Tumgik
#itiraf hattı
morkedisblog · 2 months
Text
Zaten biz gibi ateş hattı ülkelerde bir oluşum tek insan olmamalı çok seslilik hem güvenlik hem de gelecek için gerekli meselâ bu yerel seçim provası yapıldı Dem parti kazanır denilen bazı yerler Mhp/Akp kaleleri Chp/Kırklareli Akp Kırıkkale Chp Adıyaman Chp gizli bir el değmiş gibi yani hiç bir bölge kesin olarak bir oluşuma bağlı değil ama aşırı çoğunluk bir yerde olunca anayasa da değişir babakasa da gelişir güçlü olan kendinde karşı görüştekileri tehdit etme baskılama hakkı bulur bizler itiraf edelim demokrasimiz bürokrasimiz Osmanlıyla Laiklik arasında sıkışmış ülkenin gelene ağam gidene paşam diyen yalaka sığ insanlarıyız ben de dahil ,oy kullanmaya başladığımdan beri sağcı/solcu/futbolcu kaç partiye oy verdim😨 Dem ayaklanırsa heyyyt diyecek Milliyetçi /Dinci saçmalarsa uyaracak yenilikçi olmalı cahil aklımla ordan burdan duyduklarımı birleştirip yorum yapıyorum yoksa o kadar derin birisi değilim🙏
instagram
0 notes
deliklicinar · 2 years
Text
Kocabay: Yılın ilk 10 ayında 482 kadın öldürüldü
Tumblr media
CHP Denizli İl Kadın Kolları Başkanı Ayşen Kocabay 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'ne ilişkin basın açıklaması yaparak, ülkemizde yılın ilk 10 ayında en az 482 kadının öldürüldüğünü söyledi.   Kocabay basın açıklamasında, “1999 yılında Birleşmiş Milletler bugünü Kadma Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü ilan etti. Biz kadınlar dünyada ve Türkiye'de şiddet sarmalına karşı sesimizi yükseltiyoruz. Ülkemizde yaşayan kadınlar, en temel hak olan yaşam hakkı için direniyor. AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana kadın cinayetleri sistematik olarak arttı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun verilerine göre, 2002 yılında 66 kadın cinayeti işlenmişken, 2021 yılında 217 'si şüpheli olmak üzere 497 kadın hayattan koparıldı. I Ocak 2022 ile I Kasım 2022 arasında ise 202'si şüpheli olmak üzere en az 482 kadın öldürüldü” dedi. Kadın ölümleriyle ilgili yürütülen soruşturmaların etkin olmadığına dikkat çeken Kocabay,  şunları söyledi: “Şüpheli kadın ölümü yoktur, etkin yürütülmeyen soruşturmalar vardır! Malatya'da 14 yaşındaki Elif Gültekin'in intihar ettiği öne sürüldü. Savcılık soruşturmayı yeniden başlattığında, Elif'in töre cinayetine kurban gittiği üç yıl sonra anlaşıldı. Eskişehir'de evinin bodrumunda ölü olarak bulunan 41 yaşındaki iki çocuk annesi Beyhan Biçer 'in intihar etmediği, evli olduğu Ercan Biçer tarafından öldürüldüğü ise iki yıl sonra ortaya çıktı. Bizler "Kadın cinayetlerini durdurun!” diye haykırırken, eski Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, "Her kadın cinayeti bizim kadına yönelik şiddetteki kadın cinayeti değildir. Her şüpheli ölüm de kadın cinayeti değildir” demekle yetindi. Çocuğa yönelik tecavüzde "çocuğun rızası”ndan bahseden Bekir Bozdağ, Adalet Bakanı oldu. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, öldürülen kadınlardan sadece "sayı” olarak bahsetmeye devam etti. Yetti mi? Hayır! Şimdiki Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Derya Yanık, "2021 'in ilk 10 ayında 242 ve 2022'nin ilk 10 ayında 225 vaka var. 2022 'de yüzde 7 bir azalış görülüyor” dedi. Yanık'ın açıklamasında bir de itiraf vardı: "Kadın cinayetlerinin yüzde 8'i koruma kararı altında yaşanıyor!”. Kadın cinayetlerine karşı bakış açısını eleştiren Kocabay, “Kadınları koruyamayan, şiddeti tolere edilebilir bulan, öldürülen kadınları sadece sayı olarak nitelendiren zihniyete bir kez daha sesleniyoruz: "HER KADIN BİR HAYATTIR!” İsimlerini tek tek saymanın günler süreceği binlerce kadın katledildi! Bu kadınlar sayı değildi, hayatın ta kendisiydi. Anne, evlat, abla, kız kardeş, arkadaş, öğretmen, doktor, mühendis, hemşire, karşı komşu... Yaşamdan koparılan kadınların arkasında gözü yaşlı anneler, babalar, çocuklar kaldı. Kimimiz öğretmenini, kimimiz doktorunu, kimimiz sırdaşını, kimimiz akrabasını sonsuzluğa uğurladı. O nedenle bugün 81 il, 973 ilçede kadın erkek tek ses olduk, haykırıyoruz: kadın cinayetleri politiktir!” ifadelerini kullandı. CHP’nin kadın cinayetleri konusunda yapacağı çalışmalar değinen Ayşen Kocabay, “İktidarın kadını yok sayan politikalarına karşı, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak kadınları güçlendiren eşitlikçi politikaları hayata geçireceğiz. Bu mücadeleyi kadın erkek bir arada vereceğiz. Kadınların can simidi olan İstanbul Sözleşmesi'nden asla vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz. İktidara geldiğimizde Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun söz verdiği gibi 24 saat içinde İstanbul Sözleşmesi'ni yeniden yürürlüğe koyacağız. İki yıl önce İstanbul Sözleşmesi'nin bir maddesini hayata geçirdik. Genel Merkezimizde bir "Alo Şiddet” hattı kurduk. "YaşamHak” projemiz aracılığıyla 444 82 85 numaralı hattımızı arayan tüm şiddet mağduru kadın ve çocuklara, 7/24 ücretsiz destek hizmeti verdik, vermeye de devam ediyoruz. YaşamHak projemiz kapsamında bugüne kadar binlerce kadının hayatına bire bir dokunduk. 81 ilde 129 gönüllü avukat ekibi kurduk. Bu sürede 1135 kadına yönelik şiddet ve çocuk İstismarı duruşmasını takip ettik. Sivil toplum örgütleri, meslek odaları, barolar ve yerel yönetimlerle 125 protokol imzaladık. İktidara geldiğimizde, yol haritamız hazır. Kadını güçlendirecek eşitlikçi politikaları derhal uygulamaya koyacağız. Bizlere ülkemizin ve partimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk 'ten kalan büyük bir mücadele mirası var! Hiçbirimiz eşitlik mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz! Bugün sokaklara çıkarken, haklarımızı ve demokrasiyi savunmak için bir arada olacağız, kadın erkek hep birlikte sesimizi yükselteceğiz. Geliyor gelmekte olan!” dedi. Read the full article
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Her Gün Cürmün Kılınırken Hayat Ne Olacaktır
Tumblr media
Bir cerahatin orta yerine dönüşüyor koca menzil. İçinde barındırdıklarının hayatlarını açık bir biçimde gölgeleyen, zehir eden, hep her dem çürümeye terk eden bir devlet aksı bütün o mekanizması elinde hayat mefhumu bir cerahatin merkezi, esas kaynağına dönüşüyor. Hiçbir şeyin basite indirgenemeyeceği bir fasit döngü dahilinde yaşama eylemi çarçur ediliyor artık. Bir cerahatin kendisine dönüştürülürken menzil yaralar konuşturulmuyor. Yaraya sebep olanlar, adalet mefhumunda tek bir hesap vermiyor. Bütün büsbütün her an, her şey harap viran eylenirken, cerahatin tutsakları olanların var ettikleri gümbürtü ile sanki her şey normalmiş gibi devam olunuyor. Her şey olağanın dışındayken çok, uzunca bir zamandır çıkartılmışken hal de gidişat da yol da yordam da çürütülmüşken bir yeni yüzyıl bahsi ile her şeyin aşılacağı bildiriliyor. Oysa varılan yer cerahat. Oysa sürekliliği sağlama alınan tek şey cürüm, çürüme ve eksiltme halleri. Bir biyopolitik döngüye alenen dönüştürülen menzil varılan yer. Bir cerahat hattı üstünde yalpalaya yalpalaya devam ediyor bir ülke. Her günü cürmün kılınıyor.
Bir cerahatin ta kendisine dönüşüyor ülke, yüzsüzlüğü ele aldıkça, yüzleşmedikçe daimi bir katran karanlığının yolunda yürüyor bir ülke. Her şeyin o varılacak menzili çok daha içinden çıkılamayacak kadar derin bir labirent haline dönüştürüp, umudu, ümidi, hakkı ve tabi ki hukuku elden almak adına yinelenen bir meseller toplamı olduğu gözlerden bir hal bir biçimde çalınıyor. Yaşadığımız toprağın acılarla bunca dip dibe olmasının, kalmasının bir yüzünü de bu hallerin sürekliliği sağlıyor. Yüzleşmek yerine inkarla örülen yeni yollar sanki günler geçtikçe her şeyin daha rahatça sineye çekilebileceği sanrısında hayat bahsi un ufak ediliyor kesintisiz olarak. Hiçbir zaman basit kılınamayacak olan tahakküm, tehdit ve zorbalıklarla asır devirmiş olagelen bir yerde, açılan hangi yara, var edilmiş her hangi bir kötülük namına, adına tek satır bir öz eleştiri var edilebilmiş midir? Soykırımı hiç yok, olmadı diye bildirirken, sürgünleri laf kılarken, tertele / katliam / derdest etme hal ve toplamını olur öyle şeyler diye geçiştirebilen bir özneler birlikteliği, adı hemen hiç konulmamış bir mili / yerli ortaklık söz konusuyken hangi meseli neresinden anlatırsınız. Anlatırsınız ki anlaşılır kılınabilsin, vesselam.
Halkların Demokratik Partisi, Diyarbakır Milletvekili, Garo Paylan, varlık vergisinin 80. yılında meclise bir kanun teklifi iletir. Anka Haber Ajansından aktaralım: “"O Irkçı Varlık Vergisi Yasasını Kabul Ettiler: Bundan tam 80 yıl önce, 11 Kasım 1942 tarihinde, TBMM, Varlık Vergisi Kanunu’nu oy birliğiyle kabul etti. Bu Meclis kabul etti bu kanunu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin kara bir günüydü o gün. Elbette bir ülke çıkarabilir böyle bir kanun ama bu kanunun hedefinde azınlıklar vardı. Ermeniler, Süryaniler, Rumlar ve Yahudiler vardı ve bu kanunu çıkaran dönemin başbakanı da bunu itiraf etti. Dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu, 'Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Bu kanun sayesinde piyasaya egemen olan azınlık tüccar sınıfı ortadan kaldırılarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz' dedi, diyebildi. Açıkça ırkçı bir kanunla karşı karşıyaydı Türkiye Cumhuriyeti ve TBMM'nin bütün milletvekilleri, oybirliğiyle o ırkçı Varlık Vergisi Yasası'nı kabul ettiler.
Varlık Vergisi Kanunu’yla zaten kolu kanadı kırık Ermeniler, Süryaniler, Rumlar ve Yahudiler bir yıkım daha yaşadılar. 80 yılı öncesi tarihçilerin konusu değildir. Benim dedem bunu yaşadı. Benim akrabalarım bunu yaşadı. Malatya’da dedem zaten atası, dedesi yok edilmiş dedem, zor bela yıllarca çalışarak bir ev edindi, evlendi, çocukları oldu. Bir iş yeri oldu, bir dükkanı oldu. Çalıştı, zanaatkardı, ayakkabı üretiyordu gece gündüz çocuklarını idame ettirmek için, evini geçindirebilmek için.
Dedemin 10 lira varlığı varsa, Varlık Vergisi Kanunu’yla dedeme 50 lira Varlık Vergisi çıkarıldı. Varlığının beş misli Varlık Vergisi çıkarıldı. Neydi varlığı zaten? Bir evi, bir dükkanı, bir de ayakkabı üretmek için kullandığı alet edevat. Dedem bu vergiyi ödeyemedi. Varlığını satmaya çalıştı. Herkes varlığının onda bir fiyatını bile teklif etmedi. Sonuçta ne oldu? Dedem bu vergiyi ödeyemedi. Ödeyemediği için hacizlere karşı karşıya kaldı ve aldılar dedemi Aşkale’ye gönderdiler. Aşkale’de kar kürettiler, yetmedi, taş kırdırdılar. Geride kalan ailesi, benim babaannem ve babam, amcalarım, halalarım sefalet çektiler.
Şu anda Fenerbahçe Stadı’nın adı nedir? Ben de Fenerbahçeliyim ama ne zaman o stada gitsem, yüreğim sızlar. Çünkü dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’nun adı şu anda hâlâ Fenerbahçe Stadı’nın adıdır maalesef. Saraçoğlu ne diyor? ‘Vergilerin tespit ve ilanı için 15 gün koyduk. Bunu takiben de 15 gün içinde tahsil şartı koyduk’ diyor. Yani düşünebiliyor musunuz? Bir insanın varlığının misli misli üzerine vergi koyuyorsunuz ve bunu ‘15 gün içinde ödeyeceksiniz’ diyorsunuz. ‘Ödemezseniz, haciz getireceğiz’ diyorsunuz. Yine ödemezseniz ‘Aşkale’ye göndereceğiz, kar küreteceğiz, taş kırdıracağız’ diyorsun.
Varlık Vergisi Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ırkçı kanunudur ve bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti bununla yüzleşmemiştir. TBMM 80 yıl önce çıkardığı bu ırkçı yasa nedeniyle Ermenilerden, Rumlardan, Süryanilerden, Yahudilerden özür dilememiştir. Zararlarını tazmin etmemiştir. Ben bu amaçla, bir yasa teklifi verdim bugün. TBMM'ye sundum. TBMM, 80 yıl önce çıkardığı Varlık Vergisi Kanunu ile ilgili azınlıklardan özür dilesin diyorum yasa teklifinde. Aynı zamanda zararlarını tazmin etsin diyorum.
Geçmişi geri getiremeyiz ama geçmişle yüzleşir isek geçmişin yaralarını iyileştirebiliriz. Ama geçmişle yüzleşmezsek, aynı suçlar maalesef tekrarlar ki maalesef azınlık toplumlara karşı bu Varlık Vergisi Kanunu’nda sonra 6-7 Eylül 1955 Pogromu gibi daha pek çok ayrımcı uygulama maalesef uygulanmıştır. Fenerbahçe Stadı’nda hâlâ ismi olan Şükrü Saraçoğlu ne diyor? ‘Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten yararlanarak zengin olan azınlıklar bu meseleden kaçamazlar’ diyor. ‘Bu kanun, azınlıklara karşı kaçmaya çalışan bu meseleden kaçmaya çalışan azınlıklara karşı bütün şiddetiyle uygulanacaktır’ diyor. Türkiye'nin o zamanki nüfusu içinde azınlıklar yüzde 1 bile değildi. Ama Varlık Vergisi Kanunu’yla toplanan vergilerin yüzde 90’ını azınlıklar ödediler. Siz burada bir ayrımcılık görmüyor musunuz? Bırakın ayrımcılığı, ırkçılık görmüyor musunuz?
Bu ırkçılığı tüm milletvekilleri görmeli, o günlerde görmediler. Bu, Almanya'daki Yahudilere karşı uygulanan Nazi politikalarının Türkiye’deki tezahürüydü. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bu Nazi uygulamalarıyla mutlaka yüzleşmelidir, yüzleşebilmelidir. Yüzleşelim ki, iyileşelim…. Üzerinden 80 yıl geçti ama adalet için geç değil. Ben TBMM’yi bu ayıptan kurtulması için sorumluluğa davet ediyorum ve 80 yıl önce çıkarılan bu yasanın tazmin edilmesini ve bu yasanın sonuçlarıyla mağdur olanlardan özür dilenmesini talep ediyorum."”
Bir cerahatin orta yerine dönüşüyor menzil. Asırdır var edilenin yamacındaki hemen her türden kötülüğün, hesap vermezlik bahsinin ardında birike birike üretilenlerle beraberce kurduğu / güncellediği şeyin bir yok etme sürekliliği olduğu gözlerden kaçırılıyor. Bugün seksen koca yıl sonra unutturulmuş gibi yapılanın aslında her neye mahal verdiğini, basit bir biçimde dile getiriyor, siyaset bilimci Dr. Süheyla Yıldız: “Bir ulus devlet kuruluyor. Yapılan mübadelelerle birçok insan geliyor Türkiye’ye. Müslüman olan bu kişiler Türk olabilir ve Türk olarak kabul ediliyor. Ama Müslüman olmayan olamaz. Pratikte böyle. Anayasada herkese Türk dense bile Müslüman olan Türklüğe girebilir. Müslüman olmayan Türklüğe giremez. Ulus devlet bu şekilde kuruluyor. Bu sebeplerle azınlıklar kağıt üzerinde vatandaş olarak görülüyor. Hatta öyle ki o dönemde yürürlükte olan Memurin Kanuna göre azınlıklar memur olamıyorlar.”
Bir biçimde cerahat her nasıl, her ne şekilde var ediliyor bunu bilmek bile ağır geliyor artık. Kağıt üstünde yurttaşlığın var edildiği, gel gelelim her durumda, Dr. Süheyla Yıldız’ın Bianet’te de aktardığı gibi bariz bir biçimde ayrımın gündelik bir mefhuma dönüştürüldüğü yerde, suçların hesabını kim verir, verebilir? Yalnızlaştırılan, izole edilen, 1915 sonrasında kurulan cumhuriyet güncesi dahilinde, hayatta kalanlara da hayatta kaldıklarına pişman eden bir süreklilik ile Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, 20 Dolar 20 Kilo ve sonuncusu 1974 tarihli ‘36 Beyannamesi gibi türlü çeşit aksiyon / eylem / kararname ve yaptırımlarla devletin gölgesinin değimediği hiçbir yıkım var edilmedi. Edilemezdi. Gel gelelim, bütün bu cendere hali, hep içten içe çürüten, tükettikçe daha fazlasını talep eden bir kötülük sarmalına halklar feda edilmeye devam olundu. 1914’te nüfusun yüzden kırkını oluşturan gayrimüslimler bugün handiyse on binde dört gibi bir rakamla temsil ediliyor. Kaybedilenler, gasp edilen sadece meta, eşya değil bu ülkenin daimi bir biçimde yitirdiği şeyin insan / komşu / canın ta kendisi olduğunu anlamaya daha çok var mıdır? Garo Paylan’ın yıllardır savunduğu ve aksettirmeye çalıştığı yüzleşme haline daha çok var mıdır, nedir yani allasen?
