Tumgik
#Yerel Yönetim
zonguldakpost · 2 years
Text
0 notes
cejna · 2 years
Text
Kocaeli İzmit, İklim Değişikliği Uyum Misyonuna seçildi
Kocaeli İzmit, İklim Değişikliği Uyum Misyonuna seçildi
Kocaeli’de İzmit Belediyesi, Avrupa Komisyonu tarafından hayata geçirilen İklim Değişikliğine Uyum Misyonuna tüm Avrupa çapında kabul edilen 118 yerel yönetimden biri olurken Türkiye’den seçilen 3 belediyeden biri olarak büyük bir başarıya imza attı. KOCAELİ (İGFA) – Avrupa Komisyonu’nun başlatmış olduğu ve Avrupa çapındaki tüm yerel yönetimler ve bölgelerin seçilmek için başvuru gerçekleştirdiği…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
startipt · 2 months
Text
KOCAELİHABER - SİLVER
Tumblr media
Kocaeli Haber: Bölgenin Nabzını Tutuyor
Kocaeli, Türkiye'nin en önemli sanayi bölgelerinden biri olarak dikkat çekerken, aynı zamanda da zengin kültürel ve sosyal yaşama sahip bir şehirdir. Kocaeli Haber, bölgenin en güncel ve en kapsamlı haberlerini okuyucularıyla buluşturarak, şehrin nabzını tutan önemli bir haber platformudur.
Kocaeli Haber, her gün yüzlerce yerel haber ve gelişmeyi takip ederek, okuyucularına en güncel bilgileri sunar. Şehrin farklı bölgelerindeki olayları, etkinlikleri, toplumsal ve ekonomik gelişmeleri titizlikle takip eder ve hızlı bir şekilde haberleştirir. Böylece, Kocaeli'nin güncel gündemini yakından takip etmek isteyenler için vazgeçilmez bir kaynak haline gelir.
Kocaeli Haberleri kategorisi, şehirdeki günlük yaşamla ilgili haberleri içerir. Bu kategoride, trafik durumu, hava durumu, yerel etkinlikler, kültürel etkinlikler, spor haberleri ve daha birçok konuda detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz. Ayrıca, şehirdeki önemli projeler, altyapı çalışmaları ve yerel yönetim faaliyetleri hakkında da bilgi sahibi olabilirsiniz.
Kocaeli Haberleri, sadece yerel haberlere değil, aynı zamanda ulusal ve uluslararası gelişmelere de yer verir. Böylece, okuyucuları hem şehir hem de dünya gündeminden haberdar eder. Bu sayede, Kocaeli Haber, geniş bir okuyucu kitlesine hitap eder ve farklı ilgi alanlarına sahip olan herkesin beklentilerini karşılar.
Kocaeli Haber, güvenilir ve tarafsız habercilik anlayışıyla, bölgenin en çok takip edilen haber platformlarından biri olmayı sürdürmektedir. Şehrin gelişmelerini anında öğrenmek ve güncel haberleri takip etmek isteyen herkes, Kocaeli Haber'in zengin içeriğinden faydalanabilir. Siz de Kocaeli'nin nabzını tutmak ve şehirdeki gelişmelerden haberdar olmak için https://kocaelihaber.gen.tr/ adresini ziyaret edebilirsiniz.
321 notes · View notes
baybaykus · 3 months
Text
👉Kısa bir durum tespiti…
👉Erdoğan 21 sene sonunda Tanrı sendromu kompleksi yaşıyor…
👉Siyasiler için 2 dönem şartı bu yüzden önemliydi…
👉Artık kendini durdurulamaz tüm gücü elinde tutan herşeyi kendi yaptığını zanneden bir kişilik bozukluğu..
👉Sevdiğine işine gelene ne istediyse veren sevmediğini ise hapishanelerde süründüren bir tek adam…
👉Artık korkudan kimse istifa bile edemiyor affını istiyor o ben kovdum sen istifa edemezsin diyor…
👉Yarattığı felaketi gören kaçıyor…
👉21 senede muhalefetin desteği ile Anayasa defalarca delindiği için artık AYM kararlarını bile sallamıyor.
👉AYM Başkanları zamanında kendi çıkarları önünde iki büklüm eğildikleri için şimdi ne saygınlıkları kaldı ne güçleri…
👉Erdoğan Şeriat istiyor ama gerçek şeriat gelirse kendi ve yakınlarda bayağı bir el kol kelle kesilir biliyor.
👉Tüm cumhuriyet birikimlerini babalar gibi satıp yediği için elinde sadece kendi çıkarına göre yorumladığı Din kaldı…
👉Tarikatlar, aşiretler emrinde ama biliyor ki en ufak zayıflık gösterse ilk kellesini isteyecek yine onlar olur.
👉Ve eğer kontrolü kaybederse yargılanacağını ve hesap vermesinin mümkün olmayacağını farkında…
👉Köprüden önce son çıkışı emeklilik seçeneği artık onun için yok.
👉Tek hayatta kalma şansı koltuğu bırakmamak. Ve bunun için ne gerekiyorsa yaptı yapacak.
👉Gözü hiç doymadığı için Arap özentisi hiç bitmedi. Petrol zengini araplar gibi bir yaşam yaşamaya çalışıyor ama para bitti ve artık borç bulmakta bile zorlanıyor.
👉Ortadirek tamamen bitmiş. Fakir açlık sınırı altında zengin yandaş ise ultra zengin…
👉21 yıl halkı uyutan arka planda el sıkışan muhalefet artık halka inandırıcı kurtarıcı gelmiyor…
👉Eğitim, TSK, Sağlık tüm kurumlara tarikatlar çökmüş…
👉Çok rahat tehdit ediyor çok rahat tutuklatıyor ve çok rahat ödüllendiriyor…
👉Mesela Her gece bir imzası ile Orman arazilerini satıyor ama delik büyük artık yetmiyor…
👉O artık kendini Tanrı olarak görüyor…
👉Benden önce havalimanı mı vardı yol mu vardı okul mu vardı gibi konuşmalar bunun yansıması…
👉Demokrasi seçim varmış gibi yaparak geldiği bu yolculukta yol ayrımına geldi…
👉Artık 21 yıldır silemediği Atatürk’ü ve Türkiye Cumhuriyeti temellerini oluşturan Anayasa ve değişmez maddelerinden kurtulma zamanı.
👉Ayrıca yaşlandı ve öyle seçim varmış gibi filan yaparak uğraşmak istemiyor.
👉Bu yüzden YSK ve tüm devlet kurumları elindeyken yerel seçimlerden çok güçlü çıkıp dini bazlı adı şeriat olmayan kolu kellesi kesilmeyecek kurucu devlet lideri olup ölene kadar devam edeceği bir dini yönetim şekli istiyor.
👉Türkiye İslam Cumhuriyeti adlı yeni bir devlet kurulup kurucu liderlik ne güzel olur değil mi?
👉Şeriat destekli konuşmaları, Milli Eğitim Bakanı ve Tarikatlar ile anlaşma yaptık sonra eğitim sistemini değiştirmeye hazırlanıyoruz gibi açıklamaları beraber okursanız neye hazırlandıklarını daha net anlayabilirsiniz.
👉Amacım kimseye umutsuzluk aşılamak değil. Amacım kimseye boş umut aşılamakta değil.
👉Amacım artık halkın kanser olduğunu kabul etmesi ve bu kanserin tüm bünyeye yayıldığını kabul etmesi.
👉Ancak teşhisi doğru koyarsak doğru tedaviye başlanabilir…
👉21 senelik kabusun finalini belirlemek tamamen halkın elinde.
👉Ya uyanıp bu leş adalet hak hukuk olmayan sisteme dur diyecek ya gelecek nesillere bir yıkıntı miras bırakacak…
👉Ve Atatürk’ün yıllarca önce bu halka hediye ettiği hakları kaybedecek ve belki bir yüz yıl daha geri alamayacak…
#cokusdonemi
Who dan alıntı
26 notes · View notes
beyinsizadamm · 3 months
Text
6 Şubat'ta ölenleri unutmayalım elbette ama unutmamamız gereken sadece can kayıpları, yıkılan evler, kaybolan şehirler olmasın. O konutlara imar affı verenleri, halkın çadırını halka parayla satmaya çalışanları, merkezi yönetimle yerel yönetim birlik olmazsa yardim gelmez diyenleri de unutmayın.
7 notes · View notes
onderkaracay · 11 days
Text
Tumblr media
🎯 BÜYÜK DEDEM YUSUF AĞA'NIN MERHAMET ANLAYIŞI 🎯
Yusuf Ağa Kars ili Çıldır ilçesi Suhara köyünde 93 harbi döneminde yaşamıştır.
O günkü yerel yönetim düzenine göre kendisi o bölgenin 'Gilavası'*olarak görev yapmıştır.
Kendisinden genetik olarak bizlere geçmiş bir ahlak anlayışı olarak yaşattığı bir merhamet hikayesi örneğini ilk kez paylaşmak istiyorum.
O günkü şartlarda toprak ağalığının hüküm sürdüğü bir zamanda yaşanmış bir gerçek olaydır.
Zaman zaman ağalar arasında hasmane tutumlar da yaşanmaktaymış.
Tarım ve hayvancılığa dayalı çok büyük maddi zenginlik içinde olmalarına rağmen adalet ve merhametten Türk töresi gereği vazgeçmemiş.
Baharda ekinler ekilirken hasmı olan bir Ağa'nın (isim vermeyi doğru bulmuyorum bir elin verdiğini diğer el bilmemesi gerektiği kültürünün ahlakı bunu gerektirir) tarlasını ekemediği Yusuf Ağa'nın dikkatini çekmiş.
Sormuş neden ekmiyor diye?
Tohum bulamamış ve bu sebeple tarlasını ekememiş.
Yusuf Ağa bunu öğrenir öğrenmez hemen tohum ayarlayın kendisine verin tarlasını eksin. Tohumu da kendisinin gönderdiğinin bilinmesini istememiş. Biz hasım olabiliriz. Çolunun çocuğunun suçu ne? Bizim ambarda tohum varken eğer bu yardımı yapmazsak yarın biz aynı yokluğun içine düşebiliriz diye kendisini uyarmak isteyenleri kibarca uyarmış.
