Hasan Ali Bey, İzmir’de öğrenimi bitirdiği tarihlerde hemen öğretmen olarak atanmaz bu yüzden bir süreliğine özel bir okulda paralı ders verir. Daha sonra ise İstanbul’a dönerek İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe bölümünü bitirerek öğretmen olarak göreve başlar.
İsmail Hakkı Bey ise öğrenimini bitirdikten sonra, devlet tarafından Almanya’ya 8 aylık bir eğitim programına gönderilir lakin zorunlu bir tebligatla tekrar memlekete dönen İsmail Bey ilk öğretmenliğini Eskişehir’de yapmıştır. Bir süre sonra Eskişehir işgal altında olduğu için Tonguç ve birçok kişi yarım kalan eğitim programları doğrultusunda tekrar Almanya’ya gönderilir.
İsmail Bey, eğitimini bitirip ülkesine döndüğü zaman birçok vilayette öğretmenlik yapacaktı. Bu görevler ona Anadolu insanı hakkında azımsanamayacak kadar deneyim katacaktı.
Hasan Ali Bey, 1927 yılının başlarında Maarif Bakanlığı’nda müfettiş olarak göreve getirilir. 5 senelik bir çalışmanın ardından, öğretim üyelerinin yurtdışında eğitim almış olduğu Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’ne müdür olarak atanır. Cumhuriyetin en büyük eğitim aydınlanması girişimi için hazırlıklar çoktan başlamıştı bile. Hasan Ali YÜCEL ve İsmail Hakkı TONGUÇ çoğu gün beraber zaman geçirip kafalarındaki eğitim planlamalarını hazırlamaktaydılar. Hasan Bey, bu görev süresince İsmail Hakkı Bey’in Anadolu insanı hakkındaki gözlemlerini büyük bir istek ve dikkatle dinlerdi.
Peki, cumhuriyetin ilk dönemlerinde eğitim nasıl bir durum içindeydi, sıkıntıları neydi, çözümleri var mıydı?
Hasan Ali Bey’in de dile getirdiği gibi ülke genelinde okur yazarlık oranını arttırmak için girişilmesi gerekilen bir proje vardı çünkü Anadolu halkının geniş bir kesimi okumaktan mahrum kalmaktaydı. Bunun içinde hızlı, planlı ve isabetli bir öğretmen kadrosu gerekmekteydi. Ancak bunlar gerçekleştiğinde Anadolu’nun küçük beyefendileri, hanımefendileri eğitim alabilecekti.
İsmail Bey ise gezdiği köylerde, vilayetlerde birçok izlenim kazanmıştı. Anadolu insanı her haliyle kötü bir vaziyetteydi. Ekonomik olarak çöküntü de, dönemin gelişmişliklerinde geride, hatta bir anısında anlattığı gibi temel ihtiyaçlarını gidermekte bile zorluk çekiyordu. İsmail Hakkı Bey, Anadolu insanın kesin ve nihai bir şekilde ülkeye kazandırılması gerektiğine inanıyordu.
‘Ali Bey, köyün canlandırılması tabi ki köy kaynaklarının da fışkırmasına neden olacak. Ve bizim milli kudretimizin özü orada saklı, bu kaynak fışkırmadıkça varlıklı, şen, mesut ve kuvvetli bir Türkiye yaratılamaz. Türk milletinin kültür oluşturabilmesi bu kaynaktan alacağı ilham ve kudrete bağlı.’
İsmail Hakkı Bey’in bu sözleri gerçekleştirilecek olan projenin özetiydi. Hasan Ali Bey, 28 Aralık 1938’de Saffet ARIKAN’ın yerine Maarif Vekili olur. Hasan Bey, İsmail Bey’i de ilköğretim genel müdürlüğüne getirir. Bu iki yol arkadaşı hayallerini gerçekleştirmek için gece gündüz çalışır.
Köy Enstitüleri’nin temeli 1937 yılında Eskişehir Çifteler’de atılmıştı. 17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri yasası çıkarılarak Köy Enstitüleri hızlı ve pratik bir şekilde kurulmaya başlanır. Hasan Ali Bey, düzenli ve planlı bir şekilde yaklaşık 60 yıl sürecek olan öğretmen açığını 15 yılda kapatacağını ifade eder. Aslında haklıydı, 1944’ten sonra yılda ortalama 2000 öğretmen yetiştirmeye başlanmıştı. Ayrıca, bu köy okullarına görevli yetiştirmek için de Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde Yüksek Köy Enstitüsü kurulur.
Hasan Ali Bey ve İsmail Hakkı Bey tohumlarını attıkları bu köyleri gezip, görüp eksiklerini gidermeye çalışırlar. Bir gezi esnasında ziyaret ettikleri Köy Enstitüsü’nde öğretmenin sorusuna cevap veremeyen çocuğu gören İsmail Hakkı Bey, görevli öğretmenden söz hakkı isteyip çok manidar olan bir konuşma gerçekleştirir.
‘Bu çocukları konuşturmalısınız öğretmenim. Bu çocuklar köylü çocukları, altı yüz yıldır susturulmuş ve baskı altında tutulmuş bir halkın çocukları. O sebeple bu güzel çocukları hep konuşturmalısınız. Onlar bizim geleceğimiz…’
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra mecliste sesler yükselmeye başlamıştı. En başından beri Köy Enstitülerine razı olmayan bazı büyük toprak sahipleri İsmet Paşa’dan çekindikleri için ses çıkartamıyorlardı lakin başta Adnan MENDERES, Fuat KÖPRÜLÜ, Emin SAZAK ve Celal BAYAR gibi milletvekillerinin bulunduğu bir grup artık açık bir dille Köy Enstitüleri’ni suçluyordu. Peki, bu suçlamalar neydi?
Hasan Ali YÜCEL, Milli Eğitim Bakanlığı’na komünizm görüşlü kişileri yerleştiriyor ve devlete sızdırmaya çalışıyordu. Tüm bunların yanında Kazım KARABEKİR’in sert bir dille Hasan Ali YÜCEL’i suçlaması, Nihal ATSIZ’ın kaleme aldığı yazılarla da ortalık tamamen karışmıştı. Tüm bu kargaşaların sonunda İsmet Paşa çok partili hayata geçilebileceğinin sinyallerini vermişti. İşte, Köy Enstitüsü’nün sonu hazırlanmıştı.
1946 seçimlerinden sonra 61 milletvekili çıkaran Demokrat Parti meclisteki yerini almıştı. Meclis başkanı seçilen Kazım KARABEKİR hem Hasan Ali YÜCEL’i hem de Köy Enstitülerini elinden geldiğince eleştirmeye ve kötülemeye devam etmekteydi. Hasan Ali Bey, bu işin böyle devam etmeyeceğini, Atatürkçü çizgide yapılan reformların bir grup feodaller tarafından duraklatılmaya çalışıldığını dile getirdi. Partisi tarafından da yalnız bırakılan Hasan Ali Bey, 1946 yılının ağustos ayında yedi yıl boyunca namuslu ve şerefli bir şekilde yaptığı görevinden istifa etti.
Yeni Maarif Vekili Reşat Şemsettin SİRER sanki bilinçli olarak bu göreve getirilmişti, gelir gelmez Köy Enstitüsü programında değişikler yaptı ve İsmail Hakkı TONGUÇ’u da görevinden aldı.
Görevinden istifa eden Hasan Ali Bey’e suçlamalar devam etmekteydi. O, gururlu bir adamdı. Bu yüzden çocuklarına atılan her suçlamayla yüzleşiyor ve gerçekleri anlatıyordu. Davalarla geçen bir iki seneden sonra Hasan Ali Bey çok yıpranmıştı. 1950 yılının kasım ayında milletvekili olduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nden istifa etti.
Peki, geride ne bıraktılar?
Köy Enstitülerinden 27615 kişi yetişti. 17341’i öğretmen, 1599’u sağlıkçı ve 8675’i eğitmendi. Bu kurum, yoksul köy çocukları ve özellikle kız çocukları için ‘pozitif ayrımcı’ eğitim kurumlarıydı. Köy Enstitüleri son olarak 1954 yılındaki isim değişikliği ile tarih sahnesindeki rolünü tamamlamıştı.
Tarihin ışığında dönemin zihniyeti bozuk insanları tarafından ortaya atılan bir söz vardır, bu söz Anadolu insanın unutmaması gereken ders alması gereken bir cümledir.
O güzel çocuklar, Yücel’in piçleri değil, Yücel’in solmayacak çiçekleridir.
Yazımı Hasan Ali YÜCEL’in bir sözüyle tamamlarken tüm okurlara teşekkür ederim.
‘Vatan dağlarında, bayırlarında ve kırlarında hatta en ücra yerlerinde kendi kendine açıp solan çiçek bırakmayacağız…’
Nevzat UĞUR
2 notes · View notes
musiqgenius · 2 years
Text
Tumblr media
ŞU ,ÇOCUKLARIMIZIN ÇALMASINI İSTEDİĞİMİZ, İLLE DE EVİMİZDE OLAUN BİR TANE ,OLMADI SALONA KOYARIZ SESİ DE GÜZEL,BELKİ SONRA BEN DE ÇALARIM dediğimiz piyano nasıl birşey acaba? tam olarak hakkında bilgi sahibi miyiz ? BUYRUN 👉
Üç yüzyıldan fazla bir süredir var olmasına rağmen, piyano şimdiye kadarki en çok yönlü ve karmaşık enstrümanlardan biri haline geldi. Kuyruklu piyano gerçekten bir sanat eseridir, ancak bir enstrüman olarak esnekliği ve saf karmaşıklığı onu aynı zamanda bir mühendislik harikası yapar.
Bir grup müzisyene piyanonun telli mi yoksa vurmalı çalgı mı olduğunu sorarsanız, çok çeşitli cevaplar bekleyin. Bazıları, çoğu orkestrada [1] tipik olarak vurmalı çalgılarla gruplandırıldıklarından bahsedecek, ancak diğerleri, titreşen telli ses üretmelerinin onları telli çalgılar yaptığını söyleyecektir. Tüm tartışmayı özetlemek gerekirse: karmaşık. Piyanonun kendisi gibi.
İlk piyano 300 yıl önce bir İtalyan klavsen tamircisi tarafından icat edildi. Başlangıçta, bir tuşa ne kadar güçlü bir şekilde basıldığına bağlı olarak sessiz veya yüksek sesle çalabilen ilk klavyeli enstrüman olduğu için, İtalyanca “yumuşak yüksek sesli” anlamına gelen pianoforte olarak adlandırıldı. [2] O dönem için, bu çarpıcı bir teknolojik gelişmeydi, bu yüzden piyanoların, bir tane almaya gücü yeten herkesin evini donatması çok uzun sürmedi. [2] Piyanolar kısa süre sonra orkestralara dahil edildi ve daha popüler hale geldikçe daha da gelişmiş hale geldiler. On altıncı ve on yedinci yüzyıllar boyunca, piyano bir dizi hızlı değişiklik geçirdi: menzilini genişletmek için tuşlar eklendi; piyano yapımcıları, enstrümanı güçlendiren ve daha yüksek sesle ve daha yumuşak çalınmasını sağlayan demir kullanmaya başladı; ve farklı sesler oluşturmak için pedallar eklendi. [3Sanayi devrimi sırasında, piyano ustalarının yerini fabrikalar aldı ve o zamandan beri piyanonun arkasındaki tasarım oldukça sabit kaldı. [2] Günümüzde piyanolar, neredeyse herkesin erişebileceği kadar ucuzdur.
Genel Anatomi
Kuyruklu piyanonun iç anatomisi üç temel bölüme ayrılabilir: tellerin sesini yükselten bir "ses tahtası", telleri gergin tutan ve gerginliğini koruyan bir "piyano arp" ve sesi dönüştüren bir "eylem". bir çekicin bir ipe çarpma kuvvetine bir tuşa basma kuvveti. Bir piyanonun tam potansiyeline ulaşmak için yüksek düzeyde hassasiyet gerekir. Şemayı biraz bile değiştirmek, ses kalitesini veya enstrümanın tüm yapısal bütünlüğünü tehlikeye atabilir.
Esasen, bir dik piyano, kuyruklu piyanoya göre daha kompakt ve daha ucuz bir alternatiftir ve kuyruklu piyano tasarımlarından ayrılmalarının çoğu, mümkün olduğu kadar fazla yerden tasarruf etme çabasından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, kuyruklu piyanolar büyük ölçüde en kaliteli piyanolar olarak kabul edilir, bu yüzden bu makale boyunca arkalarındaki mühendisliği tartışacağım.
Kuyruklu piyanolar genellikle yukarıdaki resimde olduğu gibi seksen sekiz tuşlu üç ayak ve üç pedala sahiptir. Tüm kuyruklu piyanolar, iç kısımda değişen uzunluktaki tellere uyum sağlamak için özel bir kavisli şekle sahiptir. Kavisli gövdenin üstünde, enstrümanı daha yüksek sesle yapmak için ayarlanabilir üst kaldırılabilir.
Yukarıdaki videoda [6], iki farklı ayarda bir diyapazon yerleştirilmiştir. Önce havada vurulur, ardından kaidesi tahta bir masanın üzerine oturtulur. Ses netleştikçe, masaya karşı çok daha yüksek geliyor. Bunun nedeni, diyapazondan gelen titreşimlerin tabloda rezonansa girmesi ve böylece sesi o frekansta yükseltmesidir.
Videodaki akort çatalı, bir piyanonun iç işleyişi için mükemmel bir benzetmedir. Metal dişler yerine, bir piyano çelik teller içerir ve bu telin sesini güçlendiren ahşap kalas "ses tahtası"dır. Diğer birçok enstrüman gibi, piyanoların da malzemenin üstün rezonans özelliklerinden dolayı bir tür yumuşak ağaçtan yapılmış ses tahtaları vardır. [7] Bilim, hangi ahşabın “en iyi” sesi yarattığı veya en çekici şekilde rezonansa girdiği konusunda çok net değil, ancak sesin yol boyunca ilerlediği damar hatlarının geometrisi nedeniyle bazı ağaçların diğerlerinden daha iyi ses çıkardığı açık. . [7] Ladin ağacı, sesin daha hızlı yayılmasına ve daha iyi rezonansa girmesine izin veren düz damar çizgileri nedeniyle çok hoş bir ton oluşturur, bu nedenle çoğu piyano yapımcısı, ses tablasını oluşturmak için ladin kullanır. Ayrıca ladin diğer birçok yumuşak ağaçtan daha sağlamdır, bu nedenle en iyi sesi üretmenin yanı sıra ladin sertliği piyano arpının yapısal bütünlüğünü destekler. [8]
Piyano Arp
Piyano "çerçevesi" veya "plaka" olarak da bilinen piyanonun "piyano arp" olarak adlandırılan temel parçası, her kuyruklu piyanonun ortak noktası olan yan arp benzeri şekli açıklar. Ses tablasının hemen üzerinde bulunan bu bileşen, tellerin uyguladığı 30 tonluk gerilimin yükünü taşıyor.
Şaşırtıcı bir şekilde, bu bileşenin mühendisliği, yapısal bir mühendislikten çok bir malzeme bilimi problemiydi. 1700'lerde ilk piyanolar üretildiğinde bu parçalar ahşaptan yapılıyordu. Günümüzde, rezonans ve gerilme mukavemeti dikkate alınarak piyano arpını oluşturmak için dökme demir kullanılmaktadır. Çekme mukavemeti, bir malzemenin kırılmadan gerilime dayanma kabiliyetini ifade eder ve dökme demir, diğer metallere kıyasla nispeten güçlüdür, bu da onu bir piyano arp için uygun bir malzeme haline getirir, özellikle onu güçlendirmek için stres çubukları ile.
Bununla birlikte, tüm dökme demirler aynı değildir ve farklı piyano üreticileri, dökme demir ve karbon bazlı malzemelerin (grafen gibi) biraz farklı karışımlarını kullanır. [9] İşte burada rezonans devreye girer; Her notanın en çok yankılandığı yer ses tahtası olsa da, titreşimler en verimli şekilde temas yoluyla aktarılır. Titreşimlerin hava yoluyla ses tablasına aktarılması, tellerle ve ses tablası ile temas halinde olan piyano arp aracılığıyla titreşimlerin aktarılmasından önemli ölçüde daha az verimlidir. Saf dökme demir bu süreci engelleyecektir, bu nedenle piyano yapımcıları, rezonansını optimize etmek ve mümkün olduğunca az gerilme mukavemetinden fedakarlık etmek için diğer malzemelerle kendi dökme demir karışımını yaratırlar.
Piyano arpını gerçekten yaratmak için, Steinway gibi üst düzey piyano üreticileri, istenen şekle sahip bir model alıp onu kimyasal olarak işlenmiş kumla kaplamaktan oluşan “kum döküm” tekniğini kullanır. [9] Bu kum, erimiş demirin daha sonra içine döküldüğü ve daha sonra soğutulduğu bir kalıp oluşturmak üzere sertleşir. Demir katılaştıktan sonra kum kırılır ve geride modelle aynı şekle sahip bir metal döküm kalır. [9] Döküm tamamlandığında, bağlantı pimleri için bir kenar boyunca delikler açılır - tellerin tutturulduğu ve sıkılabileceği metal saplamalar.
Piyano arpıyla ilgili herhangi bir tartışma, yerinde tuttuğu tellerden de bahsetmeden eksik kalacaktır. Piyanoların büyük çoğunluğunun 230 piyano teli vardır - çoğu notanın her birinde üç tel bulunur, ancak en düşük olanların her birinde yalnızca bir veya iki tel bulunur. Piyano tellerinin (“piyano telleri” olarak da adlandırılır) her biri yaklaşık 200 lb gerilim taşımalıdır, bu nedenle malzemenin olağanüstü gerilme mukavemeti nedeniyle yüksek gerilimli çelik telden yapılmıştır. [8] Her notanın telleri, belirli bir perdeye uyacak şekilde belirlenmiş farklı uzunluklara ve çaplara sahiptir. Daha ince ve daha kısa olan teller daha yüksek notaları çalarken, daha kalın ve daha uzun olan teller daha düşük notaları çalar. Bu fenomen, tel titreşimlerinin hızından kaynaklanmaktadır: daha kalın, daha uzun teller, ince, kısa tellerden daha yavaş hareket eder, bu nedenle daha düşük bir frekansa sahiptirler, bu da daha düşük bir ses ile sonuçlanır. [8] Eylem
Basitçe söylemek gerekirse, eylem, bir piyanodaki bir parmağın bir tuşa vurma kuvvetini, çekicin ipe çarpma kuvvetine aktaran mekanizmadır. Ancak bu mekanizma basit değildir, çünkü piyanonun çeşitli ve güzel müziğini üretmenin birçok karmaşıklığı vardır.
Pedallar sesi fiziksel olarak nasıl değiştirir? Nota tutulsa bile, ilk vuruştan sonra çekiç ipten nasıl düşer? Tuşa artık basılmadığında dize nasıl susturulur? Bu soruları cevaplamak için önce bir piyano tuşuna basıldığında ne yapmak istediğimizi düşünmeliyiz.
Tuşa basıldığında çekicin notaya vurmasını istiyoruz. Esasen, her tuş bir kaldıraçtır, bu nedenle tuşa basıldığında, ilgili ipin altındaki çekiç bir not üretmek için bu ipe vurur. Ancak bu açıklamaya göre, notaya ne kadar uzun süre basılırsa basılsın çekiç tel ile temas halinde kalacak ve bu da telin titreşmesini ve ses üretmesini engelleyecektir. [11] Dolayısıyla, çekicin koldan ayrılması ve iki parça arasına bir yay yerleştirilmesiyle gerçekleştirilen, iple temas ettikten hemen sonra çekicin düşmesine ihtiyacımız var. Bu, çekicin bir an için erişimini geçmesine izin verir, böylece ipe vurur ve hemen bırakır.
Ardından, notamızı çalmayı bitirdiğimizde, tellerin sonsuza kadar titreşmesini istemiyoruz, bu nedenle, ilk kola bağlı küçük bir keçe “amortisör” var, bu da tuşa basıldığı anda telin titreşimlerini bastırıyor. piyasaya sürülmüş. [11] Nota serbest bırakıldıktan sonra tutulmasını gerektiren birçok şarkıdan birini çalıyorsanız, sağ pedala (veya “destekleme pedalına”) basmanız yeterlidir; bu, aynı anda tüm damperleri yükseltir ve Vurulan tüm teller, pedal bırakılana kadar serbestçe titreşir.
Enstrümanın üç mekanizmasına bir bütün olarak bakıldığında, bir notaya basıldığında, hareket, çekicin karşılık gelen tellere çarpmasına neden olur. Bu teller - piyano arp tarafından gerilir ve yerinde tutulur - titreşmeye başlar ve bu titreşimler piyano arpından ses tablasına aktarılır, burada rezonans nedeniyle ses yükseltilir. Tüm bunları şık, arp şeklindeki bir gövdeye sığdırın ve bir kuyruklu piyanonuz olsun!
Çözüm
Sanat ve bilim geniş ölçüde iki ayrı konu olarak görülse de, piyano, yapı mühendisliği veya malzeme bilimi olmadan mümkün olmazdı. Belki de şimdiye kadarki en çok yönlü enstrümanı oluşturmak için makine mühendisliği, inşaat mühendisliği, fizik, kimya ve yaratıcılığı bir araya getiriyor. Bilinen enstrüman yapımcılarının eserleri ve diğer müzik başarıları sadece sanatsal şaheserler değil, aynı zamanda mühendislik başarılarıdır.
