Tumgik
#hınçak
tarihedebiyatsanat · 2 years
Text
Yazıda Ermeni Tehciri(1915) ile ilgili gerçekleri yazacağım. Kaynak olarak özellikle Devlet arşivleri kullanmayı tercih ettim ki daha güvenilir ve yerinde bir kaynak olsun. Çoğu ülke tarafından soykırım olarak kabul edilse bile herhangi bir kanıt, delil bulunamamıştır. Tam tersine soykırım biz Türklere yapılmış bunun sonucunda bazı güvenlik önlemleri alınmıştır. Bunlardan biride Ermeni Tehciridir.
Devlet arşivlerini ve bazı başka kaynakları inceledim. Ermenilerin iftiralarının asılsız olduğunu açıkça gördüm ve zamanın kaynaklarında dahi bizim aleyhimize herhangi bir şey göremedim. Bu kaynakları birleştirip sizlere sundum.
Yabancı devletlerin kendilerine ilgilerinin geçerliliğini sağlamak amacıyla Taşnak ve Hınçak komitelerinin 1896'da Van'da çıkarttıkları isyanda 418 Müslüman, 1715 Ermeni ölmüştür. Ermeniler, memleketin birçok yerinde çıkarılan olayların yanı sıra Sasun, Van ve Girit'te isyanlar çıkarmışlardır. Peki bu Ermeniler nasıl mı bu kadar vilayete yerleştiler? Ruslar 1.Dünya Savaşına girdiklerinde çoğu birliğin başındaki komutanlar ve birlikteki askerler Ermeni idi. Bu sayede yerleşmeleri daha kolay oldu. Sivil halkıda yavaş yavaş asimile ederek adeta kendi yurtları edinmeye başladılar.
Dahiliye Nazırı Talat Paşa, durumun nezaketi karşısında geçici bir kanun çıkmadan ve Meclis-i Vükelâ kararı olmadan bütün sorumluluğu üzerine alarak Ermeni tehcirini başlattı. Talat Paşa’nın özellikle boşaltılmasını istediği yerler; Erzurum, Van, Bitlis eyaletleri, Maraş şehir merkezi hariç Maraş sancağı, Adana, Mersin, Kozan ve Cebel-i Bereket sancaklarıdır.
Ermeni sorunun ulusal kimliğe sahip olması da İngiltere, Rusya ve Fransa hükümetlerinin 24 Mayıs 1915 tarihinde yayınladıkları bildiriyle gerçekleşmiştir. Bildiride “Ermenistan” olarak kabul edilen Doğu ve Güney Anadolu bölgelerinde Ermenilerin katledildikleri söz konusu olmuştur.
Kaynaklarla sabit bir şekilde Ermeniler gayet korunaklı bir şekilde İttihat ve Terakki üyelerince başka bir yere taşınmışlardır. Bazı kaynaklara göre Osmanlıda 1.021.000 Ermeni bulunmaktadır ancak Ermeniler 1.500.000 Ermeni’nin soykırıma uğradığını iddia etmektedir. Rus harbinden önce bir Ermeni meselesi yoktu ancak daha sonra Rusların Ermenileri kışkırtması sonucunda olaylar patlak vermiştir. Tıpkı diğer olaylar gibi yine başka güçlerin kışkırtmasıyla bir millet ayaklanmıştır. Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurmak isteyen örgütler savaştan istifade ederek düşmanla birlik yapmış ve sivil Türkleri katletmiştir. Devlete sadakate bağlı olanlar asla tehcire tabi tutulmamıştır. Sadece zarar verenler tehcire tabi tutulmuştur. Sadakatlilerin yanında tehcire şamil tutulmayanlarda vardır. Bunlar hasta ve körler, Katolik ve Protestan mezhebinden olanlar, askerler ve aileleri, memurlar, tüccarlar, bazı amele ve ustalardır.
Osmanlı ordusunda görev yapan asker, subay ve sıhhiye sınıflarında hizmet görenlerin ve ailelerinin yanı sıra merkez ve taşrada bulunan Osmanlı Bankası şubeleriyle, Reji İdaresi, Düyun-ı Umûmiyye ve bazı konsolosluklarda görevli Ermeni memurlar sadakat ve iyi halleri göz önüne alınarak sevk dışı bırakılmışlardır. Sadakatsizlik eden ve komite mensubu olanlar azledilerek sevk edilmişlerdir. Yetim çocuklar ve dul kadınlar da sevk edilmeyerek yetimhanelere ve bulundukları yerlerdeki köylere yerleştirilmişlerdir. Ayrıca ticaret ve benzeri suretlerle ikamet eden Ermeniler, Ermeni mebus ve aileleri de yerlerinde bırakılmışlardır. Sevkiyatta yetim kalanlar ve erkeği olmayan kimsesiz ailelerin geri dönüşü sağlanmıştır. Ayrıca bazı Ermeniler Müslüman olmuşlar ve tehcire tabi tutulmamışlardır elbette ki bu Müslümanlığın samimi olmadığı bir gerçektir ve bu fırsatı da değerlendirmişlerdir.
Devlet sevk edilen Ermenilerin gittikleri yerlerdeki nüfuslarını devamlı kontrol etmiş. Müslüman ahalinin %10'unu geçmemesine özen göstermiştir. Bunun sebebi örgütlenmelerini önlemek, tekrardan bir isyan çıkmamasını ve Müslüman nüfusun azalmamasını sağlamaktır. Ermeni nüfusun belli bir yerde toplanmalarını sakıncalı görerek ayrı kasaba ve şehirlere yerleştirmiştir. Ermenilerin tehcirde ve gittikleri yerde ihtiyaçlarının karşılanması için maddi yardımlarda da bulunulmuştur. Çeşitli vilayetlere ayrı ayrı paralar gönderilmiştir.
Toplu mezarlarda bulunan hunharca katledilmiş Türk şehit naaşları Ermenilerin kurmaca ve düzmece yalanlarının gerçek olmadığına bir ispattır. Batı ülkelerinde konuyla ilişkili Türk kaynakları da kullanılmadığı için sadece Türkler aleyhine söylemler ortaya çıkmıştır. Tehcire tabi tutulan Ermenilerin yolda güvenlikleri, sağlıkları, iskanları temin altına alınmış her türlü ihtiyaçları karşılanmıştır. Ayrı bir konu olarak yakın bir tarihte bile Ermeniler katliama devam etmişler Hocalı’ da çok büyük bir katliam yapmışlardır. Bunu herkes ya görmezden gelmekte ya da bilmemektedir.
Çocuk, kadın, yaşlı demeden insanlar vahşice öldürülmüş bazılarının canlı canlı derileri yüzülmüştür. Ermeniler bu durumdan sıyrılmak için “Az insan öldürüldü” ya da “Azerbaycan askerleri yaptı” gibi bahaneler bulmaktadırlar. Diğer devletlerinde işlerine geldiği ve arka planda kendileri olduğu için “Soykırım” ilan etmektedir ancak kimse Ermenilerin bizlere yaptığı vahşilikleri görmemektedir. Biz bu ve bunun gibi değerlere sahip çıkmadıkça bunlar daha çok aleyhimize kullanılır ve düşman edinmekten başka hiç bir şey yapamayız. Bilgilenmek, bilgilendirmek bizim görevimizdir.
Ayrıca bir de kendi içimizdekiler var kendi “kanımızdan” olanlar bile buna soykırım demekte ve kabul etmektedirler. Temel sorunlarımızdan biri de budur. Kendi kültürümüz hariç herkesin kültürüne sahip çıkarız ve onların eline koz veririz. Ermenilerin bizlere yaptığını unutmamalı ve daima bunun bilincinde olmalıyız. Suçsuz günahsız çocukların, kadınların katledilmesi akıl alır bir şey değildir. Bunun elbette bir önlemi olacaktır en insancıl olanı yapmamıza rağmen soykırım yaptığımız palavraları dönmektedir.
Özet olarak anlayacağız ki bizlere yıllardan beri iftira atılıp üstümüzde oyunlar oynanmakta ancak gerçekler bu iddiaları tamamen yalanlamaktadır. Bahsedilenin tam tersi olarak Ermeniler gayet korunaklı bir vaziyette sevk edilmişler ve isyanlar bastırılmıştır.
Ertuğrul B.
Kaynakça:
Ermeni Tehciri Ve Tehcirden Dönen Ermenilerin İskân Sorunu, Hacer Çelik, 2008
Sovyet Arşiv Belgeleri Işığında Türk-Ermeni İlişkileri, İstanbul Üniversitesi, İstanbul:2007
Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, T.C. DEVLET ARŞİVLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ, Ankara:1995
Ermeni Tehciri Ve Gerçekler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, 2001
Ermeni Tehciri Ve İhtida, Süleyman Beyoğlu
Osmanlı Devletinin Sevk Sırasında Ermenilere Yönelik Uygulamaları, Cemal Sezer, 2011
Tumblr media
2 notes · View notes
ozel-buro · 19 days
Text
SÖZDE SOYKIRIM DOSYASI /// ERGUN MENGİ : Sözde Ermeni Soykırımı iddialarına hukuki bakış
ERGUN MENGİ : Sözde Ermeni Soykırımı iddialarına hukuki bakış 24.04.2024 Evrenin ilk Dünya Savaşı başlamış, tüm dünya bir kan pazarı. Osmanlı yedi cephede savaşıyor. Doğuda Ermeni Taşnak ve Hınçak komitacıları Rus ordusuna gönüllü katılıyor, doğu illerimizdeki halkımıza saldırıyorlardı. Ermenilerin, Osmanlıya karşı yaptığı saldırılar, Ermenistan’ın İlk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin anılarında…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
hetesiya · 11 months
Text
instagram
1887’de kurulan bu toprakların ilk sosyalist örgütü Sosyal Demokrat Hınçak Partisi üyesi Ermeni Paramaz ve yoldaşları; “Bizler komünistiz. Eşit ve özgür bir ülke için mücadele ediyoruz, biz fikirlerimizi Ermeni halkı arasında yaymaya çalıştığımız gibi en az onun kadar Kürt, Türk, Êzidi halkları arasında da yaymaya çalışıyoruz.” Diyerek ölüme giderlerken onurlu olmanın sembolü olarak tarihe not düştüler…
Sizler, bizler, hepimiz, kaç kişi yüzyıllık bu tarihi gerçeği gördü, sahiplendik.!
Bugün Beyazıt meydanı kan ağlıyor…
15 Haziran 1915'de Beyazıt meydanında asılarak idam edilenleri anmıyanlar bilmelidirler ki,
Onurlu olmak, aynı zamanda başkalarının onurunu korumakla mümkündür …
Darağaçlarında ölümsüzleşen
( PARAMAZ ) MADTEOS SARKİSYAN
BEYAZIT MEYDANINDA İDAM EDİLEN ERMENİ HALKININ YİĞİT EVLADLARI VE DEVRİMCİ PARAMAZ'IN SON SÖZLERİ …
“Siz, sadece bizim vücudumuzu yok edebilirsiniz, fakat inandığımız fikirlerimizi asla! Yarın o, Doğu’nun horizonunda belirecektir ve Ermenilik, özgür, sosyalist Ermenistan’ı selamlayacaktır !”
Bir soykırım tarihine sırtını dönenler yarınlara asla miras bırakamazlar…!
SAYGIYLA ANIYORUM.:))
Mahmut Uzun
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Cerahat
Tumblr media
Hiçbir surette hayata yer bırakmayan bir zeminde, muğlak ya da mübalağa olmayan bir cerahat güncellemesi sürekli kılınıyor. Yol ve yordamın, anlam ve beraberinde türetilen her bir mesel / tahayyül ve pratiği iğdiş edildiği bir cerahat güncellemesi içerisinde dört dolanıyor menzil. Biteviye kılınmış olagelen ceberut devlet aklının, şimdiki iktidarın ve tüm o bileşenlerinin ortaklaşa koşa koşa bina ettiği her şey bu cerahat güncellemesini tam ve eksiksiz hakikatimiz kılıyor. Aralıksız yirmi bir yıldır sürüncemede kalmamış olagelen her ne fecaat, her hangi kötülük varsa bunu yol haritasında belirgin bir biçimde sunan ve monte eden bir aklın var ettiği her şey o cürüm halini, bu cerahat güncellemesini eksiksiz bir biçimde pay edilir. Memleketin güncelliği salt sırf cürmün, bolca cerahatin esiri kılınır daimi bir tahayyülle. Bunca yalın, bu kadar eksik gedik olmaksızın var edilenin yekten ve çokça derin / kalıcı bir cerahat güncellemesi adına imali söz konusudur.
