Tumgik
ugurgunel · 2 years
Link
0 notes
ugurgunel · 2 years
Link
Sosyalleşmek Lazım az biraz.. albüm Amazon’da indirimde
0 notes
ugurgunel · 7 years
Link
11 Mayıs Perşembe 20:30 Beyoğlu / Arsen Lüpen Teras 
0 notes
ugurgunel · 7 years
Photo
Tumblr media
Nisan ayının ilk oyunu, 5 Nisan Çarşamba İzmir Alsancak Bar Bahane’de
#Standup-comedy #izmir #alsancak #theatre #comedy #drama #90s # 90lar #80ler #80s #00s #nostalji #izmiretkinlik #eğlence #karikatür #mizah
0 notes
ugurgunel · 7 years
Photo
Tumblr media
14 Mart Salı 20.30 / 23.00 Giriş: 20 tl. Rezervasyon: 0 232 337 22 64
İRO CAFE - BOSTANLI /İZMİR
www.irocafe.com
İroSanat -Performans Sunar
14 Mart 2017 Salı akşamı performans sahnemizde tek kişilik gösterisiyle Uğur Günel’i ağırlıyoruz.
Karikatürist Uğur Günel, uzun yıllar mizah dergilerinde çizdiği “Sosyalleşmek Lazım az biraz” isimli çizgi öykülerini sahneye taşıyor. Talihsizlikler, tesadüfler ve hayal kırıklıklarıyla bezeli hayat hikayesiyle izleyenleri önce geçmişe döndürüyor, ardından gelecekte müsait bir yerde indiriyor. Birbirinden komik gerçek hikayeleriyle; hayalperestelere, depresiflere, içine kapanıklara, gönül adamlarına, pesimistlere, çekingenlere ve aşıklara ilham veren bu sıradışı gösteriyi kaçırmayın.
Uğur Günel, halen aylık edebiyat ve kültür dergisi Ayı’da yazmaya ve stand-up gösterisiyle hayallerinin peşinden koşmaya devam etmektedir.
Katılım ücreti 20 tl.’dir. Biletleri kafemizden temin edebilirsiniz. Kontenjanımız sınırlı olduğundan katılım durumunuzu telefonla bildirmenizi rica ederiz.
0 notes
ugurgunel · 7 years
Photo
Tumblr media
0 notes
ugurgunel · 7 years
Photo
Tumblr media
Karikatürist Uğur Günel, yıllardır çizdiği Sosyalleşmek Lazım Az Biraz isimli çizgi öykülerini sahneye taşıyor…
Asosyallere, çekingenlere, pesimistlere, hayalperestlere, yalnızlara, içine kapanıklara ilham veren, hayal kırıklıkları ve şanssızlıklarla dolu hayat hikayesi ile izleyenleri önce geçmişe götürüp gezdiriyor, ardından gelecekte müsait bi yerde indiriyor. Bol bol gülmek ve eğlenmek istiyorsanız, bu sıradışı gösteriyi kaçırmayın.
Ücretli etkinliktir, biletler kapıda satılmaktadır. (Giriş biletine 1 Bira ya da Soft içecek dahildir) 18 Yaşından küçükler izleyemez. (Bilgi ve Rezervasyon: 0538 447 93 05 - Cihan Bey) Cafe Bar Bahane - Alsancak, İzmir
0 notes
ugurgunel · 10 years
Text
Görmezden Gelinenler..
Bir televizyon dizisiydi. Yeni palazlanmış güzelce bir kız, hayat kadınını oynuyor. Ekranın sağ alt köşesinde dizinin hastagi beliriyor. Merak edip twitter’a giriyorum.  Dizi hakkında yorumları okuyorum yeni nesil rating makinasından. İzleyenlerin  ortak yorumu, bir hayatkadınının bu kadar mı gerçekçi oynanabileceği yönünde. Tebrik yağıyor oyuncu kıza. Oyunculuğu yorumlayacak bir eğitime sahip değilim fakat insan düşünmeden edemiyor. Hayatında kaç hayat kadını tanıdın ki böyle bir bağlantı kuruyorsun?
Orospu rolünden kasıt, erkeksi konuşan bir yırtık kadın mıdır? Veyahut da viran bir keranede sırtüstü uzanıp “hadi kocacım, hadi aşkım” diyen,  yeri geldi mi orgazm takliti yapan sonra yerdeki leğende bacak arasını temizleyen, ağızda sigara dağınık saçlı alkolik tipli kadın mı? .  Sosyal medya müptelası, eser miktar da olsa her bilgiye sahip, imitasyon entellerin böyle birine sokakta rastladığında ne yapacağını düşünüyorum.. Evet!.  Görmezden gelecekler.  Belki kadın laf atacak, ama onlar kafayı çevirip gidecekler. Bu sadece bir hayat kadını, peki ya diğerleri? Onların hayatı da bir dizi oyuncusunun 90dakikalık bol reklamlı bir dizide betimleyebileceği kadar basit mi?
Tumblr media
Henüz okuduğum bir öykü kitabı buna oldukça doygun oranda cevap veriyor aslında..
Metropollerin kartpostal görüntüsünden, ucuz parfüm kokulu, renkli ışıklarının aydınlattığı caddelerden transit geçip, hayvan ölüsü ve klor kokan dar sokaklarına giriyoruz. Burası İzmir. Güzel İzmir’de görmezden gelinen insanların yaşadığı banliyo semtlerdeyiz. Merkez ilçelerin arka sokaklarındayız. Yüzüne kezzap atılmış bir kadınla, çoğumuzun bildiği Bergen’le başlıyor öyküler. Basmane’de dandik bir barda mesleğini icra eden travestiyle sürüyor öteki(?)lerin hikayesi.  Bornova’da bir Ermeni çocuk,azınlık meselesine ayna tutarken, mahallenin delisi İbrahim, köpekleriyle dalıyor bambaşka bir mevzuya. Kocasını öldüren bir kadın ne kadar derin, ne kadar etkileyici olabilir ki? Komşunuzun minik çocuğunun doğumgünü partisine, zeka özürlü çocuğunuzla katılabilir misiniz peki?
Ayşe Başak Kaban’ın Ben Kendim ve Bergen isimli öykü kitabı bu donelerden oluşuyor. Bana göre kitabın en güzel yanı, yazarın her karaktere bürünebilmesi. Tüm öyküleri bilmiş bir dışses yerine, kendi anlatıcılarının ağzından dinliyoruz.  Cümleleri okurken harikulade gerçekçi bir şekilde hissederek hikayenin içine giriveriyoruz bir anda.
Biyografisinden anlaşıldığı üzere bayağı geç kalmış bir yazar olan Ayşe Başak Kaban, öykülerde argoyu da yerinde ve tam gerektiği gibi kullanıyor. Cümleler o kadar yalın, o kadar özenli ve bir o kadar da tepetaklak edercesine çarpıcı ki, bir solukta okuyorsunuz. Birbirinden sağlam temalı 10 öyküden oluşan kitapta, benim favorim “KırmızısaçlıPeri” oldu. Giriş paragrafında anlattığım arkadaşlara nazire yaparcasına diyorum ki, bir travesti bu kadar mı güzel betimlenir?