Ruken Tuncel'in Bianet'teki haberini aktaralım: Bursa’nın Osmangazi ilçesinde bulunan Şehit Komando Er Ramazan Okur Ortaokulu’nda merdivenlere ırkçı yazılar yazıldı.
Bursa Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) yönetiminden Yusuf Özmen, “Ya Türkçe konuş, ya sus”, Türkçe’nin bir eksiği yok, ya sizin?”, “Türkçe ağzımızda ana sütü gibi helal olmalı” ve “Türkçe dilinize batmasın” gibi ırkçı yazıların yazıldığı merdivenin fotoğrafını sosyal medya hesabından paylaştı.
MA'nın haberine göre; Özmen paylaşımında “Bu resmi bugün Bursa'da bir okulun merdivenlerinde çektim. Aklıma 12 Eylül Diyarbakır Cezaevi’nde yazılı ‘Türkçe konuş çok konuş’ sloganı geldi. Bir sürü etnik unsurun bir arada yaşadığı bir yerde ‘Ya Türkçe konuş ya da sus’ demek en hafif tabirle faşizmdir” dedi.
Okul idaresiyle görüştüğünü belirten Özmen, kendisine “Ülkenin resmi dilinden niye gocunuyorsunuz?” şeklinde yanıt verildiğini aktardı.
Diyarbakır Barosu Kürtçe Dil Komisyonu ise; yazılan ırkçı yazılara tepki gösterdi.
Twitter’dan yapılan paylaşımda, “Bursa’da bir okulda, okul binasının iç merdivenlerine "Ya Türkçe konuş ya da sus" şeklinde yazılmıştır. Okul idaresinin bu eylem ve tutumu, Kürtçe ve diğer dillere yönelik ayrımcılıktır. İlgililer hakkında suç duyurusunda bulunacak ve konunun takipçisi olacağız” denildi.”
Bir cerahatin orta yerini arşınlıyor ülke. Sözün kifayetsiz kılınmasının evreleri her gün ama her gün yeniden biçimlendiriliyor. “Vatandaş Türkçe konuş!, 13 Ocak 1928'de Türkiye'deki hukuk öğrencilerinin başlattığı ve 1930'lar boyunca devam eden ve azınlıkların kendi dillerini konuşmalarını engellemeyi amaçlayan hükûmet destekli kampanyadır. "Vatandaş, Türkçe Konuş!" kampanyasının başlangıcından önce de Türkiye hükümeti tarafından Türkçe'nin halkın tek dili haline getirilmesi için birçok girişimde bulunulmuştur. 1924 yılındaki bir TBMM toplantısında, Türkçenin zorunlu dil haline getirilmesi ve Türkçe konuşmayanların para cezasını çarptırılmasını öneren bir yasa teklif edilmiştir. Millet Meclisi'ndeki tartışmalar sürerken, Bursa belediyesi ilk inisiyatifi ele aldı ve kamusal alanlarda Türkçe dışı bir dil konuşanlara para cezası vermeye başlamıştır. Bu uygulama 1 yıl sonra Balıkesir ve Bergama'da da uygulanmıştır. 1928'deki "Vatandaş Türkçe Konuş!" kampanyasında, vilayet valileri Türkçeyi anadili yaparak yabancı lehçelere sahip Türkleri Türk toplumuna dahil etmeyi teşvik eden hükümetin desteğini alarak ülke genelinde Türkçe konuşmayan insanları tutuklattırmaya başlamıştır.” Wikipedia’dan aktardığımız haliyle bir ülke genelinde konuşulan dillerin teke indirgenip, sadece başat, baştaki iktidar temsilinin suna geldiği, savunduğu dilin konuşturulmasının zorunlu / zaruri kılınmasının üstünden bunca zaman geçtikten sonra ol Bursa’da çıkagelen tehditkar / ayrımcı dil / eylem neyin nesidir! Her şeyin tekrara düştüğü bir zeminde onca zaman, bunca badire, sınama sonrası hala mı Türkçe tehdit altındadır, halen mi ötekilerin, bu toprakların kökünden olan anadiller sorun teşkil etmektedir, hala mı!
Bir cerahatin ta kendisine dönüştürülen bu yeni ülke titrinde halen yaralar konuşturulmuyor. Mevzu edilmesi gereken her şey, öne sürülüp de yüzleşme çağrılarına dair her teşebbüs daha en başından saf dışı ediliyor. Görülmeyen, duyulmayan, anılmayan, sorulmayan, sorulamayacak addedilen bahislerle hayat akışı toptan felç olunuyor. Ne cerahat tükeniyor, ne bitimsiz nefret. Ne ayrımcılık bitiyor, ne de hiçbir zaman yaftalama hevesinden vazgeçmek. Müşterek olanın talanı, ortalık yerde icrasına düşülen garabetlik hallerin toplamında bir cerahatin tam ortasına denk geliyor yenilendiği zikredilen ülke, bu ülke. Topyekun dönüşümü, nihai teslimiyet üstünden biçimlendirmeye her zamankinden çarçabuk adapte olunan, her şeyin ama en başta da hak ve adalet bahisleri ile insanlık mefhumunun çürümeye rehin edildiği bir uzamda biz ne dersek diyelim o karanlık, bu toplu göçertme şu ülkeyi olduğundan da betere yollamaya yetiyor da artıyor. Her gün cürmün kılınırken hayat her ne hale konulacaktır. Bugün bu hallerin şu kötülük temsillerinin kılınırken, yarına çıkacak olan yerin meselesi her neye tekabül edecektir, düşünür müydünüz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Rıfat BALİ Özel Arşivi v/ Agos Gazetesi
1934 Yazında İzmir: ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ - Aleksandros LABRU – Agos
1 note · View note
canlisohbethatlari · 2 years
Text
İtiraf Hattı
Tumblr media
Ruh halinizin hava durumuna göre değişkenlik gösterebileceği kesin olan bir durumdur.Kapalı bir hava varsa insan nedense bir duygusallaşır ,eskileri yad eder.Derin düşüncelere dalar.Farklı bir ruh hali içerisin de olursunuz.Radyodan çalan bir şarkı bile sizi alıp başka başka yerlere götürür .Ruhunuz orda olmak ister .Hep sıcak mekanları tercih edersiniz,sobanız yanacak ,ev sıcacık olacak ,hafif loş ışık ve siz .Yanınızda ise o anda kimi isterseniz işte o dur sizin ruh ikiziniz.Çünkü böyle zamanlar da yalızlığınızla başbaşa kaldığınız anda ,yanınızda kimin olmasını isterseniz aslında o dur sizin olmak istediğiniz kişi.Bazen hayal kurarsınız ,dalarsınız.Yağmulu bir hava var ise,yağmurun yağışını izlersiniz.O kadar hoşunuza gider ki o hava.Hiç güneş açmasın isterseniz.Sanki güneş açtığında ortalık aydınlanırsa,tüm düşleriniz bozulacak ve herkes sizi görecek gibi hissedersiniz.Bugün de hava yağmurlu ve kapalı .İnsan hüzünleniyor ,nedense dalıp gitmek istiyor .Aklından neler neler geçer ,bir yağmurun yağması ,havanın kapalı olması insanı bu kadar mı etkiler yada herkes mi aynıdır bilemiyorum. İtiraf hattı ama içinde yarım kalan yaşanmışlık varsa ,insan bahane arar yarım kalan yaşanmışlıklarını tamamlamak için.Yağmurlu ve kapalı havalar da ne kadar duygusallaşırsanız,güneşli havalarda da içiniz kıpır kıpır olur.Heyecanlanırsınız,mutlu olursunuz,farklı farlı bir şeyler yapmak istersiniz.Dışarıları çıkmak ,güneşin tadını çıkartmak istersiniz.Geçmişinizi değil de o anı ve geleceği yaşamak istersiniz .Planlar kurarsınız ,dışarıya çıkıp ,belki bir deniz kenarın da bir kahve içmek için .Güneşli havalar insanın ruhunu gençleştirir ,çocuklar gibi olursunuz. İtiraf hattı Ruh halinizle ,mevsimlerin mutlaka ilişkisi vardır.Ben çünkü o şekilde yaşarım .Havanın genel durumu benim ruh halime çabuk yansır.Canlı sohbet hatları ,yağmurlu havalar da ruh hali çöküntüye uğramış ,yalnız kalmış kişilerin yalnızlığına ortak olarak ,onlarla sohbet edecek ve konuşacaktır.İnsanlar duygularını farklı farklı yaşarlar.Kimi hava kapalı iken mutluluktan uçar ,kimileri ise güneşli havalar da yalnızlığa bürünür.Yaşadığınız olaylarla alakalı bir durumdur bu.
0 notes
caginmumineleri · 5 years
Text
Tumblr media
31 Mart hadisesinin tertipçileri arasında bulunan şair ve filozof Rıza Tevfik bu meş’um hadisenin ardında İngiliz parmağı olduğunu itiraf edip, ihtilal hadisesinden sonra İngiliz konsolosluğuna gittiğinde çok soğuk bir şekilde karşılandığını ve o zaman bunun sebebini anlayamayan Rıza Tevfik’in çok sonraları Londra’ya uğrayıp bunun sebebini o dönemin İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi Lord Nikılsın’a sorduğunda bu İngilizin çok ibretli bir şekilde “Rıza Tevfik Bey, biz bilhassa Hindistan’da İslam ülkelerini idaremiz altına alabilmek için milyarlarca altın harcadık ama başarılı olamadık. Halbuki Sultan Abdülhamid, her yıl bir ‘Selam-ı Şahane’, bir de ‘Hafız Osman hattı Kur’an-ı Kerim’ gönderiyor ve bütün İslam ümmetini, hududsuz bir hürmet duygusu içinde emrinde tutuyor.
Biz bu ihtilalle siz jön Türkler’den hilafet kuvvetinin ortadan kaldırılmasını bekledik ve aldandık. İşte bundan dolayı siz soğuk karşılandınız?” cevabını vermiştir.
11 notes · View notes
belkidebirharfimben · 3 years
Text
Bilim, kitabı mı okuyor, kağıdı hakkında mı konuşuyor?
Bu bir yazı sayılmaz. Daha çok 'bir ilginçlik.' Belki başkalarına da ilginç gelir diye bu sûrette not alındı. Efendim, şuradan başlayayım, Constantin Von Barloewen'ın Bilgiler Kitabı'nı okuyorum bugünlerde. Kitabın altbaşlığı şöyle: Çağımızın Önemli Düşünce İnsanlarıyla Söyleşiler. Işık Ergüden çevirmiş. Aylak Kitap'tan çıkmış. Her neyse. Bu kısmı hızlı geçeyim. Eserde söyleşi yapılan isimlerden birisi de biyokimyacı Erwin Chargaff (1905-2002). Kendisi DNA'ya dair büyük keşiflerin de sahibi. Sadece bir biyokimyacı değil üstelik. Bilimin felsefesiyle de meşgul bir düşünür. Bir filozof. Ama âsilerden. Modern bilime dair endişeler dillendiren bir 'istenmeyen adam.' Evet. Bunu kendisi de itiraf ediyor. Nobel alamayışını da mezkûr tutumuyla ilişkilendiriyor. Söyleşi boyunca da zaten saklamadığı bu yanını apaçık görüyorsunuz.
Bana ilginç gelense söyleşi boyunca dillendirdiği bazı tenkidlerin Bediüzzaman'ın kimi beyanlarıyla benzerlik taşıması. Mesela: 12. Söz'ü bilirsiniz. Mürşidim orada "Hikmet-i Kur'âniye ile hikmet-i fenniyenin farklarına şu gelecek hikâye-i temsiliye dürbünüyle bak..." diye başlayan bir hikayecikle seküler bilim eleştirisi yapıyor. Daha doğrusu: Seküler bilimin yarı yarıya kör felsefesini eleştiriyor. Alıntılayalım:
"Bir zaman hem dindar, hem gayet san'atkâr bir hâkim-i namdar istedi ki, Kur'ân-ı Hakîmi, maânîsindeki kudsiyetine ve kelimâtındaki i'câza şayeste bir yazı ile yazsın, o muciznümâ kamete harika bir libas giydirilsin. İşte, o nakkaş zat, Kur'ân'ı pek acip bir tarzda yazdı. Bütün kıymettar cevherleri yazısında istimal etti. (...) Sonra o hâkim, şu musannâ ve murassâ Kur'ân'ı, bir ecnebî feylesofa ve bir Müslüman âlime gösterdi. Hem tecrübe, hem mükâfat için emretti ki, 'Herbiriniz bunun hikmetine dair bir eser yazınız.' (...) Feylesofun kitabı, yalnız harflerin nakışlarından ve münasebetlerinden ve vaziyetlerinden ve cevherlerinin hâsiyetlerinden ve tarifatından bahseder, mânâsına hiç ilişmez. Çünkü o ecnebî adam Arabî hattı okumayı hiç bilmez. Hattâ o müzeyyen Kur'ân'ı, bilmiyor ki bir kitaptır ve mânâyı ifade eden yazıdır. Belki ona münakkaş bir antika nazarıyla bakıyor. Lâkin, çendan Arabî bilmiyor, fakat çok iyi bir mühendistir, güzel bir tasvircidir, mahir bir kimyagerdir, sarraf bir cevhercidir. İşte o adam bu san'atlara göre eserini yazdı. Amma Müslüman âlim ise, ona baktığı vakit anladı ki, o, Kitâb-ı Mübîndir, Kur'ân-ı Hakîmdir. İşte bu hakperest zat, ne tezyinat-ı zahirisine ehemmiyet verdi ve ne de hurufun nukuşuyla iştigal etti. Belki öyle birşeyle meşgul oldu ki, milyon mertebe öteki adamın iştigal ettiği meselelerinden daha âli, daha galî, daha lâtif, daha şerif, daha nâfi, daha cami'... Çünkü, nukuşun perdesi altında olan hakaik-ı kudsiyesinden ve envâr-ı esrarından bahsederek gayet güzel bir tefsir-i şerif yazdı."
Uzatmayayım. Sonra her ikisi de yazdıklarını Hâkim'e götürdüler. Hâkim, filozofun hakiki manayı ıskalamasından kızdı, kovdu. Âlimi ise tebrik etti. Sonra mürşidim temsili hakikat bahsine şöyle taşıdı: "Eğer temsili fehmettinse, bak, hakikatin yüzünü de gör: Amma o müzeyyen Kur'ân ise şu musannâ kâinattır. O hâkim ise Hakîm-i Ezelîdir. Ve o iki adam ise; birisi, yani ecnebîsi, ilm-i felsefe ve hükemâsıdır. Diğeri Kur'ân ve şakirtleridir." Detaylarına meraklananları kaynağına havale edeceğim bu okumada anlatılansa özetle şudur: "Amma, ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise, huruf-u mevcudatın tezyinatında ve münasebatında dalmış ve sersemleşmiş, hakikatin yolunu şaşırmış. Şu kitab-ı kebirin hurufatına 'mânâ-yı harfî' ile, yani Allah hesabına bakmak lâzım gelirken, öyle etmeyip 'mânâ-yı ismî' ile, yani mevcudata mevcudat hesabına bakar..."
İşte, ilginçlik, Chargaff da söyleşisinde bilimi aynı misalle eleştiriyor:
"Bilim insanlarını tek tek karşınıza alıp 'Hayat nedir?' diye sorsanız, hayatı ortaya çıkaran şeyi, hayatın yansıdığı tepkime ve formülleri anlatırlar. Bu aşağı-yukarı 'Kitap nedir?' diye sorup şu cevabı almaya benzer: Kitabın yapısını ayrıştırıyoruz. Kağıdı analiz ediyoruz. Harflerin neye benzediğine ve hangi mürekkeple basıldıklarına bakıyoruz. Ama gerçekte kitabın içinde ne olduğunu bilmiyoruz. Bu doğa bilimleri için de geçerlidir. Onlar da bunu bize söyleyemezler. Hiçbir bilim insanı, hiçkimse, hayatın ne olduğunu bilmiyor. (...) Hayatın kendisi, umarım sonsuza dek, bir esrar olarak kalır. Gaz mı sıvı mı? Döllenmeden hemen sonra, yumurtacık kapandığında, ne olmaktadır? Niçin daha sonra emriyo aniden yaşamaya başlamakta? Bu olay bir köşede, mekaniğin metafiziğe geçtiği ara bir uzamda, olup bitmektedir. Bunun üzerinde hiçbir etkimiz yok. Bunu deşifre edemiyoruz. En güçlü bilgisayarları kullansak da olmuyor. Bizim keşfedeceğimiz şey hayat değil. Yalnız hayatın bazı öğeleri ve bazı koşulları, bu bilginin de gerçekten yararlı olup olmadığını bilmiyoruz. (...) Benim bakış açımdan bilime çok büyük önem atfetmemek gerekir. İlginçtir. Ama ille de yaşamsal değildir."
Üstelik, bilimin yüzeyselliğinin, hakikat yoksunluğunun 'kitap misaliyle' anlatılmasının dışında Chargaff'ın hayata dair söylediklerinin de Bediüzzaman'ın beyanlarıyla bir uyumu var. Çünkü mürşidim de 'hayatın perdesizliğini' sıklıkla nazarımıza veriyor: "Kâinatta en mühim hakikat ve en kıymettar mahiyet nur, vücut, hayat, rahmettir ki, bu dört şey perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya kudret-i İlâhiye ve meşiet-i hassa-i İlâhiyeye bakar. Sair masnuatta zâhirî esbab kudretin tasarrufuna perde oluyorlar."  Yani, evet, hayatın aslında neyden yaratıldığını bilmiyoruz. Çünkü perdesi yok. Biz ancak perdeleri okuyabiliyoruz. Chargaff da perde üzerine konuşmakla hakikati konuşmanın farkına dikkat çekiyor.
