Tumgik
#aman atak
dyingenigma · 11 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
266 notes · View notes
newestcool · 1 year
Photo
Tumblr media
Vuvu Khonde for Gaultier Cyber Collection November 2022 Creative Direction Florence Tetier Fashion Editor/Stylist Georgia Pendlebury Makeup Artist Isamaya Ffrench Hair Stylist Jawara Casting Director Suun Consultancy  Newest Cool on Instagram
36 notes · View notes
Text
Tumblr media Tumblr media
model aman atak. cr
0 notes
distantvoices · 11 months
Text
Tumblr media
Aman Atak by Estévez and Belloso for Revue Magazine May 2023
286 notes · View notes
destinaa7-blog · 1 year
Text
Panik Atak Süprizi
Merhaba...... Hayatıma gelen yeni bir misafirsin sen.... Gelişini pek hoş karşılamadım... Ama sadece benim sana ev sahipliği yapmadığımı iyi biliyorum..... Yalnız değilim.. Bugüne kadar 3 kere uğradın bana... Her birinde kendimden geçtim. Hayatım durdu. İlk gelişinde köpeğimi gezdiriyordum..  Eve geldim... Bir sigara yaktım. Henüz çok sevdiğim birisini aniden kalp krizinden kaybedeli 1 hafta olmuştu. Aniden sol kolumdan giren bir uyuşukluk... Gözlerimde donukluk... Aman Allahım yoksa kalp krizi mi geçiriyordum??? Sarıldım o an telefona. Bir de ne göreyim yaşadığım tüm belirtiler birebir aynıydı kalp kriziyle. Yok ya dedim saçmalama.. Kişisel gelişimle oldukça fazla  ilgilendiğimden saçmalıyorsun bu sadece psikolojik bir tepki dedim. Attım elimdeki sigarayı arkadaşıma kahve içmeye gittim. Gitmez olaydım. Kahvemi yudumlayıp olayı anlatırken sanki birisi kalp atışlarımın sesini hoparlöre bağlanıp odaya vermişcesine tüm evi kapladı gürültü... Bayılma hissim hat safhada.... Ellerim ayaklarım uyuştu. Buz gibiydim.. Evet dedim ÖLÜYORUM!!!!! O an tüm hayatım akıp gidiyor gözlerimin önünden. Eyvah benim de sonum babam gibi mi olacaktı? O da aniden yok olup gitmişti hayattan... E daha mesleğinde çiçeği burnunda bir avukatken ben topraklamı kavuşacaktım? Ölümden korktuğum pek söylenemez naraları atan ben vasiyetimi söylüyorken buldum kendimi... Kaç bardak su içtim bilmiyorum... Geçmiyor beni ruhumu emiyordu adeta... Evet deliler gibi korkuyordum...... Kendimi acilde bulmuştum... Ortalığı birbirine katan hallerim hala dün gibi aklımda... Tüm acil inliyor ben kalp krizi geçiriyorum haykırışlarımla.... Her şeye bakıldı. Evet doktorun kanaati çok ciddi bir Anksiyete Atağı geçirdiğimdi.... Ne olacaktı şimdi? Bu durum saatlerce geçmedi... Kendimi bir türlü normale döndüremiyordum.... Biraz soluklanıp geri döneceğim......
4 notes · View notes
gamekoliknet · 12 days
Text
Silkroad Tabletler, Silkroad Tablet Rehberi ve Detaylı Bilgi
Tumblr media
Bu yazımızda siz Silkroad severlere Silkroad Tabletleri hakkında merak edilenleri yazdık. Detaylı, rehber tadındaki yazımıza buyurun.
Tumblr media
Silkroad Tabletler, Silkroad Tablet Rehberi ve Detaylı Bilgi Çoğunluk bilse dahi bilmeyenler adına faydalı olacağını düşündüğüm Silkroad Tabletlerin kullanımı konusunu elimden geldiğince açıklamaya çalışacağım. Öncelikle tabletleri tanıyalım. 3 renk tabletimiz bulunmakta ve bunlar; mavi, pembe, yeşil. - Yeşil: Bu renk tabletler uygun itemlerin altına sahip oldukları özelliğe göre bir değer ekler. - Pembe: Bu renk tabletler ise itemlerimizin değerleri ile oynamamızı sağlar.(Önce resetler aman dikkat!!!)  - Mavi: Bu renk tabletler uygun işlem yapıldığında belirli bir süre koşmanıza yarayacak bir tür iksir elde etmenizi sağlar. Gelelim Silkroad tabletleri nasıl bir işlem sonunda itemlerimize eklenebilir bir hale getireceğimize… Örneğin: Level 6 STR tabletin üstüne geldiğinizde Earth(level 6) 110 Water(level 4) 47 Fire(level 3) 63 Wind(level 2) 98 yazar. Bu elementleri daha önce toparladığınızı varsayıp devam ediyorum. "Y" tuşuna bastı��ımızda ekrana gelen pencerenin sol kefesine tabletimizi sağ kefesine ise örnek de verdiğim elementleri yerleştirip FUSE diyoruz. Bu olay sonucunda nur topu gibi bir taşımız oluyor. Bundan sonrasında ise "Y" tuşuna basıp açtığımız pencerenin üstten ikinci sekmesini seçip sol kefeye istediğiniz itemi(örneğimize göre 6 derece olmak zorunda) koyup tekrar fuse diyin.Eğer şansınız tutarsa ekranda minik bir parlama olacak ve bunun sonucunda eşyamızın altında mavi bir yazı belirecektir.