Okudukça sizde de farkındalık yaratacak, görmezden gelinenlerin hikayeleri bunlar.  Kitabın arka kapağında dediği gibi, yazar toplumun sinir uçlarında dolaşıyor. Hem de çok çok ustaca.  Kendisinin yeni eserlerini merakla bekliyorum.
Ben, Kendim ve Bergen  /Ayşe Başak Kaban     ayizi kitap 2012 – 144 Sayfa
1 note · View note
ugurgunel · 10 years
Video
youtube
Milenyuma girerayak çekilmiş, boş ameliyathanedeki video kamera sahnesini saymazsak hiç bir yaratıcı sahnesi bulunmayan zayıf bir korku filmi House on Haunted Hill. Asıl mevzu soundrack olduğundan filmin konusuna değinmiyorum. Lise zamanlarımda “Lanetli Tepe” çevirisi ile beyaz perdede izlemeye nail olduğum bu yavan filmden geriye kalan tek şey Geoffrey Rush’ın hafif abartılı ama dingin oyunculuğu ile Vincente Price’a selam duruşu ve Don Davis’in bestelediği bu şahane jenerik müziği. Bana göre Davis’in The Matrix ile birlikte en iyi eseridir.. House on Haunted Hill (William Malone-1999)
0 notes
ugurgunel · 13 years
Text
aşk-ı memnu'nun finalini gördüm!
Mart 2010
Bir ara sinemacılar ayaklanıp Taksim’de yürümüşlerdi, “90 dakika dizi mi olur ulan?” diye. Ben de o sıra yazıp çizdiğim haftalık Şizofren dergisinde -bölüm başına dünyanın parasını alıyosunuz, isterseniz siz oturun biraz da ben yürüyeyim- ayağına bir yazı yazmıştım. Ama şimdi gerçekten onlardan özür diliyorum. Adamlar hakikaten haklılar. Yahu 90 dakika dizi mi olur arkadaş? Hadi oluyor diyelim. 90 dakika ona katlanan izleyici mi olur? Velev ki o da oluyor.
Bu en çok izlenen diziler arasında bir de Halit Ziya Uşaklıgil’in aynı adlı romanından günümüze uyarlanmasına bir sakınca görülmemiş dizisi var. Aşk-ı Memnu. Senaryosunu ise bir çok tutmuş, topluma mal olmuş diziye imza atan Ece Görenç ve Melek Gençoğlu yazıyorlar. Bu iki usta isme gerçekten lafım yok. Vatandaşın diline plesenk olmuş trükler buluyorlar ve işin sırrı da bu sanırım. İzledikçe bir bakıyoruz ki karakterler bizlerden biri oluyor. Ama bu 90 dakika konusundan onlar da olumsuz olarak nasibini alıyorlar ister istemez. Aslında onlar yine ortalama 80 sayfalık bir senaryo yazıp teslim ediyorlardır ama iş yönetmende. Mesela Adnan Ziyagil, Bihter’e, “sana haksızlık ettim galiba, özür dilerim” diyorsa senaryoda, görüntüde bakışmalar, kırıtmalar, adamın ense tıraşı detayları derken bir şekilde kotarıyor 90 dakikayı. Neyse bu konuda bilgisi olmayan arkadaşları bir nebze de olsa aydınlattığımı düşünerek asıl mesleye geliyorum.
Şimdi Sayın Görenç ile Gençoğlu hanımefendilerin ve merhum üstad sayın Uşaklıgil’in affına sığınarak, Aşk-ı Menu’nun çok beklenen finalini kaleme alıyorum. Buyrun efendim..
Bölüm : bilmemkaç.. bir önceki bölümün özetinin ardından dizi başlar. Adnan artık herşeyi çakozlamıştır. Bihter ile Behlül kaçmaya yeltenmişler, ancak “Kaçarsak suçlu durumuna düşeriz” diyerek evde kalmışlar ve salonda yere bağdaş kurarak oturmuş cips yiyip, lego oynamaktadırlar. Adnan bir hışımla salona girer. Birden masumca lego oynayan karısı ve yeğenini görünce. “hadi canım sende” der ve odasına çıkmak için asansöre yönelir. Bu arada ekranın altında “kalbimiz değerlidir” sloganıyla becel margarin reklamı belirir. Adnan da “Ulan yaş kemale erdi kıçımızın kılları ağırdı. Kalp desen o da var. Merdiven çıkayım da spor olsun, sıçmiim şimdi asansöre” diyip merdivenleri tırmanır. Bu arada yan odadan gülüşmeler duyar. Zaten Behlül ve Bihter’in durumundan gerim gerim gerilen Adnan bey kapıya bir omuz atıp içeri dalar. Yatakta Beşir ve Cemile’yi çıplak görünce de “Nooluyo lan burda? Beşir oğlum hani sen Nihal’e aşıktın lan zırto” der. Beşir de “Beyim 100 bölüm oldu bişey olacağı yok bari fırsatı değerlendirelim malum final bölümü” der. Adnan da “ehheh hadi bakalım” diyerek odasına yönelir. Bu sırada diğer sahneye geçeriz. Mutfakta Madam kucağına Bülent’i oturtmuş burnunu silmektedir. Nesrin, balıkçı sevgilisiyle oynaşmaktadır. Katya ise yüzü kızarmış bi köşeye sinmiştir. Süleyman Efendi homurdanarak Şaheste hanım ile birşeyler konuşur. Madam Deniz Hanım, Bülent’i kucağından indirir. Katya’ya bakarak Süleyman efendiye yönelir. “Süleyman Efendi bunların ayıbı bitmek bilmiyor. Katya utanmazı kendini Bülent’e biraz elletmiş. Bülent’i banyoya götürün de bi gusül abdesti aldırın” der. Süleyman Efendi yine homurdanarak “Geçmişini yandığımın evi cenabet doldu zati” diyerek, Bülent’i alır ve gider. Sahne değişir. Bu kez Nihal’i yatağında uzanmış elinde cep telefonuyla Behlül’ e mesaj atarken görürüz. Tekrar sahne değişir Behlül ve Bihter’e döneriz. Behlül’ün telefonuna Nihal’den mesaj gelir. Bihter de çılgına döner “kim o?” “cevap ver kim” diyerek Behlül’e ayar verir.
