Tumgik
#yalıtılmış
fthlc · 27 days
Text
01:56
Yalıtılmış bir hayat sürdürüyorum bu aralar. Dış dünyadan ayrı içimde kendimle konuşuyorum. Sürekli. Ama sürekli...
22 notes · View notes
felsefebilim · 6 days
Text
Holizm Nedir?
Tumblr media
Holizm, bir bütünü oluşturan parçaların toplamının, bütünden farklı olduğunu söyleyen bir felsefi görüştür. Holizme göre, bu parçalar birbiriyle bağlantılı ve birbirine bağlımlıdır. Bütünler, parçalar olmadan anlaşılamaz ve herbir parçanın değeri bütünde ayrı bir yer tutar. Bu da bütünün parçaların toplamından farklı olmasını sağlar.
Felsefe alanında holizm, karmaşık olguları analiz için onları daha basit unsurlara bölmeyi amaçlayan indirgemeci yaklaşımlara meydan okur. Holizm taraftarları, bu tür indirgemeciliğin (redüksiyonizm), sistemi bütün olarak ele aldığında, ortaya çıkış özelliklerini ve etkileşimleri göz ardı ettiğini savunurlar. Felsefeciler holizmle, bütüncül bir perspektifi benimseyerek, gerçekliğin zengin ve dinamik doğasını yakalamayı amaçlarlar, var olan varlıklar arasındaki karmaşık ilişkiler ağına değer verirler.
Holizm (bütüncül yaklaşım), bizi indirgemecilikten bütünleşmeye, parçalanmadan birbirine bağlılığa yönelmemizi sağlar. Dünyayı yalıtılmış parçaların bir koleksiyonu olarak değil de, ortaya çıkan özelliklere ve olgulara yol açan ilişkiler ve etkileşimler ağı olarak görmeye teşvik eder.
16 notes · View notes
guzyazi · 8 months
Text
ÇOCUKLARINIZI ŞIMARTIN
Dünden beri bir video dolaşıyor: "Çocuklarınızı şımartın!" diye.
Zor bir çocukluk geçirmiş, bunu kabullenmesi çok zaman almış biri olarak videoyu izlediğimde videodan bu kadar midemin bulanmasına ben de şaşırdım.
Bir dönem kendimi "kurban" görmüştüm. Sonra "kahraman"lığa soyundum. Şimdi güçlü ya da güçsüz olmanın öneminden uzakta, "Bugünümü nasıl güzelleştirebilirim?" diye dışa açılışlarım ya da "Bugün hiç keyfim yok, sadece yatacağım." diye içime kapanışlarım var. Mutluluğumu ya da mutsuzluğumu kovalamıyorum.
Travmaların insanı soktuğu kurban psikolojisinin, yaşam/potansiyel yaşam üzerinde çok ciddi tehdidi var. Yani kendine yardım etmeye çalışmak güzel ama kendini yardıma "muhtaç" acizlikte hissetmek bir kaçış. Girdap. Hiçbir zaman kendinize yaklaşamadığınız, herkesi suçladığınız sonuçsuz bir yol.
Kurban hissettiğim dönemlerde sıkça yaptığım düşünce hatalarından biriydi çocukların şımartılması gerektiği. Kendimde her eksik olanı lazım sanıyordum. Bir de iyi konuşmacıyımdır, annemi bile manipüle ediyordum: "Çocuk, dünyaya sizin isteğinizle geliyor dolayısıyla onun size değil; sizin ona 'öf' bile dememeniz lazım." diye. İyi ki böyle ters pencereli bakıyorum dünyaya, orası ayrı. Ama ebeveyne aşırı suçlayıcıyken çocuğu da aşırı muhafaza ediyor, onu hayattan tamamen sakınıyordum. Çocuk zorlanmamalıydı, sınanmamalıydı, seçenekler çocuğun önüne serilmeli ve yeteneği şıp diye anlaşılıp çocuk ona yönlendirilmeliydi. Çocuk sanki hiç büyümeyecek bir kutsiyetteydi. Yalıtılmış bir halde ondan bir hayat çıkacak diye beklenmeliydi. Of ne temelsiz zırvalardı bunlar.
Şimdiyse, her istediği yapılmış çocuklarla geçen bilmem kaçıncı yılım öğretmenlikte. Bir de -travmatize olmaması kaydıyla- sınanmış, denenmiş, potansiyeli zorlanmış çocuklara bakıyorum. Kendilik yolunda, hayatı kolaylama ve zenginleştirme bakımından öyle uçurum var ki aralarında. Ya, öyle.
