Tumgik
#meşrik
ilmiyyat1453 · 1 month
Text
Tumblr media
"Müslüman bir kadın meşrîkte (doğuda) esir edilse, henüz esir edenlerin kalelerine götürülmeden önce; mağrîbdeki (batıda ki) Müslümanların o kadını kurtarmaları kendileri üzerine vaciptir. Çünkü İslâm beldesi/yurdu, tek bir mekân gibidir."
İbn Nüceym, Bahru'r-Raik
11 notes · View notes
gundemarsivi · 2 months
Text
Tumblr media
İslam’da Mevlit Yok!
✍🏻 Yılmaz Dikbaş
https://www.gundemarsivi.com/islamda-mevlit-yok/?amp=1
Müslüman Türkler; bir ölümün 40. günü, sünnet töreni, asker uğurlama, hac dönüşü gibi özel günlerde ve İslam dinince kutsal gün ve gecelerinde Mevlit okuturlar.
Mevlit; halk arasında mevlid, mevlüd, mevlüt olarak da söylenir.
Mevlit, Kuran’dan alınmış bir ayet ya da ayetler toplamı değildir.
Dünyada yaklaşık 1,5 milyar Müslüman bulunmaktadır. Müslüman Türklerin okuttuğu Mevlit’i, dünyada hiçbir Müslüman toplum bilmez!
Mevlit, 1409 yılında Bursa’da Süleyman Çelebi tarafından kaside türünde yazılmış bir şiirdir.
✔ Mevlit’in içeriği, İslam’ın kutsal kitabı Kuran’a aykırıdır!
Açıklayayım:
Süleyman Çelebi, Mevlit’te, Hz. Muhammed’in doğum gününü, Hıristiyan dininin peygamberi Hz. İsa’nın doğumuyla ilgili efsaneye benzetmiştir!
Süleyman Çelebi, Hz. Muhammed’in peygamber olarak doğduğunu anlatmış, Muhammed’in annesi Âmine Hatun ağzından, Mevlit’te şöyle demiştir:
“Üç melek gördüm elinde üç âlem
Biri meşrik biri mağribde anın
Biri damında dikildi Kâbe’nin”
“İndiler gökten melekler saf saf
Kâbe gibi kıldılar evim tavaf
Huriler geldi bölük bölük
Buğur yüzleri nurundan evim doldu nur”
Gerçek şudur: Hz. Muhammed, sade bir Arap olarak doğmuş, 40 yaşına kadar ticaretle uğraşan sade bir Arap olarak yaşamıştır.
Hz. Muhammed’in doğduğu gün, ne gökten melekler inmiş, ne de bölük bölük huriler!
✔ Tüm bunlar, Süleyman Çelebi’nin uydurmasıdır ve Kuran ayetlerine aykırıdır.
İslam inancına göre Hz. Muhammed, 40 yaşındayken Allah’tan vahiy yoluyla ayetler almış, İslam’ın peygamberi olmuştur.
Kuran’da, Hz. Muhammed’in 40 yaşına kadar, sade bir Arap olduğunu açıkça bildiren ayetler bulunmaktadır.
Günümüzde Mevlit, okuyan kişilere parasal çıkar sağlamakta, okutanlar ise dinsel bir tören yapmış olduklarını sanarak avunmaktadırlar.
Yılmaz Dikbaş
17 Şubat 2024, Cumartesi
0532 233 31 52
#yilmazdikbas #din #mevlit #hzmuhammed #dindenparakazananar #dinvepara #gundemarsivi #siyasalislam #mevlitnedenokunur #islamdaceliskiler #musluman #psuleymancelebi #kuran #toplum
0 notes
etaali · 3 years
Text
Tumblr media
"Bir gece kütüphanemde bir güvenin pervaneye şöyle dediğini duydum:
'İbn Sina'nın kitaplarının içine yerleştim. Farabi'nin birçok eserlerini gördüm. Bu hayatın felsefesini bir türlü anlayamadım. Bir güneşim yok ki, günlerimi aydınlatsın. Çok bedbahtım.’