Bu yazı gibi olmayan yazıyı, yine Chargaff'tan, evrim üzerine bir eleştiriyle bitirelim: "Evrim teorisi kuşku verici öğeler içermektedir. Sosyal darwincilik en güçlünün ayıklanmasını savunduğunda yıkıcı etkileri olur. Uyanık bazı biyologların bu açıdan evrim teorisinin kesinliğini tartışma konusu ettiklerini hayal edebilirim. Ama bundan açıkça sözetmeye cesaret edemezler. Çünkü kariyerlerine zarar verebilir. Üzerinde öylesine köklü bir şekilde anlaşılmış şeyler vardır ki sonunda tanınmaz hale gelirler. İlk başta darwinci teori fazla yandaş bulamamıştı. Fakat belli bir andan itibaren bilimin entelektüel yapısına egemen oldu. Ve böylece kısmen bir iman konusu oldu. Benzer bir olgu moleküler biyolojide meydana geldi. Benzer eğilimler önceki dönemlerde de görülür: Ortaçağda hristiyan olmayan hiçbirşey elde edemez. Kimi durumlarda odun yığınları hariç. Ama yeni gelenler ille de bu kadar saf değildi."
0 notes
haberihbarhatti · 6 years
Text
Kılıçdaroğlu: İsrail büyükelçisi derhal geri çekilmeli
Tüm haber ve son dakika gelişmelerini Haber İhbar Hattı ile anlık takip edin! Haber için önce http://www.haberihbarhatti.com/2018/kilicdaroglu-israil-buyukelcisi-derhal-geri-cekilmeli/5115/
Kılıçdaroğlu: İsrail büyükelçisi derhal geri çekilmeli
Türkiye14:00 15.05.2018(Güncellendi 14:50 15.05.2018) URL’yi kısaltınGrup toplantısına Filistin atkısıyla çıkan CHP lideri Kılıçdaroğlu, ABD’nin İsrail büyükelçiliğini Kudüs’e taşımasına karşı çıkan Filistinlilerin katledilmesini kınayarak, “Tarihe kanlı pazartesi olarak geçecektir” yorumunda bulundu. Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin İsrail büyükelçisini geri göndermemek üzere derhal geri çekmesini istedi.CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ABD’nin Ortadoğu’da artık arabulucu olma rolünü tümüyle kaybettiğini belirterek, “Çünkü taraftır, İsrail hükümetinden yana taraftır. ABD yönetiminin, Trump’un, Ortadoğu’ya barış getirme şansı artık yoktur; kan, gözyaşı, ölümleri getirir” dedi. Kılıçdaroğlu, ABD’nin Tel Aviv Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıması kararı sonrası Filistinlilerin gerçekleştirdiği protestoda gerçek mermi kullanarak 60 kişinin öldürülmesi 3 bine yakın Filistinlinin yaralamasıyla ilgili, “Tarihe kanlı pazartesi olarak geçecektir” ifadesini kullandı. ‘PİMİ ÇEKİLEN BOMBAYI KUDÜS’ÜN ORTASINA YERLEŞTİRDİLER’ Partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları şöyle: Filistin halkına yapılan katliamdır, zulümdür. Açıkça kınıyoruz. Bekliyouz ki bütün dünya ayağa kalksın. ABD’de sorunlarını çözemeyen bir başkan, bu kararı aldı. Tel Aviv’den Kudüs’e ABD’nin büyükelçiliği taşındı. Gönül isterdi ki, Trump bu yetkiyi kullanmasın. Ortadoğu’nun kan gölü olmasına teşvik ediyorsunuz. Pimi çekilen bombayı Kudüs’ün ortasına yerleştirdiler. Tarihe ‘Kanlı Pazartesi’ olarak geçecektir. Hiçbir Ortadoğulu Kanlı Pazartesi’yi unutmamalıdır. Siz gelişmiş silahlarla, insanları tarıyorsunuz, bu mudur ahlak?
‘TARİH, KUDÜS’Ü SAVUNMAK İSTEYEN İNSANLARA KURŞUN YAĞDIRANLARI UNUTMAYACAK’ ​Trump, kendi ülkesinde bilim adamlarına sorsun, nasıl oluyor da Ortadoğu kan gölüne dönüşüyor? Ortadoğu’daki barış silahla olmaz. BM kararlarını tanımıyorum diyorsun, ben istediğimi yaparım diyorsun. İstediğini yaparsan tarihine Kanlı Pazartesi’yi geçirirsin. İnsanlık tarih boyunca seni lanetler. Yazık günah değil mi o insanlara? 70 yıldır mücadele ediyorlar. Bir insanın vatanı için mücadele etmesi kadar doğal ne olabilir? İnsan kendi toprağında mülteci olabilir mi? Ötekileştirilen, ikinci sınıf vatandaş olabilir mi? Kudüs’ü savunmak isteyen insanlara kurşun yağdıranları tarih unutmayacaktır. O çocukların tankları, topları, tüfekleri yok. Sadece slogan atıyor, yürüyüş yapıyorlar. Buna bile tahammülleri yok. Bundan böyle kimse demokrasi dersi vermesin. Onlara bundan sonra Kanlı Pazartesi’yi hatırlatacağız. ABD yönetiminin Ortadoğu’ya barış getirme şansı yoktur. Kanı ve gözyaşını, ölümleri getirir artık. ‘KISIK SESLİ PROTESTO KABUL EDECEĞİMİZ BİR ŞEY DEĞİL’ 3 günlük yas ilan edildi, doğrudur. Türkiye’nin yas tutması kadar doğru bir şey yoktur. Her Filistinli kendi toprağı için mücadele ediyor, her Türk vatandaşı da Filistinli kardeşinin yanında olacaktır. Ortadoğu’daki yaşananlardan sonra dış ilişkilerden sorumlu genel başkan yardımcımı 2 kere Filistin’e gönderdim. Yanlarında olduk, olmaya devam edeceğiz. Dünya ayağa kalksın isteriz. Ama kısık sesli protesto yapılıyor. Birbirini gırtlaklayan, egemen güçlerin esiri olan Arap dünyası, Filistin’e sahip çıkamıyor. Biz sahip çıkarken, onlar sahip çıkamıyor. Kısık sesli protesto bizim kabul edeceğimiz bir şey değildir. Egemen güçlerin esiri olan iktidarlardan kimseye hayır gelmez. ‘İSRAİL BÜYÜKELÇİMİZİ HEMEN GERİ ÇEKİN’ Hükümetten ne istiyoruz? 3 günlük yas ilan etti, İsrail hükümetini sert dille eleştirdi gayet güzel. İki şeyi ayırıyoruz, bizim eleştirimiz siyasal iktidarlara. İİT’yi toplantıya çağırdılar, burada kararlar alınıp aynen uygulanmalı. Geçmişte de karar alınıyor ama sonra unutuluyor. Kanlı Pazartesi’nin dünyaya unutulmaması için takip edilmesi hükümetten ilk isteğimizidir. İkinci isteğimiz, İsrail büyükelçimizi hemen geri çekin. Büyükelçiyi istişare için değil, geri göndermemek üzere geri çekeceksin kardeşim. Bir diğer isteğimiz; İsrail ile yapılan onur kırıcı kanunu derhal iptal etmeliyiz, edeceğiz. Hiçbir eleştiri yapmıyoruz, şimdi eleştiri değil, birlik zamanı. Ortadaki katliamın hesabını bir şekilde sormalıyız. Türkiye bütün gücünü göstermeli. Meclis’e o kanunu geri getirin, tatile getirmeden iptal edelim. Söz veriyorum, ben size bulacağım 20 milyon doları, götürün İsrail’e verin o parayı. Ramazan ayına gireceğiz, olaylar devam edecek gibi görünüyor. Biz İslam dinini, barış, rahmet ve bereket dini olarak biliriz. Bütün dünyada huzur olmasını isteriz. O coğrafyada ka ve gözyaşı durmayacaktır. Onlarla birlikte olmayı her zaman sürdüreceğiz. ‘FAZİ ARTIRMA KONUSUNDA EN BAŞARILI LİDER ERDOĞAN’ Erdoğan havalimanında açıklama yapıyor. Diyor ki, 24 Haziran’dan sonra faiz oranları farklı gelişecektir. Bir şeyi başardığı kesin. Faizi artırma konusunda en başarılı, en çok faiz ödeyen lider Erdoğan’dır. Bunu hakaret kabul ediyorsa hemen dava açsın, her bilgiyi hakimin önüne koyacağım. Doğru olunca açamıyor çünkü. Kılıçdaroğlu sussun diye dava açıyor. Susmayacağım, Kılıçdaroğlu’nu susturamayacak. 24 Haziran’da Muharrem İnce cumhurbaşkanı olacak, faizi alaşağı edeceğiz. 16 seneyi gördük, 24 Haziran’dan sonra sen olmayacaksın, tuttuğunu koparan, söylediğinin arkasında duran, milleti için çalışan bir cumhurbaşkanımız olacak. Çetelere izin vermeyecek, çetelere af getirmeyi hiç düşünmeyecek. Güzel bir şey söylemiş. Bu itirafından ötürü kendisini kutluyorum. 24 Haziran’dan sonra bizim çalışmamızı dile getirdiği için Erdoğan’a teşekkür ediyorum. ‘GEREKİRSE ALMAN HÜKÜMETİ ALEYHİNDE DAVA AÇACAĞIZ’ Dünya tarihine geçen bir ‘Adalet Yürüyüşü’ yaptık. Adalete inandığımız için yaptık. Bu ülkede yaşayan 81 milyon için yürüdük. Bizim bütün telefonlarımızı dinlemişler. Bu ahlaksızlığı yapanların ortaya çıkarmalarını istiyorum hükümetin. Sayın Erdoğan bu ahlaksızlığın ortağı değilsen, bizi dinleyenleri ortaya çıkarmak zorundasın. Dinlemeyi öngören casus programı Almanya’daki bir firma tarafından üretilmiştir. Bu Alman hükümetinin izni olmadan başka bir ülkeye satılamaz. Bu casusluk programını Alman hükümeti Türkiye’de kimlere sattı? Bunun ortaya çıkması lazım. Bunlar ortaya çıkarmazsa Alman hükümeti bunu itiraf etmek zorunda kalacak. Gerekirse Alman hükümeti aleyhinde dava açacağız.
kaynak: Kılıçdaroğlu: İsrail büyükelçisi derhal geri çekilmeli
Anadolu Ajansı, DHA, İHA tarafından geçilen tüm yerel haberler bölümünde Haberihbarhatti.com editörlerinin hiçbir editoryal müdahalesi olmadan otomatik olarak ajans kanallarından geldiği şekliyle yer almaktadır. Bu alanda yer alan haberlerin hepsinin hukuki muhatabı haberi geçen websiteleri ve ajanslardır.
Görüş, öneri ya da şikayetiniz paylaşmak isterseniz, İletişim Formunu doldurarak bize ulaştırabilirsiniz. En kısa sürede değerlendirip size geri döneceğiz.
Tüm gelişmelerden haberdar olmak için Facebook sayfamızı takip edin!
Kaynak: http://www.haberihbarhatti.com/2018/kilicdaroglu-israil-buyukelcisi-derhal-geri-cekilmeli/5115/
1 note · View note
dogumgunumesajlari · 7 years
Text
Espirili Sözler
Bitmeyen şarj, gitmeyen sevgili, sınavsız okullar istiyoruz.
Bana laf atan kızlara sesleniyorum, yapmayın sizin de abiniz babanız var.
Bakkala parayı uzattım. “Bozuk var mı?” dedi. “Moralim.” dedim. Gel buraya kardeşim dedi sarıldık ağladık.
Matematik'te kümeler konusu hep romantik gelmiştir bana. Kesişmeler olsun, birleşmeler olsun ; boy boy alt kümeler falan
Milli Piyango bana vursa ben de ona vururum. Ağzını burnunu kırarım. Elimiz armut mu topluyo?
Sen telefonda konuşmuyorsun ki; seninkisi bildiğin ulusa sesleniş.
Zamanında bana “Koşma yavrum terlersin, hasta olursun.” demeselerdi şimdi 100 metrede Bolt’u geçmiştim.
“Lan şimdi uykum var desem trip atacak. Uykum yok desem uykusuz kalacağım. Ne yapsam?” Diye düşünmüyorum yalnızlık sağ olsun direkt uyuyorum.
Ateist arkadaşım sırf yemin edemedi diye doktor olamadı. 6 sene tıp okudu şimdi toptan mandalina satıyor, kısmet işi tabi.
Bir kadının yüzünde taşıdığı ifade, sırtına giydiği elbiseden daha önemlidir.
Bütün kocalar aynıdır, yüzleri değişik olmazsa birbirinden ayırt edemezsiniz.
Öyle bir operatör istiyorum ki müşteri hizmetlerini arayınca sen kapat biz arayalım desin.
Kız arkadaşıma sana kirli sakal yakışmıyor bence kesmelisin diyemedim.
Bir kadın, “git başımdan yalnız kalmak istiyorum” derse, gitmeni değil, kalmanı istiyordur. Belki de gitmeni istiyordur. Kadınları anlamak zor…
Kızın teki facebookta duvarına “yengeç burcu kadını yalandan ve aldatılmaktan hiç hoşlanmaz” yazmış. Lan sanki diğer burçlar aldatılınca halay çekiyor.
Şimdi anlıyorum Mona Lisa tablosunun neden bu kadar sevildiğini; Kadın konuşmuyor abi.
Wc’de kapıyı kilitlersin. Biri gelip kapıyı açmaya çalışır, açamaz ve “dolu mu?” Diye sorar. “He boş. Kapıyı kilitledim, havalandırmadan kaçtım.”
Patronuma “yeni arabanız çok güzel” dedim. “eğer kendine hedefler koyar, çok çalışır ve işini iyi yaparsan öbür sene daha iyisini alabilirim” dedi.
Ayna karşısında yaptığım mallıkları yanında rahatça yapabileceğim insanı merakla bekliyorum.
Yeni doğan çocuğa “Kamuran” adını vermekte nedir? Çocuk resmen hayata 35 yasında başlıyor.
Kuaförden çıkan kız özgüven patlaması yaşarken, berberden çıkan erkek eve gitmenin en kısa yolunu arar.
Kız dediğin İstanbul gibi olmalı, fethi zor, fatihi tek!
Akıllı olup dünyanın kahrını çekeceğine deli ol dünya senin kahrını çeksin.
Oturarak başarıya ulaşan tek varlık tavuktur.
Türküm, doğruyum, çalışkanım, iyi gelirli bir bayanla evlenmek istiyorum.
Saçımı süpürge yaptım elektrik süpürgesi çıktı beni terk etti.
Tanrım kör oldum artık kusura bakamıyorum.
Seni sensiz de yaşayabiliyorum en azından kafamı dinliyorum.
Adama sormuşlar karınızla ortak bir özelliğiniz var mı ? Demiş ki var aynı günde evlendik
Deliye her gün sevgililer günü,  seni deli gibi seven delin.
Kaynanamı kaybettim görenlerin görmezlikten gelmeleri rica olur.
Aşk sözle başlar, dudak ile beslenir, dokuz ay sonra baba diye seslenir.
Bir köpek ile bir erkek arasında ne fark vardır? Köpek sadece halıyı kirletip mahveder, erkek ise tüm yaşamını mahveder.
Vefasız sevgilim Alzheimer hastası bile senin kadar çabuk unutmaz pes…
Kalbimde yaşıyorsun ama kiranı vermiyorsun. Not: Ev sahibi en kısa zamanda onunla evlenmezsen seni kapı dışarı edecekmiş.
O kadar komik ki hiç gülesim gelmedi nedense.
Sabahları kahvaltı yapmıyorum çünkü seni düşünüyorum. Öğlenleri yemek yemiyorum çünkü seni düşünüyorum. Gece olunca uyuyamıyorum çünkü açım.
Eline almış bir çiçek sevecek sevmeyecek. Ah, koca sersem çiçek nerden bilecek.
Deprem gibi girdin gönlüme, fay hattı çizdin beynime, enkazlar bıraktın kalbimde, artçılar hala devam etmekte.
Aşk elmayı yemekle başlar, ayvayı yemekle biter.
Bütün kızlar çiçek olsun, arı olmazsam namerdim.
Bizi çekemediler, halat koptu canım.
Allah`ım ! Kendim için bir şey istemiyorum, sadece anneme elma yanaklı, bal dudaklı, sütün bacaklı bir gelin nasip eyle.
Deli gibi sevdim, manyak gibi evlendim.
Kızlar artık beyaz yatlı prenslerini bekliyorlar.
Aşık olup ıstırap çekeceğime, nezle olup burnumu çekerim.
Para için evlenme, borç almak daha hesaplıdır.
Seni sevecektim, kıskanacak el üstünde tutacaktım, kendimi sana sevdirecek bana bağlayacaktım, ip koptu.
Bataryası zayıf hayallerimizin kapsama alanı dışında kalan kesimlerine şebeke hatası nedeniyle ulaşamadık şimdi yüreğimde full çeken hattımla seni seviyorum.
Şekerden evimiz tuzdan hayallerimiz vardı. Ne yazık ki dün yağmur yağdı.
Karayollarında değil, senin kollarında öleyim.
Sana bir şey söyleyeceğim, ama sakın üzülme; dün doktora gittim, böbreklerimde kum, kalbimde seni buldular.
Hey garson! Bana kalbim kadar yanık döner, düşüncelerim kadar karışık bir salata, acılarım kadar koyu bir kahve getir.
Karın olmak istiyorum karın, ey benim kardan adamım.
Dertleşmek istiyorsan bir tuşla, birine sarılmak istiyorsan 2 tuşla, eğlenmek için 3 tuşla, hepsini istiyorsan benim numaramı tuşla.