Bir memleket pratiğinin üstünkörü değil doğrudan hesaplı kitaplı bir biçimde cerahatten el alınarak biçimlendirilmesi kesintisiz kılınandır. Yeni ülke nam sahnenin utançlara açık ve aleni bir biçimde kotardığı dönüşümün her anlamda bir tükeniş halini imgelediğini çok daha açık bir halde önceki meramlara konu etmiştik. Biyopolitik bir cendere sarmalının ta kendisine dönüşümün her nasıl var edildiği bugün ne muğlak kılınmıştır, ne de abartılı bir bahistir. İktidar tüm aygıtları, aparatlarıyla birlikte bu cerahat isteminin savunucusudur iş bu dehlizde. Düzen en baştaki temsilden başlayarak kurduğu her cümle ile bu halin tüm ol çürüme isteminin de arkasını kollayandır. Bir menzil ki seksen dört milyonu çoktan geçip gitmiş olsun, istisnasız bir biçimde kimselere hayatı tek başına doğru düzgün var edemez, bunu dert edinmez. Muktedir olanın, kurmaylarıyla, destekçisi olagelen zümre / yapı ve o çetelerle birlikte kotardığı ülke pratiği cerahatin ta kendisini görünür kılar. Hayatın ehven olandan kopartılmasının güzergahı, velev ki değil, doğrudan icrasına düşülen nefret, açık ve aleni düşmanlık ve bitimsiz linç ettirme gayretlerinden bütünleşiktir. Bu yerde hayatın hali içler acısıdır.
Bir örnekle devam edelim. BirGün Gazetesinden aktaralım: “Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici, Meclis'te düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklamalarda HDP'yi ve HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan'ı hedef aldı.
HDP'nin kapatılmasını isteyen Destici, Paylan için de ırkçı ifadeler kullanarak "Hınçak ve Taşnak artığı, sözde HDP milletvekili çıkıyor, polisimizi tehdit ediyor" dedi.
"Hasta ve infazı yakılan tutsaklara özgürlük, tecride son" sloganıyla Kadıköy'de yapılmak istenen basın açıklamasında polisin HDP'li Ferhat Encu'ye tokat atmasına tepki gösteren Paylan'ın "Hesap vereceksiniz, 6 ay kaldı" ifadelerini kullandığını belirten Destici, "Kime güvenerek söylüyor? 6 ay sonra kimle iktidar olacaksın? Arkanızda duran, sizi piyon gibi kullanan emperyalistlerle mi yoksa gizli ortağınız altılı masayla mı? Bunun da cevabını net olarak vermesi lazım" diye konuştu.
HDP'nin kapatılmasıyla ilgili davanın, Anayasa Mahkemesinde sürdüğünü de hatırlatan Destici, HDP'nin kapatılmasını ve HDP'ye verilmesi öngörülen Hazine yardımına dava süreci tamamlanana kadar tedbir konulmasını talep etti. HDP hakkındaki kapatma davasını, 15 kişiden oluşan Anayasa Mahkemesi heyetinin karara bağlayacağını aktaran Destici, "BBP olarak bu kararın üçte iki çoğunlukla değil oy birliğiyle çıkacağını ümit ediyoruz. Bu işin daha fazla uzatılmaması gerektiğini düşünüyoruz. HDP bir an önce kapatılmalı, bütçeden bu siyasi parti görünümlü terör örgütü şubesine pay verilmesinin önüne geçilmeli, Gazi Meclisimize ve yerel yönetimlere sızan ihanet şebekesi, devletin her kademesinden behemehal temizlenmeli" dedi.
"Bayram Havası Estirdiler"
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkındaki yargı kararına da değinen Destici, "Bu karardan bir kahraman çıkmaz" diyerek şunları söyledi:
"Yargılamadaki bütün süreçler tamamlanmış ve nihai karar açıklanmış gibi bir hava oluşturularak bunun üzerinden altılı masanın cumhurbaşkanı adayının belirlenmeye çalışılması tüm çıplaklığıyla kamuoyunun gözleri önünde cereyan ediyor. Bu karardan bir kahraman çıkmaz. Hele ucuz kahramanlık peşinde koşanların millet nezdinde itibarı da olmaz. Milletimiz bunun farkında.
Her fırsatta çağdaşlığın öncüsü, medeniyetin bekçisi, her şeyi bilen, hukuktan, ahlaktan yana olduklarını dile getirenlerin, aynı zamanda Yargıtay ve Danıştay üyesi olan Yüksek Seçim Kurulu üyelerine yapılan hakareti sahiplenmeleri ikiyüzlülük ve sahtekarlık. Ayrıca ceza alan bir insan en azından hüzünlenir. 'Çak' yapmalar, sarılmalar, orada bir davul zurna eksikti. Zil takıp oynamasalar da bir bayram havası estirdiler hatta o derece sevindiler ki Almanya'da olan Genel Başkanlarını bile beklemeden kutlamaları başlattılar"”
Zıvanadan çıkmış, ne olduğu, neye hizmet ettiği çokça muğlak, fundamentalist, ırkçı bir çetenin başından çıkagelen çirkeflik dozu yüksek sözler her şeyi de kestirmeden anlatıyor hepimizin yerine. Destici nam temsiliyetin suna geldiği her cümlede bir kere daha doğrudan ayrımcılık görünür kılınır. Halkların Demokratik Partisinin memleketin üçüncü partisi olması, kendilerinin sondan kaçıncı olduklarının dahi muamma olduğu bir zeminde o devlet aklıyla şiddeti kutsayan, devlet terörüne arka çıkan cerahatli pragmatist tavır bir kere en baştan meseledir. Garo Paylan’ın Ermeniliğini öne çekerek, bildik ezberci akla seza tahayyülleri yeniden imal ederek, hesap vermezliği tesciller Destici isimli zat. Açık, aleni bir ihtimal olarak nefret söylemini, kamunun verdiği vergilerle geçinen, kolluk nam kuvvet personelinin suna geldiği Kürd, Ermeni, Arap kısaca öteki düşmanlığına karşı sözü baştan hacamat etmeye çalışır Destici. Buna o yolu açanın muktedir, baş amir ve tüm o faşizan baş faşistin zümreleri olduğu apaçıktır. Dünün devletinin temsiliyeti olagelen Ekrem başkan figürünü topa tutmaya çalışırken kurduğu cümlelerin özeninden ne kadar uzağa koşarsa o kadar koltuğa biraz daha yapışabileceğini zanneden bir biçimsiz, şekilsiz, şemailsiz tahayyül ile cerahat güncellemesi var edilir. Kürd’e düşmanlık, siyasetine düşmanlık, sokaktaki varlığına düşmanlık, meclisteki iradesine karşıtlık, her durumda, her şekilde atalete düşmeyen bir kör karanlıkla Destici, şimdinin muktedirinin diline doladığı ülkenin, yenisinin de vitrin süsüdür. Bu kadar berbat ötesini arşınlayan, bunca kötülükle hemhal olagelen bir düzen suretinde kimseye rahat yoktur, hiç birimize, hiçbir yerde.
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Genel Merkezi ve çok sayıda il örgütü binalarına sabah saatlerinde polis baskın yaptı. Eş Genel Başkan Keskin Bayındır ile çok sayıda il eş başkanının gözaltına alındı. DBP Genel Merkez Amed İrtibat Bürosu’nda polis araması sona ermesinin ardından bina önünde açıklama yapıldı. Açıklamaya, Tevgara Jinen Azad (TJA), DTK Eş Genel Başkanı Berdan Öztürk, DBP Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz, İnsan ve Özgürlük Partisi (PİA) Genel Başkanı Mehmet Kamaç, Kürdistan Komünist Partisi (KKP) Genel Başkanı Sinan Çiftyürek, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay ve Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, milletvekilleri Pero Dündar, Feleknas Uca, Remziye Tosun, İmam Taşçıer, Dersim Dağ, Amed Barosu avukatları ile çok sayıda kişi katıldı.
‘Kürt Düşmanlığı’
Partisine yönelik yapılan baskınları ve gözaltıları iktidarın Kürt düşmanı politikasının sonucu olduğunu belirten Eş Genel Başkan Saliha Aydeniz, “Biz biliyoruz ki bu iktidar ve bağlı olduğu devlet yüz yıldır Kürt halkına düşmanlık yapıyor ve bu devlet Kürt halkının demokratik siyaset yapmasını istemiyor. Bu devlet ‘en iyi Kürt ölü Kürt’ diyor ve buranın üzerinden politikasını düzenliyor. Bu devletin yüz yıllık bu politikası şimdiye kadar nasıl tutmadıysa Kürt halkına karşı yürüttüğü politikalar nasıl boşa çıkarıldıysa bu gün de demokratik siyasete karşı bu darbe operasyonları elbet boşa çıkacaktır. Çünkü hiçbir iktidar bu operasyonlarıyla sonuç alamadı, bundan sonrada sonuç alamayacak. Bunu çok net ifade etmek istiyorum evet belki bugün DBP‘nin Eş Genel Başkanı Sayın Keskin Bayındır gözaltında olabilir. Ama binlerce Keskin Bayındır ve binlerce DBP’ye sahip çıkacak Kürt vardır. Bizim geleneğimiz HEP’ten bugüne geldi. Onlarca partimiz onlarca kurumumuz kapatıldı. Ama bu halk her zaman demokratik siyasette ısrar etti ve patilerine sahip çıktı. Yine çıkacak ve biz buradan biliyoruz ki bu iktidar savaşla beraber tecritle beraber bir seçim süreci yürütmek istiyor. Oda biliyor ki artık kazanmayacak. Kürt halkının mücadelesi Kürt halkının demokratik siyaset mücadelesi bu iktidara kaybettirmiştir” diye ifade etti.
‘Kazananlar Bizleriz’
Askeri operasyonlarda sonuç alamayan iktidarın siyasi operasyona yöneldiğini vurgulayan Aydeniz, “DBP, her gün bu operasyonları yaşayan ve ona rağmen her gün büyüyen her gün kitleselleşen her gün toplumsallaşan bir mücadele geleneğinden gelen bir partidir. Demokratik Bölgeler Partisi ve bundan dolayı daha çok güçleneceğimizi halkın sahipleneceğini çok iyi biliyoruz ve iktidar da bunu çok iyi biliyor. Bundan dolayı bu kadar korkuyor. Bundan dolayı seçime giderken kendi iktidarının geleceği için nerede bir demokratik siyaset mücadelesi varsa nerede bir halk mücadelesi varsa oraya saldırarak, aslında iktidarının devam ettirmenin derdindedir. Ama nafile nereye başvurursa ne yaparsa yapsın bu iktidarın gitmekten başka kaybetmekten başka hiçbir seçeneği yoktur. Bunu kendisi de çok iyi biliyor. Kürt halkı da biliyor. Türkiye halkları da çok iyi biliyor. İşte bugün bu iktidarın Kürt halkına yönettiği kayyum politikası bütün Türkiye yayılmıştır. Bu iktidarın bu devletin halklara düşmanlığı bütün Türkiye’ye halklarına yayılmıştır. Bugün İmralı’da ki tecrit bütün Türkiye halklarına yayılmıştır. Tam da mesele aslında tecrit meselesidir. Tam da mesele Kürt halkının Kürt sorunun demokratik yol ve yöntemlerle çözülmesinin istenmemesidir. Dolayısıyla sizler ne yaparsanız yapın sizler asla iktidarınızı devam ettiremeyeceksiniz. Siz de biliyorsunuz ki bizim mücadelemizle siz kaybetmişsiniz. Zaten bu görüntüde bu yaklaşım da bu siyasi operasyonlarda bunun göstergesidir. Tek bir kişi bile kalırsak bu mücadeleden asla geri adım atmayacağız. Kürdistan’a özgürlük Türkiye’ye demokrasi gelene kadar tecrit politikalarına karşıda savaş politikalarına karşıda kayyum politikalarına karşıda hep beraber mücadele edeceğiz. En başta da biz Demokratik Bölgeler Partisi, Kürt halkıyla bu mücadeleyi sonuna kadar götüreceğiz. Kaybedenler kaybetmiştir kazananlar bizleriz” dedi.
‘Arama Hukuka Aykırı’
HDP Sözcüsü Ebru Günay da “Bugün Diyarbakır savcılığının talimatıyla DBP’nin örgütlü olduğu illerde, il binalarını, il eşbaşkanlarının evleri, DBP Genel Merkezi, Eş Genel Başkanımız Keskin Bayındır evi basılarak gözaltına alındırlar. İl binalarımızda yapılan aramlar hepsi hukuka aykırıdır. Saatlerce hukuk dışı bir arama gerçekleştirildi. Yapılan bu arabada Diyarbakır Cumhuriyet savcılığı, yetki aşımı yaparak, Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı yetki ve sorumluğunda olan bir siyasi partinin arama kararının verecek kadar hukuka aykırı davranmıştır, hadsizleşmiştir. Dolayısıyla bugün DBP Genel merkezinde, il binalarında yapılan hiçbir arama hukuka uygun değildir. Ve bizler bu konuda avukatlarımız aracılığıyla gereken suç işlemleri gerçekleştireceğiz” diye konuştu.