Assımılatıon Rate Ne? - Silkroad Tabletler
İtemlerinizi geliştirirken dikkat etmeniz gereken başka bir nokta da bu. Taşı yaptıktan sonra altında yazan "DEĞER". Bu değer ise güzel ise idare eder ise o taştan kurtulmanın yoluna bakın derim. Bu oran yükseldikçe "Kaş yaparken göz çıkarma oranı" yükselmek de. Yani silahınızda STR 2,INT 3 var. luk bir str taş bastığınızda yapılan işlem olumlu dahi olsa str ve int değerlerini yada diğer blue yazan değerleri değiştirebilir. Gelelim bu taşlar ne işe yarıyor; - Str:Eklendiği item giyildiğinde Hp(can) artar. - Int:Eklendiği item giyildiğinde Mp(mana) artar. - Master:Eklendiği itemde durability(dayanıklılık) artar. - Strike:Silahınızın atak rating'ini arttırır. - Discipline:Eklendiği itemde blocking parry ratıo artar. - Penetration:Kalkanın critik parry ratıo sunu arttırır. - Dodging:Eklenen itemin parry ratıosu artar. - Stamina:Str gibi eklenen item giyildiğinde yazan miktar kadar Hp(can) artar. - Magic:Int gibi eklenen item giyildiğinde yazan miktar kadar Mp(mana) artar. - Fogs:Aksesuarlara (yüzük,küpe,kolye) donma süresini azaltan bir özellik ekler. - Air:Aksesuarlara (yüzük,küpe,kolye) elektrik şoku süresini azaltan bir özellik ekler. - Fire:Aksesuarlara (yüzük,küpe,kolye) yanma süresini azaltan bir özellik ekler. - Immunity:Aksesuarlara (yüzük,küpe,kolye) zehirlenme süresini azaltan bir özellik ekler. - Revival: Aksesuarlara (yüzük,küpe,kolye) zombie olma süresini azaltan bir özellik ekler. - Steady:İteme steady ekler.Taş ve elixir basımı sırasında durabilty nin çok düşüp itemin patlamasını engeller. - Luck:Tableti yokdur.Lucky olan itemlerin parçalanmasından elde edilir.Eklendiği iteme taş ve elixir basımı sırasında şans sağlar. - Immortal:Item Mall den para ile alınan bir taş. - Courage:Silahın fizik atak gücünün yüzdeleri ile oynayan bir tablet. - Warriors: Fizik destek değerinin yüzdesi ile oynar. - Philosophy:Silahın büyü atak güzünün yüzdeleri ile oynayan bir tablet. - Meditation:Büyü destek değerinin yüzdesi ile oynar. - Challenge:Silahların critical değerleri ile oynayan güzide tablet - Focus: Silahların atak rating değerinin yüzdesi ile oynayan tablet. - Flesh: Üst başınızın fizik defans gücünün yüzdesi ile oynar. - Life: Üst başınızın fizik destek güc yüzdesi ile oynar. - Mind: Üst başınızın büyü defans gücü yüzdesi ile oynar. - Spirit: Üst başınızın büyü destek değeri ile oynar - Agility:Block ratio değeri ile oynar. - Training:Takıların fizik atak koruma oranı ile oynar. - Prayer:Takıların büyü atak koruma oranı ile oynar. Ve şimdi mavi tabletler; - Drug of breeze:Hızlı koşmayı sağlar (25% arttırır 1800 saniye süresince) - Drug of wind:Hızlı koşmayı sağlar (50% arttırır 1800 saniye süresince) - Drug of gales:Hızlı koşmayı sağlar (75% arttırır 1800 saniye süresince) - Drug of typhoon:Hızlı koşmayı sağlar (100% arttırır 1800 saniye süresince)
Silkroad Tabletler Nasıl Kullanılır?
Tumblr media
Peki, bu Silkroad Tabletler nasıl kullanılır? Arkadaşlar serverler açıldığından veri denemelerim sürüyor ve sonuç almaya başladım size sürek ilerledikçe daha detaylı bilgiler vereceğim yalnız iki önemli noktayı size söylüyorum. Yeni alchemy olayı ne sandığınız kadar basit ne sandığınız kadar zor ama bir o'kadarda ucuz!!! Öncelikle elimde 4. segment ve 5. segment (degree) tabletler bulunmakta. Ancak bu tabletleri silahınıza basamıyorsunuz maalesef. Bunlar ile elementleri birleştirip, tabir yerindeyse, kendi elixirimizi kendimiz üretiyoruz... Öncelikler elementler; sırasıyla Earth, Water, Fire, Wind ve bunlar kendi içerisinde classlara ayrılıyor... Monsterlardan düşürdüklerimiz bu elementleri içerisinde barındıran materyallerdir. Bunları general shoptan aldığımız void rondo potu ile ayırıyoruz. Yalnız, pottan biraz fazla alın. 100 tane kadar… Diyelim ki monsterdan bir stone düşürdünüz özelliklerine baktığınızda şuna benzer birşey yazar; - Earth element 1st 5 unit - Water element 2nd 1 unit - Fire element 1nd 2 unit - Wind element 5th 6 unit Öncelikle degre ve ünitler tamamen farklı olabilir. Peki bunlar bize neyi verir? Bu bilgiler bize o stone taşında earth elementinden 1. class (degre) 5 adet element çıkabileceğini aynı şekilde 2 class water elementinden 1 adet çıkabileceğini, 1. Class fire elementinden 2 tane çıkabileceğini ve son olarak 5. Class (degre) wind elementinden içerisinde 6 adet element barındırdığını gösterir.... Bunlardan ne kadar toplarsanız o kadar iyidir, hiç fark etmez...
Elementleri Taşlardan Ayırma İşlemi - Silkroad Tabletler
Tumblr media
"Y" tuşuna basarak alchemy i açıyoruz, ilk bölümde sol tarafa trader den aldığımız void rondo potunu sol tarafa koyuyoruz (baya fazla olsun potun adedi) sağ tarafına da gelişi güzel düşürdüğünüz materyalleri doldurun ne oldukları hiç önemli değil... all fuse diyin ve işlemi başlatın...dikkat: ayırma işleminde mutla çantanızda yeteri kadar boş yer olsun yoksa ya işlem başlamaz yada yarıda kesilir... İşlem sürdükçe elementler bir bir ayrılacak ve çantanızda görünmeye başlayacaktır. Elementlerin classları ve ne olacaklarını zaten önceden biliyoruz çünkü düşen materyallerin üzerinde yazıyor yukarıda açıklamıştık. Peki bunlar ne işe yarayacak? Monsterlardan nadiren düşürdüğümüz tabletler clas clas düşüyor benim elimde 4. clas ve 5. clas tabletler var sie 5. clas tabletin bir ss sini veriyorum; Burada bize hangi class ve hangi elementten ne kadar toplamamız gerektiği yazmaktadır burada yazana göre bir elixir üretebilmemiz için, (tabletten tablete değişir) - Earth element'inden 5. clas 80 adet - Water element'inden 5. clas 20 adet - Fire element'inden 2. clas 208 adet - Wind element'inden 2. 52 adet toplamamız gerekmektedir. Bu elementleri topladığımızda aynı şekilde tekrar alchemyi açıyoruz, sol tarafa bu kez tabletimizi koyuyoruz ve sağ tarafta 4 adet boşluk beliriyor burayada topladığımız sayıda 4 elementi yerleştiriyoruz. işte herşey buraya kadar fuse dediğimizde bize muhtemelen elementlerden birini içeren tek bir elixir verecektir. Ben henüz yeteri kadar toplayamadım ama az kaldı. Sizde bu şekilde elementleri dizerseniz karışıklık ve problem yaşamazsınız. sonuca ulaştığımda mutlaka bilgilendireceğim şimdilik buraya kadar bol şans Silkroad Tabletler ve Detaylı Rehber yazımızın sonuna geldik. Umarım faydalı bir yazı olmuştur. Bizi takip etmeyi unutmayın. - Minecraft Zırh Askısı Yapımı, Minecraft Rehber, Minecraft Nasıl Yapılır? - En Yeni Zombi Oyunları, Indie Oyunlar ve Dahası Read the full article
0 notes
atpesinde · 2 years
Text
Acaba o gün panik atak mı geçirmiştim, küçük, aman neyse
11 notes · View notes
zeynebsahn · 4 years
Text
Geçiyor değil mi,
Zor günler, bitmeyecek gibi gelen seneler, bunalımlar, ataklar, diş çıkarmalar, odada yalnız kalamamalar, yemek yememeler, kafasını duvara vurmalar.. Hepsi geçiyor değil mi?