Bu merhametin sahibi Yusuf Ağa hiçbir zaman günümüzde bize toprak ağalığından para ağalığına taşınadak büyük Türk ulusuna zulmeden ve bir bakkal ile yola çıkarak üllede bakkal bırakmayan zihniyete benzeyen ağalardan olmak istememiş.
Esat dedemden çok küçük yaşlarda dinlediğim bu yaşam dersini hiç unutmadım.
Yazarak, anlatarak gelecek nesillere de taşınmasının aracısı olmayı bir görev olarak bildim.
Türk ahlak ve merhamet anlayışını, dünyanın neresine gidersek gidelim, genetik bir değer anlayışı olarak yaşatırız.
Önder Karaçay
*Gilava : Vali, Kaymakam benzeri yerel devlet temsilcisi olanlara Gilava denir.
5 notes · View notes
seslimeram · 3 months
Text
Yıkıcılık
Tumblr media
Gündelik koşuşturmanın ortasında doğrudan keskin bir hat olarak yıkıcılık var ediliyor. Behemehal anlamlandırılan bir suretle önü alındığı bildirilen oysa gündelik yaşam hali, pratiklerini imkansız kılan her ne varsa o yıkıcılık ekseni üstünden sözüm ona didaktik bir var etme, anlatım gayretinde eyleme dönüştürülüyor. Her gün perişanlık, her yer karanlık, zifiri kapkaranlık. Bütünüyle bir bozgunculuk hali içinde her gün yurttaşın haklarının açık bir biçimde talan edilmesine devam olunuyor. Bir yönelim olarak hak ihlalleri eylemsellik olarak öne çekiliyor. Ne verili haklar, ne yazılmamış kural ve kaidelerden müteşekkil olan insanlık mefhumunun temellerindeki ihtimaller yerinde duruyor artık. Müştereklerimiz bu kesintisiz şablon içerisinde derdest olunuyor. Günlük yaşam pratikleri zora koşulurken bir hal, bir güzergah üstünde asgari bir yaşam istemi de derdest ediliyor anbean, her yerde. Muktedirin yeni ülkesinin temelleri tüm o primitif, pragmatist tehdit döngüsünü yeniden imal ederek, göz boyayan masalları aksettirip dururken korku filminin ta kendisini hakikat kılabildiği tahayyüllerle var ediliyor. Biçimsiz, mesnetsiz, yok yere değil aralıksız bir teslimiyet hali için durmadan hayata saldırıyor muktedir. Yenilendiği söylenen saha ve şu zeminde eskinin ta kendisi günbegün restore ediliyor. Bir örnek olagelen yıkım, terör, ekseninde yaşam bu saldırılarla birlikte kuşatılıyor.
Bir yerlerde birilerinin aldığı kararların herkesin hayatını etkileyebilmesidir mesele biraz daha açık bir biçimde. Yıkıcılığı keskin bir hat olarak yaşamın orta yerinde konumlandırır iken muktedir eyledikleriyle beraberce geriye dönülemeyecek olan katran karanlığının da temellerini sağlama alır. Bir gün şeriat çağrısıdır bu çıkagelen, bir gün her türlü yılışıklığı bünyesinde barındıran ekonomi politik yönetiminin arkası yarın kuşağına dönmüş siyaseti paravan kılan akçalı işlerinde. Devletlinin olur verdiklerinin milyonlarca dolarlık ranta ait pazarlarda boy göstermelerinden bu hali devamlılıkta okuyabiliriz. Bir başka halde şimdi o mimli televizyon ekranlardan, iki satır manili abuk sabuk bir tecrübe insanı diye anılan ve bildirilen bir şahsiyetin pavyon güzellemesine sahne olduğu yerde o muktedir olanların et pazarlarından pay kaptıkları yerin meselidir o yıkıcılığın işlemesi. Et pazarlarından tüm o silah, insan, uyuşturucu ticaretlerine bir biçimde kollukça yakalandığı kadar kenardan bir biçimde sümen altı edilerek götürülenlere, aralıksız bir yağmacılık halinin orta yerinde yıkım sıradanın gündelik yaşamına demirbaş kılınır. Yenilenmiş ülke tiradı aralıksız saha ve ekranlarda zikredilirken o yıkımın gündelik bir tahayyüle dönüştüğü zemin var edilir, hiçbir yere gitmeyen, ilerlemeyen, dönüşmeyen bir karanlığın ortasına demirlemiş ülke ol aralıktan görünür kılınır. Burasıdır mesele.
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Maraş merkezli depremin yıldönümü yaklaşırken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile İskenderun Devlet Hastanesi'nin açılış törenine katıldı.
Anadolu Ajansı'nın haberine göre, Hatay'da deprem konutlarının inşasının devam ettiğini söyleyen Erdoğan, "Çeşitli sıkıntılarla, meşakkatlerle karşılaşıyor olsak da hedefimizden asla kopmuyoruz. Amacımız mümkün olan en kısa sürede Hatay başta olmak üzere tüm depremzede şehirlerimizi yeniden ayağa kaldırmaktır" ifadelerini kullandı.
'Hatay’a Geldi Mi?'
Erdoğan'ın depremlerin en büyük yıkımı yarattığı Hatay'da “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı” demesi sosyal medyada tepki çekti.
Saymaz: Muhalif Adaya Oy Verecek Şehirlere Göz Dağı
Gazeteci İsmail Saymaz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu sözleri üzerine depremden etkilenen ve AKP'li belediyelerde olan illeri hatırlattı ve şöyle dedi:
"Erdoğan, belediyesi muhalif bir partide olan şehirlere “herhangi bir şeyin gelmeyeceğini” ilan ediyor.
Nerede söylüyor?
Depremin yerle bir ettiği, CHP’li bir belediye başkanı tarafından yönetilen Hatay’da.
Bu sözler yerel seçimde muhalif adaya oy verecek her şehre gözdağıdır.
Kahramanmaraş, Malatya ve Adıyaman’daki AK Partili belediye ile hükümet el ele ve dayanışma halinde değil miydi?
Neden bu üç şehrimiz de garip kaldı?
Geçen Kahramanmaraş’ta şehidimizin annesinin deprem çadırında yaşadığını görmedik mi?
O garip değilse…
Bu vatanda garip kimdir?
Belli ki yine bir sopalı seçime giriyoruz. İktidar muhalefetin elindeki büyükşehirleri geri almak için hizmet götürmemekle tehdit etmek dahil, hemen her yola başvuracak.
Bir toplumun başına gelebilecek en büyük felaket, doğal afet değildir.
Adaletsiz ve zalim idaredir."
Muhalefete yönelttiği eleştirilerin yanında bir de çağrı yapan Erdoğan, sorumluluğu paylaşmaya davet etmiş ve şu ifadeleri kullanmıştı:
'İktidarın Eksiği Varsa Bunu Muhalefet Tamamlayacak'
"İktidarın eksiği varsa bunu muhalefet tamamlayacak. Belediyenin yetişemediği yerde merkezi hükumet devreye girecek. Resmi kurumların zorlandığı hususlarda sivil toplum örgütleri sorumluluk üstlenecek. Hülasaten 85 milyon, asrın birlikteliğini sergileyerek, şehirlerimizi en kısa sürede ayağa kaldırmanın yollarını arayacağız. Nasıl eleştirebilirim demek yerine 'ben ne yapabilir, nasıl katkı sunabilirim?' anlayışıyla bu meseleye yaklaşacağız. Bunu başardığımızda, hedeflediğimizden de çok kısa sürede depremin izlerini sileceğimizden şüphe duymuyorum.
Bugün buradan şu samimi çağrıyı yapmak isterim; Türkiye'deki muhalefeti, deprem konusunda polemik yapmak yerine vicdanlı, insaflı ve sorumlu davranmaya davet ediyorum."
Hatay'da 80 binin üzerinde bina yıkılmıştı.”
Yıkıcılık gündelik hayatın orta yerinde her nasıl var ediliyor, birinci elden can yakıcı bir örnek olarak baş efendinin sözleri zaten yeterince açıktır. Gayri resmi rakamlara göre en az beş yüz bin insanın canına mal olan bir deprem sonrasında, resmi rakamlarda tahribat bir yana, ilk kırk sekiz saatte devletin varlığının hiç edildiği / yok kılındığı bir zeminden iyilik var edilebilir miydi? Binlerce yurttaşın o iki, üç günlük sürede soğuktan can verdiği bir zeminde, salt öteki partiyi desteklediği için kurtarılmaktan alıkonulduğunun itirafını nasıl okuyabiliriz, başımız belaya girmeden! Merkezi yönetimin bir gölge gibi dayattığı hamleler, önyargılar söz konusuyken, insanların yaşam hakkını muhafaza etmek bir siyasi manevra hakkını doğurur mu? Bunca yalın bir halde, bir devletin en başındaki temsil sırf öyle arzuladığı için birinci senesini doldururken deprem ve sonrasında yaşatılanlar hiçbir ama hiçbir ders alınmaz mı? Bu kadar kötülüğü içselleştirip, yerel seçimler öncesinde bir kere daha aba altından sopayı çıkartarak, canlarından can çalınmış insanların yaralarına hiç merhem olunur mu, olabilir mi böyle bir şey! Tümüyle yıkıcılığı el üstüne tutarak bir ülkede kimsesizlerin kimsesi olunabilir mi? Baş amirin ortaya serdiği mutlak teslimiyetçi hal dışında on bir ilde yaşayan, sorunlarına çözüm bekleyen, halen barınma sorunundan ol gündelik yaşama geri dönüşü için rehabilitasyon ihtiyacını hisseden insanlara bu haller mi yardımcı olacaktır! Bütünüyle düşündürücü değil mi...
