Tumgik
daydreamsdesire · 7 years
Text
Alacakaranlık
Ve gündüzler kararır, alacakaranlık vurduğunda ormana doğanın kendini yaşatamaması için hiçbir sebep yoktur ve bu yaşam en güzel haliyle bize kendini izlettirecektir.
Soğuğundan kimsenin olmadığını düşündüğünüz ormanın içinden bir geyik geçiyordu, minik ayaklarından çıkan ses beni uyandırmıştı. Onu korkutmadan ona bakabilmek istiyordum, minik gözlerini görsem yeterdi. Bakmaya/bilmeye olan inancım beni her yerde takip ediyordu. Sessizce döndü havayı kokladı; zarafeti, inceliği ve minik, kahverengi, parlak gözleri gece ile toprak rengi arasında sıkışmış bu renkler yönünü bulamamış sonrada bu güçlü geyiğin gözlerine konuvermişlerdi. Gözlerimi ayırmaksızın yerde sinmiş izliyordum, beni izlemeye ne bu kadar itmişti, neden kafamı çevirememiştim, bilmiyorum. Estetik ve güzellik sizi istemsiz kendine çeken şeyler, ben de her canlı gibi doğanın kurbanıydım. Ona doğru karşı konulamaz biçimde çekiliyordum. Yavaş yavaş olduğu yerden uzaklaşmaya başladı. Eğer burada kalmazsa onu göremezdim. Saklandığım ağacın arkasından çıkarsam benden korkup kaçardı. Öte yandan bir geyik bir yerde çok uzun süre de kalmazdı. Ya buradan çıkıp onu izlemek için bir risk alacaktım ya da onun burada kalması için bir yol bulmalıydım. Bir şekilde burada kalacağına dair aptal bir inancım vardı, insanlar buna umut diyorlardı. Geyik minik ayaklarıyla otları çıtırdatarak uzaklaştı. Ne bir yol düşünmeye bir zaman vardı, ne plan yapmaya. Tüm içgüdesel yönümle onu takip etmeye başladım, yolun beni nereye götüreceğinin bir şekilde biliyor gibiydim ama içimde kötü bir his vardı. Bilemek korkmaktı ama bazen bilmekte garip bir “tekrar” korkusu yaratıyordu. 
Geyiği uzun süre ses çıkarmadan takip ettim. Galiba bir şekilde o da benim orada olduğumu biliyordu çünkü mümkün değildi ki benim orada olduğumu bilmemesi. Arkasından sessiz sessiz yürüdüm, belki de yalnız olmak istemiyordu. Yolun sonunda bir göl vardı. Kendi yansımasından irkildi önce geyik, sonra alıştı bu görüntüye. Su içti arkasına bakmadı bir an bile, belki beni görmek istemiyordu, belki de cesareti yoktu artık geriye dönüp bakmaya. İlerledi geyik sakince ve ailesinin yanına doğru giderek uzaklaşıp ufuk çizgisinde kaybettirdi kendini. 
Uzun süre arkasından baktım, bir tür uğurlama yöntemi miydi bu yoksa nereye gideceğimi mi bilmiyordum kim bilir. Gitmek demek ardında bırakmaktı geç öğrendim. Zaman zaman ben de çok ardımda bıraktım. Arkada bırakılmak bir parçanızı kırıyor içeride ve bir şekilde o parça size yalnız olmayı öğretiyordu. Yalnızlık alışılan bir şey ne yazık ki. Yoksa kim istemez bambiyle dost olmayı? 
Doğaya hayranlığım ne o gün o geyiğin kaybolmasını izlerken bitti, ne de bir gün onun peşinden giderkenki heyecanım geçecek. Ben; ben olmaya devam ettiğim sürece merakım, bir şeylerin peşinden gitme mücadelem ve güzelliği/estetiği arayan gözlerim asla yolundan dönmeyecek. Eğer ki bir gün pes edip ağacın arkasında kalmaya, orada saklanmaya devam edersem; ağacın gölgesi ile sarılan ruhum ne ayın cılız ışığıyla aydınlanır, ne güneşin kavurucu sıcağıyla ısınır. O yüzden gündüzler karardığında ve alacakaranlık bastığında ve üşüdüğünde tüm canlılar; oksijen daha hissedilebilirken havanın soğundan, ağacın yeşilinden, çimenlerin yarı ıslak kayganlığından; doğa yine durmayacak devam edecek kendini sürdürmeye o ormanda ve evet ben koşacağım sessiz sessiz yine. Gündüz kararacak yine ve ayın ışığını hasretle alacakaranlığın arada kalmışlığıyla bekleyeceğim. 
0 notes
daydreamsdesire · 8 years
Text
Özlemek
Özlemenin bir çok belirtisi var aslında. Hepsi aynı anda da nüksedebiliyor ayrı ayrı da. En güçlüsü sevdiğin şeyleri paylaşma arzusu, bu o kadar güçlü ki! Bir şarkı dinliyorsun, bir film izliyorsun, kitapta onun da seveceği bir cümle okuyorsun. Paylaşamıyorsun, konuşamıyorsun, haberdar edemiyorsun. Sevdiğin şey içinde acıya dönüşüyor. Sevdiğin şeyleri sevmemeye başlıyorsun, hiçbir şeyi sevmek istemiyorsun. Diğer bir belirti ise anılar, ne kadar çok anıya sahip olduğunu özleyene dek anlamıyorsun. Biliyorsun ama o kadar sık hatırlamıyorsun onları. Sonra parça parça üzerine doğru geliyorlar içinden geçip seni yere yığıyorlar. Lime lime ediyorlar. Öte yandan onlara sahip olduğun için mutlu oluyorsun. Çünkü sahip oldukların belleğinden hiç çıkmayacak o anıları senden kimse alamaz. İyi ki varlar diyorsun, ya hiç var olmasaydı ya da hatırlayamasaydın diyorsun. Hem üzülüyorsun hem de bu üzüntüyü yaşamaktan bir haz alıyorsun çünkü seni bu kadar üzecek bir şey var ve bu derece güçlü. O güç seni kendinden geçiriyor, seviyorsun daha çok seviyorsun ve daha çok özlüyorsun. Özlem, hem sevgini hem tutkunu körüklüyor. 
