Tumgik
#teknikemek
serhatnigiz · 6 years
Text
Tarım Emeğinin Çin Devrimi Şahsında Maoist Serüveni
Tumblr media
1925-27 Çin Devrimi’nin yenilgisi Çin’deki proletaryan devrimci hareketin sonunu getirmedi. Ne var ki; 1927’nin son aylarında ve 1928’in başlarında alınan büyük yenilgiler ve bozgunlardan sonra Çin proletaryası bir daha eski gücüne de ulaşamadı. Çin proletaryasının öncü gücü konumundaki Çin Komünist Partisi (ÇKP) bu yenilgi sürecinde milliyetçi burjuva partisi Kuomintang’ın gerçekleştirdiği katliamlar sonucunda neredeyse tümüyle ortadan kaldırıldı. Böylelikle ağırlıklı olarak sanayi kentlerinde ve sahil kesiminde örgütlenmiş olan proleteryan nitelikli ÇKP neredeyse bütünüyle tasfiye edilmiş oldu. [1].
Öte yandan, bu yıllarda ÇKP içinde Chen Duxiu önderliğinde ortaya çıkan proletaryan Marksist unsurlar da bu tasfiye sürecinden payını aldı. Duxiu başta olmak üzere ÇKP içindeki Sol Muhalefet’in tüm unsurları “oportünist” ve “hain” damgası vurularak 1929’da partiden ihraç edildi ve 1925-27 Devrimi’nin yenilgisi bütünüyle bu kesimin sırtına yıkıldı. Bugün bile resmi ÇKP tarihi bu olayın üstünü örtmeye devam etmektedir.
Örneğin Mao, 1925-27 Devrimi’nin yenilgisi üzerine şunları yazıyordu:
“1927’de Çin’de, proletaryanın büyük burjuvazi tarafından yenilmesi, o sıralarda Çin proletaryası (yani Çin Komünist Partisi) içinde bulunan oportünizmden ileri gelmiştir. Biz, bu oportünizmi yok edince, Çin devrimi yeniden ilerlemeye koyulmuştur.” [2].
Hiç kuşkusuz Mao ve ÇKP’nin önde gelen yöneticileri Kremlin bürokrasisinin politikalarıyla görece uyumlu bir siyasi çizgiye sahiptiler ve doğal olarak onlar ÇKP içindeki “Sol muhalefet”in tasfiyesi noktasında Kremlin’le her hangi bir görüş ayrılığına da sahip değillerdi.
Büyük oranda proletaryan sınıf karakterini yitirmiş olan ÇKP, bu kez sahneye Mao’nun önderliğinde köylü kitlelerine yaslanan silahlı bir ordu-parti modeli biçiminde çıktı. Bu dönem boyunca asıl olarak Kremlin’in yön verdiği tüm ideolojik ve politik argümanlar Çin’in “köylü komünizm”ine kısmen uyarlandı. Kremlin’in dünya ölçeğinde tüm resmi “komünist” partilere dikta ettiği asgari ve azami programa dayalı “aşamalı devrim teorisi” ve onun ürünü olan “dört sınıf bloğu”na dayalı sınıf uzlaşması stratejisi Mao’nun temel kılavuzu haline geldi.
Burjuva demokratik devrimi esas alan Mao; bunu silahlı köylü kitlelerine dayalı bir “halk savaşı” stratejisiyle hayata geçirmek niyetindeydi. Bu stratejiye göre gerçek düşman ulusal burjuvazi ve kapitalizm değil, sömürgeci güçler (Japonlar) ve onların yerli işbirlikçileri idi. Mao’ya göre “ulusal burjuvazinin işbirlikçi olmayan unsurları”, işçiler, yoksul köylüler ve küçük-burjuva aydınlar, hep birlikte “yeni demokrasi”yi inşa edecek ve bir burjuva demokratik devrim gerçekleştireceklerdi. Mao’ya göre bu ittifakın başını “silahlı köylü ordusu”na dayanan ÇKP çekecekti.