Yarı yanmış pervanenin şu güzel ve ince cevabını hiç bir kitapta bulamazsın:
Dedi ki, ‘Çırpınıştır hayatı daha canlı yapan, çırpınıştır hayatı kanatlandıran’... “
İkbal, Peyam-ı Meşrik
6 notes · View notes
enfustenafaka · 4 years
Text
Sevap ve günahlarımızın tartılacağı mizanın sevap tarafını ağır getirmek için çalışmalıyız, sevdiklerimizi de buna teşvik etmeliyiz, dostluk, iyilik böyle olur. Davud (Aleyhisselâm) Mevlâ Teâlâ’ya: “Ya Rabbi! Kullarının sevap ve günahlarının tartılacağı mizanı bana göster” diye temennide bulundu. Mevlâ Teâlâ’da onun bu isteğini kabul etti ve mizanı gösterdi. Davud (Aleyhisselâm) mizanın meşrik ile mağrib (doğu ile batı) arası kadar büyük olduğunu görünce bayıldı ve düştü. Kendisine geldiğinde: “Ya Rabbi! Bu kadar geniş teraziyi hangi amel doldurur?” diye sual etti. Mevlâ Teâlâ: “Ya Davud! Ben bir kulumu sevdiğimde bir kez: “Sübhânellâh” demesi ile onun mizanını sevap tarafını ağır getiririm.” buyurdu. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur: “Sübhânellâh mizanı doldurur.” O filimler, videolar, gazeteler, seni bu tesbihten, bu ibadetten geri bırakmak içindir. Ey Müslüman! Aklını başına topla, o filim çeviren kişiler senin imanını zedeliyorlar. Ey Müslüman! Mevlâ Teâlâ’nın in’amı olan o gözlerini kulaklarını, nasıl olur da Allah’ın düşmanlarının yolunda kullanırsın? Şu kısa hayatta hem dünyanı düzenleyeceksin, hem ahiretini kazanacaksın. Mevlâ Teâlâ’nın razı olmadığı şeylerle meşgul olmaya vakit nerede? Mizanda sevap tarafını ağır getirmeye çalış. - Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler
32 notes · View notes
horozmehmetemin · 4 years
Text
Tumblr media
BUNLAR KURANLA ALAY EDIYORLAR.
“IÇIMDE HİÇBİR ŞÜPHE KALMADI ATATÜRK’Ü ZEHİRLEYEREK ŞEHIT ETTILER”
O tartışma yeniden başladı
Mustafa Kemal Atatürk’ün zehirlendiği iddiası yeniden gündeme geldi.
Yeni Mesaj gazetesi yazarı Yusuf Karaca, bugünkü “Atatürk’ü zehirleyerek şehit ettiler” başlıklı yazısında, “Kaç gündür kafamı kurcalayan bu soruya cevap aradım ve araştırarak öyle sonuçlar buldum ki, Ata'nın ‘şehit’ edildiğine dair, içimde hiçbir şüphe kalmadı” ifadelerini kullandı.
İşte o yazı…
Atatürk eğer, genç yaşta ölmeseydi, bugün Türkiye çok daha farklı bir ülke olurdu. 1923'ten, ölümüne kadar ne büyük yatırımlar yaptığı ortada. "Özelleştirme" ile sata sata anca bitirdiler.
İkinci dünya savaşına Ata'nın vasiyeti ile girmemeyi başarmış Türkiye, ikinci dünya savaşının ağır faturasını ödemiş bir Almanya'nın bugün çok gerisinde ise ülkemiz adı konmamış ne tür savaşlar gördü de, haberimiz yok.
Atatürk'ün ölümünden çok değil iki ve üç yıl sonra, ABD ile yapılan anlaşmalar, bugün halen konuşulmuş değil. Asla bir "İnönü" tartışması çıkarmıyorum, merak buyurmayın!
İnönü'nün her insan gibi yanlışları, eksikleri vardır ama değil mi ki, Atatürk'ün silah arkadaşıydı, sessiz kalıp, terbiyeli takınmayı gerektirir diye düşünüyorum.