Bir diğer belirti uykusuzluk, uyumak için yattığında sanki anılardan oluşan bir fragman seni kovalamaya başlıyor. Sen uyumak istedikçe uykusuzluk daha da derinleşiyor. Peşinden ... (devam edecek)
0 notes
daydreamsdesire · 8 years
Text
01:20
Tek kelime bile etmek istemiyorum. Konuşmak o kadar anlamsızlaştı ki! Seslerin hengamesinde kendi sesimi unutmak, ses tellerimi kurutmak istiyorum. Kafamdaki sesler o kadar yükseklerki insanların gürültüsü onları bastırmaya yetmiyor. Her bir sıradanlığa bürünmüş an, yaşanıyor ve boşluğa karışıyor. Bu tekdüzelik içinde hiçbir an iz bırakmıyor arkasında. Zamansız mekansız bir hissiyatla saniyeler geride kalıyor ve hepsi anlamsız. Ona değer katabilecek insanlar konuşmuyorlar. Korkuyorlar belki de ya da daha kötüsü umursamıyorlar. Ne zaman bu kadar umursamaz olduk? Ne zaman yansın o zaman dünya demeye başladık bilmiyorum ama o kadar gözüm karardı ki ilk kibriti yakan olmaktan korkuyorum. Cesaretsiz ruhumdaki agresif taraftan korkuyor olmam da traji mi komik mi karar veremedim. Artık çok şey değişti ve ben bu değişimi dışarıdan izliyorum. Kendime uzaktan bakar oldum. Eski halime el sallarken çok uzaklardan saçlarımın kıvırcığı bile azalmışken huzuru nerede bulduğumu merak ediyordum. Hoş huzuru da bu gece çaldırmış olacağım ki, huzur bulmak adına iki satır yazı yazmaya tamah ediyorum. Kim kaybetmiş ki huzuru ben bulayım. Huzur göz kapaklarımın altında yani kimsenin hiçbir zaman göremediği yerde. Kendi tenimde yoksa huzurum, kaskatı kasılmışken nasıl merhem bulurum? Kafamın ürettiği histe belki de benim dermanım fakat hizmet etmiyor beynime hiçbir yanım. Bir konuş ki çığlığını duyabilsinler, seni kurtarabilsinler.. susuyorsun, kurtulmak istemiyorsun. Sen de biliyorsun huzursuzluğun kökenini ama kökünü kazımak demek bulmak, söküp atmak demek. Ya sökemediğindendir derdin ya da atamadı��ımdan. Derdi bilmem ama derman aramıyor; sadece koşmak istiyorsun. Ya kaçabilirsem umudu mu, kaçarken ölüp kurtulurum hayali mi? Sonumun başlangıcı mı, varlığımın feryadı mı? Tek kelime etmesem yine de beni duyar biliyorum. Sadece susarsam belki anlam kazanır içimdeki, koşamasamda, huzur bulamasamda.. Ya sökemediğimden bu dert ya atamadığımdan; belki de konuşamadığımdan.
0 notes
daydreamsdesire · 9 years
Text
An
Çok az insan sana o şekilde bakabilir, gözlerinin içi aydınlanarak. O anı hiç unutma, aklına kazı çünkü bir daha görme fırsatın olmayabilir. Bazen her şeyi sadece tek bir an anlatabilir, konuşmak anların anlamlarını doldurmaz bazen, hatta anlamsızlaştırır, o anların duygularını çalar. Anlar sessizken duygular yoğunlaşır içinde ve anlar somutlaşır, anlaşılır olur, hissedilebilir olur, berraklaşır. Sanki tadına bakabilir ya da koklayabilirmişsiniz gibi, tek bir andır o, birkaç saniye sessizlik ve yoğunluktur. Dopdoludur, anlayabilirseniz eğer, okuyabilirseniz eğer gözleri. Tek gözler aynada gördükleriniz değildir, insanların gözünüzde yansıyan gözleridir bazen sizin gözleriniz sanki bir an için onların gözlerinden bakmaz mısınız kendi gözlerinize? Bakmak sadece görmek değil evet, hissetmek. Hazır hissedebiliyorken hala solukları ve ölüm uzakken bedenlerden, görmeye devam etsek birbirimizin ruhunu belki daha da zenginleştiririz anları,anıları ve belleklerimize kazıdıklarımız belki kendi benliğimizi daha iyi resmeder hücrelerimizde, belki her soluğumuz daha hayata yaklaştırır daha insancıllaştırır bizi, belki aydınlanır hayatımız sadece bakarak birbirimize.
0 notes
daydreamsdesire · 9 years
Text
YILDIZLARIM
Gök parçalandı ve kocaman siyah plakalar üzerime düşmeye başladı. Yavaş yavaş yıkılıyorlardı ve ardından çok güçlü bir ışık gözüküyordu, yanlış anlaşılmasın; ışık hiç kimsenin kurtuluşu değildi. Yıldızlar neredeydi nereye saklandılar anlamadım. Onları arayıp bulmak istedim olmadı. Beni bırakıp gitmişlerdi, ne gündüzüm vardı ne de sığınacak bir gecem artık. Sadece ışık vardı. Gözlerimi yakan ışık her saniye daha fazla acıtıyordu. Acı, yaşadığını hissettirdiği zaman varlık amacına dönüşen mazoşist bir hal alabiliyordu. Geceden çok acıyı mı arar olmuştum, güneşten mi kaçar olmuştum, kendi güneşime tutsak mı olmuştum, yok mu olmuştum? Yoktu, soruyu cevaplandıracak ses bile yoktu, gök parçalanmış, sesin yayılmasını sağlayan bütün maddeleri alıp götürmüştü. Bilinmezliğini yaşatan bu garip ortam sadece kendine tutsak ediyordu beni, içindekini. Onun içinde uzayda da hissedebilirdim, üzerime gök parçalanmış gibi de. Onun içinde özgür de hissedebilirdim, nefes de alabilirdim. Sınırlarımı belirleyen bu beden içinde kendimi rahat da hissedebilirdim ama hissetmiyorum. Ya buraya sığmıyorum ya da buraya ait değilim. İçinde huzur bulduğum bir kabuk yok artık ve bir kabuk arıyorsam bile huzur kavramı benden uzak demek değil mi zaten? Bir adım daha ileri gittiğimde, yine bulamayacağım yıldızları; yine olmayacak sesim. Bu uzay benim varlığımın temsilcisi mi, yokluğumun kanıtı mı anlamıyorum. Burada mıyım, değil miyim bilmiyorum. Kendimi baktığım hiçbir açıdan göremezken aynalara tamah etmek istemiyorum. Beni bana yansıttığına inandırıldığım bir yalan ayna, bir düzmece. Beni gösterirken tıpa tıp nasıl unutmuş olabilir ki mimiklerimin nüanslarını. İnanmadım ona, hem belki o da bana inanmadı. Güvenmek zor zanaat. İnsanlar en çok birbirinin gözünün içine bakarken yalan söylermiş, görmek için karşındakinin gerçekten kanıp kanmadığını… Peki ya kansam tüm insanlara biraz daha az gerilir mi kaslarım. Tüm iyi niyetlerin gerçekten iyi olduğuna inansam. O kadar çok isterim ki inanmayı, içim buna o kadar aç ki. Sadece her inandığımda bir kez daha inanacak gücü yitirten olaylar zincirinden kurtulmak o kadar zor ki. İçimdeki bir acabanın gerçek bir sebebe dönüşüm süreci beni öyle yordu ki. Eğer ben de kendi yalanıma inandıracaksam insanları, ne farkım kaldı ki? Eğer inancım yoksa, eğer gözlerim yalan söylemek için ölçüyorsa karşındaki ve eğer hissetmiyorsam artık,ne anlamı var ki tüm bunların. Bırakayım yıkılsın gök, bırakayım kaybolsun yıldızlarım.
Ben zaten kaybolmuşum, sahiplendiğim yıldızlar benim değil ki, hem zaten ben kimim?
