Tumgik
#zaman değişimi
mavi-duenyam · 1 year
Text
Avrupa’nın saçmalıkları vol 1 :
Saat değişimi
Hâla saatleri ileri / geri alıyoruz yaz / kış vaktinde
Bu gece de saat 2 den 3’e ileriye alınıyor..
23 notes · View notes
hayatdenir · 2 months
Text
LASTİKYOLYARDİMHİZMETİ - DEVASA+
Tumblr media
Lastik Yol Yardım Hizmeti: Kuzey Marmara Otoyolu ve 3. Köprü Güzergahında Yanınızda!
Yolda seyahat ederken lastik arızasıyla karşılaşmak, sürücülerin en istenmeyen durumlarından biridir. Neyse ki, Lastik Yol Yardım Hizmeti olarak bu zor anlarda yanınızdayız! Kuzey Marmara Otoyolu, 3. Köprü ve Hüseyinli lastikçi gibi önemli güzergahlarda lastik arızalarınızda size güvenilir ve hızlı bir yardım sunuyoruz.
Profesyonel Lastik Onarımı:
Lastik Yol Yardım Hizmeti olarak, uzman ekibimizle lastik arızalarınızı hızlı ve etkili bir şekilde çözüyoruz. Lastik tamiri, değişimi ve havalandırması gibi tüm lastik hizmetlerini sağlayarak, yolda kaldığınızda güvenle bize başvurabilirsiniz. Yüksek kaliteli ekipmanlarımız ve deneyimli personelimizle, lastik problemlerinizi en kısa sürede çözüme kavuşturuyoruz.
Hızlı ve Güvenilir Hizmet:
Müşteri memnuniyeti odaklı yaklaşımımızla, Lastik Yol Yardım Hizmeti olarak hızlı ve güvenilir bir hizmet sunmayı taahhüt ediyoruz. Acil durumlarınıza hızla cevap veriyor ve profesyonel yardım ekibimizle en kısa sürede olay yerine ulaşıyoruz. Güvenliğiniz bizim için ön planda olduğu için, aracınızı güvenle bize emanet edebilirsiniz.
Güzergahlarımız:
Lastik Yol Yardım Hizmeti olarak Kuzey marmara otoyolu lastikçi, 3. Köprü ve Hüseyinli gibi önemli güzergahlarda hizmet veriyoruz. Bu bölgelerde seyahat ederken lastik arızası yaşarsanız, bize bir telefonla ulaşabilir ve hızlı bir şekilde yardım alabilirsiniz. Güvenilir ve etkili lastik hizmetleri için bizi tercih edin, yola güvenle devam edin.
İhtiyacınız Olduğunda Bize Ulaşın:
Yolda lastik arızası yaşadığınızda paniğe kapılmayın, Lastik Yol Yardım Hizmeti sizin için burada! Kuzey Marmara Otoyolu, 3. Köprü lastikçi ve Hüseyinli güzergahlarında lastik sorunlarınızı çözmek için bize ulaşın ve profesyonel yardım alın. Güvenilir ve etkili lastik hizmetleri için Lastik Yol Yardım Hizmeti her zaman yanınızda!
942 notes · View notes
girifit · 1 year
Text
nereden veya nasıl başlayacağımı bilmiyorum. konuşuyorum. sözlerim dinlenmiyor. sessizleşiyorum, susuyorum. sözler vermiyorum artık. sevgiye de aşka da inanmıyorum. bana 'seni seviyorum' mu diyorsun, kahkaha atmaya başlıyorum. yalanları daha fazla dinlemiyorum. tüm paramı sigaraya yatırıyorum. oturduğum bir park köşesinde yeni aldığım paketi bitiriyorum. insanlardan uzaklaşıyorum. yalnızlığa sığınıyorum. kendimle başbaşa kalıyorum. huzuru arıyorum. esen rüzgarı kucaklıyorum. saçlarımı bozmasına, başımı ağrıtmasına izin veriyorum. soğuk havalarda saatlerce oturuyorum, yağan karın altında saatlerce yürüyorum. hasta olurum diyerek endişelenmiyorum. ağladığım zaman rimelim mi akmış, silmeye çalışmıyorum. kendimi tüm yaralarım ve kusurlarım ile kucaklamaya çalışıyorum. kesik izlerinden geçilmeyen tenimi okşuyorum. saçlarımın okşanmasını hatta öpülmesini bile istemiyorum artık. kendimden başka kimseyi dinlemiyorum. derdin mi var, anlat. ben dinliyor gibi yapacağım. nefretimi savuruyorum oradan oraya. onun beni öldürmesine izin vermiyorum. kalbimdeki ve zihnimdeki mezarlığı artık ziyaret etmiyorum. gidenlerin arkasından yas tutmuyorum. sigaramı kendim için yakıyorum. bir başkasının acısını sırtlamıyorum. yere değen omuzlarımdaki acıları bir sokak sonunda bırakıp başım dik yürüyorum. ev denen yerden kaçıyorum. kapıyı çarpıp çıkıyorum, onların yaptığını yapıyorum. kalabalık bir ortamdan yalanlar ile kaçıyorum. kalkıp gidiyorum, ardıma bakmıyorum. birilerini kaybetmemek için çabalamıyorum. ben ölürken beni görmeyenleri öldürüyorum içimde. yanlarında hiçbir şey olmamış gibi gülüyorum. yüzümdeki sahici gülüşü gerçek sananları kırkbir yerinden bıçaklıyorum. okuduğum kitaplara sığınıyorum. bir bedene veya kendime sığınmıyorum. gitmem dediğim yerlerden gidiyorum. eski fotoğrafları açıp bakıyorum. yüzleşmek değil yaptığım şey. yalnızca değişiyorum. canın mı acıyor, acısın. geçmez mi sanıyorsun, geçecek. sen istersen vazgeç, umrumda değil. ben yaşıyorum. içimde öldürdüğüm ve uğruna öldüğüm şeyler ile yaşıyorum. bu satırları sana yazmıyorum. kendime yazıyorum. sigara içtiğimi kimseden saklamıyorum. varsın anlasınlar, yiyeceğim dayağa gülümsüyorum. yanlış yaptığımı haykıran bedenlere sırtımı dönüyorum. bu yanlış, benim yanlışım diyerek gidiyorum. senin yanına gelmiyorum artık. kendime uğruyorum. bir kapı aralığından içeri giriyorum. bir savaşa adım atıyorum. bu sefer silahların hedefi ben değilim. silahı tutan benim. soğuk namlu bana dönük değil ve olmayacak. değiştiğimi iliklerime kadar hissediyorum ve biliyorum. varsın duygusuzsun de. evet diyeceğim, duygusuzum. yanlışını düzeltmek için kendimi yormayacağım. kendimi kimse uğruna harcamayacağım. ben bu değişimi ve kalpsizliğimi seveceğim. sen ve herkes gidecek. ve ben yalnızca ardınızdan izmaritimi atacağım. buraya kadar. yeniden dirileceğim. bu sefer sizi ben öldüreceğim.