Annelik deli işi. Ya çok gençken bir bebeğe sahip olmalı ya da hiç olmamalı. Gerçekten sabır işi inanın. Hani klişedir hep derler bir gülüşü yeter diye.. Bir sene aralıksız durmadan ağlasa, 10 sene boyunca dişleri çıksa, 5 sene atak dönemi olsa yine de bir kez gülümsese her şeye değer. O uykusuzluğa, o asosyalliğe, o sinir krizlerine,hepsine ama hepsine değer. Yeter ki şu küçücük dudakları kıvrılsın da o yeni yetme iki dişi görünsün diyorsun. Dedim ya annelik deli işi.
O ateşlenmesin, onun canı sıkılmasın, o üzülmesin, aman o taş onun ayağına değmesin diye diye bir gün bir bakıyorsunuz delirmişsiniz. Baya hemde böyle huni takma seviyesinde. Sizden başka hiçkimse ona iyi bakamayacakmış gibi geliyor. Bir bardak suyu bile sizden başkası içiremez gibi hissediyorsunuz.
Hele bir de yalnızsanız. Ailenizden uzaksanız. Her şey daha da zor oluyor.
Bilmiyorum niye ama bir kez de ben dökeyim istedim içimi.
41 notes · View notes
eskibirhirka · 4 years
Text
Kent switch'in artık olmaması, nadir sigara içiyor olmama rağmen beni bir hayli üzdü. Bazı yerlerde eski stoklar henüz bitmediği için bulunabiliyor. Batu ile bir çok dükkanı dolaşıp en son tobacco shopta bulduğumuz için konuya hakimiz.
Batu demişken, o buraları okuduğu için pek bir şey yazmak istemiyorum fakat yazsam çoğu olumsuz şeyler olur.
Tüm hayatım boyunca kişilik bozukluğundan muzdarip bir embesil olduğum için psikiyatri, terapi ve antidepresan cehenneminde cayır cayır yandığım zamanlarda başladı bizim ilişkimiz. Bu tarz şeyleri sadece filmlerde görenler veya gerizekalı birilerinin "ağğbii ben de panik atak var yeeaa, bipolarım ben biliyon muuu? Of ağbbiieea depresyondayım." diyip de ağzını yayaya durumu çok matah bir şeymiş gibi anlatandan dinleyenler zannediyor ki çok farklı, harika, karizmatik bir durum bunlar.
Neysshheeee!
Ayrıca sevgiyi bilmeye değil hissetmeye ihtiyacım var yahu. Ulan bu hayata ev kedisi olarak gelmek varmış. Sürekli bi' başının okşanması, öpülme, bağıra sokulma... Yemin ediyorum hayatları benden güzel. Kedi kadar değerimiz yok ha!
Aman be! Ben gideyim de kendimi seve seve uyutayım. Kimseye de ihtiyacım yok! Zaten ne geldiyse başımıza "ben kendimi severim, ben kendimle ilgilenirim." demekten geldi. Ayarını kaçırdım bu olayın şimdi minicik ilgi görünce içim kıpırdıyor yeminle.
Allah'tan bir şey yazmadım olumsuz olur diye. Yazsam 32 dişini kerpetenle sökeceğim. Kemiklerini çatır çatır kırıp, kırdığım yerden öpeceğim ki geçti zannetsin. Komple ağdaya sokup vücudundaki her bir tüyü alacağım ki, kıl köklerine kadar inlesin kurban olduğum.
Şu an saat sabah 09.20 suları. 06.37 de çişe diye kalkıp uyuyamadım. Uyuyamadığım için melankolinin dibini sıyırmakla meşgulüm.
Sevgiyle kalın. 🌻
Ehe! ☺️
12 notes · View notes
kayip-yillar · 5 years
Text
Tumblr media
DEĞERİ 20 BİN LİRALIK KÖPEK!
Ben 1960 mezunu Muharebe Teknik Astsubay olarak kahraman ordumuza katıldım. 1967 ve 1970 yılları arasında bir tatbikat olmuştu. Tugay yeni teşekkül ettiği (kurulduğu) için benden başka “Mu. Tek. Asb.” yoktu. Alayda bulunan iki telsiz cihazından birini tugayın emrine gönderdim. Diğer telsizi de; taburun emrine girip tabur ile tugay arasında irtibat kuracaktım...
50 km mesafeye ayrılıp tatbikat mahalline geldik. Her iki telsizle de benim emir komutam altında irtibat sağlanacaktı.
Taburun avdet ettiği (geldiği) bölge çok korkunç dağlık olduğu için elimizde çok güçlü telsiz ile dahi irtibat kuramadık. Anten de çıkan RF (Radyo Frekans) dalgaları iyonosfer tabakasına çarpmadan dağlar arasında kayboluyordu. (İyonosfer, atmosferin elektromanyetik dalgaları yansıtacak miktarda iyonların ve serbest elektronların bulunduğu 70 km ile 400 km’lik kısmıdır.)
Taburdan mesaj çıktı. Tugaya kesin iletmemiz gerekliydi. İrtibat sağlanamadı. Tabur komutanıma gidip durumu anlattım:
“Komutanım bu sebeplerden dolayı tugay ile irtibatı sağlayamadık. Müsaade ederseniz mesajı yakınımızda bulunan jandarma karakolundan telefonla aktarayım.”
Tabur komutanı “telsiz aracı ile git” diye emir verdi. Telsiz monte edilen araçla telsizci asker, şoför ve ben hareket ettik. Karakola yaklaşınca 100-150 metre kala mesafede durduk.
Ben telsizin antenini, harita açıp tugaydaki telsize yönelttim. Telsiz operatörü askere “buluşun” diye komuta ettim.
Mesaj yanımda olarak da karakola yöneldim. Mevsim şartlarına göre Subay astsubay kısa kollu gömlek giyinmiştik. Yani yarı sivil görünümünde idik… Telsizden yaklaşık 50-60 metre uzaklaştım. Silahım üzerimdeydi ve ayaklarımda bot vardı… Derken yolun sağında otlar arasında siper almış kocaman bir köpek, avını bekleyen bir kedi gibi sinmiş bekliyordu. Ben ise mecburen önünden geçip karakola gitmek durumundaydım.
Kendi kendime hem ilerliyor hem de “bana saldırırsa ayaklarımda bot var, diş geçiremez; daha kötüsü canımı kurtarmak için çeker tabancamı vururum” diye düşünmeye başlamıştım.
Karakolun yakınındaki köpeğin hizasına geldiğimde tahmin ettiğim oldu. Köpek bir ok gibi var hızıyla üzerime seğirtiverdi. Ben de hazırlıklı olduğum için gelişine top karşılar gibi var gücümle ona bir tekme savurdum.
Meğer hayvan özel eğitim görmüş. Jimnastik topu gibi, düşer düşmez yeniden üzerime fırladı.