0 notes
daydreamsdesire · 9 years
Text
HİSSETMEK
Bekliyorum, bir kişinin daha kalbimi parçalayıp ellerime vermesini.Çünkü o kadar parçalandı ki una dönüşebilir mi ya da hücrelerine ayrılabilir mi diye merak ediyorum. Her güne yeni bir amaçla başlıyorum, kalbimi daha az hissetme amacıyla. Ne var ki artık nefes aldığımı bile hissetmiyorum. O kadar mekanikken her şey ve rasyonel çıkarlarımıza hizmet ederken tüm duygusal ilişkilerimiz, bana insan olduğumu hatırlatacak ne kalıyor ki geriye. İçimdeki heyecanı kim yakıp yıktı biliyorum ama sadece beni ruhsuz bıraktı. Duygularım ne zaman terk edip gitti bilmiyorum ama hayatın müziğini duymaz olmuş kulaklarım. Sürekli nefes almam gerektiğini hatırlatıyorum kendime, unutuyorum. İnsan olmaktan uzaklaşıyorum, duyguların hücumuyla beni saran sıcak hava yok artık. Ruhumu nereye gömdüğümü hatırlamıyorum. İçimden bir ses kaç diyor. Kendimden kaçmak için kendimi bulmam lazım, kendime doğru gitmek için ise aramam gerekiyor. Aramak için o itici güç yok içimde ne takatim var ne de sebebim. Susmak, bakmak ve görmemeye devam etmek yaptığım tek şey.Beynimde algıların oluşup onlara tepkisiz kalmak onları sadece fiziksel olarak tüm duygusal uyuşmuşluğumla karşılamak, yaptığım tek şey. Bazen kendime seslenmem gerekiyor, hala orda mısın? Benim gibi konuşup benim gibi yürüyorsun hatta benim gibi kokun ama gözlerin boş bakıyor, bir şeyler içinde eksik gibi. Kim çekip aldı, ben ne zaman onu kaybettim ya da nerde unuttum bilmiyorum. “Dibe vurmadan nefes aldığını hissedemezsin”. Dibe vurmak için düşünebilip karar almak gerekiyor, dibe vurmak var olduğunun bir kanıtı, ben emin değilken varlığımdan onu tehlikeye atamam. Risk alamam. Biri sarılsa bana, kollarını hissedemem diye korkuyorum. Ağladığımda bile acımıyor artık içim. İnsanların sözleri öyle kırdı ki her defasında, bir defa daha kırılamam diyorum. Sonsuzluğa susuyorum ve gidiyorum, dönmemek üzere, sessiz ve kimse fark etmeden. Artık buralarda değilim ararsanız ama bana benzeyen fakat ben olmayan birini beni özlememeniz için size bırakıyorum. Daha önce içimi görmeyen, ruhuma dokunmayan kimse fark etmeyecektir ve kanacaktır yalana. İnsan kanmamış mıydı güneşin yalanına, o umudu değil miydi yeni günün, kimse söylemedi mi aydınlığın tüm yalanları ortaya çıkardığını, kanıtıydı umutsuzluğun güneş. Kimse söylemedi bize, hoş bazı şeyleri söylenmeden de anlayabilmemiz gerekiyor, insan olmak bu hissiyatı gerektirmiyor muydu? Ben artık hissetmiyorum, ya siz?
0 notes
daydreamsdesire · 9 years
Text
SADECE YAPAMAZSIN
Eğer gözleri görseydi bu günleri, kör olmayı dilerdi; biliyordu.
Nasıl dayanırdı ki ruhu bir insanın, vücudun her yanında hissettiği sızıyı nasıl hissetmemiş gibi eski hayatına dönebilirdi.
Acı her yerdeydi, içinde ve dışında bir bulut oluşturmuş onu tekrar ve tekrar vuruyordu.
Geçmişe dönmek istedi, kendi gerçekliğine; onunla hiç tanışmamış olduğu, acı nedir bilmediği günlere, kalbinin sızlamadığı günlere…
Gözlerinden yaşlar aksaydı ve içinden akıp gidebilseydi tüm anlar, yavaş ve kökten bir şekilde kurtulabilseydi ondan.
İçinde olmasından garip bir haz duyuyordu, gitmesine izin vermek istemiyordu ama bunu itiraf da edemiyordu.
Suçlamak, kızmak ya da umut etmek kolaydı.
Göğüs germek, ona rağmen nefes almak, uyumak ve hissederken bu kadar, hissetmiyormuş gibi yapmak zordu. Yaşamak zordu onla aynı dünyayı paylaşırken ama onsuz bir dünyayı da hayal edemiyordu.
Keşke hiç olmasaydı, keşke kader onu bu yola hiç taşımasaydı ve hiç tanımasaydı onu, keşke aynı dünyada yan yana geçip gitselerdi tek kelime etmeden.
Hiç olmasaydı da acır mıydı bu kadar ya da yokluğu oturur muydu, hisseder miydi yine ruhu yokluğunu; bilemezdi.
Bazen değiştiremezsin, bazen seçemezsin.
İçindeki boşluk çoğalır, biraz daha eksilirsin her gün ve kimse fark etmez.
Boşluk her yerdedir ve sen bile fark etmezsin.
Burnunun ucunu bile göremezsin, kasılırken duyguların; değiştiremezsin, yok edemezsin, seçemezsin.
Susarsın, uyuyamazsın, ağlayamazsın ve gitmesine izin veremezsin.
Sadece yapamazsın.
0 notes
daydreamsdesire · 10 years
Text
NE DERSEN DE.
Her zaman kafandadır, başlattığın ve bitirdiğin yer. Herkes kalbinde zanneder ama kafandadır. 
Büyü de, ışık de, heycan de,aşk de ne dersen de...
Her zaman içinde, başlaması ve bitmesi ya da bir zincir veya bir bulut haline gelip seni sarması değil.. kendisi tüm gerçekliğiyle kafanda.
Bir parçası bile eksik değil, öylece dikilir kafanda.
İsmine ne dersen de önemli olan ne başlangıcı ne sonu o his olarak ve gene "o" olarak kafanda.
Bunu kaybetmeden onu hiç bir zaman bırakamazsın ve onu bırakmadan bunu hiç bir zaman kaybedemezsin.
İsmine ne dersen de.
Elini bırakıp gittiyse, bu hiç bir şey, çünkü hep kafanda.
Aşk de büyü de, hiç önemli değil.
Önemli olan onun kim olduğu değil, onu kim olarak hissettiğin.
0 notes
daydreamsdesire · 10 years
Text
ADAM
  Her hikaye gibi sabah başlamıyordu onun hikayesi gecenin adamı gündüzün ırağındaydı. Çıkagelmişti karşıdaki dağlardan upuzun yollardan. Esirgemezdi sözünü, dinletirdi kendini. Yapıştırıp cevabını bir anda geçer giderdi hayatınızdan. Denizden çıkagelmişti bu adam. Dağdan taştan gelmişti, doğanın en derininden çıkmış, mis gibi tuz kokuyordu bedeni.
  Çok düşünürdü adam, uyuyamazdı geceler geceler boyu. Bu yüzen gecenin adamıydı. Geceleri ederdi sabah, düşünceler akarken su gibi berrak bazen kararırdı sular. Sevmezdi kara suları ama akardı içine nefesi kesilirdi sularda sonra sıcak bir el çekiverirdi onu yukarı. O sıcak elin dokunuşu yeterdi ona, soru sormazdı tüm karanlık sular geçmişte kalırdı artık. 