Mao’ya göre Çin devrimi gerçekte bir “köylü devrimi” idi. Keza; Mao’nın görüşlerine yön veren dönemin genel özellikleri de düşünüldüğünde, global-feodalizme karşı minimal-ulusçu burjuva devrimlerin ön plana çıktığı bu konjektürde (D4/C7/E1 iş bölümü ilişkileri açısından), D4-burjuvazisinin zayıf olduğu o gün ki koşullarda ÇKP’nin burjuvazinin tarihsel misyonunun yerine geçerek yoksul köylülüğün ve diğer demokratik tabakaların da desteğini alarak hem ulusal kurtuluş mücadelesine hem de sosyal devrime önderlik etmesi dönemin ruhuna da (emeğin tarihsel hareketinin aldığı o an ki ansal kesite de) gayet uygun bir görüntü ortaya çıkarıyordu.
Mao konuya ilişkin şunları yazıyordu:
“Fakat çeşitli “sol” çizgilerin temsilcileri, yarı sömürge ve yarı feodal Çin toplumunun özel niteliklerini anlamadılar. Çin’de burjuva demokratik devrimin öz olarak bir köylü devrimi olduğunu anlamadılar.” [3].
Mao’nun aşamalı devrim stratejisi zorunlu olarak anti-feodal ve yarı-sömürge minimalist burjuva demokratik devrim perspektifinden ötesine geçemiyordu. Bu kısmen “Menşevik” çizgi ÇKP’nin 1949’da iktidarı ele geçirmesini takip eden ve hatta bu devrimden birkaç yıl sonrasına kadar süren bütün bir dönem boyunca ÇKP’ye hakim olan temel çizgi oldu.
Mao’nun devrim stratejisi kabaca dört temel aşamadan oluşuyordu:
Çin’in ulusal birliğinin sağlanması ve ulusal bağımsızlığının kazanılması
Feodal derebeylerinin büyük toprak mülkiyetine karşı bir toprak reformu.
İşçi sınıfının durumunun düzeltilmesine dönük toplumsal reformlar.
Japon işgalcilerine karşı anavatan Çin’in savunulması.
Mao’ya göre tüm bu minimalist burjuva demokratik görevler burjuva Çan Kay-şek hükümetinin de (Kuomintang’ın da) dahil olabileceği geniş bir “Halk Cephesi” formülünü de içeriyordu. Başka bir değişle, Mao’nun aşamalı devrim stratejisini temel alan “yeni demokrasi”si, gerçekte demokratik bir burjuva cumhuriyeti perspektifinden öte bir anlam da taşımıyordu. Mao’nun bu süreçte müttefikleri konumundaki “yurtsever burjuvaları” ürkütmemek için ağzına “işçi ve yoksul köylü hükümeti” lafını dahi almadığı bilinir. Keza; Mao’ya göre ulusal burjuvazinin “anti-emperyalist” kanadı hem yurtseverdi hem de sosyalizmi destekliyordu.
1949 Çin Devrimi’nden yıllar sonra bile Mao; 1957 yılında Yüksek Devlet Konferansının XI. Oturumu’nda yapılan bir konuşmada şöyle diyordu:
“Eski toplumdan gelen burjuvazinin büyük çoğunluğu ile aydınların büyük çoğunluğu yurtseverdir ve anayurtlarının yükselmesine hizmet etmek isteğindedir. Bunlar, sosyalist davaya ve Komünist Partisinin önderlik ettiği çalışan halk kitlelerine yüzçevirdikleri anda, hiçbir dayanakları kalmayacağını, ileriye güvenle bakamayacaklarını biliyorlar.” [4].
1925-27 yenilgisinden kimi dersler çıkaran Mao önderliği, Kremlin’in tüm dayatmalarına karşın “silahlı köylü ordusunu” Çan Kay-şek’in genel kurmayına tabi kılmadı. Çan Kay-şek’e hiç güvenmeyen Mao, ÇKP ordusunu Çan Kay-şek birliklerine karşı teyakkuz durumunda tuttu. Bu arada Mao Çan Kay-şek’e karşı herhangi bir girişimde bulunmayacağına dair sözler vererek Kremlin’in desteğini de kaybetmemeye özen gösterdi. Keza; bu dönemde Kremlin bürokrasisi milliyetçi Çan-Kay-şek’in Kuomintang’ını destekliyordu. Mao bu süreçte Kremlin’i doğrudan karşısına almamak için özel bir taktik uyguladı.
Mao iktidarın ele geçirilmesinden yıllar sonra bu konuya ilişkin şunları söylemişti:
“Çin Devrimi, Stalin’in iradesine karşı gelerek zafer kazandı… Eğer Wang Ming’in ya da başka bir değişle Stalin’in yöntemlerini izleseydik, Çin Devrimi başarıya ulaşamazdı.” [5].
