Tumgik
#suyun hareketi
derdiderun · 1 year
Video
“Şüphesiz biz, (yarattığımız) her şeyi bir ölçüye göre yarattık.”
(Kamer, 54/49)
18 notes · View notes
bot-tret · 15 days
Text
Dağlı Direk
Bir deri doğrayıcı, ayaz habercisi
Bir cehennemin en bağırışlı kesimi
Bir gün parmaklarının arasında güçsüz ateş böceği
Bir ömür beynimdeki uslanmayan başkişi
Böylece çok sen, bir ben varız burada
Hep merak ettiğim denizden çıkıp gökyüzüne karışıyor bütün bu savaş çığlıkları
Evine dönen birkaç ölü, yerde para bulan sokaksızlar, yanlarında dolanan, birse benim gördüğüm ense kılları
Arka bahçesinde karınca dövüştüren çocuk, karşısına dikilmiş kim varsa kılıcından geçirmiş savaşçı
Hepsinin bu alçak soluk fısıldaşmalar, esintilerin kokusu bu suçluların
Duyan, kaç bucak dolaşan kim varsa son durağında kalmış
Etraf ise aklımın en usta yeri kadar kuytu bir köşenin Ay'ı konuk edişiyle sessizleşiyor
Çıkıyorsun yokluğun en olmadık yüreğinden
Önceleri bir baston ucu, sonraları bilinmezliğin kulu, soruların tanrısı
Sonra bir baston ucu, sonra evrenin en güzel beyni, sonra bir baston ucu
Sonra bir baston ucu
Gezegenlerin etrafında döndüğü, yıldızların burunlarından fark edemedikleri, gök adaların olanca hızla gürledikleri
Bir soğuk dudaklar, bir tutulan omuzlar
Tutunca bırakmayan bozucu toplar, ellerinden düşmüş gibi yayılmış kumlar
İlerisi, göremediğimiz, henüz keşfetmediğimiz
Yüzü, gözleri ve saçları
Hangisini saysan borca bulaşık, hepsi için, bilinmeyen, hatta olmayanlar daha
Aklına ne gelirse söyle, onu da istiyorum
Tutuşmuş toprak birikintilerinin içindeyim bak
Suyun yükselişi akıl yitirten; vardiyanın dalgalarından geliyor
Burası bir, karın kıştan farkı yok, dağın çukurdan
Kanımın anasından uzanıyor
Bakarsın ki kurtulmuş kaçıp, devletin yüz binlerce sakini
Ben elimde çekicim, kulak arkamda birer kalemle yarım bir sarma
En ortasına yürüyorum
Hiç dünyalar gezmediğine inanıp, güneşin her saniyesiyle değişen ışıktan
Mevsim geçişi, farklı renklerden
Neyi bilirsem onun içinden, düşlerimde dolaşsın, koyacak yanlar bulup
Rezil bir caddenin sandalyesinde, bu dersi kutbun hakimine kim öğretti sanıla
Gözlerinin akı akmış, yüz elli adım ötesinde ciğerlerim ondan tıkalı
Seni görüyorum
Ne dil döksem küçümsenme meraklısı
En basiti tutunduğum su
Varlığıma tanıklığın onunla olsun diye
Öylece dururken ve izlerken sen, önce elin yükseldi yavaş yavaş, birkaç ömür sürdü her hareketi
Sonra yüzün eğildi biraz öne biraz yana,
Vücudun ileri yöneldi, hepsi birbiriyle buluştu
Mum tokatlarmış gibi sallandım o hareketiyle
Her an durulup yeniden coşmak, bir an duyup sağır kesilmek evrenin tüm gürültüsüne
Şiddetin doruğu kadar soğukken tüm dünya, bir anlığına sonsuza dek orada,
Mavinin isyanı kadar ferahlatıcı
Bilmem kaç avcının bıçaklarını çiğnedim de bitti duyulmayanlar
Üstüne ne söz edesim var karaca boynundan
Yalnız bu da yalnızca ilk baktığım andan
Ne de yüce görevlerden görev, ne büyük işlem
Ki bir saniye üçer çağ onları söylerken
Her açıdan bilmem gerek, dönmen ve dönmen
Orada her şey yitik, yol anlarının izi
Tükenmez bir yokluk başlıyor sırlı örekten
Sanı unutulmaz her kesit kesitten
Durağın ve balyozun en büyük kanıtı bu
Olmadıklarının, bilmediğimin
Ve bu yüzsüz cevelan hakkımdan geldi
Çırpınışları kanatsızlığından serçeler gibi
Fikri durmayan serin otlakların günlük örümcek yuvaları anlar
Usun nereden başlayıp neye yöneldiğini
Nitekim doğrulduğunda, kalkmaya başlayınca sen
İşte o, bambaşka bir ömrün hikayesi, saatimden gider yılları
Peşkirimin içinden çıkıp dökülür çatlaklara
Yayılımın toy bir kıyamet, bir tırnaklarımı söken, bir yüreğime saplanan
3 notes · View notes
bozandeniz · 12 days
Text
Sözlüğü açık yakalayarak kaçan bir kaç anlamın ardında bıraktığı posa kelimelerden biriyim. Nere konsam sırıtırım.
Dingin dingin akan ırmağın üzerinde kendi halinde, suyun üzerinde durmak ve beslenmek için altına gizlenmiş dala muhtaç, bireysel formasyonunu duru güzelliğiyle tamamlanmış bir nilüfer yaprağı görüyorum sana her bakışımda.
Bakmak adil davranmıyor bana, hiçbir şey sıradan değil;
o yüzden mi sadece ?
Kaburgalarımın arasına sıkışmış bir balon var, özlemek garip alışkanlıkmış usta..
Akıl gördüğü her kareye eklemeler yapıyor kendi kendine, neye daha çok odaklandıysan onu ekliyor, sana sormuyor isteyip istemediğini.
Seste ses arıyor, insanda insan.
İnsanın aklı yok, aklın insanı varmış gibi sanki.
Tuhaf..
Bugün senden kalan bir şeylerin dönümü olsa gerek.
Hava civa gibi olsada ben daha ağır basıyor olmalıyım, ki hala yerdeyim.
Aslında tam uçulabilecek bir hava, hafifte rüzgar var.
Belki de denemek gerekli, çıkıp yüksek bir binanın çatısına, salıvermek kendini her şeyden daha hafif hissettiğin bir anda.
Sonrası..
Sonrası kolay..
Her hangi bir beklenti içinde olmadan insanları izlemek.
Parfümlerini bile geçip, terlerinin, üzerlerine sinen yumuşatıcıların, sigaranın, alkolün, zor uyanmalarının, mutluluklarının ya da bezginliklerinin kokusuna ulaşmak, onları duyumsamak ama onlara yağmurda bırakılmış bir şeymiş gibi yaklaşmak..
Çok şey farkettim, kendi cevaplarıma koşarak geçiyor zamanım. Ne olacağını umursamıyorum, ne yapacağımı umursamıyorum. Bezgin bir otomatiğe bağlı, asude bir oluşumun bir adım ötesiyim.
Yabancısıyım herkesin, bunu genelde zamansız ve yersiz gülmelerimden ya da susmalarımdan anlıyor çevremdeki insanlar. Çok uzun süredir televizyon, gazete gibi şeylerden uzakta yaşıyorum. Dünya da ne olduğuyla ilgilenmiyorum, sanırım olacak hiçbir şey içimdeki derin boşluğu, içimdeki kimsesizliği dolduramayacağına uzun zaman önce kendimi ikna ettim. Bir fark dışında, senin açtığın şu, şu an kapalı pencere. Senin renginle kaplı bir camı var, sen açıp, sen kapatabiliyorsun. Başka kimsenin o pencereye bir hükmü, o pencereyi kullanmaya ehliyeti yok. Camını kaplayan rengin de öyle koyu ki ardından devinen herhangi bir hareketi bile göstermiyor. Bana ihtiyacın yok, hiç kimseye ihtiyacın yok; bu noktada benzeşiyoruz.
İhtiyacın olan tek şey, sanırım inanmaktı. Bunu da denedin ve başaramadın, minnettarım en azından benimle denediğin için.
Eskiden olduğu gibi bundan sonra da neler olacağıyla ilgilenmiyorum. Hayatıma girip çıkan insanların benim için yapabilecekleri hiçbir şey yok, anlayamıyorlar ve bende uzun zamandır zaten anlatmak istemiyorum. Sana biraz bahsettim ama üzgünüm ki yeterince derinleştiremediğimdendir üstünkörü algılamana olanak sağladım. Birilerinin bana kendini anlat demesinden her zaman ödüm koptu. Ben içimde ülkeleştirdiğim düşlerimin kapısı önünde yabancı bir çift ayakkabı hiç istemedim, sana gelene dek. Sen ol istedim, sığana güvendim, kalbine inandım. Dipte ışık yoktur, ışığı dibe kendin götürmelisin, belki de senin amacında buydu. Bana ışığını bölmek, sana ulaşacak daha önce kullanılmamış bir yolu tarif etmekti. Telaşım yüzünden sanırım göremedim..
Hem nasıl telaş etmeyeyim, asırlardır aradığım tebessüm yüzünü yurt bellemiş..
Neden böyleyim diye sormayacağım artık, sızdırmamalıyım; rollerimi benimsemenin son perdesindeyim. Oynadığım sahnenin tepesinde parlayan projektör senden bana kalan yegane meta, velev ki avuçların..
"Bana bir şey olmayacak" gibi peşin bir yargının çekiciyle dövülüyor her an ruhum. Nasıl pişmanım anlatamam.
İnsan doğası gereği oluşulagelmiş şeylerden bihaber olduğunda etrafındaki herşeyi suçlayarak küçülür. Çok yaklaşmıştın bana, çok etrafındaydık birbirimizin ve kolayı seçtik ikimizde. Biz'i suçladık. Oysa hayatlarımızdaki en masum şeydi "biz", kendi adıma itiraf etmek durumundayım; ben kavrayamadım sanırım..
Minik yaratıklarız, aciz yaratıklarız, kibirli yaratıklarız. Herşeyi bildiğimizi sanan acınası, aptal canlılarız; ben öyleyim..
Bize biz olduğumuz için gelen insanların kırgıllığa açık olması o gelme yoluna kendini sokması için kendini yermesi gerekliliğidir. Neden döndün diye saçma sapan sorular sormamız, anlayamadığımız bu noktanın üzerine örten kibir, her zaman sadisttir. İnsanın bu yanı, el ayak çekildiğinde kontrolü ele alır. Bir sürü senaryo üretir zihin, kuşkular yükler en sıradan Merhaba'ya bile, paranoyaklaşır. Oysa huzurlu bir yaklaşım herşeyin özüdür. İnandığı için geldi, sevdiği için geldi, özlediği için geldi diyemediğimiz sürece bu bireysel metamorfozlar bizi terketmeyecek. "Gelişe" empati kurmak gibi insanın çok ihtiyacı olan bir şeyden velev ki herkes yoksun. O kadar kullanışlı bir olgu olmasına rağmen kimsenin bunu kullanmaması gerçekten hayret verici ve düşündürücü. Herkes birbirine benziyor diyebiliriz şu kadar basit bir çıkarımdan bile yola çıkarak. Sen, ben, herkes. Ruhlarımızdaki parmaklıklar yüzünden bile diyebilirim ki aynı cezaevinin mahkumlarıyız. Ranza arkadaşı olmak için gelene "altımızdaki" yatağı verdiğimiz sürece, onunla sıradan bir konuşma için bile yukarıdan baktığımız sürece, biz, bizi hep kaybedeceğiz..
Ben beklemeyi seçtim. Birşey değişmedi yani benim için. Bilincimin farkına vardığımdan beri rutin hayatımın kenarında, rutin hayatıma hiçbir beklentimi bulaştırmadan bekliyorum. Bu esnada bir sürü acılı senaryolarım oldu, kendime acımaktan sanırım artık vazgeçerek beklemeyi onurlandırmam gerekiyor. Tek başına beklemeyi güzel kılan tek olgu, beklemeyi onurlandırmaktır diye düşünüyorum. İnsan ömründe çok fazla, ikili ilişkilerde kafasında tasarladığı idole cuk oturan bir kahramanla tanışma fırsatı bulamıyor sonuçta.
Hiç kimse umurumda değil, bunu açık yüreklilikle ve net söylüyorum.
Gelip geçici herşey, aslolan mutlak yalnızlık eninde sonunda her bireyi içine alarak kapsayacak. Mesele, ufka dalarak baktığında gülümsemeni sağlayacak seçme anılar. Her insan bu tip anıların cumhuriyeti, en keskin anı başbakan, diğerleri bakan. İnsanın kendisi ise halk..
Bildiğim, değişimsiz tek gerçeğim seni seviyor olmamdır.
Diğer her şeyin değişimine koşulsuz ve sonsuz açığım, değişimler beni bu yüzden hiç şaşırtamaz.
Ben yolumu çizdim ve yürüyorum.
Yanıma gel
ya da gelme
bu böyle..
(Vanilya kokulu leylak bahçesinin miski amber gülüne )
Tumblr media
1 note · View note
lg-izmir · 15 days
Text
Termosifon kazan delinmesi, özellikle ev ve iş yerlerinde kullanılan termosifonların uzun süreli kullanımı veya bakımsızlığı sonucu meydana gelebilen ciddi bir sorundur. Bu yazımızda, termosifon kazan delinmesinin nedenlerini, belirtilerini, önlenmesi ve tamir yöntemlerini ayrıntılı bir şekilde ele alacağız. Termosifon Kazan Delinmesinin Nedenleri Sürekli olarak termosifon kazanı neden delinir sorusunu almaktayız. Bu durumun çok fazla sebebi olabilmektedir. Termosifon kazan delinmesinin genel olarak bazı olası sebepleri aşağıda listelenmiştir. Korozyon Termosifon kazanlarında korozyon, metalin su ve oksijenle etkileşime girerek zamanla aşınması ve zayıflaması sürecidir. Bu kimyasal tepkime, metali yavaş yavaş eritir ve sonunda deliklerin oluşmasına sebep olabilir. Kazanların korozyona uğraması, genellikle malzemenin kalitesi, suyun pH değeri ve çevresel faktörlere bağlı olarak değişir. Korozyonun önlenmesi için anot çubuğu gibi koruyucu ekipmanların kullanılması ve düzenli bakımın yapılması büyük önem taşır. Korozyon, sadece kazanın ömrünü kısaltmakla kalmaz, aynı zamanda termosifonun verimliliğini de düşürür. Metal yüzeylerdeki aşınma, ısı transferini engeller ve enerji maliyetlerinde artışa neden olur. Bu nedenle, termosifon kazanlarının düzenli olarak incelenmesi, korozyon belirtilerinin erken tespiti ve müdahalesi, uzun vadede cihazın sağlığı ve ekonomik verimliliği için kritik öneme sahiptir. Yüksek Basınç Termosifonlarda su ısındıkça, içerideki basınç da artar. Bu basınç, eğer uygun şekilde yönetilmezse, kazanın zayıf noktalarından delinmesine veya başka ciddi hasarlara neden olabilir. Yeterli basınç tahliye mekanizmalarının bulunmaması, kazanın ve bağlı olduğu sistemin zarar görmesi riskini artırır. Bu nedenle, basınç tahliye valfleri ve diğer güvenlik bileşenlerinin düzgün çalışır durumda olması, güvenli işletim için hayati öneme sahiptir. Basınçla ilgili sorunların önlenmesi, düzenli kontroller ve bakım işlemleriyle mümkündür. Basınç ayar valflerinin fonksiyonlarının periyodik olarak test edilmesi, herhangi bir aşırı basınç durumunda sistemin güvenli bir şekilde basıncı tahliye edebileceğinden emin olunmasını sağlar. Bu, hem kullanıcı güvenliği hem de cihazın uzun ömrü için kritik bir adımdır. Aşınma, Yıpranma ve Termosifon Dayanıklılığı Termosifon kazanlarının sürekli kullanımı, iç yüzeylerde zamanla aşınma ve yıpranmaya neden olabilir. Bu, özellikle sıcak suyun ve kazanın içindeki diğer bileşenlerin sürekli hareketi nedeniyle meydana gelir. Aşınma ve yıpranma, kazanın malzeme bütünlüğünü zayıflatır ve potansiyel olarak delinmelere yol açabilir. Bu nedenle, kazanın iç yüzeylerinin düzenli olarak kontrol edilmesi ve gerektiğinde onarım veya değişim yapılması önerilir. Sürekli aşınma ve yıpranmanın önlenmesi, termosifonun verimli çalışmasını ve uzun ömrünü destekler. Kazanın iç yüzeylerinin temiz tutulması, aşınma ve korozyonu minimize eder ve enerji verimliliğini artırır. Düzenli bakım ve gerekli önlemler, bu tür aşınma ve yıpranmanın önüne geçebilir, termosifonun performansını koruyabilir ve ani arızaların önlenmesine yardımcı olabilir. Su Kalitesi Sert su veya suyun kirliliği, termosifon kazanlarında ciddi sorunlara yol açabilir. Sert su, yüksek oranda mineral içerir ve bu mineraller kazanın iç yüzeylerinde birikerek kireçlenme ve korozyona neden olabilir. Bu birikimler, ısı transferini engeller, enerji verimliliğini düşürür ve kazanın ömrünü kısaltır. Suyun kirliliği de benzer etkilere sahip olabilir, iç bileşenleri aşındırabilir ve sistemde tıkanıklıklara yol açabilir. Su kalitesinin termosifon performansı üzerindeki etkisini azaltmak için, su yumuşatıcı sistemler kullanılabilir. Bu sistemler, suyun minerallerini azaltarak kireçlenme ve korozyon riskini düşürür. Ayrıca, düzenli su analizleri yaparak suyun kalitesini ve termosifonun buna uygun şekilde çalışıp çalışmadığını kontrol etmek önemlidir. Bu önlemler, termosifonun verimliliğini ve dayanıklılığını artırarak, uzun vadede maliyet tasarrufu sağlar. Termosifon Kazan Delinmesi Nasıl Anlaşılır Termosifon kazan delinmesi çoğu zaman kullanıcıların kolaylıkla anlayabileceği bir durumdur. Belirli durumlarda termosifon rezistans'tan da su akıtabiliyorken genellikle su akıtma sebepleri kazan delinmesidir. Termosifon kazan delinmesini anlayabileceğiniz bazı durumlar aşağıda listelenmiştir. Termosifon Su Kaçağı Termosifon kazanlarında su kaçağı, genellikle kazanın delinmesinin en belirgin işaretidir. Bu durum, zeminde su birikintileri, nemli duvarlar veya cihazın altında sürekli damlalar şeklinde kendini gösterebilir. Su kaçağı, hem enerji kaybına neden olur hem de su hasarı ve potansiyel olarak elektrik güvenliği riskleri taşır. Düzenli kontroller ve hızlı müdahale, bu tür sorunların üstesinden gelmede hayati önem taşır. Termosifon Isıtma Verimliliğinde Azalma Termosifon kazanlarındaki delikler, ısıtma sisteminin verimliliğinde önemli düşüşlere yol açabilir. Isı enerjisi, bu deliklerden dışarı sızarak israf olur ve bu da enerji tüketiminin artmasına ve ısıtma performansının düşmesine neden olur. Enerji verimliliğini korumak ve yüksek faturalardan kaçınmak için, bu tür sorunların erken tespiti ve düzeltilmesi gereklidir. https://egeservisizmir.com/Blog/termosifon-su-isitmiyor/ Termosifon Gürültülü Çalışıyor Kazanın içindeki veya dışındaki delinmeler ve çatlaklar, su ısındıkça gürültüye neden olabilir. Bu sesler, genellikle suyun çatlaklardan zorla geçmesi veya metalin ısınma ile genleşmesi sonucu oluşur. Gürültü, bazen ciddi bir sorunun habercisi olabilir, bu nedenle göz ardı edilmemeli ve kökeni hızla belirlenmelidir. Su Basıncında Değişiklikler Kazandaki delinmeler, termosifon sisteminin genel su basıncını etkileyebilir. Su kaçağı nedeniyle, sistemdeki basınç düşebilir, bu da ısıtma ve sıcak su akışında dalgalanmalara yol açabilir. Basınçtaki bu tür değişiklikler, sistem performansının düşmesine ve diğer bileşenler üzerinde olumsuz etkilere neden olabilir. Bu sebeple, basınçtaki herhangi bir anormal değişiklik derhal incelenmeli ve giderilmelidir. https://egeservisizmir.com/Blog/termosifon-neden-su-akitir/ Termosifon Kazan Delinmesi Nasıl Engellenir Bu adımların her biri, termosifonunuzun daha uzun ömürlü olmasını, daha verimli çalışmasını ve beklenmedik arızaların önüne geçilmesini sağlar. Bu bakımların uzmanlar tarafından yapılması, olası hataların ve kazaların önlenmesi açısından önemlidir. izmir'de ikamet edet termosifon kullanıcılar�� izmir Termosifon Servisi ile iletişime geçebilirler. Düzenli Bakım Termosifonların düzenli bakımı, cihazın uzun ömürlü olması ve verimli çalışması için kritik öneme sahiptir. Düzenli bakım süreci şunları içerir: Görsel Kontrol: Termosifonun dış yüzeyinde paslanma, sızıntı veya hasar belirtileri olup olmadığını kontrol etmek önemlidir. Bu kontroller, potansiyel sorunların erken aşamada tespit edilmesini sağlar. İç Kontrol ve Temizlik: Kazanın içerisinde birikmiş tortu ve kireç, ısı transferini engelleyebilir ve korozyona yol açabilir. Periyodik olarak kazanın içerisinin temizlenmesi, bu tür sorunların önüne geçer. Güvenlik Kontrolleri: Güvenlik valfleri, termostat ve diğer kontrol mekanizmalarının doğru çalıştığından emin olmak için test edilmelidir. Anot Çubuğu Değişimi Fonksiyonu: Anot çubuğu, korozyonu önlemek için termosifon içinde feda metal olarak işlev görür. Su içindeki korozyon potansiyelini çeken anot çubuğu, kazanın kendisinden önce aşınır. Kontrol ve Değişim: Anot çubuğunun düzenli aralıklarla kontrol edilmesi ve aşırı aşınmışsa değiştirilmesi gerekir. Çubuğun ömrü, suyun kalitesine ve kullanım sıklığına bağlı olarak değişir. https://egeservisizmir.com/Blog/termosifon-anot-ne-ise-yarar/ Basınç Ayar Valflerinin Kontrolü Önemi: Termosifon içerisindeki basınç, su ısındıkça artar. Basınç, güvenli seviyelerin üzerine çıktığında, basınç ayar valfi devreye girerek fazla basıncı tahliye eder. Kontrol: Basınç ayar valflerinin düzenli olarak kontrol edilmesi ve doğru çalışıp çalışmadığının test edilmesi, aşırı basınç sonucu kazanın zarar görmesini önler. Arızalı bir valf, yüksek basıncın kazana zarar vermesine yol açabilir. Su Yumuşatıcı Kullanımı Sert Su Problemi: Sert su, içerdiği yüksek oranda kalsiyum ve magnezyum ile termosifon kazanlarında kireçlenmeye ve korozyona yol açabilir. Bu, kazanın ömrünü kısaltır ve verimliliğini düşürür. Yumuşatıcıların Rolü: Su yumuşatıcılar, suyun kalsiyum ve magnezyum gibi minerallerini alarak suyu yumuşatır. Bu işlem, kazanda kireçlenme ve korozyon riskini azaltır, böylece termosifonun daha uzun süre sağlıklı bir şekilde çalışmasını sağlar. Bakım: Su yumuşatıcılarının da düzenli olarak bakımı ve tuz seviyelerinin kontrolü gerekir, böylece sürekli olarak etkili bir şekilde çalışmaları sağlanır. https://egeservisizmir.com/Blog/termosifon-nedir-termosifon-nasil-calisir/
0 notes
yenikibris · 21 days
Text
Yeşil Barış Hareketi Başkanı Feriha Tel: Her şeyi yok ediyoruz
Ülkemizde çevre felaketlerinin önüne bir türlü geçilemiyor. Tüm dünyayı etkisi altına alan iklim değişikliği bir ada ülkesi olan Kıbrıs’ı da derinden sarsarken, Kuzey Kıbrıs’ta su, ormanlık alanlar, dağlar ve bunun gibi birçok alan katledilmeye devam ediyor. Türkiye’den gelen suyun ardından derelerin ve göletlerin düzenlenmesi, yağmur sularının tutulması planlanmasına rağmen bu adımlar…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
izmirteknikdestek · 2 months
Text
Kombi Aşırı Isınıyor Hatası | 4 Farklı Arıza Sebebi
Günümüzde konforlu bir yaşamın vazgeçilmez unsurlarından biri olan kombiler, evlerimizi ısıtmak ve sıcak su ihtiyacımızı karşılamak için hayati öneme sahip cihazlardır. Ancak, bazen beklenmedik sorunlarla karşılaşabiliriz. Kombinin aşırı ısınması da bu sorunlardan biridir. Bu makalede, kombi aşırı ısınma hatasının nedenlerini, çözüm yollarını ve arızalı parçaları ele alacağız.
Kombi Aşırı Isınıyor Hatası Neden Oluşur ?