0 notes
sizekitap · 3 years
Text
Park'ta Rock - Büyük Ev Ablukada - Fırtınayt (Etkinlik)
Tumblr media
Büyük Ev Ablukada Fırtınayt ile Park’ta Rock Sahnesinde!
Şehrin rakipsiz etkinlik merkezi KüçükÇiftlik Park’ın kapıları geçtiğimiz hafta %100 Music Sunar: Park’ta Rock ile açıldı. Müzikli günlere duyulan özlemi sona erdiren ve Rock müzik severler için bir klasik haline gelecek olan konser serisi 20-21 Ağustos’ta Büyük Ev Ablukada Fırtınayt ile devam ediyor. Büyük Ev Ablukada Fırtınayt ile aylar sonra ilk İstanbul konserini %100 Music Sunar : Park’ta Rock sahnesinde verecek.
Temmuz ayında #uzakduryakınıma konseptiyle kapılarını açan KüçükÇiftlik Park, sanat, eğlence ve müzik dolu etkinliklere hasret kalan İstanbullular için muhteşem bir konser serisi hazırladı. Aylardır misafirlerinin sağlığını düşünerek müziğin sesini kısan KüçükÇiftlik Park’tan yükselen sesler yeniden tüm şehri sarmaya başladı.
İsmini Turgut Uyar’ın bir şiiri olan “Büyük Ev Ablukada”dan alan ve 2008 yılında kurulan alternatif müzik grubu kendilerini “orada burada hava atmak için kullanılabilen, manitalara geceleri şarkıların sözlerini mesaj olarak atabileceğiniz ve hatta müziklerini sevmemenin bile güzel bir şey olabileceği çok çiço bir grup” tanımlıyor.
Kaynak
devamı burada => https://sizekitap.com/etkinlikler/parkta-rock-buyuk-ev-ablukada-firtinayt-etkinlik-2/
0 notes
bakbi3452 · 7 months
Text
Küpler - 1. grup tüm sesler
İlkokuma için bütün sesleri içeren küp çalışmalarıdır. Farklı küp çalışması fikirlerinizi yorum kısmına yazabilirsiniz. 1. grup sesler için; 1. grup (hepsi küçük) 1. grup 2. grup sesler için; 2. grup (hepsi küçük) 2. grup 3. grup sesler için; 3. grup (hepsi küçük) 3. grup 4. grup sesler için; 4. grup (hepsi küçük) 4. grup 5. grup sesler için; 5. grup (hepsi küçük) 5. grup
View On WordPress
0 notes
marmalaise · 3 years
Photo
Tumblr media
Galatasaray Başkanı Mustafa Cengiz, kulüp televizyonunda basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Bir grup muhalifin kendilerini beceriksiz gördüğünü söyleyen Cengiz, "Bazı üçkağıtlarda, bazı dolambaçlı yollarda, bazı yalanlarda becerikli değiliz. Galatasaray kültürdür. Galatasaray, dürüstlük abidesi olmak zorunda" dedi.
Erencan Yardımcı'nın Eyüpspor'a 4 milyon 200 bin TL'ye transferiyle ilgili yapılan eleştirilerin sorulması üzerine Cengiz, "Çok ayıp ediyorlar. Siz 100 bin Euro eden bir futbolcuyu 4.2 milyon TL'ye nasıl yollandınız diyorlar. Değeri 100 bin Euro'luk futbolcuyu nasıl sattınız diyorlar. Buna şark kurnazlığı denir. Biz kesinlikle limitler içinde kaldık. TFF ve Kulüpler Birliği toplantısında TFF'ye sordum, açıklayın dedim. Hangi kulübün ne kadar açığı var diye. Mahremiyet var dediler. Bütün ücretler hepsi var. Fair-play; dürüstlük, adillik, mertlik demek. Benim 1 milyon Euro yakın var dedim. Trabzon artıdayız dedi. Dedikodulara mahal vermeden hangi kulübün ne kadar vardı, ne kadar aştılar bu sene geçen sene. TFF bunu açıklasın. Ben bunu görüyorum. Açıklayacağını düşünmüyorum.
Diğer kulüpler de açıklasın. TFF lisans kurulu tek tek didikledi. Ben UEFA'dan da denetleniyorum. Ceza vermek zorunda aşmışsa. TFF bizim milli kuruluşumuz. Zora sokmam. Adil olması için desteğimi veririm. Bir camiadan korkup bir takım kuralları ertelemek, kırmızı ışıkta geçeni yeşil ışıkta gibi yazmak, gelecek kuşakları bir ülkenin mahşeri vicdanını ve ahlakını öldürür” diye cevap verdi.
Kendilerinin en büyük güvencelerinin genç futbolcular olduğunu ifade eden Başkan Cengiz, “Evvelsi gün bana bir futbolcu geldi. 21 kişilik kadroda olan oyuncu. Boluspor'a verdik. Bedava verdik. Emin Bayram'ı verdik. 1 kişi sordu mu? Rakiplerimize soruyorum. Emin Bayram niye bedava verildi diye. Emin Bayram niye gitti. Oynamak istiyorlar. U19'lar kalktı. Bu futbolcular ne yapacak. 17 tane yabancı futbolcumuz var. Omar'ı askıya aldık. Nasıl biz Emre Akbaba sakatken, Muslera sakatken tam maaşını ödedik, Omar'a da vereceğiz. Galatasaray'ın kültüründe bu yok. Nereden çıkarıyorsunuz Erencan'ın 100 bin Euro olduğunu" dedi.
"Erencan'ı karşı kulüp memnun olmazsa aynı fiyatla geri alırız"
Beşiktaş'ın yayımladığı açıklamaya katıldığını belirten Cengiz, "Niye sadece devre arasında diyorlar.
TFF kimin ne yaptığını biliyor. UEFA'dan istirham ediyorum, incelesin. TFF sicil kurulu dürüst bir kuruluş. Tek tek bakıyorlar. O kadar hassas ve dikkatli davrandık. Niye Emin'i ve Ali Yavuz'u sormuyorsunuz? Türk futbolunun geleceği bunlar. Çünkü kalpleri fesat. Bunun aksini kanıtlayın, ben alırım. Erencan'ı karşı kulüp memnun olmazsa aynı fiyatla geri alırız. Asla üç kağıt yok. O çocuğa da bu garantiyi verdik" açıklamasında bulundu.
Yapılandırma süreci
Pandemi döneminde gelirlerde yüzde 60'a yakın kayıp olduğunu söyleyen Başkan Mustafa Cengiz, "Türkiye'de 1 milyar TL geliri aşan ilk kulübüz. Gider de yüzde 60 arttı. Derin bir makas oluştu. Bizim yapabileceğimiz bir şey yok. 250 milyon TL gelir yapma şansımız yok. Dünyadaki bütün kulüpler zarar etti. İngiltere, İspanya ve İtalya hariç yaprak kımıldamıyor. Herkes konuştu, sadece Galatasaray'ın futbolcuları ve teknik heyeti indirim yaptı. Ben buradan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'a teşekkür ediyorum, eski ve yeni Maliye Bakanımıza teşekkür ederim. Büyük bir iş yaptılar. Yapılandırmayı iki kere yaptılar. Geldiğimde 380 milyon TL yapılandırma yaptık.
Bizim kulüplerin o zamanki borcu toplam 1.4 milyar TL. Toplam gelirin 4'te 1'i. Devlet sağ olsun 5 yıla çıkardı. ‘Galatasaray'ı teslim ettin' dediler. Devlet sağ olsun 10 yıla çıkarıyor. Bir takım sesler çıkıyor. Devlet de izliyor milleti. Sonra 7+2 yapıyorum dediler. Ben 2.5 yıl faiz ödemeyeceğim. Daha imzalamadık. İmzalamayalım diye mahkemeye verdiler. Bankalar Birliği de şaşırdı. Adam 5 yılı 10 yıla çıkarıyor. ‘Hayır' diyorlar. Adayı istediler, ‘Veremem' dedim. Mahkemeye verenler iyi not alın. 1.5 yıldan sonra faiz ödemesi yapacağız. Toplam ana paranın yüzdesi olarak 2023-24 yüzde 3, 2024-25 yüzde 5, 2025-26 yüzde 7.5, 2026-27 yüzde 10, 2027-2028 yüzde 12.5, 2028-29 yüzde 16, 2029-30 yüzde 46. Şimdi herkes aday olsun. Ama ücretleri düşüreceksin. Bu parayı ödeyeceksin. Yani donanımlı ve paralı geleceksin. Daha açıklayacak çok şey var ama mahremiyet var" ifadelerini kullandı.
"Biz kime talipsek hepsine talip oldular"
Teknik Direktör Fatih Terim'in transfer listesini açıklayacağının hatırlatılması üzerine Cengiz, "Hocam çok güzel bir ironi yaptı. Bir laf daha vardı.
Ben de zamanında yapmıştım. Hocamınki daha etkiliyor. Bizi beklemeyin diyor, siz önceden dersinize çalışın diyor. Tebrik ediyorum hocamı. Ben başkan oldum, 24'ünde devraldım. Transfer yasağı vardı. 32 milyon TL hemen ödememiz vardı. 1 gün içinde kaldırdık. Ndiaye'yi satmadan. Hocamızın talebi ile Nagatomo'ya talip olduk. Abdurrahim'i ve Yusuf'u çok üzdüler. Yönetim kurulu hepsi çalıştı. İstifa edenlere de teşekkür ediyorum. Çok çalıştılar. Abdurrahim'i ve Yusuf'a saldırıyorlar. Inter kulübü rakip kulübümüzün teklifini uzatmış. O anda iftardayız, o rakip kulübün başkanı da yanımda. Abdurrahim yalvardı bana. Ayıp ya, sen benle yüz yüze bakıyorsun. Biz kime talipsek hepsine talip oldular. Emre Akbaba'ya talip oldular. Sen bana daha fazla verdirterek bir şey yaptıramazsın. Bunlar yurt dışı ile iç içeler" diye cevap verdi.
"İrfan Can transferinde son olarak 5.5 milyon Euro, Linnes ve yüzde 20 dedik"
Talip oldukları ve Fenerbahçe'ye imza atan milli futbolcu İrfan Can Kahveci'nin transferi konusunda yaşananları anlatan Mustafa Cengiz, "Çok değerli bir oyuncu. Mesut gibi çok iyi oyuncu.
Bu işi onlar açtı. Menajerlerin av mevsimi açıldı dedim. Ortalığı kızıştırıyorlar. İyiyi bilen, kötüyü de bilir. İyi lafı söyleyen en güzel küfürü de eder. En dürüst olan en tehlikeli insan olabilir. İnsanın dürüstlüğü nereye kadar bilemem. Biz bu böyle olmaz dedik. Aradım Göksel Başkan'ı. ‘Başkanım yazılı teklif verin' dedi. Bize ulaştırılan bilgi oyuncu kesinlikle Galatasaray'ı istiyor. Futbolcu ile yüz yüze görüşmedim. 4 milyon Euro + ertesi satıştan karın yarısı teklif verdik. Sonra yüz yüze geldik. Göksel Bey, ‘beni anla' dedi. ‘Ben sizinle aynı teklifi veren olursa size rüçhan hakkı veririm' dedi. Sonra, teklif vermediğimizi söyledi. Sonra bir araya geldik. O çocuğun isteğini, iştahını değersiz hale getirmeyelim dedik. Sponsor da bulduk. Bir sponsoru da reddettik. Biz limitler içerisinde davranıyoruz dedik. Son teklif 5.5 milyon Euro, Linnes ve yüzde 20 dedik. Linnes'in maaşını biz ödeyeceğiz. Şampiyon olursak ve Şampiyonlar Ligi'ne kalırsak 1'er milyon Euro verdik. Karşı taraf çok mutlu oldu. Bir yönetici arkadaşımız ‘Bu iş bitti' dedi. 18.45'te Göksel Başkan aradı. ‘Teklifler arasında uçurum var' dedi.Deniz Türüç ile 1 futbolcu. ‘Sen kendini benim yerime koy' dedi. ‘Sen haklısın' dedim. Telefonda 2 dakika konuştuk. ‘Bundan sonra yokum' dedim. Hiçbir transferi açıklamayan rakibimiz ilk defa açıklama yaptı. 7 milyon Euro dedi. Bunu merak ediyorum. Kendi camiana da açıkla. Bugün Fenerbahçe olmazsa Galatasaray olmaz. Pazarlık arttırmadık. Mensah transferine girmedik. İhale bize kaldı. Sevgili Çebi'ye anlattım. Beşiktaş masadaysa çekiliriz dedik" şeklinde konuştu.
"Mostafa, Galatasaray'ın geleceği"
Henry Onyekuru ve Mostafa Mohamed'in zorunlu opsiyonlarının olmadığını belirten Cengiz, "Onyekuru'nun 4.3 milyon Euro satın alma opsiyonu var. Ama istersek alırız. Onyekuru 5 aydır yatıyor, bizde bile şüphe vardı. Herkesi utandırdı. Ey Onyekuru herkesi utandırmaya devam et. Mostafa sürecinde neler yaşadık. Menajer çatışmalarından tut... O çocuk da bizi istedi. Mısır da ikiye ayrıldı. Araya her şey girdi. Hatta Türkiye'den bir kulüp teklif verdi. Fenerbahçe değil. Mostafa'ya teşekkür ediyorum. Lakabı tank. Biz Mostafa, Metin Oktay ruhu ile gitsin istiyoruz. Bir karakter olarak, Galatasaray'ın geleceği olacak.
Hiçbir transfer 1 günlük değil. Scout ekibi aylarca uğraşıyor. Hocamın bir sistemi var. Galatasaray çok büyük bir marka. Bu transferde adam İngiliz covid kodlarına göre son gününde. 14. gününde. İngilizler ambulans uçak ile çıkabilir dediler. Son gün, evraklarını yetiştirmemiz gerekiyordu. Biz İrfan Can'ı alsak da onu alırdık. Limitlerimiz buna yetiyordu. Çünkü o zaman sponsorlar devreye girecekti. Devletimiz sağ olsun. Teşekkür ediyorum" açıklamasında bulundu.
"Kampanyada geldiğimiz noktan memnun değilim" ‘
Aslan Gibi Sponsor' kampanyasının son durumu hakkında bilgi veren Başkan Mustafa Cengiz, "Kampanyayı taraftarımız başlattı. Geldiğimiz noktadan memnun değilim. Biri para veriyor dediler. Bugün marjinal değeri olarak taraftarın verdiği 10 lira benim verdiğim paradan daha değerlidir. Bugün 6 milyon TL'ye yakın. Hiç kampanya açmadık. Kumbara konusu. Ben demedim. Ali Koç, ‘Çocukların kumbarasındaki paraya talibim' dedi. Hocam da kalktı, Çocuk Esirgeme Kurumu'na bağış yaptı. Hocamı eleştiriyordu. Ben kumbaradan para isteyenle, para koyanı bir kafeye koyamayız' dedim.
Ali Koç'a laf attım, Fenerbahçe camiasına asla atmam. Lütfen destek verin. 10 TL bile büyük para. SMS'i de açacağız. 10 TL büyük para, maça gelen var, gelemeyen var. ‘Ya transfer, ya istifa et' dediler. Şu ana kadar toplanan 5 milyon 600 TL. Rakibimiz bir futbolcu transferi için açtı. Camiama sesleniyorum, bizim yıllık elektrik giderimizi bile karşılamıyor. Çatıya güneş panelleri koyacağız. Çok büyük bir firma. Bedava yapacak. 20 milyon TL'ye yakın gideri var. 10 yıl ödeyeceğiz sonra bizim olacak. Bir teminat mektubuna ihtiyacımız var. 18 milyon TL teminat mektubu arıyoruz" diye konuştu.
"Hocamıza, yönetimlere ve oyuncularımıza güvenin"
Hiçbir şeyi yeterli görmediklerini belirten Cengiz, "Biz memnun olduğumuz zaman biteriz. Yeterli görmeyiz hiçbir şeyi. Her transfer döneminde dayak yiyoruz. Orta saha yok diyorlar, en sağlam orta saha bizde. Forvet yok diyorlar, en çok golü biz atıyoruz. Defans yok diyorlar, en az golü biz yiyoruz. Luyindama gibi oyuncu yedek bekliyor. Ben taraftarımdan şunu istiyorum; lütfen sakin olun, hocamıza, yönetimlere ve oyuncularımıza güvenin. Asla Galatasaray'ın geleceğini karartmayız.
Gerçekler başka" ifadelerini kullandı.
Galatasaray Başkanı Mustafa Cengiz, şampiyon oldukları Medipol Başakşehir maçının kendisini en çok sevindirdiğini söyledi.
"O futbolcunun heykelini dikerim"
Teknik Direktör Fatih Terim'in transfer döneminde canla başla çalıştığını vurgulayan Mustafa Cengiz, "Transferler inşallah yerine oturur. Bir transfer komitesi üyesi gibi çalıştı. Bütün yönetim kurulu üyeleri canla başla çalıştı. Bütün kurullarıma çok teşekkür ediyorum. Fatih hocama ve scout ekibime teşekkür ediyorum. Ben kendimi değerlendiremem. Menajerlerin gazına gelmeyin. Adam 18 milyon Euro maaş alıyor, 3 milyon Euro'ya tuttuğu takıma gidiyor. 15 Milyon Euro'yu feda ediyor. Ben olsam o futbolcunun heykelini hemen stadyum girişine dikerim" dedi.
"İnşallah cumartesi günü veni, vidi, vici'yi söylemek nasip olur"
Cengiz, cumartesi günü oynanacak Fenerbahçe derbisiyle ilgili olarak ise, "İnşallah cumartesi günü veni, vidi, vici'yi söylemek nasip olur. Geldik, gördük, yendik. Fenerbahçe maçına gideceğim. Gönül ister ki seyircili olsun. Sağlık personeli olsun dediler” diye konuştu.
"Formsuzsa ısrar etme"
Hakemlerin kötü niyetleri olduğunu düşünmediğini ifade eden Cengiz, "Genç hakemlerin hata yapmasına rağmen verilmesini istiyorum.
Ben de maç izliyorum. Dün bir hakem, daha önce bizi de yaktı. İnsanlar rahatsız oldular. Verilen bir kırmızı kart. Ben bunu formsuzluğa bağlıyorum. Formsuzsa ısrar etme. Aynı maçta 15 saniye elinde topu tutana bir şey demedin, bizimki 6 saniye tuttu diye ceza verdin. Güzel yaptın. Niye bu maçta vermedin? Aynı pozisyonda Diagne ayağını kaldırıyor, kart veriyorlar. Emre Kılınç'a verilen kırmızı kart. Biz hale çözemedik, dokundu mu dokunmadı mı diye. Aynı hakem aynı pozisyona sarı kart yok. Ben Tatlı'nın gelmesini istedim. Düzgün bir insan. Bu adamı da yaktılar. TFF'yi de yaktılar. Ben inanmıyorum onların mutlu olduğuna. Bence yönlendirmiyorlar. Beraber maç seyrettik. MHK ve TFF başkanını zor duruma düşürüyorlar. Onların planının bir parçası olduğuna kanaat getirirsem, söylemlerim değişir. Daha ligin bitmesine var. Bize kolayca çıkarttıkları sarı ve kırmızı kartları diğer takımlara çıkaracaklar mı? Genel olarak büyük takımlara karşı bir şey var. Ben buna sarı ve kırmızıyı verirsem dürüst olurum diye. Herkese eşit, adil davran. Biraz büyük takımlara saldırı var. Bugün büyük takımlar olmasa ligin tadı olmaz” diyerek sözlerini tamamladı.
Oğuzhan Ort  
.
0 notes
lilican21 · 3 years
Video
youtube
(HIZLI OKUMA TEKNİKLERİ)2.Grup Sesler - OMUTÜY - Hece Birleştirme ve Kelime Okuma- Çocuk Videoları
0 notes
gozel · 4 years
Photo
Tumblr media
1916 Büyük Ankara Yangını*
1861 yılında Ankara’ya gelip kentte bir süre kalan Georges Perrot, ekonomik durumu kötü olan Yahudier dışında, hem Ermenilerin hem Rumların hem de Müslümanların neredeyse tamamının bir bağ evi bulunduğunu, en güzel bağ evlerinin de Esat’ta olduğunu anlatmış. 1916 yılının Eylül ayında Ankara merkezinin büyük bir kısmını küle çeviren büyük yangında sadece 5 kişinin hayatını kaybetmiş olması nüfusun büyük bir kısmının o dönemde bağ evinde oturuyor olmasına ve yanan yerlerin önemli bir kısmının sakini binlerce Ermeninin aylar öncesinde tehcire tabii tutulmuş olmasına bağlanabilir.
1916’nın Türkçesiyle harik-i kebir (büyük yangın), o dönemde Ankara’nın başına gelen tek büyük felaket değildir…
Yangın Öncesi Ankara
Temmuz 1915’te Ankara Valisi Mazhar Bey, Dahiliye Nezareti’nden gelen tehcir talebini uygulayamayacağını bildirdikten bir süre sonra emekliye sevk edilir. Yerine vekaleten İttihat ve Terakki’nin koyu milliyetçi üyelerinden Mustafa Atıf atanır.