Yaklaşık 12 dakika bakıştıktan sonra, Behlül tam “ulan 20 dakikalık bi Amerikan sitkomunda oynamak vardı şimdi, bu ne böyle .mnakoyim” diye düşünürken Bihter bi anda elinden telefonun kapıp mesajı okur. Mesaj şöyledir. “Behlülcüm bu mesajtan sonra 1 kontörüm kaldı. Bana 50 kontör yollar mısın? Yoksa bedava mesaj hakkım bitecek”. Bunun üzerine Bihter, ”Şu hale bak faturalı hattı olmayan bir kızla evleniyorsun” diye çığlık atar. Çığlığı duyunca, bütün dizi karakterleri salonun ortasında toplanır. Artık düğüm çözülecektir. Çok çarpıcı bir final izleyiciyi beklemektedir ki tam o esnada reklam girer. Reklamlar bitince, görüntüler tekrar Nihal’in mesaj atma sahnesinden başlar. Velhasıl herkes salonda toplanmıştır. Adnan Behlül’e “Oğlum bak seni çok pis döverim, sarı pipi çamaşır ipi” der. Behlül’de “yeter artık” diye haykırır. Herkes hayrete kapılıp, aynı anda kafayı Behlül’e çeviririr. Behlül konuşmasını sürdürür ”yeter.. evet amca sana ihanet ettim. Bihter’le yattım. Ama sor bakalım bi niye tattım? Çünkü ben de sevdim”, Adnan elini arka cebine atıp silahına davranır gibi yapar ama cebinden tarak çıkarıp, bıyığını taramaya başlar. Behlül kameraya dönerek izleyiciye ”Hey sen ekran başındaki. Bunun ayıplanacak bir tarafı yok. Dizinin adı aşk-ı memnu. Yani yasak aşk. Beklentin neydi ki hayrete düşüyosun. Sigara içmek te yasak neticede ama içiyorsun. Görüyorsun işte, yasak sevmez bir toplumuz. O zaman bunu ayıplanacak bir yönü yok ve ben meslek olarak oyunculuğu seçtim” der. Adnan da “Tamam o zaman. Bihter’in anası Firdevs hanım bana çok sırnaşıyodu onu ve Deniz Hanımı ben alıyorum. Nihal’le Bihter’i de sen al” der. Behlül “ohoo amca, siz böyle güçlü olmadınız mı? Bari birini daha alayım” dese de sonradan ikna olur. Bir imam gelir ve imam nikahı kıyar. Bir ara İmam “ulan ne biçim ev, herkes grandtualet giyinmiş. Biri akıl etse de pazardan penye alsalar bari” diye iç geçirir. Artık herkes çok eşli ve mutlu mesuttur. Ancak Adnan hala “acaba yanlış mı yapıyorum” diye kıllanarak içki şişesinden kendine küçük bi bardak viski doldurup, pencerenin karşısına geçer. İç cebinden çıkarıp, bir küba purosu yakar. Sahneyi purosu bitene kadar izleriz. Bu sırada dışarda polis arabaları görürüz. Yandaki köşke bir baskın olur ve orada yaşayan emekli komutanlar gözaltına alınır. Fonda tema müziği çalmaya başlar.
Son
Uğur Günel
Mart 2010 Bilge Sokak -Fulya
0 notes
ugurgunel · 13 years
Text
Pixardan çok önce... Tex Avery
Şu sıralar Pixar, Toy Story 3 ile gişeleri bir kez daha fethede dursun, sizlere bilgisayarın henüz sinemaya bulaşmadığı 30’lu yıllara götürüp, bir animasyon dahisinden bahsetmek istiyorum. Tex Avery..
Kendi adıma şunu söyleyebilirim ki, bilim dünyası için Einstein ne ise, çizgi dünyası için de Tex Avery odur. Avery henüz bilgisayar, 3D, High Defination ve Stop motion gibi teknolojiler yokken el çizimleri ve akıl almaz hızlı başdöndürücü animasyon efektleriyle animasyon tarihinde devrim yaratmış bir çizer.
Geçimini çizerlikten sağlayan biri olarak, bana sorulan sorular hep nasıl yaşıyorsun, kaç para alıyorsun, bakarak mı çiziyorsun, kaç yaşından beri çiziyorsun gibisinden olmuştu. Kimse çıkıp ta “nasıl bulaştın bu işe” dememişti. Bunu aslında ben de bilmiyordum. Oturup sağlam kafayla düşününce ilk zamanlarıma dönüp çizgi filmler dedim kedi kendime. Evet henüz gırgır, fırt gibi dergilerdeki karikatürsel oluşumdan bahsetmiyorum. Sadece çizmek. Herhangi bir karakter veya bi imgeyi çizmemden bahsediyorum. Çizgi filmler..
Henüz 10'lu yaşlarıma basmadan hafta sonları erkenden kalkıp, salondaki kütüphanemizde annemin kupon biriktirp aldığı Meydan Larousse’ları karıştırdığımı hatırlıyorum. Ordan sürekli bulup okuduğum şeyler şunlardı. Karagöz ile Hacivat, Walt Disney ve Çizgi Film..O ansiklopedilerdeki saman kağıda basılan küçücük puntolu yazıları bi çırpıda okuyup, disney filmlerinden alınmış resimlere saatlerce bakar, sonra da bi kağıt çıkarı aynısını çizmeye çalışırdım. Benim çizerlik serüvenim böyle başladı. Ama çizgi filmden ilerleyen yaşıma rağmen kopmadım. Her fırsatta yeni filmler ve isimler keşfetmeyi sürdürdüm. İnternetle tanışınca da siparişle alınan video kasetler, cdler, dvder.. bu sürdü. Tex Avery’le tanışmam da yaklaşık 8 yıl önce, böyle oldu. Avery aslında yılardır yüzüne baktığım şeyin ayrıntısında gizli bir şeytan gibiydi. Şöyle ki Bugs Bunny denildiğinde bilmeyenimiz var mı?
Frederick Bean "Tex" Avery 1908 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Texas eyaletinde Daniel Boone ile gazi Roy Bean’in oğlulları olarak dünyaya geldi. Karikatür yeteneğini genç yaşlarında fark edip kendi halinde çizgiler çizmeye sonra da bunlardan para kazanmak için gazetelere satmaya çalıştı. Bunlar o haftaki beyzbol derbisiyle alakalı çizimler, ya da devlet adamlarının porterei gibi şeylerdi. Belli bir içeriği yoktu sadece desenden ibarettiler. Avery’nin şansı gazetelerden yana yağver gitmedi ama gittiği bir gazetede, onu animasyon şiketine yönlendirdiler. Burdaki işi Universal’in çizgi film stüdyosunda frame (katman) renkleme işiydi. Yeri gelmişken bundan da kısaca bahsedelim. Disney’in geliştirdiği bu frame-katman- mantığı, olayların geçtiği sahnenin sabit şekilde bir kağıda çizilmesi, hareket eden kararkterlerin de saydam bir aydıngere çizilerek üst katman olarak sahnenin üzerinde yer almasından ibaret bir oluşumdur- 
Avery burda bir çok çizgi filmin katmanları renkleyerek ve bir çok tekniği de bu sayede gözlemleyerek bir süre geçirdi. Derken Woody Woodpecker (Ağaçkakan Woody)’in yaratıcısı Walter Lantz, yaptığı iş yüzünden sert tavır sergilemesi yüzünden, Avery Universal Stüdyoları’ndan ayrılarak, Warner Bross’un yolunu tuttu. Ancak bu kez çalıştığı ortam bir back studio’ydu. Burada asıl yatırım gerektiren filmler harici yeni prjeler ve fikirler üretmek üzere bir kaç çizer bir masada toplanıp vakit öldürüyorlardı. O dönemler piyasa disney’in elindeydi, Warner Bross un filmleri biraz daha alt planda kalıyordu. Avery o dönemde Termite Terrace isimli filmin dublajından da sorumlu oldu ve dublaj yöentmenliğine geçişi de bu sayede gerçekleşti. Sonra ileride ünlü Looney Tunes serisinin unutlmaz bölümlerinin yönetmenliğini yapacak Chuk Jones ve Bob Clampett ile tanışarak, onlara katıldı. Çalıştıkları o köhne back studio da karaladıkları kağıtlar yaptıkları çizimler sonucu Bugs Bunny, Daffy Duck, Porky Pig (Domuz Porky) ve Elmer Fudd doğmuş oldu.