Kombi aşırı ısınıyor hatası, ev sahiplerini rahatsız eden ve kombinin normal çalışma sürecini engelleyen yaygın bir sorundur. Bu sorun, çeşitli faktörlerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkabilir. İşte kombinin aşırı ısınmasına neden olabilecek ana faktörler:
Düşük Su Basıncı: Kombi, doğru bir şekilde çalışabilmesi için belirli bir su basıncına ihtiyaç duyar. Ancak, kombinin içindeki su seviyesi düşükse veya su basıncı yetersizse, cihazın düzgün bir şekilde soğutulamamasına ve dolayısıyla aşırı ısınmasına neden olabilir.
Hava Tıkanıklığı: Kombideki hava tıkanıklığı, hava akışını engeller ve bu da kombinin içindeki sıcaklığın kontrolsüz bir şekilde artmasına yol açabilir. Özellikle kombi montajı veya bakımı sırasında hava tıkanıklığı oluşabilir ve bu durum, cihazın aşırı ısınmasına sebep olabilir.
Dolaşım Pompası Sorunları: Kombinin içinde dolaşım pompası, suyun düzenli bir şekilde dolaşmasını sağlar. Ancak, dolaşım pompasında bir arıza varsa veya pompa düzgün çalışmıyorsa, suyun hareketi yetersiz kalabilir ve kombi içindeki sıcaklık kontrol edilemeyebilir.
Termostat Arızası: Kombinin termostatı, istenilen sıcaklığı ayarlamak için kullanılır. Ancak, termostatın yanlış okuma yapması veya arızalanması durumunda, kombi gereğinden fazla ısı üretebilir ve bu da aşırı ısınma sorununu ortaya çıkarabilir.
Bu faktörler kombi aşırı ısınma sorununun en yaygın nedenleridir. Ancak, her durum farklı olabilir ve kombi aşırı ısınma sorununun kesin nedenini belirlemek için genellikle uzman bir teknisyenin müdahalesi gereklidir. Kombi aşırı ısınma sorunuyla karşılaşıldığında, bu faktörlerin detaylı bir şekilde incelenmesi ve uygun önlemlerin alınması önemlidir. Bu şekilde, kombinizin normal çalışma sürecine geri dönmesi sağlanabilir ve daha fazla sorunun önüne geçilebilir.
Tumblr media
Kombi Aşırı Isınıyor Hatası Nasıl Çözülür ?
Kombi aşırı ısınıyor hatasıyla karşılaşmak, ev sahipleri için endişe verici bir durumdur. Ancak, bu sorun genellikle belirli adımları izleyerek kolayca çözülebilir. İşte kombi aşırı ısınma hatasını gidermek için uygulanabilecek adımlar:
Su Basıncını Kontrol Edin: Kombi aşırı ısınıyor sorununun bir nedeni düşük su basıncı olabilir. Kombinizin su basıncını düzenli olarak kontrol edin ve gerektiğinde basıncı artırın.
Hava Tıkanıklığını Temizleyin: Kombide hava tıkanıklığı olması, doğru hava akışını engelleyerek kombinin aşırı ısınmasına neden olabilir. Hava tıkanıklığını temizleyin ve hava sirkülasyonunu sağlayın.
Dolaşım Pompasını Kontrol Edin: Kombinin içindeki suyun dolaşımını sağlayan pompa arızası, aşırı ısınma sorununa yol açabilir. Pompanın düzgün çalışıp çalışmadığını kontrol edin ve gerekirse onarım veya değişim yapın.
Termostatı Ayarlayın veya Değiştirin: Kombinin termostatı yanlış okuma yaparsa veya arızalanırsa, cihazın aşırı ısınmasına neden olabilir. Termostatı ayarlayın veya değiştirin, böylece kombinizin doğru sıcaklıkta çalışmasını sağlayın.
Bu adımları takip ederek, kombi aşırı ısınıyor sorununu çözebilir ve evinizdeki ısınma ve sıcak su ihtiyacını güvenle karşılayabilirsiniz.
Kombi Aşırı Isınıyor Hangi Parçalar Arızalıdır ?
Kombi aşırı ısınıyor sorunuyla karşılaştığınızda, bazı arızalı parçalar bu durumun temel sebepleri olabilir. Kombi aşırı ısınıyor sorununun altında yatan arızalı parçalar şunlardır:
Dolaşım Pompası: Kombinin içindeki suyun dolaşımını sağlayan dolaşım pompası, kombinin aşırı ısınmasına neden olabilecek önemli bir parçadır. Dolaşım pompası arızalandığında, suyun yeterince dolaşamaması sonucu kombi aşırı ısınabilir.
Termostat: Kombinin sıcaklık kontrolünü sağlayan termostat, kombinin içindeki suyun sıcaklığını düzenler. Arızalı bir termostat, yanlış sıcaklık okumalarına ve kombinin aşırı ısınmasına yol açabilir.
Sıcaklık Sensörü: Kombinin içindeki sıcaklığı ölçen sensörler, kombinin aşırı ısınma sorununa sebep olabilir. Arızalı bir sıcaklık sensörü, kombinin gerçek sıcaklığını doğru bir şekilde algılayamayabilir ve bu da aşırı ısınmaya yol açabilir.
Bu arızalı parçalar, kombinin normal çalışmasını engelleyebilir ve aşırı ısınma sorununa neden olabilir. Bu nedenle, kombinizin düzenli bakımını yaptırarak ve arızalı parçaları zamanında onararak, bu tür sorunların önüne geçebilirsiniz.
Tumblr media
Kombi Dışı Isınıyor Ne Yapılmalı ?
Eğer kombiniz dışarıdan aşırı bir ısı yayıyorsa, hemen ''Kombi Aşırı Isınıyor'' sorununu kontrol etmek için adımlar atmanız önemlidir. Bu durum, cihazınızın normal çalışmasından sapma gösterdiğini işaret edebilir ve potansiyel olarak ciddi arızaların habercisi olabilir. Kombi dışındaki aşırı ısınma genellikle göz ardı edilmemesi gereken bir durumdur çünkü bu, hem cihazın verimliliğini etkileyebilir hem de evinizdeki güvenliği tehlikeye atabilir.
İlk olarak, kombinizin dış yüzeyini düzenli olarak kontrol etmek önemlidir. Normalde, kombi dışı ısınır, ancak aşırı bir sıcaklık hissediyorsanız veya cihaz normalden daha fazla ısı yayıyorsa, bu durumu ciddiye almalısınız. Bunun nedeni, içerideki mekanizmaların düzgün çalışmadığını veya bir arıza olduğunu gösterebilir.
Bu tür bir aşırı ısınma genellikle birkaç farklı nedenden kaynaklanabilir. Örneğin, kombinin içindeki suyun düşük basınca sahip olması, dolaşım pompasının arızalanması veya termostatın yanlış çalışması gibi çeşitli teknik sorunlar kombi dışında aşırı ısınmaya sebep olabilir. Bu nedenle, kombinizin dışındaki aşırı ısınma durumunu dikkate alarak, hemen bir uzman teknisyene başvurmanız önemlidir.
DemirDöküm Kombi Aşırı Isınma Hatası
DemirDöküm kombilerde karşılaşılan ''Kombi Aşırı Isınıyor'' sorunu, genellikle kullanıcılar için endişe verici bir durumdur. Bu durumla karşılaştığınızda, öncelikle arıza kodlarını gözden geçirmek önemlidir. DemirDöküm kombi aşırı ısınma hatasıyla karşılaştığınızda, genellikle şu arıza kodlarıyla karşılaşabilirsiniz:
E01: Kombi sıcaklık sensörü hatası.
E03: Kombi su basıncı düşük uyarısı.
E04: Kombi su basıncı yüksek uyarısı.
E10: Kombi su sıcaklığı yüksek uyarısı.
E15: Kombi su sıcaklık sensörü hatası.
Bu arıza kodlarıyla karşılaştığınızda, cihazın aşırı ısınmasının nedenlerini ve çözüm yollarını belirlemek için bir uzmana başvurmanız önemlidir. Kombi sağlıklı ve güvenli bir şekilde çalışmadığında, konunun uzmanı tarafından müdahale edilmesi gerekebilir.
Baymak Kombi Aşırı Isınma Hatası Nasıl Çözülür ?
Baymak kombi kullanıcıları için sık karşılaşılan bir sorun olan ''Kombi Aşırı Isınıyor'' hatası, genellikle cihazın performansını etkileyen önemli bir arızadır. Baymak kombilerde bu hatayı belirten bir dizi arıza kodu bulunmaktadır:
E01: Yanma hatası
E03: Dolaşım hatası
E04: Fan hatası
E06: Sıcaklık sensörü hatası
Bu arıza kodlarıyla karşılaşan kullanıcılar, panik yapmadan önce bazı adımları izleyerek sorunu çözebilirler. İlk olarak, kombinin elektrik ve gaz bağlantılarını kontrol edin ve gerekirse yeniden başlatın. Ardından, su basıncını kontrol edin ve gerektiğinde su ekleyin. Eğer sorun devam ederse, Baymak kombi servisiyle iletişime geçin ve profesyonel yardım alın. Kombi bakımı ve düzenli kontrolü, bu tür sorunların önlenmesine yardımcı olabilir.
0 notes
mitrasuaritma · 8 months
Text
Su İçmenin Faydaları ve Önemi
Su İçmenin Faydaları
Su, yaşamın temel kaynağıdır ve vücudumuzun düzgün çalışması için hayati bir rol oynar. Bu makalede, su içmenin faydalarını ve önemini derinlemesine inceleyeceğiz. Sağlığınızı iyileştirmenin ve genel yaşam kalitenizi artırmanın basit ve etkili bir yolunu bulmak istiyorsanız, su içmenin ne kadar önemli olduğunu anlamak kritik bir adımdır.
Vücut Fonksiyonlarını Destekler
Vücut, doğru şekilde çalışabilmesi için suya ihtiyaç duyar. İç organlarımızın ve hücrelerimizin çoğu suyla doludur ve bu sıvı, sindirim, dolaşım, solunum ve atık ürünlerin uzaklaştırılması gibi bir dizi temel vücut fonksiyonunu destekler. Yeterince su içmek, bu süreçlerin sorunsuz bir şekilde çalışmasına yardımcı olur.
Hidrasyonu Sağlar
Yeterince su içmek, vücudu hidrate eder. Hidrasyon, cilt sağlığından enerji seviyelerine kadar birçok farklı yönüyle yaşamımızı etkiler. Cildimiz, nemini kaybettiğinde kurur ve yaşlanma belirtileri daha belirgin hale gelir. Ayrıca, vücut susuz kaldığında, enerji seviyeleri düşer ve günlük aktivitelerimizi tamamlamak daha zor hale gelir.
Metabolizmayı Hızlandırır
Su içmek, metabolizmayı hızlandırabilir. Araştırmalar, yeterince su içmenin, vücudu daha fazla kalori yakmaya teşvik edebileceğini göstermektedir. Bu, kilo kontrolü veya kilo verme hedefleri olanlar için önemlidir. Metabolizma hızının artması, yağ yakımını artırabilir ve daha fazla enerji harcamanıza yardımcı olabilir.
Toksinlerin Atılmasına Yardımcı Olur
Vücut, toksinlerin birikmesini önlemek ve zararlı maddeleri atmak için suya ihtiyaç duyar. Böbreklerimiz, toksinleri idrar yoluyla atar ve bu işlem suyun yardımıyla gerçekleşir. Yeterince su içmek, böbreklerin daha etkili çalışmasına yardımcı olur ve böylece toksinlerin vücuttan atılmasına yardımcı olur.
Cilt Sağlığını İyileştirir
Su içmek, cilt sağlığını iyileştirebilir. Nemli bir cilt daha sağlıklı ve genç görünür. Ayrıca, akne ve diğer cilt problemlerinin önlenmesine yardımcı olabilir. Cilt, vücuttan toksinlerin atılmasına yardımcı olan bir diğer önemli organdır, bu nedenle yeterince su içmek cilt sağlığını destekler.
Eklemleri Korur
Eklemler, vücutta hareketi mümkün kılan önemli yapılardır. Yeterince su içmek, eklemlerin kayganlığını korumaya yardımcı olur ve böylece eklem ağrılarını ve sertliğini azaltabilir. Özellikle yaşlanma sürecinde eklem sağlığına dikkat etmek önemlidir, ve su içmek bu konuda önemli bir rol oynar.
Konsantrasyonu Artırır
Beyin, vücudun en önemli organlarından biridir ve doğru şekilde çalışması için suya ihtiyaç duyar. Yeterince su içmek, bilişsel fonksiyonları artırabilir, odaklanmayı kolaylaştırabilir ve düşünme yeteneğini iyileştirebilir. Bu, özellikle öğrenciler, iş profesyonelleri ve herkes için önemlidir.
Ruhsal Durumu İyileştirir
Su içmek, ruh halini iyileştirebilir. Araştırmalar, hafif dehidrasyonun ruh halini olumsuz etkileyebileceğini göstermektedir. Yeterince su içmek, pozitif bir ruh halini destekleyebilir, stresi azaltabilir ve zihinsel sağlığı iyileştirebilir.
1 note · View note
eserozetlerim · 1 year
Text
Nesnel Cümle Örnekleri (100 Tane)
New Post has been published on https://eserozetleri.com/nesnel-cumle-ornekleri-100-tane/
Nesnel Cümle Örnekleri (100 Tane)
Nesnel Cümle Örnekleri (100 Tane) – Nesnel yargılar, gerçekliği kanıtlanabilir ve herkes için aynı anlam ifade eden cümlelerdir. Bu tür cümleler, bilimsel çalışmaların ve objektif yazıların temelini oluşturur. Bu yazıda, nesnel yargıların ne olduğunu ve 100 örnek vererek nasıl kullanıldığını inceleyeceğiz.
Nesnel yargı bildiren cümleler gerçekliği kanıtlanabilir, somut ve objektif olan cümlelerdir. İşte Nesnel Cümle Örnekleri
Su 100 derecede kaynar.
Dünya’nın yörüngesi eliptiktir.
Işık hızı 299.792.458 metredir.
Ağrı kesici ilaçlar ağrıyı azaltır.
İnsanlar oksijene ihtiyaç duyarlar.
Kanunlara uyulması gerekmektedir.
Yerçekimi, cisimleri çeker.
Karbondioksit, sera gazı etkisi yapar.
İçinde demir olan cisimler manyetiktir.
Yapılan çalışmanın doğru sonuçlar vermesi için doğru yöntem kullanılmalıdır.
youtube
Yukarıdaki cümleler gerçekliği kanıtlanabilir ve herkes için aynı anlamı ifade eder. Nesnel cümleler, bilimsel ve akademik yazılar gibi somut verilerin paylaşıldığı durumlarda sıkça kullanılır. Aşağıda yer alan başlıkta 100 tane Nesnel Cümle Örneği görebilirsiniz.
100 tane Nesnel Cümle Örneği
100 tane Nesnel Cümle Örneği, gerçekliği kanıtlanabilen, herkes için aynı anlam ifade eden cümlelerdir. Bilimsel çalışmalar ve objektif yazıların temelini oluşturan nesnel cümleler, doğru bilgi iletişiminde oldukça önemlidir. Bu cümleler, herhangi bir öznel yargıya veya yorumlamaya dayanmazlar ve herkes tarafından kabul edilebilirler.
Nesnel Cümle Örnekleri (100 Tane)
Örneğin, “Su 100 derecede kaynar” veya “İnsan vücudu ortalama 37 derece sıcaklıktadır” gibi cümleler nesnel cümlelere örnek olarak verilebilir. Bu cümleler, bilimsel olarak kanıtlanabilir ve herkes için aynı anlamı ifade eder. Nesnel cümleler, doğru bilgiye erişmek ve doğru kararlar vermek için kullanılabilecek güvenilir bir kaynak olarak hizmet ederler.
1+1=2
Dünya’nın dönme hızı saatte 1670 km’dir.
İnsan vücudu ortalama 37 derece sıcaklıktadır.
Dört mevsim vardır: ilkbahar, yaz, sonbahar, kış.
Köpekler, insanlara sadık hayvanlardır.
İngilizce, dünya genelinde en yaygın olarak kullanılan ikinci dilidir.
Elektrik, elektronların hareketi sonucu oluşan bir enerjidir.
En hızlı hayvan, çita’dır.
İlk atom bombası ABD tarafından yapılmıştır.
Yıldızlar, gezegenlerin etrafında döner.
Sıfırın karesi sıfırdır.
Su, 4 derecede en yoğun hale gelir.
İnsan vücudu yaklaşık 60% sudan oluşur.
Güneş sisteminde 8 gezegen vardır.
Demir, magnetik özellik gösteren bir elementtir.
Beyin, insan vücudundaki en önemli organdır.
Tüm canlılar, DNA moleküllerinden oluşur.
Güneş, bir yıldızdır.
İki paralel doğru birbirine asla kesişmez.
İnsanlar, günlük yaşamlarında matematiksel işlemleri kullanırlar.
Elektrik, kablosuz olarak da iletim edilebilir.
Dünya, Güneş’in çevresinde döner.
İnsan saçı yaklaşık 1 cm ayda uzar.
Kuvvetin birimi newton’dur.
Evren, Büyük Patlama ile başlamıştır.
İnsanlar, düzenli olarak uyumaya ihtiyaç duyarlar.
Bir yıl 365 gün ve 6 saat sürer.
Tarih, geçmiş olayların incelemesi ve kaydedilmesidir.
Sıcaklık, bir maddenin moleküllerinin hareketine bağlıdır.
Tüm canlılar, oksijen ve besine ihtiyaç duyarlar.
Çelik, demirin karbonla alaşımından oluşur.
İnsan DNA’sı, anne ve babadan miras alınır.
Çekirdek atomun en yoğun bölgesidir.
Suyun yoğunluğu 1 gr/cm³’dür.
İnsanlar, çevrelerine uyum sağlamak için kültür ve toplum kurarlar.
Yer kabuğu, birçok levhadan oluşur.
Atıkların geri dönüştürülmesi, doğal kaynakları korur.
Dünya, güneşe ortalama olarak 150 milyon km uzaklıktadır.
İnsanlar, dünya üzerindeki diğer canlılarla ortak bir evrendirler.
İnsanların sahip olduğu 5 temel duyu organı vardır: görme, işitme, tat alma, dokunma ve koku alma.
Yeni keşfedilen bir gezegen, yıldızın etrafında döner.
Su, doğada bulunan en yaygın moleküldür.
Tüm canlılar, vücutlarında birçok kimyasal reaksiyon gerçekleştirirler.
İnsanlar, uyku sırasında rüya görürler.
Güneş, yeryüzündeki tüm enerjinin kaynağıdır.
Yılanlar, zehirli ve zehirsiz olmak üzere ikiye ayrılır.
İnsan vücudu, birçok organ ve sistemden oluşur.
Yerkürenin dörtte üçü su ile kaplıdır.
İnsanlar, başka dilleri öğrenebilirler.
İnsan vücudu, yaklaşık 206 kemikten oluşur.
Yeryüzünde 7 milyardan fazla insan yaşamaktadır.
Güneşin çevresinde dönen 8 gezegen, Güneş sistemi olarak bilinir.
İnsanlar, dünya üzerinde bulunan birçok canlı türüyle paylaşırlar.
Çiçekler, tohumlarını rüzgar ve böcekler vasıtasıyla taşırlar.
İnsanlar, dünya yüzeyindeki coğrafi özellikleri keşfederler.
Sivrisinekler, kan emerek beslenirler.
Dünya’nın manyetik alanı, gezegenimizi güneş rüzgarından korur.
İnsan vücudu, yaklaşık 640 farklı kas içerir.
Gökkuşağı, güneş ışınlarının su damlacıklarında kırılması sonucu oluşur.
İnsanlar, doğal kaynakları korumak için yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanabilirler.
İnsanlar, güneş ışığına maruz kaldıklarında D vitamini üretirler.
Yıldızlar, uzayda çok sayıda yer kaplayan nesnelerdir.
İnsanlar, hayvanlarla etkileşimde bulunurlar.
Elektrik, manyetik alanlardan üretilebilir.
Suyun buharlaşması, su döngüsünün bir parçasıdır.
İnsanlar, kendilerine ve diğer canlılara zarar veren organizmalarla mücadele ederler.
Dünya, Güneş’in etrafında yörüngede dönerken eğik bir açı yapar.
İnsanlar, dünya üzerindeki kaynakları kullanırken sürdürülebilir olmalarına dikkat ederler.
Atomlar, birçok elementin yapı taşlarıdır.
İnsanlar, diğer canlılarla birlikte yaşamak için çeşitli yaşam alanları oluştururlar.
Bitkiler, fotosentez yoluyla kendi besinlerini üretebilirler.
İnsanlar, dünyanın farklı bölgelerinde farklı kültürler oluştururlar.
İşitme kaybı, kulakta hasar nedeniyle meydana gelebilir.
İnsanlar, doğal afetlere karşı hazırlıklı olmak için acil durum planları yaparlar.
Renkler, elektromanyetik dalga boyu farklılıklarından kaynaklanır.
İnsanlar, birçok farklı yaşam tarzına sahiptirler.
Dünya’nın manyetik alanı, gezegenimizi güneş rüzgarından korur.
İnsanlar, diğer canlılarla birlikte yaşayarak ekosistemleri koruyabilirler.
Su, insanların hayatta kalmaları için önemlidir.
İnsanlar, diğer canlı türleriyle birlikte çalışarak doğal kaynakları koruyabilirler.
Yeryüzündeki çeşitli iklimler, dünya üzerindeki farklı coğrafi bölgelerde meydana gelir.
İnsanlar, birçok farklı zeka türüne sahip olabilirler.
Ses, titreşen bir nesnenin çıkardığı dalgalardır.
İnsanlar, dünya üzerindeki farklı dilleri konuşabilirler.
Tarım, gıda üretmek için kullanılan birçok yöntem içerir.
İnsanlar, dünya üzerindeki diğer canlılarla birlikte çevreyi koruyarak gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılayabilirler.
Ay, dünyamızın etrafında yaklaşık 27 günde döner.
Dünya’nın kutupları, kuzey ve güney manyetik kutuplarından farklıdır.
İnsanlar, dünya yüzeyinde farklı coğrafi bölgelerde yaşarlar.
Rüzgar, farklı basınçlı hava kütleleri arasındaki hareketten kaynaklanır.
İnsanlar, diğer canlılarla birlikte topluluklar oluşturarak güçlerini birleştirebilirler.
Güneş sistemindeki gezegenler, farklı uzaklıklarda yörüngede dönerler.
İnsanlar, fiziksel aktiviteler yaparak sağlıklarını koruyabilirler.
Suda bulunan oksijen, balıkların yaşaması için önemlidir.
İnsanlar, birçok farklı inanç sistemine sahiptirler.
Çekirdek, atomun merkezi ve nötronlar ile protonları içerir.
İnsanlar, dünya üzerindeki farklı coğrafi bölgelerde farklı yemekler yiyebilirler.
Radyasyon, elektromanyetik dalgalardan veya parçacıklardan kaynaklanan enerjidir.
İnsanlar, doğal kaynakları korumak için sürdürülebilir tarım yöntemlerini kullanabilirler.
İnsan beyni, birçok farklı işlevi yerine getirir.