Videoyu tarttım tarttım tarttım... Genellenemeyecek kadar anlamsız cümleler yığını. Çocuğuna güven vermek onu şımartmakla aynı şey değil. Kelimeler yanlış seçiliyor ama hâlâ öğrenilemedi ki kelimeler her şeydir.
"Çocuklarınızı destekleyin ama yönlendirin de. Tahakküm altına değil ciddiye alın " vs. gibi çocuğa yüz verme yöntemlerinin sıralanacağı yerde sığlıkla "Şımartın!"
Peki.
Videodaki konuşmacıyı araştırdım, Sinan Ergin diye biri. Satış-Pazarlama üzerine inşa edilmiş bir tahsili var denebilir. Motivasyon konuşmaları yapıyor. Aradım, taradım, psikolojiye dair bir ihtisas göremedim. Varsa bilgilendirin. Varsa da görüşlerine kaşıntım tuttuğu gerçeği değişmeyecek. Çocuk-ergenden deneyim itibarıyla bu kadar uzaksak konuşmayalım.
7 notes · View notes
korayaker · 1 year
Text
Kapitalist toplumlarda kentler asimetrik ve çarpık bir gelişme gösteriler. Zenginler yalıtılmış korunaklı ve insan doğasına ve ihtiyaçlarına uyarlanmış alanlarda yaşamlarını sürdürken. Yoksullar kötürümleşmiş işlevsiz inssan doğasıan ve sağlığına uygun olmayan alnalarda ağır iş yükü ve yoksul içinde yaşmaya mahkum edilmişlerdir
Bu yüzdenden deprem gibi doğal afetlerde insanların hayatlarını kaybetmesi zenginlerin umurlarında değildir. Bilim çevrelerinin tüm uyarılarına rağmen olası istanbul depreminde ortaya çıkacak yıkıcı tablonun bilinmesine rağmen hiçbir hazırlık ve çaba görülmemektedir.
Kentsel dönüşüm poliitkası ise bütünü ile sermayenin ve mütehatilerin gereksinimlerine udurumuş bir ekonomik modeldir ve ağır işlemektedir.İstanbulu yeniden inşa etmek ve depreme dayanklı hale getirmek büyük ekonomik maliyetir.
İstanbul bugün bir distopya şehridiri. sadece deprem tehditi altında oldğu için değil köyden kente göç ile birlkte ortaya çıkan kentleşme modelinin yarattığı çelişkilerden dolayı. Günde 12 saat çalışan tıka basa metrübüslerde yolculuk yapan, banka kredisi ile satın alaıdğı araç ile saatletce trafikte sürünen döne döne park yeri arayan günlerce hastahane randevusu kovalayan konut krizi yüzünden barınma ihtiyaçlarını karşılayamayan insanların içinde yaşadığı doğadan ve insan ihtiyaçlarından tamamen arındılmış kaotik bir şehirdir.
10 notes · View notes
mivei · 2 years
Note
oysa bu hafifleştirilmiş ve seyreltilmiş ağırlığına bakınca, doğal yorgunluğun, temassızlığın, perdelerinle yalıtılmış karanlığın, boşluklardaki doluluk duyguların, gövdeni yitirme hissiyatların ve kızıla kaçan kahverengi saçlarından başka bir şey göremiyorum. hepsi birer planlanmış doğaçlama gibi, eylemsiz kalma isteğin ağırlaştırıyor seni. seni öldüren bir cinayet nasıl da var etmiş perdelerini. perdelerin kapalı diye gözlerimiz açık gideceğiz biz. güneş bugün de işini iyi yapıyor..
saçlarım artık siyah, onun dışında keşke beni bu kadar iyi tanımasaydın.
17 notes · View notes
kaanozer · 1 year
Text
Toplama Kampları
Pasolini, Mayıs 1958’de İtalyan Komünist Partisi’nin haftalık dergisi Vie Nuove’ye “Roma’da ve Çevresinde Yolculuk” başlıklı bir araştırma yazısı yazar. Yazı için, zaten iyi bildiği ve hem filmlerinde hem de romanlarında işlediği Roma’nın kenar mahallelerine yeniden gider. Aşağıda inceleyeceğiz pasajlar, bu yazının “Toplama Kampları” başlıklı ikinci bölümünden seçilmiştir. Kaynak: “The Concentration Camps”, Stories from the City of God: Sketches and Chronicles of Rome 1950-1966 içinde, çev. Marina Harss (New York: Other Press, 2003) [İtalyanca baskı: Storie della città di Dio: Racconti e cronache romane (1950–1966)].