Tex Avery “eee what’s up dock?” sorusuyla kültleşmiş Bugs Bunny karakterini studyoya tescillettirerek çizgi film dünyasına adını altın harflerle yazdırdı. Ve çizgi seriler böylelikle başlamış oldu. Looney Tunes ile Disney’in Mickey Mouse’ u aynı kulvara geldiğinde Avery Warner’dan ayrılarak MGM (Metro Goldwyn Mayer) studyolaraıla anlaşarak burada unutulmaz Tom & Jerry serisini yapmaya başladı.. 1942 -54 yılları arasında Tom & Jerry ile birlikte Droopy, Wolf,  Screwy Squirrel gibi bir çok karakter yarattı. Bu dönemde Averyaltın yıllarını yaşamakla birlikte, seyirciye inanılmaz bir alternatif sunuyordu. Dönemin Disney filmleri ne kadar masum ve müzikal yapıya sahipse, Avery’ninkiler o kadar muzip, absürt ve çılgındı. Klasik çocuk masallarından giden Disney’in filmerine nazaran Avery’ninkiler cinsellik! (kesinlikle çıplaklık yok) içererek, çocuklarla birlikte yetişkinlere de bilet kestirmeyi başardı. Avery’nin muzip ve abartılı dünyası herkesçe beğeni topladı. Dibinde dinamit patlayıp ölmeyen kurt, cebinden bazuka çıkarabilen tavşan, metrelerce yüksekliten düşüp el freniyle durabilen uçak, gözleri yuvalarından fırlayan karakterler. 9 canlı kedi vs.. Bunlar Avery’nin yarattığı dünyadaki sadece birkaç şey..
Tarihler 1949 u gösterdiğinde Avery artık bir kült sayılan ünlü kısa filmi “Red Hot Ridding Hood” ’u gerçekleştirdi.  Burada bu film için ayrı bir parantez açalım.. .şunu özellikle söylemek istiyorum ki Bence Tex Avery’nin mizahını kavrayabilmek için yalnızca bu filmi izlemek bile yeterli. Red Hot Riding Hood bildiğimiz kalsik kırmızı başlıklı kız olarak başlar, masalın anlatıcısı vardır. Ormanda giden kırmızı şapkalı kızı görürüz. Daha sonra anlatıcı bize kurt ve büyükanneyi tanıtırken, büyükanne birden yataktan fırlayıp kameraya döner ve “Bu masaldan sıkıldık daha gerçekçi şeylerde rol almak istiyoruz artık!” diye söylenir. Bu ensada kurt ve kırmızı şapkalı kız da kadraja girer ve hepsi kameraya doğru söylenerek isyan ederler. Anlatıcı da pes eder ve hikaye baştan başlar. Ormanda geçen hikayenin yeri artık Hollywood’tur. Kırmızı şapkalı kız bir gece klübünde seksi kıyafetiyle şarkı söylerkeni mekana limuzini ve smokiniyle giren kurt’un aklını bşaından alır. Büyük anne de Kurt’u yatağa atmakta direten çılgın bir yaşlı(mature)dir :) Yazıyı okuyanlar eğer benle aynı heyecanı payaşabildiye bu filmi izlemeleri konusunda ısrar ediyorum. Film Youtube’ta mevcut.
Ve bu filmin 1996’da çekilmiş ve Tex Avery’e bir saygı duruşu niteliğinde olan , Jim Carrey’i de tüm dünyaya tanıtan “The Mask” filminin temelinde yattığını hatırlatalım. Öyle ki Stanley Ipkiss filmin başında köhne odasında bu filmi izler ve maskeyi taktığında da Avery karakterlerinin mistik özelliklerini taşır. Filmin büyük çoğunluğunun geçtiği Coco-Bongo Club ve ortamlar Red Hot Riding Hood ile birebirdir. Daha sonra Tex Avery'nin karakterlerini hem insanlı hem de çizgi karakterli filmlerde de görürüz. Bunlar usta yönetmen Robert Zemeckis'in 1989 yılında Back to the Future serisinden hemen sonra çektiği Who Frammed Rogger Rabbit? (Masum Sanık), Michael Jordan'lı 1996 yapımı Space Jam ve 2003 te çekilen Looney Tunes Full Action (Looney Tunes Macera Tam Gaz) filmleridir.
Bu seri ile ünlü olan Wolfy’li bir çok film daha çekilmiştir. Bunlardan bazıları da Wilde and Woolfy  (1945), "Swing Shift Cinderella" (1945),  Uncle Tom`s Cabanna (1947).
Tex Avery, ömrünün son zamanlarında reklam filmlerine ağırlık verse de aynı dönem Frito Bandito ve Insected for Raid çizgi filmlerini filmgrafisine yazdırmıştı.
90lı yıllarda başlayan 3D Animasyon teknolojisi Shrek, Toy Story, Ice Age gibi filmlerle ortalığı kasıp kavururken, bu tekniklerin atası sayılan o hızlı, uçuk kaçık animasyonların yaratıcısı Tex Avery hakkında, ülkemizde türkçe olarak bulunabilecek kaynaklar malesef az. Hatta yok diyebilrim. Bulabildiğim tek kaynak The Mask filminin ekstralarında Tex Avery hakkında birkaç dakika süren bir belgeseldi. Tarihçesini de yabancı kaynaklardan bularak,  Fatih Terim’den biraz hallice ingilizcemle çevirdim.Herhangi bir kusur, Sürç-ü lisan ettiysek affola!
 Tüm bunlar benim çocukluğumda ve meslek hayatımda büyük yer etmiş, 26 Ağustos 1980 yılında vefat eden, üstad Tex Avery için uzun zamandan beri yazmayı düşündüğüm şeylerdi.  Ağustos ayı yaklaşırken ustayı da bu şekilde anmak istedim. 
Son olarak; Türkiye’de aykırılık ve tekkaşı havadalık yazımla da bağlantı kurarak, Dünyadaki bu aykırı isimlere Tex Avery’i de ekliyor ve sevgiyle anıyorum. Uğur Günel
06 Temmuz 2010 Salı / Fulya-İstanbul
1 note · View note
ugurgunel · 13 years
Text
Yolun Geri Kalanına...
# 12/02/2011 Tarihinde İzmir Gündemi isimli yerel gazeteye yazdığım köşe yazısıdır.
Ennihayetinde metro inşaatı süresince neredeyse 3 yıldır kapalı olan İnönü Caddesi’nin bir kısmı, 15 Ocak’tan itibaren trafiğe açıldı. Yollar gerçekten süper. Arabanızla gittiğinizde Katar Rallisine katılmış gibi hissedebilirsiniz. Hele Hıfsızsıhha’nın üst kısmından, Yeşilyurt Devlet Hastanesi’ne bağlanan dik yokuşlu caddeden geçiyorsanız, Camel Trophy yarışmacısı hissi yaratıyor insanda. Macera tutkunu vatandaşlarımız varsa bu yolları kullanmaları tavsiye olunur.
F.Altay’dan Konak istikametinde giden belediye otobüsleri de, bu bahsettiğim yokuşlu güzergahı kullanıyor. Zaten bu hat sık tercih edildiğinden, araçlar sıkış tepiş. Buna bir de sağlı sollu virajlar, bitmek tükenmek bilmeyen çukur ve kasisler eklenince, aracın içerisinde bir köy minibüsü atmosferi hakim oluyor.