ÇKP öncülüğünde Japon işgaline karşı girişilen kır gerilla savaşı kimi dönemlerde son derece öne çıkarken kimi dönemlerde de geri plana çekildi. Mao; Çan Kay-şek’le olan ilişkilerinde benzer politik manevralar yaptı. Mao kendisine bağlı “silahlı köylü ordusu” açısından en önemli konulardan biri olan toprak reformu talebini, kimi zaman son derece “keskinleştirilirken”, kimi zaman da “ulusal birlik” ve “toprak sahiplerini ürkütmemek” adına toprak kiralarının “makul bir düzeye” çekilmesi talebine indirgedi. Başka bir deyişle, ulusal ve uluslararası güç odakları arasında taktiksel manevralar yapmayı politikasının odak noktası haline getirmiş olan Mao; izlediği minoktokratik demokratik-aşamalı devrim çizgisinin/stratejisinin ağırlık merkezini her zaman “günün koşullarına” göre değiştirerek, özünde “fırsatları en iyi şekilde değerlendirmeye çalışan” bir devrimci görüntüsü verdi.
Yenan Dönemi
Mao’nun ÇKP’si için 1938’den 1947’ye dek sürecek olan “Yenan dönemi” gelecekteki proletaryan-kapitalist rejimin bir “ön provası” oldu. Bu dönem boyunca Japon işgaline karşı yürütülen kır gerilla savaşı kısmen ikinci plana düştü. 1938’de Japonların ülkenin kıyılarını bütünüyle işgal etmesiyle, kıyılardan ülkenin içlerine doğru kitlesel bir göç başlamış, birçok sanayi tesisi yüzlerce mil içeride yeniden kurulmuş, okulların çoğu ya ülkenin iç bölgelerinde ÇKP denetiminde yeniden eğitim ve öğretime başlamış ya da kapanmıştı. Başka bir deyişle, Mao ve yoldaşları iktidarı tamamen almadan çok önce ülkenin iç kesimlerinde zayıfta olsa ikili bir iktidarın temellerini devrim öncesinde atmayı başarmıştı. Çinli proletaryan devrimciler bu “paralel” devletimsi yapı sayesinde feodalizmin tasfiyesi ve minoktokratik bir devlet aygıtının inşası noktasında belirli bir gücü ulaşmayı da başardılar. Diğer bir deyişle, bu süreç devlet iktidarının alınmasından çok önce “ön bir devlet aygıtı”nın inşa edilebilmesi için gerekli şartlarında hazırlanması anlamına geliyordu.
Japon işgaline karşı yükselen Çin milliyetçiliği nedeniyle ÇKP etkisi altına giren aydın ve öğrenci kesimler, yani kent entelijensiyası, bu okullarda eğitim alarak ÇKP’nin ilerideki devlet kadroları haline geldi. 1945’e kadar yaklaşık 100.000 kadro bu okullarda yetiştirildi ve bunlar ileriki yıllarda proletaryan kapitalist rejimin iskeletini oluşturdu. ÇKP’nin iktidarı tamamen ele geçirilmeden önce kendi denetiminde yerel iktidar organları yaratarak belli bir bürokratik yapıyı devrim öncesinde örgütlemesi ve daha sonrasında bu yapıyı devrimle birlikte pekiştirerek ülke çapında yaygınlaştırması, Çin’de minoktokratik devlet aygıtının kuruluşu açısından oldukça dikkat çekici ve derinlemesine incelenmesi gereken bir olgudur.
“Yenan döneminde” geçirilen yıllar ÇKP için bir toparlanma süreciydi. Halk Kurtuluş Ordusu’nun 15,000 kilometrelik “Uzun Yürüyüşü”nü takip eden yıllarda Mao yaşananları şu şekilde özetliyordu:
“1937’de iç savaş dönemindeki gerilemeler sonucu, komünist partisinin sadece 40,000 kadar teşkilat üyesi ve 30,000 kişilik bir ordusu vardı… Fakat 1940 da, parti üyeliği 800,000’e çıkmıştı, ordumuz 500,000’e ulaşmış ve sadece bize tahıl vergisi ödeyenlerle, hem bize hem de Japonlara ve kuklalara ödeyenler dahil olmak üzere, üs alanlarının nüfusu, toplam 100,000,000 olmuştu. Birkaç yıl içinde Partimiz öylesine geniş bir savaş sahnesi, yani kurtarılmış bölgeler yaratmıştı ki, beş bucuk yıl kadar, Japon istilacılarının temel güçlerinin, Kuomintang cephesine yapacağı her stratejik saldırıyı önlemeye, bu güçleri kendi etrafımıza çekmeye, Kuomintang’ı savaş sahnesindeki krizinden kurtarmaya ve böylece uzayan direniş savaşını sürdürmeye muvaffak olduk.” [6].