0 notes
habernet · 1 year
Link
0 notes
haberka · 1 year
Link
0 notes
haberceni · 1 year
Link
0 notes
lg-izmir · 1 month
Text
Termosifon kazan delinmesi, özellikle ev ve iş yerlerinde kullanılan termosifonların uzun süreli kullanımı veya bakımsızlığı sonucu meydana gelebilen ciddi bir sorundur. Bu yazımızda, termosifon kazan delinmesinin nedenlerini, belirtilerini, önlenmesi ve tamir yöntemlerini ayrıntılı bir şekilde ele alacağız. Termosifon Kazan Delinmesinin Nedenleri Sürekli olarak termosifon kazanı neden delinir sorusunu almaktayız. Bu durumun çok fazla sebebi olabilmektedir. Termosifon kazan delinmesinin genel olarak bazı olası sebepleri aşağıda listelenmiştir. Korozyon Termosifon kazanlarında korozyon, metalin su ve oksijenle etkileşime girerek zamanla aşınması ve zayıflaması sürecidir. Bu kimyasal tepkime, metali yavaş yavaş eritir ve sonunda deliklerin oluşmasına sebep olabilir. Kazanların korozyona uğraması, genellikle malzemenin kalitesi, suyun pH değeri ve çevresel faktörlere bağlı olarak değişir. Korozyonun önlenmesi için anot çubuğu gibi koruyucu ekipmanların kullanılması ve düzenli bakımın yapılması büyük önem taşır. Korozyon, sadece kazanın ömrünü kısaltmakla kalmaz, aynı zamanda termosifonun verimliliğini de düşürür. Metal yüzeylerdeki aşınma, ısı transferini engeller ve enerji maliyetlerinde artışa neden olur. Bu nedenle, termosifon kazanlarının düzenli olarak incelenmesi, korozyon belirtilerinin erken tespiti ve müdahalesi, uzun vadede cihazın sağlığı ve ekonomik verimliliği için kritik öneme sahiptir. Yüksek Basınç Termosifonlarda su ısındıkça, içerideki basınç da artar. Bu basınç, eğer uygun şekilde yönetilmezse, kazanın zayıf noktalarından delinmesine veya başka ciddi hasarlara neden olabilir. Yeterli basınç tahliye mekanizmalarının bulunmaması, kazanın ve bağlı olduğu sistemin zarar görmesi riskini artırır. Bu nedenle, basınç tahliye valfleri ve diğer güvenlik bileşenlerinin düzgün çalışır durumda olması, güvenli işletim için hayati öneme sahiptir. Basınçla ilgili sorunların önlenmesi, düzenli kontroller ve bakım işlemleriyle mümkündür. Basınç ayar valflerinin fonksiyonlarının periyodik olarak test edilmesi, herhangi bir aşırı basınç durumunda sistemin güvenli bir şekilde basıncı tahliye edebileceğinden emin olunmasını sağlar. Bu, hem kullanıcı güvenliği hem de cihazın uzun ömrü için kritik bir adımdır. Aşınma, Yıpranma ve Termosifon Dayanıklılığı Termosifon kazanlarının sürekli kullanımı, iç yüzeylerde zamanla aşınma ve yıpranmaya neden olabilir. Bu, özellikle sıcak suyun ve kazanın içindeki diğer bileşenlerin sürekli hareketi nedeniyle meydana gelir. Aşınma ve yıpranma, kazanın malzeme bütünlüğünü zayıflatır ve potansiyel olarak delinmelere yol açabilir. Bu nedenle, kazanın iç yüzeylerinin düzenli olarak kontrol edilmesi ve gerektiğinde onarım veya değişim yapılması önerilir. Sürekli aşınma ve yıpranmanın önlenmesi, termosifonun verimli çalışmasını ve uzun ömrünü destekler. Kazanın iç yüzeylerinin temiz tutulması, aşınma ve korozyonu minimize eder ve enerji verimliliğini artırır. Düzenli bakım ve gerekli önlemler, bu tür aşınma ve yıpranmanın önüne geçebilir, termosifonun performansını koruyabilir ve ani arızaların önlenmesine yardımcı olabilir. Su Kalitesi Sert su veya suyun kirliliği, termosifon kazanlarında ciddi sorunlara yol açabilir. Sert su, yüksek oranda mineral içerir ve bu mineraller kazanın iç yüzeylerinde birikerek kireçlenme ve korozyona neden olabilir. Bu birikimler, ısı transferini engeller, enerji verimliliğini düşürür ve kazanın ömrünü kısaltır. Suyun kirliliği de benzer etkilere sahip olabilir, iç bileşenleri aşındırabilir ve sistemde tıkanıklıklara yol açabilir. Su kalitesinin termosifon performansı üzerindeki etkisini azaltmak için, su yumuşatıcı sistemler kullanılabilir. Bu sistemler, suyun minerallerini azaltarak kireçlenme ve korozyon riskini düşürür. Ayrıca, düzenli su analizleri yaparak suyun kalitesini ve termosifonun buna uygun şekilde çalışıp çalışmadığını kontrol etmek önemlidir. Bu önlemler, termosifonun verimliliğini ve dayanıklılığını artırarak, uzun vadede maliyet tasarrufu sağlar. Termosifon Kazan Delinmesi Nasıl Anlaşılır Termosifon kazan delinmesi çoğu zaman kullanıcıların kolaylıkla anlayabileceği bir durumdur. Belirli durumlarda termosifon rezistans'tan da su akıtabiliyorken genellikle su akıtma sebepleri kazan delinmesidir. Termosifon kazan delinmesini anlayabileceğiniz bazı durumlar aşağıda listelenmiştir. Termosifon Su Kaçağı Termosifon kazanlarında su kaçağı, genellikle kazanın delinmesinin en belirgin işaretidir. Bu durum, zeminde su birikintileri, nemli duvarlar veya cihazın altında sürekli damlalar şeklinde kendini gösterebilir. Su kaçağı, hem enerji kaybına neden olur hem de su hasarı ve potansiyel olarak elektrik güvenliği riskleri taşır. Düzenli kontroller ve hızlı müdahale, bu tür sorunların üstesinden gelmede hayati önem taşır. Termosifon Isıtma Verimliliğinde Azalma Termosifon kazanlarındaki delikler, ısıtma sisteminin verimliliğinde önemli düşüşlere yol açabilir. Isı enerjisi, bu deliklerden dışarı sızarak israf olur ve bu da enerji tüketiminin artmasına ve ısıtma performansının düşmesine neden olur. Enerji verimliliğini korumak ve yüksek faturalardan kaçınmak için, bu tür sorunların erken tespiti ve düzeltilmesi gereklidir. https://egeservisizmir.com/Blog/termosifon-su-isitmiyor/ Termosifon Gürültülü Çalışıyor Kazanın içindeki veya dışındaki delinmeler ve çatlaklar, su ısındıkça gürültüye neden olabilir. Bu sesler, genellikle suyun çatlaklardan zorla geçmesi veya metalin ısınma ile genleşmesi sonucu oluşur. Gürültü, bazen ciddi bir sorunun habercisi olabilir, bu nedenle göz ardı edilmemeli ve kökeni hızla belirlenmelidir. Su Basıncında Değişiklikler Kazandaki delinmeler, termosifon sisteminin genel su basıncını etkileyebilir. Su kaçağı nedeniyle, sistemdeki basınç düşebilir, bu da ısıtma ve sıcak su akışında dalgalanmalara yol açabilir. Basınçtaki bu tür değişiklikler, sistem performansının düşmesine ve diğer bileşenler üzerinde olumsuz etkilere neden olabilir. Bu sebeple, basınçtaki herhangi bir anormal değişiklik derhal incelenmeli ve giderilmelidir. https://egeservisizmir.com/Blog/termosifon-neden-su-akitir/ Termosifon Kazan Delinmesi Nasıl Engellenir Bu adımların her biri, termosifonunuzun daha uzun ömürlü olmasını, daha verimli çalışmasını ve beklenmedik arızaların önüne geçilmesini sağlar. Bu bakımların uzmanlar tarafından yapılması, olası hataların ve kazaların önlenmesi açısından önemlidir. izmir'de ikamet edet termosifon kullanıcıları izmir Termosifon Servisi ile iletişime geçebilirler. Düzenli Bakım Termosifonların düzenli bakımı, cihazın uzun ömürlü olması ve verimli çalışması için kritik öneme sahiptir. Düzenli bakım süreci şunları içerir: Görsel Kontrol: Termosifonun dış yüzeyinde paslanma, sızıntı veya hasar belirtileri olup olmadığını kontrol etmek önemlidir. Bu kontroller, potansiyel sorunların erken aşamada tespit edilmesini sağlar. İç Kontrol ve Temizlik: Kazanın içerisinde birikmiş tortu ve kireç, ısı transferini engelleyebilir ve korozyona yol açabilir. Periyodik olarak kazanın içerisinin temizlenmesi, bu tür sorunların önüne geçer. Güvenlik Kontrolleri: Güvenlik valfleri, termostat ve diğer kontrol mekanizmalarının doğru çalıştığından emin olmak için test edilmelidir. Anot Çubuğu Değişimi Fonksiyonu: Anot çubuğu, korozyonu önlemek için termosifon içinde feda metal olarak işlev görür. Su içindeki korozyon potansiyelini çeken anot çubuğu, kazanın kendisinden önce aşınır. Kontrol ve Değişim: Anot çubuğunun düzenli aralıklarla kontrol edilmesi ve aşırı aşınmışsa değiştirilmesi gerekir. Çubuğun ömrü, suyun kalitesine ve kullanım sıklığına bağlı olarak değişir. https://egeservisizmir.com/Blog/termosifon-anot-ne-ise-yarar/ Basınç Ayar Valflerinin Kontrolü Önemi: Termosifon içerisindeki basınç, su ısındıkça artar. Basınç, güvenli seviyelerin üzerine çıktığında, basınç ayar valfi devreye girerek fazla basıncı tahliye eder. Kontrol: Basınç ayar valflerinin düzenli olarak kontrol edilmesi ve doğru çalışıp çalışmadığının test edilmesi, aşırı basınç sonucu kazanın zarar görmesini önler. Arızalı bir valf, yüksek basıncın kazana zarar vermesine yol açabilir. Su Yumuşatıcı Kullanımı Sert Su Problemi: Sert su, içerdiği yüksek oranda kalsiyum ve magnezyum ile termosifon kazanlarında kireçlenmeye ve korozyona yol açabilir. Bu, kazanın ömrünü kısaltır ve verimliliğini düşürür. Yumuşatıcıların Rolü: Su yumuşatıcılar, suyun kalsiyum ve magnezyum gibi minerallerini alarak suyu yumuşatır. Bu işlem, kazanda kireçlenme ve korozyon riskini azaltır, böylece termosifonun daha uzun süre sağlıklı bir şekilde çalışmasını sağlar. Bakım: Su yumuşatıcılarının da düzenli olarak bakımı ve tuz seviyelerinin kontrolü gerekir, böylece sürekli olarak etkili bir şekilde çalışmaları sağlanır. https://egeservisizmir.com/Blog/termosifon-nedir-termosifon-nasil-calisir/
0 notes
bungoustraydogs-tr · 4 years
Text
Bungou Stray Dogs BEAST Novel 3. Bölüm
Çevirilerin büyük bir bölümünü yapan @nabidan27re​ ‘ye teşekkürler. Lütfen kendisini de takip etmeyi unutmayın.
Tumblr media
Adım Oda Sakunosuke. Silahlı Dedektiflik Ajansı’nın bir üyesiyim.
Birisi hakkında daha fazla şey öğrenmek istediğinizde, en kısa yolun onun yaptığı işleri bilmek olduğunu söylerler. Bu düşünmenin rasyonel mantıklı bir yolu, ama benim için, bu kural geçerli değil. Çünkü ben, dedektiflik ajansı için doğru ruha ya da yeteneğe sahip değilim.
Ben, sıradan olmaktan yorulan bir adamım, yere düşen bir sigara izmariti gibi. Değersiz bir dedektifim.
İki sene önce, ”Mavi Kral” vakasını çözdüm ve Dedektiflik Ajansı’na katıldım. O anı çok iyi hatırlıyorum. Her şey sağa eğilmişti, sonra da sola. Kötü bir hareketle, elim sıkışmıştı ve özgürlüğüne kavuşması için savrulması durması için beklemek zorunda kalmıştım.
Sadece, vakayı beklenmedik bir hediye sayesinde çözdüğümü söyleyebilirim. Yine de sınavı geçtim ve Dedektiflik Ajansı’nın bir üyesi oldum.
O zamandan beri, ajansa gelen vakaları çözerek yaşadım. Yetimleri beslerim, kahve içerim, özel günlerde biraz bahse girerim, ve geceleri mutfakta roman yazarım. Hayatım bundan ibaret. Birinin övünebileceğinden çok uzak, mütevazı, küçük bir hayat.
Öyle olsa bile, şu an sahip olduğum hayatı seviyorum.
Ajansın bugünkü iş biraz daha farklıydı. Alışveriş sokağında bir işbirlikçi ile buluşmak için yürüyordum. Günbatımına çok vakit kalmamıştı, sokaklar günbatımının turuncusuyla boyanmıştı ve insanlar, sokaklarda derin su yaratıkları gibi sessizce dolaşıyorlardı. Kaldırım taşlarının sonunda geçen gece birinin bıraktığı kusmuğun izi duruyordu. Gümüş bir bisiklet süren genç bir adam yanımdan geçti ve tekerleri uzay gemisinin parçalarıymış gibi parladı. Şehir manzarası tadı hoş bir kahve gibiydi. Nefret edemeyeceğim bir manzaraydı.
Bugünün işi ajansa yeni gelenle ilgiliydi. Çaylak Akutagawa, illegal organizasyon Liman Mafyası’nın bu bölgedeki merkezine sızmıştı. Bu, kısaca söylemek gerekirse, ancak  vidası gevşek biri tarafından yapılırdı. Kemiklerini bir çekiçle ezmek ve onları hayvankar yesin diye vermek daha normal olurdu. Bu arada, bu çaylağı yeni üye olarak ajansa alan bendim. Her zamanki gibi, kendisini benim yerime koyarak beni taklit etmeye çalışıyordu. Bu kötü, çok kötü bir alışkanlık, öyle ki sadece kabul edebilirim.
Şimdi beni en çok endişelendiren şey, çaylağın canlı olarak gelmesi.
Yeni üye… Akutagawa güçlü bir yetenek kullanıcısı. Ek olarak, doğruca bir savaşa girebilir. Mafyanın savunmasını kolayca püskürtüp kardeşiyle bir araya gelebileceği bir yeteneği var. Ama başka bir şey daha var. Akutagawa’nın günlük hayatı bir daha eskisi gibi olmayacak
Liman Mafyası şehrin en karanlık yerlerinde esen gece esintisi gibidir. Sokaklardan Mizokawa’ya kadar, titizce kontrollülerdir. Akutagawa kız kardeşiyle bir araya gelip binadan kaçsa bile, Liman Mafyası kesinlikle onları bulacak ve yol üstünde baş aşağı asacak. Bir kancayla şahdamarlarından asılacaklar, abisi de kardeşi de, mafya ile karşı karşıya gelen insanların kanlarının nasıl sokak boyunca yayıldığı herkese gösterilecek.
Bu yüzden başkan bir emir verdi. Akutagawa’ya yardım edin, kız kardeşinin hayatını kurtarın ve güvenle ajansa geri dönün.
Ben ‘kaçıştan sonrası’ ile sorumluyum.
Mafyanın Akutagawa ve kardeşini bağışlaması imkansız. Bu bir onur meselesiydi çünkü. Eğer zorla binaya giren Akutagawa’yı affederlerse, dış imajları ve eğer kız kardeşinin ayrılmasına izin verirlerse, iç imajları düşecektir. Bu ne para ne de suyun temizleyeceği bir şey. Öyleyse neye ihtiyaçları var?
Bir süre düşündükten sonra, sonuca vardım. Tehdit. Geriye bir tek o kalıyor. Bilgiyi iletmek ve onu hükümetin ajanlarına teslim etmekle mafyayı tehdit etmek. O zaman bilgiyi iade etmek şartıyla Akutagawa’ya yapılan misillemeyi geri çekerler.
Bu içten bir işbirlikçi gerektirir. Ama sadece mafya ile birlikte çalışan biri olmamalı. Mafyanın merkezinde olan biri olmalı… Özel olarak mafyanın parasal kalbi olmalı.
Para mafyanın kanıdır. Kan zehirlenirse, hayatta kalma şansları olmaz.
Karanlık topluluğun adamlarını takip ettim ve o kişiye ulaştım. Mafyanın güvenliğinden sorumlu bir hazineci, uzun zamandır mafyanın aklanmasında yer alan güvenilir emanetçi bir yaşlı adam. Hobileri bonsai ve şogi*
Kararlaştırılan buluşma yeri arka sokakların birisindeki eski bir bardı.
Günbatımı vakti. Hala dükkanın önündeyim. Nasılsa, ahşap kapı, işbirlikçisinin eliyle açıldı. Kapıdan içeri girdi ve merdivenlerden bodruma indi; karanlık ve kuru yeraltına giden merdiven geçmişe doğru giden bir yol gibi görünüyordu. Zayıf müzik dükkanın arkasından duyuluyordu.
Bar, bir porsuğun ini kadar sessiz ve dardı. Bar tezgahı, tabureler, çeşitli markaların likör şişeleri duvarda sıralanmıştı. Dükkanda hiç çalışan yoktu.
Bar tezgâhının altındaki taburede, işbirlikçi çoktan oturuyordu.
Melankolik gözlerle likör bardağıma baktım ve parmağımı bardağın ucuna kaydırdım. U şekilde bakmaya devam ettim.
“…Sen kimsin?”
Orada karşılaştığım yaşlı adam değildi.
Sesimle, adam yüzünü kaldırdı ve bir mesafeden bana baktı. Kısa bir süre için, gülümsedi.
“Selam, Odasaku. Uzun zaman oldu.” dedi siyah kabanın içindeki genç adam. “Bir içki için çok mu erken?”
**************************
Korkuyorum.
Korkuyorum, korkuyorum, korkuyorum, korkuyorum, korkuyorum.
Karanlıktan, o beni kovalıyor.
Çaresizce kaçtım. Akciğerlerim zorlansa da, ya da uyluklarımdaki kaslar yırtılsa bile fark etmez. Çaresizlikle koştum. Kaçtım.
“Kesinlikle… İşe yaramaz, Atsushi-kun”
Geçmişten bir ses kafamın içinde yankılanıyor. Bu ses? Dazai-san. Beni tamamen zincire vuran o lanet ses.
“Kesinlikle… İşe yaramaz, Atsushi-kun”
Asla kaçamam. Biliyorum. Bu sonsuza kadar devam edecek. Bağırabileceğim bir boğazım yok. Ağlayabileceğim gözlerim yok. Bedenim korku içindeyken, kendimden kaçmaya devam ediyorum. Ama kendimden kaçamam. Bu dünyada, kim kaçabilir ki?
Atsushi mafya binasının içinde koşuyordu. İleri doğru eğilmişti, neredeyse bir canavar gibi duvarı tekmeledi ve dik bir açıda koridoru döndü. Merdivenleri tırmandı ve bina boyunca hareketli koridorda koştu. Atsushi Akutagawa’ya ulaşacaktı. Ancak böyle, Kyouka’yı kurtarabilirdi. Diğer her şey kafasından silinmişti.
Koridorun sonunda, silahlı Mafya üyelerinin hareket ettiklerini gördü. Yolu tıkayan yaklaşık sekiz kişi vardı.
“Geri çekilin!” canavarın kükreyişiyle, Atsushi gruba doğru koştu.
Kasırga gibi, koridoru geçti. Bu kasırga tarafından vurulan mafya üyeleri duvara çarptılar ve ne olduğu hakkında neredeyse hiçbir fikirleri olmadan bayıldılar. Bir anlığına hareketi fark eden bir gangster, refleks olarak silahını doğrulttu; ancak, silahı Atsushi yanından geçtikten hemen sonra parçalara ayrıldı. O bunu fark ettiği anda, kollarından ve vücudundan kan fışkırmaya başladı. Atsushi bir kasırgaya dönüştükten sonra, geride ayakta olan hiçbir mafya üyesi kalmamıştı. Atsushi ne yaptığını neredeyse fark etmemişti. Ama, ilerlemeye devam etti. Korkudan kaçabilmek için.
“Kesinlikle… İşe yaramaz, Atsushi-kun”
Önünde, Akutagawa görüş alanında girdi. Atsushi korkuyordu, bu yüzden hızlandı ve devam etti. Uğursuz sesle, Akutagawa arkasına döndü. Yeteneğinden bir kumaşla kendini korumaya çalıştı ve kendini savunmak için bir duvar oluşturdu, ama bundan önce, Atsushi kendini yerden itti ve zıpladı. Dağılan kumaşla birlikte, Akutagawa kendini fırlattı.
“Kesinlikle… İşe yaramaz, Atsushi-kun”
Atsushi kükredi.
“AAAAAAARR!”
“Olamaz…”
Akutagawa’nın şaşkın yüzüne, Atsushi bir yumrukla çarptı. Akutagawa’nın boynu sınırına dayanmıştı ve bir araba tarafından çarpılmış gibi koridordan aşağı uçtu. Akutagawa duvara çarptı ve bir anlığına bilincini kaybetti ve ipleri kesilen bir kukla gibi, yere düştü. Ama yere çarpmadı. Çünkü Atsushi yüksek hızda onu yakaladı ve omzunun üzerinden attı.
Canavar kükredi.
Akutagawa’nın omuzlarını duvara bastırdı ve bir yumrukla Atsushi, durmadan Akutagawa’nın vücuduna vurmaya devam etti. Yumrukladı, yumrukladı, yumrukladı, yumrukladı, yumrukladı. Makineli tüfeğin ateşi gibi olan yumruk sağanağı Akutagawa’ya vurdu. Atsushi, onun bedenini itti ve arkasındaki duvarda çatlaklar oluşmasına sebep oldu. Akutagawa’nın vücudu sarkaç gibi sallandı. Atsushi’nin yumrukları bir top mermisini sadece elleriyle kırabilecek kadar güçlüydü ve sadece biri bile insan vücudu karşısında ölümcül olabilirdi. Yine de tekrar tekrar Akutagawa’nın vücuduna yağıyorlardı. Kaç kere vurursa vursun, Atsushi durmadı. Açık gözlerinde, şimdiki korkusu doluydu. Elleri titriyordu, dişleri gıcırdıyordu ve soğuk ter vücudunun her yerindeydi.
Korku, korku, korku, korku, korku
“Kesinlikle… İşe yaramaz, Atsushi-kun”
Atsushi saldırmayı durduramadı. İstese bile durduramadı. Korku tarafından yönlendirilen vücudu kendi iradesini reddediyordu. Atsushi’nin parçalanmış ruhu çığlık attı, duramadı. Ruhu hala çatlıyordu ve geçen sene boyunca bu böyle olmuştu.
“B…u…”
Atsushi’nin yumruğu durdu.
Akutagawa’nın dudakları küçük kelimelerle hareket etti.
“Anlıyorum… sen… korkmuyorsun.”
Bir titreme Atsushi’nin vücudundan geçti. Nefes alışverişi durdu.
“Sen… suçluluk… hissediyorsun.”
Atsushi beyaza boyalıymış gibi baktı. Duyguları aklını kaybedecek kadar sınıra dayanmıştı.
“Ona…”
Bir ses vardı… Öğretmeninin sesiydi…
“Bu senin üstünden bir emir.” Geçmişinin sesi. Onu bağlayan kara zincir. “Kesinlikle. Yetimhaneye geri gitmemelisin, Atsushi-kun… Tamam mı?”
O gün, bana verilen emri çiğnedim.
Mafyadan gelen bir emir. Dazai-san’dan gelen bir emir. Katı bir şekilde itaat edilmesi gereken bir emir.
Yetimhaneye saldırdım.
Bir sene önce, hücum birliğinin bir üyesi olarak, çoktan geniş sayıda astları taşıyacak bir pozisyondaydım. Şehir polisindeki işbirlikçilerden bilgi alıp verme ve saldırılarını gizleme gücüne sahiptim.
O gücü sadece bir kere kullandım, Geçmişimi yakmak için.
Herkesin kafasının içinde bir çocuk vardır.
Benimkisi bu. Ben karanlıkta ağlayan bir çocuktum. Beni anlayacak kimsem yoktu, güvenecek kimsem yoktu, sadece çocuktum. Yetişkin olan ağlayan çocuğu rahatlatmak için ne yapmalıdır?
Ne kadar da insanlık dışı.
Benim durumumda, onu ağlatan geçmişin hapishanesini yakıyordu ve şeytanı öldürüyordu. Gerçekte, çok kolaydı. Adamlarımı alana yaklaşmak için kullandım ve yetimhaneye saldırdım. Telefon hattını kestikten sonra ve park edilmiş tüm araçları tahrip ettikten sonra, kaplana dönüştüm ve yatak odalarına girdim.
Korkuyordum, ama bu günah işlemenin korkusu değildi. Bu müdürü yenebilecek olamayışımın korkusuydu. Bu, aklını kaybedene kadar kan yoluyla vücut boyunca yayılan bir korkuydu. Bu korkunun üstesinden gelmek benim için uzun zaman aldı. Tekrar tekrar sinir bozucu bir plandı. Ama o gün, o korkuyu yendim.
O cesarete sahip olmam için birkaç sebebim vardı. Diğerlerinin bakış açılarının rahatsız edici olması onlardan biriydi. O gün benim doğum günümdü. Bu yüzden doğum günüme yeni bir doğum vermek istedim.
Üç buçuk sene sonra ziyaret ettiğim yetimhane küçük ve çok kötü bir durumda görünüyordu. Duvarlar çatlamıştı, yollar taşla döşenmemişti ve zemin korumasızdı; su kuyusu kuruydu. Kurumayı bekleyen ısırılmış bir kemik gibi görünüyordu.
Ancak, o yere her yaklaştığımda, tenimdeki anı kanımı kaynattı. Dişlerimi kırana kadar beni dövdükleri veranda, duvarların, onları tırmalayan tırnaklarla işaretli olduğu ceza odası, azarlanma korkusu daha büyük olsa bile yiyecek çaldığım yemek deposu.
Hafızamdaki çocuk onu yakana kadar ağlamayı bırakmayacaktı. Herhangi birinin anlayacağı kadar kolaydı bu. O gün benim doğum günümdü. O gün yeniden doğabilmek için hapishanemi yaktım.
Kalpten bildiğim yetimhanenin içinde koştum ve bu diyarı kontrol eden şeytan kralın, müdürün ofisine vardım, çarparak kapıyı açtım.
Hemen sonra, kalbim dondu.
Müdür doğrudan bana bakıyordu. Kolları kavuşturulmuş, odanın gerisindeydi.
“Geç oldu, 78 numara.”
Bu bir tuzaktı.
“Ben 78 değilim.” dedim. Yapabileceğim en güçlü şekilde.
“Görünüşe göre mezuniyet zamanın geldi.” dedi müdür, bana bakıyordu.
“Mezuniyet mi?”
O anda, arkamdaki kapı kapandı. Sağlam çelik kapı, gürleyerek otomatik olarak kapandı. O zaman bilmiyordum, ama müdürün ofisi otomatik olarak kilitliydi. Benim açabilmemin tek sebebi önceden kilidi kaldırmasıydı.
O anda, bir siren sesi duyuldu.
Yemek vaktinden sonra yapılan temizliği bildiren sirendi bu. Bir anlığına, vücudum üzerinde sahip olduğum kontrol, otomatik olarak temizliğe başlamak için kaybolmak üzereydi.
“Özledin mi?” dedi müdür bana bakarken. “Bir emrin sesi. Bir düzen altında olduğun hakkında seni bilgilendiren ses.”