Böyle sürerse bir kaç aya Evreşe Yolları türküsüne benzer bi türkü de burası için bestelenebilir. 
İzmir’li mülayimdir, sesi çıkmaz diyip; yıllardır bitmek blmeyen yol yapımları ve inşaatlar neticesinde kapanan yollar, sonradan açıldığında köy yolu gibi oluyor. Yolu kepenk kaldırır gibi trafiğe şak diye açmadan önce, burdan bi silindir geçirmek bu kadar zor mu? 
Arabası olan vatandaş zaten Alman TÜV’ünden vize alabilmek için para saçıp bakım yaptırdığı arabasını, bu yolları kullandıktan sonra tekrar bakıma almak zorunda kalıyor. E belediye otobüslerini düşünemiyorum zaten. Büyükşehir belediyesine bir önerim var! Eğer Eşek Adası’na göndermedilerse, Kadifekale’ deki çöp toplayan katırları burda değerlendirebilirler. 
İzmir’in merkez ilçelerine de şayet günün birinde turistler gelmeye başlarsa, rehberin işi kolay. Şu cümleyi ingilizceye çevirmesi kafi: “Yolun geri kalanına katırlarla devam edeceğiz.” www.izmirgundemi.com 
0 notes
ugurgunel · 13 years
Note
WHERE WOULD YOU MOST LIKE TO VISIT ON YOUR PLANET?
türkiye
0 notes
ugurgunel · 13 years
Text
Bir Bayram Sabahı
Saçı 2 numara kesilip, ensesi geometriden bihaber berber tarafından ustra ile yamuk alınmış, yüzü sivilceli ve bıyığı henüz terlemiş çocuk; pek bir terbiyesiz rüyasını görürken, sakallı ve göbekli babasından böğrüne sert bir tekme yiyerek bir bayram sabahına uyandı.
-Kalk lan zındık!
Babasından tekmeyi ve sabahın ilk ışıklarına arkadaş fırçasını yiyince, doğru banyoya gitti. Önce çişini yaptı, sonra abdestini aldı. Birlikte çıkıp bayram namazını kılmak için camiye gittiler.
Apartmanlar arasına tıkışmış, küçük, sevimli ve tarihi bir camiydi. “En az 120 yıllık” demişti bir keresinde imam. “Mimar Sinan’ın bir öğrencisi yapmış.” diye de eklemişti. Minaresi, 8 katlı apartmanların 4üncü katına erişse de zamanında bir çok yıldırım yemiş, biraz sıvası dökülmüş, bir iki taşı eksilmiş ama yılmamış, dimdik ayakta duruyordu.
Sabah saat 7’yi biraz geçiyordu. Caminin tizi ayarsız hoparlöründen hocanın sesi geliyordu. Peygamberden günümüze bayramın önemini anlatan özetimsi vaazını veriyordu. Ramazan boyunca teravihe gitmemiş ama bayram namazında koşa koşa gelmiş cemaat; camiyi tıka basa doldurmuş, hatta bahçesine taşmış ordan da sokaktaki kaldırımlara sızmıştı. Göbekli ve sakallı babayla, terbiyesiz rüya görmüş fakat hemen üzerine abdest almış oğul, camiye giremeyince sokak kaldırımına seccadesini koymuş cemmatin önünde iki götlük yer bulup, ellerindeki bisküvi kutusunu betona serdiler. Üzerine de kabe desenli seccadelerini açıp, bağdaş kurup oturdular. Ardından onların önüne de türevleri gelip, safları sıklaştırınca bizimkiler iyice ortada kaldılar.
-Koca Ramazan kimse gelmedi efendim! Biz her gün geldik şimdi yer bulamıyoruz olmaz ki kardeşim!
Serzenişinde bulundu zayıf, badem bıyıklı, takım elbise giymiş ama kıravat takmamış, gözlüklü ve kafasında dantel takke olan adam. Hemen yanına yeni yıkanmış uzun saçlı şeytan sakallı, siyah tişörtlü kıçında eşofman altı olan çocuk gelip seccadesini serdi.
-Cık cık cık…
Badem bıyıklı adam, uzun saçlı çocuğa bakıp söylendi. Sonra kafasını diğer tarafa çevirdi. Yanına alt kat komşusu emekli kel adamla henüz ilkokula başlamamış oğlu geldi. Badem bıyık, çocuğa sevecen bir bakış atıp, babasına döndü.
“Maaşşallah! Maaşşallah! Ne güzel ne güzel.” diye ikileme yapıp, cümleden saydı.
Emekli gülümsedi oğluna dönüp,
-Oğlum, öp amcanın elini bakalım. Bayramını kutla!
Çocuk çekindi, mızmızlandı. Uzun saçlı çocuk güldü. Badem bıyık gocundu.
-Böyle de saygısızlık görmedim yahu. İnsan bayram namazında giyinir traş olur. Bakkala gider gibi de gelinmez ki efendim!
Arka saflardan bir liberal, konuya açıklık getireceğini sanarak sesini yükseltti:
-Ne var güzel kardeşim? Peygamberin de saçı uzundu!
Emekli de lafa daldı:
-Bayram günü ayıptır arkadaşlar. Sessiz olalım.
Sol arka saftan üst dudağı, alt dudağından öne doğru daha uzun, kirli sakal bol sivilce surat ve kıvırcık saçlı 20li yaşlardaki ergen, yüksek desibelden esneyince, didişenler sustu. Herkes ergene doğru baktı. Sonra derin bir sessizlik oldu. Ayarı bozuk hoparlörden hoca bayram namazının kılınışını anlattı. Kimse dinlemedi.
Ergen çocuk, “30 gün oruç tuttum, küfretmedim, içki de içmedim neyse ki bitti artık” diye düşünürken, tüm saflar ayağa kalktı. Dualar okundu secdeye yatıldı. Göbekli ve sakallı babanın seccadesinden yolunu kaybetmiş bir karınca geçti. Sonra tekrar geri döndü seccadedin baş kısmında dolanmaya başladı:
“Allahüekber.” dedi hoca. Cemaat rüku ederken, sabah ayazında ayakları üşüyen emeklinin henüz okula başlamamış oğlu, sert bir osurukla ortalığı inletti. Uzun saçlı çocuk kıkırdadı. Badem bıyık ayıpladı. Tekrar secdeye yatarken göbekli ve sakallı babanın alnı, seccadede volta atan karıncanın üzerine çarptı. Mübarek karınca namaz saatinde, oracıkta rahmetli oldu ama cenazesini kaldıran olmadı. Baş kısmı seccadenin dokumasında kayboldu, kıç kısmı ise henüz cinayet işlediğinden habersiz olan göbekli ve sakallı babanın alnına yapıştı.