Aman Allah’ım aramızda korkunç bir boğuşma başlamıştı. O gırtlağıma atlıyor ben sağ tarafa düşüyorum. O kalktı ben kalktım. Ne sağ ne sol tarafa yatabildim. Bu sefer geriye bir yay gibi eğildim. Gözlerimi o korkunç canavara dönüşen köpekten ayırmıyordum.
Köpek hamle yapıp o iri dişlerini tam gırtlağıma saplayacaktı ki elimde olmadan, açılan ağzına yumruğumu teptim.
Bu arada karakoldaki asker yetişti. Köpeği tuttu. Beni kurtardı. Ama ben artık zıvanadan çıkmış korku ve öfkenin zirvesinde aklımı şuurumu kaybetmiştim. Elime silahımı aldım. Askere “Kenara çekil ben bu köpeği vuracağım” dedim. Namluya da mermiyi sürdüm.
Asker hem köpeği tutuyor hem de haykırıyordu:
-Komutanım bu köpek karakolu eşkıyadan koruyor. Eğitimli köpek. Değeri yirmi bin lira. Bir asker gibi yemeği çıkıyor, kaydı var!
O zaman benim maaşım 400 lira idi. Kendimi frenleyip iç geçirerek karakola geldim. Benzim kül gibi olmuştu. Askerler anında haberdar olmuşlardı. Derken karakol komutanı Astsubay arkadaş da duymuş geldi, “arkadaş verilmiş sadakan varmış. Bu geçen gün de bir sivile böyle saldırdı, gırtlağını parçalamış hastaneye yetiştiremedik adamcağız yolda öldü” dedi.
Ben canım pahasına da olsa mesajı karakoldaki telefonla da olsa tugaya aktarmıştım...
Aradan yıllar geçti. Şoför Er Eğitim Alayı'ndan emekli olmuş komutanımız arkadaşlara bir veda yemeği verdiler. Komutanımız uzun yıllar kahraman ordumuza hizmet veren arkadaşlarımın unutulmaz anıları vardır” dedi. Ben de başımdan geçen bu olayı ayağa kalkıp aktardım. Bir alkış koptu. Subay ve astsubay arkadaşlar beni onore etti. Alay komutanımız ayağa kalktı ve “Ben bu astsubayımı kutlarım asker cesaretli olur, atak olur, hareketli olur, kendine diş geçirtmemiş” dedi.
Ben yılların ardından çok ama çok özlemini duyduğum sayın komutanıma en içten şükran ve saygılarımı arz ederim..
20 notes · View notes
bensutsevmem · 6 years
Text
Doğum Günü Yazısı’18
İyi ki doğdum.
Nasıl anlatsam, nerden başlasam… Koskoca 29 yıl geçmiş ulan hale bak gözümü açıp kapadım 18’dim, hop 25, sonra oha 29 derken bir sene sonra da hassiktir 30 bitti olacak işte. Şimdilik tam 29.
Bu yaş garip bir yaş oldu. Adeta kendime “iki ile başlayan yaşları geride bırakırken, çekilmemiş dert bırakmayayım” sözü vermişim gibiydi şerefsizim. Gerçi bu yaşlarda insana gereksiz bir farkındalık, saçma bir “kendimi bulmalıyım” yükü de geliyormuş, biraz da ondan oldu sanırım; hadi onu da hallet, bunu da düzelt, şunu da yoluna sok, şu da içinde kalmasın derken yine Eylül oldu.
Vay be. Neyse, başlıyorum yine.
Efendim dünya üzerindeki 29. yılım, mükemmel gittiğini ve artık son olduğunu zannettiğim bir ilişkinin kocaman bir panik atak sınavına dönüşmesi ve sonradan bu yaşın ilk altı ayını tamamen silip atmama sebep olacak akıl almaz saçmalıkta bir takım olaylar silsilesi ile başladı. Aslında yazıyı kafamda ilk oluşturmaya başladığım aylarda, bu yılın ilk altı ayını “bazı şeyler yazıya dökmeye bile değmiyormuş” diyerek atlamaya karar vermiştim ama sonra vazgeçtim; madem her şey bir amaç için yaşanıyor ve insana mutlaka bir şeyler katıyor o zaman bu dönem de beni ben yapan bir “şey” olarak kayıtlara geçsin.
Eylül ayı hatırladığım kadarıyla doğum günü kutlamaları ile geçti, inanın geçen yıl doğum günümü nasıl kutladığımı bile hatırlamıyorum, özel bir şey yapan olduysa affola, o sıralar Amerika’ya taşınan sevgilimin derdinden başka hiçbir derdim yoktu. Kendimi tamamen onun dertlerine adamış şekilde, aman o gittiğinde nasıl problemlerle karşılaşacak, aman ne zorluklar çekecek, ben taa buralardan ona nasıl destek olurum diye kafayı yemeye düştükten sonra bir adım öteye zıplayıp sevgilimin “sen de bunları kullanacak bunlarla yaşayacaksın” demesi üzerine kendimi excel tabloları üzerinden ev tahlilleri yapmalara, face-timedan salonumuza koltuk seçmelere, LCD televizyonun kaç ekran olacağına, yatak odası takımı koyu renk mi olsun yoksa açık mıdan, bu sehpa bu TV ünitesine uyar mıya, araba dört kapılı mı olsun, jeep mi olsun yoksa spor araba mı acaba gibi meselelere verdim. Sonrasında adapte olma ve yerleşme sürecini neredeyse hiçbir kararı tek başına vermek zorunda kalmayarak rahatça atlatan sevgilimin benden aniden uzaklaşması ile bu dertlerim son buldu. Bu yıl bazı insanlara kendimi ne kadar kolay kullandırttığıma ve bazı senaryolara nasıl gözü kapalı, körü körüne inanıp atladığıma ben bile şaşırdım. Tüm bu olanların sonunda, sonunda kendime saygı duymayı öğrendim. Anladım ki, insan kendine gerçekten saygı duymanın ne demek olduğunu ancak bu güne kadar hiç yapamadığını kavradığında öğreniyormuş.
Bunlardan çok daha önemlisi, bu dönem içerisinde en büyük derdim ve hatta belki de bugüne kadar yaşadığım en çaresiz, en akıl almaz ve en cehennem azabı durum, burada yaşadığım sıkıntılar ve yalnız kalmamın iyice tetiklediği panik atak ve anksiyete bozukluğum oldu. Bundan seneler önce bir MRI tetkiki sırasında kendini hissettirmeye başlayan ve bir önceki yazıda da bahsettiğim gibi bir uçak yolculuğunda bana merhaba diyerek o gün hayatımın 3,5 saatini cehennem azabına çeviren ve bundan önce yalnızca uçak yolculuklarında kendini hatırlatarak bu yolculuklarla başa çıkmayı bana öğreten bu muhteşem mental hastalık, Ekim ayı ortasından itibaren hayatımı iyiden iyiye esir aldı ve bu konuda bugüne kadar öğrendiğim her şeyi unutmama sebep oldu.