ABD'nin kara kutusu kabul edilen David Roçkefeller, ölmeden önce çok önemli itiraflarda bulunmuştu. "Atatürk yüzünden planlarımızı yarım yüz yıl ertelemek zorunda kaldık" demişti. Bu adam önemli bir Yahudi'dir. ABD için, söyledikleri "kanun" hükmündedir.
İsrail'in Atatürk'ün ölümünden sonra kurulması ve Türkiye'nin ilk tanıyan ülkelerden olması, hiç sürpriz değil. Hal böyle iken, insanın aklına şu soru geliyor:
ATATÜRK ÖLDÜRÜLMÜŞ OLABİLİR Mİ?
Kaç gündür kafamı kurcalayan bu soruya cevap aradım ve araştırarak öyle sonuçlar buldum ki, Ata'nın "şehit" edildiğine dair, içimde hiçbir şüphe kalmadı. Atatürk'e düşman olmayı dindarlık sanan zavallılar, bazı gerçekleri bilseler, eğer gerçek Müslüman iseler, utancından ölürler.
Dünyayı değiştiren bir insan ölüyor, ama otopsisi yapılmıyor. Üstelik bu otopsi çok istenmesine rağmen yapılmıyor. Atatürk'ün ölümünden sonra düzenlenen birinci raporda "ölüm sebebi karın içinde sıvı, asit toplanması" olarak gösterilirken, ikinci raporda ise "alkolle ilgili karaciğer iltihabı" neden olarak gösterilmektedir.
Ortada hem bir çelişki, hem de büyük bir yalan vardı. Bu yalan raporu, o dönem mecliste etkisi çok olan masonlar çıkarttırıyor.
Masonlar ne alaka, demeyin!
Atatürk'ün şahadetinde ve sonrasında, hep bunlar başroldeler.
Atatürk, mason localarına karşı büyük bir savaş veriyor. Yıl 1935. Atatürk, Mahmut Esat Bozkurt'a Masonların taksimat, teşkilat ve ahvalini bildirir bir kitap verir ve der ki;
"Bunu güzelce mütalaa et, bir takrirle Halk Partisi Gurup Başkanlığına ver, gurupta bunlara şiddetli bir hücum yap ve gurupça kapanmasına delalet et. Senin de bu işte büyük şeref payın olacaktır."
Böylece Bozkurt, Paşa'nın istediğini yaptı, "Masonlara ölüm" naraları altında, mecliste locaları kapatma kararı çıktı.
Masonlar, Doktor Mim Kemal'i önlerine katarak Atatürk'ün makamına çıktılar; "Efendim biz zaten maiyet-i devletinizdeyiz, fakat siz meşrik-i azamımız olursanız biz pervane gibi etrafınızda dönüp dolaşırız" dediler.
Atatürk de karşılık olarak;
"Peki, bir şey soracağım, bana cevap veriniz de sonra… Siz Avrupa'da hangi locaya bağlısınız ve metbûnuzun ismi nedir?" diye sordu.
"Biz Cenova'ya tabiiyiz ve reisimiz de Barca Mison Cenaplarıdır." dediler.
Bunun üzerine Atatürk öfkelenip; "Benim milletim bana kahraman sıfatını verdi, ben sizin gibi, bir çift Yahudi'ye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye'deki bütün localarınızı kapatmadığınız takdirde yarın teşkil edeceğim divan-ı harbi örfi'ye hepinizi verir ve astırırım! Haydi defolun karşımdan!" diyerek onları kovdu.
Mustafa Kemal Atatürk, 10.10.1935 tarihinde Ankara'da Çankaya köşkünde Doktor Mim Kemal Öke"ye hitaben: "Mason cemiyetinin faaliyetini inkılâplarıma muarız gördüğüm için kapatılmasını elzem gördüm. Bu dakikadan itibaren bu cemiyeti ölmüş biliniz. Ve bir daha diriltmeye teşebbüs etmeyiniz." demişti.