Mao’nun anlatımlarından da anlaşılabileceği gibi; aslında ÇKP ve Halk Ordusu Japon işgali ve Kuomintang karşısında siyasi iktidarı ele geçirmeden çok önce zaten Çin’deki devlet aygıtının doğal ve hegomonik bir ortağı konumuna gelmeyi başarmıştı.
Öte yandan, 1942’den itibaren Mao’nun çizgisine karşı çıkan muhalif unsurlar partiden uzaklaştırılmaya başlandı. Parti içindeki tasfiyeler, (tıpkı Bolşevik Partisi içinde gerçekleşen tasfiye hareketlerinde olduğu gibi) en ufak muhalefet belirtisinin dahi yok edilmesi ile birlikte sona erdi. Üye sayısı 1942’de 763.447’ye, sonra da 736.191’e düştü. Üyelerin üçte ikisi köy kökenli, yüzde 15’i de aydın ve küçük-burjuvaydı. Rakamlarda da görüldüğü gibi; Mao’nun ÇKP’si sınıfsal niteliği itibariyle proletaryanın değil, esas olarak köylülük tarafından desteklenen küçük burjuvazinin politik temsilcisi konumundaydı.
ÇKP’nin etkili olduğu Yenan bölgesinde toplumsal hayatı düzenleyiş tarzı 1949 devrimi sonrasında yaptıklarıyla büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. ÇKP elinde tuttuğu bölgelerde emekçi kitlelerin “Sovyet tipi” yasama örgütlerine dayalı temsili demokratik iktidarı yerine (ki bu temsili kurumların kurulması da pek mümkün değildi), kendi parti ve ordu güçlerinin bürokratik iktidarını kurarak, böylece kendi merkezi minoktokratik aygıtınında ön provalarını yapmış oluyordu. 1945’e gelindiğinde “kızıl siyasi iktidarların” sayısı 19’a, burada yaşayan nüfus ise 100 milyona ulaşmıştı. Bu dönemde ÇKP Çin topraklarının %10’unu elinde tutuyordu. Yenan’ın bu kurtarılmış bölgeler arasında kurulan iletişimin merkezi ve ÇKP’nin “başkenti” haline geldiği bu dönemde, anti-emperyalist, anti-feodal vs. minimalist-ulusçu bir ideoloji olarak “Maoizm” ve bununla birlikte bir “Başkan Mao” kültü de ön-devlet aygıtı eliyle yaratılmaya başlanmıştı.
“Ordu devrimi”
Aynı dönemde Çan Kay-şek’in birlikleriyle tekrar çatışmalar yaşanmaya başlanmıştı. II. Dünya Savaşından yenik çıkmasının ardından Çin’den çekilen Japon işgal kuvvetlerinin geride bıraktıkları silahları, cephaneleri, sanayi işletmelerini ve kentleri ele geçirmek üzere ÇKP ile Çan Kay-şek’in Kuomintang hükümeti arasında süren rekabet hızla ülke çapında bir iç savaşa dönüştü.
1946 yazında resmen başlayan iç savaşta önce geri çekilmek zorunda kalan ÇKP bir yıl sonra toparlanarak karşı saldırıya geçti. Bu dönemde Kuomintang parçalandı, kimi generaller ve üst düzey bürokratlar ÇKP saflarına katıldı. Çürümüş ve yozlaşmış Kuomintang’a karşı çıkan diğer burjuva partiler de ÇKP’yi belli ölçülerde destekliyordu. Ocak 1949’da Pekin’e giren ÇKP’nin Halk Ordusu, baharda Nanking ve Şanghay’ı, sonbaharda ise Kanton’u ele geçirdi. Ve böylece ÇKP’nin siyasi ve askeri otoritesi tüm Çin’e yayılmış oldu. Çan Kay-şek; Çin’in hazinelerini taşıyan binlerce sandık ile Formoza’ya (bugünkü Tayvan’a) kaçmak zorunda kaldı.