Rum Ortodoks, Gregoryen ve Katolik cemaatleri ile Frerlerin mülklerine 1916’dan 2 yıl önce el konulmaya başlanmıştır. Ülke savaştadır ve ordunun masrafları “bağış” sistemiyle toplanmaktadır. Özellikle okul binaları ve varlıklı kesime ait özel mülklerin bir kısmı hazine mülküne alınır.
1915’in ikinci yarısı, Ankara’daki Hristiyan nüfus -özellikle de Ermeniler- için geri dönüşü olmayan bir sürecin başlangıcıdır. Ağustos 1915’te Anadolu’nun bir çok diğer ilinde olduğu gibi Ankara’da da tehcir ismiyle başlatılan süreç birkaç hafta içinde katliama dönüşür. İslamı kabul etmeyen, çoğunluğu Gregoryen ve Katolik erkekler önce tutuklanır, sonra sürülür veya öldürülür. Tutuklu bekletilen ya da halihazırda yola çıkarılmış olan bir grup Katolik Ermeni, Papalık ve Fransız Büyükelçiliği’nin girişimiyle serbest bırakılır. Bu süreçte Ankara’da yaşayan 10bin Ermeni “kaybolur”.
1916 yılının başlarında Ankara’da kalan Katolik, az sayıda Gregoryen ve Protestan; İslamiyet’i kabul etme zorunluluğu ile karşı karşıya kalır. Ayinler, kiliselerden evlere taşınır. 1916 yılı Ankarası’nda vali ve polis müdürü eliyle yürütülen bir “getto” sistemi vardır. Zorla çalıştırma, taciz ve mülklere el koyma yaygındır. Bahar aylarında, 2 bin dükkan, 3 katedral, 9 kilise, okul ve evlerdeki eşyalar atlı arabalarla İstanbul’a taşınacaktır. Bunun dışında kalan bir takım “değersiz” eşya ise müslüman ailelere verilir.
1916 Eylül’ünde şehirdeki Hristiyan nüfusun bir kısmı zaten mülksüzleştirilmiştir. Şehirde kalan ailelerin çoğunluğu da bir şekilde ticaret yapan ve sarayla ilişkisi olan (örneğin saray için sof üreten) ailelerdir. Yangından sonra bu aileler de şehrin günlük yaşantısından silinecektir.
Ankara Yanıyor
13 Eylül 1916 gecesi herkes uykuya daldıktan sonra Emekli Binbaşı Ferid Bey’in emrindeki askerlerin kaldığı evden sesler yükselir. Yangın çıkmıştır. Evin bitişiğinde henüz bir yıl önce yetim ve öksüz kalan çocuklar için açılmış olan yurt (Dârüleytâm) vardır. Çocuklar hızla dışarıya çıkarılır. Yangın söndürme çalışması başlamış görünmektedir. Başka anlatılarda yangının, Dârüleytâm bitişiğinden değil de Katolik Ermeni mahallesinde başlamış olduğu ve hatta 13 Eylül’de değil 11 Eylül’de başladığı da söylenir. Döneme ait belgeler yoluyla kesin bir sonuca ulaşmak mümkün değildir, ancak yangının birkaç ayrı noktada başladığı bilgisi, anı ve tanıklıklarda tekrarlanan ciddi bir iddiadır. Ferid Bey’in emrindeki askerlere yangın sonrasında ulaşılamaması da kundaklama şüphesini artıran bir faktördür.
O gece Ankara’da rüzgar yoktur. Yangının tahmin edilenden çok daha yüksek bir hızla yayılması ve şehir merkezinin neredeyse tamamını sarmasını, sokakların çok dar olmasına, ahşap evlerin birbirine çok yakın olmasına bağlayanlar olmuştur. Şehirdeki tulumbacı sayısı da yetersizdir. O dönemde devlet için Ankara’ya oranla çok daha önemli bir konumda bulunan Eskişehir’den istenen takviye, ancak 14 Eylül akşam üstü şehre vardığında yangın zaten tüm şehri sarmış durumdadır. İtfaiye yangını durdurmakta etkili olamaz. Bu durumu Refik Halit Karay, “yangın yakacak başka şey bulamayınca kendiliğinden söndü,” diyerek özetlemiştir.
3 gece 2 gün boyunca söndürülemeyen bu yangını "körükleyenler" olduğuna dair tanıklıklar vardır. Tanıklar, evlerin ve dükkanların üzerine ya da sönümlenen alevlerin üzerine gazyağı döküldüğünü ve yangını söndürmeye çalışanların engellediğini anlatırlar. Örneğin, yangının çıkış noktasından uzak Aziz Nikolaus Kilisesi’ne doğru yaklaştığını gören Ortodokslar neredeyse kiliseyi kurtarmışken, kurtarma çalışması yürüteceklerini söyleyen bir grup gelip, kiliseye su yerine gazyağı döker. Bu sırada papazı da darp ederler. Benzer şekilde bugün Ulus Çarşısı’nın bulunduğu yerde yer alan Rum Metropolitliği’nin arşivleri de yanıp kül olur. Ermeni cemaate ait mahallede de yanan evlere su yerine gaz yağı döküldüğünü söyleyen tanıklar bulunmaktadır.
Polis teşkilatı, Dahiliye Nezareti (İçişleri Bakanlığı) ve hükümet arasında o dönemde geçen yazışmalar, yangın sırasında polis teşkilatının zafiyet içinde olduğunu gösterir. İktidardaki İttihat ve Terakki Partisi tarafından Ankara’ya özellikle gönderildiği bilinen polis şefi Mustafa Durak’ın emrindeki polislerin, yangına bilinçli şekilde müdahale etmediği konusunda şikayetler gelmiştir. Benzer şikayetlerin, aynı dönemde Anadolu’nun 20 ilinde çıkan/çıkartılan yangınlarda da gelmiş olması; bu yangınların İttihat ve Terakki Partisi’nin sürgün ve yok etme politikalarıyla ilişkisine dair bir gösterge olarak yorumlanabilir.
Yangının yayılmasıyla beraber yağmacılar da devreye girer. Sivillerin katılımıyla süren söndürme çalışmaları arasında eşyalarını taşıyıp kurtarmaya çalışanların mallarının bir kısmı yağmada yitip gider.
Yangın söndürüldüğünde özellikle Hristiyan cemaatlerin yaşadığı mahalleler tamamıyla zarar görmüş ve neredeyse küle dönmüştür. “İmkanı olanlar iki gün içinde ev kiralasın” direktifi gelir. Müstakil evlerini bırakan çoğu kişi, tek veya iki odalı dairelere taşınır. Taşınacak durumu olmayanlar için Hilal-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) çadır gönderir. Ancak çadırların büyük çoğunluğu gerek olmadığı gerekçesiyle iade edilecektir. Bu iadenin bilinçli şekilde Hristiyan nüfusun şehirde barınmaması için mi, yoksa çadır sayısını 1914 nüfus sayımına göre belirleyip, 1915’te başlayan tehcir ve katliamın şehirdeki Ermeni nüfusu büyük oranda yok ettiğini hesaba katmayan bir bürokratik hata mı olduğunu bilmek zor. Bilinen şu ki 1916 Ankara Yangını, Hristiyan cemaatin evleriyle ve yurtlarıyla olan bağını iktisadi, siyasi, kültürel ve toplumsal olarak tamamen koparmıştır.
Yangına Dair Veriler
1916 yangınına dair kaynak ve bilgi azdır. Taylan Esin ve Zeliha Etöz’ün bu konuda yaptıkları kapsamlı çalışma* döneme dair anlatıları, çeşitli elçilik raporlarını ve akademik araştırmaları bir araya getirilerek şu bilançoyu ortaya çıkarmıştır:
Yangın sonrasında kentin ortasında büyük ve sahipsiz kalan yanmış alan ancak 1950'lerde yeniden imar ve inşa edilmiştir.
Ankara merkez kazasının 19 mahallesinden 8’i tamamen, 11’i ise kısmen yanmıştır. Tamamıyla yanan mahalleler; Hisar’ı Fukara, Hisar’ı Ağniya, Kurt, Çakırlar, Kethüda, Hacı Mansur, Yeğenbey, Mihriyar’dır. Bu mahallelerde 735 hane kül olmuştur. Kısmen yanan mahallerdeki hane kaybı ise 298’dir. Tamamıyla yanan 8 mahallenin 7’sinde yalnızca Hristiyan veya Yahudi nüfus yaşamaktadır.
1914 nüfus sayımına göre, Ankara merkezinde 69.066 Müslüman ve 14.500 Hristiyan yaşamaktadır. Nüfus oranıyla ters düşecek biçimde yanan kilise sayısı 7 iken, cami sayısı 2’dir. Yangın öncesi Ankara’da 44 cami ve 12 kilise bulunmaktaydı.
Yangın sonrası, devletin ilk resmi önlemi şehirdeki hapishane ve polis sayısını arttırmak olmuştur.
Yangında mülklerinden olan Hristiyan yurttaş sayısının 8.000 ila 14.000 arasında değiştiği tahmin edilmektedir.
Yangında 5 kişi hayatını kaybetmiştir.
Yanan yer olan Dış Kale-Hisarönü, şehrin en gösterişli semtlerinden biridir.
Yangın, varlıklı Türkleri de etkilemiştir.
*Kaleme aldıkları "Büyük Ankara Yangını: Felaketin Mantığı" kitabıyla, hikayenin yazımına katkı sunan Zeliha Etöz ve Taylan Esin'e teşekkür ederiz. Kitap üzerine yazarlarla yapılan söyleşi için tıklayınız.
BAĞLANTILI OLAYLAR
Yakmak, yanmasına, yakılmasına göz yummak, Türkiye’de bir çok kez ve birbirinden çok farklı mecralarda tekrarlanan bir pratik. Göz dağı verme, terk etmeye zorlama, el koyma, rant yaratma, sosyal-kültürel belleği yok etme, hınç alma yöntemi olarak devlet dahil tüm aktörler tarafından sıklıkla başvurulan bir “yöntem”.
Orman yakıp karlı inşaat alanları açmak; köyleri, tarlaları yakıp nüfusu göçe zorlamak; kitapları, arşivleri yakıp hafızayı silmek; insan yakmak, ev yakmak, dükkan yakmak, yağmalamak, yananı söndürmemek ve bazen de söndürememek bütün bunlar aslında hep aynı zihniyetin farklı tahayyülleri. Küller üzerine kurulu bir tarih var. Bu tarihin bağlantılı olaylarından bir kesit hazırladık:
1914-1918 yılları arasında Hristiyan mahallelerinde ya da Hristiyan nüfusun yoğun olarak yaşadığı mahallelerde kasıtlı olarak çıkarıldığı düşünülen yangınların bir listesini sayfanın en sonundaki kutucukta bulabilirsiniz.
                                     View fullsize                                                    
                                     View fullsize                                                    
                                     View fullsize                                                    
  fotoğraflar: 1918 Cibali-Fatih Yangını, İstanbul.
13 Ağustos 1922 Sovyet Elçiliği Yangını ya da Kurşunlu Camii Yangını, Ankara.
5 Eylül 1922 Manisa Yangını. Yangında Manisa’nın %90’ı zarar görmüş, binlerce insan ölmüştür. Yangının, Kurtuluş Savaşı esnasında geri çekilen Yunan ordusunun milisleri tarafından çıkartıldığı iddiaları kuvvetlidir. Yangın esnasında bir çok insanın da vurularak öldürüldüğü aktarılmaktadır.  
13-18 Eylül 1922 İzmir Yangını. 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’de Yunan ordusunun yenilgiye uğratılmasının hemen ardından savaşın yıkıcılığına tüm şehri saran büyük yangının yıkıcılığı eklenir. 4 gün süren yangınla eş zamanlı olarak Büyük Millet Meclisi’nde tartışılan “terk edilmiş mallara hazine adına el konulması” önergesi, yangından sonra şehrin yaşayacaklarının habercisidir. Yangının nedenlerini araştırma konusunda dönemin tüm otoriteleri sessiz kalmıştır ve 1936’ya kadar yanan bölge olduğu gibi kalacaktır. Aslında 1925 Tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla “gayrimüslim” mallarının hayır kurumlarına ve özel idarelere devri yasalaşmıştır. Yangın sonucu kül olan bölgenin akıbeti yıllarca tartışmalara konu olur. Bu alanda İzmir’in simgesi olan Fuar alanı da vardır. Diğer kesimler yavaş yavaş garaj, restoran işletmeleri tarafından kullanılmaya başlanır.  amaçlarla kullanılır. 16 yıl boyunca yanmış haliyle duran alana İzmirliler “utanç çukuru” adını vermiştir. İzmir yangının bilançosuyla ve yangını başlatanlarla ilgili çelişkili bilgi ve veriler bulunsa da; yaklaşık 2,6 milyon metrekarelik bir alan, 25 bin ev, iş yeri, kilise, hastane, fabrika, depo, otel ve lokantanın yok olduğu belirtilmektedir. Ayrıca, Türk ordularının önünden İzmir’e doğru sürülen Rum ve Ermeni sayısının İzmir’de yaşayanlarla birlikte 500 bine yakın olduğu, bunların ancak 320 bininin gemilerle tahliye edilebildiği, geri kalan 180 bin kişinin yangın sırasında çeşitli biçimlerde yaşamını yitirdiği iddia edilmektedir. ABD Büyükelçilik kaynaklarına göre de yangında ölenlerin sayısı 100 bin civarındadır.  
fotoğraf: 1922 İzmir Yangını.
30 Ocak 1923 Mübadele Sözleşmesi. Lozan’daki toplantıların sona ermesinden yaklaşık bir yıl sonra, Yunanistan ve Türkiye arasında Mübadele Anlaşması imzalanmış ve Türkiye’de yaşayan Rumlar ile Yunanistan’da yaşayan Türklerin yer değiştirmesine karar verilmiştir. Türkiye’de İstanbul ile Gökçeada ve Bozcaada'da oturan Rumlar ile Yunanistan’da Batı Trakya’da yaşayan Türkler mübadeleden muaf tutulmuşlardır. Yaklaşık 700 bin kişi göçmen/mülteci konumuna düşmüştür. Yunanistan’la, Balkan Savaşları ile başlayan ve 1920-1922 yılları arasında devam eden savaşın, yersiz yurtsuz bıraktığı 1 milyondan fazla insanın göçmen statüsü de eklenince, toplam 1 milyon 700 bin kişi ülke değiştirmek zorunda kalmış, savaşın yarım bıraktığı demografik homojenleştirme “barışçıl” bir şekilde tamamlanmıştır. Mübadelenin tamamlanabilmesi neredeyse 10 yıllık bir zaman almış, süreç içinde taşınır ve taşınmaz birçok mülk yağmalanmıştır.
13 Ocak 1928 Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyası. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrenci Topluluğu'nun 13 Ocak 1928'deki yıllık kongrelerinde aldığı bir karar üzerine, kamusal mekanda herkesin Türkçe konuşmasını tavsiye eden tabela ve afişlerin asılması, okullarda konferanslar verilmesi gibi fikirler etrafında başlamıştı. Uygulamada ise yabancı dilde gazete okuyanların gazetelerinin yırtılması, Türkçe konuşmayanlara müdahale edenlerin çıkarttıkları kavgalar, "Vatandaş Türkçe Konuş” flamalarını yırtanların göz altına alınması ve insanların birbirini tehdit unsuru olarak görmesini derinleştiren bir ayrımcılık maratonuna dönüştü.
22 Ocak 1929 Beyoğlu Tatavla - Kurtuluş Yangını.
18-19 Temmuz 1929 Ankara Tahtakale Yangını. 20 Temmuz 1929 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nin haberine göre, gece yarısında Tahtakale'de yer alan bir kereste deposunda çıkan yangında 100 ev, 500 dükkan, 5 han, 2 fırın, 1 cami ve 1 hamam yandı. Bir kişi hayatını kaybetti, onlarca kişi ağır yaralandı. Yangın sonrasında yüzlerce kişi evsiz kaldı. Dönemin cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk hem yangın gecesinde hem de sonraki günlerde söndürme çalışmalarını yakından takip etti.
fotoğraf: 1929 Tahtakale Yangını, Ankara (kaynak: VEKAM)
3 Aralık 1933 Sultanahmet Adliyesi Yangını.
1934 Trakya Olayları. 28 Haziran ila 4 Temmuz 1934 tarihleri arasında Çanakkale, Keşan, Uzunköprü, Kırklareli, Lüleburgaz, Babaeski ve Edirne'de yaşayan Yahudilere yönelik bir pogrom yapıldı. Saldırılar tüm şehirlerde aynı zamanda başladı, Çanakkale ve Keşan'da yaşayan 30 ila 40 Yahudi ailesi şehri 24 saat içinde terk etmeye zorlandı. Yahudi aileler, bu yüzden buralardan apar topar kaçtılar. Uzunköprülü Yahudiler saldırganlardan ancak üç günlük bir ek süre temin ettiler ve bu üç gün içinde ellerindeki taşınır ve taşınmaz malları satmaya çalıştılar. Kırklareli'nde Yahudiler bıçaklandılar ve dövüldüler. Saldırganlar Kırklareli hahamını öldürdüler. Yağmacılar bazı kadınların yüzüklerini almak için parmaklarını dahi kestiler, bir çok kadına tecavüz ettiler. Edirne'de ise resmi makamlar, Edirne mezbahasında hahamlar nezaretinde dini kurallara uygun yapılmakta olan et kesimini yasakladılar. Yahudi işçilerin işlerine gitmelerini önlediler. Yahudi tüccar ve esnafa ait iş yerlerini boykot ettiler. Paniğe kapılan Yahudiler bu durumu valiye şikâyet ettiler. Vali kendilerine bu davranışlarda olağanüstü bir durum olmadığını, Edirne halkının Yahudilerin Edirne'den ayrılmalarını istediğini ve dolayısıyla Yahudilerin kenti terk etmelerinin daha doğru olacağını söyledi.
22 Nisan 1941 Yirmi Kur’a* İhtiyatlar Olayı - Nafıa Askerleri. 2.Dünya Savaşı sırasında, 10 Nisan 1941’de yayınlanan resmi seferberlik ilanının ardından,  özel bir kanunla askere alınan gayrimüslim erkeklere silah verilmeyip, aileleri ile görüşmeleri yasaklanıp; yol, köprü yapımı gibi bayındırlık işlerinde amele olarak çalıştırılmaları olayıdır. Askerlerin büyük çoğunluğu 27 Temmuz 1942’de terhis edilmiştir. *20 Kur'a: "Tanzimat sonrası askerlik işlerinde kullanılan bir usûl olup, bir yılın doğumluları arasında, ad çekilerek, adına K yazılı kağıt çeken çekilen asker"dir.
fotoğraf: Nafıa Askerleri
11 Kasım 1942 Varlık Vergisi. Tek parti döneminde Şükrü Saraçoğlu hükümetinin ilk icraatı olarak TBMM’de kabul edilen kanunda, ‘gayrimüslim’ ve ‘müslüman’ gibi ayrımlar yoktu. Ancak İstanbul Defterdarı Fail Ökte, uygulamada, vergi mükelleflerinin Maliye Bakanlığı’nca belirlenen dört grubu baz alındığını belirtmektedir: M grubu (Müslümanlar) takdir edilen matrahın (vergiye esas alınan miktarın) yüzde 12,5'ini; G grubu (gayrimüslimler) yüzde 50'sini; D grubu (dönmeler) yüzde 25'ini; E grubu (ecnebiler) yüzde 12,5'ini ödemekle yükümlüydü. Çiftçiler de yüzde 5’ini ödeyeceklerdi. Vergi mükelleflerinin isimleri ve miktarlarının ilan edilmesi, en fazla bir ay ile sınırlandırılmış ödeme süresi, bu süre içinde borçlarını ödeyemeyenlerin mallarının icra yolu ile satışa çıkarılacak oluşu ve borçlarını ödeyemeyen mükelleflerin bedenen çalışarak ödetmek için çalışma kamplarına gönderilmesi, bu kanunun ayrımcılık temelli iktisadi politikanın bir parçası olduğunu işaret etmekteydi
6-7 Eylül 1955 Olayları. 6 Eylül günü İstanbul’da yaşayan Rum yurttaşlara yönelik saldırılar sırasında çıkartılan yangınlarda gayrimüslimlere ait evler, iş yerleri, okullar ve ibadet yerleri yakılmış, yıkılmış ve yağmalanmıştır. Mahkeme kayıtlarına göre 4.214 ev, 1004 iş yeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır ve 26 okul saldırıya uğramış, 11 kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce kişi yaralanmış ve tecavüze uğramıştır. Ölü sayısının az olması, saldırgan grupların bu yönde talimat almasına bağlanmaktadır. Saldırılar, Kıbrıs konusunun gündemde olduğu 1955 yılında, Selanik’te Atatürk’ün evinin Yunanlılar tarafından bombalandığı haberi üzerine Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin ön ayak olduğu bir galeyana getirme girişimi ile başlamış ve başka illere de sıçrayarak, Cumhuriyet döneminde yaşanan en büyük yağma ve yıkıma dönüşmüş, olaylar üzerine İstanbul'da sıkıyönetim ilan edilmiştir. Yaşananlar sonrasında birçok Rum, Ermeni ve Yahudi Türkiye’den göç etmiştir. Olaylarla ilgili kapsamlı bilgi ve tanıklıklar için BABİL Derneği’nin çalışması: http://6-7eylul.babilder.org/
fotoğraf: 6-7 Eylül 1955 Olayları (Kaynak: http://6-7eylul.babilder.org)
16 Mart 1964, İstanbul Rumlarının Sürgün Edilmesi. Kıbrıs konusunda Yunanistan’la gerginleşen siyasi hava nedeniyle Yunanistan pasaportu da olan 13 bin Türkiye vatandaşı Rum hakkında gizli bir kararname ile sürgün kararı çıkartıldı. Ülkeyi terk etmek için 48 saat ile 10 gün arasında vakit verilen Rum yurttaşların yanlarında 20 kilodan fazla yük ve 20 dolardan fazla para almaları yasaklanmış, 6 ay sonra da banka hesapları bloke edilmiş, gayrimenkullerine el konulmuştur. Hakkında sınır dışı edilme kararı çıkartılan 13 bin kişinin eşleri, çocukları, akrabaları da bu zorunlu göçe dahil olunca 45 bin Rum ülkeyi terk etti. BABİL Derneği’nin olayla ilgili kapsamlı çalışması için: http://1964.babilder.org/
fotoğraf: 1964 Yunanistan Sürgünü Rumlar (Kaynak: http://1964.babilder.org/)
Yunan uyruğuna sahip Türk vatandaşlarının mülklerine el konulması- 16 Eylül 1964 tarihli gizli kararname
12 Mayıs 1978 YIBA Çarşısı Yangını. Ankara Ulus’taki YIBA Çarşısı’nda bir dükkandaki gaz lambası sebebiyle başlayan yangın, Ankara İtfaiyesinin yetersizliği nedeniyle çok sayıda kişinin can vermesi ile akıllarda yer etti. 49 kişinin öldüğü, 100’den fazla insanın yaralandığı yangında itfaiyenin merdivenlerinin kırılması ve insanların atlaması için gerilen brandanın yırtılmasıyla yere çakılıp ölenler, korkunç bir tablo oluşturdu, insanlar itfaiyeyi taşladı. Hayatını kaybedenlerin çoğu Çarşı binasının üst katındaki meslek lisesinin öğrencileriydi.