  Çok severdi adam, adam gibi severdi ama bırakmadan, tutkulu. Değeri hissettirir, yarı yolda bırakmazdı, mertti yüreği. Korurdu tüm sevdiklerini aynı bir kahraman gibi, hoş hikayemin kahramanı da oydu ya. Hayrandım ben ona. Kocamandı yüreği ama herkes için değildi bu yürek çok az vardı sevdiği, ama hepsi çok sevdiği.. 
  Gülerdi adam, çok içten. Gerçek gelirdi size güldüğü zaman. Maskeleri yoktu onun, her anı gerçekti, yalanın sahtesi bulaşmamıştı mimiklerine. Acıları örselerdi onu sadece. Gülmeye engel değil ya her şeye rağmen gülerdi. Bazende acılar ağırdı çok ağlardı adam. İçine akıtırdı kimi zaman korumak için sevdiklerini kendi üzüntüsünden.Çünkü kahramandı adam korurdu kollardı sevdiğini. İçi acırdı, yüreği yırtılırdı ama sesini çıkarmazdı adam.
  Susardı adam, susmayı çok iyi bilirdi. Boşluklarda acıları saklıydı ama acılarda onun bir parçasıydı. Onu sevmeniz demek acılarını da sahiplenmeniz demekti. Yük değildi onun yoldaşlığının yanında üzüntüler. Susmaları bile güzeldi, dinginliği huzur, bakışı derya denizdi, güneşti gözleri... 
  Ona tutunmak, onu sevmek büyüktü. İçinizdeki her duyguyu kaplayan büyük bir his. Tüm hislere etki eden bir rüyaydı adeta. Onu kaybetmekte karabasan gibi çökerdi boğazınıza...Sevmek onu sevmek doğayı sevmek gibi doğuştan ve içten... Sevmek onu sevmek tutkulu ve büyük. Susmak onunla saatlerce huzurlu ve gerçek... Konuşmak onunla dolu dizgin ve özgür...
  Adam buralardaydı hep hissederseniz eğer. Kadın elini esirgemeseydi elinden adam hep buralardaydı. Boşluklar büyük değilken ve hala zaman varken kadın elini uzatsaydı gene adama, adam çıkıp gelir miydi denizlerden? Çok uzaklardan kadının kalbinin derinliklerinden..
1 note · View note
daydreamsdesire · 10 years
Text
EVET, SIMDI HUZURLA UYUYABILIRSIN.
   Haince yüzüne bakıp gülümsediği dudak kıvrımlarında saklaydı kötülük. Gülümserken karşısındakini süzüp, kendinden ne kadar daha "iyi" olduğunu tarttığı ifade ele veriyordu ruhunun çatlaklarını. Mükemmel edası yıkılıp gitmeye mahkumdu ama o asla ifadesiz yüzünden ödün veremezdi. Kimse saf kötü değildir ama insanlar kötü şeyleri iyi sandıkları yollarda hep araç edinirler kendilerine. Kendi çıkarı için çıktığı bu yolda, sadece kendi çıkarı için açarken avuçlarını tanrıya, düşünmedi. Gerçekten istediği şey içindeki eksikliğin dolmasıydı ama onu yaratan tanrının onda eksik bıraktığı noktayı doldurması için gene ona yalvarması yaptığı en çaresizce şeydi.
   İnsanın bu noktadan vazgeçip sadece başkası için yaptığı tek şey sevmektir. Her sevginin karşılıklı olması gerekmez ama eğer karşılıksız sevebiliyorsa insan saf kötülük diye bir şey yoktur o zaman. Sevgisini verebilmesi hiç düşünmeden, beklentisiz... Hissedebilmesi karşısındakini çabalamaya gerek duymadan, okuyabilmesi duygularını açık bir kitap gibi... Gözlerini her kapadığında görmesi onu, düşünmeye ihtiyaç olmadan bir alışkanlık gibi, onun yüzünü gözlerinin ardındaki perde olarak görebilmesi her an, istemsiz... Huzuru bulması yanında, huzuru bulması kokusunda, sesinde, gülüşünde... Sadece bulması onu yanında. Uzakken bile hissedebilmesi yanında... Sessiz, beklentisiz...
  Yapayalnız beklemesi onu. Gelişini hayal edebilmesi, gidişini inkar edebilmesi, bakabilmesi geleceğe ama umut ama yalan. Söyleyebilmesi her şeye rağmen tüm benliğiyle içindekini, hissettirebilmesi ona kendi hislerini... Aşk hissettirmeden duygusunu -dişini- geçiremez karşısındakine, dolanamaz damarlarında ama zehir ama merhem. Beklemek araf, sus ve kapa gözlerini evet şimdi huzurla uyuyabilirsin, gözlerinin arkasındaki perdede onun gelişini izlerken. 
5 notes · View notes
daydreamsdesire · 10 years
Text
KONUŞMAK
İçine çektiği dumanı hızlıca üfledi, konuşabilmek için.
Konuşabilmek sadece bir yeti değildi, aynı zamanda bir güç de gerekiyordu bunun için.
Şarap şişesinin dibindeki son damla gibiydi takati.
Geriye kalan tek şey birinin gelip şişeyi kırmasıydı.
Sonra parçalarını bile kimse bulamazdı.
Düşünceleri ipte asılı çamaşırlar gibi sallanırken hava da,
Tek soru hangi çamaşırın daha hızlı kuruyacağı olmuştu.
Çamaşır ipi giderek ona yaklaşıyor
Boğazına sarılıyordu
İpi çekecek kimse yoktu, dolayacak kadar yoktular
Boşluktular
Şişe kadar boş
Korktular
Düşüncelerinin verdiği huzursuz his kadar korku doluydu içinde
Biri de gelip bu şişeyi kırmıyordu ya
Kimse ipi de dolamıyordu
Belki de çamaşırlar da, ip de, şişe de kendi hayalinin ürünüydü
Çamaşırları topladı, ipi şişeye doladı
Bir nefes daha çekti sigarasından
Ağzını açacaktı tam
Kelimeler boştu, sözleri de sarhoştu ruhu kadar.
1 note · View note
daydreamsdesire · 10 years
Text
SADECE
Sadece yardım etmek istedi ve sadece sa-rı-la-bil-mek. Tek istediği bu olmasına rağmen aradaki duvarlar oldukça kalın ve köklüydü, aradaki mesafe tozlu ve eski kokuyordu.
Sadece sus-mak istedi, olağanca susamasına rağmen ona, tüm kelimelerini susmak istedi. Çünkü insanın içindekiler dışarı çıkınca anlamını yitirirler, küçülürler, insani acınası duygular haline gelirlerdi. İçeride yaşanan büyük duygular dışarda anlamsızlaşırdı, içlerini dolduran anlamlar onları terkedip giderdi.
Sadece ya-şa-mak istedi, göz yaşlarına rağmen. Çünkü yaşamak ağlamak gibiydi tüm içindekini dışarı çıkartıp anlamsız bir çizgi çizerdin kendine, kendini rahatlatıp senin derdinle başkalrının oyalanmasına izin verirdin. Hem gerçekten de bilemezlerdi ne hissettiğini sadece tahmin ederlerdi.