“Öyle görünüyor.” Müdürden nefret ettim. “Bu yerde hiç saat yok. Bu yüzden ne yapacağımıza karar vermek için sadece bizi usandırmış bu ipucuna, sese sahiptik. Ve bu evde bizi bu saate bağlayan tek kişi…sendin.”
Yukarı, duvardaki saate baktım. Eski kızıl bir sarkaç saatti. Değişmemişti,  saniye ibresi tanrılar tarafından oyulmuş gibi görünüyordu.
“Bir saate sahip olmak insanlığının zehirlendiğinin kanıtıdır.” Müdür yüzlerce defadan sonra yine zikretti. “Bu yüzden…”
“Bu yüzden, kendin için bir saate ihtiyacın yoktu, kurallı ve eğitimli biri olmak amacıyla yaşadığın için.” Cümlenin devamını ben söyledim. “Bunu söyleyerek, bir saat sahibi olmayı yasakladın. Kendi parasıyla bir saat almaya çalışan mükemmel bir öğrenci vardı,. Kovuldu. Neredeyse ölünceye kadar dövüldükten sonra.”
“Doğru. Fakat sen bu aptallığa kalkışmadın, 78 numara. İtaatkardın.” Bunu söyledikten sonra, müdür masanın üstündeki ahşap kutuyu aldı.
Bu hatırlamadığım beyaz bir kutuydu. El avucundan biraz daha büyüktü, süslemesi yoktu.
“O kutu ne?” Sesim titredi.
“Ona bak,” dedi müdür açıkça. “mezuniyetle alakalı.”
Bir tuzak. Kutu. Kötü bir his boğazımda yukarı çıktı.
“Mezuniyet? Ne mezuniyeti? O kutu da ne?! İçinde ne var, benden ne istiyorsun?!”
Kutuyu tutarken, müdür ilerledi. Tüm vücudum soğuk terlerle kaplıydı. Kutunun içindeki bir silah olabilirdi. Ama benim vücudum hareket etmiyordu.
Sakin ol. Umutsuzlukla söyledim kendime. Kısa mesafede dövüşürsem, kazanacaktım. Kutunun içindekiler silah olsa bile, küçük bir silah ölümcül bir yaraya sebep olmazdı. Ama, müdür benim gelişimi biliyordu. Aynı zamanda kaplanın gücüne sahip olduğumu da biliyordu. Bu yüzden…
Bu bir bomba mı?
Eğer bomba bu, kapalı odada patlarsa, patlama yankı yapacak ve yıkıcı güç birkaç kat artacak. Eğer yüksek performansta bir patlamaysa, kaplanın yenilenme yeteneği ortaya çıkmadan kafamı patlatacak. Saldırmak için kaplanın işitsel gücünü aktive ettim, vücudum donmuştu. Duyma kapasitemin genişlemesiyle, kutunun içinde birkaç defa tikleme sesini duydum. Tik, tik, duyduğum şeydi.
Bu kötü.
“Benim öğretilerimi hatırlıyor musun?” müdür ilerledi. “Diğerlerini korumayanlar yaşamayı hak etmezler.”
“Yeter,” dedim titreyen sesimle. “Uzak dur.”
Müdür önümde durdu ve büyük bir kontrolle iki elini uzattı.
Bir adım ilerledi.
Bu kader. Bu kişinin direnemeyeceği bir kader.
Hayır, hayır, hayır, hayır.
Diren, diren, diren, diren. Diren, Atsushi. Direnmezsen öleceksin.
Tüm vücudum titriyordu. Kalbim göğsümde çarpıyordu.
Korku vardı. Ruha oyulmuş, mutlak bir emir olarak.
“Bugün, eğitimim tamamlanıyor.”
“Yeter!”
Diren, diren, diren, diren.
Diren!
Vücudumdaki tüm hücreler çığlık attı.
“Aaaaaah!”
Islak bir şeyin sesi geldi.
Kollarım onu deldi. Müdürün göğsünü. Parmaklarım arkasına ulaşana kadar ileri gittim.
“-“
Müdür bir şey söyledi.
İçeriği kulaklarıma ulaşmıştı, ama beynime değil.
Zihnimde, parlak kırmızı bir alarmın yanında “diren” kelimesi yankılanmaya devam ediyordu.
---AAAAAAAAH!
Müdürün odanın diğer tarafına düşen vücudunu çektim. Darbe, darbe, darbe. Yere saçılmış çok fazla kan vardı. Hayal kırıklığı hissimi yansıtsa bile, yumruğumu durduramadım.
Hareketsiz bedene bir müddet vurduktan sonra, yumruğumun yerin sertliğine vurduğunu hissedebildiğimde durdum.
Aniden, tahta kutu yere düştü ve görüş alanımda bir köşeye girdi. Kutunun kapağı çıktı ve içindeki yerde yuvarlandı. Onu gördüm.
Bir saatti.
Bir kağıt parçası yanına düştü.
‘Doğum günün kutlu olsun.’
Ne?
Bu da ne?
Neden bu sözcükler yazılmış? Neden içinde bir saat vardı?
“Bir saat sahibi olmak kendi iradenle iyi yetişmiş bir insan olduğunun kanıtıdır.”
Yeni bir saat. Bu yetimhanenin şartları içinde, bu kadar iyi kalite bir saat almak hayli masraflı olmalıydı.
“Buradan mezun olduğun için.”
Birden, müdürün son sözleri aklıma geldi.
“Anlıyorum… Sorun değil.”
Müdürün bana kollarını uzattığı o anda. O bir kucaklamaydı… bir babadan.
Gerçek açıktı. Fakat gerçeğin ne kadar hızlı kalbimi parçaladığının önemi yoktu, kafam hiçbir şeyi anlamamaya çalışıyordu.
Müdür yerde ölüydü.
Bir daha hiçbir şey söyleyemezdi. Bir daha asla.
Bazı sebeplerden, aniden bir şey fark ettim. Büyümek ve güçlü olmak zorundaysam, ne kadar övüldüğüm fark etmeksizin, ikinci seferi hiç söylemedi.
Aferin ve… fena değildi.
Bir ihtimal vardı. Ben yaşadığım sürece, bir güm.
Ama o bir daha bir şey söyleyemeyecek.  
Bu dünyada en çok duymak istediğim sözcükler için ikinci bir sefer olmayacak.
Çünkü ben onu öldürdüm.
“AAAAAAAAAH!”
**************************
Bunu hatırlamamla, bir seri olağanüstü şey gerçekleşti.
Bir insan-yiyen olduğumu asla bilmedim.
Müdür ve yetimhanedeki herkes de insan yiyenin gerçek kimliğini benden sır olarak sakladılar. Yetimhaneyi mahveden ve bazı insanları yaralayan şiddetli bir beyaz kaplandı. Kaplanların sıklıkla serbestçe dolaştığı bilinen bir şeydi. Bu yüzden en azından öğretmenlerimiz benim gerçek kimliğimin farkında olmalılardı. Ama bunu kimse bana açıklamadı.
Bununla ilgili daha sonra düşündüm ve sebebini buldum.
Yetimhaneyi gizlice keşfetmeye gelen müfettişi kaplan öldürmüştü. Uzun, duman gibi beyaz  saçlı ve elma gibi kırmızı gözlü bir araştırmacıydı. Eğer ölüm halka açıklansaydı ve olaya polis dahil olsaydı, kaplan şeklinde bir canavarın sebep olduğu bir kaza olarak gösterilecekti ve bu hata için beni asılmaya mahkum ederlerdi.
Müdür bu kazanın üstünü örttü.
Araştırmacının bedeni nehre atıldı ve eşyaları yakıldı. Ve hiç kimse yetimhaneyi araştırmak için ziyaret etmediğinden yetimhanedeki herkes daha rahat hissetti.
Ve dönüşüm ile ilgili hiçbir anım olmadığını onayladığımda, yer altındaki bodrumda kalmama karar verildi. Bundan sonra, kaplanın çıldırdığı her seferde, müdür dönüşümden önce gözlem yaptı. Kimseyi yaralamamak için ve bu yüzden çevremdekilere zarar vermemek için bodrumda saklandım. Böylece kaplanın uzak bir yerden gelen bir canavar olduğuna inandım.
Müdür beni herkesten daha iyi tanıyordu.
Kendimi kaplan olarak bilseydim, buna dayanamazdım.
Korunmak için kilitli kalmaya devam etmek zorundaydım, kaplanı kabul edip kontrol edebilecek kadar büyüyene kadar…
********************************
“Sen…suçlusun.” dedi duvara bastırılmış olan Akutagawa, hırıltılı bir sesle.
“A…” Atsushi’nin gözleri kocaman açıldı. “Aa….aa…..aaaaaaaaah!”
Atsushi bağırdı ve Akutagawa’nın vücudunu attı, kinayesi gibi uçtu ve normal olmayan bir şekilde düştü, zıpladı ve binanın sonundaki pencerelerden birinin yakınına yuvarlandı. Akutagawa’nın bedeni sırtı üstü düştü ve Atsushi onun üstüne zıpladı. Atsushi onun üstünde pozisyon aldı ve meteorlar gibi iki yumruğuyla ona vurmaya başladı. Akutagawa’nın sırtının altında, yer radyal olarak kırılmaya başladı ve kumaş dağıldı. Akutagawa’nın ceketi artık savunma işlevinde değildi. Bu karşı konulamaz ezici bir yıkımdı, insan krallığı üzerinde sürekli düşmeye devam eden meteorlarla eşdeğerdeydi.
“Hayır! Hayır! Hayır! Hayır! Hayır!” diye bağırdı Atsushi hala vururken. “Hayır! Bilmiyordum! Başka seçeneğim yoktu!”
“Bu zayıf olanların söylediği bir öz savunma!” Akutagawa aniden bağırdı.
Soluk bir ses.
Atsushi’nin kolu dirsek yüksekliğinden kesildi ve kan yolu içinde yerde yuvarlandı.
“Oh…?”
Akutagawa’nın etrafında, yaşıyormuş gibi kıvranan bir kumaş katmanı vardı. Kısa bir süre sonra, bıçak Atsushi’nin omuzlarını, karnını, boğazını ve uyluklarını delip onu arkalarındaki duvara gömen bir mızrağa dönüştü.
“Tch,,,”
Akutagawa bir hayalet gibi yavaşça yükseldi.
Tüm vücudu kanıyordu, ama güvenli tempoda ilerledi.
“Neden…?” dedi Atsushi kanlı bir tonla. “Saldırılar… Ne zaman…”
“Sen bana saldırmadan hemen önce, yeteneğimi tenimin altına koydum. Böylece, darbelerin etime ve kemiğime gelmesini engelleyen bir boşluk yarattım.” Dedi Akutagawa cildini sıvazlarken. “Bu benim, son savunma kozum. Bu kadar çabuk kullanmak zorunda kalmayı beklemiyordum.”
Bir grup kumaştan çıkan bıçaklar Atsuhi’yi bıçakladı, eti sökülüyormuş gibi hissedip Atsushi’nin çığlık atmasını sağlamak için bükülüp genişlediler.
“Korku ve kefaretle dolu bir yetenek.” Dedi Akutagawa Atsushi’ye doğru yürürken. “Senin korkunu, ben bilmiyorum. Bu dünyada yanlış olan bir şey varsa, pişmanlıktır. ‘eğer’ler hakkında düşünerek yaşamak cehennem gibidir.”
Onun sözlerine tepki olarak. Atsushi’nin ifadesi terörle doluydu. Akutagawa Atsushi’ye yaklaştı, gözleri ustura gibi parlıyordu.
“Ama, şu anda sen sadece kardeşime doğru giden yolda önümdeki bir bariyersin. Onu görmeye çalışmazsam her zaman bundan pişman olacağım. Bu sebeple, seni binlerce parçaya böleceğim ve yoluma devam edeceğim.
Akutagawa’nın kumaştan bıçağı Atsushi’nin önünde yükselen geniş bir giyotine dönüştü.
****************************
Mafya binası kat 35, merkez kontrol gözetleme odası.
Karanlık odaya kapı açıldı ve Gin nefes nefese içeri girdi.
Gin ağırca yürüdü, denetleyici kontrol levhasının yakınındaki duvara ulaştığında, dizlerindeki kuvveti kaybetti ve yavaşça yere oturdu.
“Abi…” Gin dizlerini sararak duvara yaslandı, karlı bir dağda terk edilmiş bir insan gibiydi.
Oda ne korunuyordu, ne de çok fazla ışığı vardı. Sadece duvara yansımakta olan, binanın bir gözetleme videosu, odaya soğuk bir ışık düşürüyordu. O görsellerden biri Akutagawa ve Atsushi’yi gösteriyordu. Atsushi’yi duvara çivilemiş olan Akutagawa, yeteneğiyle onun hayatını almaya hazırdı.
“Abi…artık, dur.” Zayıf bir sesle, abisinin görüntüsüne doğru konuştu. “Öldürmeye devam edersen, geriye dönemeyeceksin…”
Gin titriyordu. Ama, soğuk değildi. Beceriksizce ayağa kalktı ve izleme odasının kontrol paneline yürüdü.
“İnsan olsan bile.” Gin nazikçe kontrol panelinin kontrol anahtarlarını çevirdi ve düğmeleri tuşladı.“Sen yaşarsan, ben iyi olacağım.”
Ardından çağrı sistemini masaya yerleştirdi.
“Dur, abi,” dedi Gin çağrı sistemine. “Sadece evine geri dön.”
*************************************
“Dur, abi,” Gin’in sesi Akutagawa ve Atsushi’nin olduğu koridorda yankılandı. “Sadece eve geri dön.”
“Gin.” Akutagawa arkasına döndü, sesin kaynağına bakıyordu. “Gin, neredesin?”
“Benden vazgeç, eve git.” Gin’in sesi duygularını ifade etmeyi reddetti ve ölümüne düzdü. ”Anlamıyor musun? Seni tekrar görebilecek miyim diye merak ediyordum. Dört yıl önce kaçırılmadım, ama yalnızlığımda liderin davetini kabul etmeye gönüllüydüm. Senin ortaya çıkmama sebebin, benim senin için önemli bir insan olmamamdı.”
“Ne?” Akutagawa’nın kafası karışmıştı, yoktan çıkıyormuş gibi görünen Gin’in sesini arıyordu. “Ne demek istiyorsun?”
“Senin yıkım şeklin mafyanınkinden farklı. Mafyanın yıkımı kasıtlı ve akılcı. Ama seninki değil. Senin şiddetin sevdiklerini de kapsıyor ve her şeyi yok ediyor. Beni bile. Çünkü benim abim…” Gin’in kelimeleri kesildi. Bir anlığına sessizce nefes aldı, cesaretini topladı ve yeniden konuştu. “Çünkü benim abim kötülüğün tarafında doğdu.”
Akutagawa’nın elleri durdu. Yüzü kaygılı bir ifadeye sahipti, ailesinden ayrılan bir çocuğunki gibi.
“Ben kötü müyüm? Neden geri gelmiyorsun?” dedi Akutagawa karmaşık bir seste. “Anlamıyorum, Gin. Hiçbir şey anlamıyorum. Ne söylemeye çalıştığını anlamıyorum.”
Ses karşılık vermedi.
“Gin, cevap ver bana! Benimle ilgili yanlış olan ne? Seni nasıl tekrar kazanabilirim?”
Ses cevapsız kaldı, çünkü bağlantı kesilmişti.
“Anlamıyorum… Gin! Cevap ver bana! Yalvarıyorum, Gin!”
Aniden, duvar kırıldı ve döküntüler etraflarına yağdı.
Akutagawa hızlıca arkasına döndü, ve Rashomon’un kumaşı kırıldı. Canavar kükredi. Oradaki Atsushi değildi. O bir insan bile değildi.
“Ne…” Akutagawa şaşkınlık içinde gözlerini açtı. “Beyaz bir kaplan mı?!”
Küçük bir arabayla kıyaslanabilecek büyüklükte devasa vücut Akutagawa’ya vurdu. Adam da hayvan da pencere camına çarptılar ve onu kırdılar. Önlerinde hiçbir şey yoktu… havadan başka. Akutagawa ve beyaz kaplan mafya binasından dışarı fırladılar.
**************************************
“Uzun zaman oldu, dedin.” Ona doğru ilerlerken adama sordum. “Hiç görüşmüş müydük?”
Barda bekleyen adamın doğduğundan beri kullanıyormuş gibi görünen yumuşak bir gülümsemesi vardı.
“Hayır. Bu ilk seferimiz.” dedi, buzlu bardağını sıktı. “Bu benim bu bara geldiğim ilk sefer, ilk defa burada içiyorum ve ilk defa seninle burada buluşuyorum, Odasaku.”
Bara tekrar baktım. Sigaralar yüzünden is kaplamış duvarlar, zamanla neredeyse kararmış kolonlar, duvarlar ve ışıklandırma; ilk kez kullanılan bir yer için fazla eski gözüküyordu. Bar küçüktü ve koridorlarda, müşteriler zorlukla yan yana geçebiliyorlardı. Bardaki alanı oluşturan tüm unsurlar sessiz ve samimiydi. Bu mekan biriyle gizli vakit geçirmek için yaratılmıştı. Barda yankılanan caz müzik üzücü bir veda hakkında bir şarkı söylüyordu. Kötü bir yer değildi. Ancak, mafya içi bilgiyle ihanet sürecini konuşmak için uygun bir yer olduğunu söylemek zordu.
“Sana bir şey sormak istiyorum.” diyerek sordum. “ ’Odasaku’ benim lakabım mı?”
“Öyle.” Genç adam biraz utanmayla gülümsedi. “Hiç bu isimle çağırıldın mı?”
“Hayır.” Direkt olarak cevap verdim. “Çoğu kişi beni Oda diyerek çağırır. Biri beni o garip isimle çağırsaydı unutmazdım.”
Adam bana baktı ve gülümsedi, başını eğdi. Bu benim için olan bir gülümseme değildi, kendi içindi. Gülümsüyor gibiydi çünkü başka hangi ifadeyi takınması gerektiğini bilmiyormuş gibi görünüyordu.
Garip bir adamdı.
“Her neyse, Odasaku, otur.” Adam yanındaki tabureyi gösterdi.
“Ne içiyorsun?”
“Gimlet. Acı değil.”
Daha sonra, işaret edilen koltuğun tersine oturdum, adamın yanına. Ne olur ne olmaz. Adam düşünmeye başladı ve yanındaki boş alana baktı, daha sonra kendine sake doldurmak için tezgahın öteki tarafına geçti. Kendini Dazai olarak tanıttı. Dazai isimli genç adam yerine geri döndü ve tokuşturmak için bardağını havaya kaldırdı. Ancak, ben bardağımla karşılık vermedim, çünkü güvenilir olup olmamasıyla ilgili hiçbir fikrim yoktu.
Bir süreliğine, Dazai sessizlik içinde içti. Sadece bardağının içindeki buzların dönmesinin sesi diyalogların yerine geçiyordu.
“Odasaku, anlatacak ilginç hikayelerin var mı?” genç adam birden sordu bana.
“Ne?”
“Bir keresinde, patlamayan mühimmat almayı dilemiştim.”
Genç adamın yüzünü izledim. Genç adamın gözleri ciddi görünüyordu. Bakışı yoğundu ve direk bana doğru yönlenmişti.
“Hayal gerçeğe dönüştü. Tesadüfen patlamamış bir mermi aldım. Sana söylemem gerektiğini düşündüm.”
‘Evet’ dedim. Cevabım aptalcaydı. Ancak, bu konuşmanın nereden geldiğini veya buradan nereye gideceğini düşünemiyordum.
“Bir şey daha. Sana yedirmek istediğim sert tofuyu geliştirdim. Tadı ve sertliği yüzde otuz yükseldi! Adamlarıma tattırmayı denedim, ama biraz dişlerini kaybettiler, bu yüzden sen de denerken dikkatli olmalısın!”
“Gerçekten o kadar sert mi? Onu nasıl yiyebiliyorsun?”
“Açıkçası, bilmiyorum!” dedi genç adam ve kahkaha attı. Çok mutlu görünüyordu.
Güldüğü zaman önceden olduğundan çok farklı görünüyordu. Onu çocukmuş gibi tanımlayabilirdim. Sonunda evini bulan kayıp bir çocuk gibiydi.
“Doğru, önemli bir hikayeyi unutmak üzereydim… Odasaku, ‘Yeni Roman Yazarları Ödülleri’ne gittiğini duydum?”
Söylediği beni etkilemişti. “Bu bilgiyi nereden aldın?”
“Bulamayacağım bir şey değil.” Genç adam gizemli bir şekilde gülümsedi.
Kafamı kaşıdıktan sonra konuştum. “Bu bilgi biraz farklı. Romanın senaryosu sızdırıldı ve özel bir yayımcının gözü önüne geldi. Benden bir kurgu roman yazmam istendi. Ama dürüst olmak gerekirse, emin değilim.”
“Neden?”
“Yazmak istediğim sadece bir hikaye var. Burada.” Parmaklarımla kafamı hafifçe vurdum. “Ama onu gerçek dünyaya yansıtmak için gerekli olan malzemelere ve teknolojiye sahip değilim. Bu küçük bir tırmanıcının dünyadaki en yüksek zirveye sadece bir buz baltasıyla ulaşmayı denemesine benziyor.”
“Sen zaten araçlara sahipsin.” dedi saydamlıkla. “Kendin için yazamıyorsan, başka kimse için yazamazsın. Seni temin ederim. Kendine güven.”
“Teşekkür ederim, zar zor bildiğim biri bana bunu söylediğinde yeteri kadar ikna edici olmuyor.” Bunlar aklıma gelen tek sözcüklerdi.
Genç adamın bardağı çınladı. Ona bakarken, genç adam bardağı sıkıca tuttu. Tek elinde bardağı olmasına rağmen, çocuksu bir görünüşle, nefes almayı durdurmuş gibi göründü, donmuş gibi. Bir anlığına, imkansız bir şeyi düşündüm. Önümdeki genç adamın ağlayacağını hissettim. Ama durum bu olamazdı. Öyle hissediyordum.
“Haklısın.” Daha sonra genç adam orijinal yüz ifadesine döndü. “Sadece merak ediyordum. Unut gitsin.”
Oğlanın yüzünden, çocukluğa dair her türlü iz gitti. Bazı düşüncelerden sonra, ana konuya değinmeye karar verdim.
“Astım bir krizin içinde.” dedim. “Ana şeyi duyduğunu düşünüyorum, ama bu mafya merkez binasında küçük bir probleme sebep oldu. Oradan canlı olarak ayrılmayı ve tüm bunları başarırsa mucize olur. Ama canlı olarak geri dönse bile, mafya sürekli canını almak için onu arayacak. Ben bunu önlemek için buradayım. Benim için işe yarar bir şey yapacağını umut ediyorum.”
Bana baktı. Bakışı gelecekten, bin yıl sonradanmış gibi duruyordu.
Daha sonra sessizce söyledi. “Akutagawa-kun iyi bir akıl hocasıyla tanışmış gibi görünüyor.”
“Ne?”
“Akutagawa hakkında endişelenme. Yarından itibaren hiçbir mafya üyesinin ona zarar vermeyeceğine emin olacağım. Kusursuz bir barış olacak, istisnalar veya özel şartlar olmadan… Demek istediğim, en başından beri bu şekilde olmalıydı. Eğer hayatta kalır ve o binadan ayrılmayı başarabilirse...”
Yine genç adama baktım. Başından beri bunu yapacağını söylemişti. Bu sözcükleri duymamla bir düşünce geldi aklıma. Çok garip bir düşünceydi. Fakat tüm parçalar uyuyordu.
Bu yüzden daha cüretkar olmaya karar verdim. “Akutagawa’yı neden mafya binasına çağırdın, Dazai?”
Bu soruyla, zayıf bir çatlak genç adamın yüzünde çizildi. Sadece bir anlığına, kalbine hücum eden hayret yüzüne yansıdı. Ama bu sadece bir andı. Hemen, iki bin yıldır ona sahipmiş gibi göründüğü gülümsemesine döndü.
“Fark ettin.” dedi genç adam.
“Sadece tahmin ettim.” dedim. “Ancak sağlam bir temeli vardı. Akutagawa’nın adını biliyorsun. Akutagawa üzerine görüşmeden bahsettiğimi sanmıyorum ve sen başından beri misilleme yapmaya istekli olmadığını söyledin, bu yüzden önceden Akutagawa’nın mafya binasına gireceğini biliyordun. Sadece bir kişi bunu bilebilirdi. Dedektiflik Ajansı’na mektup ve fotoğrafı yollayan mafya lideri.”
Bardağı tezgaha koydum. Ve yanına da bir kılıf yerleştirdim. Dazai’nin bakışları onun üzerindeydi.
“O nedir?”
Silahtı. Dazai’ye doğrulttum.
“Bu konuşmanın bitişinin duyurusu.” dedim sessizce. “Biraz garip ve bir düşmana nişan almak zor ama bu elimde olan tek şey bu.”
Eski bir silahtı, fakat iyi korunmuştu. Bunu bir arkadaş olarak görebilecek kadar uzun süre kullandım. Bu silahı kullanarak, gözlerimi kapatır ve ateş edersem mermi, hedefe ulaşır. Genç adam silahtan hoşlanmamış gibi görünüyordu.
“Silahını indir.”