Daha önce yaşadığım fiziksel veya hayata dair herhangi bir problem gibi kolayca ve kendi çabamla çözülemediğini anlamamla, kendime derhal bir psikiyatrist ve bir psikolog bulup bütün aklımı iki kadına emanet etmem yaklaşık 4 günümü aldı. O günden sonra kendimi, bu iki kadına ayrı ayrı “ne olur bana yardım edin çünkü ben bu şekilde 13 saat boyunca Amerika’ya uçamam” diye yalvarırken buldum. Hayatımın en kötü 6 saatini ise, neredeyse bir yıl öncesinden planladığım ve hepinizin tahmin edebileceği gibi yapmayı canımı verecek derecede çok istediğim İngiltere yolculuğumdan önce yaşadım. Ben hayatım boyunca hiç, bir havaalanında “ben galiba o uçağa binemeyeceğim” diye ağlayarak yerlerde sürünmedim. İnsan beyninin kendi kendini alt etmesi, belki de gerçekten başa gelebilecek en çaresiz durum. Kendi zihnim, düşüncelerim ve beden bütünlüğüm adına tüm kontrolü bir zır delinin eline vermişim de uzaktan kendimi izleyip “vah zavallı kızcağız” diyormuşum gibi bir hissiyatı bir daha asla yaşamak istemem. Umarım, bir daha da yaşamam ama psikoloğumla geçirdiğim birkaç aydan öğrendiğim en önemli şey bunu bir daha yaşamaktan da korkmamam gerektiği oldu. Bu yıl öğrendim ki böyle durumlarda en önemlisi “Bunu bir daha yaşayabilirim, ama sorun değil, yaşarsam bunu tekrar alt edebilirim.” demekmiş.
Apar topar havaalanı eczanesinden aldığım bir uyku ilacı ile gittiğim İngiltere tatilim, aslında çocukluk arkadaşımın düğünü için olsa da, içinde bulunduğum bu saçma sapan ruh hali ve hayatımın geri kalanını oturup enine boyuna birlikte planladığım insandan kopmanın eşiğinde olmam sebebiyle düğün gecesi haricinde tamamen flu, anlamsız, mide bulantıları içinde, uykusuz, yediğim butternut squashtan tut içtiği Pimms’e hiçbir şeyin tadını almayarak ve her dakikası diken üzerinde geçti. Hayatım boyunca hiç, İngiltere’den keyif alamadığım olmamıştı. Gördüm ki, her şey gibi cidden bunun bile bir ilki varmış.
Düğün günü ise, hiç tanımadığım 45 yabancı insanın ortasında bile yaklaşık 20 dakika sonra ortamın göz bebeği, herkesin sağa sola çekiştirip bir şeyler anlattığı, dinlediği insan olabildiğimi gördüğüm anda öğrendim ki evet, kendim olabildiğimde gerçekten sevilebiliyorum.
İngiltere’den döneceğim günün sabahında kendimi 5 aydır kullanılmış olmanın hissiyatından ani bir kararla ayırmamın ardından omuzlarımdan büyük bir yük kalktı. Bu yaşımda tekrar tekrar anladım ki, ben belirsizlikle yaşayamıyorum fakat uzun vadeli planlar da hiçbir anlam ifade etmiyor ve kendi içimde bunu bir dengesini bulmam gerekiyor. 29 yaşımda, bu dengeyi bulmayı öğrendim.
Aynı zamanda, yaşayarak anladım ki ikili ilişkiler tamamen “göze almak ve gözden çıkartmak” ekseninde ilerliyor. Tek bir tarafın her şeyi göze alması ise hiçbir şeye yetmiyor. Sonrasında gördüm ki, insanın aynı sene içinde bazen bir şeyi, iki kere öğrenmesi gerekiyor. :)
Bu süreçte ben, tüm hayatımı, ailemi, işimi, arkadaşlarımı geride bırakma uğruna yaptığım Amerika’ya taşınma planlarıma el sallarken, hayatımdaki iki insan bana burada olabilecek en büyük desteği vermeye çalışarak, muhteşem bir Noel yemeği organize etti. 29 yaşımda bu olayla birlikte başlayan bir aydınlanma ile tekrar fark ettim ki, benim hayatımda gönül borcumu istesem de asla ödeyemeyeceğim bir sürü insan var.
Bu yıl öğrendiğim şeylerden bir tanesi de, ne kadar anlatmaya çalışırsam çalışayım insanların hala “bana bir şey olmuyor” sanmasıdır. Bu yaşımda, yaşadığım şeylerin yarattığı yükü etrafıma yansıtmamam sebebiyle dertlerimin hala ailem tarafından bile “hafif” addedilmesinin, küçük ya da büyük başımdan geçen kimine göre “saçma” olayların bende yarattığı çeşitli fiziksel, duygusal ve mental durumların yadırganarak sanki bile isteye yaptığım şeyler olduğu yargısının değişmeyecek bir tavır olduğunu öğrendim. Açık yüreklilikle söyleyebilirim ki, aklı başında hiçbir insan evladı bile isteye 48 kiloya düşmez ve kendini bu denli çirkinleştirmez. Her neyse.
29 yaşımda yeni yıla, öpüşerek girdim. İtiraf etmeliyim ki bu duruma en az sizin kadar, ben de şaşırmıştım.
Bu yaşımın Mart ayında muhteşem bir şey oldu. Açıkçası mucize diyemem, çünkü cidden uğraş gerektiren bir süreç sonrasında aniden davet edildiğim Londra’daki bir doğum günü partisine giderken geçirdiğim 4 saatlik uçak yolculuğu ile, panik atak problemine bir nokta koyduğumu fark ettim. Elbette böyle hastalıklar bir daha asla geri dönmeyecek şekilde şak diye bitmez ama o gün tam 2,5 sene sonra ilk defa, bir uçak yolculuğunu ilaçsız, sakin, kendinde ve hatta uçak yolculuğu bitecek diye üzülerek geçirdim. Bu yaşımda istesem de istemesem de insanın kendi kendini hasta etmesi dahil her kötü şeyin bir sonu olduğunu öğrendim. Şükürler olsun. Tabii Londra’ya ayak basar basmaz, bir önceki tatilin ne kadar kötü ve ne kadar boş geçtiğini de anladım ama bazen insan her şeyi kontrol edemiyormuş işte.
Bu yıl ben, Mert’in doğum günü partisinde pastadan çıkan Kate Moss ile dans ederek, kendi çıtamı kendi kendime arşa taşımış bulundum. İyi mi ettim, tartışılır ama ikinci Londra tatilim bu yaşımda başıma gelen en güzel anlardan biriydi.
Bu yaşın ikinci dört-beş ayı, yine farkında olmadan kendimi başkaları için heba ettiğim, saçma sapan bir kısırdöngüye dönüştü.