Rekatlar bitti. Hoca “Allahu Ekber Allahu Ekber” ezgilerinden oluşan, müzikal kısma geçti. Uzun uzun okundu. Yeni uyanmış ve ağız kasları henüz tam açılmamış cemaat gayet detone ve az desibelden koro halinde söylerken, Badem bıyık, müzik bilgisi olmadığı için  “canım önce ses açmak lazım” diye düşünemedi. Tam o sırada uzun saçlı çocuktan gayet tiz, kulağı yerinde dolu dolu bir armonide “allahü ekber” sesi yüksledi, tüm cemaatin sesini bastırdı. “..lee ilahe illaahhüallahuekber.. allahuekber velillaaa..ilham“ diye sürdü. Aziz ve değerli müminler pek bir beğendi bu sesi. Badem bıyık “herhalde İran devlet opera ve balesi çalışanıdır" diye düşündü. Ergen çocuk ise oralı olmadı. Göbekli ve sakallı babanın oğlu da, dolgun sese eşlik edip müzikal açıdan keyifli dakikalar yaşadı.
Hoca peşi sıra dualar edip namazı bitirmeden, safların önünde elinde, üzerinde bir margarin markası baskılı karton koliyle iki adam belirdi.
“Camimiz için yardımlarınızı esirgemeyin.” dedi hoca tizi bozuk hoparlörden. Elinde karton kutuyla önünde beliren iki kişiye, Emekli ve kel olan sitem etti:
- Canım ramazan boyunca her akşam klimanın taksidi dediniz topladınız. Ne taksitmiş bitmedi mi arkadaş?
- Klima diil abi, cami yıkılacak yenisi yaptırılacak.
Uzun saçlı çocuk; tarihi dokusunu korumuş camiyle, onca yıldırıma karşı dimdik ayakta kalmış minareye bakıp içini çekti.
-  Yıkacağınıza içten metal plaklarla destekleyip güçlendirerek, restore edip dış dokusunu korusanıza!
Badem bıyık cebinden 5 lira çıkarıp kutuya atarken uzun saçlı çocuğu tersledi:
- Olur mu canım? Kapasite yeterli değil. Baksanıza sokaklarda kılıyoruz.
O sırada gök yüzünde devriye gezen bir martı, badem bıyığın dantel takkesinin tam tepesine sıçtı. Badem bıyık “bi piyango bileti alayım bari, nasıl olsa ramazan da geçti kumara girmez” diye düşündü.
Emekli, az evvel osuran çocuğuna tekrar badem bıyığın bayramını kutlaması için baskı yaptı. Osuran çocuk, badem bıyığın elini öptü. Fakat kutuya 5 lira atan badem bıyık, osuran çocuğa bayram harçlığı vermedi. onun yerine
-Maaşallah! Maaşallah!  dedi.
Namazı biten cemaat dağılırken uzun saçlı çocuk, göbekli ve sakallı adam ve artık müziğe merak saran oğlu, caminin yanındaki simitçiye yöneldi. Sakallı ve göbekli adam sırayı bozup uzun saçlı çocuğun önüne geçti. 10 tane simit aldı. Uzun saçlı olan sesini çıkarmadı. Üst dudağı alt dudağından uzun olup, esneyerek sessizliği bozmuş ergen, kalabalığın arasından akrabasını bularak elini öptü. Akrabanın verdiği 20 lira harçlıkla önce kahvaltı olarak simit alıp yedi, kalan 19 lira 25 kuruş ile, üç sokak aşağıdaki kerhanenin yolunu tuttu.
Cemaat dağıldı. Sokak bomboş kaldı. Aradan bir yıl geçti, tarihi cami tarih oldu. Yerine bol camlı, minaresi olmasa iş merkezine benzeyen bir cami yapıldı. Yeni bayram sabahında yine ramazan boyu hiç teravihe gelmemiş ama bayram namazını iş edinmiş cemaat camiyi doldurdu. Önce bahçeye, ordan sokağa taştı. Yer bulamamış ve aldığı piyango biletinden bir bok çıkmamış badem bıyık, bu sene de sokağa seccadesini sermek zorunda kaldı. Uzun saçlı çocuk da yine tam onun yanında belirdi.
Bayram sabahının güneşi mahalleye yükseldi, güneş ışını caminin iş merkezi görünümlü camlarından sekti, tıpkı bir apaçi oku gibi, zınk diye badem bıyığın gözüne saplandı.
“Hassiktir!..” dedi badem bıyık. Uzun saçlı çocuk, küfreden badem bıyığa gülümseyerek cevap verdi:
-Abdestin kaçtı!
-*-
Uğur Günel  
 14.09.2010   /  03:45
 37 Sokak Güzelyalı 
0 notes
ugurgunel · 13 years
Text
Türkiye’de Aykırılık ve Tek Kaşı Havadalık
Ferhan Şensoy’un TRT de dalyarak dediği yıl, aynı zamanda kafamı kurcalamaya başlayan yıldı. O zamanlar fiziksel olarak bir sübyan olsam da, aslında kimyasal olarak pek de çocuk olmadığımı anladım. Kafam bazı şeylere gereksiz(!) de olsa basıyordu. TRT bir devlet kurumuydu ve ünlü bir tiyatrocu-mizahçı o kelimeyi söylüyordu. Peki o kelime küfür müydü? Yoksa küfretmek mi mizahtı? Tabi o zamanlar search(!?) edecek bir google ımız olmadığından ben de bilmem kaç kupona edindiğimiz Meydan Larousse a bakmıştım. Şöyle yazıyordu: 1- Osmanlı kuvvetlerinde savaş anında en önde bulunan tabur. 2-silahını/kılıcını çekmiş asker..