“Bu tartışılabilir bir konu değil. Karşımdaki kötü bir insan.” dedim, parmağım hafifçe tetiğin üstündeyken. “Bana eşlik eden kişi, bu şehrin gecesinin somutlaşmış hali, Liman Mafyası’nın lideri. Bu buluşmanın kendisi bir mafya tuzağı olsaydı iş çok daha ciddi olurdu.”
“Lider olmayı ben istemedim.” Genç adamın gözleri beni delip geçti. “Ciddiyim.”
Gözleri kelimelerinin bir yansıması olarak çok ciddilerdi. Ama eğer o mafyanın efsanevi lideriyse, benim gibi ucuz bir dedektifi tek solukta kandırmak daha kolay olurdu.
“Görünüşe göre Akuatagawa’ya yardım etmek için, diğer elimi burkmam gerek,”dedim. “Tabi, bardan canlı çıkabilirsem.”
“Seni oyuna getirmeyi hiç düşünmedim.” Dedi genç adam.
Kulağa samimi geldi. Eğer biraz daha itaatkar olsaydım. Eğer gözlerimi kapatsaydım artık görüşülecek bir konu kalmayacaktı.
“Odasaku. Bana onu neden mafya binasına çağırdığımı sordun.” dedi. “Bu dünyayı korumak içindi.”
“Bu dünya?”
“Bu sayısız dünyalardan birisi.” dedi, gözümün içine bakarak. “Başka bir dünyada… Gerçek olanda, sen ve ben arkadaştık. Bu barda içip konuştuk.”
Bu ihtimali düşündüm. “Bu doğruysa bile-“ dedim, “-Bu dünyada Akutagawa’ya hiçbir şey yapmadığın anlamına gelmez.”
Genç adam bir şey söylemeye çalıştı, bunu yapmak için çalışırken, konuştu, “Odasaku, dinle, ben…”
“Bana Odasaku deme.” sesim şaşırtıcı bir şekilde keskindi. “Düşmanın beni bu şekilde çağırması için hiçbir sebep yok.
Tumblr media
Genç adam birden zorla nefes alıyormuş gibi göründü. İfadesi bozulmuştu ve bakış açısı havada anlamsız şekiller çiziyordu. Ağzını açtı ve kapattı. Görünmez bir şeye karşı savaştı.
“Zordu,” dedi genç adam. “gerçekten zordu. Mimic organizasyonuna karşı savaştın, Mori-san’ın amacını başarıya ulaştırmak için ve organizasyonu geliştirmek ve düşmanları bastırmak için. Bu dünyadaki her şey…”
Dazai’nin sözcükleri nefes darlığıyla havada kayboldu. Duygularının kalıntıları havada yüzdü. Bir anlığına, ikisi de bir şey söylemedi. Sessizlik hakimdi. Barın müziği piyanonun üzücü melodisiyle uyum halinde bir veda şarkısı çalıyordu.
“Seni son bir defa, veda etmek için çağırdım,” dedi genç adam uzun zaman sonra. “Veda edebileceğin bir arkadaşın olduğu hayat iyi bir hayat. Bu ortağa veda etmek çok acı vericiyse, söylenecek daha fazla bir şey yok. Yanılıyor muyum?”
Bir süre düşündükten sonra, haklı olduğunu söyledim.
Dazai rahatlamış belirsiz bir ifadeyle ayağa kalktı.
“Gidiyorum.” Dazai sessizce silahın ucuna sonra bana baktı. “Beni vurmak istiyorsan, vur, ama bana son bir dilek hakkı tanırsan, burada yapma. Başka herhangi bir yerde yap. Beni başka herhangi bir yerde vurabilirsin.”
Dazai’ye baktım. Neden bilmiyorum, ama onun ricasını kabul edecek ruh halindeydim. Silahımı kenara koydum.
“Teşekkür ederim.” Dazai gülümsedi, döndü ve yürümeye başladı. “Elveda, Odasaku.”
Dazai asla arkasına bakmadı, barın merdivenlerini tırmandı ve sonunda görüş alanımdan kayboldu. Kapının kapanma sesi mekanda sessizce çınladı.
**********************
Akutagawa ve kaplan boşluğa düştüler.
“Tch…”
Akutagawa Rashomon’un kumaşını genişletti. Otuzuncu katın üstündelerdi. Tercihen, tüm vücudu ile yere çarpmak istemezdi. Kumaştan bıçakları duvara gömülebilir ve onların tüm ağırlığını taşıyabilirdi. Ancak, duvara olan mesafe birkaç metreydi çünkü hatırı sayılır ölçüde güçle dışarı atılmıştı. Akutagawa tüm kumaş bıçaklarını duvara doğru harekete geçirdi.
Kumaşın ucu duvarın yüzeyine ulaşmaya çalıştı… Biraz daha.
Kaplan vücudunu duvara yasladı ve kendini Akutagawa’ya itti.
“Gah!”
Akutagawa kan kustu. Vücudundaki tüm kemikler çatırdadı. Akutagawa’nın vücudu, ondan on kat daha ağır olan beyaz kaplanın darbesine tepki olarak duvardan daha da uzaklaştı. Yandan yana, sağdan sola, etrafında nereye bakarsa baksın şüphesiz, mükemmel gökyüzünün tam ortasındalardı.
Çok geçti. Akutagawa yanan gün batımına düştü. Rashomon kendi başına çok güçlü olmasına rağmen, kendi kıyafetlerinin biçimini bozabilmesini, ulaşabileceği alanın sınırı vardı. Tam uzunluğuna genişletse bile, başaracağını bilmiyordu. Bu nedenle yapacak başka hiçbir şey yoktu. Duvara ulaşmaya çalıştı, ama kaplan onu engelledi. Kaplanın dişleri Akutagawa’nın omuzlarını baştan sona delmişti.
“---Aaaagh!”
Kocaman çenesi omuzlarını yiyip bitiriyordu. Kan etrafa yayılıyordu. Kaplanın ağzında, kemikler kırılıyormuş gibi geliyordu kulağa.
Kırık. Kritik vasküler hasar.”
Eğer kaplan yavaşça kafasını sallarsa, omzu kolaylıkla yırtılacaktı. Akutagawa kumaşı omzundaki teninin altına geçirdi ve anlık bir koruma tabakasına dönüştürdü. Kaplanın ısırışındaki kas gücü, bir çatırtı oluşturarak Akutagawa’nın yeteneğinin kırılmasına sebep oldu. Bu esnada, iki beden serbestçe düşmeye devam ediyordu. İrtifaları çoktan 20.katın altına düşmüştü.
“Kahretsin…!”
Akutagawa berbat bir durumdaydı. Yere çarpsa bile, kaplan, Atsushi, hayatta kalacaktı. Güçlü bir vücudu ve yenilenme yeteneğine sahipti, ama Akutagawa kesinlikle ölecekti. Uzaysal süreksizlikle, çarpmanın şoku kendisi yere kesebilirdi. Ama o zaman bile, vücudunun düşme hızı ve çarpışma anındaki ani ezilme durdurulamazdı. Eğer bu hız değişimi anında vücuda uygulanırsa, beyin ve iç organlar yükü destekleyemeden çökeceklerdi. Bir kutunun içinde korunuyor olsa bile, çarpışmanın gücü aynı olacak. Öyleyse, bundan önce kıyafetlerini duvara doğru gererse ne olur? Bu da ayrıca imkansızdı. Anlık bir çözüm olmasına rağmen, süreçte bunu yapmak omzunu yırtacaktır. Bu durumda düşmeden önce ölecek.
Sonuç olarak, ölümden başka bir son yoktu.
“…Bırak beni,” dedi Akutagawa kanlı bir sesle. “serbest bırak beni, bırak beni, bırak beni! Ölmeyeceğim! Kız kardeşim için yaşayacağım!”
“Onu sormamanın sebebi, senin için önemli biri olmamasıydı.”
Akutagawa’nın sesi durdu.
“Benim kardeşim.”
“İnsanlara karşı iyi olamazsın. Bunu anlayabilirsin.”
Doğru değil.
“Bir kızı rehine olarak aldın ve onu tehdit olarak kullandın, kendi arzularını görmüyorsun, amacın zamanla yıkım için arzuya dönüştü.”
Hayır! Hayır, hayır, hayır!
“İntikam mı? Bu sebep uğruna ölmen sorun değil mi? Ölümünden sonra… bu şehirde arkanda bıraktığın küçük kız kardeşin nasıl bir hayata sahip olacak? Hayal edebiliyor musun?”
Bu…
“Çünkü benim ağabeyim kötülüğün tarafında doğdu.”
Bir kükreme geldi Akutagawa’nın ağzından.
Bu…
Ah.
Şimdi anlıyorum.
Bu Gin’in demek istediği şey.
Bu yüzden benimle birlikte gelemezsin.
Gerginlik Akutagawa’nın yüz ifadesinden ayrıldı. Parmaklarının arasındaki kaplanın tüylerini sıkıca kavradı. İkisi de düşmeye devam ediyorlardı. Uçuruma doğru. Sessizliği kesintiye uğrattı. Akutagawa’nın hemen yanında, mimari çelik bir kütle uçtu ve mafya binasına saplandı.
“Ne…”
Şaşkınlıkla, Akutagawa çelik iskelete baktı. Sıradışı olmayan bir yapıydı, tabi çelik iskeletin şehrin öteki ucundan uçarak geldiğini görmesi haricinde. Bunun gibi uçan şeylerin merkezinde, öteki tarafta…
…hiçbir şey yoktu.
Caddenin karşısında, inşa halinde çok katlı bir bina vardı. Biri katların tam ortasındaydı. Kolunun altında bir çelik iskelet vardı.
“İşte! Yakala!”
Bağıran kişi dedektif Kenji Miyazawa’ydı. Kenji çelik kolonu kaldırdı ve bir cirit atıcısı gibi omzuna yerleştirdi. Ve öyleymiş gibi koştu.
“İmkanı yok!” Akutagawa’nın gözleri büyüdü. “O mesafeden mi?”
“Hooooop~!” Kenji çelik kolonu fırlattı.
Bir yetişkinin iki katı boyundaki çelik kolon gökyüzünü böldü ve sokağın karşısından uçtu. Top mermisi gibi bir yörüngede, çelik kolon Akutagawa’nın ayaklarının hemen altından kaydı ve mafya binasının dış duvarını deldi. Duvar kırıldı ve tüm bina sallandı.
Bu…bu ulaştı.
Akutagawa sersemlemiş inancı odaklandı ve yeteneğinin kumaşını kirişin çerçevesine genişletti.Kkıyafetinin biçimini değiştirerek bir şekilde çelik strüktürün ucuna ulaşabildi. Kumaşı bir pençe gibi kıvırdı ve sıkıca kancaladı. Akutagawa bedeninin yanına uygulanan gücü hissetti ve duvara ulaşmak için kumaşı kullandı. Kaplan takip etti. Bu sefer çenesi Akutagawa’yı kaçmasını önlemek için boynundan yakaladı.
“Rashomon…’Dikenler’.”
Akutagawa’nın savunmaya yönelik kullandığı yeteneği, kaplanın burnunda sayısız iğnelere dönüştü. Patlayarak büyüdü ve çenesinin içinden yüzünü delip geçti. Korunmasız burnu vasıtasıyla delinen kaplan, bağırdı. Akutagawa onunla çelik kolonun üstünde karşılaştı, sarkaç gibi hareket etti ve yatay olarak duvara indi. Kumaşı kanamayı durdurmak için tampon malzemesi olarak kullanırken, vücudunu dik tutmak için duvarı kumaş bıçaklarla deldi. Son andaki umutsuzluk krizinden kaçınan Akutagawa, biraz nefes aldı. Eğer kaplan bu şekilde düşerse, önemli miktarda zaman kazanabilirdi. Kız kardeşini bu binadan dışarı çıkarmak için yeterli zamanı olurdu.
Akutagawa kaplanın varlığını onaylamak için arkasına döndü. Kaplan havada hiçbir yerde değildi.
“Ne…”
Sonraki anda, Akutagawa farklı bir yöne sertçe çekildi. Onu duvara karşı tutan kumaşı görmek için döndüğünde, bir figür kumaşın diğer ucunu tutuyordu.
“Kaybetmeyeceğim,” dedi Atsushi. İnsan formuna dönmüştü ve Akutagawa’ya arkasından saldırıyordu. “Kaçmana izin vermeyeceğim, Akutagawa.”
Kumaş sertçe çekildi. Atsushi’nin ağırlığı Akutagawa’nın tüm vücuduna karşı bastırıldı ama Akutagawa katlanmaktan başka bir şey yapamadı. Atsushi ayrıca sarkaç hareketi yaparak duvara inmişti. Ayak ve el parmaklarını kaplan pençesine dönüştürdü, bedenini dik olarak düzeltti/sabitledi. Mafya binasının duvarında, iki yetenek kullanıcısı çarpıştı. Atsushi elleri ve ayaklarıyla dört ayak üstünde bir hayvan gibi duvara tutundu. Akutagawa duvarı delen yeteneğinin kumaşı tarafından tutularak duvarda çaprazlamasına ayağa kalktı.
“Bir saniye de olsa yaşamana izin veremem.” Atsushi Akutagawa’ya baktı. “Çünkü patronla olan sözümü tutmalıyım.”
Kestiği kolu saniyesinde yenilenmişti ve orijinal haline geri dönmüştü. Bu kaplanın gücü sağolsun, süper yenilenmeydi.
“Seni birçok kere bıçaklasam bile, olduğun hale geri dönüyorsun.” Akutagawa nefesini tuttu, omzunu kavradı. “Liman Mafyasının Beyaz Azrail’i.”
Kaplanın dişleriyle oluşturulan boynundaki ve omzundaki yaralar için, yeteneğinin kumaşıyla acil bir tedavi yaptı. Ancak, bu kaybettiği kanın yenileneceği, ya da kırılan kemiklerinin iyileşeceği anlamına gelmiyordu. Akutagawa’nın vücudu sıradan ve kolay incinirdi. Atsushi ve onun sonsuz yenilenmesiyle savaşmaya devam ederse, bu durum kan kaybına bağlı olarak bilincini kaybederek sonlanır ve sonuçta ölürdü.
Güçlü.
Atsushi’nin kalesi iradesiydi. Amaçları için güçlü bir yeteneği vardı ve dört buçuk senelik deneyim biriktirdiği meslek hayatı vardı ve hepsinden öte, savaşmak için motivasyonu vardı. Lanet gibi olan geçmişinden bir ses. Şiddetli bir pişmanlık.
Ya kendisi?
Kız kardeşini kurtarmak istemişti. Öyle sanıyordu. Bu kuşkusuz bir yemindi, güçlü, ve kendiliğinden kırılacak bir yemindi.
Ama.
“Kaplan. Sen düşmansın. Seni öldürmek istiyorum.” dedi Akutagawa acı dolu bir yüz ifadesiyle. “Ama, eğer önümdeki düşmanı öldürmek benim gerçek mizacımsa, bu kız kardeşimin söylediği ’kötülük’tür. Ne yapmalıyım? Kendim için, ne yapmalıyım?”
Olduğun canavarı takip etme.
Oda ona bunu söylemişti.
Bunu biliyordu. Devasa bir canavar içinde, pusuda bekliyordu. O gün, dört buçuk sene önce, kötü bir canavar doğdu, ‘kalpsiz köpek’ duygularını kaybettiği zaman. Kız kardeşini terk etti, ölüme çekildi ve her şeyi yok etti.
Bu yüzden, ‘siyahlar içindeki adam’ onu seçmedi.
“Aaaaaaah!” Akutagawa bağırdı, ve kendini öne doğru attı. Tepki olarak Atsushi duvardan itildi.
Duvarda dikine koşarken ayakkabılarının tabanındaki bıçaklara odaklandı, merkezde bir canavarın dörtnala koşmasıyla karşı saldırıya geçen Atsushi ile çarpıştı.
Akutagawa’nın kıyafetleri değişti.
“Rashomon… Gümüş Kurt!”
Dirseğinden, bir kurdun kafası belirdi ve onunla dönen bir yumruk vurdu. Atsushi üstteki ve alttaki çenelerden kendini koruyabilmek için iki kolunu da havaya kaldırdı. Gümüş dişler kollarına nüfuz etti.
Tumblr media
“Agh!”Atsushi bir acı çığlığı attı.
Kurt sallandı ve büyüdü.
Akutagawa dövüşmeye devam ederse, ölene kadar daha fazla kan kaybedecekti ve kazanmak için sadece bir şansı vardı. Rakibine karşı zıplamaya ve yakın mesafeden delicesine bir güçle saldırmaya cesaret etti. Sadece buna sahipti.
“Ugh…!”
“Ngh…!”
Kanın, yeteneğinin kullanımıyla akması arttı ve Akutagawa vücudunun her tarafından kanamaya başladı. Buna rağmen, saldırısını sürdürmeye devam etti. Kurt devasa oldu ve daha fazla dişlerle, hırladı.
“Ne?”
Kurdun ağzı açılmaya başladı. Atsushi, içeriden, iki koluyla kurtulmaya çalıştı.
“Yolumdan çekil!” Atsushi’nin gözleri parlak sarıya döndü.
“Kurt bir engel… Benim… patrona verdiğim sözü… Korumam… AAAAR!”
Atsushi’nin kolları ayrıldı. Kurdun çenesi kırıldı ve yetenek ortadan kayboldu.
“Oh hayır--!”
“Yolumdan çekil!”
Kısa bir mesafeden, Atsushi yumruk attı.
Herhangi bir alan bırakmak için hiç vakit yoktu!
Performanslarını üç katına çıkardığı kumaşlara rağmen, Atsushi Akutagawa’ya vurdu. Bedeni binanın temellerini kırarak ve camları binlerce parçaya kırarak dikine uçtu. Darbeyle bilincini kaybetti, duvara vurduğunda delicesine ağrıyla bilincini geri kazandı, duvarı kesmenin acısıyla bilincini kaybetti, sonra yeniden acı yüzünden geri kazandı. Akutagawa, silueti neredeyse gözden kaybolana kadar bunu on kez yaşadı. Atsushi avını takip ederek binanın duvarlarında uçtu.
Beyaz Azrail kükredi.
“Seni yeneceğim!”
Atsushi yumruğunu salladı. Tam çarpmanın gerçekleşeceği zamanda… Akutagawa’nın kıyafetleri tepki verdi. Darbeye karşılık yeteneğinin kumaşı duvara karşı bir yüzey yarattı, Akutagawa’nın bedeni itildi. Atsushi’nin Akutagawa’ya vurması gereken yumruğu duvara çarptı; duvarın malzemeleri binlerce parça moloza ayrıldı.
“Ben… ben söz verdim…” Atsushi bağırdı. “İnsanları… ölmekten koruyacağım…!”
Atsushi’nin çığlıkları havayı titretti. Bu bağırmalarla, yeteneğiyle havada süzülen Akutagawa, hafifçe gözlerini açtı.
“Rahomon…” neredeyse kapalı olan gözleriyle, bir kolunu kaldırdı ve yüksek sesle söyledi. “Yağmur!”
Tel gibi sayısız küçük bıçak Akutagawa’nın bütün vücudundan çıkıyordu. Bu iğneler- dar alanı bile parçalayacak güce sahipti- Atsushi’ye bir grup halinde saldırdı. Atsushi’nin ayakları, yüksek hızda, ani iğne yağmurundan kaçındı. Suyun yüzeyine çarpmışcasına, duvarların malzemeleri yok edilmişti. Atsushi iğne yağmurundan kaçınmaktan nefret etti. Ağırlığı yeteneğinden bağlarla desteklenen Akutagawa, havada süzülüyormuş gibi Atsushi’yi takip etti. Gözleri neredeyse yarı kapalıydı.
İkisinin de bedenleri sonunda binanın zirvesine ulaşmıştı. Çatı helikopterlerin inişi için düzdü. Helikopter yoktu. Çatı, helikopterlere mükemmel inişler için kırmızıya boyanmış bir kılavuzdu. Atsushi çatının ucuna ulaştı ve saldırdı. Bundan sonra, Akutagawa belirdi. Sayısız iğneyle binanın içinde delerek, incelikle uçtu; yüzü ifadesizdi ve uyuyacakmış gibiydi. Yeteneğinin ipleri etrafını sarmıştı ve garip şekilde bir gülünç bir adam gibi karıncalandılar. Arkasında, günbatımının kırmızısı yanıyordu. Akutagawa, arkasındaki kırmızı gökyüzüyle, dünyanın sonunu bildirmeye gelmiş olan bir şeytan kral gibi görünüyordu.
“Akutagawa…” Atsushi şeytan krala baktı. “Seni öldüreceğim!”
Atsushi zıpladı. Yukarı çaprazındaki Akutagawa’ya doğru inanılmaz bir hızda, yumruğu Akutagawa’nın yüzüne çarptı. Yüzü ezilmeden hemen önce, nasılsa, Atsushi’nin yumruğu uzaysal bir boşluk tarafından bloke edildi. Kırılmış uzay her şeyi engelledi, hiçbir saldırı kırığın ötesine ilerleyemedi.
Ama.
“Aaaaaaaaggghhh!”
Kırığın yüzeyinde… Bir çatlak vardı.
Atsushi’nin vücut kaslarının hepsi kabardı. Tüm gücünü yumruğunda yoğunlaştırdı, bu anlamsız kırık olgusunu sonlandırmak için acele etti.
“Aaaaaaaaar!”
Etki gücü altında, ikisinin giysileri çırpındı. Atsushi’nin ceketi patlayacak gibi görünüyordu ve kablosuz telsiz içinden düştü. Çatlak yayıldı. Uzaysal kırık parçalanacaktı.
“Nnn…b…bu…”
Atsushi o anda inanılmaz bir şey gördü. Akutagawa yakında gözlerini kapatacakt. Nefes alış verişi çok üstünkörüydü ve tüm vücudu zayıftı. Savaşta hiç gerilim yoktu. Akutagawa bayılmıştı. Sınırını aşarak savaş gücünü kaybetmişti ve savaş şimdi yeteneği tarafından yönlendirilen bir kalıntıdan başka bir şey değildi.
“Sen… Sen böyle bir… sona…” Atsushi’nin gözleri şaşkınlık içinde genişledi. Ama bir sonraki an, dövüşme şevkinin alevi gözlerine geri döndü. “Öyleyse… Hadi bunu sona erdirelim!” kasları tekrar solucanlar gibi büküldü. “Aaaaaah!”
Tiz bir ses ve bir ışık patlaması parlaması uzayı kırdı. Sonunda, yumruğu diğerinin yüzüne ulaştı. Akutagawa bir etkiyle sürüklendi, bir meteorun düşüşü gibi. Yere düştü ve yuvarlandı, enkazları saçarak; çatının sınırına yuvarlandı ve orada durdu. Sonlandırıcı bir darbeydi. Akutagawa’ya zararı önceki saldırılardan daha büyüktü. Atsushi sessizce Akutagawa’ya doğru yürüdü. Düşüşte bilincini kaybetmişti. Yeteneğinin otomatik savunması çoktan limitini aşmıştı ve eğer bir kumaş bıçak şekillendirmeyi denerse, yeteri kadar güce sahip olmadığı için kendini mahvederdi.
“Bitti.”
Atsushi, tırnaklarını, kaplanın tırnaklarına dönüştürdü.Gökyüzü düşmüş Akutagawa’nın hemen yanındaydı. Akutagawa’nın yüzünde artık sert bir ifade yoktu.
“Kunikida-san! Bir tane daha atabilir miyim?”
“Bekle,Kenji! Akutagawa çok yukarıda! Bu yükseklikten nişan alsan bile, Akutagawa’yı vurabilirsin!”
Kenji ve Kunikida mafya merkez binasının önündeki, inşaat halindeki binanın orta katında bağırdılar. Kunikida Akutagawa’nın yerini doğrulamak için dürbün kullandı. Kenji çelik çerçeveyi tutuyor ve sonraki talimatı bekliyordu.
“Kahretsin… Akutagawa hareket et! Ama bu mesafeyle sadece, korumayı deneyebiliriz…”
Başkanın emrini alan Kunikida, buraya Akutagawa için gelmişti. Ancak, önceki gibi ona çelik kolon atmayı denese bile, çatıdaki Akutagawa’ya kesin koruma sağlamak imkansızdı.
Kunikida dişlerinin arasından homurdandı.
“Yapacak başka bir şey kalmadı…!”
Akutagawa’nın gözleri kapandı. Ağrı ya da acı yoktu. Savaş uzun bir film olmaktan çok uzaktı ve bilinci kapanırken küçücük bir ışık süzmesi yoktu.
“Yakında öleceğim.” Diye düşündü. Ama hiçbir şey yapmadı. Hiçbir şey hissetmedi.
Akutagawa, bir keresinde Oda’ya öldürmek istediği iki kişi olduğunu söylemişti. Birisi siyahlar içindeki adamdı. Kız kardeşinin kaçırılmasının ve uzun zaman boyunca kardeşinden ayrı kalmasının sebebi olan adamdan nefret ediyordu…
Yani diğerinden…
Bu kişinin adı Ryuunosuke Akutagawa’ydı.
Kız kardeşinin kaçırılmasına seyirci olmaktan başka bir şey yapamayan adam. Hayatını anlamsızca yaşayan, düşmanlarını ve arkadaşlarını öldürmekten zevk aldığını söyleyen berbat birisi. Lanet bir rakip. O dört buçuk yıl önceki gecenin kalpsiz köpeğinde ilk duygular bir canavarla beraber doğdu.