Sen kadayıf kadar tatlı, lahmacun kadar sıcak, çığ köfte kadar yakıcı, dolma gibi çekici, bulgur gibi asıl ve içli köfte kadar dayanılmazsın.
Erkek jinekolog hiçbir zaman kendi arabası olmamış bir oto tamircisi gibidir.
Sevgilim, seni  TV kumandasından, futbol topundan, pazar gazetesinden çok daha fazla sevdiğimi söylemiş miydim?
Aşk dolmaya benzer, iyi sarılmazsa pişerken dağılabilir.
Sevgilim duygularım vişne kaymak, yani karmakarışık.
Annem bana okula giderken üstünü sıkı giy terleyip üşütme, karşıdan karşıya geçerken dikkatli ol dedi. Ama aşık olma demedi ki.
Kahretsin ya! O kadar zenginiz ki evdeki ütünün bile masası var
Her şeyi içine atarsan kendini atacak yer bulamazsın.
Yaşıtların evlendi sen ne zaman evleniyorsun diye soran teyzelere, yaşıtların öldü sen ne zaman ölüyorsun diyor muyuz?
Bugün bayan diş doktoruna gittim kocası da ordaydı. “Eşinizin hastasıyım” dedim, birbirimize girdik. Ne dedim ki ben anlamadım gitti.
Çeşme bugün harikaydı ya.. Kafamı çıkarmadım altından. Oradan buzdolabına geçiyorum şimdi. Belki bir de balkon yaparım bilmiyorum.
Delinin biri deliler hastanesinde banyo yaparken diğerleri delikten bakmasın diye kapıyı sökmüş.
Eve gelen misafir çocuğundan daha kötü bir şey varsa o da, eve yatılı gelen misafir çocuğudur.
Küçükken, yanağımı sıkıp “seni kızıma alacağım” diyen teyzeler? Ne oldu bizim iş.
200 TL’ye alınan ayakkabının fiyatı, baba sorduğunda 100 TL’ye kadar düşerken; arkadaş ortamında sorulduğunda 350 TL sınırını zorluyor.
Gölgene lafım yok, O da seni adam sanıp peşinden geliyor.
Eski sevgilim, marketten hıyar aldığımı görünce; Aynı sen dedi. Şimdilik yanıt vermedim. Ama, elbet evde kaşar bitecek.
Sevdiğim kız bana abi demiş, ulan sevsin yeter ki isterse bacanak desin.
Bir kız görürsün çok beğenirsin yanına gidersin bıyığını fark edersin hevesin kaçar.
Yastığımın dili olsa “yeter lan bana sarıldığın, git kendine bir sevgili falan bul” diye sitem ederdi.
Eğer kişi; Hem akıllı hem de çalışkan ise takdir et, akıllı değil, çalışkan ise dikkat et, akıllı olup tembel ise ikaz et, hem akılsız hem de tembel ise imha et.
Geçen arkadaşlarla fırında patates yiyorduk, fırın sıcak geldi toplanıp bahçeye çıktık.
İtiraf etmeliyim ki uzaktan kumanda bazen çooooook uzakta oluyor ve bende saatlerce aynı kanalı izliyorum.
Durun! Burada nefes almayın, daha ucuz bir yer biliyorum.
İlkokulda 48li pastel boyası olan çocuk, napıyorsun lan ressam oldun mu? İnşallah badanacı olmuşsundur. Okulda havandan geçilmiyordu.
Yağdı üzerime yaz günü kar, hasretinden prangalar eskittim ey yar, sensiz bu ev soğuk, sokak dar. Bilir misin Show’da yine Doktorlar var.
3 şey sonsuzdur; Arka Sokaklar, Akasya Durağı ve Doktorlar, bu üçü evrende asla yok edilemez.
Babamla kavga edince o sinirle “cezalısın odana çık” dedi. Ama bizim ev tek katlı. Fakirliğimizi yüzüne vurmayayım üzülmesin diye çatıya çıktım. Bu gece kiremitlerin üzerinde yatacağım.
İlkokulda tahtaya ismim yazıldığında “At lan çarpıda at, atmazsan şerefsizsin, at bir tane daha at.” dediğim doğrudur. Pişman değilim.
Bir Trakya atasözü der ki; Dün başka bugün başka, abe sokayım böyle aşka..
Kızlar kirli sakal seviyor diye 3 aydır yüzümü yıkamıyorum.
Hesap makinesinde bir işlem yapıp yenisine geçecekken sıfırlamak için “C” tuşuna basıp ondan sonra emin olmak için “CE” tuşuna basanlar. Bizdensiniz.
Başkalarının seni ezmesine izin verme; Ehliyet al, sen onları ez.
Okulda birilerinden sakız istediğimde, uyuşturucu satıcısı gibiler. “Benden almadın tamam mı, kimseye gösterme sakın bak, başka yok, sonuncusunu da sana verdim.”
Evlilik aşkı öldürüyor diyorlar; Benimle ölür müsün?
4 dakikalık şarkının verdiği mutluluğu veremeyen insanlar var.
Elektriğin gittiğini unutup düğmeye basıp, sonra tekrar basıp “Ulan şimdi bu açık mı kapalı mı” hissi diye de bir şey var. Bence açık.
Sana sarılmayı o kadar çok seviyorum ki. Çünkü o sırada yüzüne bakmam gerekmiyor.
Bir kadın atasözü der ki: Anlamsız trip yoktur, onun sebebini anlayamayacak kadar geri zekalı erkek vardır.
Attığımız mesaja cevap gelmeyince “geri alma” tuşu olmalı.
E-okula giricem ama cilt numarası falan istiyor, benim cildimde numara yok ki.
Sırf duvarlar üzerime gelecek mi diye sevgilimden ayrıldım. 3 Gündür ne gelen var ne giden. O değil karıdan olduk lan.
Tadı tuzu olmayan hayatıma, meşrubat gibi girdin bir anda.
Her gülüşün bir nedeni var! Bir de içine edeni var! Hepsi bu.
Tesadüfen doğduk, mecburen yaşıyoruz.
3 notes · View notes
melih-asik · 7 years
Text
Skandal sırıtıyor!
Yüksek Seçim Kurulu, Doğu’da sandıkların açıldığı, Batı’da ise sandıkların açılmasına az zaman kala “Mühürsüz oyların sayılması” kararıyla dörtbaşı mamur bir skandala imza attı. YSK Başkanı Sadi Güven’in bu kararı olağan gösteren açıklamalarından hiçbiri açıklayıcı olmadı. Bu skandal kararla ilgili Adil Hacıömeroğlu’nun dikkate değer bir saptaması var. Diyor ki: “AKP’nin YSK’daki temsilcisi, saat 16.10’da başvuru yapmış YSK’ya... Birçok oy pusulasının mühürsüz olması yüzünden vatandaşın seçme hakkının engellenmemesi için mühürsüzlerin geçerli sayılması isteğini iletmiş. YSK da yasaları çiğnemek pahasına bu isteği hemencecik kabul etmiş! Öncelikle şu soruyu soralım: Daha sandıklar açılmadan sonucu etkileyecek kadar çok sayıda mühürsüz oy pusulasının kullanıldığını AKP temsilcisi nereden biliyor? Ve YSK da buna nasıl hemen inanıyor? Her sandık başkanı bu pusulaları mühürlemek zorunda. Şimdi diyelim ki, birkaç sandık başkanı görevini savsakladı ve pusulaları mühürlemedi. Her seçimde olur bunlar. Önemli bir sayıya ulaşmaz. Daha sandıklar açılmadan bu sayının sonuçları etkileyecek yoğunluğa ulaştığını bilen kişi, aslında yapılan hileyi de itiraf ediyor. Bu, suçüstü durumudur...” Geçmişte mühürsüz zarflar ve pusulalar sandıklar sayılırken zapta geçer, itiraz olduğunda incelenirdi. Bu defa zarflar sayım sırasında geçerli sayılarak sandığa atıldığı için sayısı bilinmiyor, tekrar saymak mümkün görünmüyor. Çoğu da sonradan mühürlenmiş. Kasıtlı bir uygulama nereden baksanız sırıtıyor....
Lider aranıyor!
Halkın en az yüzde 49’u Tayyip Erdoğan’ın başkanlığına hayır dedi. Bundan sonra bu yüzde 49’u siyasette temsil edecek parti ve liderlere ihtiyaç var Devlet Bahçeli ve Kemal Kılıçdaroğlu bu isimler midir? Değildir... O yüzden Meral Akşener’in kuracağı bir partinin şansı büyük olacaktır. CHP’ye gelince... Kimi yazarlar yüzde 49 oranında en büyük payın Kemal Kılıçdaroğlu’na ait olduğunu iddia etse de... Halk oylamasında Kemal Bey’in zararı aslında faydasından çok oldu... Örneğin uzun süre anayasa paketinin en masum maddesi olan 18 yaş konusunu diline doladı, vahim maddeleri unuttu... Kampanyanın en kızışmış anında, 16 Nisan’a iki hafta kala gündeme Bylock, Adil Öksüz, kontrollü darbe gibi mevzuları sokarak dikkatleri dağıttı, gündemi anayasadan başka yöne kaydırdı. Karşı taraf onun iddialarını tersyüz edip “Darbe gecesi neredeydin, neden kaçtın” gibi demagojilere yönelince bu defa lafın altında kaldı, “Ben size ne yaptım, benden ne istiyorsunuz?” gibi ezik ifadelere sığındı. Kemal Bey, Erdoğan’a hayır diyen dinamik kitlelerin siyasi temsilciliğini yapacak güçte ve yetenekte bir isim değil... O görevi çok daha dinamik biçimde yapacak isimler vardır...
MAR
Referandum kampanyasında sık sık Marmaray övgüsüne de yer verildi... Avrupalıların Marmaray’ın kıskandığı, şimdi İzmir Körfezi’nin altından da bir Marmaray geçirileceği anlatıldı. Ancak kimin, neyi, neden kıskandığı pek anlaşılamadı! Marmaray, Gebze - Halkalı arasında 76 kilometrelik bir hattı. 2010 yılında bitirilecekti. 2013’te deniz altından geçen 13.6 kilometresinin açılışı yapıldı. Arada Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Avrasya Tüneli bitirildi. Marmaray’ın geri kalan 63 kilometrelik bölümünde çalışmalar hâlâ devam ediyor. Şimdilik 7 yıllık gecikme söz konusu... İngiltere’yi Manş Denizi altından Fransa’ya bağlayan 50 kilometre uzunluğundaki Manş Tüneli 6 yılda (1988 - 1994) bitirilmişti. Marmaray’ın nesini kıskanıyor olabilirler?
***
Yıllarca “Koalisyon kötüdür” diyen iktidar şimdi her fırsatta “MHP ve BBP ile koalisyon yaptık” vurgusu yapıyor! G.E    
***
DİL
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İngiltere kurucusu olduğu AB’den çıktı” dedi... Ama, İngiltere kurucu değildi. Aksine, daha önce iki kez üyeliği reddedildi. “Norveç AB’den çıktı” dedi... Norveç hiçbir zaman AB üyesi olmadı... İngiltere yanlışını Başbakan aynen tekrarladı. Bunlar basiret bağlanması mıdır, dil sürçmesi mi? Her neyse. Ama iyi ki bunlar Kemal Kılıçdaroğlu’nun ağzından çıkmadı. Yoksa ortalık kasıp kavrulmuştu...
Tweet
YSK’ye göre evinizde yakaladığınız hırsızın dışarıdan girdiğini kanıtlayamaz iseniz o hırsız aile ferdiniz sayılıyor ve nüfus kütüğünüze kaydediliyor.     ★ ★ ★ Yeterince hırsızlık yaparsan çaldığın paralarla seni “aziz” ilan edecek bir kilise de satın alabilirsin. De Lautreamont
1 note · View note
a-freaking-phoenix · 5 years
Text
badlands: 9,10,11,12
9. Bölüm: Güven    Onunla tanışalı altı saat bile olmamıştı. Oğlan hakkında bildiği yalnızca birkaç şey vardı ve onu öldürmeyecek olması dışında bu bilgilerin hiçbiri iyi şeyler sayılmazdı. Buna rağmen, ikisi birlikte kamyonetin arkasında oturmuş, yıldızlı Arizona gökyüzüne bakarak soğuk patates kızartması yerken Grace her şey çok doğalmış ve hayat normal seyrinde ilerliyormuş gibi hissediyordu.    Bir katile patates ısmarlamak. Hayatının bir daha asla bu gece olduğundan daha garip olmayacağını düşündü.    ‘’Sence mezarlık bekçisi şu anda ne yapıyordur?’’ diye sordu patatesleri didiklemeyi bırakarak. Pek aç sayılmazdı. ‘’Burada daha fazla durmanın iyi bir fikir olduğundan emin değilim. Bunu yedikten sonra yola koyulmak mantıklı olabilir.’’    ‘’Rahatla. Henüz ayılmamıştır bile.’’ dedi Declan kocaman olmuş yanaklarla. ‘’Ona epey sert vurdun. Uykuya ayıracak vaktimiz var.’’    ‘’Nasıl güvende olduğumuzdan bu kadar emin olabiliyorsun?’’ diye sordu Grace kaşlarını çatarak. ‘’Uyuyabilecek kadar? Şu anda yanıp sönen mavi ışıklarıyla bir polis arabası buraya doğru ilerliyor bile olabilir.’’ Mezarlıktan çıktıktan sonra kamyoneti batıya doğru on kilometreden fazla sürmüş olmak onu bu kuşkudan şimdiye dek çoktan arındırmış olmalıydı, ancak bir türlü rahatlayamıyordu. Yol tarifini Declan’ın yapmasının etkisi bunda büyüktü. Oğlanın onları beğendiği kaktüslerin ve kum tepeciklerinin etrafından dolandırdığına yemin edebilirdi.    ‘’Bardayken bana neden o kadar kalabalık bir polis grubunun beni orada beklediğini sormuştun.’’ dedi Declan, sorusuna karşılık. ‘’Lost River’ın girişinde. Sence neden?’’    ‘’Bilmiyorum.’’ diye homurdandı Grace. Gerçekten de hiçbir fikri yoktu.    ‘’Çünkü yolda olduğumu ve oraya uğrayacağımı biliyorlardı.’’ dedi Declan. ‘’Bilmedikleri şey bir arka kapı kullanacağımdı. Dolayısıyla beni orada yakalayacaklarından emin oldukları için otoyolun devamına barikat kurmamışlardı ve sonuç olarak izimizi kaybettiler.’’ Kısa bir an Grace’e baktı. ‘’Yani rahatla.’’    ‘’Bu anlattıkların çok güzel, fakat bekçi problemimizi çözmüyor.’’ dedi Grace sıkıntıyla.    ‘’Adam kasabaya inene kadar nereden baksan bir beş saatimiz daha var, hatta daha da fazla sürebilir. Onlar haberi alıp buraya gelinceye kadar kafadan üç saat daha kazanıyoruz. O sürede sınırı bile geçmiş oluruz.’’    ‘’Bütün bunları nasıl ayarlıyorsun?’’ diye sordu Grace, dayanamayarak. ‘’Bardaki tüneli nasıl keşfettin? Tuvalette ne işin vardı? Neden ekipler özellikle orada bekliyordu?’’    ‘’Çok soru soruyorsun.’’ dedi Declan esneyerek. Önündeki kırıntıları karıncaların yesin diye avuç içiyle kasanın kırık olan köşesinden yere doğru itti. Şapkasını çıkardı, yanına koydu. Sakin hareketlerle arkaya doğru uzanarak başını Grace'in çantalarından birine yasladı. Asla cüretkar davranmıyordu, kendisinden beklenmeyecek bir şekilde nazik ve kıvrak bir biçimde hareket ediyordu. Grace onu izlemeye kapıldığını fark etti. ‘’Hey.’’ dedi sert bir sesle. ‘’Bak, muhtemelen yollarımızın kesişmesi fazla uzun sürmeyecek ve ben kendime uygun bir durak bulduğumda gideceğim, ama seni ele vermem, tamam mı? Bunun için onlarca şansım vardı.’’    ‘’Muhtemelen.’’ diye mırıldandı Declan. ‘’Ama seni kimin ele vereceğini asla bilemezsin. Bunu zor yoldan öğrendim. Kişisel algılama.’’    ‘’George’u öldürdüğünü biri mi ihbar etti? Bu yüzden mi peşine düştüler?’’    ‘’Grace.’’ Declan ismini söyleyerek yarı aralık gözlerle ona baktığında içinde tuhaf bir kıpırtı hissetti.    ‘’Ne?’’    ‘’Hala çok soru soruyorsun.’’   Kısa bir sessizlik oldu. Grace ne düşünmesi gerektiğini bilmiyordu. Bir yanı Declan’a hak veriyordu, bu gece oğlanın istemediği kadar çok şey öğrenmişti zaten. Diğer yanı hiç itiraf etmek istemese de olacaklardan korkuyordu. Declan hakkında öğrendiği bir şey varsa, o da öyle görünmese bile her hareketinin planlı olduğuydu. O bir hırsız olmayabilirdi, ancak hala bir katildi. Oğlan eğer onun bu kadarını bile öğrenmesine izin verdiyse bunun sebebinin muhtemelen Grace’in fazla yaşamayacağı gerçeğine dayanması olasılığı onu korkutuyordu.    Böyle bir ihtimalin varlığında, onun yanında fazla kalamazdı. Bunu biliyordu. İstese de istemese de bu işten yakasını en temiz şekilde kurtarması gerekiyordu. Yarın, diye düşündü. Yollarımızı sonsuza dek ayırmamız gerekiyor. Eğlence bitti.    Üstelik bundan Declan’ın haberi olmayacaktı.    Bu düşünce içinin burkulmasına sebep oldu. Yola çıktığından beri ayrımına vardığı bir başka gerçek de buydu; özgürlüğünü kısıtlayan kimsenin olmamasının güzelliği bir yana, o özgürlüğün getirilerini paylaşabildiği kimse de yoktu. Kısa bir süreliğine de olsa bir başkasıyla bunları paylaşmak ona iyi hissettirmişti.     Gözucuyla ona baktığında küçük çaplı bir şok geçirdi. Declan yattığı yerde uyuyakalmıştı. Aralık dudaklarının arasından verdiği nefes, sakince serin gece havasına karışıyordu. Ellerini karnının üzerinde birleştirmişti.    ‘’Tanrım.’’ diye mırıldandı Grace. Bu pervasızlık da neyin nesiydi? Dahası, bu güven de nereden çıkmıştı? Şu an Grace onun beynini dağıtabilir ya da onu fena halde yaralayıp arabadan atarak kaçabilirdi. İstemesi yeterliydi. Declan şu anda tamamen savunmasızdı.    Yoksa bana güveniyor mu? diye düşündü korkunç bir kafa karışıklığıyla. Durumun tek açıklaması bu olabilirdi. İyi, ama neden? Sebebi her neyse, aptallık olmadığı hakkında ciddi şüpheleri vardı. Declan koca polis teşkilatının burnunun dibinden sıyrılmayı başarmıştı, hem de onların ruhu bile duymadan. O aptal değildi. Ama ona güvenmiş olmasını aptallıktan başka ne ile nitelendirebileceğini bilmiyordu.    Kaşlarını çatarken onu izlediğinin farkında değildi. Gözleri oğlanın yüzünde dolaştı. Hafifçe kemerli, ancak düzgün bir burun. Teni fazlasıyla açık, hatta solgundu. Dalgalı saçları dağınık bir şekilde alnına dökülüyordu. Nazik bir çene hattı vardı. Uyurken gençleşmişti, bu haliyle Grace ona reşit demezdi. Gerçi öyle olup olmadığını zaten bilmiyordu. Geniş alnını örten buklelerine, hafifçe pembeleşmiş yanaklarına baktı. Oğlanın sağ yanağında takımyıldızları andıran belli belirsiz benler vardı. İçini çekti. Bu şekilde uyurken bir çocuktan farksızdı.    Belki de onu avlayan buydu.    Tabancası üzerindeydi. Ondan kurtulmak isterse bunu yarın da yapabilirdi. Declan'ın huzurlu soluklarını dinlerken cebinde anahtarları buldu ve arabaya girdi. Arka koltuktaki süveterini giyerken, gözü koltuğun kenarına astığı kalın hırkaya takıldı. Onu çok daha serin gecelerde giymek için yanına almıştı. Aklına gelen bir fikir, onu rahatsız etti. Hayır. Aklı yerinde olan kimse bu soğukta dışarıda uyumazdı. Declan’ın üşütmesine müsaade edebilirdi.    Ancak arabanın yalnızca bir tane arka koltuğu vardı.    Grace kaşlarını çattı. Declan onun orada yattığını tahmin etmiş olabilir miydi? Gerçekten de aklı yerinde olan kimse bu soğukta dışarıda yatmazdı. Belki de geldiği gibi arabanın içine konmayacak kadar kibar biriydi. Her halükarda, Grace içini çekerek hırkayı astığı yerden çıkardı. Yeniden dışarı çıktıp hırkayı Declan'ın üzerine yavaşça örterken bugün yaptığı en aptalca şeyin bir katile patates ısmarlamak olmadığına karar verdi.