Tumblr media
Her İtalyan şehrinde, hatta ülkenin kuzeyinde bile, son bostanın bittiği yerde, çoğunlukla ambarlardan, kulübelerden, barakalardan oluşan, yoksullara mahsus “toplama kampları” görürsünüz. Fakat bu hadisenin en çarpıcı, en karmaşık, hatta görkemli diyeceğim örnekleri Roma’dadır. Roma borgata’sı, başkenti Roma olan Faşist devletten türemiş, tam anlamıyla modern bir olaydır. Bu mahallelerin bugün bile inşa edildiği bir gerçektir. Tabiricaizse “başıboş” mahallelerdir bunlar – taşrada yıllar boyu tamamlanmadan bırakılmış, bir veya iki katlı, çatısı olmayan, sıvasız, kireç beyazı baraka kümeleri… Roma’nın kırsal bölgeleri, çevre yolu boyunca böyle borgata’larla doludur.
Bu alanlar, yoksul ama genellikle dürüst ve çalışkan olan insanların evidir. Çoğu göçmendir, ya bölgeden ya da civar bölgelerden gelmişlerdir – kentin keşmekeşine ve yaşadıkları mahallelerin daha küçük çaplı keşmekeşine, derin taşranın ağırbaşlı ve vakur havasını taşımış insanlar.
Ancak asıl borgata’lar bunlar değil. Asıl borgata’ların ayırt edici özelliği, “resmî” mahiyetleri. Bunlar yoksulları ve istenmeyenleri biraraya toplama planı kapsamında kent yönetimi tarafından inşa edildi. Hem kronolojik hem de ideolojik kökenleri budur.
İlk borgata’ları Faşistler, şehir merkezindeki koskoca mahalleleri yerle bir ettikten sonra inşa ettiler. Bu planlama projeleri, [Gabriele] D’annunzia’dan mülhem bir estetik ideali somutlaştırmakla kalmıyordu, bunlar aynı zamanda esasen birer polis operasyonuydu. Roma’nın geniş proletarya-altı [lümpen-proletarya] kitleleri tarih boyunca şehir merkezindeki kadim mahallelerde toplanmıştı; bunlar taşraya, tahmin edilebileceği üzere kışla ve hapishaneye benzeyecek şekilde inşa edilmiş yalıtılmış mahallelere “sürüldüler”.
Borgata “stili” bu dönemde doğdu. İlham alınan başat kaynaklar “klasik” ve emperyal stillerdi. Borgata stilinin bir diğer ayırıcı özelliği, tek bir mimari motifin takıntılı biçimde tekrar edilmesiydi: Aynı ev, bir sıra boyunca beş, on, yirmi defa tekrar ediyordu. Bir ev grubu da aynı şekilde beş, on, yirmi defa tekrar ediyordu. İç avlular tıpatıp aynıydı: Çamaşır iplerinin konduğu, darağacına benzeyen sıra sıra beton zeminleri, müşterek helaları ve çamaşırhaneleri olan soluk, pis hapishane avluları.
Hakları alınmış bu ilk gruplar Faşistler eliyle sürüldükten sonra, evlerinden çıkarılan ailelere, onlardan sonra da tahliye edilenlere sıra geldi. Ardından, [güney İtalya’daki] Cassino ilçesinden insanlar sürüler halinde buralara gelmeye başladı.
Geçenlerde Gordiani borgata’sına yeniden gittik. Şimdi burası yıkılıyor. İnsanın içini acıtacak kadar kasvetli, pis, gayri insani sıra sıra barakaların yerinde şimdi kızıla çalan kırmataşlardan gepgeniş bir alan uzanıyor.
Hâlâ ayakta kalmış birkaç baraka var, onlar da kısa süre içinde yok olmayı bekliyor. Yakında Gordiani platosu dümdüz olacak, mahalleyle ilgili tüm anılar da yok olacak.
Bu evlerde yaşayanların çoğu, çatışma ve umutlarla geçen on yılın ardından, Via Prenestina üzerinde yeni inşa edilen, eski borgata’ya çok da uzak olmayan Villa Gordiani ile Villa Lancellotti’ye taşındılar.