1978 YIBA Çarşısı Yangını, Ulus, Ankara.
23 Mart 1979 Muğla Çetibeli Yangını. Türkiye, en büyük orman yangınını 23 Mart 1979 tarihinde Muğla'nın Marmaris ilçesi Çetibeli köyünde yaşamıştı. Çıkış sebebi bilinmeyen yangında 13 bin 260 hektar orman alevlere kurban gitmişti.
13 Aralık 1978 Merkez Bankası Yangını. Merkez Bankası’nın arşiv deposunda bilinmeyen bir sebepten çıkan yangın sonucu tüm evraklar yandı.
29 Mayıs 1993 Solingen Yangını. Almanya’nın Solingen şehrinde neo-nazilerin evlerini kundakladıkları Türk ailenin beş bireyi hayatını kaybetmiştir. Olayın gerçekleştiği ev müzeleştirilmiştir. Kundaklamanın faili 4 aşırı sağcı Alman genç yargılanmış ve 10 ila 15 yıl arasında değişen cezalara çarptırılmışlardır.
fotoğraf: 1933 Solingen Yangını
1990’lar ve Köy Yakmalar/Boşaltmalar. Kürt meselesine dair çatışmaların gitgide derinleştiği 90’lı yıllarda, devlet güçlerinin kırsal kesimde yaşayan köylülere yönelik kötü muamele ve işkenceleri belgelenmiş ve Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından defalarca yüklü tazminat cezalarına çarptırılmıştır. 1984-2009 yılları arasında ülkenin doğu ve güneydoğu bölgesinde 3500 köyün zorla boşaltıldığı ve/veya yakıldığı tespit edilmiştir. Köylüleri; evleri, tarlaları, hayvanlarını, gündelik yaşamlarını ve kültürel kökenlerini geride bırakmaya zorlamak için köy yakmak sıklıkla başvurulan bir yöntem olmuştur.
fotoğraf: yakılan bir köy
2 Temmuz 1993 Sivas Madımak Katliamı. Sivas’taki Madımak Oteli’nde düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenliği sırasında otelin önünde toplanan yüzlerce insan tarafından otel ateşe verildi. İçinde otel görevlilerinin ve sanatçıların da olduğu 35 kişi hayatını kaybetti. Güvenlik güçleri olaya saatler sonra müdahale etti. Şenliğin katılımcılarından Aziz Nesin yangından kurtulduktan hemen sonra linç girişimine uğradı. 7 yıl süren yargılamalar sırasında idam cezasının kaldırılması ile cezaları ağırlaştırılmış müebbete çevrilen 33 sanıktan 8’i firar etti. Firar edenlerden 5’i hakkında 2012’de verilen zamanaşımı kararı çokça eleştirildi.
25-27 Ağustos 2000 Sayıştay Yangını. Sayıştay’ın Ankara’da Eskişehir Yolu üzerindeki yeni binasının arşiv kısmında çıkan yangın tam anlamıyla 4 günde söndürülebildi. 10 yıl saklanması gereken dokümanlar yangında kül oldu. Dönemin Sayıştay Genel Sekreteri Hasan Baş, yanan evrakların denetimden geçmiş evraklar olduğunu ve kıymetli olmadıklarını açıkladı. Ankara Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Dairesi’ne yangını söndürmekte gecikilmesi üzerine açılan dava ise 2008 yılında zaman aşımına uğradı.
2 Temmuz 2002 Naime Sultan Yalısı Yangını. Ortaköy Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu’nun tarihi binasında (nam-ı diğer Naime Sultan Yalısı’nda) çıkan yangın, okulun Reina isimli popüler eğlence mekanına komşu olması ve yangının hemen öncesinde bahçesinin otopark olarak kullanılması konusunda çıkan anlaşmazlık ve şikayet nedeniyle rant yangınları kategorisinde değerlendiriliyordu. Nitekim bina, İstanbul İl Özel İdaresi tarafından 2009 yılında, otel olarak kullanılmak üzere 25 yıllığına kiraya verildi.
2002 Naime Sultan Yalısı/Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu Yangını
31 Temmuz 2008 Antalya Manavgat Yangını. Antalya'nın Manavgat ilçesi Karabük köyü yakınlarında çıkan yangında 4 bin hektarlık kızılçam alanı kül oldu. Yangın esnasında 3 köy boşaltıldı, 2 mahalle yandı, hayvanlar telef oldu. Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre, Antalya'daki yangın, 1979 yılından beri gerçekleşen en büyük orman yangını olarak kayıtlara geçti.
28 Kasım 2010 Haydarpaşa Garı Yangını. Yangında, tarihi yapının çatısı tamamen yanarak zarar gördü. Yangının, tarihi binanın otel yapılması konusundaki belediye planlarının gerçekleşmesine hizmet ettiği ve dolayısıyla kasıtlı olarak çıkartıldığına dair bir çok iddia dile getirildi.  
2010 Haydarpaşa Garı Yangını
25 Aralık 2012 Ankara Ticaret Odası Arşivi Yangını . ATO binasında mükellef işlemlerinin yürütüldüğü bölümde çıkan yangın nedeniyle 80 yıllık arşiv kullanılamaz hale geldi. Can kaybının yaşanmadığı yangında arşiv bölümünde ATO’ya üye olan 150 bin esnafın mali ve ticari sicil kayıtlarının tamamına yakını yandı. Arşivin yüzde 70'i dijitale yedeklendiği için kurtarılabildi. Yangının arşiv bölümünde çıkmış olması sabotaj iddialarını gündeme getirdi ancak ATO yangının elektrik kontağından çıktığını düşündüklerini açıkladı.
17 Ağustos 2014 Göçmenlerin Mülklerinin Yakılması. Ankara İsmet Paşa Mahallesi’nde Suriyeli göçmen ailelerin kaldığı 3 evde art arda yangınlar çıktı. Yangınların ülke genelinde Suriyeli göçmen ve sığınmacılara yönelik saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde çıkması kundaklama sonucu olduklarını düşündürttü.
12 Aralık 2014 Dünya Ticaret Merkezi Yangını. İstanbul Yeşilköy’de bulunan Dünya Ticaret Merkezi’nin 6 ve 7. katlarında yangın çıktı. Bilgi Teknolojileri Kurumu’nun arşivi yandı. Yanan kısımda önemli davaların ve yürütülen soruşturmaların teknik takip dökümleri ve dijital kayıtlarının tutulduğu belirtildi. Sabotaj ihtimali dile getirildi.
21 Ağustos 2015 Yırca Zeytinlik Yangını. Manisa’nın Soma ilçesi Yırca Mahallesi’nde 6.000 zeytin ağacını termik santral inşaatı için kesen Kolin İnşaat’ın kesim yaptığı alanda yangın çıktı. Yangında sivil toplum kuruluşları ve gönüllüler tarafından kesilen ağaçlar yerine dikilen yeni zeytin fidanlarının bir kısmı yandı.
29 Ağustos 2015 Bursa Orman Yangını. Bursa’da Osmangazi ilçesi ile Mudanya arasında 50 hektardan (500.000 metrekare) büyük alandaki fıstık çamı ormanı kül oldu. Yangının 3-4 ayrı noktadan başlamış olması rant amacıyla yangın çıkartıldığı iddialarını güçlendiriyor. Jandarma ve polisin soruşturması sürüyor.
2015, Osmangazi-Mudanya Orman Yangını, Bursa
10 Eylül 2015 Tuzla Piyade Okulu Yangını. İstanbul’un en değerli arazilerinden Tuzla Piyade Okulu’nda 15 gün içerisinde üç yangın çıktı. Tuzla Belediye Başkanı Şadi Yazıcı öncesinde yaptığı açıklamada “Piyade okulu Burdur’a taşınacak, arazisine 300 bin konutlu yeni bir şehir inşa edilecek” demişti.
2015 Halkların Demokratik Partisi (HDP) Binalarına Yönelik Yakma Girişimleri. Halkların Demokratik Partisi ve yangınlar. 7 Haziran 2015 seçimlerinden birkaç ay önce oluşturulan haritada, çoğunluğu yakma girişimi ile ve çıkan yangınlarla sonuçlanan saldırıların çetelesi tutuluyor.https://www.google.com/maps/d/u/0/viewer?mid=z-Sr_YwM2DWI.kfMAqYGz3Uegm
1914-1918 yılları arasında Hristiyan mahallelerinde ya da Hristiyan nüfusun yoğun olarak yaşadığı mahallelerde kasıtlı olarak çıkarıldığı düşünülen yangınlar:
18 Temmuz 1918, Samsun. Kaleiçi kentin en eski mahallelerindendi ve yoğunlukla gayrimüslimlerin oturduğu bir alandı. Çıkan yangın 112 eve ve çok sayıda dükkana zarar vermiştir.
12 Mart 1914 ve 21 Temmuz 1915 Amasya. Özellikle 21 Temmuz 1915 tarihli ikinci yangının tehcir sonrası boşalmış haldeki Ermeni evlerinin bulunduğu mahallelerde gerçekleştiği bilinmektedir.
3 Mayıs 1914 Kastamonu. Yangın Kastamonu’nun büyük gayrimüslim mahallelerinden olan Cebrail Mahallesi’nde çıkmıştır. Ermeniler o dönemde tehcir edilmemiştir ve yoğun olarak Kevser Mahallesi’nde yaşamaktadırlar.
Mayıs 1914 ve Ocak 1916 Tokat. 1914’teki ilk yangında Çarşı’nın büyük bir kısmı ve kent merkezinde 3 han ve 100’e yakın dükkan yanmıştır. Dükkanların çoğu o dönemde bakırcılık, satencilik, ipek ticareti, boyacılık yapan Ermenilere aittir. 1916’daki yangında da evler, dükkanlar ve bir han zarar görmüştür.
19 Ağustos 1914 Diyarbakır. Hububat Pazarı’nda gece çıkan yangında devlet görevlilerinin ihmaline ilişkin soruşturma yapılmıştır. Müslümanların mallarının kurtarılmasına izin verildiği, Hristiyanlara ve özellikle Ermenilere ise izin verilmediği hatta mallarının siviller tarafından yağmalanmasına göz yumulduğu ve bizzat askerlerin de yağmaya katıldığı yönündeki iddialar hükümetin soruşturma belgelerinde de yer almıştır. Yangının çarşının içinde aynı anda dört beş farklı noktada çıkmış olması kundaklama sonucu ortaya çıktığını göstermektedir. Büyük yıkıma neden olmuş ve diğer yangınlara kıyasla en iyi belgelenmiş yangınlardan biridir. 1100’den fazla dükkan ve 4 han yangından zarar görmüştür.
24 Ağustos 1914 Edirne. Rum mahallelerini etkileyen yangında 1200 ev ve 4 kilise yanmıştır.
30 Haziran 1915, Bandırma. 2500 Rum vatandaşın yaşadığı Preme’de çıkan yangında 800’ün üstünde ev, 100 kadar dükkan ve 3 kilise yanmıştır.
23-24 Ağustos 1915, Bursa.. Orhangazi’nin Ermenilerin yoğun olarak oturduğu Yeniköy nahiyesinde tehcir sonrası boşalan alanda kilisenin içinden başlayan yangında, 1000’e yakın ev, bir kilise, iki okul, bir cami, telgrafhane ve hükümet dairelerinin bir kısmı yanmıştır.
27 Ağustos 1915, İzmit. Ermeni Mahallesi’nde çıkan yangın gene tehcir edilen Ermenilerin geride bırakmak zorunda kaldıkları evlerin içinde başlamış ve  300-400 ev yandıktan sonra söndürülmüştür.
3 Ekim 1915, Adana. Nüfusunun büyük çoğunluğu Ermeni ve Katolik olan, eski adıyla Haçin, yeni adıyla Saimbeyli’deki yangından 2000 hane, 5 kilise, birkaç okul ce 150 civarı dükkan etkilenmiştir. Bu kadar ciddi bir alanı etkileyen yangının mal ve cana verdiği zararın az olmasının nedeni Ermenilerin tehcir edilmesi nedeniyle buraların büyük ölçüde boş olmasına bağlanabilir.
2 Temmuz 1916, İzmir. Tire’de Rum mahallesinde çıkan yangında 2000 ev ve 450 dükkanın yanı sıra okullar, medreseler, külliyeler, okullar ve 5 cami ile 3 havra yanmıştır.
Mart 1917, Balıkesir. Bandırma’nın Ermeni nahiyelerinden birinde çıkan yangında 100’ün üstünde ev yanmıştır.
Nisan-Ağustos 1917, Balıkesir. Ayvalık’ta Rum mahallelerinde çıkan yangın da bölgedeki Rumların yerleri değiştirildiğine boş kalan kahvehanelerden birinden çıkmıştır. Rumların evlerinin kapılarının kırılıp mallarının yağma edildiği resmi belgelerde yer almaktadır.
18 Nisan 1917, Çanakkale. Gelibolu’da başka yerlere gönderilen Rumların geride bıraktıkları hanelerden 100’ünün etkilendiği bir yangın çıkmıştır.
27 Ağustos 1917, Balıkesir. Erdek’te çıkan yangın kasabaya büyük ekonomik zarar vermiş, 1500 ev, kilise, cami, han, hamam, otel yanmıştır. O dönemlerde Erdek nüfusunun dörtte üçü Rumlardan oluşmaktaydı.
1915-1917-1918, Giresun. Tirebolu defalarca kez yakılmıştır. Hem Ermeni tehcirinin ardından hem de Rumların başka yerlere yerleştirilmesinin ardından çıkarılan yangınlara yağmanın eşlik ettiği bilinmektedir.
17 Aralık 1917, Sinop. Yoğun olarak Rumların ikamet ettiği, kale sınırları dışında kalan Varoş Mahallesi, 1916’da Rumların başka yerlere gönderilmesinden sonra yanmış, yangından 213 bina etkilenmiştir. O dönemlerde gayrimüslimlerin kale sınırları dışında ikamet ettirildiği bilinmektedir.
31 Mayıs 1918, İstanbul. Cibali Yangını olarak da anılan ve İstanbul’un Fatih semtinde  gerçekleşen yangında 7500 bina zarar görmüştür.
KAYNAK: Taylan Esin ve Zeliha Etöz, 2015, 1916 Ankara Yangını: Felaketin Mantığı, İstanbul, İletişim Yayınları, ss. 57-91.***
SÜRGÜN POLİTİKASININ BİR PARÇASI OLARAK 1916 ANKARA YANGINI
Resmi kaynaklara göre, 13 Eylül 1916 tarihinde gece saatlerinde Ankara’da büyük bir yangın çıktı. Şehir merkezinde bulunan 19 mahalleden 8’i tamamen, 11’i ise kısmen yandı. 15 Eylül sabahı 05.30 sularında söndürülebilen yangında toplam 1033 hane tamamen yanarken, bu mahallelerin 7’sinde yalnızca Hristiyan veya Yahudi nüfus yaşıyordu.
Yangının çıkışı ve kundaklama şüphesi
13 Eylül 1916 gecesi Emekli Binbaşı Ferid Bey’in emrindeki askerlerin kaldığı evden sesler yükselmeye başladı. Tanıkların aktarımına göre, yangın birden fazla yerde çıktı ve aynı anda farklı noktalar kundaklandı. Ferid Bey’in emrindeki askerlere yangın sonrasında ulaşılamaması da, kundaklama şüphesini artırıyordu.
İtfaiye ve polis teşkilatının yetersizliği
Dönemin resmi yazışmalarında, zafiyet gösteren başlıca kurum itfaiye olarak geçiyordu. Şehirdeki tulumbacı sayısı yetersiz olduğu için Eskişehir’den istenen takviye ekibi ancak 14 Eylül’de akşamüstü şehre varmış ve yangın tüm şehri sardıktan sonra müdahale edebilmişti.
Dahiliye Nezareti ve İstanbul hükümeti arasında geçen yazışmalarda, zafiyeti gözler önüne serilen diğer grup da polislerdi. İttihat ve Terakki Partisi tarafından Ankara’ya özellikle gönderildiği anlaşılan Polis Müdürü Mustafa Durak’ın emrindeki polisler, yangına bilinçli şekilde müdahale etmediği gerekçesiyle şikayet edilmişti.
Yangına dair veriler
Yangın resmi kaynaklara göre kasıt olmadan çıkmış olsa da, yayılımındaki hız, yaşanan hikayeler ve çelişkili bilgiler, kundaklama sonucu çıktığına işaret ediyordu. Yangın söndürüldüğünde, özellikle Hristiyan cemaatlerin yaşadığı mahalleler tamamen kül olmuştu.
1916 yangınına dair kısıtlı resmi belgeler, dönemin anlatıları, çeşitli elçilik rakamları ve akademik araştırmalar sonucunda, Ankara merkez kazasının 19 mahallesinden 8’i tamamen, 11’i ise kısmen yandı. Hisar-ı Fukara, Hisar’ı Ağniya, Kurt, Çakırlar, Kethüda, Hacı Mansur, Yeğenbey, Mihriyar mahalleleri tamamen yanarken, bu mahallelerde 735 hane kül oldu. Kısmen yanan mahallerde ise 298 hane yok oldu. Tamamıyla yanan mahallelerin 7’sinde yalnızca Hristiyan veya Yahudi nüfus yaşıyordu.
1914 nüfus sayımına göre Ankara merkezinde 69 bin 66 Müslüman ve 14 bin 500 Hristiyan yaşıyordu. Nüfus oranıyla ters düşecek biçimde 7 kilise, 2 de cami yanmıştı. Çıkan yangında 5 kişi hayatını kaybederken, mülklerinden olan Hristiyan sayısı, çelişkili verilere sahip olsa da, 8 bin ile 12 bin arasında gösteriliyordu.
Tehcirden yangına götüren süreç
1914 yılında başlayarak yangına kadar devam eden tehcir ve katliam süreci, 10 bin civarında Ermeni'nin ölümüne ve Ankara'nın Türkleştirilmesine / Müslümanlaştırılmasına önayak oldu. Tehcirin ardından yangınlarla zorla çalıştırma, taciz ve mülklere el koyma pratiği devam etti.
Anadolu’da üç yıl içinde 20 yangın çıktı
1915’in öncesi ve sonrasında, özellikle 3 yıllık sürede Anadolu’da birbirini takip eden 20 yangın çıktı. Yangınların yaşandığı birçok bölgede, çoğunluğu Rum ve Ermeni olmak üzere Hristiyan ve Yahudi cemaatine mensup çeşitli milletlerden insanlar yaşıyordu. Ankara’da olduğu gibi diğer illerde de çıkan ya da çıkartılan yangınlarda halk, bilinçli olarak müdahale etmediği sebebiyle polis teşkilatı ya da itfaiyeleri şikayet etmişti. Bilinçli müdahale etmeme durumu, İttihat ve Terakki Partisi’nin sürgün politikalarıyla ilişkilendiriliyordu.
Yangınların ortak noktaları
24 Ağustos 1914 yılında Edirne’de çıkan yangın Rum mahallelerini etkilemiş, 1200 ev ve 4 kilise kül olmuştu. 27 Ağustos 1915’te İzmit’teki Ermeni Mahallesi’nde çıkan yangın ise, tehcir edilen Ermenilerin geride bıraktıkları evlerde başlamış ve 300-400 ev yandıktan sonra söndürülmüştü.
13-18 Eylül 1922’deki İzmir Yangını’na eşzamanlı olarak, Meclis’te “terk edilmiş mallara hazine adına el koyma önerisi” görüşülüyordu. 1925 tarihli Bakanlar Kurulu Kararıyla da ‘gayrimüslim’ mallarının hayır kurumlarına ve özel idarelere devri yasalaşmıştı.