‘Direnişte Israrlıyız’
Kürt halkı ve siyasi partilerinin baskı, gözaltı ile işkencelere karşı boğun eğmeyeceğini belirten Günay, “Sizler savaş politikasında ısrar edebilirsiniz. Ama bizler özgürlükte ısrarcıyız. Sizler tecritte ısrar edebilirsiniz. Ama bizler direnişte ve özgürlükte ısrarlıyız. Kürt halkı ve dostları direnişte kararını vermiştir. Kürt halkı ve dostları özgürlükten yana kararını vermiştir. Kayyımcu, gaspçı ve Kürt düşmanı bu iktidar gidecektir. Kürt halkının ve dostlarının özgürlük günleri yakındır. Demokrasi, demokratik siyaset kazanacaktır. Bu yüz yıl Kürtlerin, kadınların ve özgürlük yılıdır” dedi.
PİA Genel Başkanı: Kaybedeceksiniz
DBP’ye yönelik baskını “siyasi soykırım” olarak değerlendirerek baskın ve gözaltılara tepki gösteren İnsan ve Özgürlük Partisi (PİA) Genel Başkanı Mehmet Kamaç ise, şunları ifade etti: “Bu operasyonun hiçbir hukuki temeli yoktur. Siyasi bir operasyondur. Bu operasyonlar gösteriyor ki, demokrasi ve özgürlük gömleği mevcut iktidar çok büyük gelmektedir. İktidar artık demokrasi ve özgürlük gömleğini taşıyamayacak mecalsizlik halini yaşıyor. Uzun zamandır demokratik siyasete yönelik baskıların başladığını ve seçim sürecine giderken bunun artacağının farkındayız. Daha iki ay önce Yüksekova’da Habib vekilimizin bacağının kırılması, bir hafta önce İstanbul il eşbaşkanın tokatlanması, bugün onlarca kentte DBP’nin eş genel başkanına ve yönetimine yönelik operasyon şunu gösteriyor ki; seçim sürecine giderken kaybetmeyi her gün daha çok hisseden AKP iktidarı artık demokratik usullerde değil, sadece polise tedbirlerle bu seçimi kazanacağını zannediyor. Ve bunun hesabını yapıyor. Biz de diyoruz ki; Biz sizin bu tavırlarınıza yüz yıldır alışkınız. Siz yüz yıldır denenmiş yönetmelerle bir sonuç elde edemediniz. Biz demokratik siyasette ısrar edeceğiz. Bizim örgütlü gücümüzü asla kıramayacaksınız. Siz hukuku ayaklar altına alsanız da biz bu ülkede hukukunda savunucusu olacağız. Özgürlüğün, demokrasinin savunucusu olacağız. Bu DBP’ye yapılan operasyon net bir şekilde söylüyoruz, bu bir siyasi operasyondur. Siz kaybedeceksiniz. Sizin kaybetmekten başka bir yolunuz yok. Çünkü siz bu topluma özgürlük, demokrasi, insan hakları demokratik siyaset değil, bunların zıddını dayatıyorsunuz. Bu operasyonu kınıyoruz. Ve operasyonlar bizim dayanışma gücümüzü ve irademizi güçlendireceğini tekrardan dekara ediyoruz.” Açıklama, “Baskılar bizi yıldıramaz” ve “Faşizme karşı omuz omuza” sloganlarıyla sona erdi.”
“Amed’de sabah saatlerinde evi basılarak gözaltına alınan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, avukatlarıyla görüştü. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’nde tutulan Bayındır, avukatları aracılığıyla mesaj gönderdi.
Yapılan arama ve gözaltıların hukuksuz olduğunu kaydeden Bayındır, “Bu durum uzun zamandır devreye konulan konseptin bir parçasıdır. Seçime yaklaşırken kaybeden iktidar, siyasi soykırım operasyonlarını devreye koymuştur. AKP’nin bugüne kadar ortaya koyduğu pratikten de ortaya çıkaracağımız durum budur. Ne yaparlarsa yapsınlar kaybedecekler. Tüm halkımıza selamlarımız gönderiyoruz. Bizler içeride de olsak, mücadele devam edecektir. Dışarıdaki arkadaşlarımız mücadeleyi devam ettirecektir. Kürt halkına kimse boğun eğdiremez” dedi.”
Altı milyondan fazla seçmenin oyunu almış, yirmi beş milyonluk bir kimliğin doğrudan en yetkin söz hakkı / yaşam hakkı / eşitlik mücadelesinde kalem oynatıp, hayat için tüm o siyaseti var edenler bir kere daha hedef kılınır. Gözaltı furyalarının, bir gazeteciler, bir avukatlar, bir emekçiler arasında dolaştırıldığı bir zeminde yeniden sıra, Demokratik Bölgeler Partisi eş başkanı Bayındır gibi insanlara getirilir. Muğlak ya da mülhem bahislerine gerek kalmadan, onlarca insan gözaltına alınır. Tutsaklık döngüsü bir kere daha Kürd siyasetinin figürlerinden başlanarak bütün ülkede terörün ta kendisinden hala medet umularak güncellenir. Böyle biteviye bir gayretkeşlik içerisinde cürmün üstünden yol bulunacağı, bir biçimde sulhun var edileceği sayıklanır. Oysa varılan ve ulaşılan yer, bütünüyle komplekslerinin dibinde, Kürd nefes almasın boyutunun ta kendisidir. Bir asıra onlarca halka ezayı / felaketi / soykırımı bahşetmiş, çürümenin dibinde bir kere olsun o halk ne diyor, neden bahsediyor kulak dahi verilmemiş bir zeminde kaçıncı sınamadır bu hal, şu tahakküm, o cerahat. Biliyor musunuz?
Takvim yaprakları üçer beşer devriliyor. Genel geçer değil doğrudan bir yıkım sofrasında o katran karanlığı içerisinde ne gün, ne de yarın bırakılıyor. Hiçbir surette yaşama yer, bir anlığına dahi bir odak bırakmayan cerahat sarmalına ülke deniliyor. Bütünüyle zorbalığın, apaçık bir biçimde zulmün, hiçbir odak bırakmamacasına saldırgan bir tahayyüller toplamı içinde demokrasinin yerle bir edilmesine devam olunuyor. 1876’da temellendirme çabasına düşülen bir anayasa taslağının yazılabildiği, herkesin hakkının her bir durumda ötekisine verildiği / sorgulanabildiği, imkanların gözetildiği bir zeminde bunca zaman sonra havanda su dövülen, darbeci kenan paşalarının yamalı bohçasının ardına saklanarak var edilmiş ucubelik bir metinle kuşatılan yerin meselesidir bir yandan da anlattığımız. Düzeni var eden, onu şimdilerde sahiplenen, yarını gasp etmeye heveskar olan, bir yandan da etraflıca sözü / eylemi ve itirazları yok etmeye çalışan bir cenahın yeni yüzyılı bugünkü kadar karanlığa çıkacaktır, meram bunadır. Cerahat güncellemesinin memleketi taşıdığı odak, 2022 yılı özelinde, son yirmi bir yılın da en pik noktasıdır. Bütün bu heyula, bunca gümbürtü içerisinde demokrasinin varlığı hiçleştirilip, silik bir mesele evrilmektedir. Seçimi kaosla, yıldırı ve tahakkümle bir kere daha kendisinin kılmaya çalışan o birlikteliğe karşı müşterek bir itirazı var edemezsek hep birlikte, ayrısız gayrısız ulaşılacak liman dipsiz bir karanlıktır. Dipsiz bir bataklıktır. Artık farkında mıyız, gemi su alalı çok oldu...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Cumartesi Anneleri 700. Hafta Eyleminden Bir Kesit – Vedat ARIK – Cumhuriyet Gazetesi - Evrensel
1 note · View note
tp-tarih · 3 years
Link
Demiştim ki; "O kilisenin tam karşısına 'İFFET ANITI' yaptıralım ki, ibadet için kiliseye gelen Ermeniler, geçmişte dedelerinin yaptıklarını okuyup/görüp utansınlar!" Ar damarları çatlamamış ise eğer! Eeee tabi dikkate bile alan olmadı.
Yaşar Kiraz ___ Makalenin tümünü okumak için lütfen bağlantıyı tıklayın.
2 notes · View notes
tasindik · 2 years
Text
Tumblr media
1) Elon Musk
2) Azula
3) Bedava kutlama ise, evet
4) İkizlerim
5) Kaygı (finallerim vardı)
6) Anayurt Oteli
7) İçinde deniz ürünleri olan her yemek
8) Hiç kopya çekmedim, yorum yok
9) Sadece belgesel izliyorum
10) Mavi Mira, Etnik-i Eterya, Taşnak ve Hınçak
13 notes · View notes
fatbunnybonnie · 5 years
Text
24 Nisan 1915, Nam-ı Diğer: Ermeni Soykırımı mı?
Ermenilerin bu tarihi Ermeni Soykırımı olarak adlandırdığını ve her yıl düzenli olarak bu tarihte anma törenleri düzenlediklerini hepimiz biliyoruz. Ancak şöyle ilginç bir durum var ve bu durum hakkında yazmak istedim.
Tehcir kararının çıkarıldığı tarih 26 Mayıs 1915. Tehcirin uygulanma tarihi is 7 Eylül 1915. O zaman bu 24 Nisan nedir? Hadi bu soru hakkında konuşalım.
Öncelikle şu bildiriyi bilgilerinize sunmak isterim:
Ermeni milletine
Vatandaşlar!
Düşmanın vahşi ve kederli çığlıkları arasında yüzlerce, binlerce toplarına, tüfeklerine karşı dört günden beri devam eden kahramanca mücadelemizi her zamankinden daha metin ve cesur olarak galip gelmek ümidiyle sürdürmekteyiz. İç oğlundan Ararka, Ararka’dan Haç Sokağı’na ve Hamit Ağa’nın karşı başına kadar askerlerimiz galip ve cesur kalmışlar ve başlarımızın üstünde kanatlarını açan ölümün korkmadan da gözlerinin içine bakmışlardır.
Ne düşmanın çokluğu ne bugün yahut yarın mutlaka öleceğimizi bilmek bizi korkutmaz.
Hayır! Biz ölümü görmek, seyretmek isteriz. İsteriz ki milletlerin bu mücadelelerinde taa doğunun derinliklerinde yüzlerce asırlık bir ağacı olan Ermeni milletinin dahi elinde silah, kışlaların dumanlı harabeleri, düşmanların sayısız cesetleri üstünde olmasını nasıl bildiğini gösterelim!
Düşmanın kan gölü olmuş kışlalarına şu sayılamayacak zaiyatına bakınız! Askerlerimizin kahramanca dayanmalarına bakınız! Cesaretle, ümitle kalbimiz dolu olarak milletin hayat bulması ve bayramını kutlamak için hazırlanması.
13 Nisan Sabah
1. Cumartesi günü Hacı Bekir kışlasının önünde bir Türk askeri öldürdük.
2. Dün Ararak iki Türk askeri öldürdük
3. Vezüz mevzimizde bir Türk askeri öldürdük.
4. Dün bir Türk, cumartesi günü de Şehbender nöbet mahalimizde bir gönüllü Türk kurtarıcısı öldürdük.
13 Nisan öğle
1. Şahbağı mevziinin karşısında bulunan Hamza’nın evini yaktık. İçinde Türk müfrezesi vardı. Düşmanlar bazı ölüler bırakarak kaçtılar.
2. Dün Tütüncüyan mevziimizde bir Türk telef edildi.
3. Dün akşam Ararotes in merkezinde üç mevzi daha kazandık. Bir çok Türk öldürdük. Geceleyin de ileri mevzilerini yaktık.
14 Nisan
1. Dün Posdağ mevziimizde ahaliden bir Türk öldürdük.
2. Şımavonyan mevziimizde ahaliden bir Türk öldürdük.
3. Tarman köyünün Ermeni askerleri Drovanez köyüne hücum ettiler ise de Türk süvarileri müdafaa için çabuk yetiştiği için askerimiz kaçtı.
4. Dünkü Kuruyaş muharebesinde sekiz Türk askeri telef olduğu gibi bir mavzer tüfeği 110 kurşun elde ettik. Üç Ermeni telef oldu ve altısı da yaralandı.