Yüksek dereceli bir mason olan Avram (İbrahim, Abraham) Benaroyas, Türkiye Mason Cemiyeti'nin kapandığını Moskova'da bir toplantı sırasındayken öğrendi ve şöyle dedi: "O sarı lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır!" (-Laiki Foni "Halkın Sesi" gazetesi, Yunanistan, 1948.)
Bu konuda daha geniş ayrıntı ve bilgiye ulaşmak isteyenler; "Yusuf Ziya Koca-Atatürk Öldü mü, Öldürüldü mü?" Adlı kitabı okuyabilirler.
Atatürk öldükten sonra, İsmet Paşa'nın cumhurbaşkanlığı sırasında, "kanun-u mahsusla localar kapanmadı! Tekrar açmaya hakkımız var!" diyen Masonların müracaatı üzerine, tekrar localar açılıp faaliyete başladılar…
"Atatürkçü" bilinen Celal Bayar ise 1952'de, Ahmet Gürkan'ın teklif ettiği ve Masonların localarını kapatmak istediği kanun teklifini ret ederek bu suretle localarını kanunla pekiştirdi. Celal Bayar, kendisi de bir masondu.
Ceyhan Mumcu'nun 16.10.2005 tarihinde Mahiye Morgül'e anlatımından bir alıntı yapalım:
"Bir deniz tabip albayının Atatürk'ün ölümü hakkında yapmış olduğu bir doktora tezi var. Orada Atatürk'e yanlış tedavi uygulandığı anlatılmaktadır. Atatürk sanıldığı gibi siroz hastası değildi.
Atatürk'e sıtma tedavisi yapılmış, aşırı "Kinin" yüklenmiş ve karaciğeri bu yüzden iflas etmiş, siroza dönüşmüştü. Tedaviyi yapan doktor mason locası üstadı azamlarından Doktor Mim Kemal Öke'dir.
Durumu iyice fenalaştıktan sonra yine bir mason olan Celal Bayar, yurtdışından bir doktor getirtir. Yanlış tedavi yapıldığını, karaciğerin bu yüzden iflas ettiğini rapor eden bu yabancı doktordur. İstirahat için 2 ay kadar kaldığı Savarona'da nemli sıcaktan durumu daha da kötüleşmiş, son günlerinde Dolmabahçe Sarayı'na götürülmüştür."
1962 yılında dönemin içişler bakanı Bekarta'nın talebi üzerine bir araştırma yapan Doktor Lebit Yurdoğlu şöyle diyor: "Sn. Hıfzı Oğuz Bekata. Bu konuyu derinlemesine araştırdığımda sorunun sadece geç teşhis olmadığını teşhisle uyumlu ilaçlar kullanılmadığını tespit ettim.
Atatürk'ün ilaçlarının alındığı eczanenin kayıtlarına baktığımda, o dönemlerde sıtma tedavisi için kullanılan Kinin ilacının 43 şişe kullanıldığını gördüm. Bu kadar Kinin kullanıldığında karaciğerinde onarılmaz yaralar açacağını her hekimin bilmesi gerektiği ama bunun sanki bilinçli kullanılmış olduğun izlenimi edindim.
Atatürk'ün tedavi amaçlı verildiği diğer ilaç 'piremidon'dur. İnsanlar üzerinde toksin 'zehirli' etkisi olduğu kesinlik kazanmıştır. 'Civalı diuretik' olan 'salyrgan' isimli ilacın ise 3 Ağustos 1938 tarihinde yapılan konsültasyondan önce kullanımının tehlikeli olacağı bilindiği halde bu ilacın kullanılmasına devam edilmiştir. Eppinger, Bergman, Dr. Fissinger, hekimlik görevlerini bilinçli bir şeklide eksik yaptıkları kanısı bende hâkim olmuştur."
İşin özü, Atatürk, zehirlendiğini anlamıştı artık. Afet İnan'a yazdığı mektupta aynen şöyle diyordu; "Afet, vaziyetim şudur; bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış ilerlemiştir. Hükümet benim reyimi almaya lüzum görmeksizin Fissinger'i getirtti."