Kuomintang’dan geriye kalan ve “devrimci” Kuomintang olarak adlandırılan parti de dahil olmak üzere, tüm burjuva partilerden gelen delegelerle, ÇKP’den gelen delegeleri içeren toplam 1576 temsilci Halk Siyasal Danışma Konseyi adıyla 21 Eylül ile 1 Ekim arasında toplandı; ve 1 Ekim’de Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) kurulduğu ilan edildi. Ortak bir program, geçici bir anayasa, bayrak, ulusal marş, ulusal takvim kabul edilmiş ve başkent olarak da Pekin seçilmişti. Bir hükümet oluşturuldu ve hükümet konseyinin başkanlığına Mao atandı. Seçilen altı başkan yardımcısı ise şunlardı: burjuva partiler cephesi konumundaki Demokrasi Birliği’nin başkanı, Halk Kurtuluş Ordusu başkomutanı, Mançurya hükümet başkanı, Devrimci Kuomintang Komitesi başkanı, bir ÇKP politbüro üyesi ve bayan Sun Yat-sen (Kuoamintang’ın kurucusu ve 1911 devrimiyle kurulan burjuva cumhuriyetin ilk cumhurbaşkanı olan Sun Yat-sen’in eşi). Diğer parti ve bireyler de ÇKP’nin hükümetteki ağırlığını kabullenmişlerdi. Böylelikle, 1925-27 Çin devrimini felakete sürükleyen “dört sınıf bloğu” anlayışı, Mao’nun “teori” katına yükselttiği şekliyle ve Çan Kay-şek kliğinin tasfiyesi gibi küçük bir revizyonla hayata geçirilmiş oldu. Aynı zamanda bu süreç; Çin’de feodal yapının ortadan kaldırılabilmesi ve yasama, yargı ve yürütme organlarına dayalı üç bacaklı proletaryan kapitalist bir devlet aygıtının kuruluşu için gerekli olan minoktokratik güçlerin kalıcı olarak iktidara yerleşmesi anlamına da geliyordu.
Bir burjuva demokratik cumhuriyet olarak şekillenen bu yeni devlet aygıtının esas çekirdeğini daha Yenan günlerinde biçimlenen Mao’nun minimalist ÇKP’si ve onun “silahlı köylü ordusu”nun askeri-sivil kadroları oluşturuyordu. Ve aynı zamanda İdeolojik ve politik eğitimini başlangıçta Kremlin’den alan Mao; “Yeni Demokrasi”yi yarı-feodal ve yarı-sömürge ülkelerdeki minimalist devrim modeli olarak geliştirmekle de, zayıf D4-burjuvazisinin yerine geçmeye çalışan her türden küçük burjuva ulusalcı akımında teorik planda “fikir babası” haline geliyordu. Başka bir deyişle, uzun yıllar boyunca her türden az gelişmiş ya da gelişmekte olan “üçüncü dünya ülkesinde”, sözde feodalizmden ve sömürgecilikten kurtulmak için mücadele ettiğini iddia eden çeşitli örgüt ve partilerin bir biçimiyle “Maoizm”den etkilenmiş olmasının ve Maoculuğun farklı versiyonlarının bir kurtuluş reçetesi olarak algılanmasın asıl nedeni de buydu.
Mao’nun Küçük burjuva ulusalcılığından beslenen bu minoktokratik “Yeni Demokrasi” tezine göre; (tıpkı SSCB’de olduğu gibi) ekonomik alanda, bankacılık, dış ticaret ve bazı kilit sektörler devlete ait olmalıydı. Ancak başlangıçta kapitalist mülkiyet kaldırılmayacak tersine teşvik edilecekti. Çünkü Mao’ya göre kapitalist mülkiyeti doğrudan hedef alan eylemler yeni Çin devletinin üzerine kurulmuş olduğu sınıf ittifakının (proletaryan kapitalizmin) dağılmasına neden olabilirdi. Diğer bir deyişle, Çin ve benzeri ülkelerde zayıf olan D4-burjuvazinin ve minoktokratik burjuva devlet aygıtının inşa edilebilmesi ancak yukardan aşağıya gerçekleştirilecek olan bürokratik reformlar ve liberal bir ekonomik programın hayata geçirilmesi ile mümkündü.