7. Öntel mevziimizden Perşembe günü üç Türk, Cuma günü bir tane daha, cumartesi günü bir diğerini, Pazar günü de bir asker öldürdük. Nalbandyan mevziimizde de pazartesi bir, Perşembe günü bir diğer Türk askeri telef ettik. Bizim taraftan ise ancak 11 yaşında bir kız çocuğu telef oldu.
Bu isyanları bastırmak amacı ile Osmanlı Devleti ''Ermeni Komitesi''nin yandaşlarını tutuklamaya başladı. Gazeteci Hamelin ve Brun’a göre 24 Nisan günü altı yüz yazar, şair, gazeteci, politikacı (Hamelin tarafından seçilen öncelik sırası dikkate alınarak) doktorlar, avukatlar, jüri üyeleri, öğretmenler, bilginler ve papazlar merkez hapishanelerine gönderildi.
Ancak alınan tedbirlerin sonuç vermemesi üzerine Ermenileri silahlandıran ve isyanlara sevk eden Komiteleri kapatmak ve elebaşlarını tutuklamak yoluna gidilmek zorunda kalındı. Nitekim Dahiliye Nezareti 14 vilayet ile 10 mutasarrıflığa 24 Nisan 1915 tarihinde meşhur genelgeyi yayınlamıştır. Bu genelgede; Hınçak, Taşnak ve benzeri Ermeni komitelerinin kapatılması, belgelerine el konulması, liderleri ile zararlı faaliyetleri bilinen Ermenilerin tutuklanması ve bunlardan bulundukları yerlerde kalmaları sakıncalı görülenlerin uygun yerlerde toplanmaları talimatı verilmiştir.
Bu olay, ayrılıkçı Ermeniler ve destekçileri tarafından bir halkın susturulmaya çalışması olarak yansıtılmaya çalışılmıştır.
1 note · View note
griserin · 5 years
Video
youtube
Հայոց Ցեղասպանութիւն
Tumblr media
AVRORA MARDİGANYAN (1901 – 1994)
Avrora Mardiganyan, 1901 yılında Dersim’de Arshaluys Martikyan ismiyle dünyaya gelir. 1915 Soykırımı başlandığında Amerika’ya gitmek üzeredir. Arshaluys babasının ve erkek kardeşinin öldürüldüğüne tanık olur. Dersim dağlarında çıplak ayak yürüyerek, mağaralarda saklanarak, 18 ayın ardından yarı çıplak ve aç bir şekilde Erzurum’a ulaşır. New York’ta yaşayan Ermeni bir aile tarafından evlat edinir. Arshaluys’un Soykırım’a dair tanıklıkları New York ve Los Angeles’taki gazetelerde basılır, kapağında geleneksel Ermeni kıyafetleri içindeki fotoğrafı yer alır. 1918 yılı daha sona ermeden Selig Polyscope Company kitabın sessiz filminin yapımına hazırlanmaya başlar. Film sayesinde elde edilen 30 milyon dolarlık kar Yakın Doğu Yardım Teşkilatı aracılığıyla 60 bin Ermeni yetime gönderilir.
(...)
Tumblr media
MARİ BEYLERYAN (1877 - 1915) 
Mari Beyleryan, 1877 yılında Beşiktaş'tadünyaya gelir. Mari, Kalipso takma adıyla Arevelk (Doğu) gazetesinde yazmaya başlar, genç Ermeni kadınların yaşamına dair konuları işler. Sosyal Demokrat Hınçak Partisi'nin yayın organı Hınçak’ta muhabir olarak çalışmaya başlar. Kadın özgürlük mücadelesiyle de ilgilenir. Mari, parti tarafından 15 Temmuz 1890 tarihinde Aldülhamit’e karşı düzenlenen ilk büyük yürüyüşü muhabir olarak takip eder. 1895 yılında Mari, Bab-ı Ali gösterisinin örgütleyicilerinden biri olur. Bu, kadınların taleplerini haykırmak istediği eylem, hükümetin talimat verdiği polislerin saldırısıyla kanlı bir çatışmaya dönüşür. “Ya özgürlük, ya ölüm” talebiyle Bab-ı Ali Nümayişi’ni düzenleyen Mari artık sadece Hınçak Partisi’nin saflarında yer alan bir aktivist, gazeteci ve yazar olarak kalmakla yetinmez. Hükümet her yerde eylemin düzenleyicisi Mari’yi aramaya başlar. Ve böylelikle artık Mari için saklanarak yaşayacağı bir hayat başlar. Ve Mari 1896 yılının güzünde Mısır’a gider. Gittiği vakitlerde İstanbul’da hükümet kendisi için ölüm fermanını çıkarmıştır. Mari Ardemis adında bir kadın dergisi çıkarır. Mari, 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’da esen ‘ılımlı rüzgarların’ etkisiyle ülkeye geri döner. Mari’nin tam olarak nerede öldürüldüğü ise bugün hala bilinmemektedir. 
(...)
Tumblr media
ELBIS GESARATSYAN (1830) 
Elbis Gesaratsyan 1830 yılında Beşiktaş’da doğmuş olup, Türkiye’de ilk Ermeni kadın gazeteci olarak kabul edilir, 1862-63’te ilk Ermenice Kadın dergisi olan aydınlık GİTAR’ı yayımladı. Cinsler arası eşitsizliğin nedenlerini çözümlediği ve toplumun ileri gitmesi için “kadının özgürleşmesini” savunan ilk kadın yazardır. "Çoğu kez tanık olmuşsunuzdur, kendi erkeğinden daha düşünceli, daha öngörülü ve daha işbilir kadınlar vardır; ama bilerek, yol yordam bilmez erkeğe körü körüne boyun eğmek zorunda kalırlar; çünkü kurallar gereği, kadın dili kesilmiş kuş olmalıdır ve erkek, karga da olsa, kendi ötmeli, kurum kurum hükmetmelidir… Evet, sevgili kız kardeşim, işte benim düşüncelerim böyle. Bizim fikirlerimiz çiçek açmalı. Yetenekli kişiler bunu görev edinmeli, uyuşuk kafaları meşru yollarla harekete geçirmeli, uyanık olup özgürlüklerine sahip çıkmalı, eğitim çağrısı yapmalıdır. Okuma salonları, meclisler oluşturup yüreklere ve beyinlere seslenen bilgiler öğrenmeli ki ilerleme yolunda adımlar atabilelim ve insan sayılabilelim..." 
(...)
Tumblr media
ZABEL YASEYAN (1878 – 1943) 
1878 yılının 4 Şubat’ında Üsküdar’da oldukça varlıklı bir ailede doğan Yesayan, hayatı boyunca yoksulluk, zulüm ve katliamların en önemli tanıklarından biri oldu.  1894 yılında Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe ve edebiyat eğitimine başlar. Fransız ve Ermeni dergilerinde makaleleri, şiirleri ve kısa öyküleri yayımlandı. İstanbul ve İzmir’de çıkarılan Arevelyan Mamul’de çeşitli edebiyat eleştirileri ve yazı dizileri yazdı. 1915 Ermeni halkına karşı girişilen tehcirin yılında İttihat ve Terakkiciler’in sakıncalı Ermeniler listesinde yer alan bir kadındı Zabel Yeseyan. Bulgaristan, Azerbeycan, Mısır, Fransa, Yesayan’ın bilinen sürgün durakları oldu. 1920'lerde, eşinin vefatına dek, Fransa'dan Bakü'ye seyahat etti. 1926 yılında Sovyet Ermenistan'ı ziyaret eden Yesayan, izlenimlerini, Prométhée déchaîné (Zincirsiz Prometheus; Marsilya 1928) isimli romanında anlattı. 1933 yılında Sovyet Ermenistan'a yerleşti ve Moskova'da gerçekleştirilen ilk Sovyet Yazarlar Birliği kongresinde yer aldı. Kesinleşmemekle birlikte 1943 yılında Sibirya’da öldüğü iddialar arasında. 
(...)
Tumblr media
SIRPUHİ DÜSAP 
Sırpuhi Düsap, bilinen ilk Ermenice yazan kadın romancıdır. Ermenice deneme, makale ve romanlarında, kadınların yaşam modellerini seçimde ataerkil sistemin kurallarından bağımsız karar vermelerinin önemi konusunu işlemiştir.Döneminin çok ilerisinde sözleri hala kadın mücadelesine ışık tutmaktadır; “İki cins arasında eşitlik olduğunda, yani hayatın zevklerinde, cezalarında, çalışmada ve ödüllendirmede eşitlik sağlandığında zincirler kırılacak, riyakârlık son bulacak ve toplum, güçlerin eşitsizliğinden kaynaklanan kayıpları telafi edip dengeye ulaşacaktır.” Sırpuhi Düsap, İstanbul ve İzmir'de yayımlanan çeşitli gazetelere yazdığı makalelerde, ekonomik ve toplumsal özgürlüğü olmayan kadının durumunu sorgulamıştır. 
(...)
Tumblr media
ZARUHİ KAVALJYAN (1877-1969) 
Türkiye’nin ilk kadın doktoru. Kavlajyan, 1875 yılında Boston Tıbbı Üniversitesi’nden mezun olan ve Adapazar ile İzmit’te doktor olarak çalışan Serop Kavaljyan’ın ailesinde doğdu. Osmanlı İmparatorluğu’nda kadınların tıbbı öğrenmeleri yasak olduğu için Kavaljyan, Adapazar'ın Amerikan Kız Kolejinden mezun olduğu 1989 yılında eğitimini devam etmek için ABD’ye gitti. 1903 yılında İllinois Üniversitesi’nin Tıbbı Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Adapazar’a dönüp babasıyla doktor olarak çalıştı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında doktor, yaralılara ve maruz kalanlara yardım çalışmalarına katıldı. Daha sonra İstanbul’a yerleşen Kavaljyan ders vermeye devam ettiği Üsküdar’daki Amerikan Kız Kolejinde Doktor Kaval adıyla biliniyordu. Türkiye’nin ilk kadın doktoru. Kavlajyan, 1875 yılında Boston Tıbbı Üniversitesi’nden mezun olan ve Adapazar ile İzmit’te doktor olarak çalışan Serop Kavaljyan’ın ailesinde doğdu. Osmanlı İmparatorluğu’nda kadınların tıbbı öğrenmeleri yasak olduğu için Kavaljyan, Adapazar'ın Amerikan Kız Kolejinden mezun olduğu 1989 yılında eğitimini devam etmek için ABD’ye gitti. 1903 yılında İllinois Üniversitesi’nin Tıbbı Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Adapazar’a dönüp babasıyla doktor olarak çalıştı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında doktor, yaralılara ve maruz kalanlara yardım çalışmalarına katıldı. Daha sonra İstanbul’a yerleşen Kavaljyan ders vermeye devam ettiği Üsküdar’daki Amerikan Kız Kolejinde Doktor Kaval adıyla biliniyordu.
6 notes · View notes
gozel · 4 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
https://www.norzartonk.org/abdulhamitin-soykirim-provasi-2/?f
Berlin Anlaşması (1878), Ermeniler için olduğu kadar Osmanlı İmparatorluğu için de bir dönemeçti. Balkan ulusların çoğu bağımsızlığını ilan etmiş, imparatorluk daralmış ve nüfusta Müslüman yoğunluğu artmıştı.
Osmanlı yöneticileri ve egemenlerine göre bunun sorumlusu, ihanet içinde olan Hristiyanlardı. Hem Balkanlarda hem de Karadeniz kıyısı ve Kafkasya’da Türklerin de içinde olduğu Müslüman halklar; ya maruz kaldıkları katliamlar ve baskılar sonucu ya da kendisine yabancı gördüğü/benimsemediği bir iktidarın egemenliği altında yaşamak istemediği için Osmanlı’ya göç ediyorlardı. Bu dönem, muhacirlerin sayısı sekiz yüz bini bulmuştu. Göç ile seferler, Batı’da İstanbul’a ve Batı Anadolu’ya Doğu’da ise Ermenilerin de yoğunlukla yaşadıkları vilayetlere yerleştiriliyorlardı. Muhacirlerin geldikleri yerlerde maruz kaldıkları katliamlar, baskı ve zulüm onlarda toplumun Hristiyan kesimlerine karşı bir tepki ve düşmanlığa yol açıyordu. Bu durum Türk, Kürt ve diğer Müslüman yerli halkları da etkiliyordu. Buna Abdülhamit’in izlediği Panislamcı politik çizgi ve inşa etmeye çalıştığı baskıcı, gerici istibdat rejimi de eklenince, Ermeniler başta olmak üzere Hristiyan halkların durumu kritik bir hal almaya başladı. Ayrıca 1877-’78 Osmanlı Rus Savaşı’nda (93 Harbi) savaşın kaderi üzerinde önemli bir rol oynamayacak kadar az sayıda Kafkas Ermeni’sinin Rus ordusu içindeki varlığı ve Anadolu Ermenilerinin sınırlı bir bölümünün de onlara yardım etmiş olmasını; ne Osmanlı devleti ne de yerel Kürt ve Türk ağa ve eşrafının önemli bir bölümü tarafından unutmayacak ve bu durum yıllar yılı Ermenilere dönük saldırılar, önyargıların yanında “Ermeni korkusu” yaratmanın propagandası olarak kullanılacaktı. Bu konuda gerçeklerle ilişkisi koparılmış hikayeler tarih kitaplarında yazılmaya devam ediliyor. Bugünkü Erzurum’da, masallarla süslenmiş Ermeni düşmanı ırkçı-şoven anlatımlar halk arasında yaygın.