29 yaşımda bir gece nefes nefese bir yokuştan aşağı koşup bir adama dakikalarca sarıldıktan sonra, gitme demenin kal demekle aynı şey olmadığını öğrendim. Kurtarılmak istemeyen veya kurtarılmaya izin vermeyen insanlara yardım edemeyeceğimi ve hatta bazen bazı insanları kurtarmanın “iyilik” sayılmadığını zaten biliyordum ama bir insana bütün içtenliğinizle “seni kurtarmaya değil seninle boğulmaya geldim” bile deseniz bazen onlarla boğulmanıza, sonra yüzeye çıkmanıza ve sonrasında onlarla yüzmenize bile izin verilmeyebileceğini bu yıl öğrendim.
Bu yıl tam olarak, “Bir şeyi seviyorsan serbest bırak, dönerse senindir; dönmezse hiç senin olmamıştır.” ı yaşadım. İlk gün kapınıza kadar gelenlerin, çok değil 4 ay sonra beş dakika kendi kapısının önüne inmeyi bile teklif etmeyebileceğini öğrendim. Bir insanın hayatındaki yerinizden sürekli şüphe duyuyorsanız eğer, o hayatta hangi sıfatla olursa olsun aslında bir yerinizin olmadığını, yani kısacası emin olamamanın aslında emin olmak olduğunu öğrendim.
Bu hayatta bu yaşa kadar en çok anlayamadığım şeylerden biri “kendinizi affedin” olgusuydu. Yaptığım her şeyi kendi isteğim ve kararımla yapmışken ve sonuçlarına da bile isteye ve gerektiğinde seve seve gerektiğinde de sike sike katlanırken neden kendimi “affetmem” gerekebileceğini çok uzun süre sorgulamıştım ve bu yaşımda sonunda bu sorunun cevabını verebileceğim bir durum ile karşı karşıya kaldım. Hayatımda ilk defa vicdanım ile kendime olan saygım ve sağlığım arasında kalıp kendimi ve akıl sağlığımı seçtim ve sonrasında bu kararım yüzünden haftalarca kendi kendimi suçladım. Sonrasında da kendimi affetmeyi öğrendim. “Ben aslında iyi biriyim.” olgusunu insanlara anlatmaya veya kanıtlamaya çalışmanın boş olduğunu fark ettim ve sonunda “birileri de beni kötü bilsin bu hayatta” demeyi öğrendim. Hatta öğrendim ki, böyle dememe rağmen, o insanlar yine de beni kötü bilmeyebiliyormuş.
Bu yıl, anlayışlı olma durumunu bir sanat formuna çevirmenin ben dahil hiç kimseye bir faydasının olmadığını öğrendim. Bir duruma her iki tarafından bakıldığında, her iki tarafın da haklı olabileceğini tekrar gördüm. Biliyordum ki insan hiçbir zaman yanlış yerde, yanlış zamanda olmuyor ama tekrar gördüm ki, bazen, bazı durumlarda kimse kimseyi suçlayamıyor. Yine de içten içe biliyor ve inanıyorum ki insan, durum ne olursa olsun bir şeyleri gerçekten isterse, yapmanın bir yolunu buluyor. 
Kısacası, olmayacağı varsa olmuyor işte.
Sonuç olarak 29’umda, kalbimi açıp, duvarlarımı yıkıp, elini tuttuğum herkes önce elimi bıraktı sonra da bencilce ya onları yanımdan göndermemi ya da kendim çekip gitmemi bekledi. Kısacası hayaller kurduğum herkes beni hayal kırıklığına uğrattı ve ben hayal kurmaktan bu yaşımda vazgeçtim.
Bu yıl Nisan ayında yakın çevremden kimse ölmedi. Ama daha önemlisi, o ay mutlaka yaşaması gereken bir insan vardı ve o yaşadı.
29 yaşımda tüm bu kargaşanın içerisinde yemyeşil gözleriyle ruhumun içine içine bakan bir adam sayesinde, o bana kattığı şeyi fark etmese de, bu hayattaki en büyük defomun ne olduğunu öğrendim. Gördüm ki, herhangi bir yerde veya bir grupta istenmediğimi hissettiğim anda öyle bir hale düşüyorum ki etrafıma duvar üzerine duvar örüyorum ve sonra o duvarları yıkmaya bırak etrafımdakileri, benim gücüm bile yetmiyor. Üzerinde uzun uzun düşününce fark ettim ki, “istenmeme duygusu” yıllardır merak ettiğim “acaba babamla yaşadığım şeyler bende nasıl bir araz bıraktı” sorusunun da cevabıymış. Bu yıl acı da olsa bu sorunun cevabını da verdim.
Bu yaşımın son aylarında lise arkadaşlarım beni evlat edindi. Bu yaz belki hiç Çeşme’ye ya da Bodrum’a gidemedim ama her hafta sonu güneşi Kilyos’ta deniz kenarında dans ederek doğurdum ve gülerek batırdım. Öğrendim ki güneş, belli bir zaman sonra illaki doğuyor. :) Annemle bol bol tatil yaptım, yoga yaptım, güldüm, dans ettim. Ne yazık ki bu yaşımda, her yıl usanmadan çektiğim o meşhur “diren meme” fotoğrafını çekemedim. Akyaka’yla tanıştım. Nehrinin soğukluğundan, insanlarının sıcaklığına, rakının buzundan, ağaç gölgesinin serinliğine ve masmavi gözlerine bakmalara doyamadığım bir adamın saatlerce saçımı sevişine, ne kadar huzur varsa yaşadım. Bir de bu yaşımda öğrendim ki, arılara alerjim yokmuş.
Bir arıya basmamın ve zavallı yaratığın istemeden ölümüne sebep olmamın üzerine bu yıl, çok alakasız bir şekilde, insanların cidden bana önem verdiğinde bunu ister istemez gösterdiklerini ve hiçbir şeyin buna engel olamadığını öğrendim. Hiç kimse, hiçbir zaman aşırı yoğun veya aşırı kötü durumda veya elinden bir şey gelmez halde değil. İsteyen insan, her şekilde, “bir” şekilde seni önemsediğini sana göstermenin veya en kötü hissettirmenin bir yolunu buluyormuş ve bu, bir “ayağın nasıl oldu” mesajı kadar basitmiş. Bu yaşımda işte bunu, tam da olması gerektiği gibi, yaşayarak öğrendim.
Gittiğim bir tatilde tamamen kendi isteğimle yaşadığım kıpkısa, tek gecelik bile denmeyecek bir ilişki sonrası, bugüne kadar kimseyle “seks” yapmadığımı ve hep “seviştiğimi” fark ettim. Herkes adına seks derken ben inatla sevişmek dediğimde anladım ki, etrafımdaki insanlar bu olayı benden çok daha farklı algılıyorlarmış ve ben bugüne kadar tek seferlik bile olsa kimseye “öylesine” dokunmamışım. Bundan sonra dokunabileceğimi de sanmıyorum. 