25-27 Ağustos 2000 tarihinde ise Sayıştay binasının ‘arşiv’ kısmında çıkan yangın 4 günde söndürülebildi. 10 yıl saklanması gereken dökümanlar küle döndü. Ankara Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Dairesi’ne yangını söndürmekte gecikilmesi üzerine açılan dava, 2008’de zaman aşımına uğradı.
Yangınlar, Ankara örneğinde de olduğu gibi el koyarak birikimin, hafızanın iktisadi veya sosyal tüm yönleriyle yok edilişinin en kestirme yöntemlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Zeliha Etöz ve Taylan Esin'le "Büyük Ankara Yangını: Felaketin Mantığı" Kitabı Üzerine Söyleşi:
http://bit.ly/1RRyalT
Yangın, Tehcir ve Soykırımın İktisadi Boyutu
1916 Ankara Yangını’nın yaşandığı yıllar, Osmanlı devleti nüfusunun belli kısımlarını önemli bir “sorun” olarak gördüğü bir dönemdi. Bu süreç 1870’lerde başlamış, 1912-1913 Balkan Savaşları ve 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı’nın olduğu yıllarda yoğunlaşmıştı. Bu dönemde, sadece Osmanlı’da değil, birçok başka ülkede de, sınırın “yanlış” tarafında bulunan halklar ya savaşın zeminini hazırlamak için kullanılmış ya da kitlesel misillemelere, olağanüstü hal önlemlerine kurban gitmiştir. Ancak Osmanlı topraklarında yaşananların büyüklüğü tartışılabilir değildir. Bütün bu deneyimlerden kalan düşünce ve davranış kalıplarının etkisi ise 100 yılı aşkın süredir devam etmektedir.
Birinci Dünya Savaşı’nda sadece mesleği askerlik olanlar değil, her türlü meslekten yüzbinlerce insan cephelerde savaştı. Bu nedenle, savaşan tüm ülkelerde ciddi bir iş gücü kaybı yaşanıyordu. Osmanlı’da ise durumu kötüleştiren iki etken daha vardı. Birincisi, 1914-1917 arasında Rum ve Ermenilerin zorla göç ettirilmesi ve tehciriyle ülkenin üretken nüfusunun %20-25’ini kaybolmasıydı. İkincisi, 1876-1920 yılları arasında 1,5 milyondan fazla Müslüman’ın, Balkanlar ve Rusya’dan ülkeye göç etmesiydi. Bu tablo tüm halk için açlık ve yoksulluk demekti.
Osmanlı’da gayrimüslim nüfusun çoğunluğu, şehirlerde yaşıyordu. Cemaat ve misyoner okulları ile Müslümanlara kıyasla daha iyi eğitim alma şansı bulan gayrimüslimler, daha çok ticaret ve zanaatla uğraşıyorlardı. 1912 itibariyle serbest meslek sahiplerinin %86’sı gayrimüslimlerden oluşuyordu. İç ticaretle ilgili iş yerlerinin %85’i ile imalathanelerin %89’u, Osmanlı yurttaşı Gayrimüslimlere aitti. 1915 sanayi sayımına göre, sanayide istihdam edilen işçilerin %85’i de gayrimüslimdi. Göç ve tehcir sırasında büyük kayıplar yaşayan Hristiyan nüfus, zenginlik ve sermayenin önemli bir bölümüne sahipti. Dolayısıyla uğradıkları şiddet ve zulmün ekonomik boyutu göz ardı edilemez bir gerçektir.
İkinci Meşrutiyet, Abdülhamit’in baskı rejiminin sonu ve görece serbest bir dönemin başlangıcı olarak görülmüştü. Ekonomideki yansıması, Osmanlı yurttaşı gayrimüslimlerin ve yabancıların etkinliklerinin daha da artması oldu. Meşrutiyetle gelen serbest rekabet koşullarına dayanamayan ve ancak loncalardaki dayanışma ağlarıyla varlıklarını sürdüren Müslüman zanaatkarlar, loncaların kalkmasıyla daha da yoksullaşarak mesleklerini yitirdi.
İttihat ve Terakki Partisi’nin milli iktisat politikası, önceleri sadece yabancı sermayedarlara karşı gibi görünürken, zamanla Osmanlı yurttaşı gayrimüslimlere karşı bir politikaya dönüştü. Dönemin siyasi koşulları içinde milliyetçilik daha da güçlendi. Her türlü askeri yenilgi ve toprak kaybı Osmanlı yurttaşı gayrimüslimler ile ilişkilendiriliyordu. Gayrimüslimlere yönelik bu tepki, 1913-1914 yılları arasında yaşanan boykotla net olarak görünür hale geldi. Boykot sırasında Müslüman Türklerin, yabancılar veya gayrimüslimlerle ticaretten kaçınmaları telkin ediliyordu. Özellikle Rum tüccar ve meslek erbaplarının, Osmanlı karşıtı hareketleri finanse ettiği görüşü hakimdi. Boykotun ilk sonucu, İstanbul’da kısa zamanda 500’e yakın Müslüman Türk iş yerinin açılması oldu. Bu kırılmalar, ilerleyen yıllarda devletin doğrudan rol oynadığı çok daha derin bir şiddet ikliminin zeminini hazırlamış oldu.
Gayrimüslimlere uygulanan ekonomik şiddet, zamanla fiziksel unsurlar kazandı. Devlet, bürokratik aygıtlarını kullanarak gayrimüslimlerin ekonomik yaşam koşullarını ortadan kaldırmaya çalıştı. Ermeniler ve Rumlar 1913-1918 döneminde merkezi bir politikayla göçe zorlandı ve özel kanunlarla Ermeni ve Rumların mallarına el konuldu. Bunlar “gidenlerin” terk etmek zorunda kaldıkları malların akıbetini belirleyecek olan Emval-i Metruke (Terkedilmiş Mallar) kanunlarıydı. Bu süreçte taşınır ve taşınmaz birçok mülk yağmalandı. Yağmalanan taşınmazlar arasında evler, dükkânlar, mağazalar, atölyeler, tarlalar, bağlar, bahçeler vardı. Terk edilen evlerde bırakılan tencere-tava, yatak-yorgan dahi yağmalanacaktı.
1915 Mayıs’ı ile başlayan “hukuki” el koyma süreci, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra da devam edecekti. Hatta iktisadi yaşamdaki milliyetçilik, avukatlık ve bankacılık gibi alanlarda sayısal olarak üstün olan beyaz yakalı gayrimüslimlere de yöneldi. Örneğin, 1924’te yürürlüğe giren düzenlemeler ile İstanbul Barosu ve Osmanlı Bankası’ndaki gayrimüslim avukatlar ve bankacılar mesleklerinden uzaklaştırılıp, tasfiye edildi.
Vakıflar Kanunu ve Azınlık Mülkleri
Osmanlı Dönemi boyunca Müslüman nüfusla farklı vergilendirme şekillerine sahip ‘gayrimüslimler’; 19. yüzyıldaki ticari imtiyazlar ve ıslahatlar ile bir dönem adaletli halde yaşasalar dahi, Abdülhamit iktidarı sonrası süregelen katliam politikalarına maruz kaldılar. Yine de 20. yüzyıl başında Hague Barış Bildirisi vb. antlaşmalara imza atan Osmanlı Devleti’nde mülklerine dokunulmayacağına dair hukuki dayanaklar kazanan cemaat, 1908’de İttihat ve Terakki Partisi’nin iktidara gelişiyle bugüne kadar yansıyan bir sürece girdi. Geriye dönük çoğu antlaşmanın feshedildiği bu dönemden birkaç yıl sonra devlet, savaş şartları vb. nedenlerden dolayı gayrimüslim mallarına zorunlu olarak ‘el koyulacağını’ söyledi. 1915’e kadar insanların altındaki mülkü alma politikası güden iktidar, bu yılla birlikte mülklerin içindeki insanları da almaya başladı. Soykırım ve tehcirin sonucunda yurdundan olan Ermeni nüfusun dışında, yurtta bıraktıkları mallar da bitmeyecek bir tartışmanın fitilini ateşledi.
Cumhuriyetin ilanından sonra 1924 yılında çıkarılan Mahsûb-i Umûmi Kanun (No: 459), T.C. vatandaşı Ermeni ve Rum nüfusun elinde bulunan Osmanlı veya Cumhuriyet dönemine ait devlet mazbatalarının Hazine’ye iadesini yasalaştırır. Aynı zamanda 1925’te ise bir Bakanlar Kurulu kararı şu satırlara yer vermektedir: “... gayrimüslim toplumların çeşitli sebeplerle ellerinden çıkan okul, mabet ve hayır müesseselerinin özel idarelere devrine...”
Gayrimüslim nüfusun, çoğunlukla da Ermeni ve Rum cemaatin mallarına el konulması sürecinden sonrası tamamıyla yok sayılan bir grubun yaşadığı problemlere dairdir. 1924 Lozan Antlaşması, bahsi geçen cemaatleri azınlık statüsünde tanımlasa da mülkler üzerinde hak iddia edecek insanların uzun zaman önce sürülmüş ya da öldürülmüş olması, sonu gelmeyecek bir mülk tartışmasını ateşlemiştir. Ayrıca Süryani, Keldani vb. gruplar, Lozan’da dahi tüzel kişilik olarak tanımlanmadıklarından, vakıflarına ait kilise vb. binalar üzerinde 2000’li yıllara kadar hak iddia edememişlerdir.
1935 yılında kabul edilen Vakıflar Kanunu ile cemaatlere ait tüm taşınmazlar Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlanmıştır. 1 yıl sonrasında Müdürlük, Ermeni ve Rum cemaatinden geriye dönük mal beyanı yapmalarını ister. Ancak, aradan geçen yıllardan sonra bu beyanın çok da mümkün olmadığı görülmektedir.
Bunun dışında, azınlık vakıflarının mülk edinebilmesinin önünü açan kanunların akıbeti 1974 yılında çıkan bir Yargıtay kararı ile belli olmuştur. Kararda, azınlık vakıflarının “mülk edinemeyecekleri”ne dair bir beyanat bulunmaktadır.
1974 tarihli karar, 2002 yılına kadar değişmeden yürürlükte kalmıştır. 2002, 2003 ve 2008 yıllarından yapılan değişikliklerle ise azınlık vakıfları, sırasıyla Bakanlar Kurulu, Vakıflar Genel Müdürlüğü iznine bağlanarak mülk edinme hakkı kazanmıştır. Son değişiklikle, yalnızca Lozan’la tanınan azınlıkların değil, tüzel kişiliği bulunmayan dini veya milli cemaatlerin de mülk edinebilmesi ve geriye dönük mal beyanında bulunabilmesine dair karar alınmıştır.
Özellikle kiliselerin yeniden hizmete açılması, azınlık vakıflarına ait okulların bağımsızlaştırılması gibi konularda ilerleme kaydedilmiş gibi görülse de geriye dönük açılmış davaların %90’ından fazlası olumsuz şekilde sonuçlanmıştır. Zira kanunen kısıtlanmış mülk edinme pratiğinden öte, mülk edinecek toplulukların artık Türkiye’de ya da dünyanın herhangi bir yerinde yaşamıyor olması; hem davaların hem de örgütlü hak mücadelesinin önünü tıkamaktadır.
                                     View fullsize                                                    
                                     View fullsize                                                    
                                     View fullsize                                                    
                                     View fullsize                                                    
                                     View fullsize                                                    
                                     View fullsize                                                    
                                     View fullsize                                                    
                                     View fullsize                                                    
yak-işlet-devret yak-işlet-devlet lolipop A3
Tanıklıklar
1- Büyük Ankara Yangını ve Ermeniler - Peder Alexis Doucet, Azize Teresa Kilisesi
Azize Teresa Kilisesi 100 yılı aşkın süredir Ankara Ulus'ta, Gençlik Parkı'nın yanıbaşında duruyor. 1916'dan önce Ermeni cemaatine ait bir okul olarak kullanılan bina, yangında gördüğü zarar nedeniyle bir süre kapalı tutulmuş. 1928 yılında kilise olarak restore edilmiş ve bugünkü görünüme kavuşmuş. Hafıza Kaydı ekibi, Peder Alexis Doucet ile yangına, Hristiyan cemaatinin bugünkü durumuna ve devletin "azınlık" politikalarına dair bir görüşme gerçekleştirdi:
Yangın, Ermeni Cemaati ve Kilisenin Tarihi
Azize Teresa Kilisesi, 1916 yangını öncesinde bir Ermeni okuluymuş. Bugün ibadethane olarak kulllanılmasını ise okulun içindeki şapele borçlu. Ellerindeki bilgiye göre şimdiki kilisenin okul olduğu zamanlarda, yani yangının hemen öncesinde, Ankara merkezinde 10.000 Ermeni, 3000 Rum, 3000 Yahudi ve 14.000 müslüman Türk yaşıyormuş. Peder Alexis, yangının gerçekleştiği 1916 yılında 1. Dünya Savaşı sürüyor olsa da, yangının nedeninin farklı olduğunu, bu yangının Ankara’yı Türkleştirmek için kasten çıkarıldığını ancak o dönemde tüm yapılar ahşap olduğu için yangının camilere de sıçradığını söylüyor. Yangın sonrasında neredeyse tüm gayrimüslimler şehri terk etmiş ancak şehirde kalan az sayıda Ermeninin bir kısmı Hacıbayram mevkinde yaşamaya devam etmiş.
Ankara’ya henüz 3 yıl önce yerleşen ve Fransız vatandaşı olan Peder Alexis'in Ankara yangınıyla ilgili bilgisi bizi ilk etapta şaşırtıyor. Söyleşi sırasında bu bilginin kaynaklarını da öğreniyoruz, bugün Ankara'da sayısı 300 civarında bulunan Ermenilerin belleğinde kalanlar ve Taylan Esin'in "Yunanca Kaynaklara Göre 1916 Ankara Yangını" makalesi. Peder, Ankara'daki Ermeniler arasında ne yangının ne de 1915 tehcirinin acı hatıralarının çok da dillendirilmediğini ya da dillendirilmek istenmediğini, bu yüzden unutulmaya yüz tuttuğunu da ekliyor.
Yangını takip eden yıllarda, 1920’lerde birkaç Ermeni ailenin, ki bu aileler bugünkü cemaatin de köklerini oluşturan ailelermiş, Ankara’ya döndüğünü öğreniyoruz. Yine aynı dönemde, 1928’de eski Ermeni okulu Fransa tarafından onarılıyor ve 1960’lara kadar Fransız okulu olarak kullanılıyor. Fransızca eğitim veren; büyükelçilik, konsolosluk çalışanlarının çocuklarının gittiği 20-25 öğrencili okul, 1960’larda Çankaya tarafına taşınıyor ve şimdi Lycée Charles De Gaulle adıyla eğitime devam ediyor. Bu tarihten itibaren, eski bir Ermeni okulu olan ve yangından sonra bir Fransız okuluna çevrilen yapı, Azize Teresa Kilisesi ismiyle kiliseye dönüştürülüyor.
Bir Latin-Katolik kilisesi olan Azize Teresa Kilisesi'nin, bugün 50-60 kişilik karışık bir cemaati var. Bu cemaatte Ermeniler, Türkiye’de yaşayan yabancılar ve hatta ayinleri izlemeye gelen Türkler yer alıyor. Cemaatin çoğunluğunu oluşturan Ermeniler, Ermenice’den ziyade Türkçe konuşuyor ve ayinler de Türkçe yapılıyor. Peder Alexis ayinler için Türkçe öğrenmiş. Ermenilerle Türklerin birbirlerine çok benzediğini, örneğin yemek kültürünün, dansların, aile ilişkilerinin ayırt edilmesinin zor olduğunu, bunun da uzun yıllar bir arada yaşamaktan ileri geldiğini ve bu ortaklıkların sahiplenilmesi gerektiğini söylüyor.
Ankara'da Kaleiçi’ndeki Hisar Parkı’nın hemen altındaki Latin-Katolik Azize Teresa Kilisesi’nin yanı sıra Vatikan Büyükelçiliği’ne bağlı bir Latin-Katolik Kilisesi daha var. Kurtuluş’taki Protestan Kilisesi ve Batıkent’teki kilise ile birlikte şehirdeki kilise sayısı dört. Peder Alexis, Ankara’da kilise yaptırmak için pek çok kez başvuru yapılsa da, bunların hiçbirinin kabul edilmediğini belirtiyor.  
20. Yüzyıl Ankarası ve Ermeniler
Peder’in belirttiğine göre, 1960’larda, yalnızca Ermeniler değil, Ulus’taki nüfusun çoğu Ankara’nın diğer bölgelerine dağılmaya başlıyor. Bir kısmı, o dönem bomboş olan ve bahçelerden oluşan Keçiören’e gidiyor ve bu bahçelere yapılan dairelere yerleşiyor. Daha zenginler ise Çankaya’ya taşınıyor. Bugünkü Ulus’ta kimsenin kalmadığını, etraftaki binaların çoğunun boş olduğunu söyleyen Peder, Anadolu’da olduğu gibi Ankara’da da karışık ve kozmopolit yapının korunmadığını ve bunu çok üzücü bulduğunu aktarıyor. Bugünlerde Ulus’un insanları tedirgin eden bir imajı olduğunu; ancak gerçeğin hiç de böyle olmadığını, kendini Ulus’ta çok rahat hissettiğini de ekliyor.
Peder, Ankara’daki yapılaşmanın oldukça hızlı değiştiğinden kaygıyla bahsediyor. Nüfusun bir semtten ötekine yer değiştirdiğini, bir yapılaşma modasını takip ettiğini ve geride kalan yerlerin de bu modadan nasibini aldığını söylüyor. Örneğin son dönemde herkesin gökdelenlerde yaşamak istediğini, bundan sonraki moda her ne olacaksa, onun da şimdinin gökdelenlerinin yerini alacağını düşünüyor.
2000'li Yıllarda "Azınlıklar" ve AKP Hükümeti
Peder Alexis, bugünün Türkiyesinde, ve hatta Ankarasında Ermeniler’in, daha doğrusu azınlıkların eskiye nazaran daha rahat olduklarını düşünüyor. İbadetin Türkiye’de hiçbir zaman sorun teşkil etmediğini ve rahatça yerine getirildiğini, asıl sorunun gayrimüslimlerin mallarının iadesiyle ilgili olduğunu anlatıyor. Erdoğan’ın nazik tavrının, azınlıklarla ilişkileri iyileştirdiğini; öte yandan özellikle İstanbul’da azınlıkların mülklerinin yavaş yavaş geri verilmesinden duyulan memnuniyeti dile getiriyor.
Peder, Adalet ve Kalkınma Partisi ile birlikte bir zihniyet değişikliğinin yaşandığını düşünüyor. 2002 öncesi dönemde daha seküler bir anlayışın hakim olduğunu ve bu anlayışın dindarları düşman olarak gördüğünü, ancak 2002 sonrasında bunun değiştiğini ifade ediyor. Bu sebeple artık asıl meselenin dindar olup olmamak olduğunu; Hristiyanlar da dindar oldukları için Türklerle kardeşliğin tesis edilebildiğini düşünüyor. Bütün bunları söylerken, dindarlığın net bir kavram olmadığını, herkesin kiliseye gitmediğini ve bu sebeple dindar olmanın kendisinin de biraz siyasi bir yönünün olduğunu sözlerine ekliyor. Peder Alexis, bu zihniyet değişikliğinin, Türklüğü de kapsadığını; Balkanlar’dan gelenlerin, Alevilerin ya da Kürtlerin değil; Sünni, Anadolulu ve Türkçe konuşanların gerçek Türk olduğunu varsayan milliyetçi anlayışın eskisi kadar katı olmadığını, rahatladığını düşünüyor. Bu rahatlamanın, yabancı addedilen Hristiyanların yaşamını da kolaylaştırdığını anlatıyor. Ulus’ta herkesin kendisini tanıdığını, yabancı ve peder olduğunu bildiği halde hiç kimsenin kendisine karışmadığını, herhangi bir mahalle baskısı hissetmediğini söylüyor.
***Görüşlerini ve arşiv fotoğraflarını bizlerle paylaşan Peder Alexis’e teşekkür ediyoruz...***
2- 1914 ve 1916 Tokat Yangınları - Dördüncü Kuşak Tanık, Sibel Yükler
Mayıs 1914 ve Ocak 1916 Tokat. 1914’teki ilk yangında Çarşı’nın büyük bir kısmı ve kent merkezinde 3 han ve 100’e yakın dükkan yanmıştır. Dükkanların çoğu o dönemde bakırcılık, satencilik, ipek ticareti, boyacılık yapan Ermenilere aittir. 1916’daki yangında da evler, dükkanlar ve bir han zarar görmüştür.