0 notes
samurai-husky-blog · 5 years
Text
Deprem Oldu Turk Telekom Halen Çalışmıyor!
Bugün olan deprem sonrasında saat oldu kaç halen türk telekom hattı gelmedi saatlerdir bu rezaleti yaşıyoruz. Vodafone’da aynı şekilde bir süre gitmiş ama Türk Telekom halen yok. Üstelik dalga geçer gibi bir de twitterda bir sorun olmadığını yazmışlar. Anında turkcell’e başvurdum. Gerçekten ihtiyaç halinde kimseye ulaşamayacağız yoksa.
Sizin durumlar neler? Hangi hattı kullanıyorusunuz?
#itiraf #itirafet #sormamlazim Deprem Oldu Turk Telekom Halen Çalışmıyor!
0 notes
ergumuaz · 5 years
Text
Alaattin Diker modern dünyanın doğuşu ve gelişimi ile ilgili pazar sohbetine devam ediyor…
Zayıflıklar bazen güce de dönüşebilir. Dünya denizlerine hükmeden İngiltere I.Dünya Savaşı’nda üstünlüğünü kaybetme endişesi yaşadı. Ormanın derinliklerinde kaybolduğunu sandıkları akrabaları uçsuz bucaksız denizlere şimdi tehlikeli bir araç salmışlardı. Almanlar, denizaltı ile son derece başarılı bir şekilde orman tecrübesini ortaya koydular: Periskop ile etrafı ve durumu kolaçan ederek aniden su yüzüne çıkıp ateş açıyor ve tekrar dipsiz suların içinde kayboluyorlardı.
Carl Schmitt’in ‘Kara ve Deniz’ isimli eserini okuyanlar kara ve deniz ruhu arasındaki farkı hemen teşhis ederler. En son ABD ve Almanya arasında patlak veren dinleme skandalı okyanusun her iki yakasında farklı tepkiler doğurdu. Amerikan ve İngiliz hükümetleri ile basını olaya lakayt kalırken bu tavrın arkasında yatan zihniyeti de “Avrupalılar neden kızıyorlar? Demokratik ilkeleri ve kuralları ciddiye almıyorlar mı?” sorularıyla ele verdiler. Her şeyden önce bu tutum üstün ırk düşüncesine geri dönüşü yansıtıyor. Fay hattı yine modern zamanların başlamasıyla ortaya çıkan kıta ve ada Avrupasını birbirinden ayıran bu kalın çizgi. Carl Schmitt ‘Nomos der Erde’ isimli kitabında bu yapıyı kısaca şöyle özetler: İngiltere tarihte ilk kez dünya denizlerini anavatan ve sömürgeler arasında aşılmaz engel şeklinde değil, aksine vasıta olarak gördü. Okyonusları mülk edinmeye kalksaydı diğer milletleri kendine düşman yapacaktı. Onun yerine ‘serbest denizler’ kavramı uydurdu ve bu denizleri herkesin ve hiç kimsenin sorunu (res omnium et nullius) ilan etti.
Resmiyette sahipsiz olan ama herkesin eşit olarak hakettiği denizler gerçekte İngiliz donanması tarafından denetlenmektedir. Diplomatik bir dille mükemmel biçimde üzeri örtülen yasal konum aslında denizleri tek bir ülkenin eline bırakıyordu. Dün denizlerin örtük şekilde ele geçirilmesi ile bugün sanal alanların (cyberspace) gizlice denetlenmesi birebir örtüşmektedir. İngiliz donanmasının yerini görünürde bağımsız, ama istihbarat örgütlerinin içerden kuşattığı iletişim ve bilişim şirketleri almıştır. Görünürde internet her isteyenin serbestçe ‘girebileceği’ tarafsız bir bölge. Gerçekte ise kullanıcıların kendisine mutlak itaat etmesini beklemektedir. Bu teslimiyet kurallarını başkalarının belirlediği bir oyuna katılmaktan ibarettir. Küresel sosyal ağlar ve kitle iletişim araçları dünya ekonomisi gibi bir üst aklın kurallarına riayet etmek zorundadırlar. Amerika’nın, sömürgeleştirdiği bu sanal ortamlarda küresel egemenliği tesis edecek boyutta bir ‘medium’ elde ettiğini, Brzezinski de itiraf etmektedir. Bu oluşuma karşı bayrak açmak hiç te kolay değil, çünkü mevcut Know-how tek başına mücadele etmede yetersiz kalır. Niyetinin samimi olduğu konusunda başkalarını ikna etme sanatı burada asıl belirleyicidir. Özetle cyberspace bugün artık Amazon, Google, Facebook, Twitter gibi dev şirketlerin av bahçesi haline gelmiştir. İnternet ortamında tesis ettikleri zihinsel ve düşünsel bir işgal rejimini özgürlük olarak satmayı becerebilen ve kitleleri baştan çıkararak gönüllü av olmayı kabul ettiren bu şirketler çağın yeni efendileridir. Rakipleri ilk medcezir olayında yok olup gideceklerdir.
Böyle ustaca bir tuzak kurmayı ancak mekân fikrine uzak bir zihniyet başarabilirdi. Ki bu başarıyı herşeyden önce modern teknolojiye borçlular! Modern teknolojilerle birlikte ortaya çıkan ışınlar ve dalgalar dayanılmaz bir şekilde ‘mekâna’ nüfuz -ve hatta onu yok- etti. Özellikle yeni medya konumsuzluk ve dolayısıyla hiçlik teknolojisine dayanır; bu yüzden ‘ütopya’ ile çok iyi geçinir. Bu yoldan artık geri dönüş olmadığı özellikle fark etmemiz gereken bir şey. Geriye yıkımı durdurmak ya da  geciktirmek kalıyor. Bu serüven sonunda Eski Avrupa gemisi de batmaya mahkum. Avrupa’nın şimdiye kadarki sloganı şuydu: Zamanı kaybet ama mekânı mutlaka kazan. Buna karşılık, internet çağının doğurduğu ‘dünya toplumu’; zamanı bağlamak için mekandan vazgeçmiş gözüküyor. Fakat şimdilik Avrupa kendi ölümünün gecikmesi ile ilgili değil, modernitenin  kazanımlarını korumanın derdine düşmüş durumda.
Küreselleşme, dijitalleşme ve ağlar oluşturma şüphesiz bu sürecin bir parçasıdır. Kısaca; bu süreç yeni mekânsal yapılar ve yasal sistemler yaratacaktır. Medeniyet kabuk değiştirecektir.
Siyasal alan; önce kara, sonra deniz ve en son uzay odaklı tasarlanmıştı. Fakat dijital ışınlar ve elektromanyetik dalgalar artık ‘mekânı’ ele geçirdi. Eski mekân anlayışı çözülmeye yüz tuttu. Avrupa merkezli uluslararası hukuk düzeni çöktü. Toplumları artık hiç bir şekilde konumlandıramıyoruz. Ulusal tarihlerin eskimiş olmasının bir nedeni budur. Bununla birlikte, uluslararası gelişmeler bağlamında ele alınmaları halinde anlaşılırlar. Günümüzde önemi artan yalnızca ‘zaman’ etkenidir ki, o da her geçen gün biraz daha daralıyor. İnsanlığın sorunlarını zamana yayarak (acil, hızlı, süreli) çözüm aranıyor.
Acaba, William Knoke‘nin bir zamanlar söylediği gibi, “placeless society” çağına mı eriştik? Kesinlikle. Sınırsız iletişimin bir sonucu olarak, ulusal sınırlar giderek eski anlamını yitirmektedir. Bu gerçeği yadsımak mümkün değil. Ancak siber alana yansıması gereken tek izdüşüm coğrafi sınırlar olamaz. Cinsiyet, yaş ve kimlik sınırlarının kolayca aşılması gerekir. İnternet bizi, sınırsız ve yersiz bir topluma büyük ölçüde yaklaştırıyor gibi görünüyor.
Bununla birlikte, böyle bir perspektifte, internet’in yeni sınırlar yarattığı ve aynı zamanda sınırsız bir alanın yeni bir sınırın çizilmesiyle oluştuğu göz ardı edilmektedir: sanal ve gerçek arasındaki sınır. Yeni bir sınırın inşası, daha iyi bir dünya inşa edebilme beklentisinin bir sonucu olarak, gerçek alanda geçerli sayısız sınırın gereksiz hale gelmesine neden oldu. Kurulacak bu sanal dünyanın izini sürersek, gerçek/sanal ayrımının yüzyıllar boyu geçerli olan ‘kara ve deniz’ karşıtlığına denk düştüğü hemen anlaşılır. Kara, insan doğasına uygun bir gerçekler alanı olarak düşünülürken, deniz var olan tek olasılık  ‘meçhuliyet’ ile eşanlamlıydı. Bu belirsiz ve bilinmeyen ‘şey’ hakkındaki merak, tanıdık dünyadan tanınmaza yönelme arzusudur bir bakıma. Bununla birlikte, her keşif gezisinde, bir zamanlar romanlara ilham veren aşılmaz ve açıklanamaz gizemin piyasa değeri azaldı. Yavaş yavaş, başlangıçtaki açık deniz farklı devletler arasında bölünmüş ve tamamen ölçülen bir alana dönüştürüldü. İlerde sanal alanın paylaşımı mümkün olur mu, henüz kestiremiyoruz.
This slideshow requires JavaScript.
Alaattin DİKER
Dünya Toplumuna Doğru Alaattin Diker modern dünyanın doğuşu ve gelişimi ile ilgili pazar sohbetine devam ediyor... Zayıflıklar bazen güce de dönüşebilir.
0 notes
samosanborucu · 5 years
Text
Vatan Haini Atıf Hoca
https://samosan.com/vatan-haini-atif-hoca/ adresinde yayınlandı
Vatan Haini Atıf Hoca
1876 tarihinde İskilip’in Tophane köyünde dünyaya geldi. Babası Akkoyunlu aşiretinden Mehmet Ali Ağa’dır. Darülfünün’un İlâhiyat şubesine kaydolmuş, mezuniyetini takiben yine İstanbul’a dönmüştür.
II. Abdülhamit döneminde bazı suçlarından dolayı Bodrum’a sürülmüş, oradan gizlice Kırım’a kaçmış, Meşrutiyet ilanından bir hafta önce İstanbul’a dönmüştür. 1908 devrimine de karşı çıkmış, Mahmut Şevket Paşanın katledilmesi nedeniyle suçlanarak Sinop’a sürülmüştür.
Şubat 1919’da güya ulema ve müderrislerin haklarını korumak üzere “Müderrisler Cemiyeti”ni kurucuları arasında yer almıştır. Başkanlığını Mustafa Sabrı Efendi, ikinci başkanlığında Atıf Hoca’nın yaptığı cemiyet, Aralık 1919’da “Teali İslam Cemiyeti” adını almıştır.
Bundan sonra Atıf Hoca Teali İslam cemiyetinin başkanı, Mustafa Sabri Efendi ise ikinci başkan olmuştur. Bu cemiyet açıktan açığa İngiliz yanlısı, Kuvayi Milliye Düşmanı bir cemiyettir. Aynı zamanda din istismarcısıdır.
Bu cemiyet “Hürriyet ve İtilaf Fırkası” paralelinde, ona bağlı bir kuruluş gibi faaliyet göstermiştir. İttihatçı ve Müdafaa-i Hukukçuların düşmanıdır. Ayrıca, İngiliz Muhipleri Cemiyeti ile yakından ilişki içindedir. İngiliz Muhipler Cemiyetinin “fahri başkanı” Mustafa Sabri Efendi, Teali İslam Cemiyetinin ikinci başkanıdır.
İngiliz Muhipleri Cemiyetinin kurucusu resmiyette Sait Molla gözükse de, aslında bu faaliyetin baş mimarı İngiliz Gizli Servisinden Papaz Frew’dir. Cemiyet, Kurtuluş Savaşına karşı kayıtsız şartsız İngiliz taraftarlığını savunmuştur. Cemiyetin kurucusu Sait Molla, Papaz Frew’e gönderdiği mektupta Mustafa Sabri Efendi ile anlaştığını bildirmiştir.
İskilipli Atıf Hocanın başkanlığını yaptığı Teali İslam cemiyeti, Milli Mücadele karşıtı faaliyetlerine, karşı propaganda yapmak üzere bir çok adamını kılık değiştirerek Anadolu’ya göndermekle başlamıştır.
Bu zararlı faaliyetleri İngiliz Muhipleri Cemiyeti tarafından da desteklenmiştir. Albay Şefik Aker, cemiyetten “fesat cemiyeti” şeklinde bahsetmiş ve Anzavur Ayaklanmasının bu cemiyetin işi olduğunu vurgulamıştır. Prof. Şerafettin Turan, cemiyetin “İngiliz destekli olduğunu ve Kuvvay-i Milliyeye karşı cihad ilan ettiğini” belirtmiştir.
1920 yılının başlarına gelindiğinde, Milli mücadelenin her geçen gün kuvvetlenmesinden oldukça rahatsızlık duyan Padişah Vahdettin, 5 Nisan 1920 tarihli Hattı Hümayun ile Damat Ferit Paşayı Sadrazamlığa, Dürrizade Abdullah Efendi’yide Şeyhülislamlığa getirmiştir.
Vahdettin Hattı Hümayunda Kuvayı Milliye Hareketini bir isyan hareketi olarak belirtmiş, ülkede siyasi havanın yavaş yavaş düzelmeye başladığı sırada milliyet adı altında yapılan karışıklıklarla tekrar tehlikeli bir hal almaya başladığına dikkat çekmiştir.
Bu karışıklıkların devam etmesi halinde ülkenin daha tehlikeli bir hale sürükleneceğini söyleyen Vahdettin; halkı milli mücadeleye teşvik eden kişiler hakkında gerekli kanuni işlemin yapılmasını, Halkın Padişah ve Halifeye olan sarsılmaz bağlılığının daha da güçlendirilmesini ve İtilaf Devletleriyle olan samimi ilişkilerin kuvvetlendirilmesini Hükümetten istemiştir.
Padişahın bu talepleri doğrultusunda ilk olarak Müderrisler Cemiyeti tarafından Kuvayi Milliyecilere “kudurmuş haydutlar, adi eşkıyalar” denilmiş, padişahın himayesi altında toplanalım çağrısı yapan bildiri yayınlanmıştır. BU BİLDİRİNİN ALTINDA İSKİLİPLİ ATIF HOCANIN DA İMZASI VARDIR.
Daha sonra Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi tarafından milli mücadeleye katılanların katlinin vacip olduğunu belirten ve birbirini tamamlayan beş fetva yayınlanmıştır.
Bunlar Padişahın emri olmaksızın asker toplamakta, görünüşte askeri beslemek ve donatmak bahaneleriyle, gerçekte ise mal toplamak sevdasıyla şeriata uymayan ve kanunlara aykırı olarak haksız ödeme ve vergiler koymakta ve çeşitli baskı ve işkencelerle halkın mal ve eşyalarını zorla almakta ve yağmalamaktadırlar.