Gerçekte ise “Maocu” program, son tahlilde; Çin’in modern bir sanayi ülkesi olarak dünyada ki yerini almasını talep eden, anti-feodal ve ulusal kalkınmacı minimalist bir perspektiften öteye geçemedi, geçemezdi de. Keza; Mao’nun öznel volantarist iradesinden de bağımsız olarak, merkez karşıtı konumlanışta yer alan Çin’in tarım emeğinden/pazarlarından sanayi emeğine/pazarlarına geçişi, tıpkı merkez çevre konumlanışta olan Rusya’dakine benzer bir biçimde minoktokratik merkezi bir devlet aygıtının öncülüğünde aşağıdan yukarıya doğru değil, yukardan aşağıya doğru bürokrasi eliyle gerçekleştirilen bir dizi reformlar aracılığıyla ete kemiğe bürünmek zorundaydı. Diğer bir deyişle, Mao “kültür devrimi” yoluyla ilk bakışta ne derece emeğin öznel volantarist hareketine yaslanarak “sosyalizm” kurma hayalleri kurmuş olsa da, o gerçekte farkında dahi olmaksızın emeğin nesnel determinal hareketine tabi olarak/boyun eğerek Çin feodalizmini parçalayacak olan ulusal bir sanayi pazarının ve devletinin temellerini atan minoktokratik bir politikanın asıl mimarı olmuştur.
Soğuk savaş yılları
Mao her ne kadar ÇKP’nin denetiminde ve proletaryan kapitalizm biçimi altında çok uzun yıllara yayılacak ulusal bir kalkınma modeli öngörüyor olsa da, uluslararası koşulların doğrudan basıncı altında Çin Halk Cumhuriyeti’ne farklı bir yön vermek zorunda kalacaktı. II. Dünya Savaşı sonrasında büyük bir askeri yığınakla Japonya’ya çöreklenen ABD Emperyalizm’i ile komşusu SSCB arasına sıkışan Çin Halk Cumhuriyeti, ABD ile SSCB ittifakının bozulup resmen Soğuk Savaş döneminin başlamasıyla bu iki güç arasında bir tercih yapmak zorunda kaldı. Bir tarafta ÇKP’nin ezeli düşmanı olan Çan Kay-şek’in müttefiki ABD duruyordu; diğer tarafta ise yıllarca resmi ilişkiler kurulmuş olan ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne ulusal kalkınmacı stratejisini hayata geçirmesi için gerek duyduğu mali ve teknik yardımları sunabilecek olan tek güç olan SSCB. Sonuç olarak; Stalin ile Mao arasında daha önceki dönemden kalma tüm anlaşmazlıklar Çin’in ABD ile karşı karşıya geldiği Kore Savaşı'nın (1950-53) sıcaklığı içerisinde ve Soğuk Savaş’ın basıncı altında çözülerek yeniden Çin-SSCB ittifakını ortaya çıkardı. [7].
Çin’in SSCB ile ittifakı “yurtsever” Çin burjuvazisinin tedirginliğini arttırıp, onun ÇKP ile kurduğu koalisyondan giderek uzaklaşmasına yol açtı. 1951’de başlayan kampanyalarla siyasal temizliklere girişiliyor ve toplumsal yaşamın her alanında yeni düzenlemeler etkisini daha da fazla hissettiriyordu. 1952’de toprak reformunun ilk adımının tamamlanması, siyasal temizliklerin gerçekleştirilmesi ve buna bağlı olarak burjuvaziye karşı kontrollü saldırıların yoğunlaşması ve en sonunda “planlı ekonomiye” geçilmesi ile birlikte, 1956’ya kadar sürecek olan bir ulusal kalkınma dönemine girilmiş oldu.
Çin’de yaşanan süreç 1928’de Kremlin bürokrasisinin yaşadığı süreçle benzerlikler arz eder. SSCB’de devleti elinde tutan bürokratik örgütlenmeler NEP sonrası palazlanan burjuvazisiyle kaçınılmaz bir “hesaplaşma” içerisine girmek zorunda kalmıştı. Devlet bürokrasisi ya NEP burjuvazisinin giderek daha da gelişmesine ve dolayısıyla siyasal iktidar üzerinde hak talep etmesine göz yumacaktı ya da “özel sektörü” tümüyle devletleştirerek minoktokratik bürokrasinin devlet aygıtı üzerindeki egemenliğini garanti altına alacaktı. Sovyet bürokrasisi ikinci yolu tercih etti. Çin bürokrasisi de Sovyet bürokrasisini kendisine açtığı minoktokratik yolu takip etti. Zaten takip etmekten başka da bir şeçeneği yoktu.