900 adımda 900 yıllık tarih’ diye tabir edilen tarihi Sulusokak, Tokat’ın ilk yerleşim bölgelerinden. Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine tanıklık etmiş Sulusokak aynı zamanda şehrin merkezinde yer alıyor. Ermeni, Rum ve Yahudilerin yaşadığı bu bölgede, günümüzde yalnızca adı kalan Yahudiler Sokağı ile birlikte Ermeni zanaatkârların çoğunlukta olduğu bir esnaf alanı mevcutmuş. Vaktiyle o  sokakta sinagog ve kilise yan yana yer alıyormuş, ancak Varlık Vergisi ‘ne tekabül eden 1940’lı yıllarda yıkıldığı söylenir. İpek Yolu’nun da geçtiği bu bölgede o dönem Ermeni, Rum ve Yahudi esnafın bulunduğu hanlar, dükkânlar bulunuyormuş. Yine günümüzde yalnızca adıyla kalan Kuyumcular Çarşısı da mevcut. Yangının bu Sulusokak’tan başlayarak çarşıya kadar yayıldığı anlatılır. Birçok ev, dükkân ve han büyük zarar görmüş. Yangının neden çıktığına dair çeşitli söylentiler var. Babaannemin anlatımlarına göre birden fazla noktadan çıkmış ve bir anda hızlıca büyüyen bir yangına dönüşmüş. Ancak Tokat’ta 1914, 1916 yangını, Ali Sabri Sineması, Şeftali Sokağı gibi farklı zamanlarda birbirine benzer birçok yangın çıkıyor. Üç kuşak ailemin tanık olduğu bu yangınlar özellikle Ermeni, Rum ve Yahudilerin yoğunlukla yaşadığı mahallelerde çıkıyor. Tehcirde, gerek sürgünle gerek ‘şehirdeki saldırılarla’ çok fazla kayıp yaşanan Tokat’ta, ailemin de o dönem yaşadığı Şeftali Sokağı’ndaki yangından sonra, Müslüman olmayan çok az insan kalıyor. Tokat’taki Hristiyan ve Yahudilerin 1960’lı yıllarda artık tamamen gittikleri anlatılırken, Şeftali Sokağı Yangını da bu tarihlere denk geliyor (17 Ağustos 1964). Bir zamanlar* Ermenilerin büyük vilayetlerinden biri olan ve sanatçısından zanaatkarına esnafın büyük çoğunluğunu gayrimüslimlerin oluşturduğu Tokat’ta şu an Ermeni veya Yahudi bir hane bulunmuyor. Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler varsa da bilinmiyor.  
*"Yüz Yıl Önce Türkiye'de Ermeniler" adlı esere göre 1914'te yapılan nüfus sayımında Ermeni nüfusu kent merkezinin üçte birini teşkil ediyormuş. Tokat Sancağı'nın tümünde ise sayıları 22.733 imiş. Yedi tane Ermeni kilisesi varmış, bir tane de manastır. 1910 ile 1912 arasında İris adında ilk zamanlar haftalık, sonra da aylık çıkan bir dergileri varmış. 1960'lara kadar çok olmasa da yine de Ermeniler varmış şehirde.
***Görüş ve arşiv fotoğraflarını paylaşan Hafıza Kaydı ekibinden Sibel Yükler’e teşekkür ederiz ***
3- Büyük Ankara Yangını - İkinci Kuşak Tanık, Cemile Erdinç (Yücel)
1950'den beri Ankara Keçiören’de yaşayan Yücel ailesi, Çubuk kökenli. 19. yüzyıl ortasında Çubuk ilçesine geldikleri bilinen ailenin bir kısmı 1916 yılında Ankara merkezinde bulunmuş. 1924 yılında doğan Cemile Erdinç'in okuma-yazması yok, dönemin Ankarasına dair belleğinde kalanları, babasının ve çevresindeki diğer insanların 1916 Yangını ve Ankara Ermeni nüfusu hakkında anlattıklarını Hafıza Kaydı’yla paylaştı.
Cemile Erdinç (evlenme öncesi soyadı Yücel)
H.K: 1916 yangını öncesine ve Ermenilere dair neler anlatılırdı?
C.E: O zamanlar Ermenilerin Hacı Kadın’da, Kaledibinde ve Hacı Bayram’da evleri varmış. Ayrıca Samanpazarı’nda yaşarlarmış; tiftik, buğday ekini satarlarmış. Eşekleriyle Hacı Kadın’a gidip gelerek ticaret yaparlarmış. O zaman Türkiye’de o kadar tüccar yokmuş, çoğunlukla Ermeniler zenginmiş. Önceleri ufak tefek evler kurarak Ankara’ya yerleşmişler, sonra zengin olmuşlar. Çok çocukları olmazmış, ya bir ya iki çocukları olurmuş. Kadınlar da dahil kiliseye düşkünlermiş, giderlermiş, en çok da Pazar günleri giderlermiş.
H.K: O dönemde Ankara merkezinde yaşamış tanıdıklarınız da var mıydı?
C.E: Abdullah Amca diye biri vardı. Erzurum’dan gelmiş Ankara’ya, yatacak yer bulamamış. Çok fakirmiş ve 2-3 gün aç gezmiş. Hacı Bayram civarına gitmiş. O zaman da Ermenileri kovuyorlarmış Türkiye’den (1914-18 arası 1. dünya savaşı döneminden bahsediyor.) Hacı Bayram’da Ermenilerin boş bir evini bulmuş, orada yatmış. Yiyecekleri varmış, onları yemiş; yataklarında yatmış. Abdullah Amca’nın kendisi anlattı bunları. Sonradan da Ankara’da yaşamaya devam etti. Aktepe’de 2-3 tane evi ve kamyonu vardı yine 3 tane. Bir kum ocağı sahibi oldu ve inşaatlara kum taşırdı. Zengin oldu sonradan sonraya.    
Sonra babam anlatırdı; Hacı Kadın’da bir Ermeni ölmüş. Karısı şöyle ağlamış: “Andrika Andrika niye öldün? Yiyecek balın mı yoktu? Harcayacak altının mı yoktu? Anırgan eşeğin mi yoktu? Niye öldün Andrika?” Babam da oradaymış, bunu duymuş. Biz o zamanlar Çubuk’ta yaşıyorduk, babam yazları Hacı Kadın’a halamların yanına çıkardı. Andrika’nın eviyle halamların evi yan yanaymış. (Andrika'nın Ermeni mi Abhaz mı olduğundan emin değil)
Dedem; 1916 döneminde askermiş. Çizgili çizgili, pespembe şallar getirmiş bir gün köye. Ankara’dan Ermenileri kovarken onlardan almış bu malları. Ben doğduktan sonra o şalvarları bana verirken söylediler bunları. Bir de kocaman bir makas getirmiş dedem. Bütün köy onu kullanırdık biz. Herhalde makası aldığı Ermeni bir terziymiş.
***Cemile Erdinç'e teşekkür ederiz...***
1924 Ankara Haritası ve lejantı. Kaynak: Taylan Esin ve Zeliha Etöz, 2015. 1916 Büyük Ankara Yangını: Felaketin Mantığı. İstanbul: İletişim Yayınları.
Ankara Hisarönü'ndeki İnat isimli ev, yangından sonra... Kaynak: Taylan Esin, 2012. Yunanca Kaynaklara Göre 1916 Ankara Yangını. Toplumsal Tarih Sayı 227, Kasım 2012, ss. 22-34.
Ankara- Balıkpazarı Mahallesi (1908)
Kaynak: Raymond N. Kevorkian & Paul B. Paboudjian, 2013. 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeniler, İstanbul: Aras Yayıncılık.
Ankara- Fransız Koleji
Kaynak: Raymond N. Kevorkian & Paul B. Paboudjian, 2013. 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeniler, İstanbul: Aras Yayıncılık.
Ankara Hristiyan Mahallesi
Kaynak: Raymond N. Kevorkian & Paul B. Paboudjian, 2013. 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeniler, İstanbul: Aras Yayıncılık.
Ankara Hisarönü- Hristiyan Mahallesi
Kaynak: Raymond N. Kevorkian & Paul B. Paboudjian, 2013. 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeniler, İstanbul: Aras Yayıncılık.
Ankara- Samanpazarı
Kaynak: Raymond N. Kevorkian & Paul B. Paboudjian, 2013. 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeniler, İstanbul: Aras Yayıncılık.
Ankara- Stannoz (Çizim)
Kaynak: Raymond N. Kevorkian & Paul B. Paboudjian, 2013. 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeniler, İstanbul: Aras Yayıncılık.
Ankara- Tiftik Atölyesi
Kaynak: Raymond N. Kevorkian & Paul B. Paboudjian, 2013. 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeniler, İstanbul: Aras Yayıncılık.
Ankara- Topalyan ve oğullarının ticarethanesi
Kaynak: Raymond N. Kevorkian & Paul B. Paboudjian, 2013. 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeniler, İstanbul: Aras Yayıncılık.
1920'de Ankara Kalesi'nin Görünümü - Kaynak: Baykan Günay Arşivi
1928 Ankara Kalesi Görünümü - Kaynak: Baykan Günay Arşivi
              Diğer Şehir Yangınları ve 1915 Öncesi Görünümü                                                                                                            
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                   Referanslar 1916 Büyük Ankara Yangını
Aktar, Ayhan. 2014. Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları. İstanbul: İletişim yayınları.
Aktüre, Sevgi. 2001. “1830’dan 1930’a Ankara’da Günlük Yaşam”, Tarih İçinde Ankara II içinde, Yavuz  Yıldırım (der.), ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara, ss.35-74.
Atay, Falih Rıfkı. 2009 (1961). Çankaya.  İstanbul: Pozitif Yayıncılık.
Atauz, Akın. 2004. “Kale ve Sur: Ankara Kal’ası”, Şehrin Zulası Ankara Kalesi içinde, Güven Tunç ve Figen Özbay (der). İstanbul: İletişim Yayınları.
Aydın, Suavi ve diğerleri. 2005. Küçük Asya'nın Bin Yüzü: Ankara. Ankara: Dost Kitabevi.
Akçam Taner ve Ümit Kurt. 2012. Kanunların Ruhu: Emval-i Metruke Kanunlarında Soykırımın İzini Sürmek. İstanbul: İletişim Yayınları.
Bahar, Beki L. 2003. Efsaneden Tarihe Ankara Yahudileri. İstanbul: Pan Yayıncılık.
Bal. Özgür. 2006. Memory, Identity, Home: Self-Perception of Identity Among the Armenian and Jewish Communities in Ankara. Yayınlanmamış Doktora Tezi, ODTÜ:  Sosyoloji Bölümü.
Balancar, Ferda. 2015. Soykırımın Tamamlayıcı Unsuru Olarak Yangın. AGOS Gazetesi. 20 Şubat 2015. http://www.agos.com.tr/tr/yazi/10657/soykirimin-tamamlayici-unsuru-olarak-yangin
Batur, Enis. 1994. Ankara Ankara. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Bloxham, Donald. 2015. “Tehcir ve Savaş: Büyük Söküm ve Avrupa’da Halkların İzalesi, 1875-1949” Ümit Kurt ve Güney Çeğin (haz.), Kıyam ve Kıtal: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Devlet’in İnşası ve Kolektif Şiddet içinde, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, ss.66-101.
Çetinoğlu, Sait. 2006. Sermayenin “Türk”leştirilmesi, Fikret Başkaya (der.), Resmi Tarih Tartışmaları Cilt 2. Özgür Üniversite Kitaplığı, ss. 79–152.
Esin, Taylan. 2015. Büyük Savaşta Üç Şehrin Hikayesi: İmar ve İmha. Toplumsal Tarih, Sayı 256, Nisan 2015, ss. 24-32.
Esin, Taylan. 2012. Yunanca Kaynaklara Göre 1916 Ankara Yangını. Toplumsal Tarih Sayı 227, Kasım 2012, ss. 22-34.
http://www.academia.edu/11882447/1916_Ankara_Yang%C4%B1n%C4%B1
Esin, Taylan ve Zeliha Etöz. 2015. 1916 Ankara Yangını: Felaketin Mantığı. İstanbul: İletişim Yayınları.
Etöz, Zeliha ve Taylan Esin. 2012. Osmanlı Şehir Yangınları, 1914-1918. Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar, Sayı 14, Yaz 2012, ss. 1-44
Eyice, Semavi. 1991. Ankara’nın Kaybolan bir Eski Eseri: Klemens Kilisesi. Ankara Dergisi, Cilt 1, Sayı 2, ss. 5-12.
Gökdemir, Oktay. 2007. Fransız Kaynaklarının Işığında 1922 İzmir Yangını. ÇTTAD, Cilt VI, Sayı 15, Güz 2007, ss. 19-38.
http://webb.deu.edu.tr/atmer/atmer/uploaded_files/file/04-Oktay_Gokdemir-19-38.pdf
Günel, Gökçe ve Ali Kılcı. 2015. Ankara Şehri 1924 Haritası: Eski Bir Haritada Ankara’yı Tanımak. Ankara Araştırmaları Dergisi/Journal of Ankara Studies, Cilt 3, Sayı 1, Haziran 2015, ss. 78-104.
http://www.journalagent.com/jas/pdfs/JAS_3_1_78_104.pdf
Hür, Ayşe. 2015. Resmi Tarihin Yazmadığı 1916 Ankara Yangını. Radikal, 7 Haziran 2015. http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse_hur/resmi_tarihin_yazmadigi_1916_ankara_yangini-1374274
İlter, Fügen. 1996. Ankara’nın Eski Kent Dokusunda Yahudi Mahallesi ve Sinagog. Belleten Cilt 60, Sayı 229, ss. 719-732.
İşçen, Yavuz. 2012. Ankara Kent Yazıları 3: Vank Manastırı. Ocak 2012
http://yavuziscen.blogspot.com.tr/p/ankara-kent-yazlar-3.html  (erişim 4 Eylül 2015)
Karay, Refik Halid (hazırlayan Ali Birinci). 2010. Ankara. İstanbul: İnkılap Kitabevi.
Kezer, Zeynep. Of Forgotten People and Forgotten Places: Nation-Building and the Dismantling of Ankara’s Non-Muslim Landscapes. On Location, 169-191, 2012, Springer: New York.
Kolluoğlu Kırlı, Biray. 2005. Forgetting the Smyrna Fire. History Workshop Journal, Cilt 60, Sayı 1, Sonbahar 2005, ss. 25-44.
Koraltürk, Murat. 2011. Erken Cumhuriyet Döneminde Ekonominin Türkleştirilmesi. İstanbul: İletişim Yayınları.
Kurban, Dilek ve diğerleri. 2008. “ZORUNLU GÖÇ” ile YÜZLEŞMEK: Türkiye’de Yerinden Edilme Sonrası Vatandaşlığın İnşası. İstanbul: TESEV Yayınları. 2. Baskı.
http://www.tesev.org.tr/assets/publications/file/Zorunlu%20Goc%20ile%20Yuzlesmek%2003_2008.pdf
Kurt, Ümit. 2014. “Varlık ve Yokluk Kıskacında Ermeniler. 1915 Ermeni Kırımı’nın Ekonomik Şiddet Boyutu”,  Türkiye’de Siyasal Şiddetin Boyutları içinde, Güney Çeğin ve İbrahim Şirin (der.), İstanbul: İletişim Yayınları, ss.79-127.
Mıhçıoğlu Bilgi, Elif. 2006. The Physical Evolution of the  Historic City of Ankara between 1839 and 1944: A Morphological Analysis. Yayınlanmamış Doktora  Tezi. Ankara: ODTÜ Mimarlık Fakültesi.
Odian Kasparian, Alice. 1992. The 1915 Massacres of the Armenians in the State of Angora Turkey. Journal of Armenian Studies Özel Sayısı: Genocide and Human Rights, Issue 1&2, ss. 119-136.
Onaran, Nevzat. 2013. Osmanlı’da Ermeni ve Rum Mallarının Türkleştirilmesi (1914-1919): Emval-i Metrukenin Tasfiyesi-I. İstanbul: Evrensel Basım Yayın.
Onaran, Nevzat. 2013. Cumhuriyet’te Ermeni ve Rum Mallarının Türkleştirilmesi (1920-1930): Emval-i Metrukenin Tasfiyesi-II. İstanbul: Evrensel Basım Yayın.
Satır, Ömer Can. 2015. Ankara Halk Müziğinin Tarihsel ve Geleneksel Temelleri. Ankara Araştırmaları Dergisi/Journal of Ankara Studies, Cilt 3, Sayı 1, Haziran 2015, ss.1-12.
http://www.journalagent.com/jas/pdfs/JAS_3_1_1_12.pdf  
Serin, Ufuk.  2014. Bizans Ankara’sı ve Kaybolan bir Kültür Mirası: ‘St. Clement’ Kilisesi. METU JFA, Cilt 31, Sayı 2, ss.65-92.
http://jfa.arch.metu.edu.tr/archive/0258-5316/2014/cilt31/sayi_2/65-92.pdf
Özgür, Hüseyin ve Sedat Azaklı. 2001. Osmanlı’da Yangınlar ve İtfaiye Hizmetleri. Gazi Üniversitesi İİBF Dergisi 1/2001, ss.153-172.
http://www.iibfdergisi.gazi.edu.tr/index.php/iibfdergisi/article/viewFile/445/435
Şenol Cantek, Funda. 2003. “Yaban”lar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara. İstanbul: İletişim Yayınları.
Şenol Cantek, Funda (der.) 2006. Sanki Viran Ankara. İstanbul: İletişim Yayınları.
Şenol Cantek, Funda (der). 2012. Cumhuriyetin Ütopyası: Ankara. Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınevi.
Tamur, Erman. 2010. Ankara’da Mahal İsimlerine Yansıyan Tarih – I. Kebikeç Dergi, Sayı 29, ss. 57-71.
https://kebikecdergi.files.wordpress.com/2012/07/8-ankara-mahalle.pdf
Tunçer, Mehmet. 2001. Ankara (Angora) Şehri Merkez Gelişimi (14. – 20. YY). Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
http://www.academia.edu/1555624/ANKARA_ANGORA_%C5%9EEHR%C4%B0_MERKEZ_GEL%C4%B0%C5%9E%C4%B0M%C4%B0_14._-_20._YY_3_
Üngör, Uğur Ümit ve Mehmet Polatel. 2011. Confiscation and Destruction: The Young Turk Seizure of Armenian Property. New York: Continuum International Publishing  Group.
Yıldırım, Onur. 2006. Diplomasi ve Göç: Türk-Yunan Mübadelesinin Öteki Yüzü. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE AZINLIK VAKIFLARININ MAL EDİNMELERİ SORUNU
http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2011-96-1137
Sorunlarımız: Azınlık vakıflarının mülk sorunları
http://www.hyetert.com/yazi3.asp?Id=110&DilId=1
Cemaat Mülkleri 66 Yıl Sonra İade Ediliyor
http://bianet.org/biamag/siyaset/12150-cemaat-mulkleri-66-yil-sonra-iade-ediliyor
FRANSIZ KAYNAKLARININ IŞIĞINDA 1922 İZMİR YANGINI
http://webb.deu.edu.tr/atmer/atmer/uploaded_files/file/04-Oktay_Gokdemir-19-38.pdf
1922'de 'Gâvur İzmir'i kim yaktı?
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse_hur/1922de_gavur_izmiri_kim_yakti-1099695
Soykırımın tamamlayıcı unsuru olarak ‘yangın’
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/10657/soykirimin-tamamlayici-unsuru-olarak-yangin
Resmi tarihin yazmadığı 1916 Ankara Yangını
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse_hur/resmi_tarihin_yazmadigi_1916_ankara_yangini-1374274
Toplumsal Tarih Dergisi Kasım 2012, 227. Sayı Basın Bülteni
http://www.marjinal.com.tr/detaytum.asp?mus=tarihvakfi&id=275
Yunanca kaynaklara göre 1916 Ankara Yangını
https://www.academia.edu/11882447/1916_Ankara_Yangını
Ankara’nın Katolik Ermenileri - Bir Ankara dramı
http://blog.milliyet.com.tr/ankara-nin-katolik-ermenileri---bir-ankara-drami/Blog/?BlogNo=424759
1916 Ankara Yangını
https://www.facebook.com/media/set/?set=a.539495926182856.1073741833.501929846606131&type=1
‘Gayrimüslim diyerek Hıristiyanları Müslümanlıkla tanımlıyoruz’
http://www.azbilmisozneler.com/2011/12/zeliha-etoz-ve-mehmet-taylan-esin.html
YÜZ YILIN BÜYÜK ANKARA YANGINI 1916
http://yeniufukgazetesi.net/yazarlar.php?yazarid=70&yaziid=626
Ankara’da Mahal İsimlerine Yansıyan Tarih
https://kebikecdergi.files.wordpress.com/2012/07/8-ankara-mahalle.pdf
Hafif kederli başkent hikâyeleri Dumankarakalem
http://www.hurriyet.com.tr/cumartesi/22877669.asp
1920’ler ve Ötesinden Beriye
http://www.ergir.com/Ankara.htm
Ankara Şehri 1924 Haritası: Eski Bir Haritada Ankara’yı Tanımak
http://www.journalagent.com/jas/pdfs/JAS_3_1_78_104.pdf  
Efsaneden Tarihe Ankara Yahudileri Beki L. Bahar
http://www.idefix.com/kitap/efsaneden-tarihe-ankara-yahudileri-beki-l-bahar/tanim.asp?sid=MCD4QRQC6T7T09HFZIJF
Bir Kent Nasıl Öldürülür
http://www.solfasol.com.tr/upload/pdf/solfasol_34_subat_2014.pdf
Ankara Üniversitesi Gazeteler Veritabanı
http://gazeteler.ankara.edu.tr/
Osmanlı'da Ermeni ve Rum Mallarının Türkleştirilmesi (1914-1919)
http://www.evrenselbasim.com/tanim.asp?sid=MIKLIYY1214Q71XNZIT1
BÜYÜK İZMİR SOYGUNU
https://yuzlesmeatolyesi.wordpress.com/
"Zorunlu Göç" ile Yüzleşmek: Türkiye'de Yerinden Edilme Sonrası Vatandaşlığın İnşası
http://www.tesev.org.tr/zorunlu-goc-ile-yuzlesmek--turkiye-de-yerinden-edilme-sonrasi-vatandasligin-insasi/Icerik/99.html
Günümüzde Ermeni ve Türk kimliği
http://repairfuture.net/index.php/tr/
Bir varmış, bir yokmuş
http://garine.blogcu.com/bir-varmis-bir-yokmus/1431497
Kent yangınları
http://www.academia.edu/11882458/Kent_yang%C4%B1nlar%C4%B1
Erkân-ı Harb Miralayı Pirselimoğlu Hacı Hamdi Bey
http://www.serander.net/karadeniz-kulturu/karadeniz-tarihi/647-erkan-i-harb-miralayi-pirselimoglu-haci-hamdi-bey.html
Diyarbekir celladı Doktor Reşid
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/11242/diyarbekir-celladi-doktor-resid
BÜYÜK BEYOĞLU YANGINI
http://www.yangin.org/dosyalar/buyuk_beyoglu_yangini.pdf
Özge Sarıoğlu : “Kimse yangını durdurabileceğine inanmıyor”
http://www.edebiyathaber.net/ozge-sarioglu-kimse-yangini-durdurabilecegine-inanmiyor/
https://www.rijksmuseum.nl/en/collection/SK-A-2055  
1942 Varlık Vergisi Kanunu
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse_hur/1942_varlik_vergisi_kanunu-1353243
Şalom Gazetesi okuru Avukat Nusret Kadri Soycan'ın Anılarından
http://www.turkyahudileri.com/content/view/362/222/lang,tr/
Ankara Halk Müziğinin Tarihsel ve Geleneksel Temelleri http://www.journalagent.com/jas/pdfs/JAS_3_1_1_12.pdf  
Bizans Ankara’sı ve Kaybolan bir Kültür Mirası: ‘St. Clement’ Kilisesi
http://jfa.arch.metu.edu.tr/archive/0258-5316/2014/cilt31/sayi_2/65-92.pdf
Osmanlı’da Yangınlar ve İtfaiye Hizmetleri http://www.iibfdergisi.gazi.edu.tr/index.php/iibfdergisi/article/viewFile/445/435
Dumankara, Levent Cantek (2013)
Levent Cantek’in yazdığı 21 hikayenin 19 çizerin kalemiyle buluşmasıyla ortaya çıkmış Dumankara. Grafik romandaki ilk hikaye "Ankara 1916" Berat Pekmezci'nin çizgileriyle Büyük Ankara Yangını'nı anlatıyor.