Fetvaya göre milli mücadele taraftarları hükümet merkezini tek başına bırakarak, halifeliğin yüceliğini zedeletmek ve zayıflatmak suretiyle Halifeye ihanet etmektedirler. Yine bunlar Padişah’a da itaatsizlik etmekte, devletin düzenini ve asayişini bozmak için uydurma ve yalan haberler yayarak halkı fitneye sevk ederek ortalığı karıştırmaktadırlar.
Fetvanın son kısmında ise bu asiler için, “haklarında çıkan Yüce Buyruk’tan sonra, inatla hala kötülükler yapmaya devam ederlerse, bunların işledikleri kötülüklerden ülkeyi temizlemek, halka bunların şer ve kötülüklerinden kurtarmak dini yönden gereklidir” denilmektedir.
Birinci fetvanın hüküm kısmında, Yukarıda suç ve kötülükleri anlatılan bu asilerin ÖLDÜRÜLMELERİNİN DİNEN MEŞRU VE FARZ OLDUĞU belirtilmektedir.
İkinci fetvada ülkede savaşmaya kudreti bulunan bütün Müslümanların halife ve Padişah’ın etrafında toplanmalarının dinen bir zorunluluk olduğu vurgulanmıştır.
Üçüncü fetvada Halife Mehmet Vahdettin tarafından görevlendirilen askerlerin, adı geçen isyancılara yani Kuvayı Milliye’ye karşı savaşmazlarsa ve mücadeleden kaçınırlarsa veya kaçarlarsa büyük suç işlemiş olacakları belirtilmektedir.
Dördüncü fetvada Kuvayı Milliye ile savaşmak için görevlendirilmiş askerlerin, asileri öldürdükleri takdirde gazi olacakları ve eğer asiler tarafından öldürülürlerse ŞEHİTLİK MERTEBESİNE YÜKSELECEKLERİ açıklanmaktadır.
Beşinci fetvada ise Kuvayı Milliyecilerle mücadele etmek ve savaşmak için verilen Yüce emirlere uymayan Müslümanların günahkar ve suçlu sayılacakları ve şeriat yargılarına göre cezalandırılacaklarını ilan edilmektedir.
Dürrizade Abdullah Efendinin yayınladığı ve İngiliz ve Yunan uçakları ile Anadolu’nun her yerine dağıtılan bu bildirinin hazırlayıcısı İskilipli Atıf Hocanın yol arkadaşı, yiyip içtiklerinin ayrı gitmediği, bir önceki şeyhülislam Mustafa Sabri Efendiden başkası değildir.
Teali İslam Cemiyetinin ilk bildirisi ise Ağustos 1920 de yayınlanmış, Mustafa Kemal ve arkadaşları için “Utanmaz hainler, artık yakamızı bırakın, Cenabı-ı Hakk’ın gazabı üzerinize olsun” ifadeleri kullanılmıştır. Bildiriye göre Kuvvay-i Milliyeciler İngilizleri kızdırıp üzerimize Yunanlıları musallat etmişlerdir.
Mondros Mütarekesinin ağır şartlarını görmezden gelerek, bu antlaşmadan “barış imzalandı” diye bahseden Teali İslam cemiyetine göre, savaşta yenildikten sonra uslu oturup yenilginin sonucuna katlanmak ve sabretmekten başka çare yoktur.
Cemiyet tarafından bu fikirlerle yazılan ve “MUSTAFA KEMAL VE ARKADAŞLARININ ASİ VE KATİL OLDUKLARI, KATLEDİLMELERİNİN FARZ OLDUĞU, BUNLARI KATLEDENLERİN CENNETE GİRECEĞİ, BUNLARLA SAVAŞIRKEN ÖLDÜRÜLENLERİN ŞEHİD OLACAĞI” konulu bildiriler İNGİLİZ VE YUNAN UÇAKLARI TARAFINDAN ATILMAK SURETİ İLE ÇEŞİTLİ YERLERE DAĞITILMIŞTIR.
İskilipli Atıf Hoca bunların yanı sıra, milli mücadele karşıtı ve İngiliz yanlısı Alemdar Gazetesinde yazılar yazmaktadır. Alemdar gazetesi “İslam kilidinin anahtarını, İngiltere’nin güvenilir eline teslim etmekte, İslam âlemi için hiçbir tehlike yoktur” yazısını yazacak kadar ihanet içindedir.
Şapka Meselesinin tarihine gelince; Osmanlı’nın en reformcu padişahı II. Mahmud, sosyal ve kültürel alanda da epeyce yenilik yapmış, onun döneminde kurulan “ “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye” isimli ordunun kıyafeti, Batı tarzında ceket, pantolon, fes ve potin olarak düzenlenmiştir.
Batı tarzında ceket, pantolon, fes ve potin olarak düzenlenmiştir. Dönem içerisinde kavuk taşıma zorunluluğunun kaldırılması, tamamen vücuda oturan bir ceket, topuklara kadar inen geniş bir pantolon ve potin giyilmesi ve başlık olarak fesin kabul edilmesi, başta Şeyhülislam ve ulema tarafından hoş karşılanmamıştır.
Dönemin alim diye bilinen bazı zatlar, bu yeniliği islama aykırı bulmuş ve II. Mahmud’u “Gavur Padişah” olarak adlandırmışlardır. 1903 yılında II. Abdülhamit askere fes yerine kalpak giydirmek istemiş, daha önce fesi dine aykırı bulanlar, bu sefer de kalpağa karşı çıkıp fesi savunmuşlardır.
Abdullah Cevdet başta olmak üzere Batıcılık akımının temsilcileri, toplumun gelişmesi ve içinde bulunduğu olumsuz durumdan kurtulması için savundukları fikirlerini “İçtihat” isimli yayın organında dile getirmişlerdir.
Kadın konusunda tek eşle evliliği, Avrupa medenî kanununu, kadınların tıp tahsili yapmalarını ve adâb-ı muaşeret kuralları çerçevesinde dilediği gibi giyinmesi gerektiğini; fesin yerine yeni bir serpuş giyilmesini, sarık ve cübbenin yalnızca din adamları tarafından giyilmesi gerektiğini savunmuşlardı.
Cumhuriyetle birlikte şapka kanununa en büyük tepkiyi İskilipli Atıf göstermiştir. Şapka Kanunu çıkmadan evvel kaleme aldığı “Frenk Mukallitliği ve Şapka” isimli risalede şapkanın küfür (dini esasları inkar etmek) alâmeti olduğu ve giyilmesinin İslamiyet açısından sakıncalı olduğunu ileri sürmüştür.
Aynı dönemde Süleyman Nazif, İskilipli Atıf Hocanın risalesini eleştiren ve “Bir Hoca efendiye Cevap” isimli iki makaleden oluşan yazıyı kaleme almış, onun için “Dar düşünceli, cahil, Allah’ın haram etme yetkisini gasp eden gibi” ifadeler kullanmıştır.
Şapka Kanunu çıktıktan sonra, Rize, Giresun, Maraş, Sivas gibi yerlerde şapka karşıtı olaylar çıkmış; isyancılar jandarmayı esir alma, yağma gibi faaliyetler de bulunmuşlardır. İsyanlarda İskilipli Atıf Hocanın kitapçığının etkili olduğu belirlenmiştir.
İsyancılar sorgulandıklarında İskilipli Atıf Hoca’nın “şeriatın şapka giymeye müsaade etmediğini” söylediğini ifade etmişlerdir. Bunun üzerinde İskilipli Atıf Hoca Giresun İstiklal Mahkemesinde yargılanmıştır.
Mahkeme sonunda “kitapçıkların toplatılmasına ve dağıtılmasının yasaklanmasına” karar verilirken İSKİLİPLİ ATIF HOCA SERBEST BIRAKILMIŞTIR. Yargılamada kendisine kitapçığın yasaklandığı tebliğ edilmiştir.
Daha sonra yine şapka kanunu nedeniyle isyanlar çıkmış, isyan çıkan bölgelerde yine İskilipli Atıf Hocanın “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adlı kitapçığına rast gelinmiştir. İskilipli Atıf Hoca bu defa Ankara İstiklal Mahkemesinde yargılanmaya başlanmıştır. Mahkeme de çeşitli yerlere çok sayıda kitapçık gönderdiğini itiraf etmiştir.
İskilipli Atıf Hoca bu mahkemede iki ayrı suçtan yargılanmıştır. Birincisi adlı “Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı kitapçığın isyanlara teşvik ve tahrik aracı olduğu”, ikincisi de “KURTULUŞ SAVAŞI SIRASINDA YUNAN UÇAKLARI İLE ATILAN, HALK VE ORDUYU MİLLİ MÜCADELEYE KARŞI KIŞKIRTAN BİLDİRİLERDEN SORUMLU OLDUĞU”dur.
İskilipli Atıf Hoca, “HALKI İSYAN VE İRTİCAYA TEŞVİK VE KURTULUŞ SAVAŞI YILLARINDA BAŞKANLIĞINI YAPTIĞI TEALİ İSLAM CEMİYETİNİN BİLDİRİ VE BEYANNAMELERİNİ YUNAN UÇAKLARI İLE ANADOLU’YA ATTIRMASI SUÇLARINDAN DOLAYI VATANA İHANET GEREKÇESİ İLE” idam edilmiştir.
Bazı kesimler tarafından iddia edildiği gibi mahkeme hakimi “Şahitlerin sonra dinlenilmesine, İskilipli Atıf Hocanın İdamına!” da karar vermemiştir. İskilipli Atıf Hoca savunmasını yapmış, şahitler dinlenmiş, sonrasında idam kararı çıkmıştır.
Kılık kıyafet konusundaki reform hareketleri Osmanlı zamanında başlamış, ancak bu devletin ömrü yetmediği için cumhuriyet yıllarında tamamlanabilmiştir. Tamamlayıcısının Atatürk olması, bu reformların önceden tasarlanmadığı, doğrudan doğruya cumhuriyet rejimi tarafından ortaya atıldığı izlenimi uyandırmıştır.
İskilipli Atıf Hoca, Mondros Mütarekesinden sonraki işgal sırasındaki işbirlikçi din adamlarından olmuş, şapka inkılabı sonrasında çıkan olaylar sonucunda idama mahkum edilmiştir. İskilipli Atıf Hocanın asılma gerekçesi “Şapka Takmaması” değil vatana ihanettir.
İstiklal Mahkemeleri iddia edildiği gibi suçlu suçsuz herkesi asan, göstermelik mahkemeler değildir. Öyle ki, Atatürk’e suikast yapmak gibi ciddi bir suçla yargılanan Ali Osman Reis bile bunu ispatlayacak ciddi delil bulunmadığı için bu suçtan ceza almamıştır.
Belgelere dayalı gerçek şudur:
İskilipli Atıf 1924 yılında şapka, dolayısıyla Frenk Mukallitliği ve Şapka (Batı Taklitçiliği ve Şapka) isimli bir kitap yazmıştır. Daha şapka devrimi olmadan. Kitabında şapkanın taklitçilik olduğunu ve dine aykırı olduğunu müslümanların fesiyle, fesinin pükülüyle islamiyete bağlı oldukları gibi safsatalar yer almaktaydı. “Müslüman fesinin püskülüyle müslümandır” diyor.  Kasım 1925’de Şapka Kanunu kabul ediliyor. Aralık ayından itibaren de bazı kışkırtıcılar bu kanunu bahane ederek, Giresun’da, Rize’de, Antep’te, Maraş’ta, Konya’da bazı olaylar çıkarıyorlar. “Hükümet bizi dinsiz yapacak, şapka geldi din elden gitti, yakında Kuran’ı kaldırırlar” gibi saçma sapan iddialarla halkı kandıran bazı kışkırtıcılar var. Bunu nereden mi biliyoruz? Çünkü bu adamlar yakalanıyor. Mesela Rize’de şapkayı bahane ederek Rize halkını kışkırtarak isyan çıkaranlar yakalandığında onları kimse tanımıyor orada. Onların çoğunun, mahalle imamlarını filan ayaklandıranların başka yerlerden gelen insanlar olduğu ortaya çıkıyor. Bu kışkırtıcılık olayları artınca İstiklal Mahkemeleri harekete geçiyor. İstiklal Mahkemeleri geziciydi. Bu mahkemeler Maraş’a, Rize’ye isyan çıkarılan yerlere gidiyor ve olay yerinde durumu inceliyor.
İskilipli’nin Şapka Risalesi’nden yargılandığı mahkeme Giresun İstiklal Mahkemesi’dir ve bu yargılamanın tarihi 16-18 Aralık 1925’tir. Giresun’da yargılanıyor çünkü o önemde Giresun’daki ve Rize’deki isyancılardan İskilipli Atıf’ın Şapka Risaleleri de denilen Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı kitabı çıkıyor.  Bunun üzerine Giresun İstiklal Mahkemesi bu kitabı yazan kişinin çağırılmasını istiyor. İskilipli Atıf’ı getiriyorlar ve “Bu kitabın isyancıların elinde ne işi var?” diye soruyorlar. İskilipli Atıf, “Benim haberim yok benim kitabımı almışlar, kullanmışlar. Ben bunu şapka devriminden önce yazmıştım” diyor. İskilipli, bu yargılama sonunda, Şapka Risalesi’nin, geçmiş bir tarihte yazıldığı ve binaenaleyh buna dayanılarak yeni kanun muvacehesinde suçlama yapılamayacağı gerekçesiyle,  özetle suç unsurunun bulunaması nedeniyle beraat ettirilmiş, sadece kitabının basılması ve dağıtılması yasaklanarak halkı isyana teşvik etmesi men edilmiştir. Atıf mahkeme heyetiyle aynı gemide İstanbul’a dönmüştür. Karısına yazdığı mektupta da anlatıyor bu durumu, “beni çağırdılar, sordular anlattım ve beraat ettim” diyor.
Ne var ki, hayatı bir yığın kanunsuzluk içinde, özellikle Millî Mücadele’ye karşı çıkışla geçmiş bu zâtın kitabının dağıtımı devam ettiğinden yeni suç unsuru oluşuyor. Şeyh Sait isyanının çıktığı dönemler, şapka dolayısıyla halkın kışkırtıldığı dönemler. İsyan çıkan yerlere bakıldığına bu kitabın oralara el altından dağıtıldığı görülüyor. Bu yüzden Atıf yeniden derdest edilip bu kez, Ankara İstiklal Mahkemesi’ne sevk edilmiştir. Mahkemede kendisine iki soru sorulmuştur:
1. soru “Bu kitabı neden dağıtıyorsun? Rize’de isyan çıkaranların elinde bu kitap varmış, biz bu kitabı yasaklamıştık niye gönderdin? Malatya’da Demirci Mehmet ustaya bu kitapları niye gönderdin? Bunlar yasaktı, adamlar isyanları körüklemişler.”  Mahkemelerin elindeki deliller çok net ve açık, tarihleri ile makbuzlarıyla belgeli. Bunun üzerine kitapçılar çağrılıyor, bu kitapları basanlar çağrılıyor. İskilipli’nin kendisine yasak konulmasına rağmen kitapların dağıtımını sürdürdüğü anlaşılıyor.
2. soru“Kurtuluş Savaşı’nda Teali İslam Cemiyeti’nin bildirisinin altına imza attın mı?”. Böylece bu kez eski defterler de açılıyor. Cumhuriyeti kuranlar, Şeyh Sait isyanından sonra artık daha dikkatliler. Çünkü o ayaklanma dini kullanarak Cumhuriyeti yıkmak isteyenlerin olduğunu çok net olarak göstermiştir. Ve arkasında emperyalizm desteği var. İngiltere var, başkaları var. Bu nedenle TBMM’de 25 Şubat 1925’te kabul edilen “Dini ve Dinin Kutsal kavramlarını Siyasete Alet Edenler Hakkında Kanun”a göre dini kullanıp halkı kışkırtanların “vatan haini” sayılacakları belirtilmiştir. Onun için Cumhuriyet Kurtulus Savaşı yıllarında ihaneti görülmüş fakat sonradan affedilmiş kişilerle ilgili defterleri Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra yeniden açılmıştır. Ve bu defterler açılınca İskilipli Atıf’ın sicili yani Mustafa Sabri’yle birlikte Kurtuluş Savaşı yıllarında yediği naneler ortaya çıkmıştır. İskilipli Atıf bildiriyi imzalasa da aslında karşı olduğunu, bunu da gazete ilanıyla duyurduğunu söylüyor ama Atatürk ve silah arkadaşlarını öldürmenin caiz olduğunu yazan o bildiri çoktan yayılmış durumda. 
Ankara’da yargılanması 1926 yılı Ocak ayında başlamış Ankara İstiklal Mahkemesi tutanaklarına göre İskilipli Atıf’a yukarıda açıklanan iki suçlama yapılmış ve Şubat ayı başlarında suçu sabit görülerek Ceza Kanunu’nun 55. maddesine uygun şekilde mahkûm edilmiştir.
İdam hükmü, ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin Teşkilat-i Esasiye Kanunu’nu tamamen veya kısmen tağyir gerekçesiyle verilmiştir. İskilipli,  Yunan işgaline karşı direnilmemesi için çalışmalar yaptığını kesin olarak belgelenen Babaeski müftüsü Ali Rıza Efendi ile birlikte 4 Şubat günü Ankara’da Meclis binası yakınlarındaki Karaoğlan Çarşısı’nda asılmıştır.
Bu iki idam dışında Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan diğer hocalar ya beraat etmiş ya da hafif cezalar almıştır. Ömer Rıza (Doğrul), Tahirül Mevlevi, Elmalılı Hamdi (Yazır), Ahmet Hamdi (Akseki) gibi hocalar da yargılanmış ama suçsuz oldukları için beraat etmişlerdir.
Uzun lafın kısası, söz konusu isyanlar çıkmamış olsaydı ne kadar şapka devrimine karşı çıkmış ve bu konuda kitap yazmış olsa da İskilipli Atıf yargılanıp idam edilmeyecekti.
BUNLAR HANGİ DİNİN ADAMLARI?