Çin’de ekonomide özel mülkiyete karşı saldırıya geçilmesiyle birlikte, burjuvazinin bir bölümü ülkeden kaçarken, diğer bir bölümü, idareci, müdür olarak çalışmaya razı gelecek ve böylece yönetici bürokrasinin içinde kısmen eriyecekti. Burjuvazinin bazı unsurlarına ise sermayeleri oranında belli bir kar payı ya da faiz geliri şeklinde bir gelir bağlandı. Böylece; özel mülkiyet devletleştirilmiş oluyordu, ama asıl önemlisi burjuvazinin ÇKP ile uzlaşan kesimlerinin ayrıcalıkları korunmuş oluyor ve bunlar iktidarı elinde tutan egemen gruba entegre bir “alt burjuva katman” haline geliyordu. Hemen hatırlatmak gerekir ki; proletarya ne bu devletleştirmelerde aktif bir rol aldı, ne de devletleştirilen işletmelerin yönetiminde proleterlere temsili demokrasi düzeyinde bile söz ve karar hakkı tanındı. Her şey minoktokratik-bürokratik bir devrimin doğasına uygun bir şekilde gerçekleşiyordu. Bu açıdan Rusya, Çin, Türkiye, İran vb. gibi farklı devrimci süreçlerin yaşandığı ülkelerde cereyan eden olaylar dikkatli bir biçimde incelendiğinde hepsinin birbirini kesen ortak özelliklerinin olduğu da görülebilir.
Benzer bir süreç kırda da yaşandı. Yeni Demokrasi’nin başlangıçtaki amacı; kırda kapitalist mülkiyeti geliştirerek ulusal kalkınma için gerekli “ilk sermaye birikimini” (toplam artık-değeri) tarım kesiminden elde etmekti. Lakin; devrim sonrasında topraklar küçük köylülere dağıtıldığı ve dolayısıyla toprak küçük birimlere bölündüğü için beklenen emek verimliliği ve sermaye (ödenmemiş-emek) birikimi de elde edilememişti. Bu durumda, tıpkı Rusya’da Kremlin’in yaptığı gibi kırsal kesimde zorunlu bir kolektifleştirmeye girişildi. 1955-56 yıllarıyla birlikte üst kooperatifler gündeme geldi. Bunlar alt kooperatiflerin birleşmesi ile oluşan ve 100-300 haneyi içeren kooperatiflerdi. 1956 sonunda köylü ailelerinin yüzde 88’i bu büyük kooperatifler içinde örgütlenmişlerdi. Nihayet 1958’de toprakların tamamı “köylü komünleri” halinde yeniden örgütlendi. Ama orada da, tıpkı devletleştirilen işletmelerde olduğu gibi komünlerin yönetiminde tarım emekçilerinin herhangi bir söz ve karar hakkı bulunmuyordu. Başka bir deyişle, C7-köylülüğü Çin’de devlet eliyle uygulamaya konan merkezi bir tarım programı/kooperatifçilik yoluyla ulusal sanayi pazarının hem üreticisi/öznesi hem de tüketici/nesnesi konumuna getirildi. Öte yandan, Çin ve benzeri deneyimlerde de görüldüğü gibi; uzun bir dönem boyunca “sosyalizm” ile özdeşleştirilen kooperatifçiliğin, gerçekte sosyalist değil, kapitalist sermaye-emek birikimi modellerinin bir parçası olduğu bu süreçte daha da iyi anlaşılmış oldu. Kuşkusuz bu “sosyalizan” modelin/koperatifçiliğin palazlandığı yer Çin değil, asıl olarak Sovyet Rusya idi.
Bütün bu süreç sonunda; Çin’de tıpkı SSCB gibi devlet mülkiyetine ve planlı ekonomiye dayansa da, ortaya zorunlu olarak proletaryan bir kapitalist kast rejimi çıktı. Bu bürokratik mekanizma, sosyalist topluma, ilerleyen yıllarda “sosyal-emperyalist” ve revizyonist olarak adlandıracağı SSCB’den bir adım bile daha yakın değildi. Çin bu haliyle; SSCB’de ki proletaryan kapitalist rejimin Çin pratiğine uygulanmış bir başka versiyonuydu. Lakin; Mao’nun Çin’i iktisadi ve kültürel açıdan değerlendirildiğinde (o dönem için) SSCB’nin bile gerisindeydi. Kuşkusuz bu geriliğin temelinde; Mao’nun ya da Çin minoktokratik bürokrasisinin öznel hatalarından daha çok, merkez karşıtı konumlanışta olan Pekin’in iktisadi ve sosyal zayıflığı (emek güçlerindeki nesnel ve öznel yetersizlikler) yatmaktaydı. [8].