Abidin Yağmur’un Artı Gerçek’te yayınlanan haberidir: “Emek Partisi Mersin İl Örgütü, 11 ilde büyük yıkıma ve can kayıplarına neden olan Maraş depremlerinin yıldönümü dolayısıyla “Deprem ve Yerel Yerel Yönetimler. Emekçiler Ne Yapmalı” başlıklı bir panel düzenledi.
Panelde Hatay Tabip Odası Başkanı Sevdar Yılmaz Jeoloji Mühendisleri Odası Mersin Şube Başkanı Erkan Demir ve Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan izlenimlerini ve düşüncelerini paylaştı.
'20 Gün Sonra Köylere Gittiğimizde “Sonunda Devleti Gördük” Diyorlardı'
Dr. Sevdar Yılmaz, “İlk 3 gün biz devleti yanımızda görmedik ve terk edildiğimizi düşündük. Türk Tabipleri Birliği ve diğer derneklerle, sendikalarla beraber 2 tane koordinasyon merkezi kurduk. Her iki merkezde de revirler kurduk, seyyar ekipler kurduk. Kırsalda ulaşılamayan yerlere, 186 noktaya ulaştık. Kırsaldaki kimi yerlere on beşinci, yirminci gün gittiğimizde, üzerimizde TBB ya da Hatay Tabip Odası amblemi olmadığı için insanlar “Nihayet devleti gördük” diye bize sarıldılar” dedi.
'Hırsızı Yakalıyorsunuz, Polis Almaya Gelmiyor'
Hatay Tabip Odası Başkanı Dr. Sevdar Yılmaz depremin birinci yılında Hatay’daki durumu şöyle özetledi:
*Şu anda mahallelerimizin yolları tarlaya dönmüş durumda. Köstebek yuvasına dönmüş durumda. Derin derin çukurlar var. Bunlar hurda demir için yapılıyor.
*Ağır hasarlı, oturulmayacak durumdaki binalara orta hasarlı raporu veriliyor ve insanlara bu binalarda oturabilirsiniz deniyor. Birçok orta hasarlı binanın önünde satılık yazıları var.
*Aile sağlığı merkezlerinde sıkça elektrik kesintisi oluyor, dışarıda poliklinik hizmeti vermek zorunda kalıyoruz.
*Güvenlik zafiyeti halen devam ediyor. Sürekli hırsızlıklar oluyor. Hırsızlar yakalansa da aynı gün bırakılıyor, bir başka yerde yakalanıyor. Siz yakaladığınız hırsızı polise teslim edemiyorsunuz. Polis almaya gelmiyor.
*Hijyenle ilgili sorunlarımız var. Temiz suya erişimle ilgili sıkıntımız var. Deri enfeksiyonları çok sık görülüyor ve iyileşmiyor. Çocuk, genç, yaşlı herkeste görüyoruz bu sıkıntıları.
* İş sağlığı ve işyeri güvenliği için işyerlerini gezdiğimizde işçiler için hiçbir önlemin alınmadığını, işyeri hekimleriyle, iş güvenliği uzmanlarıyla hiçbir şekilde çalışma yapılmadığını gördük.
*Hatay’da köylerin en büyük ihtiyaçlarından biri çadır. 1 yıl sonra bile çadır ihtiyacı hâlâ tam olarak karşılanamadı.
*Aşılarla ilgili problemimiz var. Aşı yüzdemiz yüzde 50’lerin altında şu an. Birçok hastalıkta aşı oranımız yüzde 50’nin altında.
*Hatay’da şu an en değerli şey demir. Ne insan sağlığı ne yaşam ne doğa önemli değil. En çok değer gören şey demir.
'Deprem Öncesinde De Deprem Anına Da Deprem Sonrasına Da Hazır Değiliz'
Jeoloji Mühendisleri Odası Mersin Şube Başkanı Erkan Demir de “Bu süreçten çıkardığım 2 sonuç var. Biri denetimsizlik diğeri cezasızlık. Bakanlar, deprem sonrasında yaptıkları açıklamalarda ve resmi yazılarda orta hasarlı binaların da yıkılacağını söylediler. Aradan 2 ay geçti söylem değişti. Orta hasarlı binaları da onabilirsiniz. Yeniden kullanabilirsiniz dediler. Bu binaların çoğu aslında ağır hasarlı. Birilerine, ağır hasarlı binaları orta hasarlı gibi göstermek için rüşvet veriyorlarmış. Biz ölüme davetiye çıkaran bir toplumuz. Maalesef biz depremin öncesine, deprem anına ve deprem sonrasına hazır değiliz. Ama hazır olmak zorundayız. Biz deprem ülkesiyiz. Bunu eğitimle çözmekten başka çaremiz yok” ifadelerini kullandı.
Emek Partisi Genel Başkanı Aslan: Tehdit Dilini Kınıyoruz
Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Hatay’daki açıklamalarına tepki gösterdi.
Aslan, “Erdoğan dün Hatay’daydı. Depremin acıları henüz ortadan kalkmamışken söylediği sözler deprem kadar ağır ve tehlikeli şeylerdi. Merkezi yönetim ve yerel yönetimler birlikte çalışmazsa hizmet alamazsınız. Bunun Türkçesi şudur: Ya AKP’ye oy vereceksiniz ya AKP’ye oy vereceksiniz. Ya da AKP’ye oy vereceksiniz! Yani bizim belediyelerimize oy vereceksiniz, eğer bu tutum olmazsa depremin yaralarını da sarmayız, hizmet de vermeyiz, kaynak da ayırmayız. Muhalefetten belediyeleri kazanan olursa da onlara hizmet edebilecekleri koşulları vermeyiz. Bu kadar açık. Bir tehdit, bir şantaj politikasıdır. 89’da Özal da aynı böyle yapmıştı. Eğer elleri kolları belediye başkanı istemiyorsanız ANAP’a oy verirsiniz demişti. Sonra ANAP tarih oldu, Özal tarih oldu. Erdoğan’ın bu tutumunu bir kez daha kınıyoruz. Bu tehdit ve şantaj politikalarına müsaade etmemiz gerekir” ifadelerini kullandı.”
Yıkıcılık her nasıl var ediliyor, bütünüyle tanıklıklar zaten başlı başına bir meramı açık, aleni paylaştırıyor. Bir cerahat iklimi haline dönüşmüş olagelen yeni ülke tiradının tüm o ötesi / berisi bir kere daha ağır bir insanlık sınavına dönüştürülen Maraş depremleri sonrası ortaya serilen hallerle bariz kılınıyor. İnsanların yaslarına, acılarına, onca defa söz eylemlerine, imdat çığlıklarına rağmen daha depremin hemen ardından başlayarak ilk üç, dört gün yapayalnız kılınmalarından mesela bu mesel anlaşılabilir. Birinci yıl anmalarında ortaya çıkan kadük siyasetçilerin, yarayı görmek anlamak yerine tıpkı ol baş efendi gibi, kendi bildiklerini okudukları gezi programlarından görülebilir yıkıcılık. Yarayı imdat eden, bugünkü katran karanlığına isyana meram eyleyenleri göz ardı ederek evet bir tek bunu var ederek hangi güne varılabilir. Yıkıcılık sadece depremin sunduğu ve insan eliyle kotarılan hataların ardından çıkagelen bir mesel değildir. Milyonlarca insanın hayat haklarının, arda kalanların var ettikleri iyileştirme, yardımcı olma, dayanışma talep ve beyanlarına karşı kulakların tıkandığı bir zeminde hiçbir yere varılamayacak olduğu artık muhakkaktır. Bellek Gazetecisi, Kazım Kızıl’ın vizörüne takılan birkaç dakikalık kayıt zaten bütün o yıkıcılık ekseninden artakalanı da bildirecektir. Gökhan Zan’ın var ettiği meram bu yazının da anlatmaya çalıştığının sağlamasıdır. Oradaki öfkeyi inatla hâlâ anlamayanlar var... Yok edilmiş olanı fark etsinler diye daha ne etsin insanlar. Onca acının üstüne tek bir şey kalıyor: koca bir ah! O ah da bir gün birilerine hesap olur.... O ahlar bir gün bu ülkede karanlığın, kötülüğün karşısında yapayalnız kalanların buluştuğu bir çatı olarak hakkaniyeti bildirir. Bir gün hesabı sorulur... Bir gün...
Tumblr media
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Malatya – Emrah GÜREL – Associated Press – Los Angeles Times
2 notes · View notes
judasizm1 · 11 months
Text
Yapmayım diyorum ama birileri kendi sözleriyle yakalanıyor! Aptallar...
youtube
" (bla bla blaa...) Bu seçim sıradan bir seçim değildi... (bla bla blaaa) Bu seçim Türkiye için bir kader seçimiydi, bunu kabul edelim. Bu seçim demokrasi ya olacak ya da otoriter bir yönetim olacak.."
Aday olma dedik dinlemedin. Hem başarısızsın hem de yıllarca oy verdiğimiz o partide OTORİTER ve MONARŞİK bir anlayışla yönetime el koydun etrafındaki yağcılarınla.. Çıkmışsın birde 40-60 hesabı yapıyorsun! Utanmaz adam! %48 oy şahsına ASLA verilmedi, o oran akpden kurtulmak için verilmiş oylardı (sana rağmen!)..
Diyorsun ki "Genel Başkanlık bizim için önemli değildir. Bizim için üçünce sırada sıradadır.", "Her sandıkta en az üç kişi olacak." Siz demekki sandık güvenliği hakkında bu ulusa yalan söylediniz. Sarıgül çıktı "15 bin sandıktan ıslak imzalı tutanaklar bize ulaşmadı.."
"Kırsal bölgelerde CHP gerekli etkiyi gösteremedi." Hani diyordunuz ya "Her türlü önlemi aldık": YALAN! HEMDE KURUKLU YALAN! Sizin tek derdiniz muhalefette kalmak, hiçbir zaman iktidar olmayı düşünmediniz, başarı dediğiniz o büyükşehirler kazanımı da sizin sizin başarınız değil!. Ortaklarınız sizi satmaya başladı; yarın bir gün akp kökenliler mecliste akpyi desteklerse ki uzak bir ihtimal değil, ne yapacaksınız? Sizde çıkıp "KANDIRILDIM" mı diyeceksiniz?