Aynı kararla aynı gün idam edilen Babaeski Müftüsü Ali Rıza ile Âtıf Hoca’nın Millî Mücadele’de batı Anadolu’yu işgal etmiş olan Yunan ordusuna direnilmemesi için faali-yet gösterdikleri mahkemece belgelenmiştir. Müftü Ali Rıza’nın, Yunan işgaline karşı çıkanları şikâyet ederek cezalandırdığı da belgelenmiştir. Bu müftü, Millî Mücadele devam ederken vatana ihanet suçundan on yıl ceza yemiş, fakat genel aftan yararlanarak kurtulmuştu. Hoca Âtıf ise başında bulunduğu Teâlî-i İslam Cemiyeti’nin (ada bakın!) imkânlarını kullanarak İngiliz ve Yunan işgallerine karşı çıkılmaması için çalışmış, bu yolda hazırlattığı beyannameleri Türk köylerine dağıtmıştır. Mahkeme bunların tümünü belgelemiş ve hükmünü buna göre vermiştir.
Adamın, ‘Şapka Risalesi’ dışında suçları varsa ve bunlardan mahkûm olmuşsa, mahkeme ne yapsın! Ve Şapka Risalesi ne yapsın!
Kurtuluş Savaşı’nın öncüleri Müdafaai Hukuk kadrosu, Millî Mücadele’ye değil ihaneti, en küçük bir yamukluğu bile affetmemiştir. Bu konuda en küçük ihtimalleri bile takip sebebi saymışlardır. Çünkü en büyük acıyı onlara çektiren, kutsal mücadelelerine ihanet eden adamlardı. Onların sık sık kullandıkları tabirle ‘namussuzlardı.’ Millî Mücadele aleyhine ve İngilizler lehine çalışan İskilipli Âtıf Hoca’nın hıyaneti de affedilmemiştir.
Düşünülsün ki, Elmalılı Hamdi (ölümü 1942) gibi bir zât, 1. ve 2. Damat Ferit Paşa hükûmetlerinde Evkaf Nâzırlığı’nı kabul ettiği için bu hain Damat’ın Millî Mücadele aleyhine verdiği kararlardan sorumlu tutulup idama mahkûm edilmiştir. Ancak Ankara İstiklal Mahkemesi, bu bilge insanın o hıyanet icraatından sorumlu tutulamayacağına karar verip beraatini sağlamıştır. Ve bir süre sonra, Meclis ve Atatürk, Cumhuriyet’in din bahsinde en büyük hamlesi olan Kur’an’ın tercüme ve tefsiri işini bu üstat zâta havale etmiş ve bugün kitaplıklara konulan Elmalılı Tefsiri vücut bulmuştur.
Elmalılı üstat, idamına hükmedilecek kadar hırpalandığı halde bunu bir kin meselesi yapmamış, TBMM’nin tevdi ettiği tefsir görevini kemali itina ile yerine getirip eserini tarihe ve millete bırakmıştır.
Bir başka önemli örnek daha var: Ahmet Hamdi Akseki. Millî Mücadele’nin ve Cumhuriyet dönemi din hizmetlerinin öne çıkmış isimlerinden biri olan Ahmet Hamdi Akseki (ölümü 1951), 1920’de kurulan ve Millî Mücadele’ye hıyaneti sabit olan Tarikat-i Salahiye Cemiyeti’ne bir zamanlar üye olduğu için 1925’te tutuklanıp Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmış, ama 11 idam kararının çıktığı bu davadan beraat etmiştir.
Akseki, Millî Mücadele için Anadolu’ya ilk geçenlerdendir. Müdafaai Hukuk zihniyet ve mücadelesinin sembol isimlerinden biri olan ilk Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi’nin isteğiyle Diyanet İşleri Müşavere Heyeti üyeliğine getirildi. Börekçi, onu, 1939 yılında kendisinin tek yardımcısı olarak atadı ve o tarihten itibaren Diyanet İşleri’ni o yönetti. Elmalılı üstadın anıt tefsirinin Diyanet tarafından basımını organize eden de o dur. Daha sonra, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı resmen üstlenmiştir.
Millî Mücadele’ye ‘toz kondurmak’ ihtimali belirdiği anda böyle bir zâta bile acınmamıştır. Elbette ki, yargılama sonunda akla kara ayrılmış, Akseki beraat etmiş, hainler idam sehpasına gönderilmiştir. Ama baştan ve peşinen af yoktur.
Akseki, aynen Elmalılı üstat örneğinde gördüğümüz gibi, çektiği zahmetlerin hangi kaygıların ürünü olduğunu vicdanında değerlendirmiş, Müdafaai Hukuk kadrosuna asla kızmamış, sitem etmemiş; tam aksine, hizmetlerine bütün hızıyla devam etmiş ama eleştirilerini de en etkili biçimde yapmıştır. Vatanperver-namuslu adam işte böyle olur.
Saltanat dincilerinin, zaman zaman istismara kalktıkları ve bir tür ‘kendileri gibi düşünen mollalardan biri’ gösterme oyununa girdikleri Akseki, gelenekçi yanı ağır basmakla birlikte, dincilerin gösterdikleri gibi değildir. Zaman içinde, müçtehit fakîh Seyit Bey çizgisine yaklaşmıştır. Düşünülsün ki, bu insan, ölümünden kısa bir süre önce kendisini ziyaret eden ve o zamanlar genç bir asistan olan Prof. Dr. Tahsin Yazıcı’ya, İslam ve Müslümanlarla ilgili sohbetleri sırasında şu tarihi sözü söyleyebilmiştir: “Oğlum, Avrupa’nın kurtuluşu için bir Luther yeterli oldu ama bizim kurtuluşumuz için bir Luther yetmez. Bize birkaç Luther lazım.”
Demek oluyor ki, Müdafaai Hukuk kadrosu, değil İskilipli gibi daha baştan beri hıyanet şaibesi taşıyan bir adamı, Elmalılı gibi temiz ve nezih bir allâmeyi, Akseki gibi bir ilim ve irfan adamını bile, Millî Mücadele karşısında ‘Acaba?’ türünden bir ihtimal ile hesaba çekmiştir. Çünkü o kadro, hıyanet ve ihanetten çok büyük acılar çekti. İskilipli gibi, hıyaneti ve dışarı hesabına çalıştığı belgelenmiş bir adamı neden rahat bırakacaktı? Millî Mücadele’den rahatsız olanlar keyiflensin diye mi?!
DİYANET ANSİKLOPEDİSİ’NİN ÇELİŞKİSİ
İskilipli’nin idam gerekçesi ‘Millî Mücadeye’ye ve devlete ihanet’ iken ve bu gerçek İstiklal Mahkemeleri zabıtlarında kayıtlı iken, hâlâ bir ‘Şapka Risalesi’ yalanı dolandırılıyor. Türkiye Diyanet Vakfı gibi önemli bir kurumun yayınladığı Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde bile, yaygaralar etkili olmuş ve anılan ansiklopedinin İstiklal Mahkemeleri maddesinde Âtıf Hoca’nın ‘Şapka Risalesi’ yüzünden idam edildiği iddia edilmiştir. Bundan daha şaşırtıcı olanı şudur: Anılan ansiklopedinin anılan maddesinde böyle denirken, İskilipli Âtıf maddesinde bu zâtın ‘Şapka Risalesi’ davasından beraat ettiği, sonradan başka bir davadan mahkûm olduğu yazılmaktadır. Yani Diyanet Ansiklopedisi’nde çelişki ile yanlış iç içedir. Çok üzücü bir durumdur bu.
Millî Mücadele’ye hıyanet suçundan idam edilen İskilipli Âtıf Hoca, tıpkı fikirdaşı Mustafa Sabri gibi, dinin buyruklarını, Kur’an ayetlerini, fıkıh ve tefsir kurallarını çiğneyerek kendi istediği yere çekmeye tutkun, ilim edep ve erkânı bakımından son derece pervasız, mütecaviz bir adam görünüyor. Yeri geldiğinde din adına açıkça yalan söyleyebiliyor. Yazdığı her satırda, İslam’ın belirgin vasfı olan kolaylık ve hoşgörüye kini ve düşmanlığı âşikâr. 
Tahirulmevlevî’nin yayınladığı ünlü Mahfil Dergisi’ne yazdığı bir başmakalede (bk. Mahfil, cilt: 3, sayı: 29, Rebiulevvel 1341), İslam’da kadın-erkek münasebetlerini inceliyor. Bir kere, kadınları eve kapatmaya, erkeklerle görüştürmemeye, kadını evin âzât kabul etmez kölesi yapmaya kararlı. Bütün ayetleri, bütün dinî kavramları, o esas aldığı noktaya getirmek için akıl almaz cambazlıklar yapıyor, tefsir ve fıkıh adına sürekli yalan söylüyor. 
Andığımız yazısında, Ahzâb suresinin, Hz. Peygamber’in eşlerinin özel durumunu düzenleyen ve onların diğer Müslüman kadınlardan farklı olmaları gerektiğini açıkça beyan eden (yani koyduğu hükmün mukayyed bir hüküm olduğunu bildiren) 33 ve 35. ayetlerini, evirip çevirerek bütün Müslüman kadınlara teşmil ediyor ve genel kanaatin tam aksine, Müslüman kadınların ‘zarûret’ olmadıkça evden çıkmamaları gerektiği hükmüne varıyor. 
İlim ve din adına, tabir caizse tam bir facia olan bu yazıdan birkaç satırı kısmen sadeleştirerek buraya almak istiyoruz.
“Beyan olunan Kur’an ayetleri, zâhiren Peygamber’in temiz eşlerine tahsis olunmakta ise de, ya onlara tebean veyahut özel hükmü zikredip geneli kastetmek türünden mecaz olarak, hükmü sair Müslüman kadınlarına da şamildir; genellenir. Binaenaleyh, diyanet-i İslamiyeyi kabul eden her kadın anılan nasların hükmü altına girmektedir.”
Fıkıh ve tefsirin oturmuş kuralları ve anılan ayetler konusundaki ortak kabule tamamen aykırı bir saptırma. 
KAFAYI ŞEHVETLE BOZMUŞ
Bu zât, anılan yazısında, birbirine ebediyyen mahrem olanların bile vücutlarının kol, bacak, diz, yüz gibi kısımlarına bakmalarını, ‘şehvet yoksa’ kaydına bağlamak gibi ruh sağlığı açısından tehlikeli sayılacak bir saplantıyı öne çıkarıyor. Bu hastalıklı mantığa göre, siz, mesela, annenizin veya kızınızın bacağına, hatta yüzüne, saçına bakabilmek için bunun ‘şehvet dışında’ olduğunu tespit etmeniz, sağlamanız gerekir. Şehvetin karışması ‘muhtemel’ bile olsa onların vücudunun her hangi bir yerine, yüzlerine bile bakamazsınız.
Bu şehvet dışılık nasıl sağlanacak ve nasıl ispatlanacaktır? Böyle bir şeyin telaffuzu bile bir insanlık suçudur. Müslümanları böyle bir ‘şart’ın zebunu yapmak, onları dünyanın önünde ‘mahremlerine bile kötü niyetle bakan sapıklar’ durumuna düşürmez mi?
Molla Âtıf, anılan yazısında, mahremlere bakmanın ‘şartları’na ilişkin şu satırları yazıyor:
“Şehvete vesile olacağı muhakkak veya muhtemel bulunursa mahremlere dokunmak, onlara bakmak şer’an haramdır. Zira şehvet kaynaklı dokunuş ve bakış zinadır. Bunun mahremler arasında vukuu ise daha kötüdür.”
“Şu halde, din-i celil-i İslam’ı kabul ve ona iman etmiş olan genç kadınların, aralarında nikâh caiz olan erkekler ile han, otel, apartman, mektep, dershane, hükûmet daireleri, bağ, bahçe mesire, çarşı ve pazar gibi mahallerde zorunluluk olmadıkça (zorunluluk nedir? Mollamız onu asla tanımlamıyor) birlikte olmaları şer’an haram ve yasaktır.”
Engizisyon mollaları, bu ‘zarûret’ tabirini, hüküm verirken bir ‘yumuşatıcı ve kandırıcı’ olarak kullanırlar ama iş hayata intikal ettiğinde, bu zorunluluğun doğmasına izin verildiğini asla göremezsiniz.
Engizisyon mollalarının İslam’a yamattıkları bu şartlar, iki şekilde doğabilir: Kadının evden çıkmaması, ki, engizisyon sapıklığının esas hedefi budur; kadının ölmesi. Bu iki ‘şart’ın dışında bu musallat mantığın söylediklerini hayata geçirmenin imkân ve ihtimali yoktur. 
0 notes
turkotv · 5 years
Video
Gazete manşetleri 14 Mart 2019
 Devlet Bahçeli sözleri MHP lideri Bahçeli den CHP'nin Ankara adayı Mansur yavaş'a çağırdı Partisi'nin seçimi rahatlatmak için ayrı tartışmaya muhatap olan kişi Mansur Yavaş hakkındaki soruşturmanın sonucuna kadar ben adaylıktan çekildi mi demeli kalitesini ve seçimi rahatlatmak gerginliği azaltmak için çekilmesi en ahlaki yolla Yani diyorum ki yavaş yavaş ayrıl Demir CHP çık etme sürecine sokar diyor Yavaş'ın adaylığını sürdürmesi üzerinde Türkiye'nin Kahraman doktorları başlığı var sabahın, 15 Temmuz ihanet gecesinde bombaların altında can kurtarırken yaralanan Gazi Doktorlar sabaha konuştu diyor, dr Sezai Çelik o gece yiğitlerin yaralarına Albayrak ve sardım Vatanımıza bağlı olarak cankurtarma ya Yemin Ettik demiş Doktor Erkan çocuklara yaralılara müdahale etmemiz de İzin vermeyen hainlere rağmen etkinlik Görevimizi yaptık diye konuşmuş, doktorların fotoğrafları ve röportajları gazetenin ilk sayfalarında devam ediyor, i̇zzetpaşa itirazı başlığını görüyoruz Sultan ikinci Abdülhamid in mirası için torunlarının açtığı davaya dönemin valilerinden İzzet Paşa'nın Torunları da sürpriz bir taleple müdahil oluyor İzzet Paşa'nın torunu iş adamı Cengiz Aktürk taleplerini şöyle anlattı, tüm mülkünü sultanu'ş Aslında devlete bağışladı Dolayısıyla O melekler Sultan 2 Abdülhamid'in şahsi malı değil mahkeme ve davacılar bunu dikkate almalı Bizi merak talebimizi yok Sadece başın ruhuna uygun hareket edilsin demiş Torun Cengiz Aktürk, döneminde Valilik yapan dedemiz Hacı İzzet Paşa Sultan ikinci Abdülhamid Han Hazretlerinin de çok güvendiği bir isimdir diye konuşmuş, sıkılıyorsun Başkan Erdoğan'ın netanyahu'ya sözleri sürmanşet de İsrail'in başındaki Soyguncu haberin başlığı Cumhurbaşkanı Erdoğan Netanyahu ya da öyle dedi Cumhurbaşkanı Erdoğan İsrail askeri Mescid'i Aksa'da namaz kılanlara saldırırken Türkiye'yi hedef alan netanyahu'ya sert çıktı Netanyahu ve karısı Sorgun dans ihtimalden yargılanıyor İsrail'in başındaki Soyguncu kendine gel Sen 7 yaşındaki Filistinli yavruları kaç Neden zalim senin dediğin Efendi, yeni sezon manşeti 500 milyar dolarlık kavga Moving tartışmaları Amerika Birleşik Devletleri'nin babacılık dedim bu iki uçak kazasının ardından büyük kriz yaşarken trump'ın Ticaret Savaşı yeni bir hal aldı demiş gazete şimdi Avrupa dahil 19 ünite yazılı sonra yaşayan 737 MAX ailesinin uçuşları yasakladı, 5000 uçak siparişi nin ekonomik boyutu 500 milyar dolar şirketin bugüne kadar teslim 350 uçak içinde tazminat davaları geliyor diyor Yeni Şafak manşet, milliyet gazetesinde bakalım tek başına Ordu gerekiyordu spor haberin okuyalım Ronaldo'nun fotoğrafı var ses anlarında en iyi performans gösteren futbolcu olduğu bilimsel araştırmalara yansıyan Juventus yıldızlı Ronaldo Atletico karşısında adeta bunu doğruladı Messi'ye ait 8 taksit rekorunu egale ederek kocasına da kurtardı göster, performans gösteren futbolcu olduğu bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış Ronaldo'nun, 14 Mart Tıp Bayramı aynı zamanda Tıp Bayramı Türkiye'ye kutlu olsun başlığı ile de şimdi mutlu son manşet atılmış Milliyet desem artık hastası iki kardeşten 16 yaşındaki Burak Şahin de ablasının ardından ilacını kavuştu iki kardeşi eseme hastası Biri 20 aylıkken teşhisi konulmuş ablasına da 4 yaşındayken Sema teşhisi konulmuş ama 42-43 hastaları için karşılanıyordu Anneleri tüm Başkan Erdoğan'a kadar ulaştı ve geçen ay Sağlık Bakanlığı açıkladı geçen katında düzeltiyorum vs Bugatti kime çekmiş hastaları için de işlemi alacaklarını söyledi ilaçların giderlerinin karşılanması için Çünkü çok yüksek fiyatları bu ilaçların şimdi Murat da ablası İyi ki doğdun Ünalmış ne mutlu ki biz de acil şifalar, akşam gazetesine bakalım ileride birleştiriyor Akşam Gazetesi Gebze Halkalı banyo hattı ile ilgili oradan bir öğrenci ile konuşmuş Gazetesi Muhabiri ailem Tuzla'da yaşıyor Yol yüzünden Taksim'de yurtta kalıyordum Yok daha şimdi ayrıldım ailenin yanına dönüyorum bu hafta kullanacağım için ortak almama gerek kalmadı dedi Hollandalı Fadile Acar da burada hizmet Avrupa'dan daha kaliteli Marmaray Kesinlikle daha konforlu buradaki araçlar çok temiz diye konuşmuş, çete Kandili belediyeye taşıyorlar Başkan Erdoğan HDP ve