Bu yıl, hala hiç yüz yüze gelmediğim ama tam 10 senedir tanıdığım bir adam şak diye ve şenliklerle, bambaşka bir şehirden uzanıp hayatıma tekrar dokundu. İyi de etti, insan bazen hem boş konuşabileceği hem de adam gibi sohbet edebileceği birden çok kişiye ihtiyaç duyuyor. Bunun yanında tam sekiz sene öncesinden bir insan da tekrar hayatıma girdi, içimde kalmıştı, iyi oldu. :D
Bu yıl hayatımda uzun süredir ilk defa, amaçsız kaldım. Fark ettim ki hayatta hiçbir hedefim, gayem, dileğim ve isteğim kalmamış. Baya, tamamen tükenmişim ve bir süredir rüzgarda yaprak misali sürükleniyormuşum. Boşluk duygusunun nasıl bir şey olduğunu bir kez daha öğrendim. Sanırım bu hissiyat her yaşta farklı bir şekilde vuruyor. Bu ruh halinden çıkmak adına, dünya üzerindeki 30. yılım için kendime derhal bambaşka hedefler belirledim ve elbette yine hiçbir şeyin planladığım gibi gitmeyeceğine adım gibi eminim. Olsun.
Bu yaşımda, henüz kendi insanlarımı bulamadığımı anladım. Bunun için başka bir ülkeye ya da şehre mi taşınmam gerekli, girmediğim ne kadar ortam varsa -kaldıysa- onlara mı girmem gerekli, bazı şeylere, olgulara, doğru veya yanlış bildiklerime bakış açım mı değişmeli, yoksa biraz daha mı yaş almam gerekli bilmiyorum. Bildiğim bir şey var, o da aramaya devam edeceğim.
Bu yılın sonlarına doğru kalbimi tamamen temizledim ve kendime yeni bir sayfa açtım. 29 yaşımda kadın erkek ilişkilerinden beklentimi “birinin evi olmak istiyorum”a indirgedim. 
Bu yıl tam iki Edis konserine gittim. Neden, çünkü ben verdiğim sözleri er ya da geç tutarım. Sonra uzun zamandır özlemini çektiğim bir ortama şak diye geri döndüm ve hiç tanımadığım insanlarla 40 yıllık dostlarımmış gibi kalkıp konserlere gittim, biriyle yalandan nişanlandım, bir diğeriyle neredeyse tam iki ay boyunca kesintisiz dertleştim, gülüştüm, sohbet ettim. Bir de bir sürü alt benliğim oldu, ama o uzun hikaye, sonra anlatırım. :lol:
--
Uzun lafın kısası 29 yaşımda yine kendimden çok etrafımdakilere hak verdim, başkaları için çabaladım, yerlerde süründüm, en büyük iç savaşımı bütün vücudum uyuştuğu halde bir minibüsten çığlık çığlığa inmemek için verdim, en büyük zaferimi bir uçakta ayık kafayla sırıtarak kazandım, çok güldüm, daha çok ağladım, neredeyse bütün dolabımı yenilemek zorunda kaldım, bir buçuk ay boyunca defalarca doğum günü kutladım, sayısız mum üfledim hatta bu yüzden insanlardan küfür yedim (PS: Size ne lan, istediğim kadar doğarım size mi sorucam? Hiç.), dışlandım, yalnız kaldım, eksik kaldım, bomboş kaldım, heves ettim, hayal kırıklığına uğradım, fazlasıyla dans ettim, yeterince uykusuz kaldım, haddimden çok para harcadım, yine hiç para biriktirmedim ve çalıştım, çalıştım, çalıştım.
Benimle tüm bu süreçlerden geçen, geçmeyen, yanımda olan, olamayan, beni her ne olursa olsun uzaktan da olsa seven herkese bir bir teşekkür ederim. Kadehimi önce size, sağlığımıza ve dertsiz başımıza, sonra kaybettiklerime, sonradan kazandıklarıma,  hiç kaybetmediklerime, hep yanımda olanlara, ben yaş almaya devam ettikçe asla yanımda olamayacaklara, kalbime sızanlara, sadece kalbimde kalanlara, hiç dokunamadıklarıma, kalbime dokunanlara, imkansızlara, hep yanımda istediklerime, hep yanında kalacaklarıma  kaldırıyorum. Hiçbirinize ne gönül ne vefa borcumu ödeyebilirim. Size olan sevgimi yeterince gösteremediğime ise eminim. İyi ki varsınız lan. 
30’da görüşmek üzere.
Dee.
7 notes · View notes
newestcool · 6 days
Text
Tumblr media
Aman Atak for Gaultier Cyber Collection November 2022  Photographer Vuvu Khonde Creative Directon Florence Tetier Fashion Editor/Stylist Georgia Pendlebury Makeup Artist Isamaya Ffrench Hair Stylist Jawara Casting Director Suun Consulting Newest Cool
29 notes · View notes
Text
Tumblr media
BAŞAK BURCUNDA DOLUNAY /FİKRİM DERYA DENİZ...
18 Mart istanbul saatiyle; 10:17 de Başak Burcunun 27 derecesinde bir dolunay yaşayacağız. Dolunayın yükseleni İkizler ve bu burcun yöneticisi Başak ile ortak olan Merkür, Balık burcunda . Balık burcunda, stelyum dediğimiz Güneş, Neptün, Jüpiter ve Merkür'den oluşan bir birikim var, pluto ise dolunaya olumlu açıda.Dolunayın sabian sembolü ise; "Gücü ele geçirmiş kel bir adam"Pekiii tüm bunlar ne demek?
İşin ucunda bir başak dolunayı varsa üstelik bir de pluto açılıysa içimizde birşeyleri düzene koymak,ayıklamak,toparlamak için yoğun bir dürtü hissederiz ancak gökyüzünde koşullar çok değişken ve dağılmaya açık. Bizi bu dolunay kurtaracak en güzel eylem tevekkül yani elimizden geleni yapıp, gerisini yukarı bırakmak nitekim bu dolunayın enerjisi kozmik şakacının yine devrede olduğu enerjiler taşıyor. Biz düşünüp taşınıp, doldurup boşaltırken zemin altımızdan kayabilir ancak dedim ya burda küçük bir şaka var. İşleri ilahi akışa bırakmayı becerebilen kazanacak, koskoca evreni mükemmel bir düzen ve nizam üzre kuran sistemden daha akıllı değiliz elbet. İçgözünüzü ve kulağınızı iyi açın, elinizden geleni yapın gerisini onun ellerini bırakın.
Bu dolunayda genel olarak:
-Rüyalar, eşzamanlıklar, semboller çok güçlü çalışacaktır mutlaka değerlendirin.
-İlahi ilham kapıları açık, yaratıcılık için kullanmaya bakın.
-Dua, meditasyon , yoga gibi tefekkür içeren her türlü eylem çok iyi sonuç verecektir.
-Arınmak, temizlenmek istediğiniz herhangi bir konuyla ilgili itekleyici enerjiler devreye girecektir.
-Somatik ve metabolik rahatsızlıkları tetikleyici görünümler mevcut dikkatli olun.