Bu koşullar altında devletin yerel Kürt, Türk ve Çerkes egemenlerinin yönlendirdiği çetelerin ve kışkırttıkları Müslüman halkların Ermenilere dönük saldırılarında bu savaş ve akabinde imzalanan Berlin Anlaşması’ndan* sonra bir tırmanış başladı. Anlaşmanın yarattığı umut ve güven, süreklileşmiş saldırılar karşında Ermenileri daha fazla örgütlenmeye ve mücadele etmeye yöneltti.
1890’ların başında Van, Bitlis, Erzurum, Arapkir, Diyarbekir, Harput, Sivas ve Muş gibi Kürdistan (bu bölgenin bir kısmı tarihi Ermenistan ya da Batı Ermenistan olarak da anılır) illerinde önemli bir Ermeni nüfus yaşamaktayken. “Van merkez sancağındaki Garzan, Adilcevaz, Bergiri (Muradiye) ve Marks (Müküs) kazaları dışında hiçbir yerde açık farkla çoğunlukta”(1) değillerdi. En yoğun bulundukları diğer sancaklarda ise nüfusun en fazla yarısı Ermenilerden oluşuyordu. Çoğunlukla kentli olsa da Erzurum, Muş ve Van kırsalında tarım ve hayvancılıkla geçinen önemli bir nüfus yaşamaktaydı. Kürt komşuları gibi kendilerine ait küçük bahçe ve arazileri işlenen Ermeniler; gittikçe ortakçılığa ve kiracılığa zorlanıyorlardı.
Yeni düşüncelerle İstanbul, İzmir, Selanik gibi büyük kentlerde ve yurt dışında kaldıklarında tanışıyor; ve bu düşünceler memleketine dönenlerin getirdiği yayınların yanı sıra Batı Avrupa ülkeleri ABD’nin bölgede açtığı misyon okulları aracılığıyla yaygınlaşıyordu. İlk olarak yurt dışındaki metropol kentlerde kurulan devrimci/demokratik Ermeni dernekleri, Anadolu kent ve köylerinde de yavaş yavaş çoğalıyordu. 1880’lerin sonunda, İran ve özellikle Rus sınırından yayınlarla birlikte silahlar da getirilmeye başlanmıştı.
Ermeniler’de gelişmekte olan demokratik ulusal bilinç, 1880’lerde artık ulusal demokratik devrimci ve sosyalist örgütlerin ortaya çıkmasına zemin oluşturmuştu. “…Sosyalizm ve milliyetçilik düşünceleri, Ermenilerin yerel Kürt eşkıyadan sürekli zulüm gören ve devlet tarafından yeterince korunmayan köylü hemşehrilerini koruma girişimleriyle birleştirirken.”(2) 1880’de Erzurum’da Anavatan Müdafaası, 1885’de Van’da Arwenakan, 1887’de Cenevre’de Devrimci Hınçak (Çan Sesi, 1909’da Sosyal Demokrat Hınçak Partisi adını aldı), 1890’da Tiflis’de ulusal devrimci komitelerin birleşmesiyle Taşnaksutyn (Ermeni Devrimci Federasyonu) adlı örgütler ve partiler kuruldu. Devrimci şiddeti de benimseyen bu örgütlerin hedefi, demokratik, reform ve bağımsız Ermenistan’ı kurmaktı.
“Öte yandan 1830’lu ve 1840’lı yıllarda Osmanlı yönetimi tarafından merkezileşme politikaları çerçevesinde Kürt beyliklerinin özerk yapılarına son verilip, aşiretlerin toprağa yerleştirilmesi kararı uygulanmaya konulmuştur. Bu süreçte göçlerle yerleşik düzende yaşayan topluluklar arasında süren gerginlikler, çatışmalar daha da artmıştır. Geleneksel hale gelen köy baskınları ve yağmalama olayları, haraç almalar bunlar arasındadır. Kafkaslardan Rus baskısından kaçıp gelen Müslüman göçmenlerin bir kısmı da bu yöreye yerleştirilmiştir. İç içe geçmiş yerleşimler oluşmuştur. Bu da karşılıklı çatışmaları beraberinde getirmiştir. Ermeni sorunu başlangıçta uluslararası diplomasiye Ermenilerin, Kürtlerin ve Çerkeslerin saldırısından korunması çerçevesinde dahil olmuştur.”(3)
Berlin Anlaşması’nda Ermenilerin korunması doğrultusunda alınan kararı, bazı Kürt aşiret reisleri kendilerine dönük tehdit olarak algıladılar. Bunlardan Şemdinanlı Şeyh Ubeydullah başı çeker. “Ermeniler Van’da bağımsız bir devlet kuracaklarmış ve Nasturiler de kendilerini İngiliz tebaası ilan edip İngiliz bayrağını yükselteceklermiş. Kadınları silahlandırmak zorunda kalsam da buna asla izin vermeyeceğim” diyerek, isyan bayrağını çeken Ubeytullah. Bölge aşiretlerden geniş tabanlı bir ittifak oluşturdu. Osmanlı yönetimi bu ittifakın bölgede zaten zayıf olan otoritesinin daha da zayıflatılacağını düşünerek müdahale ederek ve uzun uğraşlar sonucu bu isyanı 1881’de bastırdı. Ayrıca yine bu süreçte binlerce Süryani de Kürt ağalarınca katledilmişlerdir.
HAMİDİYE ALAYLARI VE TOPRAK GASPLARI
Bu gelişmeler Babıali için uyarıcı oldu. Kürtleri merkeze daha fazla bağlayarak asimile etmek, Ermeniler üzerinde baskı kurmak, Rusya ve İran tarafından gelecek tehditlere karşı ve Kürtleri Doğu cephesi dışındaki savaşlara da katmanın bir yolu olarak 1891’de oluşturulmaya başlanan. Hamidiye Alayları, Ermenilerin ağırlıklı yaşadığı altı ilde yoğunlaştırıldı.
“Bu hafif süvari alaylarının çoğunluğu Kürt’tür. 1892’de (alay sayısı) 40 iken 1899’da 63’e çıkar. Bir alay 500-1000 kişidir. Bir alayın kurulmasını sağlayan her aşiret belli sayıda adam verir ve komuta aşiret reisinde olur. Devamlı hizmette olmazlar ve ancak hizmetteyken maaş alırlar. Bu sisteme bağlı aşiretler silahlıdır ve diğer aşiretlere baskı yapıp hakimiyet altına almayı sağlayacak üstünlüğe sahiptirler.”(5)
Kürt aşiret reisleri, Hamidiye Alayları’nın sağladığı güçten aşiret çıkarları için de yararlandılar. “…bölge halkı da kaynaklar üzerindeki kontrolünü artırmaya çalıştı, bunun arka planında daha büyük küresel bir süreç olan toprağın ticarileşmesi ve buna bağlı olarak toprağın değerinde meydana gelen artış yatıyordu. Milislere yazılan Kürt reisleri devletin başka amaçlarla sağladığı destekle kendi gündemlerini yürütmek için elverişli bir konuma geldiler ve çoğu Ermeni olan komşularının topraklarına ve kaynaklarına el koydular. Bu büyük şema içinde daha zayıf Kürt komşular da risk altındaydılar.”(6)
Hamidiyeli reisler katliamlarla, tehditle, şantajla, göçe zorlayarak Ermeni köylülerin topraklarına el koyuyorlardı. O dönem bir Ermeni’yi devrimci ya da sempatizanlıkla suçlamak, toprağına el koymanın yollarından biriydi. Bunun, her durumda doğru olması da gerekmiyordu. Topraklara el koymak her zaman zorla olmuyordu. Bunun yasal yolları da vardı. Köylüler, ağırlaşan vergiler karşısında malını ya da hasadını ipotek ettirmek zorunda kalıyordu. Borcunu ödemeyince de satış yoluyla bunlara el konuluyordu. Bu yeni bir yöntem olmasa da bu dönem itibariyle Ermenilere karşı yaygın bir uygulamaydı.
Bazı bölgelerde devlet yöneticileri Ermenileri topraklarından söküp atma politikalarını destekliyorlardı. Ermenilerden boşalan topraklara Kürt aşiret mensuplarını ve Kafkasya’dan gelen Müslüman muhacirleri yerleştiriyorlardı. Yersiz yurtsuz kalan Ermeniler çaresiz Rusya başta olmak üzere başka ülkelere geçmek için izin almaya çalışıyorlardı.
Toprak meselesi, Ermenileri eyleme geçiren önemli konulardan biriydir. Aynı şekilde Hamidiyeli Kürt aşiret reislerini de harekete geçiren önemli motivasyonlardandı. Hamidiyeliler, çıkar sağladıkları sürece devletle hareket ediyorlardı. Çıkarları olmadığında ya da çıkarlarına ters düştüğünde pekala farklı hareket edebiliyor ya da devlet yöneticilerini aldatıp farklı yönlendirebiliyorlardı. Ermenilerin tasfiyesi, devletin olduğu kadar Kürt ağa ve beylerinin de işine geliyordu.
Topraklar için başlayan kavga, her iki tarafı da dönüştürerek Ermeni ve Kürt ulusal bilincinin gelişmesini hızlandırıyor, iki halk arasındaki çelişkinin derinleşmesine yol açıyordu. Bu da, çatışmaların yaygınlaşmasına ve sertleşmesine neden oluyordu. Eşkıyalar, Hamidiye Alayları ve devlet saldırıları kadar toprak sorunları da Ermeni halkını hızla örgütlenmeye ve mücadeleye sevk ediyordu. Osmanlı’da oyun çoktu. Binlerce yıldır yan yana ve iç içe barış içinde yaşayan iki ezilen halk olan Ermeniler ve Kürtler arasına düşmanlık tohumları ekiliyordu.
Berlin Anlaşması’na kadar Ermenilere dönük çete saldırıları daha çok eşkıyalar, kimi Kürt ağaları ve rüşvetçi yerel devlet yöneticileri eliyle yapılıyordu. Bunlara Kafkasya ve Karadeniz kıyılarından katliam, baskı, zulümle göçe zorlanarak Anadolu’ya gelmek zorunda kalan, bu yüzden de Hristiyanlara kaşı nefret duyguları besleyen Çerkeslerin bir kısmı da eklemek gerek. Berlin Anlaşması sonrasında ise saldırılar Babıali tarafından yönlendirilerek ve teşvik ediliyordu. Ayrıca askerler de bu saldırılarda aktif olarak yer alıyordu.
Hamidiye Alayları, ittihatçıların iktidara gelişinden sonrada isim değişikliğiyle varlığını sürdürmüş yeni Türk devletinin kurulmasıyla da dağıtılmıştır. Kürt isyanları patlak verince yeniden Abdülhamit ve ittihat geleneğine sarılan Kemalist iktidar 1924-’25 yıllarında çıkarılan köy kanunuyla Hamidiye milislerine benzer köy koruculuğu getirilmiştir. Ermenilere karşı olduğu gibi Kürt isyanlarına karşı da Kürt işbirlikçileri kullanılmıştır. 1980’lerin ortalarında Kürt ulusal devrimci hareket atılım yaptığında devlet zaman kaybetmeksizin aynı paslı silaha başvurdu. ’84-85’te çıkardığı yasalarla köy koruculuğu yeniden canlandırarak kurumsallaştırdı. Korucular, Hamidiye Alaylarının Ermenilere yaptığı saldırıların hemen hepsini Kürt yurtseverlerine yönelttiler. Katliam, kaçırma, işkence, işkenceyle öldürme, köyleri yakma, mallarını yağmalama ve topraklarına el koyma vb. Hamidiye Alayları’ndan devralınmış yöntemlerle çeteler, hala köy koruyucuları şahsında yaşatılıyor. Köy koruculuğunu reddetmek, Hamidiye Alayları’nın katliam ve saldırganlıklarıyla yüzleşilmeden yüzeysel ve içeriksiz kalır.