İyi ve güzel adam olabilrsin ama lider değilsin! Israr etme, zorlama lütfen. Yoksa yerel seçimlere monarlşiyle yönettiğin parti hüsran yaşacak!.. Bu ısrarınızın bedeli olarak baraj altında kalmayıda göze almalısınız (gerçi o günde çıkıp, başardık diye havuç sallayacaksınız millete. Ama bu seçim gibi sonraki seçimlerde de SEN KAZANAMAZSIN!
Soruyorum: "Neden hala o koltukta oturuyorsun?"
7 notes · View notes
okumaodasi · 6 months
Text
GÖRMEDİĞİM ATIK BENİM DEĞİLDİR
Dünyada her yıl toplam 350 milyon tondan fazla plastik atık üretiliyor.
Tumblr media
Bazı mutsuz ve monoton ruhlar tarafından skiouros teriminin anlamının sadece “gölge-kuyruk” olduğu, ya kuyruğun sahibiyle hemen hemen aynı boyutlarda olduğu ve onu gölgesi gibi takip ettiği ya da kendisinin kabarıklığından, gerçek dışı yumuşaklığından kaynaklandığı iddia edilir. Ancak sincabın dinlenirken ve korkusuzken kuyruğunu her zaman bir şemsiye gibi sırtının üzerinde tuttuğu gerçeği bir yana, o bu dünyadaki güzel kibirlerden birine hayat verir.
Atık doğası gereği, ille de atık olması gereken bir nesne değil. Aslına bakılırsa hiçbir şey değil. Atık algısı bu nedenle göreceli. Atık bir amaca hizmet etmeyen veya artık istenmeyen nesne olarak tanımlanıyor.
Gözden çıkarılmış atık işlenebildiği takdirde ömrünü uzatabiliyor. Atığın döngüselliği onu dinamik kılıyor. Atık endüstriyel toplumların gelişmesinde büyük bir rol oynuyor.  Kurduğu uzun zincirle modern dünyanın en belirgin karakteristiğini yansıtıyor.
Tarihin akışındaki tüketici değişimi, modern yaşamda atığın önemini belirginleştiriyor. 18. yüzyıldan itibaren endüstrileşmiş toplumlarda artan tüketimi temsil ediyor. Bu nedenle atık modern toplumların tarihinde gölge-kuyruk olarak adlandırılıyor.
Atık, devasa miktarlarda üretildiğinde nasıl yönetileceği sorusunu doğuruyor. Atık yönetimi karmaşık bir görev olmakla birlikte dünyanın üzerindeki toksinleri temizlemek bir mecburiyet. Atık yönetim tesisleri, endüstriyel toplumların karaciğeri ve modern endüstriyel sistemlerin “sürdürülebilirlik” için sunduğu bileşenlerden biri. Her şeye rağmen etkili bir atık yönetimi için olmazsa olmaz gerekliliklerse fazlasıyla maliyetli. “Ülke ne kadar zenginse bu tesislere yatırım yapacak donanıma o kadar sahiptir,” düşüncesi son derece basit, kitlesel tüketimi kışkırtan uyarıcıların başında geliyor. Oysa atığın hatrı sayılır miktarı limanlara gönderiliyor. Bunun ardındaki mantık ve motivasyon, atığın gemilere yüklenmesinde öncü rol oynayan baskın güçlerin siyasi ve ekonomik temellerinde yatıyor.
Khian Sea ve Koko
Modern dünyanın endüstriyel toplumlarındaki kitlesel tüketimin bir kısmı “Gözden ırak, gönülden ırak” mantığını baskın kıldı. Atığın günlük hayatlarımızı doğrudan etkilemesine gerek yoktu. İstenmeyen bir şey için en kolay çözüm. Toksik ve riskli atık yönetiminde karşılaşılan zorluklar, endüstriyel ülkelerdeki aktörlere atığı gemiyle başka ülkelere gönderme çözümünü adeta altın tepside sundu. Atığın gemiyle sınır dışına yollanmasıyla sorun etkili ve ucuza giderildi. Döngüsü uzayan atık, küresel ekonomi ve siyaset sahnesinde kendine geniş bir yer buldu.
Toksik ve riskli atığın sınırötesi hareketleri, milyar dolarlık bir iş modeli ortaya çıkardı. Güney’de yoğunlaşan küresel ekonomik pazarda güçsüz konumdaki yoksul ülkeler, atığı gözden uzak tutma çözümünde ilk aracı haline geldiler. 1980’lerdeki iki olay, uluslararası manşetlere taşınmasıyla kamuoyunun gündemine oturdu: Khian Sea kargo gemisi pazarlığı ve Koko olayı.
1986’da Pensilvanya’nın evsel atıklarının yakılmasıyla ortaya çıkan 14 bin ton kül, lokal atık artışıyla mücadele etmek zorunda kaldığı için 1984’te tüm atık ithalatını sınırlayan New Jersey’ye dökülmek yerine, Khian Sea kargo gemisine yüklendi ve Bahamalar’a doğru yola çıktı. Yükünün boşaltılması yetkililerce reddedilen gemi bir seneyi aşkın süre kendine yeni bir durak aradı. Atığın 4 bin tonu, gübre olduğu iddia edilerek, Haiti’de bir kumsala döküldü. Greenpeace yetkilileri tarafından bilgilendirilen Haiti hükümeti, atığın geri yüklenmesini istese de Khian Sea çoktan demir almıştı. Geriye kalan 10 bin ton, Filipinler dahil birçok ülkenin atığı reddetmesi nedeniyle 1988’de denize bırakıldı.
Koko olayı ise 1987-1988 yıllarında İtalya’dan Nijerya’nın Koko kentine doğru yola çıkan 3.884 ton toksik atığın inşaat malzemesi olarak etiketlenmesi ve yerel halkın atık Koko’ya ulaştıktan sonra hastalanmasının ardından gündeme taşındı. Araştırmaların sonunda kargonun x-ray atığı, Norveçli Dana Cyanamid’ce üretilen metil melamin, birçok İtalyan üreticiden gelen dimetil ve etil asetat formaldehit gibi toksik atık içerdiği ortaya çıktı.
Hikaye, toksik atıkların Avrupa’da yeni destinasyon bulma girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından geminin 1988’de İtalya’ya dönmesiyle son buldu.
Atık ticareti işi ekonomik, politik ve sosyal bakış açılarını birbirine karıştıran karmaşık bir sürece işaret ediyordu ve dünya ölçeğinde sosyoekonomik eşitsizlik uçurumunu derinleştirdi.
1960’ların ortasında yeşermeye başlayan çevresel farkındalıkla odak eninde sonunda “çevresel adalete” kaydı. Yoksul ülkelerin çevresel olarak araçsallaştırılması endişesi 1980’lerin sonuna kadar devam etti. Bu devamlılık ırkçılık, sosyal adalet, insan hakları ve çevrecilik alaşımının bir araya gelmesine, bugün bildiğimiz adıyla çevresel adalet hareketine öncülük etti.
Toksik sömürgecilik söz konusu olduğunda, çevresel adalet hareketi kültürel çeşitlilik temeline dayanan çevresel adaletsizliğin yanı sıra zengin ve yoksul ülkeler arasındaki sosyal ve politik eşitsizliği de gün yüzüne çıkarmayı amaçlıyordu.
Toksik atık ticareti
1970’ler boyunca büyüyen çevresel farkındalıkla uyumlu olarak, küresel toplumun çevre koruma eylemlerinde belirgin bir artış gözlendi. Acil küresel eylem baskısıyla su ve hava kirliliği gibi çok sayıda olay basında yer buldu. Daha önce düzgün şekilde denetlenmeyen toksik atıkların ticareti konusu, sadece çevreyi değil insan sağlığını da korumak adına önemli bir meseleye dönüştü. Çevresel adaletsizliğin temel sosyal haklardan mahrumiyeti artırdığı ve ülkeler arasındaki uçurumu derinleştirdiği gerçeği iyice netleşti.
Toksik ve riskli atıkların gelişmekte olan ve endüstrileşmiş ülkeler arasındaki ticareti, elbette adil koşullar altında gerçekleştirilmiyordu. Dünyanın bölüştüğü finansal pozisyonlar, zamanın başlangıcından beri zaten asimetrikti.
Temelleri 1970’lerde Bretton Wood sisteminin çökmesiyle atılan 1980’ler resesyonu, ekonomik resmin ana karakterini oluşturuyordu. Resesyon daha az endüstrileşmiş bölgelerde devasa bir borç krizi olarak karşılık buldu. Bu krizden çıkış yolunun taşlarını da ABD Hazine Bakanlığı, IMF ve Dünya Bankası neoliberal yaptırımlarla döşedi. Sadece borç krizine değil, bölgesel ekonomik farklılıklara da çare olacak Washington Konsensusu, 1990’lı yıllara gelindiğinde eşitsizliği, çevresel hasarı ve sosyoekonomik yankıları artıran bir paradoksa dönüşmüştü.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)’nca 1989’da hazırlanan Basel Sözleşmesi, riskli atıkların sınırötesi hareketlerini kontrol etme ve bu hareketleri düzenleme tartışmasını 116 üye ülkenin dikkatine sundu. Konferans uluslara atıklarını yönetmeleri için harekete geçme çağrısının yapıldığı ilk resmi girişimdi.
Gelişmekte olan ülkelerin bu gibi atıklardan korunmasını, gelişmiş ülkelerin bu ticaretten sorumlu tutulmasını amaçlıyordu. Sözleşme, toksik atık ticaretinin sınırlandırılması açısından bir köşe taşı niteliğindeydi. Atık sömürgeciliği, bir kavram olarak ilk kez dillendirildi ve kayda geçti.