İçişler Bakanı Kaya, İnönü'ye yazdığı yazıda şunları söylüyor: "Tahsis ettiğimiz doktorun görevini layıkı ile yaptığı kanısındayım. Her şey yolunda ve mecrasında seyir etmektedir. Sizleri Cumhurreisi olarak görmek arzusu hepimizde hâsıl olmuştur. Hürmetle ellerinizden öperim efendim."
Ata'nın ölümünden sonra, Anadolu'da insanlar ağlamaktan adeta gözleri kör olurken, İsmet Paşa cenazeye katılmıyor. İşbaşına gelir gelmez, mason locaları açılıyor.
Atatürk'ün kovduğu ve "ben hayatta olduğum sürece Türkiye'ye gelemezler" dediği Rotheschild ve Rockefeller aileleri Türkiye'ye çörekleniyorlar. Sonra, İsrail kuruluyor. Atatürk düşmanlarıyla İsrail, ne kadar gurur duysa az!
"Atatürk, içkiden öldü!" yalan ve iftirasını yayanlar, bunun hesabını asla veremezler. Peygamberimizin zehirlenerek şehit edildiğini dahi bilmeyenler, Atatürk'ün zehirlenerek şehit edildiğini, nerden bilsinler!
2019 ODATV.COM
0 notes
ibokumus · 5 years
Text
Tumblr media
Meclisteki masonlar, Dr. Mim Kemâl'i öne katarak Reis-i Cumhur'a gitmişlerdi. Mim Kemâl, Reis-i Cumhur'a hitâben:
"Efendimiz, biz zâten maiyet-i devletinizdeyiz. Fakat siz Meşrik-i Âzâmımız olursanız, bir pervâne gibi etrâfınızda dönüp dolaşırız." demiş.
Reis-i Cumhur:
"Peki bir şey soracağım, bana cevap veriniz de sonra... Siz Avrupa'da hangi locaya bağlısınız ve mektubunuzun ismi nedir?"
"Biz Cenova’ya tâbîyiz ve reisimiz Barca Mişon cenaplarıdır." demiş.
Bunun üzerine küplere binen Mustafa Kemâl Paşa onlara hitâben:
"Haydi defolun buradan! Cehennem olun gidin! Yahudi uşakları! Benim milletim bana kahraman sıfatı verdi. Ben sizin gibi bir çift Yahudi'ye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye'deki bütün locaları kapatmadığınız taktirde, yarın teşkil edeceğim Divân-ı Harb-i Örfî'ye hepinizi verir ve astırırım. Haydi defolun karşımdan!" diyerek onları kovdu.
(İbrahim Arvas, Târihî Hakikâtler, S.71-72)
ARŞİV: Başbakanlık Osmanlı Arşivi
2 notes · View notes
ruhunamulteci · 6 years
Photo
Tumblr media
O ki yaratıldık turab-ı tûr’dan Perverdigâr Hak Subhan-ı biliriz Turabın aslını yarattın nurdan Nurdan evvel bir mekânı biliriz Mekânda var iken nice bin seher Anı ziynet kıldı ne murg-u meher Günde yetmiş kere eyledi teher Ekl ettiği rızk-u nânı biliriz Rızk-u nâne visâl eyledi Hûda’m Yoktan var edildi o zaman Âdem Cihandan cihana bassan da kadem Anı nisbet dü cihanı biliriz Du cihanda yer gök çarh u felekler Hesaba muntazır suda semekler Arş-ı Alâ Mühteha’da melekler Ne zikirde kelâm kânı biliriz Kelâm kânı zikir ederler gayet Yalan değil günü bugün bir hayat Altı bin altı yüz altmış âyet Emr-i Haktan biz Furkan’ı biliriz Furkan’da nice âyet yerince Nice sinek nice murg u karınca Mağrip meşrik kûh-ı Kaf’a varınca Hükmeyleyen Süleyman’ı biliriz Zülali Şevketten ummaz hiç bac’ı İzhar eder günahkara ilacı Başına örterler mürüvvet tacı Fahr-î alem şah sultanı biliriz. Zülalî