Akutagawa Oda’nın kendisine söylediklerini düşündü, “Olduğun canavarı takip etme. Çünkü kazanamazsın, kimse onu tek başına yenemez.”
Ama berabere kalabilirsin.
Gözlerini açmazsan kaplanın pençeleri boğazını kesecek.
Böylece intikam son bulacak.
Sadece bu gerçekleşirse kalpsiz bir şekilde uyuyabilirim.
Karanlıkta büyüdü, hiç kimse ona güvenmedi, saygı duymadı ve kininden ve umutsuzluğundan vazgeçmekten başka çaresi yoktu.
Sonunda kurtulmuştu.
Sonunda, arkadaşlarıyla aynı yere gidebilirdi.
Öyle olacaktı…
O sırada bir ses duyuldu.
“Silahlı Ajansın dedektifi, ayağa kalk, Akutagawa.”
Gözlerini açtığında bir telsiz tam önüne düştü. Atsushi’nin savaşta düşürdüğü telsizdi bu. Telsizden gelen sesi duyabiliyordu.
“Mafya binasının güvenlik ofisine elimde kanca silahıyla girdim. Oradan konuşuyorum.” Arkadan Kenjii’nin sesi, gürültüler ve silah sesleri duyulabiliyordu. “Kalk, Akutagawa. Sana bilmiyorum diyemem. Seni kurtaracak birileri varsa, Ajansın dedektifleri dünyanın en güçlüleridir.”
Ben Ajansın bir dedektifi değilim.
Söylemek istiyorum ancak sesim çıkmıyor.
Dedektiflerin özünde “kötülük” yoktur.
“Sen kötü değilsin.” Dedi, Akutagawa’nın aklını okuyan Kunikida. “Henüz kötü değilsin. Bizimle iyi tarafa geç. Resmi olarak kabul edildin. Şu andan itibaren ajansın bir dedektifisin.”
Akutagawa gözlerini açtı. Önünde kavgaya hazırlanmış bir pençe vardı. Kar kadar beyaz ve yavaşça inen beyaz kaplanın pençesi…
“dedektif olduğuna gerçekten inandığın zaman dedektifsin demektir. Bu sana her zaman güç veriri. Sadece inanman gerek.”
“…A…A….Aah”
Akutagawa ağzını açtı. Boğazından bir hırıltı çıktı.
“Aaaaaah!”
Bedenindeki kumaş patlayacakmışçasına gerildi ve Akutagawa'nın sağ koluna dolandı. Kalktığında Atsushi'nin yumruğu tam ona doğru gelmesine rağmen kolunu salladı. Bu Akutagawa'nın güçleniş yumruğuydu.
"Roshouman... Ejder Savaşı!"
İki yumruk birbirleriyle çarpıştı. İki gücün yarattığı rüzgar esti ve etraftaki her şeyi yıktı. Çatı zemini çatladı ve merkezden çevreye doğru kırılmaya başladı.
"Ugh...!" Atsushi homurdandı. Elinden geldiğinin en iyi şekilde yeteneğini kullanıyordu. "İm...imkansız. Yine mi?!"
Akutagawa'nın genişleyen yumruğunun etrafında bir grup bıçak oluşmaya başladı ve daha fazla büyümeye başladı.
"Roshoumon!" Akutagawa'nın yumruğu beyazımsı bir ışıkta parladı. Yeteneğinin geçiş evresi boşluğun kapladığı fiziksel değişmezleri engelliyordu. Büyük bir şok dalgası tek bir noktaya odaklandı. "Gümüş Kurt!"
Akutagawa yumruğunu salladı. Aynı zamanda ceketinin gümüş yakalığı Atsushi'nin yumruğunu sardı ve onu geriye sürükledi.
"Aaaaaaah!"
Yakalığın dolanmasının darbesiyle Atsushi'nin boynu kırıldı. Gökyüzü gümüş bir ışıkla kaplıydı. Titreşimler tüm binayı sarstı, içerideki mobilyalar sanki deprem oluyormuş gibi sallandı. Darbenin gürültüsü ve parlaklığı bir meteorun çarpması gibi Yokohama'nın herhangi bir yerinden hissedilecek kadar olağanüstüydü. Çarpışma bittiğinde ve etrafa dağılmış molozlar yuvarlanmayı bıraktığında, çatıda kıpırdayan ya da tozla ve enkazla kaplı hiçbir şey yoktu.
Atsushi yerdeydi. Bıçaklar kolunu yok etmişti ve kalkacak gücü yoktu. Kaplanı kontrol etmek için takılmış olan tasmanın yarası yenilenme yeteneğini büyük ölçüde azaltıyordu. Sadece nabzının atmasını sağlayabilirdi. Akutagawa ayaktaydı. Kanaması dayanabileceği sınırlarının üstündeydi ve ara vermeden yeteneğini kullanmak onu ayakta zar zor durabilmesine neden olmuştu. Ama bilincini kaybetmemişti. Yaralı bedeniyle Atsushi'nin yanına geldi.
"Öldür beni..." dedi Atsushi, göğsündeki hırıltıyla. "Patrona verdiğim sözü tutamadım. En azından canımla bunu telafi edeceğim."
Atsushi'nin ifadesi acıdan ekşi bir hal aldı. Direnmeyi bırakmıştı. Şimdi, onu öldürmek kolaydı. Akutagawa acımasız gözlerle yanında duruyordu.
"İyi." Akutagawa Atsushi'nin boynuna baskı uygulamak için ayaklarıyla bastı.
"Ugh..."
Kan damarlarına ve soluk borusuna baskı uygulanılıyordu ve Atsushi'nin yüzü acıyla buruştu. Ancak elini kaldırıp karşı koyacak gücü yoktu. Eğer biraz daha fazla baskı uygulansaydı oksijen yetersizliği ve kan kaybından ölümü daha da kolaylaşacaktı.
"Pat...ron..." Atsushi'nin gözlerinden bir göz yaşı aktı. "Özür dilerim, patron... İyi bir... kukla... olamadım..."
"..."
Akutagawa sessizce ona baktı. Bakış açısı hafifçe kaydı.
"Hayır." Akutagawa ayak tabanını geri çekti.
Atsushi öksürdü ve kafasının karıştığını belli eden bir ifadeyle Akutagawa'yı seyretti.
"Neden...?"
"Dedektif Ajansı kuralları öldürmeyi tavsiye etmez." Bunu dedikten sonra Akutagawa çıkışa doğru yürümeye başladı. Atsushi gözleriyle onu izledi.
"Bu savaş geçmişten bir kaçış ve ağlamaya devam etmekten ibaretti. Kan akıt, kaplan. Kan dökmeye devam et. Eğer sondan korkup yenilirsen karşısına dikilip sana güleceğim... o güne kadar, bekleyeceğim."
Aniden belli belirsiz bir alkış sesi duyuldu.
"Tebrikler."
Kısa bir alkış sesi binanın çatısında yankılandı. Akutagawa ve Atsushi yakında sesin kaynağını bulacaktı.
"İkinizi de tebrik ederim. Muhteşemdi. Bilinen tüm meşhur savaşlardan daha harika bir kavgaydı."
Siyah ceket giymiş uzun bir figür vardı. Yeraltı dünyasının hükümdarı havada asılı duruyormuş gibi karşılarındaydı.
"Dazai-san."
"Siyahlı Adam!"
Liman Mafyası lideri Dazai Osamu ikisine doğru sakince yürüdü.
"Dört buçuk yıl boyunca kin tutan Akutagawa bunca zaman sonra kazandı, huh?" Dazai belirsiz bir gülümsemeyle yürüdü. "Ama dört buçuk yıl boyunca kendini eğiten seni yendi? ... Yoksa Dedektif Ajansının gücü müydü? Dürüst olmak gerekirse muhteşem bir çıkmazdayım."
Dazai Atsushi'ye yaklaştı ve dönük bir sesle konuştu, "Atsushi-kun, kovuldun."
Atsushi şaşkınlıkla gözlerini açtı, sonra yine kapattı. "...peki."
"En azından, git yurt dışında yaşa. Sana bakacak birisini ayarladım. Dünyanın ışığına çık."
"Huh?!" Atsushi şaşkınlıkla başını kaldırdı.
"Niyetin nedir, siyahlı adam?" Akutagawa savaşa hazır bir pozisyon aldı. "Beni buraya yönlendiren sen miydin? Mektubu ve Gin'i yem olarak kullandın... Ama sadece beni öldürmek isteseydin daha kolay pek çok yol vardı. Amacın nedir? Savaş bittikten sonra neyi görmeyi istedin?"
"Bugünkü savaş mı? Hatalısın, Akutagawa-kun" Dazai yürümeye devam etti. "Sadece bugünlük olan bir şey değildi. Dört buçuk yıl kadar önce, kız kardeşini senden kaçırdığımda, tüm unsurlar bugünü tasarladı. Her biri..."
"Ne...?" Akutagawa şaşkındı.
"'Kitabı' biliyor musunuz?" Dazai ikisine bakıp sordu. "Sıradan bir kitap değil. Kendi türündeki tek 'kitap'. Üzerine yazılanları gerçekleştirdiği söylenen boş bir edebi 'kitap.'"
"Yazılanların gerçekleştiği... mi?"
Dazai'nin sesi mutluydu.
"Evet. Ama yazdıklarınız asıl niyetinizden farklı olsa dahi gerçekleşecek. 'Kitap' bu dünyaya kök salmış, bir yerlerde. Nerede olduğuna dair ihtimaller sonsuz. Dünyaya dallanmış bu ihtimallerin tüm değişken seçenekleri ve durumlarıyla son derece birbirine yığılmış ve iç içe haldeler. Ayrıca birisi kitaba yazdığında, dünyayla alakalı içerik 'dönüştürür'. Gerçek dünyanın yerini kitapta yazılan 'muhtemel' dünya alır."
Akutagawa da Atsushi de tepki vermekten acizdi. Gelişen ani olaylar onların anlayabileceklerinden çok üstteydi. Şu an, ikisinin de gerçekten anladığı tek bir şey vardı. Dazai böyle bir durumda yalan söylemezdi.
"Bu, 'kitabın dışındaki' fiziksel gerçeklikte olan dünya ve kitaba 'kitaba yazılan'  sayısız muhtemel dünya yığılmış. Seçenekler sonsuz. Bu yüzden..." Dazai hiçbir vurgu yapmadan doğal haliyle konuştu. "Bu dünya ihtimal olan dünya. 'Kitabın' sonsuzluklarından sadece birisi."
Atsushi ve Akutagawa donmuştu, tek bir parmağını bile kıpırdatamıyorlardı. Dazai'nin gözleri sert bir ciddiyet ve zekayla parıldadı. Yalan söylemiyordu. İkisi de bunu çok iyi anlamıştı, en azından sözde...
"Yine de, gerçeklik gerçekliktir. Bu dünyanın güçleri 'dış dünya' ile aynı. 'Kitabın' dünyanın köküyle bağlantısı olduğuna dair kanıt var. Ancak bu dünyanın 'kitabı'na televizyon kanalı da denilebilir. 'Kitap' dış dünyadan verilen emirlere cevap olarak yazılanlara göre kendi dünyasını yeniden yazıyor ya da yıkıyor. Ve yakında, yurt dışındaki güçlü organizasyonlar 'kitabı' elde etmek için Yokohama'yı istila etmeye başlayacak."
Akutagawa içgüdüsel olarak sordu. "Nasıl biliyorsun?"
"Biliyorum, çünkü diğer tüm yetenekleri etkisizleştiren bir yeteneğim var. Yeteneğimin bu tuhaflığını kullanarak, iki dünyanın ayrılması gücüyle ayırıcı bir bağlantı noktası kuruldu. Ve 'kitabın' dışındaki kendimin... anılarını okuyabilmeyi başardım."
"Ne?"
Kendi anılarını mı okumuş?
Orijinal kendisi'nden... ayrı mıymış?
Aklının ermesi için çok fazlaydı.
"Şimdiden itibaren birlikler, sıçanlar, güçlü organizasyonlar kitabın peşinden gidecek. Sizler 'kitabı' korumak için her birini yenmelisiniz. Eğer bir şey yazmaya kalkışırsanız bu dünya kaybolur ve yeniden yazılır."
"Anlamıyorum." Dedi Akutagawa kafası karışmış bir biçimde. "Eğer hikayen doğruysa, öyleyse... neden kız kardeşimi benden ayırdın? Bunun hiçbir mantığı yok."
"Çünkü ikinizin gücüne ihtiyacım var." Dedi Dazai. "İkinizin birliğinden doğan eşsizlik ve ruhlarınızın birliği bilinenin çok üstünde bir şey... Bunun için beraber savaşabilmenize ihtiyacım var. Birbirinizle ölümüne yüzleşmeniz ve diğerinin kim olduğunu anlamanız bir zorunluluktu."
Dazai binanın ucuna doğru yürüdü. Düşmeyi engelleyen bir çit ya da duvar yoktu. İleride sadece boşluk vardı. Düşseydi, hiçbir şey onu durduramazdı.
"Dazai-san..." dedi Atsushi titreyen sesiyle. "Orası tehlikeli. Lütfen geri dönün."
Size birkaç tavsiye vereyim. Burada konuştuklarımızı başka kimseye anlatmayın. Sadece ikiniz bilin. Eğer üç ya da daha fazla insan aynı anda öğrenecek olursa dünya kararsız bir hale gelecek ve bu dünyanın 'kitaptan' silinme olasılığı artacak. Yani... size kalmış bir şey."
Dazai ileriye doğru bir adım attı. Cehennem sınırda, boşluktaydı.
"Üç kişiden fazlası..." aklından bunu bilenlerin sayısını saydıktan sonra Atsushi Dazai'ye baktı. "Dazai-san, lütfen bekleyin, başka yolu yok."
"Sonunda buradayım." Sırtı rüzgar tarafından okşanırken Dazai rahatlamış bir şekilde gülümsedi. "5. Kısım, planın son bölümü. Garip hissediyorum. Eve dönmeden önceki günmüş gibi hissettiriyor."
"Siyahlı adam..." Akutagawa kaşlarını çattı Ve sordu. "Bana bir şey söyle. Neden yaptın? Neden bu dünyanın yok olmasını durdurmaya çalıştın?"
"Açıkçası... bu dünyaya özel bir ilgim yok. Bu kaybolmadan önce bilebileceğim bir şey değil. Başka bir güvenli muhtemeldeki kendim bunu söylerdi. Ama anlayacaksınız."
Dazai gözlerini kapattı ve yüzünde özlem dolu bir gülümseme belirdi.
"Burası yaşadığı ve romanlarını yazdığı tek dünya. Bu dünyanın yok olmasına izin veremem."
Rüzgâr şiddetle esti.
Dazai'nin bedeni geriye yaslandı.
Tumblr media
"Ah," Dazai gözlerini kapattı ve hayali bir gülümseme verdi. "Sonunda geldi, beklediğim an. Memnunum... gerçekten memnunum. Ama bir pişmanlığım var. Bitirdiğinde romanını okuyamayacağım." Dazai'nin bedeni sınırı geçti. Tepeden zemine uzun bir mesafe, yerçekimi tarafından çekildi... Zamana karşı uzun bir mesafeydi... Çarpma sesi binanın tepesinden duyulamadı. Akutagawa tereddütle yaklaştı ve çatının sınırından zemine baktı. Rüzgâr şiddetle esiyordu. Kırmızı günbatımı... Kırmızı asfalt... Liman Mafyası'nı yöneten adam ve Yokohama'nın karanlığı... Herkesin kaderine el koymak ve kontrol etmek için oluşturulan planının sahibi olan bir adam... Güneş battı. İstediği yere gitti. İnsan yaratılışının anlayabileceğinden çok uzak, çok çok uzak olan adam, en sonunda kimsenin ulaşamayacağı bir hayata adımını attı. Akutagawa bunun gerçekten değip değmediğini yargılayamazdı. Sadece rüzgar, sadece Yokohama'yı kaplayan ferah rüzgar her şeyi biliyor ve yargılıyordu.
125 notes · View notes
odysseusuncilesi · 4 years
Text
Önce bıçağa dualar okudu sonra tükürdü. Birkaç kez yüzümün etrafında dönen bıçağı kaptığım gibi koşmak istedim. Rastgele sağa sola savuracaktım. Havayı, geceyi beni boğan beni engelleyen bütün görünmez ipleri, bağları kesmek azıttıkça azıtmak kendimi kaybetmek istiyordum. Kan içindeydim. Kanlar içinde bırakılmıştım. Bu kısacık zaman diliminde gördüğüm sanrı bütün bedenimin titremesine ve şiddetli bir mide bulantısına sebep oldu. Gözlerimin önünden giden görüntü geri geldiğinde suratıma uzatılmış okunmuş suyu gördüm. Bir kez daha midem bulandı. Bu boktan yerde biraz daha kalırsam nöbet geçireceğimin farkındaydım. Yaşlı kadının dudaklarının hareketi biter bitmez bardağa tükürüceğini bildiğimden durduğu zaman ani bir hamleyle bardağı elinden aldım. Suyun içine tükürdüm. En azından kendi tükürüğüm olduğu için bir nebze rahat olsam da küfrederek içtim. Balkona çıktığımda içerde sesli bir şeyler okuyorlardı. Sigaramı yaktım. Düşüncelerim sürekli hareket halinde ne demeye buraya geldiğimi anlamaya çalışıyor olsam da ruhumda bir şeylerin geri döndürülemez biçimde hasar aldığını biliyordum.
15 notes · View notes
tumitutscanlation · 4 years
Text
Heavenly Blessing – 124. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 124: Kör Düğümü Çözmek, Su Ustası Ve İblis Xuan’ın Savaşı
Arkalarından Ming Yi’nin sesi duyuldu, “Kendi kendine ne mırıldanıyorsun?”
Shi Qing Xuan’ın bedeni kaskatı kesildi, “Ben... ben... ben...”
Xie Lian cevap vermesine yardım etmek istedi fakat dilini kontrol edemiyordu. Elinden hiçbir şey gelmiyordu. En çok güvendiği, değer verdiği arkadaşının bunca zamandır yanı başında saklanan en korkulu düşmanı olduğu ortaya çıkmıştı. Şimdi ise etrafta kimse kalmadığına göre neler yapacağını kim bilebilirdi, kim korkmazdı ki?
Ming Yi aniden parmaklarını Shi Qing Xuan’ın omzuna gömdü ve acı omzunda filizlenirken onu aşağı bastırdı. 
Bir anda soluk beyaz bir el su birikintisinden fırlayarak Shi Qing Xuan’ın boynuna atıldı.
Bir su hortlağı!
Beyaz el, Ming Yi’nin hareketi ile hedefini kaçırdı. Ardından avucuyla bir patlama yarattı ve suyun içinden tiz çığlıklar duyuldu. Yaratık muhtemelen bu patlama ile yok olmuştu. Shi Qing Xuan neredeyse düşerek yere oturdu, Ming Yi onu yerden kaldırdı, “Kafanda bir sorun mu var senin, Kara Su İblisinin İninde bulduğun birazcık suyla yüzünü yıkamaya çalışıyorsun?”
“...”
Shi Qing Xuan, yüzünü yıkayıp biraz sakinleşmek ve belki rahatlamak için cesetlerin ve su hortlaklarının barındığı suyu kullanmıştı ve şu an iğreniyor olmalıydı, ne var ki zihni böyle detayları fark etmek için fazla bulanıktı. Yüzü ve saçlarından hâlâ sular damlıyordu, ıslak bir köpek gibi sırılsıklamdı, perişan ve harap bir haldeydi. Sersemlemiş bir şekilde Ming Yi’nin onu kaldırmasına izin verdi, ve sersemce onu takip etti.
Doğruyu söylemek gerekirse, iyice düşünüldüğü zaman bu ‘Ming-xiong’ hakkındaki her şeyden şüpheli kokular geliyordu.
O, Toprak Ustasıydı. Dolayısıyla yolda karşılaştıkları bütün Mesafe Kısaltıcı Rünler onun tarafından çizilmişti. Bu onun uzmanlık alanı olmalıydı, ne var ki rünlerin çiziminde sık sık hata yapılmıştı.
Dörtlü, Puji Mabedinden ayrılırken bilinmeyen bir sebepten ötürü Fu Gu şehrine gönderilmişti ve bir sebepten dolayı Rüzgâr ve Su Ustalarının ışınlanmasında sorunlar çıkmıştı. Bu senelerce kullanılıp onarılmanın ardından işlevini yitiren rün ile mi alakalıydı? Sorunlara başka bir şey mi sebep oluyordu? Her şeyin arkasındaki bu kişi bu kadar güçlü müydü?
Neden bu kadar düşünmeye gerek olsundu ki? En basit cevap, her şeye burnunu sokan bu kişinin Ming Yi olmasıydı!
Rüzgâr Ustasının, Boş Sözlerin Efendisi tarafından ilk alıkonuluşunda onun izini kaybeden kişi Ming Yi idi; güçlerini kaybettiği zaman Rüzgâr Efendisini bulan kişi de; Shi Qing Xuan’ın yanında olan ve bütün korkularını avucunun içi gibi bilen de; ve Shi Qing Xuan’i kapıyı açması için tehdit eden ‘Boş Sözlerin Efendisi’ne onun şifresini vermiş olabilecek tek kişi de oydu.
Zamanında Rüzgâr ve Su Tapınağının levhasını da hissizce kendi elleriyle kırmıştı. Bunu belki zorunluluktan yapmıştı, ya da belki buna başından beri niyeti vardı.
Bir bahanenin ardına sığınarak düşmanının tapınağındaki levhayı kırmak ve üstüne düşmanının minnettarlığına sahip olmak. Ne cüretkârca bir küstahlık ama!
Bunun gibi küçük olaylar Xie Lian’ı kuşkulandırmamış değildi, ve o üç soruyu sorarak durumu irdelemeye çalışmıştı da. Ancak böylesine akla hayale sığmaz, böylesine küstahça bir şeyin gerçekleşebileceği aklının ucundan bile geçmezdi; bir hayalet, bir cennet mensubunun kılığına girmişti ve bunca zamandır aralarında saklanıyordu!
Gemileri Batıran Kara Su her zaman pasif mi olmuştu?
Yaşamını yıllarca başka bir kimlik altında sürdürmek, elbette pasif olmuştu.
Ming Yi’nin verdiği cevaplarda hiçbir kusur yoktu. Boş Sözlerin Efendisi’ni benliğine katmış ve güçlerini ele geçirmişti, ona canının istediği gibi emir verebilirdi. Bir Yüce Hayalet Kralı elbette çok daha güçlü olmalıydı ve dolayısıyla bu özelliği istediği gibi etkisiz hâle getirebilirdi. Eğer doğruyu söylemek istiyorsa doğruyu, karşısındakini kandırmak istiyorsa yalan söyleyebilirdi.
Karşılaştıkları iskeletin Toprak Efendisinde olması gerektiği gibi maharetli elleri ve ayakları vardı. Kara Su İblisinin İninde tapılmasının sebebi neydi peki? Yapılması gerekiyordu. Sonuçta o bir cennet mensubuydu; eğer mümkün olduğunca dikkatli bir biçimde ilgilenilmez ve umursamazca gömülürse huzura eremezdi. O da elinden geleni yapmış ve bunun olmaması için kendi salonunda da olsa resmiyeti tamamlamış ve ona saygılarını sunmuştu.
Ne var ki Xie Lian’ın onun gerçek kimliğini tahmin etmesinin asıl sebebi bu değildi.
Ming Yi’nin Su Efendisinin sorusuna aceleyle verdiği cevap, “Yolumda durmadığı sürece kim olduğunun bir önemi yok,” idi fakat olayı asıl tetikleyen şey bu soru değildi. Bundan sonraki sözcüklerdi. “Toprak Efendisi,”! Çünkü o, gerçek Toprak Efendisiydi. Ve onun kimliğini çalan kişi gözlerinin önünde duruyor, umursamazca yolu gösteriyordu.
Bazı zamanlarda ise ‘Ming Yi’ normalde yaptığının tam tersini yapar ve şüpheleri kendi üzerinden çekecek şeyler söylerdi. Örneğin, bir keresinde Hua Cheng’e, “Cennette gerçekten de bir ajanın var,” demişti. Asıl ajan kendisi değil miydi? Hua Cheng’in böylesine ironik bir cevap vermesinin sebebi de buydu, “Bunu zaten bilmiyor muydun?” Söylemeye çalıştığı, “Niye rol yapıyorsun?” idi.
Ne var ki ‘ajan’ sözcüğü tam olarak doğru sayılmazdı. Buna daha çok iki taraf arasındaki bir anlaşma, veya istihbarat alışverişi denmesi daha doğru olurdu.
İki Hayalet Kral, ortak çıkarları olduğu için iş birliği yapmışlardı, böylece iki taraf da kazançlı çıkacaktı. Kara Su, Cennete sızarak orada olan büyük küçük bütün olayları gözlemleyecek ve rapor edecekti. Öteki Taraftan Hua Cheng, ona tapanların sayısını artırarak güçlenmesini sağlayacaktı. Bunun haricinde bir konuda iş birliği yapıp yapmadıkları ise meçhuldü.
Jun Wu’nun Toprak Ustasını Hayalet Şehrinde göreve göndermesi, ejderhanın inini su basmasından farksızdı.
Toprak Ustası maskesinin altındayken bu zamana kadar gerçekleştirdiği iki büyük hata vardı. Birincisi, Yükselen Ateş Ejderinin Büyüsü idi.