Acı olan kısmı ise sen onların sadece tahmin ettiği kadardın. Çünkü kendini anlatabildiğin kadar insandın.
0 notes
daydreamsdesire · 10 years
Text
VURGUN
 Sustu tüm kelimelerini. Tabii ki susmak erdem değildi, tabii ki tüm erdemli insanlar fikirlerini beyan eder, diğerlerinden fikir alırlardı. Yoksa onlara "erdemli" sıfatını kimler bahşedebilirdi?
 Yavaşça birleştirdi kollarını. İletişime kapalı olmanın kanıtıydı bu ve oracıkta kaçtığının, duymak istemediğinin apaçık bir göstergesi. Yansaydı da duymasaydı kulakları.
 Gözlerini kapadı. İç dünyasına kaçtığının bir göstergesi olarak ama aynı zamanda dışarıda bulamadığı huzuru içeride aramak için, hatta belki de kendine üçüncü bir yol bulmak için.
 Acıyı içinde yaktı. Başkalarını acıtmaktansa daha kolay bir yoldu bu. Hem kimi acıtabilirdi ki, kimse onu önemsemezken. Tüm hayatı boyunca hissettiği duygulardan daha büyük bir acıyla sarsılırken bedeni, ruhu tüm gerçekliğini yitirmiş umuda kucak açıyordu. Bütün, ellerini açıp dua edenlerin kabul olsaydı dilekleri herkes aynı dini seçerdi. Umut da bir tür dindi. Kimsenin aynı anda inanmadığı, yalan olan ama vazgeçilmez bir kandırmaca.
 Sessizce bağırdı. Çığlıklar içinde ardı ardına patlıyordu. Müziğin aniden kesilmesi gibi. Gürültülü bir başlangıç, belirgin bir son nokta, ama giyotin ama eroin. İçindeki duygular kalabalık, birbirine çarpmaktan yorgun, bu bedende durgun, işin aslı hayatında yediği en büyük vurgun.
 Öfkesini kusacak bile kimsesi yoktu. Gözlerinde yanan alev onu yakmadan, nasıl atabilirdi bunu içinden. Tahammülü mümkün olmayan vaziyetini açıklayabilecek ne bir cümle ne bir kelime ama kısa ama uzun... Düşünmemek için ilgisini yönelttiği her şeyde tekrar eski haline dönüyor acı beynine nüksediyordu.
 Sustu tüm kelimelerini, yavaşça birleştirdi kollarını, gözlerini kapadı, acıyı içinde yaktı, sessizce bağırdı, öfkesini kusacak bile kimsesi yoktu.
0 notes
daydreamsdesire · 10 years
Text
MEKANIK
  Ne yapacağını bilemezdi, bir anda göğsünden içeri giren duygu selini göremezdi, tahmin edemezdi ve asla beklemezdi. Kendi geleceği öylesine beklenen bir tahmin dizisinden oluşuyordu ki bir program yazıp geleceğini formülleştirebilirdi. Bu hayat mekanizması nereden geliyordu, kader bu kadar tıkırında giden bir yol muydu; yoksa tüm amacı onu her şeyin yolunda gideceğine inandırıp birden tüm hayatını karalayacak olması mıydı?
    İçindeki tüm mekanikliği yok etmek istiyordu, beyninin mekanikleşen her yönünden nefret ediyordu. Her taraf sayılardan, olasılıklardan ve beklentilerden oluşuyordu. Bunlara dur diyecek kimse yok muydu? Yakında bir robota dönüşecek olmaktan inanılmaz derece rahatsızdı. Beyninden başlamıştı bu dönüşüm. Kalbindeki bu radyoaktif patlama hırpalarken bedenini, kemikleri daha ne kadar daha ruhuyla bir kalacaktı, çok az kalmıştı ayrılmalarına. Vidalar vardı ruhunun her kırık parçasında, ruhunu onarıyordular ama onu yok ediyorlardı. Zaten kendini ve duygularını hissetmeyeli çok olmuştu. Soğuk ve yabancıydı duygulara. Hisler keskin ve kopuklardı bedeninden. Ruhunu zehirleyen kin duygusu bile uğramıyordu ona. Sessiz sessiz terk etmişlerdi bu gemiyi ve kimse bir mendil bile sallamamış mıydı bu sessiz geminin ardından? Karanlık gibi sarmıştı bedenini bu öz yabancılaşma.
    Duygu seli onu korkuttu bu yabancı hisse cevap vermek istemiyordu, şarteline basıp kapattığı tüm duyguların ona hücum etmesine hazır değildi. İstemek hiçbir şeyin çözümü değildi. Herkes bir şeyler istemiyor muydu zaten. Her talep kendi arzını yaratmıyordu ne yazık ki! Umut fakirin ekmeği de değildi! Umut insanı öldürmeden süründüren duyguydu. Vazgeçmesine izin vermeyen, devam etmeye teşvik eden ama asla amacına ulaşmasına izin vermeyen bir tür yalan söyleme biçimiydi. Gecenin getirdiği yalandı umut, aynı ay tutulması gibi ışığını yansıtan güneşten haberci ama güneşi geri vermeyen bizi aya tutsak eden umut! İnsanın yalanı umut.
    Mekanikleşen tüm yanlarını kabullenmişken, artık hiçbir şey acıtmıyorken kalbini duygular sardı tüm bedenini. Çok mu geçti, akreple yelkovan çok mu ilerdeydi hayallerinden. Seslerimize sağır kulaklarımız, vicdanımıza uzakken bu kadar, hissetmek bu kadar acı verir miydi? Kendini umuduyla öldürmek istedi, bir hançer yapıp umudu kendi kanında boğmak istedi tüm duygularını. Acı bir sis bulutuyla sarmışken çevreyi, haykırmak hissizlikle hissiz yapmıyordu bedenleri. Ruhunun her bir parçasındaki açık yara artık izin vermiyordu mekanikleşen vidaların tutkal görevine. Bir hançer söyleyebilir miydi biriktirdiği tüm söylenmemiş sessiz kelimeleri. Acıdan kıvranan haline katlanabilir miydi, kör heceleri? Susup onun kıvranmasını zevkle izlemez miydi tüm acı çektirdikleri? Kendine ihanetini kanıtlayabilir miydi hissizliğin tekmeleri? Uçurumdan atıp arkasına bakmadan gider miydi son nefesinde yanında olmasını istediği kişi? Tüm duygular bir parça umut barındırırken, gerçek bu kadar uzakken içinden, ta uzaklardan çıkıp gelebilir miydi onu kurtaracak biri? Kader gelip boynunu kırdı huzurun ve gitmesini istedi yönünü kaybetmiş bir korsan gibi ve boğulmasını istedi denizin derinliklerinde, enginliklerinde. Umut gelip özgürlüğünü istedi bu bedenden etrafı saracaktı duygular ama bedeninin sınırları çizilmişti teniyle, artık bakamazdı geriye. Söylemezdi kimseye, artık tek bildiği varlığı ölümüne amade.