Sömürgeciliğe sömürgecilik demek
Çoğunlukla hükümetler ve sivil toplum kuruluşları aktörleri tarafından kullanılan “atık sömürgeciliği” kavramı, aralarında elektronik atık, kalıcı organik kirletici, endüstriyel atık, yetkisi alınmış gemiler, kentsel katı atık, radyoaktif atık ve diğer atıklar olmak üzere çeşitli zehirli ve riskli atığın sınır ötesinde imha edilmesi anlamında kullanılıyor. Bu kullanım, kardeş kavramlar da doğuruyor. Çöp emperyalizmi, toksik kolonyalizm, nükleer kolonyalizm ve toksik terörizm, her zaman ayrıcalıklı ve varlıklı bölgelerdeki atığın daha düşük ekonomik statüye sahip bölgelerdeki sınırötesi hareketlerle ilgili.
Ancak atık sömürgeciliği atığın kolonyal merkezlerden çevreye ihracatının ötesine geçerek merkezleri olabildiğince güçlendirmeyi amaçlıyor. Sömürgeciliğin –yerleşimci, çıkarıcı, içten ve dıştan olmak üzere– pek çok formu olsa da hepsi tek bir ortak paydada buluşuyor: Sömürgecilik, yerleşimcinin kendi amaçları doğrultusunda o karaya erişimini garanti eden hakimiyet sistemi. Bu her zaman yerleşmek için bir arazi veya çıkarmak için su haklarına sahip olmak anlamına gelmiyor. Karayla ilişkili kültürel tasarımlar ve semboller moda için erişime açılabiliyor. Boru hatları, hava hareketleri ve gemi rotaları ile kara, kirletilecek bir çukura dönüşmeye başlıyor. Sömürgecilikte esas motivasyon din, etnisite, uygarlık yarışı değil, sınıra erişimdir. Bölgesellik, yerleşimci sömürgeciliğin en belirgin ve küçümsenemeyecek bileşenidir. Nerede olduğu fark etmeksizin, bir karayı çukur olarak kullanmanın kökleri sömürgecilikte aranmalıdır. Kirliliğe sınır koymak sömürgeciliktir, çünkü belli miktarda kirliliğin o karaya bırakılmasına izin verilmiş demektir. Atığın ve toksik maddelerin o karada yaşayan yerli halka verdiği zarar sömürgeciliktir. Plastikten ve kağıttan gözden çıkarılabilir şeyler yaratmak için o karanın petrol ve doğalgazını kullanmak sömürgeciliktir. Geridönüşüm, yakma gibi yöntemlerle atığın icabına bakmak adına o karayı kullanmak sömürgeciliktir.
Kolonyal bir yanılsama: Geridönüşüm
O dönem için görece yeni bir konsept olan geridönüşüm endüstrisi, Basel Sözleşmesi’nde bir açık buldu. Geridönüşüm atıkları anlaşmaya dahildi, ancak geridönüştürülecek şeylerde “geridönüştürülecek atık” etiketinden sakınılabilirdi. Örneğin kullanılmış pillerin, eğer halen kullanılabilirlerse veya parçaları kullanılabilir durumdaysa, atık olarak etiketlenmesine gerek olmayabilirdi. Varış noktasına ulaştığında, seçili parçaların geri dönüştürmek için ayrıştırılması sırasında ortaya çıkacak toksik atığın geridönüştürülemeyecek veya verimli şekilde yönetilemeyecek olması gibi boşluklar, Basel Sözleşmesi’ni toksik atıkların sınırötesi hareketini sınırlamaktan uzak tuttu. Hattâ ticaret süreci daha da ilerledi.
Çöpünün geridönüştürülebilir olduğunu bilmek insanı ürettiği atık hacmi konusunda vicdanen rahatlattı ve onun atığı anlama konusunda mucizevi bir düşünce biçimi geliştirmesini sağladı. Küresel Kuzey’deki insanlar, bir şeyleri uzağa atabilmeyi doğal karşılamaya başladı.
Uzak, ikinci bir düşünceye yer bırakmaksızın ahlâki hayal gücünün sınırlarının çok ötesinde, adeta efsanevi bir yerdi. Oysa “uzak” diye bir yer yoktu. Sadece ötekilerden daha az önem atfedilmiş yerler ve insanlar vardı.
1950’lerde kitlesel pazarı istila eden plastiklerin cazibesi dayanıklılığıydı. Dirençliydiler ve uzayabilen zaman döngüleri boyunca biçim değiştirmeyeceklerdi. Doğada çözünmeleri 500 yılı bulabiliyordu. Burada geridönüşüm devreye girdi. Oysa pek çok geri dönüştürülebilir şey, yanlış kutuya veya yemek atıklarıyla birlikte atıldığında bozulmaya uğruyor. Bozulma, devasa balyalar halinde toplanmış maddenin geri dönüştürülmesini engelliyor. Her madde her tesiste işlenemiyor. Dahası, toplanan plastik pipet ve çatal-bıçak, yoğurt ve al-götür kapları gibi nesneler düşük kalitede oldukları için çoğunlukla geri dönüştürülemiyor. Onlar ya yakılıyor ya boş arazilere dökülüyor ya da okyanusa bırakılıyorlar. Yakma işlemi kimi zaman enerji üretmek için kullanılsa da atık tesisleri toksik emisyonlarla ilişkilendiriliyor. Araziler karbondioksit, metan, uçucu organik bileşik ve diğer riskli kirleticilerin havaya salınmasını sağlıyor. Okyanuslarda plastik adaları oluşuyor. İnsanların aşırı hızlı tüketiminin sonucu olarak yönetilmesi imkânsız boyuta ulaşan plastik atığın ne yapılacağı konusunda gözler elbette uzaklara çevriliyor.
1980’lerden itibaren Çin dünyanın gözden çıkardığı şeylerin neredeyse yarısının geri dönüşümünü üstlenmişti, çünkü üretim sektöründe patlama gerçekleşiyordu ve onu beslemek için bu şeylere ihtiyacı vardı. 2016’da sadece ABD’den Çin’e 16 milyon ton plastik, kağıt ve metal taşındı. İşin aslı, bu karışık geri dönüştürülebilir maddelerin yüzde 30’u aslında geri dönüştürülemediği için o karanın da uzaklarına bırakıldı. Öyle ki her sene yaklaşık 1,5 milyon ton plastiğin ömrü Çin’in okyanusa bakan kıyılarında son buluyordu. Dünyanın en iyi geri dönüştürücüleri ile en büyük plastik atık ihracatçıları arasındaki bağ bu sayede gün yüzüne çıktı. Geridönüşümün marka yüzü İngiltere, plastik atığının yüzde 61’ini uzağa gönderiyordu. Dünyanın en geridönüşümcü ulusu tacını takan Almanya, Avusturya, Güney Kore ve Galler’in karışık plastik ihracatının yıllık boyutu bir milyon tonu buluyordu. 254 milyon euroluk değerle diğer tüm AB ülkelerini geride bıraktılar. Tahmin edilen, toplanan tüm atığın sadece üçte birinin ülke içinde geri dönüştürüldüğü veya yakıldığıydı.
Onlarca yıl süren bu ticaret, 2018’in ilk gününe uyanıldığında son buldu. Dünyanın en büyük geridönüşüm pazarı olan Çin, artık kapılarını kapatmıştı. Ulusal Kılıç Operasyonu politikasıyla 24 tip atığın ülkeye girişi yasaklandı. Yine de bütün bu atığın bir yere gitmesi gerekiyordu. Atık yönetiminin çok kârlı bir endüstri olması, onu diğer ülkeler için cazip kılmaya devam etti.
Kuzey’in radarında artık Türkiye ve Vietnam vardı. ABD ise kendine Vietnam, Malezya ve Tayland’ı seçti. Sadece 2018’de 68 bin konteyner plastik atık gönderildi. Bu ülkelerin de plastik atık ithal etmeyi yasaklamasının ardından yeni rota arandı: Kamboçya, Bangladeş, Gana, Laos, Etiyopya, Kenya ve Senegal. Ucuz işgücü ve gevşek çevre politikaları ile yılda 1 milyon ton plastik atık. Diğer yanda kirletilmiş sular, ölü ekinler, solunum yolu hastalıkları ve örgütlü suçlar.
Alüminyumu geri dönüştürmek kârlı ve çevreyle barışık bir işlem. Bir tenekeyi geri dönüştürülmüş alüminyumdan üretmek onun karbon ayak izini yüzde 95 azaltıyor. Söz konusu plastik olduğunda durum bu kadar basit değil. Pek çoğu sürecin pahalı ve karmaşık olması ve son ürünün daha düşük kalitede çıkması nedeniyle geri dönüştürülemiyor. Karbon azaltma faydası da henüz net değil. Onları bir yerden bir yere transfer etmeniz, yıkamanız, ince ince kıymanız ve eritmeniz gerekiyor. Bu da çevresel etkiyi en aza indirme motivasyonuyla yapılan geri dönüşümün kendisine çevresel bir etki yüklüyor. Bu nedenledir ki okyanustan toplanmış plastik şişelerin geri dönüştürülmesiyle üretilmiş spor ayakkabı projesi açık bir yalan. Projenin hayata geçirilmesi için sıfırdan üretilen plastik şişeler geri dönüştürüldü.
Broni we wu yani ölü beyaz adamın kıyafetleri
Endüstri dışı geri dönüşümle elde edilen ürünlerin bir daha geri dönüştürülemeyeceği gerçeği bir yana, söz konusu atık sömürgeciliği olduğunda kendini en iyi aklayan endüstrilerden biri de moda. Sadece ABD her sene yaklaşık 12 milyon ton tekstil atığı üretiyor. Hızlı moda markalarının 48 saatte ürettiği kıyafeti bugünün teknolojisiyle geridönüştürmek için 24 sene geçmesi gerekiyor. Günümüz endüstrisinde kıyafetlerin yüzde 69’u polyester ve naylon gibi petrol bazlı hammaddelerden üretiliyor ve çoğu geri dönüştürülmez, doğada çözünmeleri ise 200 yılı buluyor. Tekstilden tekstile geri dönüşümün oranı yüzde %1 bile değilken H&M’in 10 yıldır yürüttüğü “Döngüyü Kapatalım” kampanyasıyla geri dönüştürülmek üzere kupon karşılığı topladığı kıyafetlerin akıbetinin ne olduğu sorusunun cevabı elbette üçüncü dünya ülkelerinde aranmalı.