Onları görmeye gittim. Gerçekte değişen bir şey yok. Önünde avlusu olan küçük, tek katlı  barakalar yerine, kazı alanlarının, metruk arazilerin ve çöplüklerin ortasındaki yepyeni binalar var. Bu yeni binaların stilistik, sosyolojik veya insani ölçütleri neler? Öncekilerden bir farkları yok. Burası hâlâ bir toplama kampı. İki-üç sene sonra bu duvarlar da dökülecek, avlular leş olacak, yer darlığı olacak. Hatta şimdiden var. Ortada bir toplumsal yenilenme yok, yeni bir toplumsal çevre oluşturulmuş değil, özgürleşme namına bir şey yaşanmış değil. Aynı insanlar, toplu halde, bir toplama kampından diğerine nakledildi.
Hıristiyan Demokratların inşa ettiği borgata’lar da Faşistlerinkinin tıpatıp aynısı, çünkü “yoksullar” ile devlet arasındaki ilişki değişmiyor. Hâlâ otoriter, paternalist ve “dinî” mistifikasyona dayalı son derece gayri insani bir ilişki…
geri bildirim: e-skop
2 notes · View notes
hamitbyd-blog · 2 years
Text
Tumblr media
7 saniyede ne çok şey oluyormuş
Güzel Rüya
Ne çok sandık kaldı açılmadık daha
Kilitli kalbimizin günah odalarında
Garip tarifler coğrafyası beynimizin Naftalin ve güveli patiskalar
Arasında ne çok sandık ne çok sanduka
Omzumuzda münker ve nekir
Anahtarı arıyor bak biri ötekine
Soruyor gizli dehliz nerede
Kaçabilir misin
Kaçsan neye yarar sonra nereye Yalıtılmış odalarda zift gibi yalnızlık
Ve sadece o Kapıyı Açık Tutan Gözlerinde iki damla nedamet yaşı Bağışlan ve gir içeri
Neresi içeri
Sorma şimdi arınma vakti
Anahtarı bulma vakti kilidi açma vakti Sonsuz bir aleme geçme vakti
Tedbirsiz pusulasız pusatsız
Varlık ve yokluğun Teminatı'na
İtiraf ediyorum
Güzel rüyaydı
5 notes · View notes
slmdy · 2 years
Text
TAŞERON EBEVEYNLİKLER
Ya da HIZ ve HAZ DÜNYAMIZ
Adam yorgun argın eve geliyor. Anahtarları çevirerek eve giriyor, selam veriyor. Cılız bir ses mukabele ediyor. O sırada televizyondaki dizi filmine gömülmüş olan kadın, ekrandan gözlerini ayırmaksızın lütuf kabilinden birkaç söz ediyor. Bu birkaç söz bu karı kocanın o günkü alışverişidir. Göz teması yok, paylaşım yok, yüz yüze gelme yok. Çocuklar kendi odalarında bilgisayar başındadır ve bir oyunun heyecanına kendilerini çoktan kaptırmışlardır. Aile içinde toplam konuşma süresi en fazla on dakika. Herkes yalıtılmış hayatlarında birbirine teğet geçiyor. Az sonra herkes uyuyacak ve günler bu şekilde tekrar edecektir. Modern aile.
Akışkan modern zamanın eritme tenceresine atılacak ilk katılar ve kutsallıktan çıkarılacak ilk şeyler, geleneksel sadakatlerimiz oluyor, elimizi ve ayağımızı bağlayan görenek ve zorunluluklar. Hayat ‘elimizden kaçıp giden dünya’da çok hızlı değişiyor ve bu değişimden aile de payına düşeni alıyor. Hızlı kapitalizm, küreselleşme, dijital devrim, bireycilik, zayıflayan sosyal bağlar ve medya/kültür endüstrisi akışkan modernliğin veçheleri olarak hayatlarımıza nüfuz ediyor ve insana dair kavrayışlarımızı dönüştürüyor.
Modern toplumda iş ve aile temel tatmin kaynakları olarak öne çıktığında, birindeki mutsuzluk kolaylıkla diğerine de tercüme edilebilir hale geldi. Kapitalizm, duygusal bağları da elden geçirmiş durumdadır. Duygusal kapitalizm, modern toplumda duygusal bağları akılcılaştırıp metalaştırmıştır. İlişkiler maliyet-fayda analizi üzerinden değerlendiriliyor artık. Sen bana ne veriyorsun ve verdiğin şey, sana katlanmam için değer mi? Değişen cinsiyet rolleriyle birlikte kafa karışıklığı da artıyor. İlişkilere bir de çelişkiler zinciri ekleniyor. Kadınlar iş ve ev yaşamı arasında mütemadiyen yer değiştiriyor. İş yaşamının katı çalışma koşulları kadınların işini zorlaştırıyor. Erkekler cephesinde de çok şey değişti: Duygusallıktan uzak, sert erkek imajı artık makbul değil.