0 notes
daydreamsdesire · 11 years
Text
KARA DELIK
   Yaklaşan kara delik sözcüklerini içeri çekiyordu, sözcükler havada asılı kalamıyordu. Sustu. Susmak kara deliğin yaklaşmasına engel değildi. Sözcüklerin yoksunluğu kara deliğin varlığını örselemiyordu. Susmanın çözüm olmayacağını anlayınca yok olacağını bildiği sözcüklerin geçici varlığının ona bu anlarda heyecan verdiğini fark etti. Susmak bir tercihti, bazen de bir tür tepki ama konuşmak her şeyden daha fazlasıydı. Çünkü konuşmak düşünmekti, üretmekti, kara deliğe rağmen kendi sesini duymak demekti. Cümlesinin savruluşunu izlerken noktanın kendinden çok uzaklarda saklanmadığının farkında, bu bilinci kendine kabul ettirme çabası içinde yaşadığı monologu reddediyordu. Kendiyle kavga ediyor fakat kavga etmemeyi yeğlediğinden onu yok sayıyordu. Hem onunla kavga eden kimdi ki? İçinde o kime ait olduğu belli olmayan sözcüklere ve yalnızca kendi duyabildiği sese kızdı. Çünkü onun sözcükleri tek bir kişi içindi yalnız kendi için. Fakat bu özel muamele onu memnun etmemiş aksine çok kızdırmıştı. Tam o sırada fark etti ki eğer kendinden başka bu sesi duyabilen yoksa duymuyormuş gibi yapabilirdi. Oysa kara delik yaklaşmıyormuş gibi de yapabilirdi, ama bunu yapmamayı tercih etti. Hem zaten her şey hangi yolu tercih ettiğiyle ilgili değil miydi? Kendi içindeki sese kulaklarını tıkayıp yaklaşan boşluğu düşünürken, yalnızlığının farkındalığını yaşamaya başladı. Burada neden yalnızdı? Soru sormak için ağzını açtığında kara deliğin sözcükleri yuttuğunu hatırladı. Onu kimse duyamazdı ama konuşabileceği tek sesi de duymamayı da kendi tercih etti. Kendi paradoksunda kaybolurken yaklaşan kara deliğin hiç bir anlamı kalmamıştı. Çünkü hem sağır hem dilsiz olma seçiminde kendi kendine bulunduğunu fark etti. Hatta içindeki o garip sesle kavga etmemek için düşünmeyi bile kesmişti. Zaten düşünmek, içindeki o sesle iletişime geçmek değil miydi? Tüm bağlantılarını tek tek keserken kara delik sadece onun için bir bahane oluvermişti. Kendine bunu nasıl yapmıştı? Bir yıldızın kaydığını gördü, üzerine doğru geliyordu. Düşünmemek tercihi kendini yok etmesine sebep olabilir miydi? Kaçmayı tercih etmesi kadar doğal bir şey olamazdı. Kaçtı, çünkü kendini koruma güdüsü öyle emrediyordu. Nereye kaçtığına gelirsek, tabii ki bunun için beyni plan yapmaya programlanmıştı. Kaçtıktan sonra,  yüzünde ve saç diplerinde garip sıvı hissetti, sildi. Suya benziyordu. Vücudunun ona verdiği bu suyu hak etmek için ne yaptığını anlamadı. Bu vücudun içinde bile ne yaptığını anlamıyordu.
     Zaman akmıyordu. Tam anlamıyla kendinden soyutlanmış bir şekilde kendine hapsolmasının gerçeği, zaten kara deliğin içinde bulunduğuyla aynı gerçekti. Kendi gerçeğinde yalanına doymuyordu. Düşünmek için kullanmadığı beyni ona oyun oynuyordu, ona tutunacak görüntüler veriyordu. Bu görüntülerin hoş bir hissi vardı. Bir ışık huzmesi kadar parlak ve eğer adını koyarsa, bu ışık huzmesi kaybolur sanıyordu. Kendi kara deliğinde savrulurken sesini duyamadı. Sustu. Kara deliğinde umudu sandığı yalanına tutundu. Ama ona hiçbir zaman ''umut'' adını vermedi. Eğer adını koyarsa kaybolur diye düşünüyordu. Kara delikte olduğu gerçekti, umudu yalandı, paradoksu susmaktı. Eğer umuda adını koyarsa kaybolabilirdi. Zaman akmıyordu. Neden bu vücudun sınırlarıyla kendine bir bitiş noktası çizildiğini anlamıyordu, hoş zaten düşünmüyordu. Belki de kendine düşünmediği konusunda koca bir yalan söylüyordu ama bu yalanı orta çıkaracak o diğer sesle de konuşmamayı tercih ediyordu. İçindeki o ışık huzmesiyle susmaya devam ediyordu. Düşündü ''Kara delik yaklaşıyordu.'' Bedeninin sınırları onu rahatsız ediyordu, eğer bu sınırlar olmasaydı kara deliğe boyun eğmek zorunda kalmazdı.
      Susmak her zaman korkmaktı. Korku neydi ki, bilmiyordu.
3 notes · View notes
daydreamsdesire · 11 years
Text
BIR SON BIR HAYAL
Güneş doğduğunda Matidag gözlerini güneşe dikip kırpmaksızın baktı. Gözleri acıyana dek, güneşin belki de onun için bir daha doğmayacağını düşünerek baktı. Karaşehir gecenin zincirinden kurtulup gündüzün aleviyle Matidag'ın gözlerinde yandı.
  Karaşehir ufuk çizgisinin bile, varlığını unuttuğu bir görünüme sahipti. Matidag gerçek anası olduğuna inandığı doğadan asla korkmaz, her parçasını sevip sarmalardı. Onun kardeşiydi doğa, kendini bulduğu yerdi. Ay onundu, güneş onundu, ağaçlar onundu. Güneşe bakan gözleri acısa da severdi güneşi. Karanlığı bastıran gecenin de güneşin değerini anlaması için var olduğuna inanırdı. Annesi Kariyedo ona her zaman ''Ne geceden kork ne güneşten, ne de birini ötekiden daha çok sev. Çünkü seninle Simyuş gibi onlar da kardeş, onlar da art arda gelir dünyaya. Karaşehir güneşle ısınır, ayla soğur. Kareşehir ne hep yanabilir ne hep üşüyebilir. Biri olmadan diğeri özlemdir ama ikisi de elzemdir oğul.'' derdi. Matidag bu sözü hiç unutmasa da güneşe hep özlem duyardı; doğayı izleyebilmek, anlatabilmek onun tutkusuydu.
  Kariyedo oğlunun son yıllarda iyice büyüdüğünün farkındaydı ama bunu kendine itiraf edemiyordu. Ona hep nasihatler veriyor koruyup kolluyordu. Atası yittiğinden beri bu böyle süregelmişti. ''Bir oğul atasını kaybettiğinde büyür.'' derlerdi Karaşehirliler. Artık Matidag'ın büyüdüğünü kabul etmeli onu Suşehri'ne gitmek konusunda özgür bırakmalıydı. Evlat gönlünü kavuşturmalıydı artık Zahriyan'la. Zahriyan, Matidag'ın gönül severiydi. Esmer, uzunca ve ince yapılıydı. Koyu kahve gözlerindeki kirpikler güzel bir çerçeve gibi anlamlandırırdı gözlerini. Kariyedo bu güzelce yârin kusurunu görüp, gönül yüzünü görmez, Matidag'la gönlü bir olmasını istemezdi. Matidag sözünün eri bir oğuldu ve Zahriyan'dan vazgeçmeyecekti.