Sömürgecilik yıllar içinde moda endüstrisini şekillendirmede de kilit rol oynadı. İkinci el kıyafet ihracatı düşük gelirli ülkelerin ekonomisini canlandırmaya yardımcı olacak bir yöntem olarak konumlandırılırken aynı zamanda aşırı üretim ve aşırı tüketim başlıkları üzerindeki yükün boşaltılması için elverişli bir yoldu. Gana’da Batılı kıyafetlere olan talep ilk kez Birleşik Krallık’ın sömürgeci yönetimi altında ortaya atıldı. Afrika ulusu 1950’lerin sonunda bağımsızlığını kazandığında ABD’li iş insanları ikinci el kıyafetleri ihraç ederek kazanç elde etme fırsatını gördü.
Gana’nın Akra kenti, Batı Afrika’nın en büyük ikinci el pazarı Kantamanto’ya ev sahipliği ediyor. Burası 3 binden fazla tüccarın tasarımcılarla bir araya geldiği buluşma noktası. Kantamanto’ya her hafta konteynerler içinde yaklaşık 15 milyon kıyafet geliyor. Tüccarlar, girişimciler ve tasarımcılar pazardan yüksek fiyata satabilecekleri veya ileri dönüşümle yeni parçalar elde edebilecekleri kıyafetler için bu adreste toplanıyor. İçeriklerini bilmeden para yatırdıkları balyalar, zaman içinde kaliteleri gittikçe düştüğü için yeniden kullanılamayacak durumda olan kıyafetlerle dolu. Yatırım yapmak ailelerini güvence altına almaları, aracıların ödemelerini yapmaları ve borçlarını kapatmaları için çoğu zaman riskli. Yine de ayda 20-30 milyon arasında kıyafetin ömrü yıkama, onarma, boyama, ütüleme, dikme ve ileri dönüştürme gibi adımlarla uzatılıyor, Gana pazarına kazandırılıyor.
Kantamanto’ya gemiyle gönderilen kıyafet balyalarının yüzde 40’ı doğrudan arazilere gönderilerek şehrin uzaklarında kıyafet dağları oluşturuyor. Karşı konulmaz yoğunluktaki atığı ve düzensiz boşaltımı denetim altında tutmak için araziler ateşe veriliyor. Zaman zaman 11 ayı bulan yangınlar havaya koyu renk duman ve toksik gazlar bırakıyor, ekinleri ve Old Fatima gibi çevre mahalleleri zehirliyor.
Sonu yakılmak olmayan kıyafetler kendilerini şehrin kanalizasyon sisteminde buluyor. Muson yağmurları zamanında kıyafetler barikatları taşkınlara, yoğun sivrisinek istilasına, dolayısıyla hastalıkların yayılmasına neden oluyor. 2014’te kötü atık yönetimi ve temiz suya erişim sıkıntısı nedeniyle patlayan ve 243 insanın hayatını kaybetmesine neden olan kolera salgınının nedeni, atık sömürgeciliğinde aranmalıdır.
Şehrin ötesinde, okyanusta ise farklı bir felaket yaşanıyor: Deniz biyoçeşitliliği yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Parçalanan kıyafetlerin ve elyafın birbirlerine eklenmesiyle oluşan kıyafet dokunaçlarının uzunluğu 10 metreye ulaşıyor. Okyanus mikroplastikle dolu ve sualtı yaşamı sona ermek üzere. Hiçbir şey şans eseri gerçekleşmiyor. Satın aldığınız ama yine de çok hoşunuza gitmeyen o gömlek. Delindiği için gözden çıkardığınız o tişört. Size artık kötü anlar hatırlatan o pantolon. Hepsi birbirine dolanmış. Döngü kapanmış.
Atığımızı isteyen onlar değil, onları oraya göndermek isteyen biziz
Gölge-kuyruk sincabın lâneti midir bilinmez, ancak atığın insanın kibri olduğu bir gerçek. Atık ticareti Kuzey ile Güney arasındaki bir eşitsiz ve adaletsiz dinamikler yanılsaması.
Atık sömürgeciliği mevcut dünya düzenini pekiştiriyor, uluslar arasındaki ekolojik, sosyal, ekonomik ve politik eşitsizlikleri belirginleştiriyor.
Atığın gelişmiş ülkelerden gelişmekte olanlara gönderilmesi (atık yönetimi kapasitesinin ve altyapının verimsiz olması nedeniyle) giderek artan atığın yönetilememesi gibi mücadele alanları açıyor.
Tüm bu koşullar altında insan ve çevre sağlığının şiddete maruz kalması kaçınılmaz hale geliyor. Dolayısıyla çevrecilik ve çevresel düzenlemeler, sömürgeciliğin yeni boyutuna karşı geliştirilmiş yeni bir direniş formuna bürünüyor.
Çevresel adalet ulusları bu şiddetten koruma amacı taşıyan anti-sömürgeci direnişi sembolize ediyor.
Zeynep Özar Berksü
2 notes · View notes
serhatnigiz · 1 year
Text
Muhtemel Seçimler Üzerine Bazı Sesli Düşünceler
Tumblr media
Türkiye'de gerçekleşmiş olan genel ve yerel seçimlerin iç dinamiklerine bakıldığında hepsinin devletin ve yönetim şeklinin karşı karşı karşıya kaldığı (hakim sınıflar arası çatışmalar, iç huzursuzluklar, sosyal isyanlar vs. gibi) krizler ile bağlantılı olduğu görülebilir. Elbette ki bu krizler Türkiye kapitalizminin ve sermaye sınıflarının karşı karşıya kaldığı yapısal krizlerden, mevcut emek ve birikim rejiminin sürdürülebilirliğine dair yaşanan yönetsel ve idari sorunlardan da (egemenler cephesinden de) bağımsız değildir. Başka bir deyişle, seçimler her seferinde sistemin politikalarını kitlelere onaylatmak ve rıza üretmek için yapılmaktadır. Yoksa iddia edildiği gibi "milletin demokratik iradesinin tecelli edilmesini sağlamak" için değil!
Bu işin sistem için olan güzel tarafı ise, sistem/suyun başını tutanlar ne zaman isterlerse halk ancak o zaman sandık başına gidebilmektedir! Başka bir deyişle, bu sistem gereğince seçimi düzenleyenlerde seçimde seçilenlerde istisnalar dışında organik olarak aynıdır. İşte bu temsiliyetizm oyununa "demokrasi" adı verilmektedir. Yani siz oylarınız ile bir kişiyi seçiyorsunuz; o kişinin sizi temsil ettiğine inanıyorsunuz ama o kişi sizi değil, öncelikli olarak kendisini temsil ediyor. Açıkçası sınıflar adına yapılan temsiliyetizm biçimlerinde de durum pek farkı bir sonuç doğurmuyor. Zira sınıf adına yapılan temsiliyetizmde de kişi sınıftan çok kendi kendisini temsil eder hale geliyor. Çoktan aza doğru yetki bürokrasiye devredilerek bürokrasi eliyle de yetki tek bir kişide cisimleşiyor. Günümüz modern temsiliyetist devlet yapılanmaları ve siyasi partilerin tümü de bu şekilde örgütlenmektedir.
Gerçekte meselenin kökü salt temsil edip etmemek değil, asıl önemli olan temsil edenle/temsil eden arasındaki ilişkide denetimin nasıl sağlanacağıdır. Aşağıdan yukarıya ve yukarından aşağıya doğru bağımsız kurumlar aracılığıyla çift kanatlı toplumsal bir denetim olmadığı sürece kim olursa olsun temsiliyetizmin tüm biçimleri şahsi temsile dönüşmekten kurtulamaz. Bu açıdan hem dünyada hem de Türkiye'de seçimler bu haliyle memurun, devletin ve kapitalistin çıkarlarına uygun bir sistem kurmaktan ve piyasa mekanizmalarını güvence altına almaktan başka da bir işe yaramamaktadır. Dolayısıyla; ortaya çıkan tablo, yani oyların toplamı bize asla halkın, emekçi sınıfların genel iradesini vermez! Genel irade biçimindeki burjuva yanılsama gerçekte temsiliyetist bir aldatmacadır.
Şimdi gelelim maydanozun faydalarına! Bunca acı deneyimden sonra bile hala Türkiye'deki solların, muhalif kesimlerin kendilerini 6'lı masanın "güçlendirilmiş parlamenter sistem" demagojisine eklemlemesine, dahası ekseriyetle de seçim ve sandık temeli bir hat izlemelerine ne demeli? Neymiş efendim AKP giderse "nefes alabilecekleri koşullar ortaya çıkarmış". Elbette ki Erdoğan'ın tekrar aday olamaması ve AKP'nin seçimleri kaybederek hükümetten, iktidardan uzaklaşması kayda değer bir gelişme olacaktır ve bu durum emekçi toplum kesimlerinin de nesnel olarak yararınadır fakat bunun yolu seçime ve sandığa, daha doğrusu burjuva muhalefete endeksli bir politikadan geçmemektedir.
Kuşkusuz sistem karşısında kendisini çaresiz hisseden kitlelerin "denize düşen yılana sarılır" misali bir burjuva odaktan/ittifaktan diğer bir burjuva odağa/ittifaka yönelmeleri emekçi kitlelerin örgütsüzlüğünün tavan yaptığı bugün ki koşullarda anlaşılabilir bir durumdur. Fakat topluma ve emekçi sınıflara öncülük etme ve yol gösterme iddiasında olan sosyalistlerin kendi politik perspektiflerini burjuva muhalefetin belirlediği temsiliyetist oyunlara endekslemeleri ve hiçbir zaman oyun kurucu bir güç olamayacakları bir zeminde siyaset üretmeye çalışmaları ise anlaşılır bile değildir.