ANADOLU’DA KATLİAMLAR YÜZYILI AÇILIYOR
Abdülhamit, kabul etmek zorunda kaldığı reformları uygulamak yerine katliamlarla Ermenileri sindirme ve etkisizleştirme yolunu izledi. 1878 ve 1890 Erzurum, 1894 Sason (Sasun) 1895-96’da Ermenilerin yoğunlukla bulunduğu Kürdistan vilayetleri ve kimi başkaca Anadolu kentleri ve İstanbul; 1902 tekrar Sason ve 1909’da da Adana katliamları gerçekleştirildi. Yüz binlerce Ermeni ve Hristiyan katledildi. Bundan dolayı Abdülhamit “İstibdadın kanlı sultanı” Avrupa kamuoyunda da “Kızıl Sultan” olarak anılmaya başlandı.
Anadolu ve Mezopotamya’da yeni katliamlar asrı Ermeni katliamları başlamış; Süryani, Keldani, Bulgar, Rum, Kürt, Yakubi**, Ezidi ve Alevilere kadar ezilen halkların hepsinin maruz kaldığı bir devlet geleneğine dönüşmüştür. Abdülhamit’ten ittihatçılara, hemen Kemalistlerden AKP’ye 1878’de yeni çağın ilk Ermeni katliamı olan Erzurum katliamından Roboski’ye bir tarihsel süreklilik ve bağ vardır.
1877-’78 Osmanlı Rus Savaşı’nın andından Berlin Anlaşması’nın imzalanmasıyla Rus askerleri Erzurum’dan çekilince 80 bin Ermeni katliam riskiyle karşı karşıya kalır. Bu saldırılarda binlerce Ermeni katledilirken iki yıl sonra ise yine Erzurum’da bir katliam daha gerçekleşir.
Ermenilere yönelik 1889 Ekim’inde Diyarbakır çerçevesindeki köylerde Kürt ağalarının öncülüğünde yağmalamalar başlar. Ermeni ve Yakubi köyleri talan edilir, cinayetler işlenir. 1892’de Mardin Mutasarrıfı Enis Paşa’nın organize ettiği sabotajda Mardin Çarşısı ateşe verilir. Ağırlıkla Ermenilerin dükkanları yanar. Dükkanı yanan az sayıda Kürt ve Türk’ün de önceden haberdar olduğundan dükkanları boşaltılmıştır.
Yıllardır devletin baskısı ve zulmü, Hamidiye ağalarının ve eşkıyaların saldırıları altında bulunan Ermeniler, bir de çifte vergi ödemek zorunda bırakılıyorlar. Hem devlete hem de yerel Kürt beylerine vergi ödemek zorundadırlar. 1894’te çifte vergiye karşı başlayan Sasun ayaklanması dört bir yanda Ermenilerin coşkulu dayanışma eylemleriyle selamlandı. Ayaklanmada ve protestoların yaygınlaşmasında başta Hınçak olmak üzere devrimci örgütlerin önemli bir rolü oldu. Ordu ve Hamidiye Alayları’nın ortak saldırısıyla ayaklanma kanlı biçimde bastırıldı. Sasun katliamı Abdülhamid’i tatmin etmemiş olacak ki, Ermenilere “ders vermek” için katliamları yaygınlaştırma talimatı verdi. Ermenilerin yoğunlukla yaşadığı altı Kürdistan ili başta olmak üzere, Trabzon, Halep, Adana Ankara, İstanbul vilayetleri ve İzmit ve Zeytun kasabalarında katliamlar yapıldı. 1896 yılının sonlarına kadar aralıklarla süren katliamlarda toplam 200 ile 300 bin arasında Ermeni ve diğer Hristiyan halklarından yaşamını yitiren oldu.
İstanbul’da katliamları protesto eden Hınçak’ın öncülük yaptığı kitle, 30 Eylül 1895’te Babıali’ye doğru yürürken kitlenin önünü keserek elli Ermeni’yi öldürdü. Ardından, Abdülhamit’in ajanlarının kışkırttığı medrese öğrencileri ve esnafın saldırısında Ermenilerden iki bine yakını yaşamını yitirdi.
1896’da İstanbul’da Taşnak üyesi Arman Garo ismini kullanan Ermeni devrimci Karekin Pastırmacıyan’ın başında bulunduğu 31 devrimci, coğrafyamızın devrimci tarihine altın harflerle yazılması gereken cüretkar bir eyleme imza attılar. Pastırmacıyan ve yoldaşları devam etmekte olan Ermeni katliamının derhal durdurulması için Osmanlı Bankası’nı işgal ettiler. Askerin ve linç güruhlarının saldırıları boşa çıkınca devlet eylemdeki devrimcilerin bütün taleplerini kabul etti. 30 saat süren işgal; 27 Ağustos akşamı, günlerdir İstanbul’da devam eden katliam bıçakla kesilir gibi durunca sona erdirildi. İstanbul’da binlerce Ermeni’nin yaşamını yitirdiği bu katliam işgal eylemi sayesinde daha fazla büyümeden durduruldu.
Yapılanlar sadece katliamlarla sınırlı değil, zorla Müslümanlaştırma, kadın ve çocukların kaçırılarak “evlendirme” ya da “aileye katma” yoluyla asimile etmek; köle pazarlarında satma, mallarına ve topraklarına el koyla yağlama, yakma, yıkma, tahrip etme saldırıları katliamlara eşlik etti.
Saldırılar sadece Ermenilere yönelmedi, Süryani, Keldani ve Yakubilere de yönelmiştir.
Bu katliamlar sonucu “Yakubi topluluğu tamamen yok edilmiştir.”(7) Bu halk kültürüyle, inancıyla artık yaşamıyor. Sınırlı bir nüfusa sahip olması ve geriye hiç kimsenin kalmamasından dolayı pek gündeme de gelmemekte. Oysa, açıkça ve netlikle söyleyebiliriz ki, bir Yakubi soykırımı yaşanmıştır.
“Önce Türk birlikleri katliam amacıyla bir kasabaya geldiler daha sonra Kürt başı bozuk askerleri ve aşiretleri yağmacılık amacıyla geldiler. Nihayet ateş ve yıkımla katliam geldi ve kaçakları izleme ve temizleme harekatlarıyla o vilayetteki topraklara ve köylere yayıldı. 1895 yılının bu cinayetler kışında, Doğu Türkiye’deki yirmi kadar ilçede Ermeni nüfusunun büyük bir kısmının yok edildiğine ve mülklerinin tahrip edildiğine tanık olundu.”(8)
1895 katliamları Urfa’da genellikle Cuma günü (günümüze kadar birçok katliam veya katliam girişiminde olduğu gibi muhtemelen Cuma namazından sonra) boru çalarak katliamlar başlatılıyordu. Ve yine borunun çalmasıyla da katliamlara o günlük ara veriliyordu. Kurtulma umuduyla kilise ve benzeri yerlere sığınanlar, mekan ateşe verilerek kadın ve çocukların da içinde olduğu Hristiyanlar diri diri yakılarak öldürüldüğü örnekler az değil.
“Genç Ermenilerden oluşan büyük bir grup bir şeyhin huzuruna getirildiğinde şeyh onları sırt üstü yatırmış, el ve ayaklarını bağlamıştı. Daha sonra bir gözlemcinin deyimiyle Kur’an’dan ayetler okundu ve “Koyun kurban edilirken yapılan Mekke ayininin (Mecca Rite) ardından boğazlarını kesti.”(9)
Katliamlarda kılıç ve silahla doğrudan öldürmelerin yanı sıra işkenceyle yakarak, diri diri gömme, parçalayarak veya boğazını keserek öldürme gibi en insanlık dışı ve vahşi biçimlerinin de uygulandığını görüyoruz.
Bir diğer önemli unsur ise yukarıdaki örneklerde de gördüğümüz gibi egemenler katliam ve yağmaları meşrulaştırmak için dini bir araç olarak kullanmaktan da geri durmuyorlar. Sonraki katliam ve soykırımlarda da linç güruhlarını toplayabilmek için İslam’ın kullanıldığını biliyoruz. Çorum, Maraş, Sivas gibi yakın dönem Alevi katliamlarında da; bugün IŞİD ve El Kaide’nin yaptığı katliamlarda da benzer bir tabloyla karşı karşıyayız. Müslüman halklarının bu gelenekle yüzleşip kopuşması, sadece tarihle hesaplaşma değildir. Güncel, toplumsal ve politik sonuçları da olan acil bir görevdir. Katliamlarda İslam’ın kullanılmasının önüne geçilecektir.
Birçok kaynağa göre, Babıali’nin talimatı Ermeni katliamıdır. Ancak bir kere kıyıma dini motif giydirilince Müslümanları Hristiyanlara karşı kışkırtınca yerel yöneticiler, Hamidiyeliler ve bunlara katılan linç güruhları her zaman öldürdükleri kişi Ermeni mi değil mi ayırt etmemeye başladılar. Kaldı ki yerellerde çıkan çatışmaları ya da saldırgan tarafın yağmadan mal ve mülk edinme iştahı kabarınca kimin Ermeni olup olmadığını çok önemi de kalmıyordu.
Katliamlar, asimilasyon, kaçırma, köleleştirme, yağma ve mülklerine el koyma saldırıları sonrası Ermeni göçleri daha da yaygınlaştı. Ermenileri göçe zorlamak, Babıali’nin ve yerel Kürt aşiret reislerinin ve ağalarının ortak amaçlarından biridir. Babıali için göçe zorlamak, altı Kürdistan ilinde Ermeni nüfusunu seyrelterek reformları gereksiz kılmak, onları bir özerk ya da bağımsız Ermenistan’ın önüne geçmekti. Zira, Babıali, kabusla sonuçlan Balkanların ikinci bir baskısını Doğu’da yaşamak istemiyordu. Öte yandan Kürt aşiret reislerinin bağımsız Ermenistan korkularını, yanı sıra Ermeni göçleri onlara yeni topraklar sağlamalarının yolunu açıyordu.
KAÇIRMA KÖLELEŞTİRME ASİMİLASYON
Ermeni kadınlarının kaçırılarak Müslümanlarla zorla evlendirilmeleri, 19. yüzyıl boyunca yaşansa da özellikle Berlin Anlaşması’ndan sonra devletin desteğini alan yaygın bir uygulamaya dönüştü. 1894-’96 katliam döneminde ise kitlesel bir hal aldı.
“1894-’96 katliamları boyunca kadınların ve genç kızların Müslüman evlere kapatılarak zorla Müslüman yapılmak istenmesi, genç çocukların kaçırılarak Müslüman evlere alınması, basılan Ermeni köylerinde tüm halka Müslüman olmaları için baskı yapılması, erkeklerin toplu olarak zorla sünnet ettirilmeleri ve kiliselerin camiye çevrilmesi ve bazı durumlarda onlara ‘Hamidiye Camisi’ isminin verilmesi yaygın pratiklerdi.”(10) Din değiştirmeye zorlamalar Süryani, Keldani ve diğer Hristiyan halklarının da sorunuydu.
“Ermenilerin kiliseye doldurulmaları ve tek tek dışarıya alınarak Müslüman olmaları istenmesi bir başka yaygın uygulama idi. Müslüman olmayı kabul etmeyen kişi hemen orada öldürülmekteydi. Bu nedenle canlarını kurtarmak isteyen Ermeniler, Müslümanlığa kabul etmekten başka bir seçeneğe sahip değillerdi.” (11) Bazı durumlarda Müslümanlığı kabul etmeleri, hayatlarını kurtarmaya yetmiyordu, “yalandan din değiştirdikleri” bahanesiyle öldürülenler az değildi. Bu dönem yaklaşık 20 bin Hristiyan zorla Müslüman olduğu tahmin ediliyor.
Katliam döneminden sonra kendilerini güvende hissettikleri gelişmeler gördüklerinde Hristiyanlığa geri dönüşler oluyordu. Ancak Osmanlı’ya güvenmeyip verilen güvencelere rağmen açıktan Müslüman görünüp, Hristiyanlığı gizli olarak yaşamaya devam etme örnekleri de bu dönem ortaya çıkarak yaygınlaştı. Zira Hristiyanlığa dönmeleri halinde öldürülecekleri yönünde tehditleri alıyorlardı. Nitekim Hristiyanlığa döndükleri için öldürülenlerin sayısı az değil.