  Günler geceyi özlerken, geceler güne teslim olurken çok gün döndü geceye. Artık Matidag Semilyan Han'a gidip Zahriyan'ı yanına aldı ve yola çıktılar. Suşehri bulundukları yerden gözükmese de orda olduğunu bilerek, içlerindeki büyük umutla yola koyuldular. Birlikte yolculuk yapacaklarını bir gün biliyorlardı ama inanamıyorlardı. O kadar özlem duymuşlardı ki bunca zaman. Matidag gözlerini Zahriyan'dan alamıyor sanki bir an başka yöne baksa kaybolur diye korkuyordu.
  Tüm Karaşehir ahalisi anlatıcıları sever, karşılarına oturup sıkılmaksızın dinlerlerdi. Karaşehir Matidag'ın gözlerinden bir farklıydı. Öyle güzel anlatır, yorumlardı ki Zahriyan anlatıcılardan en çok Matidag'ın dediklerini kurardı düşlerinde. Zahriyan bu ilk yolculuklarında da Matidag'ın ona yolda gördüğü her şeyi anlatmasını istedi. ''Yollar anlatıcıların ekmeğini çıkardığı yerlerdir, yollar şehirlerden kopup gelir. Her şehrin yolu, o şehrin toprağından kokar, o şehrin izlerini taşır.'' dedi Matidag. Zarihyan yolu daha çok anlatmasını istedi. ''Benim adım Matidag olduğu kadar inan yolların uçsuz bucaksız olduğuna, bu yol Suşehri'ne çıkacak, bu yol her zaman umuda çıkacak, bu yol bizim gönlümüzün birliğine çıkacak.'' dedi. Zarihyan umudun filizlenişinin sıcaklığı hissetti. Yolların bitişindeki huzurunu, Suşehri'ni, sonunda kavuşacaklarının hayalleri içinde kaybolup gitti. Zahriyan, Suşehri'ne öylesine bir özlem duyuyordu ki, bu Matidag'a olan gönül bağından fazla olabilirdi. Bu kadar önemli olmasının sebebi de küçüklüğündeki tek anısının Suşehri'nde olmasıydı.
        Bir ormana geldiklerinde her taraf pusluydu. Yol boyunca anlatan Matidag yorulmuş, biraz da Zahriyan'ın anlatmasını istemişti. Pus içinde kaybolmuştu orman, duyguları çalacaktı serinlik, ağaçların arkasına saklanıp Zahriyan'la Matidag'ı ayırmak istediler ama elleri kilitlenmişti birbirilerine. Zahriyan pus dalgasının kötülüğüne aldırmayarak, '' Soğuk okşarken bedeni bıçak saplanmış hissi verir, fakat bu hissi yorumlamak sende saklı. Bıçakta hissedebilirsin, gönül severinin üşümüş ellerini de. Eğer ki gönlün başkasınınkiyle beraber atıyorsa; onun elinin soğukluğunu, içinin sıcaklığıyla bir edip gene gönlünün alevini hissedebilirsin bedeninde. Bir geyik  var ilerlerde su içerkenki şapırtısını buralardan duyup hissediyorum. Suya değiyor ön ayakları, tam o sırada bir kuş ağacın dalına tünüyor ve ötüyor hüsnünü haykırırcasına. Bütün hayvanlar köşelerinde sessiz, pustan korkmuş otururlarken tek sakladıkları kendi bedenleri. Ben onların sıcaklığını ve korkusunu aynı anda yaşıyorum. Ben onları kendi ruhumda taşıyor, kendi hissimde besliyorum. '' dedi. Bu sözlerden etkilenen Matidag daha büyük bir tutkuyla tuttu Zahriyan'ın elini. Ormandan çıktıklarından bu uzun yolculuğun artık sona yaklaştığının farkındaydılar. Biraz soluklanmak için durdular, hiç konuşmadan ağacın dibinde yatıp gökyüzüne baktılar. Yıldızlar çoktu, insanlardan çok. Zahriyan kısa sürede uyuyakaldı. Sabah olduğunda yollarına devam ettiler. Bu günün sonunda Suşehri'ne ulaşabilirler miydi tam kestiremiyorlardı ama inanç doluydular. Matidag yol boyunca anlatmaya devam etti. ''Yıldızların bittiği yerde güneş yalvarıyorsa yeniden doğmak için aya, ay onun ışığını çalıp yansıtıyorsa kendi güzelliğiymişçesine acuna, tek yalancı biz değiliz bu hayatta.'' Matidag anlattıkça Zahriyan daha da heyecanlanıyor, Suşehri'ne yaklaştıkça sabırsızlanıyordu.
  Suşehri uzakta belirdiği an Matidag bunu dillendirdi. An dile geldi ve sıcaklığı iki gönlü birden ısıttı. Suşehri'ne kavuşmak üzerine olan bu son yürüyüş onlar için çok anlamlıydı. Tam suyun kenarına geldiklerinde Suşehri'nin atası geldi yanlarına. ''Gönül birliği için Karaşehir'in uzun yollarını tepip gelmiş evlatlar, ayakları çamur olmuş evlatlar, gönlünün birliğini özgür bırakmak isteyen evlatlar, ben sizin için buradayım. Su sizin, gönül birliği sizin. Suya girmenize izin veriyorum ve unutmayın ki suya girdikten sonra birbirinizin hayatından mesul olacak analarınızın gönül bağından kopacaksınız. Tek ruh olacaksınız.''
  Suşehri atası onlara izin verir vermez el ele suya girdiler. Zahriyan'ın o an ki huzuru tüm Karaşehiri aydınlatacak bir ışığa dönüşebilirdi. Matidag yüzme bilmiyordu, kenardaki sala binip Zahriyan'ı izlemek istedi. Çünkü asıl buluşma Zahriyan Suşehri'nin gönül birliğiydi., Zahriyan'ın Karaşehir'den kopup bedenini hissedebileceği tek yer olan Suşehri'ne gelişiydi. Zahriyan adım adım ilerledi. Her adımı hem büyük bir heyecanla atıyor hem de bu anı ölümsüzleştirmek için tüm hissi algılayarak yavaş yavaş yaşamak istiyordu. Önce ayaklarındaki serinliği hissetti, sonra bileklerini, her adımında biraz daha yukarı çıkan su her bedenine deyişte yeni bir farkındalık yaratıyor, bedenini parça parça hissetmesinde kafasını karıştırıyordu. Hiç bu kadar çok hissedememişti, ne Matidag'ın anlatışlarında ne de küçükken Suşehri'ne geldiği zamandaki anılarında. Zahriyan tüm vücudunu suya soktuktan sonra yüzerken ve mutluluktan sarhoş olurken, Matidag salını bir o yana bir bu yana sallayan akıntıyı izliyor, Zahriyan'ın mutluluğuyla huzur buluyordu.