Dahası Türkiye'de devletin resmi yargı kurumlarının dahi kendi ağzıyla "seçimlerde seçmen ve seçilmen güvenliğinin olmadığını" itiraf ettiği bir ortamda (AYM kararları) ve 7 Haziran 2015 tarihinde gerçekleşmiş olan seçimin bile yasadışı yollardan iptal edilebilmiş olduğu gerçeğinden de hareketle, önümüzdeki süreçte gerçekleşecek olan muhtemel bir seçiminde meşruiyeti tartışma konusudur, olmaya da devam edecektir. Bürokrasi içinde önemli miktarda güç biriktirmiş olan mevcut hükümet ve iktidar bloğunun daha önceki seçimlerde olduğu gibi, önümüzde ki seçimlere de gölge düşürmeyeceğinin hiç bir garantisi yoktur.
Kuşkusuz bu olgular seçim sürecini önemsizleştirmemektedir. Aksine seçim süreci toplumun ve emekçi sınıfların ülke yönetimine ve politikalarına dair talep ve istemlerinin doruk noktasına çıkacağı bir dönem olması nedeniyle de sosyalist güçler açısından da önemlidir. Bu yüzden şimdiden tutum belirlemek ve somut bir perspektif temelinde, seçime ve sandığa öncelik veren değil, önceliği denetimist bürokratik devrimci faaliyete veren bir çizgiyi hakim kılmak gerekmektedir.
Dolayısıyla; bir yandan temsiliyetist seçim ve sandık yalanlarını deşifre ederken, diğer yandan ise denetimist bürokratik devrimci mücadelenin gereklerini yerine getirmek gerekir. Bu noktada denetimistlerin öncelikli meselelerinden biri de; 2 dönem maddesini/kuralını ihlal ederek hukuksuz ve kanunsuz bir biçimde seçimlere girme hazırlığı yapan Recep Tayyip Erdoğan'ın bu girişimine karşı gerekli adımları atmaktır. Kaldı ki bu adımlar denetimistler tarafından gerçekleştirilmiş olup, bu konuyla ilgili hukuki başvuru AYM tarafından da görüşülmektedir. Yine benzer şekilde YSK'nın bu süreçte alacağı tutuma ilişkin gerekli müracaatların yapılması ki, yapılmış olan müracaatların takipçisi olunması ve bu noktada YSK'nın seçim kanunları ve mevzuatı ile çelişen durumunu ve Recep Tayyip Erdoğan'ın adaylığı konusunda alacağı usulsüz ve gayrimeşru kararlara karşı çıkılması ve bunların toplum nezlinde teşhir edilmesi de diğer önemli hususlardır.
Hukuk tekniği ve bürokratik denetimist faaliyet açısından böylesine bir çalışma yürütülmeksizin, temsiliyetist seçim oyunlarının teşhir edilmesinin de tek başına bir anlamı olmayacaktır. Bu noktada sandığa gitmeyen sandıksızların "temsili" noktasında da daha önceden yapılmış hukuki müracaatların hala geçerliliğini koruduğu bir ortamda, "ben küstüm, oynamıyorum!" tarzında kendisini gösteren müzmin ve küskün boykotçu tavrın demokrasi mücadelesini kazanma noktasında bir ayağı topal, bir gözü ise kör kalacaktır. Başka bir deyişle, küskün boykotçu tavır ile denetimist sandıksızlık arasında seçimlere ve sandığa gitmeme noktasında da ciddi ve temel farklılıklar bulunmaktadır.
Bu farkları kısaca özetlemek gerekir ise;
Temsiliyetist seçim ve sandık yalanlarının denetimist temelde sistematik olarak teşhir edilmesi.
Kitlelere temsiliyetizm karşısında denetimist bürokratik faaliyetin öneminin sürekli olarak anlatılması.
Denetimist bürokratik faaliyet yoluyla AYM ve YSK gibi resmi kurumların 2 dönem maddesi/şartı hususunda açık ve net bir tavır almasının sağlanması.
6'lı masa olarak bilinen burjuva muhalefetin temsiliyetist yalanları ortaya konulurken, şayet böyle bir imkan varsa 6'lı masanın "Anayasa Taslağı"nda toplumsal denetime göreceli de olsa kapı aralayan kimi maddelerin desteklenmesi, örneğin iç ve kısmen dış kurullar aracılığı ile vatandaşın yasama organında gensoru verebilme hakkının tanınması. 6’lı masanın sözünün arkasında durup durmayacağının takip edilmesi.
Sandıksızların "temsil hakkı" noktasında uygulanmaya konması gereken yasal ve kanunu düzenlemeler için yapılmış olan hukuki itiraz ve başvuruların takipçisi olunması ve bunların Anayasal güvence altına alınması için mücadele edilmesi.
Denetimist sandıksızlık/boykotçuluk ile klasik/geleneksel/boykotçuluk arasında ki farkların açıkça ortaya konulması. Temsiliyetist faşizanlığa karşı Denetimist bürokratik devrimci faaliyet yapılmaksızın tek başına sandığa gitmeme şeklinde kendini ortaya koyan boykotçu eğilimin umulduğunun aksine liberalizmi ve tasfiyeciliği (hatta bu eğilimin gizli gizli sandığa koşma biçimindeki başka yanlış eğilimleri de) güçlendirdiğinin altının kalın çizgiler ile çizilmesi.
Muhtemel seçim süreci yaklaştıkça yeni olgu ve dinamiklere de bağlı olarak bu 6 madde elbette ki genişletilebilir. Bu da ancak seçimlere dair açık ve net bir denetimist perspektifinin kararlı bir şekilde sürdürülebilmesi ile sağlanabilir.
7.12.2022
Serhat Nigiz
3 notes · View notes
pazaryerigundem · 6 hours
Text
Öğrencilerin tasarladığı robotlar zirvede yarıştı
https://pazaryerigundem.com/haber/171935/ogrencilerin-tasarladigi-robotlar-zirvede-yaristi/
Öğrencilerin tasarladığı robotlar zirvede yarıştı
Tumblr media
SUNNY Elektronik’in öğrencilerin robotik konusunda kendilerini geliştirmeleri için hayata geçirdiği “Ağrı’nın Zirvesinde Teknoloji Yarışması” finali 2 bin 500 kişinin üzerinde geniş bir katılımla gerçekleşti
İSTANBUL (İGFA) – Türkiye’nin en büyük elektronik üreticileri arasında yer alan SUNNY Elektronik’in ilk defa geçen sene düzenlediği Ağrı’nın Zirvesinde Teknoloji Yarışması’nın ikincisi, Ağrı ve civar illerden öğrencilerin, ailelerin ve yerel yönetimin katılımı ile tamamlandı. Bölgedeki çocukları, teknolojinin sunduğu yeni bilgi ve becerilerle tanıştırmak, yeteneklerine yönelik farkındalıklarını artırmak için düzenlenen yarışma, bu sene Ağrı’nın yanı sıra Kars, Ardahan ve Iğdır’dan lise öğrencilerin katılımı ile gerçekleşti.
Ağrı Valisi Mustafa Koç, Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürü Ali Karagöz, Ağrı Cumhuriyet Savcısı Adem Çalış, İbrahim Çeçen Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdülhalik Karabulut, Baro Başkanı Av. Serdar Gülatın, Kaymakamlar, Ağrı İl Milli Eğitim Müdürü Hasan Kökrek ve il protokolü, organizasyona katılım göstererek öğrencilere destek verdi.
Ekipler tasarladıkları robotların belirlenen parkuru en kısa sürede tamamlayabilmesi için yarıştı. Parkuru en iyi derecelerle bitiren robotu tasarlayan ekiplere, ödüllerini SUNNY Elektronik ve Hayrettin Atmaca Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Adem Atmaca ve Ağrı Valisi Mustafa Koç takdim etti. Adem Atmaca, Türkiye’de teknoloji, bilim ya da farklı alanlarda başarı sahibi olacak gençlerin içindeki gücü çıkaracak bu önemli adıma vesile olmaktan dolayı çok gururlu olduklarını ve bu nedenle ilk başta duyurdukları ödül tutarını, yarışma sonunda artırarak kazanan öğrencilere güzel bir sürpriz yaptıklarını belirtti.
Atmaca “Ülkemizin her noktasında çok değerli cevherler, parlak beyinler yetişiyor. Ama bir çoğu kısıtlı imkanlar sebebiyle, yeteneklerini geliştirme imlanı bulamıyor ve kendini gösteremiyor. Rahmetli babam Hayrettin Atmaca, bunu yaşayan ancak yine de kendi yolunu çizebilmiş sayılı örneklerden. Kendisinin Ağrı için başlattığı eğitim alanındaki sosyal yatırımları, bugün ikinci nesil olarak biz sürdürüyoruz. Teknoloji günümüzün ve geleceğimizin en önemli parçalarından biri. Bu sektörde hizmet veren bir marka olarak, elimizdeki bilgiyi ve kaynağı en etkili şekilde paylaşmak da bizim görevimiz. Bu bakış açışı ile hayata geçirdiğimiz teknoloji yarışmamızın ilkini, adını aldığı Ağrı’da yaptık. Bu sene ise Kars, Ardahan ve Iğdır’dan da 139 öğrenci ekibi başvuruda bulundu. İki yılda toplam 850’den fazla öğrenci, oluşturdukları ekipleri ile robot projelerini tasarladı ve sundu. Bunlardan 40 grup finale yükseldi ve projelerini gerçeğe dönüştürdü. Bu bölge için kısa sürede ulaşılmış ve çok önemli rakamlar. Önümüzdeki yıl daha da artan katılım, daha dikkat çekici projeler ve daha heyecanlı anlar yaşayacağımıza eminim” açıklamasında bulundu.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
bernamegeh · 3 days
Text
Emperyalizm insan haklarını nasıl ihlal eder?