Bir taklitçi elbette böylesine anlamsız bir harekette bulunmazdı. Xie Lian bunu yapanın kaçmayı başarmış olan gerçek Ming Yi olduğunu düşünmüştü.
Kişinin kendisini tamamen farklı bir kişiymiş gibi göstererek cennete sızması için olayları kimliğine büründüğü kişinin gözünden görebilen, onun gibi düşünebilen birisi olması gerekiyordu. Bu sebeple kimliği çalınan kişinin hayatta tutulması ve deneyim, yetenek, ruhsal aletin kullanılması gibi küçük meselelerin yavaşça kazılarak çıkarılması gerekiyordu. Sahte Ming Yi, gerçek olanı büyük ihtimalle Cennet Musibeti’ni geçtikten sonra ama henüz cennetlere yükselmeden önce yakalamıştı. Çünkü eğer gerçek Ming Yi cennetten birileriyle tanışmış olsaydı sahtekarın ortaya çıkması işten bile olmazdı.
Bu olay bir kazaydı. Dolayısıyla Hua Cheng haberi alır almaz astına haber vermiş ve sonuçlarla ilgilenmesini istemişti. Ne tesadüf ki bu haber Xie Lian’ın kulağına da varmıştı, Jun Wu’nun Hayalet Şehri’nden kurtarma görevi.
O zaman bu konu üstünde fazla kafa yormamıştı. Fakat operasyon olması gerektiğinden daha başarılı geçmemiş miydi? Xie Lian gerçekten de Toprak Ustasını zindanlardan kurtarmıştı fakat zindanların yerini tam olarak nasıl bulmuştu ki? 
Bütün bunun sebebi önce Hua Cheng’in iblis maskesi takan astının bileğindeki lanetli zinciri görmesi, ardından ise Zevk Köşkünde onu takip etmesi değil miydi?
Bir lanetli zincir küçük düşürülmüş olmanın sembolüydü ve sürgün edilmiş cennet mensupları zincirlerini ne olursa olsun büyük bir özenle saklarlardı. Öyleyse maskeli adam neden kendisininkini bu kadar açık bir şekilde bileğinde taşıyordu? Bunun ‘umursamazlık’ haricinde tek bir açıklaması olabilirdi ve bu da Xie Lian’ın dikkatini çekmekti. Böylece Xie Lian onu takip edebilir ve tutsak olan Toprak Ustasını kurtarabilirdi. Sinyali gönderen gerçek Ming Yi muhtemelen bu olayın hemen ardından öldürülmüştü. Cesedi umursamazca yok edilemeyeceğinden fakat diğerlerinin onu tanımasına da izin verilemeyeceğinden dolayı kemiklerine kadar çözülmüştü.
İkinci kaza ise Shi Qing Xuan, Boş Sözlerin Efendisi tarafından korkutulup Xie Lian’ın yardımını istediği zaman yaşanmıştı.
Hua Cheng’in Xie Lian’ı bu olaya bulaştırmak istemediği aşikardı ve bu yüzden Ming Yi, “Buraya gelmek niyetinde değildim,” diye belirtmişti. Basamaklı Şarap Terasında iken Hua Cheng’in ayrılma sebebi muhtemelen Ming Yi’yi bulmak ve ona neler olduğunu sormaktı.
Xie Lian’ın bütün bunları ayrıntılarıyla beraber Shi Qing Xuan’a açıklayacak zamanı yoktu, fakat Shi Qing Xuan geçen süre zarfında bu detayları düşünmüş olmalıydı ki elbisesinin kollarının içinde kalan elleri tir tir titriyordu.
İkili yan yana yürümeye devam etti, fakat Xie Lian’ın zihninde bir soru işareti vardı, Shi Wu Du nereye gitmişti?
Ründen geçen ilk kişi Shi Wu Du, son kişi ise Ming Yi idi ve dolayısıyla Shi Qing Xuan’ın önünden giderek Shi Wu Du’ya bir şey yapmış olmasına imkân yoktu. Bu, üç ihtimalin varlığına işaret ediyordu: bir, Shi Wu Du başka bir yere gönderilmişti; iki, Shi Wu Du’nun gönderildiği yerde onu bekleyen birileri vardı ve çoktan o kişinin eline geçmişti; üç, Shi Wu Du kendi iradesiyle ayrılmıştı.
Eğer birinci veya ikinci ihtimalden birisi söz konusuysa şu anki Ming Yi’nin Shi Qing Xuan’ın önünde bu şekilde davranmasına gerek yoktu. Buraya kadarki olayları çözen Xie Lian aniden Ming Yi’nin sesini duydu, “Altın kolyen nerede?”
Shi Qing Xuan’ın bir anlığına afallaması Xie Lian’ı endişe ile doldurmuştu. Shi Qing Xuan kendine gelip konuşmadan önce Ming Yi’nin aynısını birkaç kez daha sorması gerekti, “Ha?”
Ming Yi sertçe konuştu, “Altın Uzun Ömür Kolyelerinizin senin ve abinin altın özlerinden dövüldüğünü ve bir tarafın başına bir şey gelmesi halinde diğer tarafın haberi olacağını sen söylememiş miydin?”
“...”
Shi Qing Xuan, Ming Yi’ye her şeyini söylemişti, yani bu ruhani aygıtının nasıl çalıştığını da bildiği anlamına geliyordu. Bu da şu demekti, kolyeyi kullanarak Shi Wu Du’nun nerede olduğunu bulacaktı!
“Ama... ama benim yaralarım iyileşti!” dedi Shi Qing Xuan.
“Bunu çözmek kolay.” Ming Yi soğukça konuştu. Ardından kolunu hafifçe kaldırdı. Xie Lian hemen alarma geçti, Rüzgâr Efendisine zarar mı verecekti??? Kendini savunmak istercesine gerildi, ne var ki Ming Yi diğer kolundaki yarayı açmakla yetindi.
Kabuk tutmaya başlamış olan yara tekrar kanamaya başladı, “Kolyeyi bana ver, ben takacağım.”
“...”
Bunu gören Xie Lian kendini etkilenmekten alıkoyamadı.
Eğer bu jestin arkasında yatan böylesine kötü bir niyet ve öldürme isteği olmasaydı bu kişi gerçekten de dost olmaya layık bir kişi demekti!
Ne var ki Shi Qing Xuan adeta olduğu yere kök salmış, hareket etme konusunda tereddüte düşmüştü. Kolyeyi ona verdiği anda iki altın kolye birbirine seslenmeye başlayacaktı. Shi Wu Du bunu fark eder etmez onu bulmaya gelecekti. Ming Yi kaşlarını çattı, “Korkuyor musun, aptal?”
“...Hayır!” dedi Shi Qing Xuan, “Aslında, bu, bu kolye, sana söylememiş miydim? sadece ben takarsam çalışıyor.”
Ming Yi şüpheci gözüküyordu, “Gerçekten mi?”
Shi Qing Xuan Uzun Ömür Kolyesini sıkıca kavrayarak başını salladı, “Bu doğru!”
Ming Yi bir süre ona baktı fakat bu fikirden vazgeçmiş gibi gözüküyordu. Ardından kolundaki yaraya baktı ama hiçbir şey söylemedi. Tam o sırada, Shi Qing Xuan’ın boynundaki kolye titreşmeye başladı.
Shi Qing Xuan’ın bir anda rengi attı ve Ming Yi hızla tepki vererek duraksamadan kolyenin işaret ettiği tarafa yöneldi.
Bunun anlamı Shi Wu Du’nun yaralandığıydı. Oysa az önce rüne girdiğinde hiçbir sorun yoktu, onu ne incitmiş olabilirdi?
Xie Lian, Shi Qing Xuan’ın ne kadar endişeli olduğunu hissedebiliyordu. Kara Su Gölündeki illüzyonda kapana kısılmışlardı ve adada onlar haricinde tek bir kişi vardı. Pei Ming bir tabut inşa ediyor ve onların dönüşünü bekliyordu. Shi Qing Xuan şu anda bir ölümlüydü, Shi Wu Du yaralandıysa bile ne dünyadan ne de cennetten kimse seslerini duyamazdı, nasıl kaçabilirlerdi ki?
Kısa bir süre sonra Shi Qing Xuan konuştu, “Ming... xiong, bence bu bir tuzak. Gitmemek en iyisi olur!”
“Ne tuzağı?” diye sordu Ming Yi.
Shi Qing Xuan yüzsüzce yalan söyledi, “Abim nasıl yaralanmış olabilir ki? Öbür uçta bizi bekleyen bir başkası olmalı.”
Ne var ki Ming Yi’nin gitmek için daha fazla gerekçesi vardı ve cevabı daha rasyoneldi, “Yüce Hayalet Kralı’nın bölgesindeyiz. Su Ustası bir şekilde kendisini koruyamamış olabilir. Ne olursa olsun, önce gidip bir bakalım.”
Shi Qing Xuan gitmemek için başka bir bahane düşünemedi, ve Xie Lian’ın da aklına daha fazlası gelmiyordu, bu yüzden ses çıkarmadı. Lakin her an harekete geçmeye hazırdı.
İkili Uzun Ömür Kolyesinin titreşimlerini takip ederek gittikçe hedefe yaklaşıyorlardı, ve çok geçmeden karnını tutarak yerde bir köşeye kıvrılmış, acı çekiyor gibi gözüken Shi Wu Du’yu gördüler. Shi Qing Xuan şaşkınlıkla bağırdı, “GE!” Ardından hemen arkasında Ming Yi ile birlikte ona doğru koşmaya başladı. Fakat ona yaklaştığı an Shi Wu Du yerden fırlayarak ona sarıldı ve manyak gibi gülmeye başladı. Kolları tarafından sarılmış olan Shi Qing Xuan’ın aklı karışmıştı, işte tam o anda adamın çarpık yüzünü gördü – bu Shi Wu Du değildi! Shi Wu Du’nun kıyafetlerini giymiş ve kolyesini takmış olan bir kaçıktı!
Ağzını açıp konuşmaya dahi fırsat bulamadan hemen yanı başında duran Ming Yi yere yıkıldı. Göğsünün tam ortasında küçük bir top büyüklüğünde bir delik açılmış, delikten taze kan akmaya başlamıştı. Beyazlar içindeki bir kişi, bir ağacın tepesinden atladı, onu kavradı ve bağırdı, “KAÇ!”
Xie Lian dikkatlice baktı. Bu gerçek Shi Wu Du idi!
“GE?!” diye bağırdı Shi Qing Xuan.
Shi Wu Du kısık sesle gürledi, “Konuşma ve benimle gel! O iyi birisi değil!”
Xie Lian neler olduğunu anında anlamıştı. Görünüşe göre Shi Wu Du da hiç küçümsenecek birisi değildi. Işınlandığı yerin neresi olduğunu gördüğü anda bir şeylerin yanlış gittiğini anlamıştı. Olayları Xie Lian’ın düşündüğü kadar karmaşıkça ele almamıştı ve çok daha kurnazdı. Şüphelendiği ilk kişi Ming Yi idi, dolayısıyla kendisini görünmez yaparak saklanmış, neler olduğunu gölgeler arkasından izlemeye başlamıştı. Büyük olasılıkla Shi Qing Xuan’dan farklı bir yere gönderilmiş olmalıydı, eğer aynı yere gönderilmiş olsalardı onu da yanına alırdı ve birlikte saklanırlardı. Ming Yi ve Shi Qing Xuan’ı bulduktan sonra kendisi gibi giydirmek için bir kaçık bulmuş, kolyeyi boynuna takmış, bir patlama yaratarak yaralanmasını sağlamış ve Ming Yi’nin dikkatini çekmişti. Bu gaddarca bir hamleydi, özellikle Ming Yi’nin gerçekten suçlu olup olmadığı hakkında kesin bir kanıtı olmamasına karşın direkt öldürmek niyetiyle saldırması!
Shi Qing Xuan kendisine hâkim olamayarak arkasına baktı, ve baktığında kalbinin ortasına delik açılmış olan Ming Yi’nin biraz uzandıktan sonra kalkıp oturduğunu, başını eğerek kanlı deliğe baktığını ve ardından ayağa dikildiğini gördü. Xie Lian, Shi Qing Xuan’ın kanının donduğunu hissedebiliyordu. Cennet mensupları söz konusu olduğunda bile kim böyle bir darbe aldıktan sonra kolayca ayağa kalkabilirdi ki? Karşılarındaki insan olmayan bir varlık olmalıydı!
İki kardeş hızla koşmaya başladıktan kısa bir süre sonra Xie Lian’ın sırtındaki tüyler diken diken oldu ve bağırdı, “DİKKAT ET!”
Su Ustasını ittirdi ve o anda havayı delen bir ıslık sesi duyuldu. Xie Lian bunu yapmış olmasaydı Su Efendisi kafasını çoktan kaybetmiş olacaktı.
Bu suyun yansımasındaki o görünmez yaratıklardandı!
Shi Wu Du küfretti. Su Yelpazesini açtı ve salladı. Yelpazenin yüzeyinden çıkan ince ve uzun sudan oklar etraflarını sararak koruyucu bir bariyer oluşturdu. Artık o görünmez yaratıklar onlara zarar veremezdi. İkili kaçmaya devam etti fakat Shi Qing Xuan kendisine hâkim olamayıp bir kez daha arkasına baktı. Bu sefer bütün tüylerinin diken diken olduğunu hissedebiliyordu, “O... o bize yetişiyor!”
Gerçekten de Ming Yi sadece altı metre kadar arkalarındaydı ve yavaşça onlara doğru yürüyordu. Adımları her ne kadar yavaş gözükse de aralarındaki mesafe hızla kapanıyordu. Birkaç adım daha atarsa cübbelerine dokunabilecekmiş gibi görünüyordu.
Shi Wu Du asla arkasına bakmadan yelpazesini salladı ve yelpazenin yüzeyinden yirmi otuz kadar ejderha şeklinde su okları fırladı. Sudan yapılmış olmalarına karşın adeta çelikten birer kılıç gibi havayı deldiler. Bir kez daha salladı ve sayıları ikiye katlandı. Yelpazesini birkaç kez sallayarak yüzlerce su okunu Ming Yi’ye doğru gönderdi. Yanış bir harekette bulunduğu anda vücudu oklar tarafından delik deşik edilecekti. Ne var ki Ming Yi su oklarından birisini sanki bir halatı yakalarmış gibi çıplak elleriyle yakaladı ve yelpazeyi Shi Wu Du’nun ellerinden fırlattı!
Yelpaze elini bıraktığı anda havada çılgınca dans eden sudan ejderhalar işlevsiz damlalara dönüştü ve tepelerinden yağmaya başladı. Shi Wu Du bir anda durdu ve inanamayarak ellerine baktı. Bu yüzlerce yıl içerisinde ilk kez birisinin yelpazesini elinden almayı becerişiydi. Artık kaçamayacağını biliyordu ve arkasına baktı. Ming Yi, kendinden emin adımlarla onlara doğru yürüyordu.
Baştan aşağı bir dönüşüm geçiriyordu. Attığı her adımda başka bir şey değişti. Halihazırda bütün kanı çekilmiş gibi duran yüzü daha da soluklaştı, Hua Cheng ile aynı neredeyse saydam renge büründü. Alnının hatları daha da sivrileşti, kaşları kalınlaştı ve bu yüzünü doğal olarak daha kasvetli gösterdi. Bir zamanlar tek renk olan cübbesinin dikişlerinde ince ipliklerden dokunmuş gümüş dalga desenleri sessizce büyümeye başladı. Su ve Rüzgâr Ustalarının önüne geldiğinde ise yüzü neredeyse aynıydı, fakat tamamen bir başkası hâline gelmişti.
Toprak Ustası bir savaş tanrısı değildi ve dolayısıyla dövüş sanatlarıyla fazla arası yoktu, ruhani gücü de ortalama bir seviyede olmalıydı. Ne var ki önlerinde duran kişi bir başkasıydı.
“Sen kimsin böyle?” Shi Wu Du temkinli bir sesle sordu.
Ming Yi bu soruyu komik bulmuşa benziyordu ve gözlerini kıstı, “Benim bölgemdesin ve buna rağmen kim olduğumu sorma gereği mi duyuyorsun?”
“...Kara Su İblisi Xuan?” Shi Wu Du mırıldandı.
Ming Yi, Shi Qing Xuan’a doğru baktı fakat Shi Qing Xuan hiçbir tepki vermedi. Shi Wu Du devam etti, “Toprak Ustası başından beri sen miydin? Ya da...” olup biteni yavaşça anlarken gözlerini kaçırdı, “Anlıyorum.”
Ne var ki anladığı şey Kara Su İblisinin yalnızca Cennetlere sızmış olduğuydu. Shi Wu Du konuştu, “Sen ve ben bunca zaman kendi işimize baktık; kendi bölgelerimizi yönettik. Senin bölgene karışmak gibi bir niyetim hiç olmadı, öyleyse neden ikimiz de geri adım atmıyoruz?”
“Su Tiranı,” Ming Yi konuştu, “Senin bile acımasız olmaya cüret edemediğin zamanlar varmış demek ha?”
Shi Wu Du’nun gururlu bir mizacı vardı ve bunu duyduktan sonra yüzünde bir memnuniyetsizlik belirdi. Fakat bir başkasının çatısının altında oldukları ve daha da önemlisi, kardeşi yanında olduğu için başını eğmek zorunda kaldı. Yine de geri çekilmeye niyeti yoktu, “Eğer bu kadar yanlış bir yer ve zamanda olmasaydık, senden korkmuyor olurdum.”
Ming Yi bir adım daha attı ve ürpertici bir tonla konuştu, “Shi Wu Du, yüzüme bak. Kim olduğumu biliyor musun?”
Shi Wu Du kaşlarını çatarak onu izledi. Toprak Efendisinin yüzünü defalarca görmüştü, bu yüzden ne demek istediğini anlamadı. “Kim olduğunu mu söylememi istiyorsun?” biraz durakladıktan sonra karşısındaki kişinin kimliğinin açık edilmesini istemediği kanısına vardı, “Kim olduğun umurumda değil. Su Ustası isminin üzerine yemin ederim ki ben ve kardeşime karışmadığın sürece yaptığın hiçbir şey...”
Henüz cümlesini bitiremeden Ming Yi, buz gibi soğuk bir ifadeyle sözünü kesti, “Asiller gerçekten de unutkan. Su Tiranı, benimkini bulmadan önce kaç tane ölümlünün adına, kaç tanesinin doğum tarihine göz gezdirdin? Ne yani, aradan sadece birkaç yüzyıl geçmesine rağmen neye benzediğimi unuttun mu yoksa?”
Bu sözlerden sonra Shi Wu Du’nun yüzü seğirmeye başladı.
‘Hayalet görmüş gibi’, sadece ölümlülerin yüzünde beliren bu ifade ömründe ilk kez yavaşça yüzüne oturdu. Shi Wu Du’nun göz bebekleri bir nokta gibi oluncaya kadar küçüldü ve ağzından şu sözler döküldü, “Hâlâ hayatta mısın?!”
“Ölüyüm!” He Xuan soğukça konuştu.
Ardından elini kaldırdı, parmaklarını birbirine bastırdı ve avucunu salladı. Xie Lian başında keskin bir acı hissetti, görünüşe göre Shi Qing Xuan, He Xuan’ın ruhani gücünden etkilenmiş ve bayılmıştı.
Bir süre sonra Xie Lian’ın bilinci de Shi Qing Xuan’ınki ile birlikte geri geldi. Gözleri açılmadan önce bir şeyin vücuduna süründüğünü hissetti.
Gözlerini yavaşça açtığında, hissettiği şeylerin birkaç pis ve saçla kaplı kafa olduğunu gördü. O kaçıklardan oluşan bir grup etrafını sarmış, çatlak gülüşleri ile yüzüne bakıyor ve pis ellerini bütün vücudunda gezdiriyordu. Xie Lian kendisini sakinleştirebildi çünkü bunun hayatını tehdit eden bir durum olmadığının farkına varması uzun sürmedi. Kaçıklar biraz pasaklı ve ürkünçtü, ama bir tehdit oluşturmuyorlardı. Öteki taraftan Shi Qing Xuan buz kesilmiş, anında onları kendisinden uzaklaştırmaya yeltenmişti. Fakat bu hareketini demir zincirlerin çınlaması ile el ve ayak bileklerindeki soğukluk takip etti. Uzuvlarını hareket ettiremiyordu. Demir zincirler ve bir kalas ile duvara kelepçelenmiş, kolları başının yukarısına sabitlenmişti.
Yerlere ve tavana bakılacak olursa Kara Su İblisinin İninde olmalıydılar. Xie Lian, Shi Qing Xuan’ın hissettiği her şeyi hissedebiliyordu ve o an başında keskin bir acı vardı. Xie Lian konuşmak için ağzını açtı, “Rüzgâr Ustası, sakin ol, bunun gibi kelepçelerden nasıl kurtulabileceğimizi biliyorum...” fakat sesi çıkmıyordu!
Şaşkınlığa uğrayan Xie Lian durumunu analiz etmeye çalıştı. Ruhsal güçlerinin büyük bir kısmı bitmişti ve Shi Qing Xuan’ın vücudunda kalmaya devam edecek kadar gücü olsa bile onu kontrol etmek için fazla güçsüzdü. Hua Cheng’den ödünç aldığı güçler tükenmiş miydi?
İmkânı yoktu. Ruh Değiştirme Büyüsünün tam olarak ne kadar enerji harcadığını biliyordu. Hua Cheng’in ödünç verdiği güçlerin buna yetmemesinin imkânı yoktu. Buna rağmen gücünün hızla azaldığını hissedebiliyordu. Endişeleniyordu. O sırada, kulak tırmalayan bir ses ona seslendi, “Qing Xuan!”
Shi Qing Xuan’ın gözleri sulanmıştı, sesin geldiği yöne baktığında kendisine seslenenin Shi Wu Du olduğunu gördü. 
Demir zincirlerle bağlanmamıştı, fakat beyaz cübbesi pislik içinde kalmıştı. Yerde diz çöküyordu, Shi Qing Xuan’ın ayıldığını görünce yüzünde hoşnut bir ifade belirdi. Yanına gitmek istedi fakat bitişiğindeki kişi tarafından bir kez daha yere tekmelenerek zorla dizleri üstüne çöktü. Bu adam gövdesinin iki kenarında sıkılmış yumrukları, soğuk ve melun ifadesi ve tüyleri diken diken eden soluk yüzü ile Kara Su İblisi Xuan veya daha doğrusu, He Xuan idi.
Arkasında kutsal bir sunak, üzerinde dört adet obsidyen vazo duruyordu. Paramparça edilmiş iki yelpaze yere atılmıştı – bunlar Su ve Rüzgâr Ustalarının yelpazeleriydi.
Baba, anne, kız kardeş, nişanlı.
“Diz çök.” dedi He Xuan.
Shi Wu Du’nun gözleri Shi Qing Xuan üzerinde sabitlenmişti ve dudaklarından bir cevap döküldü, “Tamam.”
Ardından gerçekten de dizlerinin üstüne çöktü ve vazoların önünde dong, dong, dong, on defadan fazla secdeye kapandı. Ardından biraz diklenmeye yeltendiğinde He Xuan kafasını ayağıyla bir kez daha yere bastırdı ve konuştu, “Ayağa kalkmana izin verdim mi?”
Shi Wu Du’nun başı yere çarptı ve bütün yaralarından kanamaya başladı. Dişlerini gıcırdattı, “...Hayır.”
Bir zamanlar kimseye boyun eğmeyen gururlu büyük kardeş, şimdi birisinin ayakları altında çiğneniyordu. Shi Qing Xuan, onun yaptığı şeylerin bundan kat be kat fazla cezayı hak ettiğinin farkındaydı fakat yine de onu bu şekilde görmeye dayanamıyordu. “Ge...”
Sesini duyan He Xuan’ın ürpertici gözleri ona çevrildi. Başını kaldıramıyor da olsa Shi Wu Du, bu korkak ve titrek sesin kendilerine yardımcı olmayacağını biliyordu ve bağırdı, “SEN SESSİZ OL!”
Bir süre ölçüp tarttıktan sonra He Xuan, ayağını kafasından kaldırdı. Shi Wu Du korkuyla dolmuştu fakat ayağa kalkamadan inledi, “Qing Xuan!”
He Xuan baygın adımlarla yaklaştı. Kaçık adamlar ondan ölesiye korkuyorlardı ve anında dört bir yana dağıldılar. Fakat yine de gözlerini arada bir Shi Qing Xuan’a çeviriyorlardı. Shi Qing Xuan duvara zincirlenmişti, bir zamanlar tanıdıktan da öte olan bu yabancı yüzün kendisine adım adım yaklaşışını izledi.
He Xuan önünde çömeldi, duraksadı, ardından sordu, “Boş Sözlerin Saygıdeğer Efendisi korkunç mu?”
Sesi soğuk ve ruhsuzdu, fakat Shi Qing Xuan’ın gözlerinde canlılık belirtisi yoktu, dudakları titriyor ve konuşamıyordu.
Boş Sözlerin Efendisi korkunçtu; ne var ki onu bünyesine katmış önündeki bu kişi, gençlik yıllarının kabusundan on kat, yüz kat daha dehşet vericiydi. Fakat bu korku, uzun zaman önce çoktan yüzleşmiş olması gereken bir korkuydu.