Ev içinde çocuğun eğitimi babanın otoritesinden alınarak annenin sevgisine devredildi. Çocukluğun ayrı bir dönem olarak tanımlanmasıyla birlikte kırılgan bir çocuk imgesi öne çıktı : Çocuğun uzun vadeli duygusal ihtiyaçları olan, incinebilir, ihtimama gereksinen bir varlık olduğu kabul edildi. Bir kaşını kaldırarak çocuğunu terbiye edebilen babanın yerini, onu sevgisiyle sarıp sarmalayan, her türlü beladan koruyan aşırı dikkatli anne aldı. Orta sınıf ailelerde, çocuklara istedikleri her şeyi elde etmeye hakları olan prens veya prenses gibi davranılması yaygın bir tutum. Toplum gibi aile de küçüldü ve atomlaştı, en küçük parçalarına ayrıldı. Evlerimizde aile büyüklerinin yerini alan yatılı bakıcılarla yaşıyoruz, çocuklarımızla o kadar yoğun zaman geçiriyorlar ki en kuvvetli bağlanma deneyimlerini onlarla kuruyorlar. Bir tür ‘taşeron ebeveynlik’. Küçülen aile, dede ve ninelerin eşsiz hikayelerinden çocuklarımızı mahrum bırakıyor. Nesiller arasındaki devamlılık fikri aşındığı gibi, ahlaki ve dini değerlerin aktarılmasında da boşluklar oluşuyor.
Bize yutturulduğunun aksine, bireyselleşme özgürleşme değildir, daha çok tüketim bilinci ile kendilik bilincinin bir karışımıdır. Bireyselleşme ile standartlaşma eş zamanlı olarak gerçekleşir. İnsan evladı tüketim alışkanlıkları birbirine türdeş, reklamcılığın manipülasyonuna açık, kolay güdülebilir bir sürüye dönüştürülüyor ve daha çok mal edinebilme becerisi özgürleşme olarak takdim ediliyor. Sevdiği insanlardan bağlarını koparma ve aile bireylerine karşı mesuliyetsizlik, özgürlük olarak telakki edilemez. Bir yanılsamanın kurbanları haline getiriliyoruz.
aile yapısı modern kapitalist toplumun dinamiklerinden çok etkilendi: Gerek ebeveyn- çocuk ilişkileri gerekse de eşler arasındaki ilişkiler bu etkiden nasibini aldı. Endüstri devrimiyle birlikte evindeki üreticiden dev çarkta bir dişliye dönüşen baba, yeteneklerini çocuğuna aktarmaktan geri kaldı. Üstelik babanın yokluğu, annenin gücünü de artırmadı! Aksine, annenin kendi atalarından tevarüs ettiği geleneksel bilgi tahfif edilerek, otoritesi ona çocuğunu nasıl yetiştirmesi gerektiğini söyleyen uzmanlar tarafından paylaşıldı. Aile büyükleri ve ebeveynlerin eksikliği, “kültürel kodların” aktarımını ve çocuğa “rol modeli” olma pratiğini sekteye uğrattı. Artık ebeveynlerin birçok sorumluluğu kurumlar ya da üçüncü şahıslar tarafından yerine getiriliyor. Çocuk bakımından eğitime dek bir çok husus, üçüncü şahısların ve kurumların kontrolüne bırakılıyor. Rol modeli olarak alınacak ebeveynler ortalıkta yok, ya işteler ya da sanal alemde! Çocuğunuza dört saatte bisiklet binmeyi öğreten kurslar bile var. Oysa ne muhteşem bir deneyimdir bir babanın çocuğuna bisiklete binmeyi öğretmesi, çocuğun hayal ve hatıra dünyasına bir oya gibi işlenir. Anne ve baba, ruhlarının mührünü çocuklarına vuramıyor, onların seciyesini kadim bilgelikle nakış nakış işleyemiyor. Ocakta muhabbet tütmüyor. Modern aile fertlerinin yüzünde dolaşan dalgın sükunet, büyüyen boşluk ve vurdumduymazlığı gizliyor.
(evlat, resmini izinsiz kullandık, ödeşiriz bir ara. 😀)
Tumblr media
2 notes · View notes
hamiltyum · 1 month
Text
AĞaÇ Ev TasarImInda Geleneksel ve Modern UnsurlarIn BİrleŞtİrİlmesİ MÜmkÜn MÜdÜr?