-Alkol, ilaç vs kullanımına dikkat edin.
-Bilmediğiniz yerlerde özellikle deniz ürünlerine ait gıda tüketmeyin.
-Ruhsal rahatsızlıkları olanlar özellikle paranoya, şizofreni gibi atak gösterebilir.
-Dolandırıcılıklara çok açık bir görünüm aman dikkat.
Dünya Genelinde:
Bu dolunayın Sabian sembolü başta da belirttiğim gibi "Gücü ele geçirmiş kel bir adam" yani Rusya, başlattığı bu savaşta önemli bir ilerleme kaydedebilir.
-Karadeniz ve Boğazlar ile ilgili konular daha fazla gündem olabilir.
-Türkiye barış için müzakereler kurmak isterken kendi komşuları ile ilgili gerginlikler yaşayabilir.
-Ekili alanlar ile ilgili kayıplar gündeme gelebilir. Tüm Dünya 'da enflasyon artışı devam edebilir.
-Toplu balık ölümlerine neden olacak olaylar yaşanabilir.
-Denizlerden gelecek felaketler gündem olabilir.
0 notes
distantvoices · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Aman Atak, Derrick Addai, Vuvu Khonde by Torso for Jean Paul Gaultier Cyber Campaign 2022
494 notes · View notes
menemennpastirma · 2 years
Video
youtube
Selim Işık ft. Hidayet Can Özcan - Panik Atak
Sözleri: Bekledim hayli zaman olmadı bir anlayan Bağırsam dursam aman derdim çok anlatamam Atlasam bir çatıdan dönüp olmaz bir bakan
İçimde durdu zaman yalnızlık koskocaman Bağırsam dursam aman derdim çok anlatamam Atlasam bir çatıdan dönüp olmaz bir bakan
İçimdeki sıkıntıyı bir köşeye atsam Odalarda bunalıpta camlara çıksam Şişeleri, kadehleri kırıp döküp saçsam Içip içip sapıtıp da bir köşede sızsam
Dereleri tepeleri denizleri aşsam Panik atak olup gidip doktora çarpsam Asansörde sıkışıp da çığlığı bassam Aralarda maralarda bi başıma kalsam
Bekledim hayli zaman olmadı bir anlayan Bağırsam dursam aman derdim çok anlatamam Atlasam bir çatıdan dönüp olmaz bir bakan
#müzik #şarkı #rock #türkçerock #hardrock #selimışık #hidayetcanözcan #panikatak
(Kaynak: https://youtu.be/6Ktwdy7fNjg)
1 note · View note
mentalnahigijena · 3 years
Photo
Tumblr media
Najveći broj naslova otpada na hvalisanje Vučićevim dostignućima i njegovom nesebičnom žrtvom za Srbiju i srpski narod ("Vučić ne da bankama da deru narod","Penzioneri: Hvala Vučiću što nas pazi!", "Vučića ne pljuju samo u vremenskoj prognozi!", "Vučićev plan za spas Srbije", "Vučić mi je spasao troje dece", "Boriću se za Srbiju bez obzira na cenu", "Udar na Vučića spolja i iznutra", "Vučić: Aman, ljudi, ostavite mi decu na miru!", itd.). Tabloid Objektiv je izbrojao i kako je na račun brata aktualnog predsjednika Srbije, Andreja Vučića, u "brutalnoj kampanji interesnih grupa", izneseno točno 6357 laži, iza čega stoji dio oporbe, i sve to "dok Srbija nezaustavljivo napreduje"...
Tumblr media
Posebna su cjelina naslovi zaduženi za revizionistički pogled na noviju povijest i popravljanje imidža Srbije ("Mladić osuđen za genocid zbog greške u prevodu", "U Srebrenici nije počinjen genocid", "Istina o granatiranju Dubrovnika"). Ujedno su, po potrebi, i u službi zatezanja odnosa s prvim susjedima ("Pederi i satanisti vladaju Crnom Gorom", "Milo hoće Crnu Goru bez Srba", a valja primijetiti i kako je "Ustaško ludilo!" relativno čest naslov, neovisno o povodima iz same Hrvatske; odnosno, bilo da je riječ o nekom konkretnom "ustašovanju" besprizornih likova s margina ovdašnje političke scene ili se uredništvo naprosto, eto, u trenucima naročite kreativnosti ili dokolice, prisjetilo zlodjela iz doba NDH).
Tumblr media
Posebnu maštu urednika koji rade na naslovnicama tabloida bude tekstovi na temu "raskrinkavanja" svjetskih urota protiv Srbije, SPC-a i samog Vučića ("Stranci su planirali da Vučić umre od srca", "Operacija infarkt još traje!", "Udar na Srbiju na 7 frontova", "Kap otrova u ručak Vučiću!", "SPC mora da nestane zbog ova 4 razloga", "Lezbo atak sa Kosova na Srbiju", "Zapad Srbiji sprema crni septembar", "Sprema se jak udar na Vučića i Srbiju", "Vaskrsao srbomrzac", "Vučić im je kriv što je živ", "Ovo nas čeka do Nove godine: Satiranje Srbije u pet faza", "Milovi satanisti hteli da spale Srbe", "Srbija im smeta jer štrči po uspehu", "Vučiću spremaju krvav kraj", "5 ambasadora brutalno ucenjivalo Vučića", "Mafijaši, tajkuni i stranci pokušavaju da otmu vlast", a tu se zna provući i suptilna priprema javnosti na očito neizbježne događaje iz bliske budućnosti: "Ako ne priznamo Kosovo, uzet će nam RS i Vojvodinu").
Naravno, nisu baš svi na tom svijetu protiv Vučićeve Srbije, kako bi netko možda olako zaključio pregledavajući naslovnice tabloida (držali smo se onih iz ove kalendarske godine) čiji naslovi prečesto podsjećaju na loše stripove i jeftine krimiće s kioska.
Tumblr media
Ima i naslova koji slave – prijatelje Srbije. Naravno, to su oni koji naglašavaju bliskost i prijateljske odnose s Rusijom i jednako svemoćnim Vladimirom Putinom; kao i naslovi koji kroz obljetničko evociranje nekih važnih i uspješnih epizoda iz novije nacionalne povijesti imaju za cilj uzdizanje nacionalnog ponosa do nebesa ("Putin upozorio: Počinje napad na Srbiju", "Rusi raskrinkali zaveru: NATO pakt napada SPC u Crnoj Gori", "Vučić, Putin i Si spasavaju Srbiju", "Srpski gromovi obarali apače kao muve")...
Zbog svega ovoga, zapravo ne čudi što je društvena mreža Twitter prije dva mjeseca označila navedene provladine medije, na njihovim profilima, kao i ispod svakog njihovog posta, natpisom "Medij koji sarađuje sa Vladom Srbije“. Tu su "značkicu" na svojim Twitter profilima zaradili Kurir, Tanjug, Informer, Politika, Srpski telegraf, B92 , kao i RTS, Pink.rs, Televizija Happy te Prva TV...
Tumblr media
0 notes