Emperyalizm, insan haklarını çeşitli şekillerde ihlal eder. Emperyalist politikalar ve uygulamalar, genellikle yerel halkların temel hak ve özgürlüklerini ihlal eder, adaletsiz ve baskıcı sistemler oluşturur. İşte emperyalizmin insan haklarını ihlal ettiği bazı yollar: ### 1. **Siyasi Hakların İhlali** – **Öz Yönetim Hakkının Kısıtlanması:** Emperyalist güçler, yerel yönetimleri kontrol altına…
View On WordPress
0 notes
elazigsurmanset · 5 days
Text
Memur Emekli Olmak İstemiyor..
Tumblr media
Memur emekli maaşları ne kadar ? “Memurlar emekli olmak istemiyor” diyen Kamu Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, tüm memurların 65 yaşına kadar görevde kaldığını söyledi.
Memur Geçim Sıkıntısı Nedeniyle Emekli Olmayı Tercih Etmiyor
Geçim sıkıntısı nedeniyle memurlar emekli olmayı tercih etmiyor. Bu konuyu gündeme getiren Kamu Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, “Emekli maaşlarının düşüklüğü nedeniyle kamu görevlilerimiz emekli olmak istemiyor. Tüm memurlar 65 yaşına kadar görevlerinde kalmayı tercih ediyor. Tasarruf tedbirleri uygulandığı bir durumda sağlık, eğitim, güvenlik, haberleşme, tarım, kültür, diyanet, enerji, yerel yönetim, imar, ulaşım, denetim hizmetleri, mühendislik, adalet, uzmanlık gibi alanlarda ortaya çıkacak personel ihtiyacının karşılanamaması ve hizmetlerin yürütülememesi sorunu baş gösterecektir. Kurumlarda ve illerde personel ihtiyacı tam olarak karşılanmadan yeni personel alımının kısıtlanması, kamunun tam anlamıyla bir keşmekeşe dönmesi anlamına gelecektir. Kamuya yeni personel alımını kısıtlarken hizmetlerin dışarıdan satın alma yoluyla gördürülmesi gibi bir yanlışa da düşülmemelidir” dedi.
Memur Servis Hizmetleri
Kamunun en büyük giderlerinden birini taşeronlaşma olduğunu anlatan Kahveci, “Tasarruf tedbirleri kapsamında öncelik taşeronlaşmayı sonlandırmak olmalıdır” dedi. Toplu taşıma olan yerlerde personel servislerini sonlandırmanın da kamuya hiçbir faydası olmayacağı gibi aksine zarar getireceğini anlatan Kahveci, “Bu karar özellikle trafik yoğunluğunun olduğu büyükşehirlerde daha fazla trafik, iş gücü kaybı ve yakıt masrafı yaratacaktır. Bunun yanında servis hizmetlerine yönelik olarak alınmış toplu sözleşme kararlarının da böyle bir çalışma ile iptal ediliyor olması, sendikacılık ve toplu sözleşme ilkelerine aykırı bir durum olarak toplu sözleşmenin özerkliğini yok etmek anlamı taşıyacaktır. Toplu sözleşme ile alınan kararların idari keyfiyetle iptal edilmesi, örgütlenme özgürlüğüne ve toplu sözleşme hakkına darbe vurmak anlamına gelmektedir. Böyle bir karar, diğer toplu sözleşme hükümlerinin de iptal edilebilmesinin önünü açacaktır” diye konuştu.  (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) Read the full article
0 notes
gundembuca · 5 days
Text
Mezun olduğu lisede Başkan Duman’a coşkulu karşılama
Tumblr media
Buca Belediye Başkanı Görkem Duman, mezunu olduğu lisede gençlere tavsiyelerde bulunarak, “Bilimden, sanattan ve eğitimden kopmayın” dedi.   Buca Belediye Başkanı Görkem Duman, mezun olduğu eski ismi Betontaş Lisesi olan Sultan Alparslan Anadolu Lisesi’ni ziyaret etti. Öğrenciler tarafından alkışlar ve çiçeklerle karşılanan Başkan Duman, okul bahçesindeki stantları gezdi; gençlerle sohbet edip bol bol fotoğraf çektirdi. Burada gençlere seslenen Başkan Görkem Duman, “Mezuniyetimden 19 yıl sonra Buca Belediye Başkanı olarak bugün burada sizlerle beraberim. Çok değişik, güzel duygular içerisindeyim. Ben de sizler gibi burada, bu sınıflarda okudum. Buca Belediye Başkanı oldum. Eğitiminizi çok ciddi bir şekilde ilerletip ileride ülkemizin yönetim kademelerinde yer alabilirsiniz. Belki yerel yönetim kademelerinde yer alabilirsiniz. Bilimden ve sanattan hiçbir şekilde kopmayın. Eğitimden kopmayın” diye konuştu. https://youtu.be/q_yYJ6wVhkc?si=GiJAXe-INtRPa_M9&t=1 Read the full article
0 notes
baybaykus · 6 months
Text
İHANETE DOYMADILAR
13 milyon sığınmacıyı, 2 milyon ABD Askeri Afganlıyı, yüzbinlerce kafa kesici sapığı, Türk Milletinin sırtına bindirdiler, ekmeğimize ortak ettiler, geleceğimizi kararttılar, durmadılar.
Şimdi de 750 bin-1 milyon Gazzeliyi daha ülkemize almak, patronlarından aldıkları emri yerine getirmek için çalışma başlattılar.
Adana-Antalya Dağ bölgesi ve Korkuteli gibi yörelerimize Gazzelileri yerleştirmek için hazırlık yapılıyor.
Vatanımızın en güzel yörelerine, Türk olmanın onurunu en güzel şekilde taşıyan Yörüklerin-Türkmenlerin yanına, bir demografik bomba daha yerleştirecekler.
AKP’li Bademlerin yaptığını, düşman yapmaz, yapamaz!
Kendi siyasi ve maddi çıkarları için binlerce yılın kaynaştırdığı, birleştirdiği ve Türk Milleti olma özelliğimizi paramparça etmekten çekinmediler.
Millet ve kültür beraberliğimizi, üç otuz dolar ve hırsızlıklarının kapatılması karşılığında emperyalist devletlere satmaktan utanmadılar.
Büyük Atatürk, 10’ncu Yıl nutkunun üçüncü paragrafında şunu der;
“Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir.”
Bu kısacık iki cümle ile Cumhuriyetin temelinin ne olduğu açıkça belirtilmiştir.
“Kanla, irfanla” kurulan Cumhuriyetimiz, “Dahili ve Harici” ihanet odakları tarafından göz göre göre yıkılmak isteniyor.
İktidar maalesef böyle. Ya Ana Muhalefet CHP?
CHP, Genel Başkanını değiştirdi. Yeni Genel Başkanın aşağıdaki önemli konulardaki görüşlerini Türk Milleti ile paylaşmasını bekliyoruz!
-6’lı masa “Ortak Bildirisinde” desteklediğiniz 1921 Anayasasına sadakatınız devam ediyor mu?
-“Etnik Vatandaşlık” anlamına gelen ve Öcalan’ın isteği olan “Eşit Vatandaşlık” istiyor musunuz?
-Türkiye’yi eyaletlere ayırmayı hedefleyen “AB Yerel Yönetim Özerklik Şartına” tüm çekincelerimizi kaldırıp, imzalama kararınız devam ediyor mu?
Herkes şu gerçeği iyi bilmeli;
DOĞRU Partililer olarak bizler, Meriç nehri ile Ağrı dağı, Karadeniz’le Akdeniz, Güneydoğu Anadolu ile Kuzeybatı Anadolu arasında yaşayan herkesi, Türklük duygusu ve şuuru taşıyan herkesi, dini ve dili farklı da olsa, devletimize sadık bütün vatandaşlarımızı insan, vatandaş, yurtsever sıfatı ile kardeş bilir
ve rengini kanımızdan, hilalini ve yıldızını göklerden alan Türk Bayrağının gölgesinde vatanın her köşe bucağını, tüm vatandaşlarımızla, en insani, medeni ve adil ölçüler içinde, bütün tarihimiz boyunca yaptığımız gibi, paylaşarak yaşamaktan şeref duyarız.
Fakat nasıl bir gerekçe ile olursa olsun, bağımsızlığımızın simgesi olan bayrağımıza yan bakılmasına, vatan ve milletimizin bölünmezliğine asla izin vermeyiz.
Türk Milleti şahit olsun ki, 22 yıllık yıkım döneminin hesabı Bağımsız Türk Yargısında mutlaka sorulacaktır.
Bu vatan ya bizimdir, ya da hiç kimsenin…
Sağlık ve başarı dileklerimle 08 Kasım 2023
Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı
3 notes · View notes
fisiltihaberleri · 8 days
Text
Tumblr media
CHP yurt dışında atağa kalktı: Almanya Federasyonu’nda kongre heyecanı! 31 Mart Yerel Seçimleri’nde yakalanan ivme ve kazanılan başarıyla birlikte Cumhuriyet Halk Partisi’nde (CHP) örgütlenme seferberliği yaşanıyor. Türkiye’de yaşanan heyecan yurt dışını da etkisi altına aldı. Birçok ülkede örgütlenme seferberliğine girişen CHP üyeleri, birlik yapılarını yeniliyor ve yeni yönetim kadrolarını seçiyor. Son olarak CHP Almanya Birlikleri Federasyonu kongre kararı aldı. Yaklaşık bir yıl önce CHP Genel Merkezi’nin görevlendirmesiyle çalışmalarına başlayan Almanya Birlikleri Federasyonu yönetimi, yarın Almanya’nın büyük kentlerinden biri olan Köln’de 1. Olağan Kongre’sini yapacak ve yeni yönetimini belirleyecek. https://www.fisiltihaberleri.com/haber/chp-yurt-disinda-ataga-kalkti-almanya-federasyonunda-kongre-heyecani-11020.html
#FısıltıHaberleri #chp #mhp #istanbul #muharremince #akp #akparti #türkiye #ankara #izmir #iyiparti #atatürk #rte #reis #receptayyiperdoğan #cumhuriyet #turkey #mustafakemalatatürk #tamam #cumhurbaşkanı #meralakşener #saadetpartisi #cumhuriyethalkpartisi #seçim #vatan #galatasaray #hdp #kemalkılıçdaroğlu #antalya #islam
0 notes