85 notes · View notes
bayberahin · 6 years
Quote
Sevap ve günahlarımızın tartılacağı mizanın sevap tarafını ağır getirmek için çalışmalıyız, sevdiklerimizi de buna teşvik etmeliyiz, dostluk, iyilik böyle olur. Davud (Aleyhisselâm) Mevlâ Teâlâ’ya: “Ya Rabbi! Kullarının sevap ve günahlarının tartılacağı mizanı bana göster” diye temennide bulundu. Mevlâ Teâlâ’da onun bu isteğini kabul etti ve mizanı gösterdi. Davud (Aleyhisselâm) mizanın meşrik ile mağrib (doğu ile batı) arası kadar büyük olduğunu görünce bayıldı ve düştü. Kendisine geldiğinde: “Ya Rabbi! Bu kadar geniş teraziyi hangi amel doldurur?” diye sual etti. Mevlâ Teâlâ: “Ya Davud! Ben bir kulumu sevdiğimde bir kez: “Sübhânellâh” demesi ile onun mizanını sevap tarafını ağır getiririm.” buyurdu. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur: “Sübhânellâh mizanı doldurur.” O filimler, videolar, gazeteler, seni bu tesbihten, bu ibadetten geri bırakmak içindir. Ey Müslüman! Aklını başına topla, o filim çeviren kişiler senin imanını zedeliyorlar. Ey Müslüman! Mevlâ Teâlâ’nın in’amı olan o gözlerini kulaklarını, nasıl olur da Allah’ın düşmanlarının yolunda kullanırsın? Şu kısa hayatta hem dünyanı düzenleyeceksin, hem ahiretini kazanacaksın. Mevlâ Teâlâ’nın razı olmadığı şeylerle meşgul olmaya vakit nerede? Mizanda sevap tarafını ağır getirmeye çalış. Mahmud Efendi Hazretleri Kuddise Sirruhu
184 notes · View notes
sizekitap · 4 years
Text
İkbal Külliyatı
İkbal Külliyatı Muhammed İkbal Karbon Kitaplar
Muhammed İkbâl, nağmeleri doğudan tüm dünyaya yayılan bir bülbüldür. İkbal’in mısraları doğudan yükselerek Müslümanları sarsan, aydınlatan bir sestir.
İkbâl eserlerinin büyük kısmında Fars dilini tercih etmesi, içinde bulunduğu kültür havzasıyla ilgili olduğu kadar, Mevlânâ Hazretlerine olan bağlılığı ve derin saygısının da bu tercihte etkisi vardır. Rüyasında karşılaştığı Hz. Mevlânâ’nın işaretiyle kaleme aldığını söylediği “Benliğin Sırları” (Esrar-ı Hûdî) eseriyle insanı tanımlamaya çalışmıştır. Bu eserin tamamlayıcısı olan “Benlikten Geçmenin İşaretleri”nin yanı sıra Peyâm-i Meşrik, Zebûr-i Acem, Yeni Gülşen-i Râz, Câvidnâme, Câvid’e Hitap, Ey Şark Kavimleri, Misafir, Kölelik ve Armağan-i Hicâz bu külliyatta yer alan ve İkbal’in Farsça kaleme aldığı eserlerdir.
Mesnevi-i Şerif’in de manzum çevirisini yapmış olan Ahmet Metin Şahin, Muhammed İkbal’in Farsça eserlerini yaklaşık on yıl süren titiz bir çalışmayla yine manzum şekilde tercüme ederek bu kitapta toplamıştır.
Kitabın Adı:İkbal Külliyatı Kitabın Yazarı: Muhammed İkbal Yayınevi: Karbon Kitaplar Kodu: 9786052073568 Sayfa Sayısı: 395 Basım Tarihi: 2018-01
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
0
devamı burada => https://sizekitap.com/edebiyat/ikbal-kulliyati/
0 notes