76 notes · View notes
seyyahe-iavare · 8 months
Text
Tumblr media
Üç yıl önce şu pantolonun içine girebiliyordum ve o zaman da kilo vermen gerek baskısı yiyordum.Bugün dolapta beni bekliyor fakat ben hala aynı şekilde görüyorum bu baskıyı. Düşünüyorum da üniversite yıllarında incecik bir dal gibiyken de aynı baskıyı yiyordum çünkü arkadaşlarım 50-60 kilolardaydı ve ben 70 kilo ile annelerinin kilosundaydım. Bilmem kimleri kendine bakmadığı için kilo vermediği için odun eşleri tarafından terk ediliyordu ya da sen kilo alırsan ben de şunu yaparım gibi tehditler alıyordu. Kendimi ne kadar sevimsiz ve beğenilmez hissediyordum böyle konuşmalardan sonra. Oysa hepimizin farkında olmadığı şey benim boyum uzundu ve kilom normaldi ben 38-40 beden olmak zorunda değildim 42-44 ile de mutluydum. Yıllar geçti benim stresim ve kilom arttı durdu ama ifadeler değişmedi. Son üç yılda hareket oranım o kadar azaldı ki evden dahi çıkmaz hale geldim kendime kıyafetlere aynalara küstüm. Stresten gastrit sahibi oldum. Şu an ne yesem şişen bir karnım ve kiloya bağlı ağrılarım var. 10 yıl önceki Büşra'ya dönüp her halinle çok güzelsin çiçeğim, kimseye benzemek zorunda değilsin, rakamlar ve sayılardan ibaret değilsin, kulaklarını bunlara kapa ruhunu, kalbini yetiştirmenin derdine düş, İstanbul'u doya doya yaşa derdim. Bugün de aynaya karşı haller değişir kuzum, sen her halinle güzelsin, kalbin ve ruhun kıyafet bedeninden çok daha kıymetli. Artık bu değişimi estetik kaygı ve geçen haftaya kadar hala duyduğun zayıflaman lazım vb cümleler için değil, bedenin de senin için bir emanet ve sağlığın etkilendiği her istediğin şeyde bu ağırlıklar ayağına dolandığı için gerçekleştirmelisin. Anne olmak istiyorsun, çocuğunu yetiştirmeden önce ruhunu ve bedenini güzel yetiştirmen gerektiği için çıkıyorsun bu yola. Yol uzun, yorucu zaman zaman çöküp bir merhem canımızı yaktı diye ağlayacağız, sonra neden ben her şeye ağlıyorum deyip bir kez daha buna ağlayacağız. Şişi inmeyen karnımız bizi yoracak ama aldırmayacağız. Çünkü oranın yağ değil başka güzellikler taşımasını istiyoruz. Her şeyi onun için yapmayacağız bu dünyanın imtihan dünyası olduğunu bilecek nasip olmama ihtimali ve tevekkülünü hiç elden bırakmayacağız. Seni seviyorum kızım. Sana değer veriyorum. Çünkü biliyorum ki seni ben sevmediğimde kimsenin sevgisi mutlu etmeyecek. Ben sana değer vermediğimde kendini değerli hissetmeyeceksin. Ben seni seviyor ve neler yaşadığını neler hissettiğini en iyi ben biliyorum kendini daha fazla yıpratmana izin vermek istemiyorum. Şimdi aç Hümeyra'dan Kirli Beyaz Kedi'yi tak kulaklığını ve başla çalışmaya, içinde olduğun sakinlik ve dinginliğin tadını çıkar bu yalnızlığın kıymetini bil çünkü kuvvetle muhtemel ki ilerde bu günleri de çok arayacaksın. Seni seviyorum Büşra ♥️diyorum.
25 notes · View notes
doriangray1789 · 8 months
Text
DEĞİŞİMİN KENDİSİNİ DEĞİŞTİRMEK Emma Goldman, Anarşizm Neyi Savunur? kitabında der ki; ‘’Açlıktan ölürken, ağzına kadar erzak dolu depoları koruyorlardı’’ En yenilikçisi bile farkında olmadan ağzına kadar dolu depoların el değiştirmesini savunuyor! Aynı araçları benzer yöntemlerle çalıştırarak, farklı sonuçlar alacağımıza inanmamızı bekliyor. Krala karşı olmak, demircide daha farklı bir taç dövdürmek değildir! Saraya karşı olmak, daha mütevazi bir saray yavrusu inşa ettirmek değildir. Oligarşiye karşı olmak, kendi çağdaş pudralı böreğine çatal saplamak değildir. Gerçekten bir değişim istiyorsak, önce değişimi değiştirmemiz gerekir! Şehri zangırdatmayan, sarsmayan, titretmeyen, gerçek bir değişim getirmeyen, gerçek bir dönüşümü modellemeyen hiçbir hareket beni pek fazla ilgilendirmiyor. DEĞİŞİMİ DÜŞÜNEREK SIYIRANLAR Antik Yunan filozofu Heraclitus, "Aynı nehirde iki kez yıkanılamaz" ifadesiyle değişimin sürekli olduğunu vurgulamıştır. Onun düşüncesine göre evren sürekli bir akış içindedir ve hiçbir şey sabit değildir. Bu fikir, değişimin kaçınılmaz ve temel bir gerçek olduğunu ifade eder.Heraclitus'un aksine, Parmenides değişimin illüzyon olduğunu savunmuştur. Ona göre duyusal algılar yanıltıcıdır ve gerçeklik, değişmeyen bir tekil varlıktır. Bu düşünce değişimi reddeder ve sabitliği vurgular.Platon, değişen dünyanın arkasında sabit, mükemmel "İdealar"ın bulunduğuna inanmıştır. O'na göre dünya, İdeaların kusurlu yansımalarını içerir. Bu bakış açısıyla değişim, gerçekliğin altında yatan sabit bir düzene işaret eder.Aristoteles, değişimi potansiyel gerçeklik ve fiili gerçeklik kavramlarıyla açıklar. Potansiyel gerçeklik, bir şeyin içinde barındırdığı gelişmeye açık durumu ifade eder. Fiili gerçeklik ise bir şeyin gerçekleşmiş hali. Bu perspektifte değişim, potansiyel gerçeklikten fiili gerçekliğe geçiş olarak görülür.Zeno, hareketin ve değişimin mantıksal olarak çözülemeyeceğini iddia eden paradokslar ortaya koymuştur Henri Bergson, "zaman" ve "mekan" kavramlarını ele alarak değişimin doğasını incelemiştir. Bergson'a göre, zihinsel ve spiritüel deneyim değişimi anlamamıza yardımcı olur
Tumblr media
9 notes · View notes
arkeolog · 8 days
Text
bazen arşivimde geriye doğru gittiğimde yıllar içinde geçirdiğim değişimi de görebiliyorum. mistisizmden arkeolojiye ve nihayetinde felsefeye ulaşan yorumlar, notlar, düşünceler… her biri kendi zaman dilimine hapsolmuş ama yeni bakışlarla yeniden ortaya çıkacaklarmış gibi.
3 notes · View notes
kizilelma035 · 8 months
Text
Tumblr media
Bakan Özhaseki "İklim Değişikliği İle Mücadele" kapsamında yeni bir yazılım geliştirdiklerini, öncelikle 59 ilimizde kullanıma sunulan NEFES'in kısa sürede 81 ilimizde aktif olacağını söyledi.
Tespit edilen değerler üzerinden hava kalitesi değişimi incelenerek iyileştirilmesi için gereken tüm önlemlerin alınacağını söylemiş.
BURAYA KADAR HERŞEY NORMAL GİBİ GÖRÜNÜYOR DEĞİL Mİ?
📌Diyelim ki bir ilimizin ya da ilçemizin ölçüm değerleri yüksek çıktı pekii o zaman ne olacak?
📌 Karbon cezası mı keseceksiniz?
📌 İklim acil durumu ilan ederek milleti eve mi kapatacaksınız?
📌 Üretim yapan fabrikaları mı kapatacaksınız?
Mesela; Termik santraller, çimento, metal sanayi nin olduğu yerler, buraların ölçümleri her zaman yüksek çıkacak..Ne yapacaksınız?
__________________
Ve... Ülkede hayat pahalılığı, kira sorunu, mülteci sorunu, ücretlerin yetersizliği,devasa kamu harcamaları ve alınan vergilerin nereye harcandığı gibi ÇOK DAHA HAYATİ konular varken ;
İKLİM KANUNU NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ SİZİN İÇİN??????
__________________
Halkımızın yaşama hakkını bile sattılar küresel çetelere. Dış güç dedikleri buymuş demek ki. Biz dış güçleri dışarda ararken, içerde bulduk.....
17 notes · View notes
harfzen · 1 month
Text
2 notes · View notes
semiramist · 2 months
Text
Hayatımın en eğitici dönemini geçiriyorum ve farkındalıkların ne kadar kıymetli olduğunu daha iyi anlıyorum. Binlerce nüans var ve bu nüansları sistematik olarak yazmak gerçekten zor. Yine de bir yerden başlamak lazım çünkü insanın değişimi ancak geçmişi tekrardan değerlendirerek mümkün olabiliyor. Yazmak, aslında insanın o zaman ki algılarını, farkındalıklarını dondurmak anlamına geliyor ve bu sayede, geçmişimize dönüp baktığımızda kendimize karşı ölçülebilir gözlem yapma imkanına sahip oluyoruz. Yazılı olmayan her şey, hafızamız tarafından manipüle edilebilir ve bir yanılgıya inanmamıza sebebiyet verebilir.
Zeka ve farkındalık bir anomalidir. Bireyin kendini toplumdan kopuk hissetmesine sebebiyet veren her farkındalık, bireyin davranış ve düşüncelerinin toplum nezdinde kabul görülmemesiyle sonuçlanır. Toplumdaki insanların büyük bir kısmının olası hayat çizgileri, ne yazık ki genetik faktörler ve çocuklukta yaşanılan eksiklikler ile şekillenmiştir.
Özgür irade çoğu insan için bir ilüzyondur ve yalnızca kendi içine bakmaya cüret edebilen bireyler için gerçek olabilir. Kendi içine bakmak ve temel ruhsal ve duygusal gereksinimlerimizdeki eksikleri fark edebilmek, büyük bir iç rahatsızlığını da beraberinde getirir ve toplumun büyük bir kısmı, bunu yapmak yerine kendi kafasında hep haklı ve alacaklı olduğu yanılgısına kapılır.