fetö'nün CHP listelerinden seçime aday soktuğunu belirterek Bunlar seçilince çalışacak diye sordu Biz çukur eylemlerinde ardından belediyelerden PKK'yı temizlemek için uğraşırsan şimdi CHP ve İttifak ortak bunları belediyeye taşıyordu, tuvalete bakalım iktisatçılar gerçek sorun ekonomideki derin kayıt Seçimden sonra kemerler sıkılacak ise Beka sorunu demiş manşetinde Bir de ve çıkışı ve sonrası ekonomik krizi, aziz Konukman sıcak para borç ve inşaata dayalı büyüme modeli ile AKP'nin Türkiye'ye bugünleri geçirdiğini krizin bağıra bağıra geldiğini çek rakamlarının da bunu itiraf ettiğini anlattı kolunu kuman maçtan sonra inekli ya da yemeğe sesi Kemer sıkma programı olacak dedi, bir diğer başlık belediye personeli imza atılarak Erdoğan'ın programları taşındı Ankara Büyükşehir Belediyesinde zorla götürüp, gazete cumhuriyetin haberinde gazetesine bakalım, dr Beril Dedeoğlu Dün yaşamını yitirdi Star Gazetesi yazarı ile aynı zamanda beri hocayı kaybettik diyor Star ilk sayfadan özel bir hastanede 28 Şubat'tan beri Tedavisi devam eden Cumhurbaşkanlığı güvenlik ve dış politikalar kurulu üyesi profesör doktor Beril Dedeoğlu aramızdan ayrıldı, fındıkzade'de oğlunun durumu önceki gün kötüleşti Dün akşam da acı haber geldi Yarın Fatih Camii'nde cuma namazı sonrası cenaze namazının ardından toprağa verilecek Beril Dedeoğlu, manşeti ile irtifakı sahte senede dolandı ödenekten kesinleşen cezası bulunan Mansur Yavaş ittifakı kalsa sürükledi CHP iyi Parti HDP Saadet Sen oluşan ittifak üyeleri rezaleti Şimdilik görmezden gelerek yetiştirmenin hesabını yapıyor diyor da, yavaş yavaş adaylıktan çekildi nerede ilk sayfasında, posta, bakalım sessiz çalışıyor bugün manşetinde boğazında dikişler olan bir genç kızın fotoğrafı var Emre Çiçek tecavüz girişiminde bulunduğu Rabia kanun Boğazını kesti ve 3 saat boyunca akıl almaz işkenceler yaptı önce sandığı genç kızın Çuvala Sokak Küçükçekmece Gölü kıyısına attı mucize eseri kurtarılan de Boğazı kesildiği için konuşamayan Rabia Aksoy çığlığını yazarak atılıyor yetkililerden en ağır şekilde cezalandırılmasını talep ediyorum yardımcı genç kız Rabia'nın öldüğünü zanneden Emre Çiçek yaptığı işkenceler tecavüz geçme bıçaklamanın ardından Kılıçoğlu kuyu Küçükçekmece Gölü kıyısına attı Babası Ali çiçeği arayıp olanları anlatan Emre Çiçek ben kaçıyorum dedi Ali çiçeğini haber verecek polis Ya niye otobüs terminalinde yakaladı zamanla yarışan polis sabaha karşı buldukları Rabia'yı hastaneye yetiştirilen kızı 6 gün komada kalmış Şimdi konuşamıyor bu ağzında kesik nedeniyle O halde sabaha karşı bulunmuş çuvalın içinde Küçükçekmece'de, fırsatı kaçırıyoruz diyor aydınlık manşetinde ihracatımızı kasım ayında yaşanan düşük dikkat çekiyor Türkiye ABD'nin İran ambargosunda sıfata çeviremez, uzmanlar Türkiye'nin bir an önce İran'da Ticaret mekanizması kurması gerektiğini söyledi, akıllı İstanbul beş buçuk milyon binali Yıldırım endüstri 40 Yeni Sanayi Devrimi olarak niteleyerek projelerini Bu nedenle İstanbul 40 çatısı altında topladığını söyledi Yıldırım en önemli kaynağımız 5 buçuk milyon i̇stanbul'un akıllı güvenli zengin hayatı kolaylaştıran bir şey olacağını belirterek bunun için bilgi teknolojilerini en iyi şekilde iyi performansını tersine çevrilmesi gerekiyor Öyle ki Süper Lig'de ilk 8 haftayı Başakşehir'in 3 puan önünde Lider tamamlayan Galatasaray devre arasında kadar olan 9 maçta önemli puan kayıpları yaşamıştır Bursaspor beraberliği ile başlayan 9 maçlık dönemde Sadece 2 kez kazanan sarı-kırmızılılar kayserispor ve Sivasspor maçında 16 puan kaybetti rakipleriyle bir daha karşılaşacak sarı-kırmızılıların darıca şampiyonluk yarışında belirleyici olacak
0 notes
haberihbarhatti · 6 years
Text
15 Temmuz'da cemaat de kandırıldı
Tüm haber ve son dakika gelişmelerini Haber İhbar Hattı ile anlık takip edin! Haber için önce http://www.haberihbarhatti.com/2018/15-temmuzda-cemaat-de-kandirildi/3285/
15 Temmuz'da cemaat de kandırıldı
Bugün gazetesi Ankara Temsilcisi Adem Yavuz Arslan, FETÖ operayonları başlayınca gazetenin Washington temsilcisi yapılmıştı. Bugün FETÖ firarisi olan Adem Yavuz Arslan, yurtdışından yayın yapan The Circle adlı internet sitesine konuştu.Arslan 15 Temmuz’da cemaat mensuplarının da kandırıldığını öne sürdü. Odatv’nin aktardığı habere göre Arsan, “Gazetecilikten geçinmek için gerekli parayı kazanamadığım için 15 Temmuz’dan bu yana Uber yapıyorum. Yani bildiğiniz taksi şoförlüğü” dedi. Arslan, “böyle düşünmekle birlikte şuna inancım tam; bir gün mutlaka Türkiye’ye ve kurumlarımıza döneceğiz. Ben de sürgün günlerindeki kazanımlarımı da yanıma alıp geri döneceğim” şeklinde iddialı ifadeler kullandı.MEĞER ONLAR DA “KANDIRILMIŞLAR!”“15 Temmuz bir Cemaat darbesi değil. Bilakis Cemaat’e ve Türkiye’ye darbedir. Planlayıcısı Erdoğan-MİT, uygulayıcısı ise TSK içindeki Ergenekon-Perinçek ekibidir” diyerek FETÖ’nün ana tezini tekrarlayan Arslan, FETÖ’cülerin de “kandırılarak” darbenin içine çekildiğini iddia eden ilginç ifadeler kullandı.“Malesef Cemaatten insanlar bu tuzağı göremedi. Dahası, çok uzun zaman önce ‘devşirilen’ ve ‘abi’ olarak bilinen kişiler bu tuzakta aktif rol aldı. ‘Cemaati darbeye bulaştırma misyonu’nu çok güzel ifa ettiler. Adil Öksüz mesela. Yaptıklarının hiç bir izahı yok. Bir insan ‘ben Cemaati bu darbeye nasıl bulaştırırım’ diye düşünse, plan yapsa ancak bunları yapardı” sözleriyle “abi”lerini eleştiren Arslan, ilginç bir itirafta da bulundu.GÜLEN’İN HABERİ VARDIArslan, 15 Temmuz darbesinden Gülen’in önceden haberi olduğunu da itiraf etti.Arslan şunları söyledi:“Cemaat malesef tuzağı göremedi. Başta Gülen olmak üzere yönetici kadroya ‘yanlış girdiler’ yapıldığı, manüplatif bilgiler verildiği görülüyor. Anladığım kadarıyla ’emir komuta zinciri içinde bir darbe var, biz aktif destek olmayalım, karşı da çıkmayalım’ gibi bir düşünce hasıl olmuş. Şahsen bu düşünceyi bile yanlış buluyorum. Darbe duyumu alındığı anda deşifre edilmeli ve engel olunmalıydı.”Kısacası yakın döneme kadar “15 Temmuz’dan haberimiz yoktu” diyen FETÖ, bu kez darbeyi kendi yaptığını şimdilik kabul etmese de, haberinin olduğunu açıkça “itiraf” etti. Kuşku yok ki; sözkonusu FETÖ olunca, Adem Yavuz Arslan’ın bu “itirafında” da bir istihbarat oyunu beklemek yanlış olmaz.KİM BU BAHÇEŞEHİR’DEKİ DESTEKÇİLERİBu arada Arslan, kendisinin Washington’a gidiş sürecine dair de ilginç bir bilgi verdi:“Washington’da kampüs açan Bahçeşehir Üniversitesi bana full burs önermişti. Yani kendileri davet etmişti. Mastıra başladım. Fakat sonra ‘Ankara’nın yoğun baskısı’ gerekçe gösterilerek Bahçeşehir Üniversitesi yönetimince okulla ilişiğim kesildi.”
kaynak: 15 Temmuz’da cemaat de kandırıldı
Anadolu Ajansı, DHA, İHA tarafından geçilen tüm yerel haberler bölümünde Haberihbarhatti.com editörlerinin hiçbir editoryal müdahalesi olmadan otomatik olarak ajans kanallarından geldiği şekliyle yer almaktadır. Bu alanda yer alan haberlerin hepsinin hukuki muhatabı haberi geçen websiteleri ve ajanslardır.
Görüş, öneri ya da şikayetiniz paylaşmak isterseniz, İletişim Formunu doldurarak bize ulaştırabilirsiniz. En kısa sürede değerlendirip size geri döneceğiz.
Tüm gelişmelerden haberdar olmak için Facebook sayfamızı takip edin!
Kaynak: http://www.haberihbarhatti.com/2018/15-temmuzda-cemaat-de-kandirildi/3285/
5 notes · View notes
haberoldu-blog · 5 years
Text
FETÖ itirafçısı her şeyi anlattı!
https://haberoldu.com/gundem/feto-itirafcisi-her-seyi-anlatti-45306.html
FETÖ itirafçısı her şeyi anlattı!
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturma kapsamında E.T.  hakkında iddianame hazırlandı.
    Ağrı 1. Mekanize Piyade Tugayı’nda üsteğmen rütbesiyle görev yapan  E.T’nin, adına kayıtlı telefon hattıyla, 2013-2015 arasında Ankara’da yedi farklı  büfe veya market tarzı iş yerinlerine kayıtlı sabit hatlardan 17 kez arandığı  belirlendi.
 Ayrıca şüphelinin arandığı günlerde, aynı ankesörlü veya sabit hattan  üsteğmen Ömer Faruk H. ve astsubay Gökhan E’nin de arandığı tespit edildi.
    E.T’nin, 2013’ten 2015 yılı Nisan ayına kadar periyodik şekilde  kontörlü ya da sabit hatlardan aranmaya devam edildiğine yer verilen iddianamede,  şüphelinin FETÖ’nün mahrem imamları tarafından arandığının belirlendiği  kaydedildi.
HER ŞEYİ İTİRAF ETTİ
Banka Asya’da hesabı olmadığı, FETÖ ile iltisaklı vakıf ya da  derneklerde kaydına rastlanmadığı, ilgili şirketlerde çalışma ya da ortaklık  kaydı bulunmadığı belirtilen iddianamede, şüpheli E.T’nin emniyetteki ifadesine  de yer verildi. E.T, bu beyanında, etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanarak ifade  vermek istediğini bildirdi.
 Kahramanmaraş’ta lisede öğrenim gördüğü sırada köydeki evine gitmek  yerine il merkezindeki bir evde kaldığını ifade eden E.T, kaldığı bu evin örgütün  evi olmadığını, ancak “cemaat abisi” olarak tanıdığı üniversite öğrencilerinin  daveti üzerine onların yanına gidip gelmeye başladığını anlattı.
Arada sırada “Cemaat evi” olarak bildiği evlerde kaldığını belirten  E.T, “Hatırladığım kadarıyla zaman zaman bu evlerde cemaat toplantısı ve  sohbetleri yapılırdı. Bunların olacağı zaman ben lise öğrencisi olduğumdan dolayı  dışarı çıkmam ve birkaç saat sonra eve gelmem istenirdi. Bu eve toplantı ve  sohbetlere kimin geldiğini ben bilmiyorum.” ifadelerini kullandı.
Üniversite sınavını kazanamayınca 2010’da İstanbul’a gittiğini ve  örgüte yakın “Fem Dershanesi”ne kaydolduğunu aktaran E.T, “Cemil” olarak tanıdığı  kişinin kendisini bir cemaat evine götürdüğünü dile getirdi.
 KOD ADI “İBRAHİM”
E.T, ifadesinde şu bilgileri verdi: “Üniversite sınavlarından düşük puan almam üzerine evin abiliğini  yapan Hasan isimli şahıs, bana askeri okullara başvurursam girme şansım olduğunu  söyledi. Bunun üzerine 2011 yılında Kara Harp Okulu’na başvurdum. Yazılı yoktu,  üniversite sınav puanıyla alım yapılıyordu. Mülakatı, spor ve sağlık aşamalarını  geçerek Kara Harp Okuluna girmeye hak kazandım. Eğitimim süresince benden  İstanbul Beşiktaş’ta ev abiliği yapan ‘Hasan’ isimli şahıs sorumlu oldu. Sürekli  olmamak kaydıyla hafta sonları 15-20 günde bir kez buluşurduk, buluşmamızdan  sonra 3-4 farklı eve götürdüğünü hatırlamaktaydım. ‘Hasan’ isimli şahsın beni  Keçiören Fatih Ortaokulu’nun yakınlarında bulunan bir eve, Çukurambar bölgesinde  bulunan bir eve, Balgat bölgesinde bir eve götürdüğünü hatırlıyorum.
Bu evlerde sadece ‘Hasan’ ile görüşme ve konuşmalarım oldu. Hatta beni  başka askeri öğrencilerle aynı gruba almak istediğini söylemişti. Ben bunu kabul  etmemiştim. ‘Hasan’ ile buluşmalarımızda, bana dini kitaplar okur ve konuşmalar  yapardı. Birlikte namaz kılardık, Fetullah Gülen kitapları okur, ara ara  videolarını izlettirirdi. ‘Hasan’ isimli şahıs bana bu yapılanma içerisinde  herkesin kendi adı dışında bir isim daha kullandığını, benim de kullanmam  gerektiğini söyledi. Bunun üzerine dedemin adı olan ‘İbrahim’ kod adını kullanmak  istediğimi söyledim. Onların bana dediği isimleri kabul etmedim. Bundan sonraki  süreçte bana ‘İbrahim’ kod adıyla hitap ediliyordu.”
“17-25’TEN SONRA SOĞUDUM”
Kara Harp Okulu 3. Sınıfta “Hasan” isimli örgüt üyesinin, kendisini  “Musa” adlı biriyle tanıştırdığını belirten E.T, bu kişinin kendisiyle  ilgilenmeye başladığı dönemde onun yanında bir kişi daha olduğunu ancak sohbetler  sırasında kendisinden hiç bahsetmediğini kaydetti.
İsmine kayıtlı hattın da sabit ya da kontörlü hatlardan “Hasan ve  Musa” isimli kişilerce arandığını ileri süren E.T, “Bu şahıslar beni  aradıklarında yaptığımız konuşmada bana yapacağımız görüşmenin iptal olduğunu ya  da ne zaman görüşme yapacağımız hakkında bilgiler söylediğini hatırlıyorum.”  ifadesini kullandı.
E.T, Harp Okulu’nun son yılı 17-25 Aralık olaylarının yaşandığını ifade  ederek, “Geçmiş zamanda Fetullah Gülen cemaati olarak tanıdığım insanların artık  siyasi konulara girdiğini ve sürekli olarak devlet işlerine karıştıklarını  basından duymam üzerine bu yapılanmanın yaptığı faaliyetlerden soğumaya  başladım.” ifadelerine yer verdi.
Örgüt yöneticisi olarak gördüğü “Musa” isimli kişinin bulaşmalarda  dini kitaplar okuduğunu ve konuşmalar yaptığını, zaman zaman da videolar  izlettirdiğini dile getiren E.T, sonrasında bu kişinin irtibat kurma çabasına  rağmen hiçbir şekilde görüşmediğini iddia etti.
Cep telefonu sabit hatlardan ya da tanımadığı numaralardan arandığı  durumda açmamaya çalıştığını ileri süren E.T, okul bittikten sonra o dönem  kullandığı hattı değiştirdiğini, hatta eniştesinin üzerine bir hat aldığını  anlattı.
E.T, hattını değiştirdikten sonra terör örgütünden kimsenin  aramadığını savundu.
İMA İLE NAMAZ KILMASI İSTENMİŞ
“Hasan ve Musa” isimli kişiler kendisiyle ilgilendiği Kara Harp Okulu  yıllarında, ima ile namaz kılmasını, ibadetlerini insanların görmeyeceği şekilde  yapmasını istediği bilgisini veren E.T, bu dönemde namaz kılmadığı için böyle bir  ibadeti yerine getirmediğini öne sürdü.
E.T, geçmiş zamanda bu terör örgütü içinde bulunmaktan pişmanlık  duyduğunu ve şu anda mağdur olduğunu da aktardı.
Etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istediğini belirten E.T,  “Beyan ettiğim gibi ailemin maddi durumunun olmaması, köyde yaşaması, orta okul  ve lise dönemimde yaşadığım imkansızlıklar benim bu yapılanma içerisine girmeme  neden oldu. Kara Harp Okulu’nda okuduğum son sınıf dönemimde 2014 yılı ekim-kasım  gibi son kez görüştükten sonra terör örgütü olarak gördüğüm bu yapılanma ile  bütün irtibatımı yukarıda anlattığım nedenlerle kopardım.” ifadelerini kullandı.
Öte yandan, ankesörlü hat soruşturması sonucu haklarında iddianame  hazırlanarak mahkemeye gönderilen eski astsubaylar B.D, E.Ş. ve H.Y. de etkin  pişmanlık hükümlerinden faydalanmak istediklerini belirterek itirafçı oldu.
Kaynak: HABER7.COM
0 notes