Eee? Demek ki küfür değildi. Anlamı da buydu, ama mizah nerdeydi. İşte o zaman anladım ki Ferhan Şensoy aykırıydı! Dille oynamayı seviyordu ve bu yzden farklıydı. Ama babam dahil büyüklerim, nedense kendisinden haz etmiyordu.  Bu garip birşeydi, fakat çok sonraları yine bir devlet kanalı olan TRT'ye ve diğer özel kanallara ağzında sakız, üzerinde buruşuk bir tişörtle çıkıp, kimi zaman küfür harmanlı cümleler kuran- kuramayan, futbol yorumcuları çıkmaya başlamıştı. Gel gör ki hitap edilen aynı kitleye, bu garip değildi ve hemen benimsenmişti. İşte ben bunları düşünmeye başlamış ve tam da yoğunlaşmışken, arkadaşlarım mahalle maçına çağırdığından mütevellit herşey yarım kalmıştı. Biraz büyüyüp, tekrar bu konu için, beynimde şeker yakmaya başladığımda anladım ki; ��ok acaip dönemler(miş)di yahu.. neler olmadı (olmamış) ki. Geçmişe gidelim, çok sevdiğim oyuncu ve yazar Osman Cavcı’nın Hayvan dergisindeki bir yazısında okumuştum. Kendisinin de tanıdığı ve birlikte rol de aldığı üstad Öztürk Seregil hakkında şunları yazmıştı. Serengil filmlerindeki uslübuyla, hayatı kesinlikle ciddiye almamış, kendi dahil herşeyle dalga geçmişti. Bu tabii ki tek kaşı havadalara, gülme özürlülere ters gelmiş ve Öztürk Serengil sinemadan idealistler tarafından aforoz edilmişti. Daha sonra sinemadan kovulan Öztürk Ağbi, gazinolarda stand up (ki ortaoyunu, meddahlık ve şovmenliği harmanladığı kendi uslubü ile) yapmaya başlamış, sahneye ilginç kostümlerle çıkıp şarkılar söylemiş, geri kalan kısımda da izleyicilere sataşmış ki kafası mizaha basmayan seyirciler de haliyle kavga çıkarmışlar. Devamlı negatif olan Öztürk Ağbi’ye göre bunlar kendiliğinden olan şeyler tabii. Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a götür yemekleri beleş diyor, yine laf soktuğu bir abay tarafından sahnede silahla kovalanıyor ve akabinde işinden oluyor. daha neler olmuyor ki.. Türkçeyi her kelimenin sonuna J koyarak katlediyor. tutuklanıyor, bir takım olaylar oluyor. Fakat tek kaşı havadalar üzerine gelmeye devam ediyor. Bu kez yandaş gazeteciler saldırıyor üzerine, ve ne alaka? Öztürk Ağbi “Komünistler Moskova’ya diye bağırıyor.” Kimse onu anlamıyor. “Bu adam aykırı. Bu onun uslübu” demiyor. (daha fazlası için: Yanlış Anlaşılmış Filmler-Osman Cavcı /Parantez Yayınları 2006) Aykırılık Öztürk Ağbiyle sınırlı kalıyor mu ki? Tabii ki hayır. Aydemir Akbaş, Kazım Kartal ve Behçet Nacar cep harçlıkları çıksın diye, yatağında çırıl çıplak yatan ablalarımız Figen Hanlarla, Necla Fidelerle, Zerrin Egelillerle sevişip,  göbekleriyle ilişkiye girdikleri(!) için -ki bir nesil bu nedenle yanlış öğreti alıp sevişmeyi becerememiştir- pornocu ilan edilip, görmezden gelindi.. en acısı da kınandı. Elbette tek kaşı havadalığı yaşam biçimi haline getirmiş bünyler tarafından. Kemal Sunal tabuları yıkıp, Kapıcılar Kralı'yla en iyi oyuncu ödülünü aldığında da haftalarca konuşuldu (ki o tarihe kadar o ödül bir komedyene verilmemişti). Ancak Kemal Ağbi ev kirasını ödeyemezken, tekrar tekrar filmleri tvde oynadı. Telif yasası mı? O da ne? Kimin umrunda? Sunal’ a bir darbe de RTÜK ten geldi. “Eşşoğleşşek” biplendi, sonradan silindi. TV de mafyalar birbirini deşerken, silahlar konuşurken ağzının suyu akarak izleyen nesile eşşoğleşşek çok görülmüştü. (ki hala sürer bu). Çünkü eşşoğleşşek aykırı, yere leş sermek ise olağandı. Şu aykırılık kimsenin işine gelmiyordu. Seçmeninden bir tabak pilavla oy alan iktidara, Levent Kırca’nın esprisi aykırı geliyordu. Aynı iktidarlara çizilen bir mizah dergisi kapağı da. Bu hep böyle sürüp gitti. "Misafir umduğunu değil bulduğunu yer" gibi bir atasözüne sahip olup, komşuluk ilişkileriyle övünmüş bir nesil olarak Yemekteyiz programı ile  ergenlerin eve kapanıp dikizlendiği BBG Evleri, Kaynana yarışmasından sonra ünlü olup, bir otelde kafayı çekip aşırı dozda promil ve bilimum bileşenden ölen ne idüğü belirsiz Semranım'ın çekingen ve yine ne idüğü belirsiz evladı Ata'nın tabutu, çok sevdiğimiz vatanımız uğruna ölen şehitlerimize ve önemli şahsiyetlerin naaşlarında kullanılan o şanlı(!) Türk Bayrağımızla sarılması  son derece olağan gelirken,  yine yeniden sevmediğimiz Aykırılar hep dışandı. Ahmet Tarık Tekçe ve Erol Taş kötü adamı oynadıları için dayak yedi, Tecavüzcü Coşkun -Coşkun Göğen yuhalandı, Nuri Alço’dan nefret edildi. Feridun Karakaya’ya hadi canım adam sende dendi. "R lere Y diyor yahu".. Buraya sığdıramadığım o kadar çok isim var ki, bunu yanısıra da unuttuklarımdan özür diliyorum. Ve hala Aykırılar hep dışlanıyor. Çok sıkıcı, boğucu, vıcık hayatların, plesenk muhabbetlerin arasında patlayan aykırı(!) bir espri, bir ses her zaman ters geliyor. Niye gelmesin ki “Asmayalım da besleyelim mi?”, “Benim memurum işini bilir” dönemlerini savunan, yaşam standardı edinen bu yurdum insanlarına? Hiç bişey bilmeyip ezbere konuşan neşeli salaklar ordusu, her zaman birşeylere uyanmış ve hayata simetrik bir açıdan bakan bu aykırı insanları dışlamaya, kötülemeye ve en önemlisi de istememeye devam edecek. Belki günü birinde, sosyal bilgiler dersine bedenci, matematik dersine din kültürü hocası girmez de, pek bi abdestli olarak çevrilmiş 100 temel eser yerine çantalara Dostoyevskiler, Nazım Hikmetler, Uğur Mumcular girmeye başlar.  İşte o zaman biz de aykırı, apayrı bir ülke oluruz?
Hişşşş.. Hadi canım sende! Bak kaldırdım bi kaşımı havaya..
16 Mart 2010 Salı - Bilge Sokak /Fulya
0 notes
ugurgunel · 13 years
Text
Amerikan Rüyası
O sabah çıkan gazetenin ilk sayfasına, “köy enstütüleri kapatılıyor” diye 90 punto manşet atılırken matbaada, Simav sapağından sert bi manevrayla viraj alan deniz mavisi Ford, tozu dumana katarak ilk benzinliğin önünde durdu. İçinden pantolunun cepleri Benjamin Franklin ile arkadaş, saçları sık, sarıya çalan pis sakallı Habiblerin Cüneyt indi. Benzinciye ıslık çalarak yanına çağırdı..
-Üçpınar köyüne daa ni kada va lan?
Deniz mavisi Fordu gören fakat hayatında hiç deniz görmeyen pompacı önce arabaya sonra Cüneyt’e baktı. Ardından da yola bakıp tekrar Cüneyt’e döndü.
-Varmışsın zati ağabey. Naha şuudan dönünce üçpınaa. Sen kimlerdensin? Üçpınalıla züğürttür. Tomofilli adamsın essah.
Adamı sallamayan Cüneyt, cebinden çıkardığı marlborosunu ağzına koyup, zipposuyla fiyakalı bi ateş çakarak sigarasını alevlendirdi. Pompacının ağzı sulandı yutkundu ama bizimki oralı olmadı.
-Sen depoyu fulleyive.
Pompacı depoyu doldurup hortumu depodaki kınına taktı..
-100 gayme
-Siftah yaptın mı la?
-Yoğh!
Cüneyt bi kaç papeli cebinden çıkarıp, sol elinden sağ avucuna aldı. Benjamin Cüneyt’e, Cüneyt Benjamin’e baktı. Sonra avucunu sıkarak Benjamini boğdu. Papeller ağızda üç tur döndürülüp tükürülmüş ciklet misali bir hal aldı. Sonra plase bir savruluşla pompacının ayağının dibine düştü. Cüneyt arabaya bindi. Motoru çalıştırıp gaz pedalını kökledi ayağını debriyajdan hızla çekti. Ortalık toz duman oldu. Tozlar dağıdığında dikiz aynasından pompacıya baktı. Pompacı nokta kadar kaldı, akabinde kayboldu.