Kaçırılan kadın ve çocukların bazıları ise köle olarak pazarlanıyor, çalıştırılıyor, tekrar tekrar satılıyordu. Birkaç kentte geçici olarak köle pazarı kurulurken Halep’deki Bab-Nera çarşısındaki esir pazarı, 1908 devrimine kadar varlığını koruya gelmişti.
1890’LARDAN 1990’LARA TARİHSEL İRONİ VE PARALELLİKLER
1890’lar ile 1990’lar arasında öğretici ironiler ve paralellikler vardır. 1890’larda Anadolu ve Mezopotamya’nın Ermenileri ulusal demokratik haklar ve statü talebiyle bir uyanış ve mücadele içindeydiler. 1990’larda Kürtler ulusal direnişlerini devrim düzeyine sıçrattılar. 1890’larda Osmanlı devleti Ermeni ulusal demokratik direnişini bastırmak için katliam, sürgün, asimilasyon, işkence, kontra vb. akla gelebilecek hemen her yola başvuruyordu. 1990’larda da Türkiye Cumhuriyeti Kürt ulusal devrimci direnişini bastırmak için Abdülhamid’den geride kalmayacağını ispata çalışır gibiydi. Abdülhamid, Hamidiye Alaylarına ve hırsız, katil, tecavüzcü eşkıya çetelerine Ermenileri katletmesi için görev ve yol veriyordu. MGK’nın kumandasında Özal, Demirel, Çiller hükümetleri dönemlerinde ise kontrgerilla, JİTEM, Hizbullah ve korucular, Kürt ulusal devrimci direnişini ezmek için her yola başvurdu. Yüzyıl önce Ermenileri linç etmek için Kürtleri Türkler ve Çerkesler kışkırlırken 1990’larda linç saldırısının hedefi Kürtler, Aleviler ve devrimciler oldu.
1990’larda kent merkezlerinde devletin resmi ve gayri resmi silahlı güçleri, devrimci karargahlara infaz amacıyla baskınlar yaparlarken organize edilerek çevrede linç güruhları tempo tutuluyordu. 1896’da Ermeni devrimciler, Osmanlı Bankası’nı işgal ettiğinde asker kuşatması ve saldırısına linç güruhları aynı organizasyon ve aynı biçimde tempo tutarak eşlik etmişlerdi. Demek ki; Abdülhamid’ten Kemalist çömezlere ne gelenek değişmişti ne de zihniyet.
*93 Harbi’nin ardından Osmanlı ile Rusya arasında, 3 Mart 1878 tarihinde imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nın ağır yükümlülükleri ve Rusya’nın Balkanlar üzerindeki artan hakimiyeti üzerine 13 Haziran 1978 tarihinde İngiltere, Avusturya-Macaristan, Fransa, Almanya, Rusya ve Osmanlı Devleti arasında imzalanan antlaşma.
**Yakubiler, Batı Süryanileridir. Hz. İsa’nın tek doğası olduğunu kabul ederler. Edessa psikoposu Yakub’un adından dolayı Yakubiler olarak da anıldılar.
Kaynaklar 1) Hamidiye Alayları, Janet Klein, İletişim Yayınları 2) age. 3) Ermeni Sorunu Üzerine, Işık Kutlu 4) Öteki Tarih I, Ayşe Hür 5) Mardin 1915, Yves Ternon, Belge Yayınları 6) Hamidiye Alayları, Janet Klein, İletişim Yayınları 7) Mardin 1915, Yves Ternon, Belge Yayınları 8) Jenosid, Vahakn N. Dadrian, 9) age. 10) Ermenilerin Zorla Müslümanlaştırılması, Tamer Akçam, İletişim Yayınları 11) age.
0 notes
kubilaycicekdl · 4 years
Text
Ülkeler dürüst olsaydı nasıl olurdu 5 :
Türkler bizi döviyeeeeehhhhh
Bize soykırım yapiyeeeeehhhhh
Evet yanlış duymadınız! Işte mabat kaynaklı bilgiler burada! Bize soykırım yaptılar. Hatta eskiden hınçak mıdır? Taşnak mıdır? Nedir? Bizden bir kaç örgüt Osmanlı bankasına saldırı yapmıştı. Orada Türklere saldırmışlardı ve bankayı işgal etmişlerdi. En son anlaşma yaparak Fransaya kaçmışlardı. Zaten olaydan sonra Türkler ve Ermeniler birbirlerine girdi. Yüzlerce ölü oldu ! Bizimkiler isyan ediyordu adamlara. Adamlar da dediler ki YA YÜRÜYÜN LAN sizinle mi uğraşacağım! Bizi Suriyeye göç etmek zorunda bıraktılar. O süreçte bazı puşt niyetli insanlar yüzünden pek çok masum ermeni ve türk öldü! Bizde bunları fırsat bilerek soykırım yaptıklarını söylemeye çalışıyoruz. Fakat herifler kabul etmiyor! Etseler en azından toprak hakkı iddia edeceğiz ama hadi neyse... sağolsun diğer dostlarımız Avrupa devletleri, Amerika, Rusya neredeyse herkes bize bu konuda destek veriyor ama adamlar Azerbaycana yaptığım soykırımı hiç sorgulamıyorlar. Aslında beni çok seviyorlar.
Tumblr media
0 notes
mertnews · 3 years
Text
GEMİLERİ YAKIN ÜLKEYİ DEĞİL!
Tumblr media Tumblr media
24 Nis
1- Acıları paylaşmak, bir daha yaşanmasın demek ayrı Türk milletini nazilerle bir tutmak ayrıdır. #Tehcir sebep değil sonuçtur. #akp oluşturduğu mağduriyet ve kızgınlıkla akliselimi ortadan kaldırdı #erdoğan’a olan haklı nefretinizi #Türk tarihinden çıkarmayın.. #ErmeniSoykırımı
2- “Eski Said’in talebeleri üstadlarıyla şiddet-i alakaları fedailik derecesine geldiğinden, Van, Bitlis tarafında Ermeni komitesi, Taşnak fedaileri çok faaliyette bulunmasıyla Eski Said onlara karşı duruyordu, bir derece susturuyordu. Kendi talebelerine mavzer tüfekleri..+
3- bulup medresesi bir vakit asker kışlası gibi silahlar, kitaplarla beraber bulunuyordu” Tarihçe’den ahmet kurucan ve benzerlerinin okumama ihtimali yok. #Gülen’deki sağduyu hiç birisinde yok. #Erdogan’a nefret bir kavmi karalamaya döndü.
Beyler daha düne kadar ABD’li senatörlere ermeni soykırımını tanımayın diye mektuplar yazdığınızı unutmayın.
Beyler daha düne kadar ABD’li senatörlere ermeni soykırımını tanımayın diye mektuplar yazdığınızı unutmayın.
Efendiler gemileri yakın, ülkeyi yakmayın!
ÖS 4:26 · 24 Nis 2021·Twitter Web App
OSMANLI’YI TEHCİRE ZORLAMAK: 1915’TEN ÖNCE NE OLDU?
1 note · View note
huseyinerol3453 · 4 years
Photo
Tumblr media
Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na katılmasını fırsat olarak görmüşlerdi. Hınçak ve Taşnak komitelerinin öncülüğünde Anadolu’nun birçok yerinde isyan başlattılar ve Rusların işgal ettiği bölgelerde masum halka karşı katliama giriştiler. Kendilerine katılmayan Ermenileri bile öldürmekten çekinmediler. Ermeni komitelerinin “Kurtulmak istiyorsan önce komşunu yok et.” talimatı üzerine isyancı Ermeniler, eli silah tutan Türk erkeklerinin cephelerde bulunması ile savunmasız kalan Türk köylerine saldırarak katliam yaptılar. Van’ın Zeve köyünde olduğu gibi birçok köyün halkını çoluk çocuk demeden katlettiler. Kayseri’de, Maraş’ta, Muş’ta, Bitlis’te, Diyarbakır’da, Elazığ’da ve Van’da isyan ederek katliamda bulundular. Ayrıca Osmanlı kuvvetlerini arkadan vuran Ermeniler, Osmanlı birliklerinin harekâtını engellemiş, ikmal yollarını kesmiş, köprü ve yolları imha etmiş, Rusya’ya casusluk yapmış ve bulundukları şehirlerde isyan ederek Rus işgalini de kolaylaştırmışlardır. I. Dünya Savaşı’nın bütün hızıyla sürdüğü Çanakkale Cephesi’nde ölüm – kalım mücadelesinin verildiği bu dönemde, Osmanlı Devleti, Ermeni – Rus iş birliğini önlemek için birtakım önlemler almak zorunda kaldı. 24 Nisan 1915’te “Ermeni komite merkezlerinin kapatılması, belgelerine el konulması ve komite başkanlarının tutuklanması”nı bir genelge ile tüm komutanlıklara bildirdi. Bu genelge üzerine İstanbul’da Hınçak ve Taşnak komite büroları kapatılarak üyeleri tutuklandı. Ermenilerin, 1915 olaylarının yıl dönümü olarak andıkları 24 Nisan günü bu genelgenin yayımlandığı gündür. Alınan önlemler sonuç vermeyince 27 Mayıs 1915’te Tehcir (Göç) Kanunu çıkarıldı. Bu yasa ile Ruslarla iş birliği yaparak katliama girişen Ermeniler bulundukları yerlerde tehlike oluşturdukları için yaşadıkları illerinden güvenli bir Osmanlı toprağı olan Suriye’ye göç ettirildiler. Osmanlı Devleti, savaş içinde olmasına rağmen göç ettirilen Ermenilerle ilgili tedbir ve önlemler almıştır. Göç ettirilen Ermenilerin vergileri ertelenmiş, diledikleri eşyalarını almalarına izin verilmiş, yol boyunca saldırılara karşı korumak ve ihtiyaçlarının giderilmesi için memurlar görevlendirilmiş, can ve mal güvenlikleri sağlanmıştır. https://www.instagram.com/p/B8ZixriAG6J/?igshid=101sotmc9bcjw
0 notes
mimzedall · 4 years
Text
Korku ve Umut [Nihat Karademir]
Tumblr media
Sevgili dostum Nihat Karademir’in Korku ve Umut kitabı bilimsel bir eser niteliğinde. Uzun zamandır bu kadar ciddiyetle hazırlanmış, derli toplu, bilimsel disipline sahip, ayrıntılı bir araştırma okumamıştım. II. Abdülhamid dönemindeki Ermeni-Kürt ilişkileri üzerine yapılmış bu araştırma aslında ismiyle kendine haksızlık etmiş. II. Abdülhamid dönemine ait çok ayrıntılı bir fotoğraf vererek yüz yıldır gündemimizi meşgul eden Ermeni sorununu yüzlerce kaynaktan faydalanarak tüm ayrıntıları ile gözler önüne seren bir kaynak. Sadece Kürt-Ermeni ilişkileri değil, Osmanlı’nın son dönemine ait güzel bir çalışma.