Dido: Bir İzmir Romanı, Efe Moral(2014)
1900'ler İzmir'ini, yangını ve yaşanan dönüşümü bir aşk hikayesinin arkaplanından takip etmek mümkün.
"İzmir, 1908. İkiyüz yıldır kentin iliklerine işlemiş mutlu hayat, görünmez bir tehdit altında. Sokaklardaki kalabalık, her zamanki günlük işlerinin peşinde koşuşturuyor gözükse de, yaklaşan tehlike seziliyor, İzmir'in uykuları tatsız kâbuslarla bölünüyor. Dido ve Nikos, bir gün, tam da bu değişim rüzgârları altındaki şehrin davetsiz misafiri oldu. İzmir onlara, onlar İzmir'e karıştı. Kaderleri sanki Kordon'un siyah beyaz, dalgalı kaldırımlarında yazılmıştı."
@AntolojiAnkara tarafından paylaşılan yangın öncesi Hamamönü bölgesi fotoğrafı
Selanik Alev Alev: Selanik'ten İstanbul'a Gerçek Bir Göç Öyküsü, Ali Dilber (2013)
Roman, yazarı Ali Dilber'in Selanik yangınını 17 yaşında yaşayan ve yangın sonrasında İzmir'e göç edip, burada işgal günlerine tanıklık eden annesinin anlattıklarına dayanıyor.  
"Göç, yangın, çete savaşları arasına sıkışan Zişan'ın ailesiyle ve çevresiyle mücadelesi de romanın anlatımına yeni, değişik boyutlar katıyor... Olaylar 'rüzgâr gibi geçiyor' ve kitabın sayfaları çevrildikçe ortaya çıkan her giz başka bir gizin açılmaz gibi görünen kapısı haline geliyor. Daha önce Selânikli bir gençle yapılmış, kopması imkânsız sayılan bir nişandan dolayı, Selâniklilere has yıkılmaz sanılan duvarlar, Zişan ile Giritli bir ailenin yirmili yaşlardaki oğlu Tahsin'in aşkı ile un ufak oluyor."
14 Eylül 1922 Yangın Sonrası İzmir Fotoğrafları, Seçil Doysal
Rıdvan Tan'ın fotoğraflarıyla hazırlanmış bir video.
Smyrna: Τhe Destruction of a CosmopolItan City, 1900-1922, Maria Iliou (2012)
Belgeselin websitesi için: http://www.smyrnadocumentary.org/
Salkım Hanım’ın Taneleri, Yılmaz Karakoyunlu (1989)
İkinci Dünya Savaşı’nın buhranlı günlerini yaşayan İstanbul ve yerlerini Anadolu’dan gelenlere bırakan İstanbul zenginleri... Bu çalkantılı dönemde, Salkım Hanım’ın taneleri gibi dağılan aile ilişkileri... Varlık Vergisi’nin ağır yükünü sırtlayıp Haydarpaşa Garı’ndan Aşkale’ye sürüklenen Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Türkler…
Salkım Hanım’ın Taneleri, Tomris Giritlioğlu (1999)
Salkım Hanım'ın Taneleri, Yılmaz Karakoyunlu'nun aynı adlı kitabından uyarlanmış bir Tomris Giritlioğlu filmi. 19 Kasım 1999 tarihinde gösterime giren film Varlık Vergisi ve Aşkale toplama kampını konu alması nedeniyle kamuoyu gündeminde uzun süre tartışılmıştı.
Güz Sancısı, Yılmaz Karakoyunlu(1992)
Yılmaz Karakoyunlu, Güz Sancısı romanında  6-7 Eylül 1955 Olaylarını anlatıyor.
“Karanlık çökmeye başladı. Kamyonlara, otobüslere bindirilmiş talan grubu, ellerindeki sopalarla mahalle basmak için yola çıkmışlardı. Bol körüklü çizmeleriyle atlı polisler, otobüslere yol açıyorlardı. Sirkeci’den Samatya’ya, Fener’e, Kumkapı’ya, Nişanca’ya doğru başka bir ordu yürüyordu. Bakırköy’de elektrikli trenin demirlerini sökmüş bir gözü dönmüşler birliği evlere, dükkânlara saldırıyordu. Marmara kaynıyordu. Kayıklar, motorlar ele geçirilmiş, silah zoruyla mecbur edilmiş çımacılar Adalar’a doğru yol almışlardı."
Güz Sancısı, Tomris Giritlioğlu (2009)
Yılmaz Karakoyunlu'nun 6-7 Eylül olaylarını anlattığı aynı adlı romanından esinlenen ve yönetmenliğini Tomris Giritlioğlu'nun yaptığı 2009 tarihli film, yönetmenin Suyun Öte Yanı ve Salkım Hanım'ın Taneleri filmleriyle beraber tamamladığı bir üçlemenin son filmidir.
Garnik ile Şaşik, Ayşe Başak Kaban(2010)
Dildilian Kardeşlerin Objektifinden
“Annem ağlardı. Ermenistan kelimesinin her geçtiği anda, gözleri dolardı. Ardından eski güzel günlerini, gençliğini, zenginliği hatırlar ağlardı. Kendi annesini anımsar ağlardı. Temizliğe gittiği evdeki hayatın rahatlığını anlatırken ağlardı, kaçak işçi olduğu için ağlardı. Mahalledeki kasaptan ayda bir kez olsun alış veriş yaptıktan sonra ağlardı. Bir çelik kuş taşıdı bizi Ermenistan’’a. Yol boyunca kanat çırptı sadece Şaşik’’in duyabileceği bir dilde…”
Kent-Yaşam yazarı Ayşe Başak Kaban'ın "Garnik ile Şaşik" adlı öyküsü "2010 Ümit Kaftancıoğlu Öykü Ödülleri"nde birinciliğe değer bulundu.
http://www.kentyasam.com/garnik-ile-sasik-yhbrdty-3051.html
Yeğsa, Sibel Yükler (2015)
“Yeğsa’nın bir gece vakti son bulan hikâyesi, yıllar sonra avluyu temizleyen Lütfiye olarak devam ediyormuş, bilemedim. “Refika Nine,” dedim, “ben Yeğsa’nın hikâyesini biliyorum. Öğrendim ki nisan, ortak bir acının hayatta var ediş ayı imiş.” “Başka ne öğrendin?” dedi Refika Nine. Başka ne vardı ki bu hikâyede? Aklım karışmıştı yine, “Nasıl başka?” diye soruverdim. “Ah oğul balım, her ölecek ölmeden bir gizini bırakır ardında kalana. Her dönüşün altında bir korku da yatar muhakkak. Sen hiç sordun mu babaannene, niçin her yılbaşına patik örerek giriyorsun, diye. Niçin her sene bir vakit çörek yapıp dağıtırsın da, soranlara aile geleneği dersin, diye?”
http://www.harfvolver.com/2015/04/24/yegsa/
Tokat'ta Büyük Yangın Destanı, Halis Cinlioğlu
Halis Cinlioğlu, ‘Sivas Folkloru’ dergisinin Ocak 1977 tarihli 48. sayısında yayınlanan ‘Tokat’ta Büyük Yangın Destanı’ başlıklı makalesinde ayrıntıları verir: “Bugünkü Cumhuriyet Meydanı’nı kaplayan mahalle ve çarşı yandı. ... Yangın Sulu Sokak ağzından Ali Sabri Kışlık Sineması’na kadar geniş alanı, Tokat’ın en güzel çarşısını yaktı. ...” Sözü edilen Sulu Sokak’ın, Ermeni yerleşimine yakın ve Ermeni zanaatkârların çoğunlukta olduğu bir ticaret merkezi olduğu anlaşılmaktadır.
Karikatürler (1915 Öncesi Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeniler)
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                               Dönemin Gazetelerinde Yangın Haberi - 1916 Büyük Ankara Yangını
13 Eylül’de başlayarak 2 gün süren yangına Tercüman’ı Ahval, Takvim-i Vekayi gibi dönemin önemli gazetelerinde yer verilmemiştir. Yangının bilançosu ağır olmasına rağmen olay, Ankara’da çıkan yerel gazetelerden birkaçı dışında haberlere konu olmamıştır. Bu durumun en önemli sebebi olarak 7 Ağustos 1914 tarihli Başkumandanlık Vekâleti tebliği gösterilebilir. Zira tebliğde “... içte ve dışta kötü etkisi olabilecek tüm maddeler[i] (tren ve vapur kazaları ve yangın haberleri dahil) …” sansürleme yetkisi Başkomutanlık bürokratlarına bırakılmıştı. *Tebliğin çevirisi için bakınız sayfa 31- 32:  http://www.devletarsivleri.gov.tr/assets/content/Yayinlar/osmanli-arsivi-yayinlar/130_osmanli_belgelerinde_birinci_d%C3%BCnya_harbi_1.pdf
       7 Ağustos 1914 tarihli Sansür Tebliği (İkdam Gazetesi)
Sansürün resmiyete büründüğü bu tebliğle yakın dönemlerde Anadolu kentlerinde çıkan/çıkarılan yangınlara dair haberler de önlenmiştir. Tebliğden kısa süre sonra 61 maddelik bir Sansür Talimatnamesi de yayınlanmıştır. **Talimatnamenin çevirisi için sayfa 119-125: http://www.devletarsivleri.gov.tr/assets/content/Yayinlar/osmanli-arsivi-yayinlar/130_osmanli_belgelerinde_birinci_d%C3%BCnya_harbi_1.pdf
       Kırmızıyla dikdörtgen şerit haline getirilmiş örnek sansür etiketi (üstte)
Talimatname savaşın basın üzerindeki baskısıyla birleşince, ne 1916 yangını ne de geri kalan toplumsal olaylar “ordunun zafer hikayeleri"nin önüne geçememiştir...        
http://www.hafizakaydi.org/buyukankarayangini?
0 notes
mervesoyozen · 6 years
Text
GÜN KAŞ’TA BAMBAŞKA!
Önceki yazımın ardından birkaç hafta geçti, kısa bir Kaş kaçamağını yazmak için hiçbir fena bir zaman sayılmaz. Eylül kapısını araladı, havalar yavaş yavaş serinlemeye başladı…
Aslında bu yazının başlığı “Bayram’da Kaş’ta Olmak” olsa mı diye çok düşündüm, ama romantizm ağır bastı sanırım. 
Tumblr media
Öncelikle Kaş’a nasıl gelinir ? sorusuna -Çetrefilli yollardan efendim diye cevaplamak isterim. İstanbul üzerinden hesaplayınca 10-12 saat arasını gözden çıkararak teslim olunuz. Evet belki Kaş’ın yolu işlek, kolay ulaşılabilir olsa zaten bugün Kaş’tan böylesine bahsedebiliyor olamazdık. Kaş’a alternatif yol yaratmak oldukça kolay ancak ben mantığıma uygun ilk 3 yolu aktaracağım. 
1.seçenek: 2016  yazında kullandığımız ve trafiksiz oluşuyla sempatimizi kazanan İstanbul-Kütahya-Afyon-Burdur-Çavdır-Kalkan-KAŞ . Bu güzergahtaki avantajınız trafik olmayışı, Kalkan’ı ve Kaputaj Plajını da geçerken görebilecek olmanız . 
2.seçenek:  İstanbul-Kütahya-Afyon-Isparta-Antalya-Kemer-Finike-Demre-KAŞ .Bu güzergah bana biraz gereksiz yol uzatmak demek olduğu için tercihim değil. 
3.seçenek: İzmir-Aydın-Muğla-Dalaman-Fethiye-Kalkan-KAŞ. Bu güzergah ise bence en yoğun ve trafikli seçenek ancak kıyı şeridinden geliyor olmak gezmek açısından zamanı olanlara tavsiye edilir.
Bunların yanı sıra uçak ile şimdilik (Kaş’a havalimanı projesi yolda) ya Dalaman’a inerek 3,5 saatlik karayolunu tercih ediniz, yada Antalya’ya inerek 5 saatlik kara yolunu tercih ediniz. 
Kaşta Nereden Denize Girilir?
1-Büyükçakıl Plajı 
Sahildeki jandarmanın önünden ilerleyerek otellerin önünden hızlı şekilde ilerleyin ve yol ayrımı çatallaşan yoldan sol tarafı seçip gelen yokuşu aştığınızda karşınızda aşağıdaki manzarayla buluşacaksınız. Biz buraya otelimizden yürümeyi tercih edip, doğaya karışmak istedik. Ancak yeterli miktarda ücretsiz otoparkı olduğunu söyleyebilirim. Bu koyda birbirinden bağımsız 3 farklı küçük salaş mekan var, ancak çoğunda kredi kartı geçmiyor bu konuda dikkat etmenizi öneririm. Gün boyu dinleyebileceğiniz dalga sesleri ve koya adını veren büyük çakıl taşlarının üzerinde yürümeye çalışıp kendinizi serin sulara atarak keyfini hissedeceksinizdir. Kaş’a gitmeden mutlaka bir deniz ayakkabısı edinmenizi öneririm.
Tumblr media Tumblr media
2-Küçükçakıl Plajı
Burası oteller bölgesinin hemen karşısında, çoğunlukla özel işletmelerin bulunduğu ancak onların arasında küçük te olsa bir halk plajının bulunduğu bölge.Kaş’ta bulunduğunuz süre içerisinde mutlaka önünden geçeceğiniz aa burası mıymış tepkisini verebileceğiniz, Derya Beach, Çınarlar, Bezgin Beach gibi birçok bilinen mekan da ayrıca burada ve yoğun dönemde yine buralarda denize girmek için sabahları acele etmeniz gerekecek. 
Tumblr media
İyi muzik eşliğinde keyif yapmak , denize dogru uzanan merdivenleri kullanarak sıcak ve soğuk suyun karışıp kristalleştiği bu suya girmek çok farklı gelecektir. Özellikle soğuk deniz sevenler buraya!
3-Limanağzı
Kara yoluyla gidiş varmı acaba diyip heyecanlandıktan sonra Büyükçakıl Plajından hızla tepeye tırmandık bir toprak yola daldık.Toprak yolun bitmesiyle hüzne kapıldığımız ama yine de dönüş yolunda efsanevi manzarasıyla karşılaşmaktan mutlu olduğumuz bu koya sadece DENİZ YOLU ile ulaşım var onu öğrendik. Gidişler limandan motorlarla her gün sık aralıklarla Gidiş-dönüş 2017 yazı için 20 TL’ye yapılıyor, ücretinin her yıl hunharca zamlandırıldığı söyleniyor. 
4-Hidayet’in Koyu ve Yarımada Bölgesi
Tumblr media
Burası Kaş Yarımadası’na girdiğinizde ana yoldan ilk kavşağı geçer geçmez solda kalan ve Blanca Beach ile son dönemde gazetelere de izinsiz işletme olarak haberi yapılan koydur. Plaj girişi ücretsiz , koy bir harikaydı. Kaş'a gidip orayı görmeden gelmek çok büyük eksiklik olur, dev balıklar ve caretta caretta görmek an meselesi.  
Kaş’ta Ne Yenir?
Kaş’ta yiyip içerken duymaya aşina olacağınız konulardan birisi mekanların Endüstriyelleşmek kaygısı adına kendi üretimlerini belirli sayıda tutmaları. Bunlara en güzel örneklerden birisi aşağıda detaylı anlatacağım Frida ve Homburger. Bunlar dışında eğer bir bayram ve yüksek sezon döneminde değilseniz çok da rezervasyona ihtiyacınız yok ancak bu yoğun dönemlerden biriyse mutlaka rezervasyon şart benden söylemesi.
Üzüm Kızı’ndan 2 tane olduğunu kafa karıştırmamak için belirtmekte fayda var, biri deniz tarafında “Üzüm Kızı Bahçe” olarak geçen diğeri de çarşının üst tarafında yukarıda görebileceğiniz “Üzüm Kızı” .Biz üst çarşı içindekine gittik ki manzarası hakikaten anlatıldığı gibiymiş, terasına çıktığınız andan itibaren kapılıveriyorsunuz büyüsüne… Burada buraya has mezelerden denemek için mutlaka Midye Saganaki ve bir Girit mezesi olan Nuraniye yemenizi öneririm. Bunun yanında zaten manzara,ışık ve müzikler lezzetleri geri planda bırakacaktır.
Tumblr media
Üzüm Kızı Girişinde balkabakları sizi karşılayan en güzel detay
Tumblr media
Üzüm Kızı Teras Manzarası
Tumblr media
Üzüm Kızı- Sırasıyla sol baştan ;  Midye Saganaki (Şakşuka’nın midyeli versiyonu diyebiliriz),  Nuraniye (Kabak, Pirinç,dereotu temalı) , Yoğurt cevizli patlıcan
Tumblr media
Üzüm Kızı- Kalamar Dolma 
Viva Kaş Mexican food isimli Meksika yemeklerinin yapıldığı Ayı Bar’ın hemen yanında, Kaş’a geldik ille de meksika yemeği yiyelim diyen çok oldu ki böyle bir mekan açma ihtiyacı duyulmuş, sevenlerine duyurulur. Ben gitmedim önünden geçerken denk geldim ufak bir araştırmayla  Kaş'ın en güzel manzarasına sahip konumuyla, vegan seçenekleriyle hem güzel vakit geçirebileceğiniz hem de yemek yiyebileceğiniz keyifli mekan olduğu söyleniyor.  Kaş’ta akşamüstü birasi ile alternatif bir öneri. Yemekleri 15-25 TL arasında şimdilik 
Tumblr media
Kahvaltı için şiddetle içeriğinde pişi’sinden,menemenine, reçellerine kadar Bi Lokma tadabileceğiniz Bi Lokma’ya mutlaka uğrayın! Serpme kahvaltı 2kişi yaklaşık 60 TL  (2017 Ağustos)
Tumblr media
Homburger ise ben ustası olduğum alanda hizmet vereyim diyen ve şiddetle savunduğum mantıkta yalnızca hamburger yapan küçük şirin bir hamburgerci. Burada tavsiyeler üzerine Mushroom Hamburger veya…. ile Truff peynirli ve parmesanlı patates tava ve kerevizli ayran deneyin; bu saydıklarım toplam 40 TL civarında tutacaktır.
Tumblr media
Kaş’ta kapısında sıra beklediğin nadir yerlerden biri de Spagettici!Evet ismi de kendisi de Spagettici olan bu küçük İtalyan konseptli mekanda bilumum pizza ve makarna konseptini deneyimleyebilirsiniz. Tavsiyem yine tabiki Deniz mahsüllü Spagetti .
Kaş deyince Hemen Frida Pub'a koşun, çok mu dolu? Barda oyalanmak bile keyifli, duvar yazıları da oyalanmanız için ayrı bir alternatif:) Frida’nın İsli hamburger gerçekten çok iyiydi. Soslu patatesleri ise hafızada yer bırakıyor.