Acıdan kaçma davranışı dürtüseldir ancak bu kaçış her zaman dışsal motivasyonlara ihtiyaç duyar. Nitekim dışsal motivasyona ihtiyaç duyan bireyler daha fazla tüketir ve ekonomik sistemin sürdürülebilirliği açısından önemli bir role sahip olur. Sahip oldukları ile mutlu olmayan birey, sahip olamadıklarıyla da mutlu olamaz ve bireyin hayatı bir kaçış ve çırpınıştan ibaret olur. Yıllar ilerledikçe bunu kabul etmek zorlaşır ve yüzleşmek yerine kendine bir kabuk örer. Bu kabuk, yıllar geçtikçe o kadar kalınlaşır ki, gerçek olan ile bireyin kafasındaki gerçek arasında bir uçurum oluşur.
Kendi yangınından kendi dersini çıkarmak, daha ağır bir şeydir (Nietzsche) ve ders çıkarmak yalnızca içine bakmaya cüret edebilen insanlara özgüdür. Kabuklarını sürekli kalınlaştıran insanlar, içlerindeki derin huzursuzluk hissini, uyarıcılarla doldurmaya çalışırlar. İyileşmeyi reddeden ve kabuklarını kalınlaştıran her birey, kendilerini travmaya sürükleyen kişiye dönüşür.
Toplumun büyük bir kısmı, neyi neden hissettiklerini sorgulamadan sadece yaşarlar. Herhangi bir sorgulama ile karşılaştıklarında, dünyevi olanakların önceliklerinden bahsederler çünkü dünyaları bundan ibarettir ve sahip oldukları dünya algısının mutlak doğru olduğunu düşünürler. Bu düşünceyle çatışan her türlü entellektüel uyarıcıya yoğun bir tepki gösterirler çünkü kimse yıllarca inanmış oldukları düşünceleri değiştirmek istemez. Dar zihniyetlerindeki kaygılarını, gelecek nesillere aktarmak isterler.
Zeka ve farkındalık bir anomalidir, çünkü bireyin subjektif benliğini anlamsız kılar. Olayların nedensellikleri hakkında yeteri kadar derin ve katmanlı düşünüldüğünde herkes biraz mağdurdur. Bazı şeyleri ne kadar çok anlarsak, o kadar çok anlamamış olmayı dileriz.
Özellikle doğu toplumlarında, baskılanmış bireyler kendileri için ilke ve erdem geliştiremezler hatta bunun ne anlama geldiğini bile anlayamazlar. Doğu toplumunda yaşamış ve belirli yokluk durumlarına maruz kalmış bireylerin düşünceleri, başkalarının fikirleri, yaşamları bir taklit ve tutkuları birer alıntıdan ibarettir. Bu bireyler, yaşlandıkça, entellektüel benliklerini geliştirmemiş olduklarından ötürü, çevrelerine karşı daha da talepkar olurlar çünkü ölüm fikri zihinlerinde çok daha ağır hale gelir.
Toplumdaki çoğu insan yalnızca yaşar ve yüzlerce anlayamadığı durum karşısında tamamen çaresizdir. Kafasındaki gerçeklik ile gerçekten olan arasındaki fark ne kadar uzaklaşırsa, o kadar savunmasızdır. Bu savunmasızlık durumu, yalnızca büyük kriz durumlarında ortaya çıkar. Kendilerini dünyevi imkanlarla avutmaya çalışırlar ve sürekli bir iktidar hırsıyla hayatlarını sürdürürler.
İnsan beyni nöroplastisite, yani değişebilme yeteneğine sahiptir ancak toplumun büyük bir kısmı, ailelerinin ya da baskın kültürün bir yansımasından öteye gidemez. Beyin her ne kadar değişebilme yeteneğine sahip olsa da, beyin düzenli olarak maruz kaldığı şeye dönüşür. Özellikle travmatik geçmişe sahip bireyler, hissettikleri eksiklikleri gidermeye çalışırken travmayı yaratan davranışları sergileyen insanlara daha da maruz kalır ve kendilerini, hissettiklerini anlamladıramadıkları bir durumun içinde bulurlar.
Bireylerin iç huzura kavuşması, yüksek düşünceyle mümkün olabilir. Yüksek düşünce yalnızca felsefeden, sanattan ibaret değil, küçük "şeylerin" içindeki güzelliği görebilmekten de gelir. Mutluluk ve huzur anlardadır. Zihniyetleri kaotik, anksiyetik ve muhafazakar olan insanlar, her zaman dahası için koşarlar ama ne için koştuklarını asla bilmezler. Bu zihinler, etraflarındaki insanları da hasta eder. Ucuz ve düşük metaların peşinde koşmanın bedelini, zaman genellikle öğretir.
Buradaki cümlelerin hepsi bir genellemedir ve görüşler değişebilir ki değişmemesi aslında sıkıntılı olandır.
youtube
3 notes · View notes
iconic1 · 9 months
Text
Dağlar pembe görünmeye başladığında ay da çoktan yerine geçmişti. Güneş tam arkamda, dağlara son kez göz kırparak veda ediyordu. Ve bu gidişle rüzgarda dans eden bitkiler ahenkle ninni söylüyordu. Çiçekler yapraklarını içine doğru kapatıyor, ayın öfkesinden saklanıyordu. Ama aksine öfkeli olan güneşti, onları yakan ve kurutan oydu. Ay ise sadece hüzünlüydü. Gidenlere hüzünlüydü, kalıp da hayatı zehrednelere hüzünlüydü, sevgi arayan küçük kızın çırpınışına hüzünlüydü... O kadar hüzünlüydü ki, gözyaşlarından parıldıyordu. Ama taç yapraklarını korumak için kapatan çiçek ondan korkuyordu, pembeliklerde gezinen kurt ise ondan güç alarak uluyordu. İşte kendimde ki değişimi o zaman anladım. Bazen gözyaşlarımdan güç alıyor bazen de korkuyordum.
9 notes · View notes
moonloveee · 2 months
Text
SONUNA KADAR OKURSANIZ MAKSAT ANLAŞILMIŞTIR
KAYNAK VERDİĞİM HADİSLER KÜTÜB-İ SİTTEDE GEÇİYOR YANİ SAHİHDIR
Öyle insanlar vardır ki bilgisizce insanları Allah yolundan saptır­mak ve Kur´anın âyetlerini alaya almak için "Boş sözler" satın alırlar. İşte boylclcri için, hor ve hakir kılan bir azap vardır.
-Lokman Suresi 6.ayet
Müfessirler bu âyet-i kerimeyi farklı şekillerde izah etmişlerdir. Ebi Ümame el-Bâhilî (r.a.)den nakledilen bir görüşe göre, âyette zikredilen "Boş sözler satın almak"tan maksat şarkı söyleyen cariyeler satın almaktır.-Ebi Üma­me, Resulullahm şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Şarkı söyleyen cariyeieri satmayın, satın almayın, onlan (Bu hususta) eğitmeyin. Onların ticaretinde hiçbir hayır yoktur. Onların paraları haramdır." Ebu Ümame bu âyetin, Resulullaha bu gibi konularda indiğini söylemiştir.
-Tirmizî, K. Tefsir el-Kur´an Sure: 31, Hadis no: 3195
Diğer bir kısım âlimler ise "Boş söz satın almak"tan maksadın, şarkı ve türkü söylemek ve onları dinlemek olduğunu söylemişlerdir.
Abdullah b. Mes´ud, Abdullah b. Abbas, Cabir b. Abdullah, Mücahid, Sa-id b. Cübeyr ve İkrime bu görüştedirler.
Bazı âlimler de buradaki "Boş söz satın almak"tan maksadın, oyun âletleri satın almak olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş Hasan-ı Basrî, İbn-i Cü-reyc ve Mücahid´den nakledilmektedir. Dehhak ve İbn-i Zeyd ise, satın alınan boş söz´den maksadın, Allaha ortak koşmak olduğunu söylemişler ve görüşleri­ne delil olarak da bundan sonra gelen âyeti gösterm işi erdir.
Taberi, âyet-i kerimede zikredilen "Boş söz"den maksadın, kişiyi Allah yolundan alıkoyan ve Allah ve Resulü tarafından yasaklanan her türlü söz oldu­ğunu söylemiş ve âyet-i kerimenin umumî olan ifadesinin bunu gerektirdiğini beyan etmiştir.