Ağaç Ev İnşaatında Kullanılan Sürdürülebilir Uygulamalar Nelerdir?
Tumblr media
Ağaç ev tasarımında, geleneksel ve modern unsurların birleştirilmesi, hem estetik açıdan zengin bir görünüm hem de fonksiyonel bir yaşam alanı oluşturmak adına mümkündür. Geleneksel tasarım unsurları ahşap işçiliği detayları, doğal renk paletleri ve organik formaları içerir. Modern tasarım ise minimalist çizgiler, büyük cam yüzeyler ve yenilikçi malzeme kullanımıyla öne çıkar. Bu iki tasarım tarzını birleştirmek, ağaç evlerin hem geleneksel hem de çağdaş bir atmosfer sunmasına olanak tanır. Geleneksel ahşap işçiliği detayları, ağaç evin mimarisinde önemli bir rol oynar. Ağaç evlere bakmak veya daha fazla bilgi almak için https://www.tabiatahsap.com/ web adresini ziyaret edebilirsiniz.
Ağaç Evlerin Özellikleri Nelerdir?
Ağaç ev inşaatında kullanılan malzemelerin ve uygulamaların sürdürülebilir olması, çevre dostu bir yaklaşımı vurgular. Bu süreçte birçok sürdürülebilir uygulama mevcuttur. İnşaat için kullanılan ağaç malzemelerinin kaynağının sürdürülebilir ormancılık yöntemlerinden gelmesi önemlidir. Ormanların dengeli bir şekilde yönetilmesi, ağaçların sürdürülebilir bir şekilde kesilmesini sağlar. Ağaç evlerin enerji verimliliği göz önüne alınarak tasarlanması da sürdürülebilirlik açısından kritiktir. İyi yalıtılmış duvarlar, enerji tasarrufu sağlar ve ısı kayıplarını minimize eder. Ağaç evler, doğal malzemelerin kullanımı ve sürdürülebilir tasarımıyla öne çıkan özel yaşam alanlarıdır.  Ağaç evler ahşap gibi doğal malzemeler kullanılarak inşa edilir. Bu sıcak ve doğal bir atmosfer yaratır. Sürdürülebilir uygulamalar ve enerji verimliliği ile çevre dostu bir yaşam alanı sunar. Yenilenebilir enerji kaynakları ve su tasarrufu sistemleri gibi özellikler bu evlerde sıkça bulunur. Ağaç evler, rustik ve şık tasarımlarıyla estetik açıdan çekici bir görünüm sunar. Geleneksel ve modern tasarım unsurlarının birleşimi, benzersiz, özgün evlerin ortaya çıkmasını sağlar.
Tabiatahsap.com
0 notes
harfzen · 1 month
Text
demzen 164
2020 Ekim'de yazılmış Uncanny Vulvas isimli bir yazıda, üniversite gibi nispeten yalıtılmış topluluklarda, kadın/erkek oranlarının cinsel davranışlara etkisini şöyle anlatmış: When there are more men than women, women are much less likely to have casual sex. The majority sex (in this case men) competes for the minority sex (in this case women) and the minority sex calls the shots. When there is a female majority in the population, women compete for access to mates with casual sex. Whereas a male majority competing for access to scarce women compete with long-term commitment. Erkeklerin kadınlardan daha fazla olduğu durumlarda, kadınların gönül eğlendirmeye çok daha az meyilli oldukları görülür. Çoğunluk cinsiyeti (bu durumda erkekler) azınlık cinsiyeti (bu durumda kadınlar) için yarışır ve azınlık cinsiyeti durumu belirler. Nüfusta kadın çoğunluğu olduğunda, kadınlar eşlerle buluşabilmek için gönül eğlendirme yoluyla rekabet eder. Buna karşın, az sayıda kadına erişim için yarışan erkek çoğunluğu, uzun süreli taahhütlerle rekabet eder. (Çeviri: GPT-4) Bu kelimeyi sevmiyorum ama piyasa diye bir şey var yani. Kıymetinizi sadece ne olduğunuz değil, hangi ortamda başka kimlerle beraber bulunduğunuz da belirliyor. Alternatifin olacak kaç kişi var? Evlilik müessesinin giderek zayıflamasının sebebi de bu. Feodal devirlerden kalma sosyal imkansızlıkların oluşturduğu ideallerin modern çağlarda neden işe yaramadığını soruyorlar. Bunu da mesela Twitter'da soruyorlar. Herkesin herkesle iletişim kurabildiği, falancadan sıkılırsan filancaya yürüdüğün Twitter'da. Yalnızlaşma paradoksunun sebebi de bu. Alternatiflerin çokluğu erkek için de, kadın için de uğraşmaya gerek yok dedirtiyor. Nasılsa daha iyisi karşıma çıkar. Daha iyisi gerçekten de çıkabilir bu arada ama daha iyisinin de daha iyisi çıkabilir ve bu yüzden kimse kimseye uzun süre sabretmek zorunda değil. Çocuk gibi uzun vadeli projeleri düşünmüyorsa, pratik olarak her zaman başka birine ulaşmak mümkün. Çokluk içinde yokluk çağı. https://ift.tt/zX9BY2J
1 note · View note
fthlc · 1 month
Text
01.33
Her sene olduğu gibi bu sene de yalnız ve anlamsız bir yaş olacak sanırım. Güzel yaşlarım olmadı değil ama kimsenin hayatında bırak bir ömrü bir sene yer edemedim. Kimse suçlu değil... Suçlu "ben" olayım; peki geri kalan yalnızlıklar ve yalıtılmışlıklar n'olacak?