10 dakika ötede bahçesinde erik ağacı olan evin tahta kapısı 2 kez vuruldu. Hasibe Teyze kapıda belirdi. Gelen postacı Muhammed’i içeri buyur etti.
-Amerikandan mektup vaa Hasbe teeze. Cüneyt'ten heralde.
-Okuyu ve hele la Muhammed?. Du sana bi çay getirem.
Muhammed çayından bir yudum aldı. Zarfı itinayla açıp işaret ve baş parmağını yalayarak kağıdı zarftan çıkardı. Muallim bir eda takınıp Hasibe Teyze’ye cila çekti. Genzini temizleyip okumaya başladı:
-Sevgili anacım…
O sırada dışarda sert bir fren sesi duyuldu. Bütün köy ayağa kalktı. Herkes kapısının önüne koştu. Cüneyt’ini kapıda görünce Hasibe Teyze, koşup yavrusunu bağrına bastı. Cüneyt 10 cm çaplı güneş gözlüğünü, gömleğinin gözünden çekip gözüne takarak mahalleliye döndü.
-Selamınaeyküm la… Niittiniz?
Köylüler sevinçle Cüneyt’e koştular:
-Aleyküm selaam Cüne..
Cüneyt kıçını onlara dönüp tahta kapıdan geçerek avluya girdi.
-La hadi daalun ağşama kavede dertleşürük.
Kapıyı çarparak kapattı. İçerde postacı Muhammed’i görünce.
-La geçen ay yazdıydım be o meğtubu ne kada yavaşsınız. Gelişmemiş memleket işte ne beklesün amınim.
Hasibe Teyze gitti, karşıdaki çınar ağaçlı evin kapısını çaldı. Emine Teyze kapıyı açtı.
- Emineee, Cüneyt geldi gıı.
- Gözün aydun
- Faik’ i çağır da gesün aakadaşuyla deetleşsun.
- Faik derste, gelir şindi öğle yimeene
Emine Teyze Hasibelere geçti; oturuldu, konuşuldu, yenildi, içildi. Cüneyt amerikan macerasını ballandıra ballandıra anlattı.
-Ne iş yaptın la sen orda Cüneyt?
-Muhasebe gayıtları duttum .
O sırada kapı çalındı asılmış suratıyla elinde çantası Faik çıkageldi.
- Anam sizde mi Hasbe teyze?
- Burda ge gee..  Cüneyt geldi bah.
Faik’in gevşeyip aşağı salınmış, asık suratı pek tepki vermedi. İçeri girdi. Cüneyt onu görünce alaycı ve sevecen harmanı bir bakış patlattı.
-Faik niiden la dostum?
- Hoşgelmişin Cüneyt. Benzinci mi oldun lan orda?
Cüneyt’in suratı asıldı. Yutkunup devam etti.
-La oğlum orda ettiğin iş deel kazandığın para önemli. Benzüncüde çalıştıysak, arada muhasebeye de bahtık. Bak kapıda duran fordu görüyon mu? Peşin para saydım aldım. Aftalardır yollardayum. Gemiyle Avrupa’ya ordan buraya. Ödediğim gümrük vergilerünün haddi hesabı yok ama değdi doğrusu.
-Yaa bahkala gidee gelüsün artuk burda arabanlan.
Bol yeşil para görmüş, benjaminle arkadaş Cüneyt, Faik’in kendisini küçük görmesini hazemedemedi. Çayından 3 uzun yudum aldı bardağı dipledi. Anasından yenilemesini istedi. Sonra da konuşmaya başladı.
- Öğretmenlük zor meslek dimi lan Faik?
- Öyle
-Ama sizde de sorun vaa galüba bahsana orda boh temizlesen boh gibi paran oluyo. Araba da alüsun ev de alusun.
-Burda da alırsın.
-Boh alırsın
-Kafanı gullanırsan alırsın la Cüneyt. Hazıra gonunca olmuyo taabi yılladır.
-Biizm memleketlünün gafası matamatiğe basmayor Faik. Ben gittim adam aya gidiyor çok geişmiş memleket canum.
- Bizde de giden çıkar elbet. Ama bahsana Cüneyt. Sizin memleketli bizim gelişmemizi istemyior anlaşulan.
- Nası la?
Faik çantasından suratını asan haberin yer aldığı gazeteyi çıkarıp Cüneyt’e uzattı.
- Bak bizim okulu kaptıyolar. Artık beni de nereye atarlarsa.
- Doğuya atmasunlar da
- Farketmez her yer memleket. Gezer görürüm tekrar. Zaten daha önce de gitmiştim. Kuzey çıkarsa karadeniz yaylalarını gezerim. Doğu çıkarsa hasankeyfe giderim tekrar.
- Ne zaman gittin la?
- Lise bitince bütün paramı biriktürüp memleketi gezdim. Madem örtmen olucam köyüme bilmediğim yeri anlatmak istemedim talebelerime.
Dolar yeşili görmüş ama karadeniz yeşinini henüz görmemiş renk körü Cüneyt, Faik’in çaresizliğinden faydalanıp onun üzerine gitse de Faik’in geniş tavırlarını bir türlü yenemedi. Hayat ve para ekonomi eğrisini beynine mesken tutup ömür boyu kiraya veren Cüneyt, Faik’i parasıyla ve özellikle amerikan görmüşlüğüyle dövmeye, ezmeye biraz daha çabaladı ama Faik’in gardlarından iyice yoruldu. Faik yerinden kalktı.
-  Ben artık gideyim ders başlıcak.
-  Bırakam seni arabaylan la Faik?
-  Hacet yok giderim ben.
Faik’le yıldızını barıştıramayan Cüneyt, kişiliğinin soyut otobanında bir U dönüşü yapıp arkadaş canlısı tavrını takındı:
-  E madem okul kapandu, gitme öğleden sonra da gel seni fordlan gezdirem. Hem senün canın sıkkın la. Oğlum ennihayetinde köy enstütüsü. Normal okuldan ne farkı va. Orda da matematük burda da. Her okulda varsa yoksa problem çözecü. siheheh
Faik, Cüneyt’te onun henüz hiç görmediği ama aslında Amerika’da herkesin ona öyle baktığı, fakat Cüneyt’in maaş beklemekten farkına varamadığı o acınası küçültücü bakışı attı. Bıyık altından gülerek.
- Marlburon var mı la Amerikalı?
- Va buyur.
Cüneyt, Faik’in sigarasını yaktı. Faik dumanı içine çekti, ciğerlerinde bir tur döndürüp burnundan gök üzüne üfledi.
- Aritmetiği biliyn mi la Cüneyt?
- Heee sayıla, rakamlaa, geometrü. Okulda öğrenmedük mü beraber?
- He işte şimdi ben okula gidecem. Talebelere diyecem ki. Siktiredin aritmetiği çıkarın kaatarı, düşleyin geleceğinizi önünüzdeki kaada çizün..
- Resüm mü yapturacün?
- Hee resim. Resim yapsınlar boyalarla Cüneyt. Belki senin arabanı çizerlee, belki bizim köyün kalkınmış halini. Okul kapandu nasısa, aritmetiği neettsin çocuk? Tanrı rakamları deel, renkleri yarattu. 20.06.2010 Bilge Sokak -Fulya resim: Monet~ Vanilla Sky 
0 notes