Ayet-i kerimede, boş sözler satın alanların, bunları, insanları Allahm yo­lundan saptırmak için satın aldıkları beyan edilmiştir. Burada zikredilen, Alla­hın yolundan maksat, Kur´an okumak, Allahı zikretmek ve kulu, Allaha yaklaş­tıracak her türlü ibadet, her türlü itaat ve Allahm dinidir. Batıl sözleri satın alanlar, insanlan bu sözler vasıtasıyla Allahın yolundan alıkoyarlar ve Allahın diniyle alay ederler. Bu itibarla onlara, kıyamet gününde hor ve hakir düşüren çetin bir azap vardır. Zira onlar hem kendileri sapmış hem de diğer insanlan saptırmışlardır.
-Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/430-431.
“Ümmetimden bir takım kavimler gelecek; zinayı, ipeği, içkiyi ve çalgı aletlerini helal sayacaklar! Yine bir takım topluluklar bir dağın yanına konaklayacaklar. Onlara ait koyun sürüsü ile bir çoban her sabah onlara gelecek. Bunlara bir de fakir ihtiyacı için gelecek de ona;
-Buhari 12/5649
İmran bin Husayn (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Ümmetim arasında semadan atılan helak edici atışlar, suret değişimi ve yerin dibine geçirilme görülecektir!”
Sahabeler:
−Ey Allah’ın Rasulü! Bu ne zaman olacak? diye sordular.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
−“Çalgı aletleri ortaya çıkar, şarkıcı cariyeler çoğalır ve şarapların içileceği vakit!”
Tirmizi 2309, İbni Ebi’d-Dünya Zemhu’l-Melahi 1/b, Ebu Amr ed-Dani es-Sünenu’l-Varide fi’l-Fiten 39/a ve 40/b, İbnu’n-Neccar Zeylu Tarih-i Bağdad 18/252
3 notes · View notes
serein777 · 10 months
Text
HİÇ BİR ŞEY DEĞİŞMİYOR MU? YOKSA ASIL DEĞİŞİMİ FARKETMEYEN SİZLER MİSİNİZ?
Tumblr media
☄️Bazen değişim hiç olmuyormuş gibi hissettiğiniz oluyor mu? Sizce gerçekten değişim yok mu yoksa sadece siz değişimleri farketmiyor musunuz? Gerçek şu ki, değişim anında olan bir şey değildir. Her planck zamanında(zamanın en küçük birimi) hatta bundan daha küçük bir zaman biriminde değişim gerçekleşir. Her düşünce,fikir bir değişimdir. 1 saniye önceki sizle şimdiki siz aynı mıdır? Hayır. Şimdiki siz daha tecrübeli hale gelmiştir. O bir saniye içerisinde sağlıklı olduğunuz kafanıza dank ederse, sağlığı çekmiş ve bu enerjiyle uyumlanmış biri olarak hayatınıza devam edersiniz. Küçük zaman, büyük değişimler. Fakat çoğu zaman bu değişimleri farketmezsiniz çünkü küçükten çok büyük değişimlerin arayışı içerisindesinizdir.
🕳️1 santim uzamak isteyip 1 milimetreyi boşvermek buna bir örnektir. Değişimi beklemek hatadan başka bir şey değildir. Değişim siz bekleseniz de beklemeseniz de gerçekleşir. İlk önce minik adımlar atarsınız ve bu adımları farkedememek normaldir. Sabırlı olun. Süreci sevin ve süreci olması gerektiği gibi yerine getirin. Sürekli sonuca odaklanıp isteyerek yerinizde sayarsınız.
🕸️ Harekete geçmelisiniz. Sürekli düşünmeyi bırakın,endişelenmeyi bırakın,daha belirlenmemiş geleceğin nasıl olacağını düşünerek zihninizi yormayın.Beklemeyi bırakın. Sadece içinizden geldiği gibi davranın. İçten olun. Duygularınızı ve içten istediğiniz fikirleri içinize atıp da dışa yansıtmazsanız bu bir dağa dönüşür. Manifest, ritüel, büyü vb. gibi aktiviteler yaparken ilk başta istediğiniz şeyi almıyormuş gibi hissedebilirsiniz. Oysa ki adım adım gerçekleşen şeyin farkında değilsiniz. İyi ders notları istersiniz,ders çalışma alışkanlığı kazanırsınız ve bu süreç içerisinde girdiğiniz her hangi bir sınavda düşük alırsanız üzülmeyin,emekleriniz anlamsız değil, boşuna değil. Sadece adım adım gerçekleşiyor ve başarısızlık da bu adımların bir parçası. Unutmayın ki hata yapmayan tek kişi hiç denememiş olan kişidir. Eğer başarısız olduysanız,tebrikler! Cidden başlamak için bir cesaret ve azminiz var. Hiç vazgeçmeden devam edin🫶🏻
Tumblr media
6 notes · View notes
emreey · 4 months
Text
A N K A R A ♥ vol.2
Nedensiz bir utanç bürümüştü benliğimi Takıntılıydım her zaman çürümüşlüğümün fikrine Hep korkaktım, hep cesurdum, beyinsiz bir zekiydim hep Hem her şeydim, hem hiçbir şeydim, ben her zaman ~ Patolojilerden bir hayat ihtimali yaratacaktım İskeletimde her bir kemiği, vücudumda her bir damarı Milimi milimine hesaplayıp, yaratacaktım kendimi Ve yarattım, bir Frankenstein, her bir yeri farklı
Kahvaltıdan sonra hep birlikte Anıtkabir'e gitmek için metroya bindik. Öyle böyle havadan sudan sohbetler. Ben ise etrafına insanları izleyerek gülümsüyordum. Demek Büşra'yla yaptığımız plan teker teker gerçekleşiyor. Ne olduysa artık Anıtkabir'in girişine gelmişiz. Kimisi otobüse binip gitmek istediler kimisi de yürüyerek gidelim dediler. Çünkü havalar acayip sıcaktı çünkü Adana'dan sıcaklığı alıp Ankara ayazına vurmuşum.
Aslanlı Yol'un başında durup ufak bir toplantı ayarladım. Ne yapmak istiyorsanız yapın ama fazla uzaklaşmayalım diye uyardım. Planın babası olunca tabi bi miktar da sorumluğu alıyorum. Planın anası da yanımdan ayrılmıyordu. İlk defa istasyondan sonra yanımda durabildi. Yani normaldir nerden baksak 20 kişi arkadaşın arasında gün boyunca benimle durmayacaktı. Herkesle ilgilensin diye Büşra'ya bişey de demedim. Bezevenk Maruf'la ufak güzel sohbetimiz oldu. Kanım ısındı nedense sevmeye başladım. Ömer de lay lom takılıyor kafasına göre. Gelmiş bana "seni video çekeyim güzel film ayarlarım" demişti. Merak ettim. Videonun başında Büşra'dan dayak yiyip öyle başlamışız :)
Aslanlı Yol'unda yürürken aklıma çok taze anı geldi. Neyse canım detayları bahsetmek istemiyorum. Yürürken de "BİR ÇİÇEK YILI SONRA" şarkısını mırıldanmışım. Öyle böyle derken klasik Anıtkabir gezisi işte. Çok da önemli bir olay olmadı aslında. Fotoğraf çekmeler, ATAM'ın ziyareti, güzel sohbetlerimiz, asker nöbet değişimi vb..
Hilal Hilal Hilal canım benim. Anıtkabir'den çarşıya indiğimizde hiç yanımdan ayrılamadı. Nasıl da özlemişim gözlerimi ondan alamıyorum. Bambaşka bi seviyeydi be abi. Bu nasıl bağsa artık daha çözemedim çünkü onunla konuşmak gerçekten bana iyi geliyordu. Herkesten önce Hilal'le ben çıkmışız Anıtkabir'den. Sıcaktan kaçıyorduk diye hızlıca gittik :). Sağa çekip merdivene oturduk. Susamıştı gurban olduğum, gidip aldım karşıdan kana kana içtik üstüne de cigüara yaktık.
Tumblr media
Bizimkiler gelince de hep birlikte Kızılay'a gidip Mamadi'nin önerdiği kafeye gittik. Nargile ortam severiz. Hele Ömer oturur oturmaz direk nargile istemişti ağacı kökten kralı, biz de söyledik ayrı masada. Yine Hilal'le yan yana oturduk sağımızda Alper, İlknur, Betül, Hatice vardı çocuklu arkadaşlarımı Hilal'i tanıştırdım biraz da ortak anılarımızı da bahsettim. Hilal de onları dinleyince bende gözleri içine bakıyordum istemsizce. Solumda Ömer beni dürttü nargile çubuğuyla. Dikkatim dağıldı. Tam alırken Maruf Hilal'e sanki aşkla baktığı fark ettim. Gülümsedim olabilirdi yani çünkü kız enerji pozitif neşe saçıyordu yani normaldi.