Tumblr media
Frida Etli Wrap
Kaş Geceleri
Kaş’ta gece hayatı konusunda hiç endişeniz olmasın, her kafaya uygun mekan ortam mevcut. İster romantik ister serseri isterseniz de serseri-romantik olun her telden yer bulmak mümkün. Aşağıda gözlemlerimle aktaracağım birkaç mekan önerisi sunacağım. Ama siz yine de nerede çokluk orada b….k atasözünden yol çıkarak spontane olmaya özen gösterin :)
Bar NO11 90′lar sevenler için şiddetle önerebileceğim yerlerden ancak anti parantez dış sokak tarafında oturduğunuzda diğer mekanlar ile arada bir ayrım olmadığında sesler ciddi şekilde birbirine karışıyor. Burada farklı kokteyller tadabilirsiniz. Benim size önerebileceğim Cin Salatalık :)
Dejavu ise Jandarmaya doğru çıkarken deniz tarafında asma katta açık havada biraz daha yabancı 80-90′lar tarzı bir bar. Echo Bar ise Kaş’a yolu düşen herkesin mutlaka bir önünden geçip atmosferini koklamasını isteyebileceğim daha çok canlı performansların olduğu ve biletli sahne etkinliklerinin gerçekleştiği bir mekan , burası da limanın uç kısmında bulunuyor. Hide Away Kaş meydan üzerinde bulunan bir iç avlu bahçesine soft ve salaş bir ortamı olan Kova şeklinde 4 kişilik kokteyl sunulan, kokteylerinin meşhur olduğu içinde dart’ın olduğu ve misafirlerinin grup olarak hem dart oynayıp hem içkilerini yudumlayabileceği ortam sunmakta. Sangria müdavimleri de buraya!
Bunların yanı sıra İstanbul’dan da aşina olduğumuz Ayı Bar ise yine deniz kenarında manzaralı ve farklı bira çeşitleriyle beğeni topluyor.
Kaş Yakın Çevrede Gezilecek Yerler
Kaş’a kadar geldik, görmeden dönmeyelim diyebileceğiniz yerler hakkında bilgi vermek isterim. Bu noktada değinebileceğim en güzel alternatif Kekova-Üçağız-Kaleköy 3′lüsü . Bu 3 ismi zaten az buçuk tatil öncesi okuduğunuz bütün yazılarda görüp duyacaksınız ki bu konuda ciddi bir bilgi eksikliği olduğunu hissettiğimden bütün detaylarla yazıyor olacağım.
Şimdi öncelikle Kekova-Üçağız iki farklı yer değil aslında tabelalarda Kekova(Üçağız) şeklinde göreceksiniz. Kekova; Üçağız (Theimiusa) ve Kale (Simena) köylerinin karşısında uzanan 7.4 km. uzunluk ve yaklaşık 500 m genişliğinde ince uzun bir adadır,ve bu ada aynı zamanda ismini tüm bölgeye vermekte ve Akdenizin Türkiye’ye ait olan en büyük adası durumundadır. Üçağız’a Kaştan yaklaşık 18 km’lik virajlı bir köy yolu araç ile gidilip tekneler ile Kekova batık şehrine uzaktan duraksamadan ve karaya inmeden bakmak suretiyle; altı cam olan teknelerle inceleyebilirsiniz. Cam dendiğine bakmayın teknelerdeki küçük 9-10 metrekarelik cam yüzeyden hızla altınızdan akan sualtını net olmamakla birlikte ancak görebiliyorsunuz. Burada arkeolojik araştırmalar devam ettiği için şuanda dalış yapmak vs. gibi durumlara izin verilmemektedir. Üçağızdan katılacağınız bu tur yaklaşık 2 saat süremekte ve aslında fiyatlar o an ki pazarlığınıza ve tur bulup bulamamanıza bağlı, biz bir tur acentasının grubuna dahil olarak bindiğimiz tekneye yemek dahil 30 TL gibi bir rakam verdik. 
Tumblr media
Kekova gökyüzünden görünümü
Kekova; uzun yıllar Likya Uygarlığı’nın daha sonra da Roma İmparatorluğu’nun etkisinde kalan yörede günümüzde de küçük yerleşmeler vardır. Üçağız (Theiminssa) ve Kale (Simena) köyleri günümüzdeki yerleşimlerdir. Bunların yanında bölge Likya yazısı ile yazılmış kitabeli mezarlar, kıyıda su içinde Likya tipi lahitler, mendirek ve yapı kalıntıları, ortaçağ kalesinin içinde kayaya oyulmuş tiyatro, kaya mezarları, su sarnıçları, kuzeyde lahitlerden ve az sayıda kaya mezarlarından oluşan nekrapol sahası, Teimiussa’da (Uçağız) ise antik mezarlar ile su içinde kalmış rıhtımdan oluşan zengin bir tarihi mirasa sahiptir. Ayrıca bölgede çok sayıda batık kent vardır. Kekova Adası’nın iç yakasındaki Tersane denilen yerin çok eski bir tekne yapım yeri olduğu tahmin edilmektedir.
Gelelim Kaleköy’e , bu noktayı yaşarken de çok keyif aldığım için yazarken de aynı keyifi alacağımı düşünüyorum. 
Tumblr media
Kaleköy’ün tekneden görünümü
Tumblr media Tumblr media
Bütün bunların dışında Kaş’tan kalkıp sabahtan akşama kadar süren turlara katılabilirsiniz ancak sizde tam gün teknede durmayı hem vakit kaybı hem yorgunluk olarak görüyorsanız yarım gününüzü ayırıp bizim yaptığımız şekilde değerlendirebilirsiniz. 
Kaş’ta gözlemlediğim en önemli sorunlardan biri birçok sokak ve caddenin tek yön olmaması ve karşı yönden gelecek bir araçla burun buruna gelmenin muhtemel stresi. Oysa ki iyi bir düzenlemeyle bu sorunu çözmek büyük fayda sağlayabilir.
Diğer sorunlardan biri ise mekan çalışanlarının son derece kaba olması. Özellikle Türk hizmet sektöründe ve turizm bölgelerinde alışık olmadığımız kadar bariz düzeyde umursamaz ve kaba olmalarını  çok kazanmak gibi kaygının olmadığı bölge esnafında Kaş’ın son dönemde hızla popüler olmasından dolayı duyulan rahatsızlık olduğunu düşünmekteyim. 
ve son olarak Kaş’a belki 8-10 kere daha gelsem http://spontanist.com/cennetten-bildiriyorum-kas/ ‘ yazısında görmesem öğrenemeyeceğim bir Bayrak var ki manzarasını da şöyle şuraya ekleyeyim;
Tumblr media
Tatilinizin finalini böyle bir manzarada şarabınızı-kadehinizi yanınıza alarak gitmek için ; Kaştan Antalya yönüne ana kara yolunda giderken sağ’a Eski Antalya Caddesi’ne sapmanız, cadde üzerinde ilk sağda Akasya Sokak’a dönerek sokak sola döndüğü anda sağınızdaki 2 evin arasında kalan toprak yola girmeniz gerekiyor. Navigasyonda böyle bir yer bulmak zor ancak haritayı yakınlaştırdığınız Akasya Sokak’ı görebileceksiniz ve kendinize uzaklığını baz alabilirsiniz. Bu ve bundan farklı bilgilere edinmek için http://spontanist.com/cennetten-bildiriyorum-kas/ adresini de okumanızı tavsiye ederim. 
Tumblr media
Kaş’tan bu kadar, bayram trafiği , yemek ve beach girişi sırası derken bayramda bir tatil daha bitti. Evet bayram da Kaş’ta kalabalıktı, evet sıra bekledik rezervasyon yaptıramadık ama bir Çeşme bir Bodrum kalabalığına göre çekilir düzeydeydi.
Mutlaka’lar;
-Kaş’a gitmeden mutlaka bir deniz ayakkabısı edinmenizi öneririm.
5 notes · View notes
gajder · 4 years
Text
Korku Hikayesi; Soğuğun Laneti
Tumblr media
Korku Hikayesi; Soğuğun Laneti Değerli arkadaşlar bu olayı uzun zaman içimde tuttum fakat bazen insanın içindekileri başkalarına anlatması gerekir. Bu yazıyı bu sebeple yazıyorum. Yıl 2014 Ocak ayının başı (sanıyorum 3 Ocak) o dönemde tıp fakültesi 4. sınıf öğrencisiydim annem Rus olduğundan bir haftalığına annemin memleketine (annemin memleketine daha önce gitmemem sebebiyle) gitmeye karar vermiştim. Hazırlıklar sonrası ilk önce Moskova'ya ardından tren ile annemin memleketine yola çıkmıştım. Yolda trenlerin ancak belli bir yere kadar gittiğini teknik bir hatadan dolayı son istasyona gitmeyeceğini öğrendim. Mecburen yol üstündeki bir kasabada bir gece kalıp öbür gün kara yoluyla annemin memleketine gidecektim. Ural Dağları Bölgesinde'ki şehirler kardan dolayı adeta beyaz bir örtü altındaydı. Mükemmel bir görüntü diye geçirdim içimden... Tren durunca inip internetten bulduğum pansiyona gidecektim. Saat gece 2 veya 3'tü ilk önce ensemde bir sıcaklık hissettim ardından bilincim kapandı gözümü açınca hastanedeydim. Beni yakındaki bir hastaneye götürmüşlerdi. Hemşire doktorun birkaç dakikaya geleceğini söyledi. Televizyonu açtım ve biraz oyalandıktan sonra doktor geldi. Kendini tanıttıktan sonra trafik kazasında arabadan fırlayıp başımı yere vurduğumu bu sebeple beynimde hasar olduğunu söyledi. Kendi kendime düşündüm ben arabaya  binmemiştim acaba başımı vurunca hafızamı mı kaybettim? Ama son ana kadar her şeyi hatırlıyordum. Doktora bunu belirttim fakat doktor trafik kazası geçirdiğimi bu yüzden geçici hafıza kaybı oluşabileceğini söyledi. Tedavinin ne olacağını sorduğumda henüz ameliyatlık bir durum olmadığını fakat gerekebileceğini bu yüzden hastanede kalmam gerektiğini söyledi. Bir tıp öğrencisi olduğumdan da olsa gerek olayın ciddiyetini kavrayıp tamam diyebildim. Doktor çıkınca hemşireye ailemi aramak istediğimi söyledim fakat hemşire kar fırtınasından dolayı telefon hatlarının kesik olduğunu söyleyince çok da üstelemedim. Bu gün böyle geçti gece olduğunda nereden aklıma geldi hatırlamıyorum ama tomografilerime ben de bakmak istedim bir doktor kadar olmasa da fakültede öğrendiklerimle bir yorum yapabilirdim hastaneyi biraz gezdikten sonra dosyamı bulmayı başardım. Dosyamı açınca gözlerime inanamadım beynimde bırakın hasarı en ufak bir anormallik dahi yoktu. O halde doktor bana yalan söylemişti fakat bunu neden yaptığını çözemedim. Tüm gece bu soruyu düşünüp uyuyamadım. Sabah doktor odama geldi ve testlerinde hasarın ameliyat gerektirmeksizin geçebileceğini belirtti. Hani bir kişinin yalan söylediğini bilirsiniz ama yine dinlersiniz ya ben işte tam o kafadaydım ancak doktorların neden yalan söylediğini çözebilmiş değildim. Neyse zaman geçtikçe nispeten daha iyi oldum ta ki o geceye kadar... Hastanede üçüncü gecemdi tesadüfen gece bir aralık uyandım. Yanımda hemşire serumumu değiştiriyordu. Herhalde odaya girerken çıkardığı sese uyanmıştım. Hemşire güler yüzle iyi geceler dedi. Rusçası biraz aksanlı gibiydi. Odadan çıkarken kapıyı kapatmamıştı. Hastane koridorunu odadaki aynadan görebiliyordum. Benim olduğum odanın kapısından beş veya altı metre ileride durdu ve öylece kaldı anlamlandıramadım. Hemen ardından bir hemşire daha yanına geldi. Sohbete başladılar ne olduysa o an oldu aynadan yüzlerine baktım. Hayatım boyunca pek çok korku filmi izlemiştim ama ben böyle korkunç bir yüzü hiçbir yerde görmedim. Hani derler ya insan korkunca dona kalır hareket edemez işte aynen bu durumu yaşadım. Sonra sanırım onları izlediğimi fark ettiklerinden olsa gerek "hemşire"lerden biri  odaya doğru gelmeye başladı uyuyor numarası yapmak zorunda kaldım yatağımın yanında hırıltılı sesler çıkarıp bir süre başımda bekledi ardından gitti. Hastaneden kaçmayı düşündüm ama herhangi bir yolu yoktu. Hatta artık buranın hastane olduğuna inanmıyordum.Tek çare var gibi görünüyordu tabana kuvvet koşmak ! Koridorda hemşire sandığım varlıkların olmadığı bir an ok gibi fırladım adeta merdivenlerden zıplayarak iniyordum. Kapıya ulaştım açmaya çalışınca kilitli olduğunu fark edince oradaki bir sandalyeyi camlardan birine attım. Cam tuzla buz oldu. Atlayıp koşmaya başladım yalın ayak  koştuğumdan ayaklarıma kırık cam parçaları batmıştı ayrıca yerde en az bir karış kar vardı donuyordum ama korkum üşümemin önüne geçiyordu. Arkama baktığım bir aralık hastaneden birkaç kişinin koşarak çıktığını fark ettim beni kovalıyor olmalılardı. Son bir çabayla yakındaki bir yola ulaştım. Ağlıyordum ve ne yapacağımı bilmiyordum. Tam bu sırada karşıdan bir ışık gördüm. Evet! Bu bir arabaydı yolda durup arabanın gitmesini engelledim. Araba beni ezmemek için durdu fakat benden korkmuşlardı. Gayet de doğaldı aslında gecenin bir vakti yolun ortasında hastane kıyafetli bir adam... Ağladığımı görünce camı açtılar olayı hızlı şekilde anlatıp yardım istedim. Ben anlattıkça yüz ifadeleri ciddileşiyordu. Bana hemen arabaya binmemi söylediler. İçeride üç tane 20'li yaşlarda genç vardı. Ben arabaya binince direksiyondaki arkadaş hemen gaza bastı. Bir süre son sürat gittik sonra tekrar biraz yavaşladı bu arada diğer gençler bana olayı anlattı. İsminin Anton olduğunu öğrendiğim arkadaş bana Rusça sordu: - Rus uyku deneyleri diye bir şey duydun mu ? - Evet diye cevap verip ekledim, iyi ama denekler öldürülmedi mi ?  Anton devam etti: - Hepsi değil, söylenenlere göre kaçmayı başaran bir grup buradaki eski bir Sovyet  hastanesine gelmişler. Burada insanları kaçırıp değişik ayinler yaptıktan sonra yiyorlarmış. İnsanları bayıltıp buraya getiriyorlarmış. Ben de hastanedeki tüm olayları anlattım. Şoför koltuğununda oturan arkadaş da dediklerimi doğrulayıp aynısının kuzeninin başına geldiğini söyledi kuzeni de benim gibi kaçmayı başarmış. Sonra arabayla nereye gittiklerini sordum Moskova dediler. Yol yaklaşık 12-13 saat sürecekti. Ben izin isteyerek uykuya daldım. Uyandığımda yine aynı odada hasta yatağındaydım. Camdan dışarı baktığımda arabalarına bindiğim üç genç korkunç bir gülümseme ile bana bakıyordu. Cenker Kabala   Read the full article
0 notes
Text
Tom Riddle/Voldemort x Ravenclaw Varisi!Okuyucu
Herkese selam öncelikle. Tumblr’de gezinirken hiç Türkçe FF bulamadım. Özellikle Tom Riddle hakkında. Bende bir tane yazayım dedim.
 Hikaye hakkında şunu söyleyebilirim: Siz Ravenclaw’ın varisisiniz. Voldemort Harry’e karşı savaşmak için size ihtiyacı var. Ayrıca yılan yüzlü değil. Tom Marvolo Riddle olarak.
İç çekip okuduğunuz kitabı masaya bıraktınız. Ödeviniz için gerekli bilgiyi burada da bulamamıştınız. Yaz tatilindeydiniz ve sizi evlat edinen safkan aile ile kalıyordunuz. Aileniz çok uzun zaman önce ölmüştü.
 Eteğinizi düzeltip ayağa kalktınız ve alt kata indiniz. Üvey ailenizden izin alıp dışarı çıktınız. Yolda yürürken bazı sesler duydunuz. Hemen asanızı çıkarıp arkanıza baktınız. Bir grup kukuletalı adam size doğru geliyordu. Hepsine uğursuzluk laneti fırlatıp koşmaya başladınız. Adamlar hala yarı baygın bir şekilde yerde yatarken bir kişi daha cisimlendi. Buz kadar soğuk bir sesle
“Beceriksizler,” dedi. “Ravenclaw varisine karşı bir şey yapamayacaklarını bilmeliydim.”
Durdunuz ve arkanıza baktınız. (s/r) rengi saçlarınız siz dönerken etrafınızda uçuştu. Adamı görünce korkuyla iç çektiniz. 
 Adam gayet yakışıklıydı. Kan kırmızısı gözleri ve kara saçları vardı. Uzun siyah bir cüppe giymişti. Yüzündeki karanlık ifade olmasa melek sayılabilirdi. Karşınızda tüm zamanların en güçlü karanlık büyücüsü Lord Voldemort vardı.       
 Asanızı daha da sıkı kavramanıza karşın Lord bir kahkaha attı. Üzerinize doğru yürümeye başladı. Siz ise kaçmanın yararlı olmadığını biliyordunuz. Gözlerinizi karanlık büyücüden kaçırmadan bir plan yapmaya başladınız. Oysa karanlık büyücü size 2 adım kala durdu ve asanızı bir parmağının ucu ile indirdi. Bu noktada bir planın bile işe yarayamayacağını biliyordunuz. Gözlerinizi kapadınız ve sevdiğiniz her şeyi düşündünüz. Sanki ruhunuzu dünyada tutmaya yarayacakmış gibi onlara sıkı sıkı sarıldınız. Ama kolunuzun teninde hissettiğiniz buz gibi bir elle gerçek dünyaya geri döndünüz. Korkudan kaskatı kesilip gözlerinizi açtınız ve (g/r)’ler kan kırmızısı ile buluştu. Lord bir kahkaha atıp konuşmaya başladı.
“Seni öldürmeyeceğim.”
3 notes · View notes
sayisalsozelci · 4 years
Text
BULMAK
Her zaman gittiğimiz kafedeyiz. Ben kahvemi, çayımı şekersiz içerim, tatlıyı pek sevmem ama bugün masada duran çay tabaklarındaki şekerler için “Kullanmayacaksan alabilir miyim?” diyorum arkadaşlarıma. Belli bugün farklı olacak.
Yan masamızda kalabalık bir grup var. Sessiz konuştuklarını sanıyorlar ama sesleri gür, istemeden duyuyorsunuz. Anladığım kadarıyla semtin tribün ekibi bunlar. Çok ses var. Başım kaldırmaz sesi. Kendi sesime bile tahammülüm yok ki benim. Gidiyorum ben, daha altı saat dolmamışken majezik içmek istemiyorum. Sandalyemi ses yapmadan geri çektim. Annem bu sesten hiç hoşlanmaz. Yanımda değildi annem ama belli olmaz belki duyar. Nasıl iç sesimi duyuyorsa benim duyduklarımı da duyabilir.
Yan masadan yükselen seslere sinirlendim ya kaşlarım çatıklaştı refleks olarak. Masaya ters bir bakış atıp çıkacağım ortamdan. Beylerin masasında bir sandalye boş. Ben hiç böylesine varlığına emin olduğum bi’ boşluk görmedim. Sandalyede taba rengi deri bir ceket. Bu ceket benim miydi? Ceketimi yan masadaki sandalyeye neden asayım? Benim değildi ceket ama bana aitti. Ben öyle hissetmiştim. Ceketi almadan ortamdan çıkmak için kendimi ikna etmem zor oldu.
Aradan 2 ay kadar geçti ve ben tesadüfen güzel bir adamla tanıştım. Nasıl güzel, gözlere şifa. Esmer, saçları gür, arkaya doğru tarıyor saçlarını ama öne perçem gibi bir iki tel saç savuruyor. Kıymetli taşlarla ilgileniyormuş. Kapalı Çarşı geçmişi de varmış, ağzı iyi laf yapıyor. Aynı mahallede oturuyormuşuz yirmi yıldır, ortak arkadaşımız da varmış ama zamanı yeni gelmiş tanışmanın. Sonuçta her şeyin bir kum saati vardır.
Ben de su gibiyim, duru. Yaşı geçmiş teyzeler der ya “Belim şu kadardı o zamanlar.”. Belim gerçekten şu kadar. Babam gibi gözlerim, renkli. Güneşte on dakika kalsam yanık olacak kadar beyaz tenliyim.
Çok muhabbet tez ayrılık getirir diye pek görüşmezdim güzel adamla. Ortak arkadaşımız bu durumu saçma buldu ki bize Florya’da yemek organize etmiş. Ben ve güzel adam. Ben yemek yemeyi pek sevmem ama denizi çok severim. Mesaj attı, o benden önce gelmiş. Mekana girdim, garson gösterecekti ki ben ondan önce gördüm. Nesnesi eksik cümle kurarım bazen. Düzeltiyorum hemen. Sandalyeye asılmış taba deri ceketi gördüm. Sandalye bu sefer madden de doluydu. Güzel adam oturuyordu geldiğim yöne arkası dönük şekilde.
Kulağımda en sevdiğim şiirin bir dizesi yankılanıyor.
Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti.
0 notes