  Matidag Zahriyan'ı izlerken akıntının güçlenip dalgalar halini aldığını görmemişti. Matidag birden suya yuvarlandı, Zahriyan duydu ama nerde olduğunu göremedi, göremezdi. Matidag onun gören gözleriydi. Bu yüzden öylesine gönül vermişti ona, Zahriyan ruhunu ve gözlerini sulara gömdü. Matidag çırpınmış ama su üstünde ona yardım edecek kimseyi bulamamıştı. O kadar zordu ki yardım etmek, bu kadar kolayken çaresizlik. Zahriyan'ın özgürlüğü, ruhunu sulara gömmesiyle son buldu.
    Sessizliğin yobazlığından, çıkageldi ırağından
Gelişiyle fısıltı oldu peyda
Haykırdı hüsnünü sallandı acun
Zafriyan'a oldu hayat-ı vurgun
Sessiz miydi, namesiz mi
El ayak çekildiğinde mi yakılırdı ağıtlar
Yoksa ağzı dili lâl mi olmuştu
Matidag'ın hayatı son mu bulmuştu
Bir bir gelip giderken dalgalar, meddücezir
Sonun habercisi miydi
Bu cehennem misali aşk-ı zebani
Görmeyen Zahriyan'ın gözleri
Onları ayıran şeytani
Meyler boşalıyordu şişelerden
Kadehler doluyor ve boşalıyordu
Kimse takibinde olamıyordu
Geçiyordu geçiyordu zaman
Bir kum saatine sığar mıydı mevlam
Son mu buluvermişti zaman mekan
Zira bu dünya mı olmuştu zindan?
0 notes
daydreamsdesire · 11 years
Text
ICINDEN GELDIGI GIBI
İnsan kendini bilmediği zaman insan demeye ne şüphe, kendi olmamak için davrandığı zaman insan demeye ne şüphe... Korktuğunda benliği içerİlere kaçıp, başka birini dışarı bırakıverirmiş, saldırganmış o, duramazmış yerinde, maskesiymiş benliğinin ve kalkanıymış naif duygularının. Sınırları yokmuş onun, insan bu ya sınır koyamaz kendini kısıtlayamazmış. Neden koysun ki ''istediği gibi yaşamak'' varken. Herkes istediği gibi yaşamalı kimsenin etkisi altında kalmamalıymış ya herkese müdahaleci tavrı, içler acısı derecede hastalıklı. Kendindeki çelişkiyi unutup son derece tutarlı olduğuna inandığı dünyasında kaybolurken insan bu uçsuz bucaksız sınırlarıyla başka insanların sınırlarına girer. Bu mantığın en büyük hatası kör gözlerinde ki perdesi ''dünyadaki tüm varlığının amacının kendi tatmini'' olması ona asla izin vermez. Diğerlerini rahatsız ederken o kadar pervasızdır ki, önemli olan kendi rahatıdır. ''Ben nasıl istiyorsam öyle'' algısı öyle başına vurmuştur ki, diğerlerinin isteklerinin ya da huzurlarının ne kadar içine girdiğinin farkında değildir. Bu tam olarak kendi bencilliğine hazırladığı kılıftır, bencilim demek acınası ya kılıfsız kullanımı uygun değildir. ''İçimden geldi yaptım'' algısı ''ben'' öznesi tarafından yapılıp, yalnızca ''benim'' için fiile dökülmüştür. Zerre kadar başkasını düşünmeyen, kime ne kadar zarar verdiğini, kırdığını, üzdüğünü ya da kimin ne kadar sınırlarını girdiğini önemsemez. Sonuçta bir eylemin gerçekleşmesi için sadece içinden gelmesi yeterlidir. Yalnız bu içten gelme sonucu fiile dönüşen edimlerde, bu fiillerden etkilenen diğer insanlardan alınan tepkiler çokça saçma da bulunur. Tepkinin de diğer insanların içinden geleceği unutulur, onların varlığının kendinden değersiz olduğu algısını aşamadığı da tam olarak bu şekilde kanıtlanır. Çünkü diğer insanlar tepki gösterdiğinde sizin sınırlarınıza giriyor ve siz ciyak ciyak bağırıyorsanız, önce dönüp kaç kişinin sınırına girdiğinize bir göz atın. Üstelik onların içinden daha kötü şeyler gelmeye başlamadı. İçimden gözlerimi dikip bir sürü insana bakmak gelebilir, içimden başka insanlar hakkında konuşmak gelebilir, içimden birini öldürmek gelebilir. İçim o kadar dolu ki, neler gelebileceğini görseniz şaşırırsınız. İnsan içinden gelenleri bastırabilir biliyor musunuz ? Hani homo spiense bahşedilmiş bir özellik bu. Güdülerini bastırmayı reddeden insan hayvandır deyip aşağılamıyorum, hayvanların aşağılanacak bir durumu yok. Güdülerine bu kadar hakim olamayacak kadar zıvanadan çıkmış toplumu aşağılıyorum. Çünkü kendine ''içimden öyle geliyor'' maskesi yapıştırıp her yaptığı yanlışa kulp taktığı bu durum sadece traji-komik. Komik çünkü içinden gelen saçmalığın, saçmalık olup olmadığına bakmaksızın yapıyor ve hatta tepkiyle karşılaştığında çıldırıyor. Bu davranışlar içinde başkalarının içinden gelenleri unutuyor. Trajik çünkü buna gerçekten kendini inandırmış, savunabilecek kadar arkasında. Maskesine sıkı sıkı sarılıyor. Kendi yozlaşan gidişatına anlam verebilecek tek nedene sarılmış ve bu neden öylesine ''kendiyle'' dolu ki. Bu sonsuz kalabalıklar arasında yalnız dünyasında insan kendini yine kendi düşünce sistemiyle yalnızlaştırıyor. Kendi yararcılık politikasını kendine mantık etmiş, hayatını bu yolla çiziyor. Kabuğunuzdan, maskeleriniz, duvarlarınızdan ve bahanelerinizden kurtulup çırılçıplak kalın bakalım diyeceğim de vicdanınızla. O vicdan kendini çoktan yok etmiştir, öyle buz tutmuş bir ruhta. İnsan kendini karşısındakinin yerine koyarken ''onun çektiği de acımı'' diye başlıyor zaten vicdanı bile egosuyla kabuk tutmuş. Kendi acısını tüm acılardan üstün görüp empatiyi bile ''ben bunları yaşadım'' demek sanıyorsa o hiç hissetmemiş demek oluyor. Herkes acıyı farklı hisseder, ''gerçekten acı bir olay yaşamamış'' insanlar var mıdır bilmiyorum ama varsa bile yargılarımı savuramam bilmediğim, yaşamadığım hayatlara.
     Ben güdülerimle yaşamıyorum, yaşamayı de düşünmüyorum. Ben, sınırlarım ve çevrem herkes memnun bundan. Neden kendi keyfim için diğer insanları harcayayım ki? ''içimden geldi diye'' her şeyi yapmayacağım tabii ki. Neden yapayım ki? Benim içim benim özelim. Neden bu kadar kendimi göz önüne savurayım bir güvensizliğim yokken kendime? Ben kanla yazmıyorum hayallerimi, ''içlerinden geldi'' diye onların duygu katliamlarına da ortak olmaya niyetim yok benim. Acıyı kimse sizden çok hissedemez sanmanızın bir diğer nedeni de belki de acıyı gerçekten hatırlamıyor olmanızdır belki de. Ruhsuz bedenleriniz sizin eseriniz.
0 notes