Aman dedim gözlerimin perdesi kapattım klasik takılıyorum. Sağda solda insanlar görüyorum. Hepsi birden koşuyorlar mutlu yarına. Her şey tatsız ve anlamsız bugün artık, yarından bana ne? Bir kenarda durup herkesten yardım mı beklesem gözümde yaşlarla ? Kafeden sonra yemeğe geçtik ama ben o mekana girmek istemedim. Zaten gireceğimiz mekan kebapla ilgiliydi ve haftada bir kez kebap yiyen biriyimdir yeter yani :D yan kafede döner yemişiz Alper'le Sena Nur. Öyle böyle derken biz yemeğimizi bitirmişiz yan kebapçının önünde onların çıkmasını beklerken şok şok şok güzel efsanevi bir olay oldu. "SALYANGOZ GRUBU" WhatsApp grubunda beni ve birkaç arkadaş çıkardılar. Allah dedim ben bunca zaman nasıl sabrettiysem, bardağımın taşıran son damla düştü ve hiç kimse beni durduramazdı. Sesli şekilde saydım sövdüm bütün sülalesine de kaydım beni ve bizi atmaya sebep olan bütün veledi zinalara geçerli. Ellerim acayip kaşınıyordu acı çekmek ve çektirmek de istiyordum. Krize girdim ama tabi bulunduğumuzu ortamı bozmak istemedim. Mamadi gelip de bir güzelce sakinleşti. Bana bu kişileri ilgili güzel sır anlatmıştı. Gerçi o sır ne olduğu başından beri biliyordum bir şeyler eksikti. Mamadi söyleyince jeton düştü. Şuan bu sırlar silah gibi saklıyorum zamanı gelince çatır çatır kurşun manyağı yaparım. Her yer benzin dökülmüş vaziyette. Sadece bir kişi kıvılcım yaksın. Her yer alev olacak. Bu kadarına kadar potansiyelim var.
Allahtan Bici abimiz vardı yanlarımızda. O zamanlarda o grubun yöneticisiydi. Yanınızda ben varken rahat olun gerekeni yaparım diye sakinleştirdi beni. Huur çocukları bunlar, bütün gayyış araba gibi gayasım geldi de neyse. Dikerim dedim huzurumuzu bozmaya çalıştığı da sonradan fark ettim. Bu sefer de ben herkesi sakinleştiriyormuşum ahaha :D Burdan da lunarparka giderken Kobra Tugay mesaj atmıştı. Ak aveli tipini dikeyim bunu da size belirtiyeyim. Hafız, hafız da değil. Zaten biliyorsunuz.
Lunaparka geldiiiik. Hayatımda sadece 2 kere gitmişliğim oldu. Herkes eğlence peşinde olurken ben çoluk çocuklara sahip çıkıyorum işte Dilanmış Melikeymiş Ömermiş Tugaymış ve Tugay'ın diğer o çocuklarına sahip çıkıyorum maksat ortalık karışmasın. Çünkü ortalıkta bok kokusu aldığım için sıkıntı çıkacağı anlamışım. Levent abimle birlikte duruyoruz kenarda Bodyguard gibi adam mübarek. Buradan LEVENT KOCAGOOOOOL'a selam olsun.
Levent dayı kenarda telefon görüşmesi yaparken Tugay dayımın bacağına parmak atıp fare gibi kaçmasına güldüm ag. Bende durur muyum birkaç dakika sonra tam g.t deliğine parmaklamışım intikam nedeniyle. ( tabi sonradan elimi yıkadım :D ) Öyle böyle derken Büşra ortalıkta yok. Abdül de öyle ( Abdül demişken Marufun gardaşı ) Onu da anladım Hilal de yok ortalıkta Maruf da yok. Lan dedim herkes dağılmış zikerler, herkes keyfine göre takılsın bende boş durur muyum? Lunaparkı kolaçan edip dolaştım. Millet yavaştan geldiler Hilal kenarda poz veriyordu Maruf'un telefonundan. Yanlarına gittim Hilale "su alacam ister misin?" diye sordum başını salladı ben arkaya döndüm gittim aldım. Geri de döndüm bakayım Maruf'un yanağına öperken gördüm. İçimden bir ses "HasbinAllahuakbar" deyip sakinleştim.
Tumblr media
2 notes · View notes
okumaodasi · 5 months
Text
GÖRMEDİĞİM ATIK BENİM DEĞİLDİR
Dünyada her yıl toplam 350 milyon tondan fazla plastik atık üretiliyor.
Tumblr media
Bazı mutsuz ve monoton ruhlar tarafından skiouros teriminin anlamının sadece “gölge-kuyruk” olduğu, ya kuyruğun sahibiyle hemen hemen aynı boyutlarda olduğu ve onu gölgesi gibi takip ettiği ya da kendisinin kabarıklığından, gerçek dışı yumuşaklığından kaynaklandığı iddia edilir. Ancak sincabın dinlenirken ve korkusuzken kuyruğunu her zaman bir şemsiye gibi sırtının üzerinde tuttuğu gerçeği bir yana, o bu dünyadaki güzel kibirlerden birine hayat verir.
Atık doğası gereği, ille de atık olması gereken bir nesne değil. Aslına bakılırsa hiçbir şey değil. Atık algısı bu nedenle göreceli. Atık bir amaca hizmet etmeyen veya artık istenmeyen nesne olarak tanımlanıyor.
Gözden çıkarılmış atık işlenebildiği takdirde ömrünü uzatabiliyor. Atığın döngüselliği onu dinamik kılıyor. Atık endüstriyel toplumların gelişmesinde büyük bir rol oynuyor.  Kurduğu uzun zincirle modern dünyanın en belirgin karakteristiğini yansıtıyor.
Tarihin akışındaki tüketici değişimi, modern yaşamda atığın önemini belirginleştiriyor. 18. yüzyıldan itibaren endüstrileşmiş toplumlarda artan tüketimi temsil ediyor. Bu nedenle atık modern toplumların tarihinde gölge-kuyruk olarak adlandırılıyor.
Atık, devasa miktarlarda üretildiğinde nasıl yönetileceği sorusunu doğuruyor. Atık yönetimi karmaşık bir görev olmakla birlikte dünyanın üzerindeki toksinleri temizlemek bir mecburiyet. Atık yönetim tesisleri, endüstriyel toplumların karaciğeri ve modern endüstriyel sistemlerin “sürdürülebilirlik” için sunduğu bileşenlerden biri. Her şeye rağmen etkili bir atık yönetimi için olmazsa olmaz gerekliliklerse fazlasıyla maliyetli. “Ülke ne kadar zenginse bu tesislere yatırım yapacak donanıma o kadar sahiptir,” düşüncesi son derece basit, kitlesel tüketimi kışkırtan uyarıcıların başında geliyor. Oysa atığın hatrı sayılır miktarı limanlara gönderiliyor. Bunun ardındaki mantık ve motivasyon, atığın gemilere yüklenmesinde öncü rol oynayan baskın güçlerin siyasi ve ekonomik temellerinde yatıyor.
Khian Sea ve Koko
Modern dünyanın endüstriyel toplumlarındaki kitlesel tüketimin bir kısmı “Gözden ırak, gönülden ırak” mantığını baskın kıldı. Atığın günlük hayatlarımızı doğrudan etkilemesine gerek yoktu. İstenmeyen bir şey için en kolay çözüm. Toksik ve riskli atık yönetiminde karşılaşılan zorluklar, endüstriyel ülkelerdeki aktörlere atığı gemiyle başka ülkelere gönderme çözümünü adeta altın tepside sundu. Atığın gemiyle sınır dışına yollanmasıyla sorun etkili ve ucuza giderildi. Döngüsü uzayan atık, küresel ekonomi ve siyaset sahnesinde kendine geniş bir yer buldu.
Toksik ve riskli atığın sınırötesi hareketleri, milyar dolarlık bir iş modeli ortaya çıkardı. Güney’de yoğunlaşan küresel ekonomik pazarda güçsüz konumdaki yoksul ülkeler, atığı gözden uzak tutma çözümünde ilk aracı haline geldiler. 1980’lerdeki iki olay, uluslararası manşetlere taşınmasıyla kamuoyunun gündemine oturdu: Khian Sea kargo gemisi pazarlığı ve Koko olayı.