-- Fatih Alıç - Devrik Cümleler (Yalnız Bir Yıla Bir Kala)
17 notes · View notes
theheartofmuses · 2 months
Text
ispanya, fransa, italya, orta avrupa bilmemne babile falan ne kadar uzaksan o kadar rafine, yalıtılmış batılı oluyorsun ama özü yine de değişmiyor
0 notes
gunerkan · 3 months
Text
Prefabrik Beton: Mimari Tasarımda Yenilikçi Yaklaşımlar
Tumblr media
Mimarlık dünyasında sürekli evrim geçiren bir malzeme olan prefabrik beton yani prekast, günümüzde mimari tasarımda yenilikçi ve estetik açıdan çekici projelere ilham veriyor. Geleneksel yapı malzemelerinden farklı olarak prefabrik beton, modüler yapısı ve dayanıklılığıyla öne çıkarak mimarların ve tasarımcıların yaratıcılığını sınırlarını zorlamasına olanak tanıyor. İşte prekastın mimari tasarımdaki yenilikçi yaklaşımları hakkında bir göz atma vakti.
1. Modüler Mimari: Prefabrik beton, modüler tasarımın öncüsü olarak kabul edilebilir. Modüler yapısı sayesinde, standart ölçülerde üretilen parçalar bir araya getirilerek farklı boyutlarda ve şekillerdeki yapılar inşa edilebiliyor. Bu, mimarlara esneklik sağlayarak benzersiz ve kişiselleştirilmiş tasarımları hayata geçirme fırsatı sunuyor.
2. Estetik Çeşitlilik: Prefabrik beton, sadece dayanıklılığıyla değil, aynı zamanda estetik çeşitliliğiyle de dikkat çekiyor. Yüzey dokuları, renk seçenekleri ve farklı form çeşitleri sayesinde mimarlar, tasarımlarında modern, endüstriyel, minimalist veya geleneksel dokunuşlar ekleyebiliyor. Bu, mimarların projelerinde istedikleri atmosferi ve tarzı yaratmalarına olanak tanıyor.
3. Hızlı İnşaat ve Daha Az Atık: Prefabrik betonun önemli avantajlarından biri hızlı inşaattır. Fabrikalarda önceden üretilen modüler parçalar, inşaat sahasına taşındıklarında hızlı bir şekilde birleştirilebilir. Bu, inşaat süreçlerini kısaltmanın yanı sıra, daha az inşaat atığı oluşturarak çevre dostu bir yaklaşım sunar.
4. Yaratıcı Formlar: Prefabrik beton, yaratıcı form ve geometrilerin kolayca oluşturulabilmesine olanak tanır. İnce duvar kalınlıkları ve dayanıklılık, mimarlara özgün ve çekici yapılar tasarlama özgürlüğü sağlar. Dairesel formlar, eğimli çatılar veya dışarıdan bakıldığında çarpıcı görünen mimari öğeler, prefabrik betonla hayata geçirilebilecek sadece birkaç örnektir.
5. Enerji Verimliliği: Prefabrik beton, yüksek termal kütleye sahip olması nedeniyle enerji verimliliği açısından da avantajlıdır. İyi yalıtılmış prefabrik beton yapılar, enerji tüketimini düşürebilir ve sürdürülebilir bir mimari yaklaşımı destekleyebilir.