“He Xuan,” Shi Wu Du konuştu, “Bir adam yaptıklarının bedelini kendisi ödemelidir. Onun kötü kaderini seni kullanarak engellemek benim fikrimdi. Kardeşimin bununla hiçbir alakası yok.”
He Xuan alayla gülümsedi, “Alakası yok?”
Gözlerini kırpmadan Shi Qing Xuan’a baktı ve her kelimeyi tane tane vurgulayarak konuştu, “Kardeşin; sıradan, alelade bir insan, bir şekilde tanrı olmak için gereken yeteneği elde etti. Benim kaderimden çalınmış sonsuz görkemi, benim alınyazımdan elde ettiği zenginlikler... Ve bunun onunla alakası olmadığını mı söylüyorsun?”
Her bir sözcük, kalbine saplanan bir hançer gibiydi. Bu sözler özellikle Shi Qing Xuan’ın duyması için söylenmişti ve Shi Qing Xuan her ne kadar her şeyi biliyor da olsa yine de başını eğdi, bir daha asla kaldıramayacakmış gibi hissediyordu. Shi Wu Du sahte bir sakinlikle konuşmaya devam etti, “Bunca zaman... yanında olduğun için, seni kandırmadığımı biliyor olman gerekir. O sır saklayabilecek birisi değildir. Bunun hakkında gerçekten hiçbir şey bilmiyordu!”
He Xuan sıktığı dişlerinin arasından bağırdı, “İŞTE TAM OLARAK BU YÜZDEN AŞAĞILIĞIN TEKİ! HİÇBİR ŞEYİ BİLMEMEYE NEREDEN HAKKI VAR?!”
Shi Qing Xuan başını biraz daha eğdi.
Göğe ulaşmak için başkasının kanını emip, kemiklerini çiğneyip, buna karşın huzurlu olmaya; bütün ayrıcalıklardan hiçbir vicdan azabı çekmeden tatmaya nereden hakkı vardı?
He Xuan ekledi, “O zaman bilmiyordu, peki ya şimdi?!”
Shi Qing Xuan gözlerini yerden kaldırdı ve titrek bir sesle konuşu, “Ming-xiong, ben...”
“KAPA ÇENENİ!” He Xuan bağırdı.
Yüzünde neredeyse vahşi denebilecek bir ifade vardı. Shi Qing Xuan bunu gördüğünde bütün tüyleri diken diken oldu ve sustu. He Xuan arkasını döndü ve bir ileri bir geri yürümeye başladı, “Sana birçok şans tanıdım!”
Shi Qing Xuan gözlerini kapadı ve yumruklarını sıktı. Fu Gu şehrindeki fazlasıyla öfkeli “Peki! Öyle olsun!” sözleri ve Ming Yi’nin Shi Qing Xuan’ın önünü keserek Pei Ming ile Doğu Denizine gitmeyi engelleyişi Xie Lian’ın aklında belirdi.
Fakat Shi Qing Xuan her seferinde Shi Wu Du’ya yardım etmeyi seçmişti.
Fısıldadı, “...Özür dilerim.”
He Xuan durdu ve konuştu, “Özrünün bana ne yararı var?”
Dört vazo sıra halinde Shi Qing Xuan’ın önüne dizilmiş, adeta kuş tüyü ağırlığındaki özrüyle dalga geçer gibi duruyorlardı, kalbine ıstırabın saplanmasına, bütün iç organlarının ağrımasına neden oluyorlar ve söylediği her şey faydasız gibi hissettiriyorlardı. Shi Qing Xuan yalvardı, “...nafile olduğunu biliyorum, ama ben...”
He Xuan soğukça konuştu, “Ama sen ne? Nafile olduğunu biliyorsun ama buna rağmen samimiyetinle beni etkileyebileceğini ve benim bu kinden kurtulup bu nefreti arkamda bırakacağımı mı düşünüyorsun?”
Shi Qing Xuan aceleyle konuştu, “HAYIR! Hayır! Kastettiğim bu değildi! Sadece... sadece, ben, ben, ben seni haksızlığa uğrattığım için çok özür dilerim. Gerçekten. Ming... He... Genç Efendi He. Hem abimin hem de benim yanlış yaptığımızı biliyorum. Ve şimdiden sonra geri dönüşün olmadığını da, yani...”
He Xuan dikkatle dinliyordu, “Yani?”
Ne var ki o an söyleyebileceği her şey acınası ve zayıf sözlerden başka bir şey değildi. Shi Qing Xuan çaresizce bir şeyler söylemeye çalıştı, ama sözcükler bir türlü dilinden dökülmüyordu.
He Xuan’ın sesi buz gibiydi, “Hadi, konuş. Neden durdun? Günahların için ölmeye razı mısın?”
Shi Qing Xuan afallamıştı. Shi Wu Du daha fazla dinleyemedi ve bağırdı, “HE XUAN! Suçlu benim, suçlu Boş Sözlerin Efendisi. Qing Xuan ölmeyi hak edecek bir şey yapmadı, sen...”
“Ve benim ailemden kim, ne yapmıştı?” He Xuan karşılık verdi, “Ailemden kim ölmeyi hak etmişti?”
Shi Wu Du’nun boğazı düğümlendi. He Xuan devam etti, “Hadi. Söyle bana. Razı mısın?”
“...Razıyım.” Shi Qing Xuan fısıldadı.
Bunu duyan He Xuan alayla güldü. Shi Qing Xuan’ın başı eğik olduğu için Xie Lian ifadesini göremiyordu, ancak görse bile şu an ne hissettiğini çıkarabileceğini zannetmiyordu.
Ardından He Xuan yumrukları iki tarafında sıkılı bir şekilde oradan uzaklaştı. Kaçıklardan oluşan grup onun uzaklaşmasını fırsat bilerek yine Shi Qing Xuan’ın etrafında toplandılar. Kollarına ve bacaklarına sarılıyor, saçlarını çekiyor, boynuna asılıyorlardı. Gözlerinde sanki onu yemek istiyorlarmışçasına delice birer pırıltı vardı. Xie Lian her ne kadar daha önce defalarca evsiz insanların arasında yaşamış olsa da kanının donduğunu hissetti ve merak etmekten kendini alıkoyamadı, “Kim bu insanlar böyle? İblis Xuan neden böyle insanları bir araya topladı?”
Ne var ki Shi Qing Xuan ses çıkarmaya korkuyor, kaçıkların kendisini bir o tarafa bir bu tarafa çekiştirmesine sessizce izin veriyordu. He Xuan olanları bir süre soğuk gözlerle izledi, ardından konuştu, “Bu insanların kim olduğunu biliyor musun?”
Çürümekte olan çubuk gibi incecik birkaç parmak Shi Qing Xuan’ın yüzünü tırnaklıyor ve eller vücudunda geziniyordu. Fakat o nefes almaya dahi cüret edemiyordu. Dolayısıyla bu insanların kim olduğunu düşünecek halde değildi. Başını salladı. He Xuan cevapladı, “Kötü kaderler, sefil talihler, yaratıklardan bile alçakça hayatlar. İnsanı delirtebilecek cinsten alınyazıları.”
“...”
Büyük bir korku Xie Lian’ın kalbini pençeleri içine aldı, He Xuan’ın ne yapmak istediğini aşağı yukarı kestirebiliyordu. Shi Wu Du da anında anlamıştı, gözleri sonuna kadar açıldı, “...SEN?!”
He Xuan, Shi Wu Du ve Shi Qing Xuan’ın arasında durdu ve soğukça konuştu, “Şimdi, iki seçenek veriyorum.”
Önce parmağını Shi Wu Du’ya doğrulttu, “Birinci seçenek. Sen, bu kalabalığın arasından kaderini kardeşinin kaderi ile değiştirmek için birisini seç. Ardından geri kalan yaşamını bir ölümlü gibi insanların arasında gizlenerek sürdür.”
Shi Wu Du’nun gözleri kan çanağına dönmüştü, omuzları sarsılmaya başladı. He Xuan devam etti, “Kader değiştirmekten bu kadar hoşlandığına göre bu işte oldukça yetenekli olmalısın. Nasıl yapılacağını öğretmeme gerek yok.”
Her ne kadar Shi Qing Xuan’ın orijinal kaderi onu bir tanrı yapacak seviyede olmasa bile hayatını huzur içinde yaşamasını sağlayacak kadar iyiydi. Bu kaçıklara bakıldığında açıkça belliydi ki ya bir hastalık, ya delilik, ya da başka bir şey yüzünden geri dönüşü olmayan hallere düşmüşlerdi. Eğer Shi Qing Xuan’ın kaderi onlardan birisi ile değiştirilecek olursa o da aynı durumlara düşmez miydi? Bir adamı delirtebilecek kaderler, sonsuza kadar ıstırap içinde kıvranmasına neden olmaz mıydı?
Shi Wu Du’nun bu seferki musibeti geçemediği aşikardı ve bu yaptıkları ortaya çıktıktan sonra cennete kalmaya devam edebilmesinin imkânı yoktu. Sürgün edildikten sonra Shi Qing Xuan’a yardım edemezdi. Bütün güçlerini kaybetmiş bir ölümlü ve kaderlerin en kötüsüyle baş başa kalmış acınası bir adam, hayatlarını nasıl sürdürebilirlerdi ki?
Shi Wu Du nefes verdi ve dişlerini gıcırdattı, “Ve ikinci seçenek?”
He Xuan devam etti, “İkinci seçenek. Sen.”
Bu sefer işaret ettiği kişi Shi Qing Xuan idi.
Her bir sözcüğü vurgulayarak konuştu, “Kaderine el sürmeyeceğim. Ama, tam burada, benim için kardeşinin kafasını keseceksin.”
ÇAT! Yere paslı bir kılıç attı. Shi Qing Xuan kılıca baktı, gözleri sonuna kadar açılmıştı. He Xuan devam etti, “Ardından gözümün önünden kaybol, ve ben de sen hiç var olmamışsın gibi davranayım.”
Bir nefret, o kadar derin ki, yüzlerce yıl iliklerine kadar işlemiş... Gözlerinde yanan o hararetli, o deli ateşi gören herkes blöf yapmadığını anlardı. Kısa bir sessizlikten sonra Shi Wu Du konuştu, “...Ben kendim bitireceğim. Kendim yapmama izin ver.”
“Benimle pazarlık yapacak konumda değilsin,” dedi He Xuan.
Shi Wu Du, Shi Qing Xuan’a baktı ve acınası bir biçimde mırıldandı, “Bu istediğin şey...”
Öteki taraftan Shi Qing Xuan, onun kadar ümitsiz değildi ve aceleyle konuştu, “Ge! Ge! Hadi, hadi ilk seçeneği seçelim. Birincisini.”
Bir süre sonra Shi Wu Du sakinleşti, “Hayır. İkinciyi seçiyorum.”
“...” Shi Qing Xuan neye uğradığını şaşırmıştı, “Neden ikinci seçenek? İkimiz de hayatta kalamaz mıyız? Ge, ben yapamam, gerçekten yapamam.”
Shi Wu Du öfkeyle gürledi, “SESSİZ! Anlamıyor musun? Benim elimdeki her şeyi kaybetmem ve senin pis bir yaratığa dönüşmeni izlemem, bunu yapabilir miyim zannediyorsun? Neden şimdi gidip aklımı kaybederek ölmüyorum öyleyse!”
“Ge!” Shi Qing Xuan konuştu, “Önemli değil... yaşamak yine de ölümden iyidir. Ayrıca, gerçekten, eğer düşünecek olursan, biz... biz yüzyıllarca yaşamadık mı? Artık... artık...” Shi Qing Xuan konuştukça geçmiş birkaç yüzyılı ne gibi bolluklar ve lüks içinde yaşadığını hatırladı. Kendisinden o kadar utanıyordu ki, konuşmaya devam edemedi.
He Xuan hâlâ aynı soğuk ifade ile onları izliyordu. Shi Wu Du sonunda emekleyerek ayağa kalktı ve pastan benek benek olmuş kılıcı eline alarak duvara doğru topalladı. Küçük kardeşinin omzunu kavradı ve konuştu, “Hadi!” ardından sertçe fısıldadı, “...General Pei’i bul. Seninle ilgilenmesini rica et.”
Kılıç korkunç biçimde ağır ve pasla kaplıydı, adam öldürmek bir yana, bu kılıcı kullanarak basit bir tavuğu kesmek bile zor olurdu. Eğer bu kılıç birilerinin kafasını kesmek için kullanılacak olursa hem cellat, hem de mahkum büyük acılar yaşardı. Shi Qing Xuan o kadar dehşete düşmüştü ki kılıcı elinde tutamadı ve yere düşürdü. “Boş ver, ge, boş ver! Bunu bana kendin söylememiş miydin? Bu dünyada herkes kendi başının çaresine kendi bakar, neden kimse benimle ilgilensin ki? bunca zaman birbirimizle biz ilgilenmedik mi? Lütfen bu şeyi bana verme, BU ŞEYİ BANA VERME!”
Shi Wu Du bağırdı, “QİNG XUAN! Çocukça davranma!”
Ardından yüzüne acı bir gülümseme yerleşti, “...Senin abinin adı Su Tiranı, bunu biliyorsun. Bunca yıl dalgalar arasında savaş verdim, yerden cennetlere kadar binlerce, belki de daha fazla düşman edindim. Ben ölürsem her şey daha kolay olur. Ben ölürsem sana hiçbir şey olmaz. Eğer ben ölmezsem ama hayatım dışında her şeyi kaybedersem, işte bu ölümden daha kötü bir kader olur. Eğer Su Ustası olmazsam sana bakamam. Kendimi bile koruyamam. Birkaç gün bile dayanabilir miyiz... bilmiyorum... AL BUNU!”
Shi Qing Xuan dehşetten hıçkıra hıçkıra ağlıyor, gözyaşlarını kontrol edemiyordu, “HAYIR! YAPAMAM YAPAMAM YAPAMAM, GE, GERÇEKTEN YAPAMAM! BENİ ZORLAMA! BANA VERME! YARDIM EDİN, YARDIM EDİN, YARDIM EDİN!!!”
Shi Qing Xuan, sesi kısılana kadar bütün varlığıyla bağırmaya, yardım istemeye devam etti. Shi Wu Du atıldı, “HER ŞEY YOLUNDA! Korkma, Qing Xuan, bu kader değiştirmek ya da bütün güçlerinden arınmak kadar acıtmayacak...”
He Xuan’ın sabrı tükenmişti, “Sessizlik! İğrenç sevgi gösterinize yeterince katlandım. Gözlerinizi açın ve nerede olduğunuza bakın. Kimse duygulanmayacak.”
Beklenmedik bir şekilde, ağız dolusu kan kustuktan sonra Shi Wu Du ayağa fırladı ve Shi Qing Xuan’ın boynunu kavradı. Xie Lian afallamıştı, kanın beynine hücum ettiğini ve nefesinin kesildiğini hissetti. Shi Qing Xuan güçlükle soludu, “...Ge?”
Shi Wu Du kanla kaplı dişlerini gıcırdattı, “Qing Xuan! Seni bu şekilde yalnız bırakamam! Eğer ben ölürsem senin bu dünyada hayatta kalabilmene imkân yok, o yüzden sen de benimle geliyorsun!”
Ardından Shi Qing Xuan’ın boynunu çevreleyen ellerine güç verdi ve sıkıca kavradı. Shi Qing Xuan’ın gözleri kararıyor ve boğazından acı iniltiler yükseliyordu. Xie Lian sarsılmıştı, Su Ustası gerçekten de Rüzgâr Ustasını öldürünceye kadar boğacak mıydı?!
Saniyeler sonra boğazındaki basınç bir anda ortadan kayboldu; temiz hava ciğerlerini doldurdu ve Shi Qing Xuan deli gibi öksürmeye başladı. Ne var ki yanında duran kişi, Shi Wu Du’nun Shi Qing Xuan’ın boynundan iki kolunu da dirseğinden koparan He Xuan’dı. “Üçüncü bir seçenek verdim mi?”
İki kolu da bedeninden ayrılmış olan Shi Wu Du’dan bir çeşme gibi kanlar saçılıyordu, fakat seslice kahkaha atmaya başladı. He Xuan elindeki iki kolu çöp atarcasına yere fırlattı, “Neye gülüyorsun?”
Shi Wu Du cübbesinin kana bulanmış kollarını sallayarak konuştu, “Sana gülüyorum! Eline koz geçtiğini düşünüyor olmana düşünüyorum! Bunca yıl acı çektikten sonra sonunda intikam aldığını mı düşünüyorsun? İyi hissettiriyor mu?”
“Seni böyle paramparça görmek, gerçekten de iyi hissettiriyor.” Dedi He Xuan.
“Öyle mi?” dedi Shi Wu Du, “Öyleyse şunu söylememe izin ver, ben de iyi hissediyorum!”
Kan fışkıran kollarıyla He Xuan’ın yakasını çekiştirdi, “Çünkü öfkeyle dolu olan seni görüyorum, ıstırapla dolu olan, nefretle dolu olan, ama buna rağmen elinden aileni geri getirmek gelmiyor! Gölgelerdeki bir çukurun dibindeki acınası bir hayaletten başka bir şey değilsin. İSTEDİĞİN KADAR ÖFKELEN, GERİ GELMEYECEKLER! Ama ben, ben ve kardeşim, uzunca yaşadık, asırlarımızı cennette geçirdik, şu andan sonra bunları kaybetse de, hayatını kaybetse de, o kazandı! KAZANAN HÂLÂ BENİM! O YÜZDEN SENDEN BİLE İYİ HİSSEDİYORUM! HAHAHAHAHAHAHAHAHA...”
Bu sözleri dinledikçe He Xuan’ın yüzü gittikçe daha da düştü ve ardından odadaki hava aniden soğudu. Shi Qing Xuan benliğinin derinliklerine kadar dehşete düşmüştü ve kısık bir sesle konuştu, “...Ge, konuşmayı bırak. Konuşmayı lütfen bırakır mısın? Ge, aman tanrım. Neler söylüyorsun? Ne saçmalıyorsun...”
He Xuan elini kaldırarak Shi Wu Du’nun boynunu kavradı, “HİÇ VİCDAN AZABI ÇEKMİYOR MUSUN!”
Shi Wu Du vahşice güldü, “Vicdan azabı? HAH! NE ŞAKA AMA! Ve karşımdakinin Yüce Hayalet Kral, Gemileri Batıran Kara Su olduğunu düşünmek! VİCDAN AZABI HAKKINDA MI KONUŞMAK İSTİYORSUN? ÖYLEYSE SÖYLEMEME İZİN VER, ÖYLE BİR ŞEY YOK!”
Shi Qing Xuan inledi ve Shi Wu Du başını dik tutarak konuşmaya devam etti, “BUGÜN SAHİP OLDUĞUM HER ŞEY, HEPSİ İÇİN KENDİM MÜCADELE ETTİM! SAHİP OLMADIĞIM ŞEYLER İÇİN MÜCADELE EDERİM! SAHİP OLMADIĞIM KADERİ KENDİ ELLERİMLE DEĞİŞTİRİRİM! KADERİME CENNETLER DEĞİL, BEN KARAR VERİRİM!”
Bu, Xie Lian’ın bu sözü bu şekilde ilk duyuşuydu, kendisini dehşete düşmekten alıkoyamadı. He Xuan, sanki Shi Wu Du’nun yaptığı yanlışları inatla kabul etmeyişi gözlerini yeni bir dünyaya açmışçasına gülmeye başladı. İfadesi gittikçe daha da ürpertici bir hal aldı, Shi Qing Xuan paramparça olmuştu, “Gege, yalvarıyorum, yalvarıyorum konuşmayı kes, lütfen kapa çeneni. Yardım...”
Ne var ki Shi Wu Du’nun küstahlığının sınırı yoktu, “Qing Xuan, gege önden gidecek. Seni aşağıda bekliyor olacağım. Hahahahaha...”
Cümlesi henüz bitmeden He Xuan elini başının üstüne koydu ve saçlarından kavradı. Shi Qing Xuan’ın ruhu bedenini terk etmek üzereydi, demir zincirler deli gibi duvara çarparak yankılandı, “MING-XIONG! MING XIONG! ÖZÜR DİLERİM, ÖZÜR DİLERİM ÖZÜR DİLERİM ÖZÜR DİLERİM ÖZÜR DİLERİM ÖZÜR DİLERİM! BİZ HATALIYDIK! BİZ YANIŞ YAPTIK. BENİM HATAM! YAPTIKLARINI BENİM YÜZÜMDEN YAPTI! GÖRMÜYOR MUSUN, AKLI BAŞINDA DEĞİL! BEN... SEN... SEN...”
Merhamet dilemek istedi. Ancak yakarışları dudaklarından dışarı dökülmüyordu bir türlü. Gözleriyle adeta yere kapanıyordu. He Xuan onu izledi ve bir anlığına bir şeyleri hatırlar gibi oldu. Sakinleşti, ve durdu.
Bunu gören Shi Qing Xuan rahatlarmışçasına bir nefes verdi. Göz yaşları yanaklarından aşağı dökülüyordu. Fakat henüz konuşmaya fırsat bulamadan He Xuan’ın acımasız sesi yankılandı, “Yanlış kişiye seslendin.”
Ardından eli yukarı fırladı ve Shi Wu Du’nun başını gövdesinden ayırdı!
“AAAAAAAAAAHHHHHHHHHHHHHHHHHHHH--!!!”
Başının vücudundan ayrılmasıyla boynundan kan fışkırmaya başladı. Fışkıran kan, Shi Qing Xuan’ın yüzünü ve vücudunu kırmızıya boyadı. Sonunda, Shi Qing Xuan daha fazla dayanamaz hale gelmişti ve aklını yitirmişçesine bağırmaya başladı.
Başı olmayan cesedi gören kaçıklar bunu oldukça ilginç buldu, hepsi neşeyle cesedin etrafını sardı. Çıplak ayakları her tarafa kırmızı ayak izleri bırakıyordu. Etrafında dönerken ellerini sevinçle çırpıyorlardı, “YO YO YO! ÖLDÜ! ÖLDÜ!”
“ÖLÜ! ÖLÜ! HEHEHE!
Shi Qing Xuan kim bilir ne kadar süre bağırmaya devam etti, ruhu vücudundan çıkıyormuş gibi hissettirene kadar bağırdı, ne zaman sustuğunu hatırlamıyordu. Xie Lian bilincini geri kazandığında çoktan kanla kaplı zeminde cansız bir biçimde yatıyor haldeydi.
He Xuan elinde gözleri hâlâ sonunsa kadar açık olan Shi Wu Du’nun kafası ile ondan birkaç adım ileride duruyordu. Yukarıdan Shi Qing Xuan’a baktı.
Bir süre sonra sakince sordu, “Söylemek istediğin başka bir şey var mı?”
“...”
Shi Qing Xuan’ın gözleri bir ölününkileri andırıyordu. Odaklanamayan bakışlar ile önce sunağın üstündeki vazolara, sonra yerdeki parçalanmış yelpazelere baktı. Kendine gelip mırıldanmadan önce uzun bir süre bekledi, “...ölmek istiyorum.”
He Xuan soğukça cevapladı, “Fazla güzel düşünüyorsun.”
Ardından He Xuan, elini Shi Qing Xuan’a uzattı ve Shi Qing Xuan gözlerini kapadı.
Tam o sırada, Xie Lian’ın ruhu aniden yukarı fırladı!
Geri düştüğünde ve gözlerini açtığında, kırmızılar içindeki bir adamın kucağında yattığını fark etti. Bir eli nazikçe çenesini kaldırmış, Hua Cheng dudaklarını derin bir öpücükle hapsetmişti. Xie Lian’ın ruhani güçlerinin hızla azaldığını hissetmesine şaşmamalıydı. Görünüşe göre Hua Cheng, Xie Lian’a ödünç verdiği gücü geri almak için en etkili yöntemi seçmiş ve Xie Lian’ın ruhunu kendi vücuduna geri getirmişti.
 Çevirmen: Jason
Çevirmen notu bırakabiliyor muyum?
Çevirmen Notu: iyi değilim..
173 notes · View notes
ruhsuzbay · 3 years
Text
Önce bıçağa dualar okudu sonra tükürdü. Birkaç kez yüzümün etrafında dönen bıçağı kaptığım gibi koşmak istedim. Rastgele sağa sola savuracaktım. Havayı, geceyi beni boğan beni engelleyen bütün görünmez ipleri, bağları kesmek azıttıkça azıtmak kendimi kaybetmek istiyordum. Kan içindeydim. Kanlar içinde bırakılmıştım. Bu kısacık zaman diliminde gördüğüm sanrı bütün bedenimin titremesine ve şiddetli bir mide bulantısına sebep oldu. Gözlerimin önünden giden görüntü geri geldiğinde suratıma uzatılmış okunmuş suyu gördüm. Bir kez daha midem bulandı. Bu boktan yerde biraz daha kalırsam nöbet geçireceğimin farkındaydım. Yaşlı kadının dudaklarının hareketi biter bitmez bardağa tükürüceğini bildiğimden durduğu zaman ani bir hamleyle bardağı elinden aldım. Suyun içine tükürdüm. En azından kendi tükürüğüm olduğu için bir nebze rahat olsam da küfrederek içtim. Balkona çıktığımda içerde sesli bir şeyler okuyorlardı. Sigaramı yaktım. Düşüncelerim sürekli hareket halinde ne demeye buraya geldiğimi anlamaya çalışıyor olsam da ruhumda bir şeylerin geri döndürülemez biçimde hasar aldığını biliyordum..
1 note · View note