1986’da Pensilvanya’nın evsel atıklarının yakılmasıyla ortaya çıkan 14 bin ton kül, lokal atık artışıyla mücadele etmek zorunda kaldığı için 1984’te tüm atık ithalatını sınırlayan New Jersey’ye dökülmek yerine, Khian Sea kargo gemisine yüklendi ve Bahamalar’a doğru yola çıktı. Yükünün boşaltılması yetkililerce reddedilen gemi bir seneyi aşkın süre kendine yeni bir durak aradı. Atığın 4 bin tonu, gübre olduğu iddia edilerek, Haiti’de bir kumsala döküldü. Greenpeace yetkilileri tarafından bilgilendirilen Haiti hükümeti, atığın geri yüklenmesini istese de Khian Sea çoktan demir almıştı. Geriye kalan 10 bin ton, Filipinler dahil birçok ülkenin atığı reddetmesi nedeniyle 1988’de denize bırakıldı.
Koko olayı ise 1987-1988 yıllarında İtalya’dan Nijerya’nın Koko kentine doğru yola çıkan 3.884 ton toksik atığın inşaat malzemesi olarak etiketlenmesi ve yerel halkın atık Koko’ya ulaştıktan sonra hastalanmasının ardından gündeme taşındı. Araştırmaların sonunda kargonun x-ray atığı, Norveçli Dana Cyanamid’ce üretilen metil melamin, birçok İtalyan üreticiden gelen dimetil ve etil asetat formaldehit gibi toksik atık içerdiği ortaya çıktı.
Hikaye, toksik atıkların Avrupa’da yeni destinasyon bulma girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından geminin 1988’de İtalya’ya dönmesiyle son buldu.
Atık ticareti işi ekonomik, politik ve sosyal bakış açılarını birbirine karıştıran karmaşık bir sürece işaret ediyordu ve dünya ölçeğinde sosyoekonomik eşitsizlik uçurumunu derinleştirdi.
1960’ların ortasında yeşermeye başlayan çevresel farkındalıkla odak eninde sonunda “çevresel adalete” kaydı. Yoksul ülkelerin çevresel olarak araçsallaştırılması endişesi 1980’lerin sonuna kadar devam etti. Bu devamlılık ırkçılık, sosyal adalet, insan hakları ve çevrecilik alaşımının bir araya gelmesine, bugün bildiğimiz adıyla çevresel adalet hareketine öncülük etti.
Toksik sömürgecilik söz konusu olduğunda, çevresel adalet hareketi kültürel çeşitlilik temeline dayanan çevresel adaletsizliğin yanı sıra zengin ve yoksul ülkeler arasındaki sosyal ve politik eşitsizliği de gün yüzüne çıkarmayı amaçlıyordu.
Toksik atık ticareti
1970’ler boyunca büyüyen çevresel farkındalıkla uyumlu olarak, küresel toplumun çevre koruma eylemlerinde belirgin bir artış gözlendi. Acil küresel eylem baskısıyla su ve hava kirliliği gibi çok sayıda olay basında yer buldu. Daha önce düzgün şekilde denetlenmeyen toksik atıkların ticareti konusu, sadece çevreyi değil insan sağlığını da korumak adına önemli bir meseleye dönüştü. Çevresel adaletsizliğin temel sosyal haklardan mahrumiyeti artırdığı ve ülkeler arasındaki uçurumu derinleştirdiği gerçeği iyice netleşti.
Toksik ve riskli atıkların gelişmekte olan ve endüstrileşmiş ülkeler arasındaki ticareti, elbette adil koşullar altında gerçekleştirilmiyordu. Dünyanın bölüştüğü finansal pozisyonlar, zamanın başlangıcından beri zaten asimetrikti.
Temelleri 1970’lerde Bretton Wood sisteminin çökmesiyle atılan 1980’ler resesyonu, ekonomik resmin ana karakterini oluşturuyordu. Resesyon daha az endüstrileşmiş bölgelerde devasa bir borç krizi olarak karşılık buldu. Bu krizden çıkış yolunun taşlarını da ABD Hazine Bakanlığı, IMF ve Dünya Bankası neoliberal yaptırımlarla döşedi. Sadece borç krizine değil, bölgesel ekonomik farklılıklara da çare olacak Washington Konsensusu, 1990’lı yıllara gelindiğinde eşitsizliği, çevresel hasarı ve sosyoekonomik yankıları artıran bir paradoksa dönüşmüştü.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)’nca 1989’da hazırlanan Basel Sözleşmesi, riskli atıkların sınırötesi hareketlerini kontrol etme ve bu hareketleri düzenleme tartışmasını 116 üye ülkenin dikkatine sundu. Konferans uluslara atıklarını yönetmeleri için harekete geçme çağrısının yapıldığı ilk resmi girişimdi.
Gelişmekte olan ülkelerin bu gibi atıklardan korunmasını, gelişmiş ülkelerin bu ticaretten sorumlu tutulmasını amaçlıyordu. Sözleşme, toksik atık ticaretinin sınırlandırılması açısından bir köşe taşı niteliğindeydi. Atık sömürgeciliği, bir kavram olarak ilk kez dillendirildi ve kayda geçti.
Sömürgeciliğe sömürgecilik demek
Çoğunlukla hükümetler ve sivil toplum kuruluşları aktörleri tarafından kullanılan “atık sömürgeciliği” kavramı, aralarında elektronik atık, kalıcı organik kirletici, endüstriyel atık, yetkisi alınmış gemiler, kentsel katı atık, radyoaktif atık ve diğer atıklar olmak üzere çeşitli zehirli ve riskli atığın sınır ötesinde imha edilmesi anlamında kullanılıyor. Bu kullanım, kardeş kavramlar da doğuruyor. Çöp emperyalizmi, toksik kolonyalizm, nükleer kolonyalizm ve toksik terörizm, her zaman ayrıcalıklı ve varlıklı bölgelerdeki atığın daha düşük ekonomik statüye sahip bölgelerdeki sınırötesi hareketlerle ilgili.
Ancak atık sömürgeciliği atığın kolonyal merkezlerden çevreye ihracatının ötesine geçerek merkezleri olabildiğince güçlendirmeyi amaçlıyor. Sömürgeciliğin –yerleşimci, çıkarıcı, içten ve dıştan olmak üzere– pek çok formu olsa da hepsi tek bir ortak paydada buluşuyor: Sömürgecilik, yerleşimcinin kendi amaçları doğrultusunda o karaya erişimini garanti eden hakimiyet sistemi. Bu her zaman yerleşmek için bir arazi veya çıkarmak için su haklarına sahip olmak anlamına gelmiyor. Karayla ilişkili kültürel tasarımlar ve semboller moda için erişime açılabiliyor. Boru hatları, hava hareketleri ve gemi rotaları ile kara, kirletilecek bir çukura dönüşmeye başlıyor. Sömürgecilikte esas motivasyon din, etnisite, uygarlık yarışı değil, sınıra erişimdir. Bölgesellik, yerleşimci sömürgeciliğin en belirgin ve küçümsenemeyecek bileşenidir. Nerede olduğu fark etmeksizin, bir karayı çukur olarak kullanmanın kökleri sömürgecilikte aranmalıdır. Kirliliğe sınır koymak sömürgeciliktir, çünkü belli miktarda kirliliğin o karaya bırakılmasına izin verilmiş demektir. Atığın ve toksik maddelerin o karada yaşayan yerli halka verdiği zarar sömürgeciliktir. Plastikten ve kağıttan gözden çıkarılabilir şeyler yaratmak için o karanın petrol ve doğalgazını kullanmak sömürgeciliktir. Geridönüşüm, yakma gibi yöntemlerle atığın icabına bakmak adına o karayı kullanmak sömürgeciliktir.
Kolonyal bir yanılsama: Geridönüşüm
O dönem için görece yeni bir konsept olan geridönüşüm endüstrisi, Basel Sözleşmesi’nde bir açık buldu. Geridönüşüm atıkları anlaşmaya dahildi, ancak geridönüştürülecek şeylerde “geridönüştürülecek atık” etiketinden sakınılabilirdi. Örneğin kullanılmış pillerin, eğer halen kullanılabilirlerse veya parçaları kullanılabilir durumdaysa, atık olarak etiketlenmesine gerek olmayabilirdi. Varış noktasına ulaştığında, seçili parçaların geri dönüştürmek için ayrıştırılması sırasında ortaya çıkacak toksik atığın geridönüştürülemeyecek veya verimli şekilde yönetilemeyecek olması gibi boşluklar, Basel Sözleşmesi’ni toksik atıkların sınırötesi hareketini sınırlamaktan uzak tuttu. Hattâ ticaret süreci daha da ilerledi.
Çöpünün geridönüştürülebilir olduğunu bilmek insanı ürettiği atık hacmi konusunda vicdanen rahatlattı ve onun atığı anlama konusunda mucizevi bir düşünce biçimi geliştirmesini sağladı. Küresel Kuzey’deki insanlar, bir şeyleri uzağa atabilmeyi doğal karşılamaya başladı.