Sonuç olarak, prefabrik beton, mimarlar için sadece inşaat süreçlerini hızlandırmakla kalmayıp aynı zamanda estetik ve fonksiyonel açıdan zengin tasarımların kapılarını açan bir malzeme olarak öne çıkıyor. Yaratıcı mimari tasarımların arayışında olanlar için prefabrik beton, modern ve sürdürülebilir mimari projelerin temelini oluşturabilir.
0 notes
tferyal · 5 months
Text
Tumblr media
KİRPİ İKİLEMİ
Alman filozof Schopenhauer, insan ilişkileri hakkındaki görüşlerini çok güzel bir metaforla, kirpilerin hikayesi ile anlatır.
Soğuk bir kış günü kirpiler ısınmak için bir araya toplanır.
Ama kısa bir süre sonra okları ile birbirlerini yaraladıklarını görüp ayrılmak zorunda kalırlar. Isınma ihtiyaçları onları tekrar bir araya gelmeye zorlar fakat okları ile canları yanan kirpiler yan yana duramaz, yeniden ayrılırlar. Ta ki dondurucu soğuktan dirençleri kırılana kadar.. Bu ayrılıp birleşme dansı, birbirlerine zarar vermeden yaklaşabilecekleri mesafeyi bulana kadar devam eder.
Biz insanlar da kirpilere benzeriz der Schopenhauer, sevgi ve yakınlık için birbirimize sokuluruz, fakat bu buluşma can yakar, hemen ardından mahremiyetimize döneriz. Ancak bu kez de soğuk gecede üşür, yalnız kalırız ve tekrar yakınlaşmak isteriz.
Hayatın tek düzeliğinden kaçıp insanların arasına sığınmak için birleşme ve insanların dayanılmaz hatalarının verdiği acıdan kendimizi korumak için uzaklaşma ihtiyacı birbirini takip eder.
Kirpiler gibi, yara almadan bir arada kalmak için uygun olan mesafeyi ayarlamamızı önerir ünlü filozof.
Sadece kendi beden ısısını yani içsel gücünü koruyanların, diğerleri ile arasındaki güvenli mesafeyi bulabileceğini ve zehirli oklarla yaralanmaktan kurtulabileceğini söyler.
Yalıtılmış bir yaşam sürmeyi değil ama kendi sıcaklığımızı yaratarak, kendi insanlığımızla, kendi varlığımızı onurlandırarak o kritik, sadece bize özel alanı doldurmamızı, sınırlarımızı korumamızı öğütler.
Bir kaçıp bir dönüşlerimizi normalleştiriyor Schopenhauer.
‘Ne senle ne de sensiz’ oluşlarımız, terkedilişlerimiz, yalnız kalışlarımız, uzlaşmazlıklarımız sanki yeni bir anlam kazanıyor.
Ve düşündürüyor..
-Kimlerin oklarıyla canımız yanıyor?
-Oklarımızla kimleri yaralıyoruz ?
-Ne zaman fazla yakınlaşıyor, ne zaman uzaklara kaçıyoruz?
-Kendimizden, kişisel sınırlarımızdan nerelerde feragat ediyoruz?
-İki iğne arası mesafeyi koruyabilmek için ne gerekiyor?”
Alıntı
0 notes
hasanakbal19 · 6 months
Text
KIRMIZI BEYAZ BİR SEVDA
Bir düş’ ün b/atağı adeta b/atıl ruhlar sekmesi acının hicvinde değil ölümün hicretinde tutuklanmış masum ruhlar külliyesi… Mevsim diri ama dingin değil Hazan bahçesinde tokuşan hüzünlü kadehler Yalıtılmış bir izlek adeta sözcükler meylettiği kadar Yalnızlığın küpeştesinde saklı isyankâr ruhlar Bir tebessüm ehli çıktığımız yolculuk Şafağın doğumunda Şakağa dayalı kalemden seken kör…
View On WordPress
0 notes
kunyekultursanat · 6 months
Text
KIRMIZI BEYAZ BİR SEVDA
Bir düş’ ün b/atağı adeta b/atıl ruhlar sekmesi acının hicvinde değil ölümün hicretinde tutuklanmış masum ruhlar külliyesi… Mevsim diri ama dingin değil Hazan bahçesinde tokuşan hüzünlü kadehler Yalıtılmış bir izlek adeta sözcükler meylettiği kadar Yalnızlığın küpeştesinde saklı isyankâr ruhlar Bir tebessüm ehli çıktığımız yolculuk Şafağın doğumunda Şakağa dayalı kalemden seken kör…
View On WordPress
0 notes