Tumblr media
Eser 1800’lerin başlarından 93 harbine kadar olan tarihi süreci anlatarak başlıyor. Bu dönemde Ermeni kilisesinin oldum olası bir “Ermeni Krallığı” idealini canlı tutmuş olduğunu öğreniyoruz. Böylelikle Ermeni sorununun temelleri atılmış oluyor. Batıdaki milliyetçilik akımları ise daha geç geliyor Kürt ve Ermenilere zira bulundukları yer Balkanlara oranla daha uzak. Ermenilerin Fransızlarla da ilginç bir ilişkisi var, Katolikliği bir kısım Ermenilere benimseten Fransızlar Katolik-Ermeni cemaati oluşmasına önayak oluyorlar ve birçok Ermeni bu vesileyle Fransa’da eğitim alıyor. İngiltere’nin daha sonra Rusya’yla birlikte bölgede etkin olma mücadelesinde rakiplerinden birisi de Fransa. 1840’ta Kürt emirlikleri kaldırılıyor. Bu zamana kadar Kürtler ve Ermeniler arasında Kürtlerin yöneten tarafta olduğu pozitif bir ilişki var. Tanzimat sonrasında Osmanlı, Reşit Paşa yönetiminde, merkeziyetçi bir yapıya dönmek için çabalamış, bu süreçte Kürtler kazanımlarını kaybetmiş, Ermenilerse kazanmıştır. Uzun yıllar Ermenilerle Kürtlerin ortak bir şekilde yaşamaları Tanzimat’tan sonra Kürtler aleyhine, Ermeniler lehine bozulunca bir düşmanlık başlamış. Kürtler, Ermenilerin topraklarına el koymuş, onara karşı cinayet, talan gibi suçlar işlemişler. 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ermenilerin başkenti şikâyet yağmuruna tuttuğu görülüyor. Ermeni-Kürt gerilimi; Rus işgali sırasında Ermenilerin Ruslarla işbirliği yapmasının da zeminini oluşturmuş. 19. Yüzyılda Ruslarla yapılan savaşlarda Ermeniler, Rusları desteklemiş. Askerlik ya da casusluk faaliyetlerinde bulunmuşlar. Bu durum Ermenilerin sadık tebaa olmasının bu tarihlerden itibaren geçerli olmadığını gösteriyor. 19 yüzyıl aynı zamanda Ermenilerin ticari manada gelişimlerinin de hızlandığı bir zaman dilimi olmuş. Ülke çapında ticaretin ve zanaatkârlığın çoğunlukla Ermenilerin elinde olduğunu hepimiz biliyoruz. Türk ve Kürt unsurlar anlamadıkları bu işleri Ermenilere devrediyorlar bu süreçte. Yine aynı yüzyılda Ermenilerin eğitime büyük önem verdiklerini, kendi okullarında öğrencilerini eğittiklerini görüyoruz. “İlk matbaalarını 1512 yılında Venedik’te kuran ve ilk matbu Ermenice kitabı burada yayınlayan Ermeniler, yarım asır sonra, 1567 yılında, İstanbul’daki ilk matbaalarını da kurdular. 1833 yılında ise Kudüs Patrikhanesi bir matbaa kurarak “Sion” adlı bir periyodik yayınlamaya başladı. Ermeni toplumu, 1567-1923 yılları arasında İstanbul’da 131, taşrada 63 matbaa kurdu ve bu matbaalarda yaklaşık 598 gazete ve dergi basıldı. Bazı kaynaklara göre 1870 yılında İstanbul’da Müslümanların sadece 8 gazetesi varken 150 bin Ermeni’nin 16 gazetesi bulunmaktaydı. 19. Yüzyılın sonlarında Ermeniler tarafından dünyanın farklı merkezlerinde yayınlanan gazete ve dergi sayısı 246’ydı. Bu sayı 20 yüzyılın başlarında 724’e yükseldi. Sadece 18505 yılına kadar olan dönemde İstanbul’da basılan Ermenice kitap sayısı ise 525’tir.” 93 Harbinde Ermeniler, Rus yanlısı davanmışlar, hatta birçok Ermeni gidip Rus ordusuna gönüllü yazılmış, Osmanlı’ya karşı savaşmış. Bu dönemlerde, yöredeki yerleşik Kürtlerin Rus-İran sınırında 6-7 bin Ermeni’yi öldürmesi haberi var fakat öldürülenler sivil mi asker mi anlaşılmıyor. Meclis-i Mebusan’da Ermeni mebuslar var, Kürtlere karşı Ermenilerin korunmasını istiyorlar. Ayestefanos anlaşması Ermenilerin ilk defa dile getirildiği bir anlaşma (vilayet- sitte) olmakla birlikte bir dönüm noktası niteliğinde. Ruslar Ermenilere sahip çıkarmış gibi görünüyorlar fakat asıl niyetleri Ermenilerin Osmanlı içinde sürekli bir karışıklık unsuru olarak kullanılabilmesi. 93 Harbinden sonra bölgede İngilizlerin menfaatleri için attıkları adımlar var. İngilizler bu tarihten sonra bölgede oldukça etkin bir rol oynuyorlar, Osmanlı’dan sürekli bölge için iyileştirmeler istiyorlar fakat 2. Abdülhamid’in politikaları çoğunlukla karşılarına çıkıyor. Bu dönemde Ruslar da, bölgede kurulacak bir Ermeni devletinin İngiltere’nin bir ileri karakolu olacağından endişe ederek Ermenilere karşı bir politika yürütüyorlar. Sultan Abdülhamid’in bu dönemde Ermenilere karşı bir politikası da isimlendirme ile alakalı. Ermeniler, Osmanlı toprağı üzerinde hiçbir vilayette çoğunluk olamamışlar. Hatırlarsınız, inkılap tarihinden, vilayeti sitte, altı vilayette Ermenilerin durumu gibi konuların Mondros ateşkes antlaşmasında kendine yer bulduğunu. Abdülhamid, ilgili bölgelerin Ermenistan olarak adlandırılmasına karşın yazışmalarda bu adlandırmanın kullanılmaması için kesin talimatlar veriyor, hatta bölgeyi Kürdüstan olarak adlandırıyor. Dönemin edebiyatında da Kürdistan adlandırmasına sıkça rastlanıyor. Yine bu dönemde yaşanan “Musa Bey Olayı” da Abdülhamid’in tavrını net bir şekilde ortaya koyuyor. Bir Kürt liderine yönlendirilen suçlamalara karşın sultan, ilgili Kürt beyini başkente çağırıp yargılatıyor. Yargılanma sonucu aklanan bu Musa Bey’i geri memleketi Muş’a gönderiyor. Batılı medyanın ve elçilerin tüm baskılarına rağmen adama ceza verdirmiyor. 1880’lerden itibaren yavaş yavaş Ermenilerin, dış kuvvetlerinden ümidini kestiklerini görüyoruz. Tam manasıyla kesmiyorlar fakat diğer Osmanlı azınlıklarına göre daha kısıtlı miktarda bir destek alacaklarını az çok anlıyorlar. Bu süreçte çeşitli örgütler kurarak kendi haklarını savunmak yoluna gidiyorlar. Örgütlerden en meşhurları Taşnak ve Hınçak. Benzeri yapılanmaların merkezi genelde Van, kısmen Erzurum oluyor. 1900’lerden itibaren de bu örgütlerin terörize olduklarını görüyoruz. Türkleri, Kürtleri ve kendileri ile işbirliği yapmayan Ermenileri hedefleyen bu örgütlenmeler işi Sultan Abdülhamid’e süikaste kadar vardırıyorlar. Bu dönemlerde Ermenilerin net olarak anladıkları bir şey de bölgedeki Kürt varlığının kendileri açısından önemi. Burada Kürtlere rağmen bağımsızlık Ermeniler için hayalden öteye gidemiyor. 1800’lerin sonlarından, 1894 yılından itibaren Ermeni isyanları, başta Sason isyanı olarak yaygınlaşmaya başlıyor. İstanbul’da yapılan gösteriler doğuda isyan olarak ortaya çıkıyor. Sason’da, bugün isyanda şehit olan komutanın adını alarak Süleymanlı olan Zeytun’da isyanlar çıkıyor. 1894-1896 arasında Kürt-Ermeni çatışmaları yoğunluk kazanıyor. Van, Erzurum, Bitlis, Muş, Antep, Maraş, Sivas, Urfa, Birecik, Diyarbakır, Harput, Sivas, Malatya ve Arapkir Ermeni nüfusunun yoğun olduğu ve çatışmaların yaşandığı bölgeler. Çatışmalarla ilgili muhtelif rivayetler var. Van, Erzurum, Diyarbakır, Urfa… vilayetlerinde değişik zamanlarda değişik çatışmalar olmuş ve her iki taraftan yüzlerce insan öldürülmüş. İngiliz kaynaklarına bakılınca çatışmaların Müslümanlar tarafından başlatıldığı, Osmanlı kaynaklarında da Ermeniler tarafından başlatıldığı yazıyor. Karademir, her iki tarafın da iddiaların tarafsızca aktarmış burada. Sultan Abdülhamit’in bu dönemlerdeki politikası da dikkat çekici. Avrupa’daki toprakların elden gideceğini anlayan padişahın Anadolu’ya önem vermesi, Ermenilerin yaygın bir unsur olduklarını görerek bir Ermeni ayrılıkçı hareketinin Türkiye’yi paramparça edeceğini ileri görüşlülükle tespiti takdire şayan. Bu açında Sultan’ın siyasi dehasına da hak ettiği teveccühü göstermiş yazar Nihat Karademir. Dönemin hadiselerinden çeşitli örneklerle daha detaylı bir şekilde de Abdülhamid’in politikaları gözler önüne serilmiş. Ermeni ıslahatını desteklediği için sadrazam azledecek kadar titizlikle konuya yaklaşıyor Sultan. Bu dönemdeki Ermenilerin, Kürt kıskançlığı yaptığı çeşitli beyanları da aktarılmış kitabın 2. Abdülhamid politikalarını aktaran kısmında. Hamidiye Alaylarının kuruluşu da satranç tahtasının en değerli hamlelerinden birisi ayrıca. Herkesin Ermeni özgürlüğünü konuştuğu bir dönemde kurulan Hamidiye Alayları kuruldukları yerler açısından aynı zamanda bir iç politika enstrümanı olarak da kullanılmış. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Sultan 2. Abdülhamid’in Ermenilerle ilgili, saltanatı devrinde uyguladığı politikalar olmasa idi bugünün Türkiye coğrafyası çok farklı olabilirdi. 600 sayfaya yaklaşan bu hacimli eserle ilgili aldığım notlar bu kadar. Tabi ki ilgililerin satır satır okuması gereken bir eser. Kitap, uzunluğuna karşın çok kolay okunan-kendini okutan bir eser. Bütün ayrıntılar çok derli toplu bir şekilde ve kaynakçalarıyla sunulmuş okura. Türk Tarih Kurumu’nun eserlerini, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Osmanlı Tarihi’ni ve kurumun diğer kitaplarını anımsattı bana. Olayları taraf olarak değil, objektif bir şekilde vermesi çok önemli. Dönemle ilgili belki de her eser taranmış, İngiliz, Fransız, Osmanlı, Ermeni yüzlerce kaynaktan faydalanılmış. Nihat Karademir meslek olarak akademisyen olmadığı halde bu eseri bu kadar titizlikle hazırladığı için fazladan bir takdiri de hak ediyor. Çıra Yayınları tarafından basılan eser 2015 yılında çıkmış. Read the full article
0 notes
intigammamedow · 5 years
Text
Rufat Gürel :"Ermenilerin toretdiyi cineyetler min bir kitaba sığmaz"!
Rufat Gürel :”Ermenilerin toretdiyi cineyetler min bir kitaba sığmaz”!
Söz konusu Ermeni söz konusu Van olunca binlerce Ermenilerin türettikleri vahşetler bir filim şeridi gibi geçiyor gözümün önünden.Gerek ailesinden Ermeni vahşetini yaşayan birisi olmam gerekse gerekse olaya vakıf 35 yıllık bir tarihçi olmam yüreğimi daha çok incitiyor.
Tumblr media
Rufat Gürel 
Ermeni Taşnak ve Hınçak çeteleri insan kasapları askere gitmeyen vergi vermeyen ticaret ve sanatla ülkenin…
View On WordPress
0 notes
turkiyeokuyor · 5 years
Photo
Tumblr media
(Tarihçiler geçmişi bugüne taşımayı severler. Devlet kuran milletlerin zamanla değişen sosyolojilerini devrin kaynaklarında da görmek mümkündür. O yüzden yazarken hep tarihe not düşüyormuş gibi hissederim. Sandıktan 4,5 yıl öncesine ait bir yazı buldum; belki günü okumaya yardımcı olur diye paylaşıyorum.)
BİR  CİNNET  CENDERESİNDEYİZ  HAYLİ  ZAMANDIR
2009’da Etiler’deki üniversiteye hazırlık öğrencisi Münevver Karabulut Cinayetiyle açığa çıkmaya başladı toplumsal yozlaşmamızın cinnet seansları. Cinayet ile cinnet sözcükleri aynı kökten doğmuş olsalar da bu olaydaki vahşete bakılırsa I.Dünya Savaşı’ndaki Taşnak ve Hınçak Çetelerinin katliamlarını aratmaz. Tek fark; ammenin katli değil ferdin katli yani toplu katliam değil tekil katliam.
2013 Gezi Olayları’nda ..............; http://xn--trkiyeokuyor-dlb.com/surmanset/bir-cinnet-cenderesindeyiz-hayli-zamandir/
0 notes
hetesiya · 5 years
Link
Tam Gezi günleri, Paramaz ve Hınçak Partisi üyelerinin idam edildiği Beyazıt Meydanında onları anacağız ilk kez. Yolda giderken, vazgeçildiği haberi geliyor. Saldırı olabilir diye. Anmayı daha güvenli saydıkları Taksim’e almak istiyorlar. “Ben gidiyorum!” diyorum, birkaç arkadaş daha katılınca, Taksim’den vazgeçiliyor. Saldırı falan da olmuyor! Bu yıl Paramaz ve arkadaşları, gömüldükleri Balıklı Ermeni Mezarlığında anıldılar. Paramaz … Ragıp Zarakolu: Sosyalistler 64 Rum Sürgününü ne zaman anacak? yazısına devam et →
0 notes