Uzak, ikinci bir düşünceye yer bırakmaksızın ahlâki hayal gücünün sınırlarının çok ötesinde, adeta efsanevi bir yerdi. Oysa “uzak” diye bir yer yoktu. Sadece ötekilerden daha az önem atfedilmiş yerler ve insanlar vardı.
1950’lerde kitlesel pazarı istila eden plastiklerin cazibesi dayanıklılığıydı. Dirençliydiler ve uzayabilen zaman döngüleri boyunca biçim değiştirmeyeceklerdi. Doğada çözünmeleri 500 yılı bulabiliyordu. Burada geridönüşüm devreye girdi. Oysa pek çok geri dönüştürülebilir şey, yanlış kutuya veya yemek atıklarıyla birlikte atıldığında bozulmaya uğruyor. Bozulma, devasa balyalar halinde toplanmış maddenin geri dönüştürülmesini engelliyor. Her madde her tesiste işlenemiyor. Dahası, toplanan plastik pipet ve çatal-bıçak, yoğurt ve al-götür kapları gibi nesneler düşük kalitede oldukları için çoğunlukla geri dönüştürülemiyor. Onlar ya yakılıyor ya boş arazilere dökülüyor ya da okyanusa bırakılıyorlar. Yakma işlemi kimi zaman enerji üretmek için kullanılsa da atık tesisleri toksik emisyonlarla ilişkilendiriliyor. Araziler karbondioksit, metan, uçucu organik bileşik ve diğer riskli kirleticilerin havaya salınmasını sağlıyor. Okyanuslarda plastik adaları oluşuyor. İnsanların aşırı hızlı tüketiminin sonucu olarak yönetilmesi imkânsız boyuta ulaşan plastik atığın ne yapılacağı konusunda gözler elbette uzaklara çevriliyor.
1980’lerden itibaren Çin dünyanın gözden çıkardığı şeylerin neredeyse yarısının geri dönüşümünü üstlenmişti, çünkü üretim sektöründe patlama gerçekleşiyordu ve onu beslemek için bu şeylere ihtiyacı vardı. 2016’da sadece ABD’den Çin’e 16 milyon ton plastik, kağıt ve metal taşındı. İşin aslı, bu karışık geri dönüştürülebilir maddelerin yüzde 30’u aslında geri dönüştürülemediği için o karanın da uzaklarına bırakıldı. Öyle ki her sene yaklaşık 1,5 milyon ton plastiğin ömrü Çin’in okyanusa bakan kıyılarında son buluyordu. Dünyanın en iyi geri dönüştürücüleri ile en büyük plastik atık ihracatçıları arasındaki bağ bu sayede gün yüzüne çıktı. Geridönüşümün marka yüzü İngiltere, plastik atığının yüzde 61’ini uzağa gönderiyordu. Dünyanın en geridönüşümcü ulusu tacını takan Almanya, Avusturya, Güney Kore ve Galler’in karışık plastik ihracatının yıllık boyutu bir milyon tonu buluyordu. 254 milyon euroluk değerle diğer tüm AB ülkelerini geride bıraktılar. Tahmin edilen, toplanan tüm atığın sadece üçte birinin ülke içinde geri dönüştürüldüğü veya yakıldığıydı.
Onlarca yıl süren bu ticaret, 2018’in ilk gününe uyanıldığında son buldu. Dünyanın en büyük geridönüşüm pazarı olan Çin, artık kapılarını kapatmıştı. Ulusal Kılıç Operasyonu politikasıyla 24 tip atığın ülkeye girişi yasaklandı. Yine de bütün bu atığın bir yere gitmesi gerekiyordu. Atık yönetiminin çok kârlı bir endüstri olması, onu diğer ülkeler için cazip kılmaya devam etti.
Kuzey’in radarında artık Türkiye ve Vietnam vardı. ABD ise kendine Vietnam, Malezya ve Tayland’ı seçti. Sadece 2018’de 68 bin konteyner plastik atık gönderildi. Bu ülkelerin de plastik atık ithal etmeyi yasaklamasının ardından yeni rota arandı: Kamboçya, Bangladeş, Gana, Laos, Etiyopya, Kenya ve Senegal. Ucuz işgücü ve gevşek çevre politikaları ile yılda 1 milyon ton plastik atık. Diğer yanda kirletilmiş sular, ölü ekinler, solunum yolu hastalıkları ve örgütlü suçlar.
Alüminyumu geri dönüştürmek kârlı ve çevreyle barışık bir işlem. Bir tenekeyi geri dönüştürülmüş alüminyumdan üretmek onun karbon ayak izini yüzde 95 azaltıyor. Söz konusu plastik olduğunda durum bu kadar basit değil. Pek çoğu sürecin pahalı ve karmaşık olması ve son ürünün daha düşük kalitede çıkması nedeniyle geri dönüştürülemiyor. Karbon azaltma faydası da henüz net değil. Onları bir yerden bir yere transfer etmeniz, yıkamanız, ince ince kıymanız ve eritmeniz gerekiyor. Bu da çevresel etkiyi en aza indirme motivasyonuyla yapılan geri dönüşümün kendisine çevresel bir etki yüklüyor. Bu nedenledir ki okyanustan toplanmış plastik şişelerin geri dönüştürülmesiyle üretilmiş spor ayakkabı projesi açık bir yalan. Projenin hayata geçirilmesi için sıfırdan üretilen plastik şişeler geri dönüştürüldü.
Broni we wu yani ölü beyaz adamın kıyafetleri
Endüstri dışı geri dönüşümle elde edilen ürünlerin bir daha geri dönüştürülemeyeceği gerçeği bir yana, söz konusu atık sömürgeciliği olduğunda kendini en iyi aklayan endüstrilerden biri de moda. Sadece ABD her sene yaklaş��k 12 milyon ton tekstil atığı üretiyor. Hızlı moda markalarının 48 saatte ürettiği kıyafeti bugünün teknolojisiyle geridönüştürmek için 24 sene geçmesi gerekiyor. Günümüz endüstrisinde kıyafetlerin yüzde 69’u polyester ve naylon gibi petrol bazlı hammaddelerden üretiliyor ve çoğu geri dönüştürülmez, doğada çözünmeleri ise 200 yılı buluyor. Tekstilden tekstile geri dönüşümün oranı yüzde %1 bile değilken H&M’in 10 yıldır yürüttüğü “Döngüyü Kapatalım” kampanyasıyla geri dönüştürülmek üzere kupon karşılığı topladığı kıyafetlerin akıbetinin ne olduğu sorusunun cevabı elbette üçüncü dünya ülkelerinde aranmalı.
Sömürgecilik yıllar içinde moda endüstrisini şekillendirmede de kilit rol oynadı. İkinci el kıyafet ihracatı düşük gelirli ülkelerin ekonomisini canlandırmaya yardımcı olacak bir yöntem olarak konumlandırılırken aynı zamanda aşırı üretim ve aşırı tüketim başlıkları üzerindeki yükün boşaltılması için elverişli bir yoldu. Gana’da Batılı kıyafetlere olan talep ilk kez Birleşik Krallık’ın sömürgeci yönetimi altında ortaya atıldı. Afrika ulusu 1950’lerin sonunda bağımsızlığını kazandığında ABD’li iş insanları ikinci el kıyafetleri ihraç ederek kazanç elde etme fırsatını gördü.
Gana’nın Akra kenti, Batı Afrika’nın en büyük ikinci el pazarı Kantamanto’ya ev sahipliği ediyor. Burası 3 binden fazla tüccarın tasarımcılarla bir araya geldiği buluşma noktası. Kantamanto’ya her hafta konteynerler içinde yaklaşık 15 milyon kıyafet geliyor. Tüccarlar, girişimciler ve tasarımcılar pazardan yüksek fiyata satabilecekleri veya ileri dönüşümle yeni parçalar elde edebilecekleri kıyafetler için bu adreste toplanıyor. İçeriklerini bilmeden para yatırdıkları balyalar, zaman içinde kaliteleri gittikçe düştüğü için yeniden kullanılamayacak durumda olan kıyafetlerle dolu. Yatırım yapmak ailelerini güvence altına almaları, aracıların ödemelerini yapmaları ve borçlarını kapatmaları için çoğu zaman riskli. Yine de ayda 20-30 milyon arasında kıyafetin ömrü yıkama, onarma, boyama, ütüleme, dikme ve ileri dönüştürme gibi adımlarla uzatılıyor, Gana pazarına kazandırılıyor.
Kantamanto’ya gemiyle gönderilen kıyafet balyalarının yüzde 40’ı doğrudan arazilere gönderilerek şehrin uzaklarında kıyafet dağları oluşturuyor. Karşı konulmaz yoğunluktaki atığı ve düzensiz boşaltımı denetim altında tutmak için araziler ateşe veriliyor. Zaman zaman 11 ayı bulan yangınlar havaya koyu renk duman ve toksik gazlar bırakıyor, ekinleri ve Old Fatima gibi çevre mahalleleri zehirliyor.
Sonu yakılmak olmayan kıyafetler kendilerini şehrin kanalizasyon sisteminde buluyor. Muson yağmurları zamanında kıyafetler barikatları taşkınlara, yoğun sivrisinek istilasına, dolayısıyla hastalıkların yayılmasına neden oluyor. 2014’te kötü atık yönetimi ve temiz suya erişim sıkıntısı nedeniyle patlayan ve 243 insanın hayatını kaybetmesine neden olan kolera salgınının nedeni, atık sömürgeciliğinde aranmalıdır.
Şehrin ötesinde, okyanusta ise farklı bir felaket yaşanıyor: Deniz biyoçeşitliliği yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Parçalanan kıyafetlerin ve elyafın birbirlerine eklenmesiyle oluşan kıyafet dokunaçlarının uzunluğu 10 metreye ulaşıyor. Okyanus mikroplastikle dolu ve sualtı yaşamı sona ermek üzere. Hiçbir şey şans eseri gerçekleşmiyor. Satın aldığınız ama yine de çok hoşunuza gitmeyen o gömlek. Delindiği için gözden çıkardığınız o tişört. Size artık kötü anlar hatırlatan o pantolon. Hepsi birbirine dolanmış. Döngü kapanmış.
Atığımızı isteyen onlar değil, onları oraya göndermek isteyen biziz
Gölge-kuyruk sincabın lâneti midir bilinmez, ancak atığın insanın kibri olduğu bir gerçek. Atık ticareti Kuzey ile Güney arasındaki bir eşitsiz ve adaletsiz dinamikler yanılsaması.
Atık sömürgeciliği mevcut dünya düzenini pekiştiriyor, uluslar arasındaki ekolojik, sosyal, ekonomik ve politik eşitsizlikleri belirginleştiriyor.
Atığın gelişmiş ülkelerden gelişmekte olanlara gönderilmesi (atık yönetimi kapasitesinin ve altyapının verimsiz olması nedeniyle) giderek artan atığın yönetilememesi gibi mücadele alanları açıyor.
Tüm bu koşullar altında insan ve çevre sağlığının şiddete maruz kalması kaçınılmaz hale geliyor. Dolayısıyla çevrecilik ve çevresel düzenlemeler, sömürgeciliğin yeni boyutuna karşı geliştirilmiş yeni bir direniş formuna bürünüyor.
Çevresel adalet ulusları bu şiddetten koruma amacı taşıyan anti-sömürgeci direnişi sembolize ediyor.
Zeynep Özar Berksü
2 notes · View notes
epifizz · 6 months
Note
Merhaba epi. İki gündür tyt sınavının newton hareket yasalarını kçalışmaya çalışıyorum fakat bi noktada takıldım. Sen bi eğitimci değilsin biliyorum ama yine de diğer cevaplarına bakınca bu konuda da güzel bir takım açıklamalar, örneklemeler yaparsın diye düşündüm. Sorum şu; sürtünmesiz bi rortamda sabit duran bir cisme örneğin 2N bi kuvveti sabit bir kuvvet ve hızla uygularsam cismin hızı zamanla artar mı yani ivme kazanır mı? Eğer öyleyse neden? İnan simulator bile kafamda canlandırmama yardımcı olamadı. Tek akla yatan F=m.a da f i arttırmanın a ya da doğal olarak etki edeceği fakat bunu ilk an için kabul ediyorum zaten. F=0 dan 2 N na çıkarıyorum. Ama sonrasında neden bu hız değişiyor? Cevabını merakla bekliyorum şimdiden teşekkürler.
Anladığım kadarıyla logicçi bir kafayla matematiksel bakarsak buradaki sorunun ivmenin formülasyonunda olduğu kanaatindeyim (formül yanlış demiyorum elbette ama formülü öğretme biçimi yanlış olabilir). F=m.a bize her şeyin sabit olduğu hissini yaratıyor ilk baktığımızda, denklemde diğer değişkenler yerine oturduğunda aynı m külteli cisimde F=0 iken F=2 olunca otomatik a=2 oluyor. Sen de doğal olarak a sabit bir 2 iken neden artan ya da değişen bir hıza sahibim diye soruyorsun doğal olarak. Çünkü a sana sabit bir değeri değil değişimin değerini veriyor, a bir diferansiyel denkleminin sonucunu temsil ediyor. dv/dt ifadesinin a'ya yani ivmeye eşit olduğunu biliyorsundur bunu okuyacak olursak hızdaki değişimin zamandaki değişime bölümü, yani birim zamandaki hızın değişimi demek olduğunu göreceksin. Yani verdiğin örnekte sıfır sürtünmede aynı m isimli kütlede ivme 2 çıktığında bu sana v'yi değil v'nin zaman içindeki değişimini veriyor bu pozitifse hızlanmayı, negatifse azalmayı ve sıfır ise sabitliği ifade ediyor (duran bir cismin de 0 olan hızı zamanda değişmediği için hızı hep 3 olan bis cisim gibi ivmesi sıfırdır). Newton'da esas olan zaten dinamik çizimlerin matematikleştirilmesi olduğu için sabit değerlerle değil, değişimsel değerlerle ilgileniyoruz. Kendisinin olayı zaten Galileo'nun gözlemlerini ve hipotezlerini ustalıkla matematikleştirebilmesiydi.
Somutlaştıracak olursak ben sürtünmesiz bir ortamda bir kutuyu itiyor olayım, sen de benim aksi yönümdeki kuvvetimsiz (yani bu durumda sürtünmenin yaptığı işlevi gösteren kişisin). Eğer ben seninle aynı kuvveti uygularsam hareket edemem ivmemiz sıfır olur, eğer ikimiz de gücümüzü oransal artırırsak ve ben senden güçlü itiyor olursam iki yönlü kuvvetin oransal artışı sebebiyle sabit hızla giderim ve ivmem yine sıfır olur (yani ben 2 ittiriyorsam sen 1, ben 3 ittiriyorsam sen 2 ittirirsen sonuçta ben hep 1 gücünde ittiriyor olurum). Ama sen kenara çekilirsen ve ben 2 ile sürekli ittirirsem ismin hızını durduran bir şey olmadığı için ben aynı güçle ittirsem dahi direnç olmadığı için hızlandıkça hızlanırım ama ben sürekli ittirmesem, itip bıraksam sürekli besleyen bir güç olmadığından ama karşıt bir güç de olmadığından isim hızını koruyacak ve sabit bir şekilde (yani ivmesi olmadan) ilerleyecektir. Yani ivmeyi anladıktan sonra anlamamız gereken şey, dirençsiz bir ortamda sabit bir gücü sürekli mi yoksa anlık mı uyguladığımdır. Burada da kuvvetin de hareketli bir öge yani diferansiyel bir temsili olduğunu unutmamak gerekiyor. Somutlarsak ben 2 güç uyguladım şu an 2 gücüne denk şekilde gidiyoruz sürtünmesiz ama ben 2 güç uygulamaya devam ettiğim için bu ikiye bir iki daha ekleniyor ve ben uygulamaya devam ediyorum ve o sebeple devam ediyor artmaya. Umarım açıklayıcı olmuştur.
3 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
Kant yaşlandığı dönemde evinde ağırladığı bir misafirine kahve ikram etmek istemiş. Zar zor yürüyerek kahveyi bir sağa bir sola savurarak sonunda getirmeyi başarmış. Sonra misafirine dönüp; “İnsanlık hiç bir zaman yakamı bırakmıyor” der. Kant’ ın “huminitat” dediği insanlık aslında “nezâket” demektir o cümlede. Nezâket doğal değildir. İnsan özünde nazik bir varlık olarak gelmez dünyaya. Nezaket bahçe gibidir, bir orman değil. İnsan nazikleştikçe doğallıktan uzaklaşır. Bir diğerininde olduğunu, ona da yer vermek adına kendini kısıtlar. Nezaketin başlangıcı da yine onun söylediği gibi, aklını kullanmaya cesaret etmekle başlar. Doğal olanın yapaya dönüşü hep o doğalın kötü yönde tahribatı ile değil, bazen iyi yönde değişimi ile de mümkün olabilir.
8 notes · View notes