Maoculuğun Açmazları
Mao’nun önderliğinde ki “silahlı köylü ordusunun” uzun yıllara yayılan bir gerilla savaşıyla siyasal iktidarı ele geçirmesi ve ardından toprağı, sanayiyi, ulaşımı, bankacılığı ve dış ticareti devletleştirilerek “sosyalist-komünist bir toplum” inşa etmeye girişmesi tüm dünyanın ilgi odağı olmakla kalmadı; özellikle “sol” içinde derin bir kafa karışıklığının da tohumlarını attı. Bu süreçte Marksizm’in klasik proleter devrim ve proleter devlet anlayışı da Maocu hareketler tarafından yoğun bir biçimde revizyona uğratıldı. Dahası; Marx, Engels ve Lenin dönemlerinde olmadığı kadar, bu dönemde “köylülüğün devrimci misyonu” ve “temel güç olma özelliği” üzerine sayısız kuramsal tartışma yürütüldü.
II. Dünya Savaşından sonra Afrika, Asya ve Latin Amerika’da yükselen ulusal kurtuluş hareketleri Mao’nun izlediği köylülüğe dayalı gerilla savaşı metodunu bir çözüm reçetesi olarak görmeye başladılar. Bu ülkelerde minimalist sömürgeci-emperyalist devletlere duydukları öfkeyle harekete geçmek isteyen küçük burjuva radikaller; gerek kendi maceracı sınıf doğaları nedeniyle, gerekse de bu geri ülkelerin çoğunda proletaryan hareketleri büyük oranda etkisi altına almış olan Kremlin çizgisindeki resmi “komünist” partilerin izlediği sınıf uzlaşmacı ve pasifist çizgiye duydukları tepki nedeniyle, Mao’nun “köylü devrimi” ve “halk savaşı” perspektifini çok daha “gerçekçi” buldular ve bunu kendi ülkelerinde uygulamaya koymaya çalıştılar.
Tüm bu küçük burjuva ulusalcı önderliklerin iç mantığına göre; sosyalizm kendilerinin “seçkin devrimciler” olarak yukarıdan aşağıya kuracakları bir sanayileşme modeliydi. Kremin’e egemen olan bürokratik kast örgütünün bu duruma verdiği isimle, bu “Kapitalist olmayan kalkınma yolu”ydu. Bu sözde “kapitalist olmayan yol” SSCB ve Çin gibi ülkelerin ekonomik ve askeri desteğini de görece arkasına alıyordu. Böylelikle; Kremlin’in resmi ideologlarının teorize ettiği ve Mao’nun köylü kitlelerine dayanarak da gerçekleştirilebileceğine inandığı bu tür bir “sosyalizm” anlayışı, bütün bir soğuk savaş dönemi boyunca minimalist küçük burjuva ulusalcılığının düsturu haline gelerek, “Marksizm-Leninizm-Maoizm” (MLM) olarak ezilen halklara feodalizmden ve sömürgecilikten kurtuluş reçetesi olarak sunuldu.
SSCB’nin çözülüşü ve Çin’de ki proletaryan kapitalist restorasyonun glokalizmle ile birlikte derinleşmesini takiben, bu minoktokratik ulusal kalkınmacı “sosyalizm” anlayışı, “üçüncü dünya” nezlindeki popülaritesini hızla kaybetti; bu durum aynı zamanda minimalist bir küçük burjuva ideolojisi olarak Maoculuğun glokalizm ve glokal-kapitalizm karşısındaki iflasını da beraberinde getirdi.
Sonuç yerine
“Soğuk Savaş” dönemi boyunca, kendilerini “kızıla” boyayan gerillacı hareketler, bunu açıkca itiraf edemiyor olsalar da, artık klasik proletaryan Marksizm’i bir yük olarak görüyor ve hızla bu yükten kurtulmak istiyordu. Proletaryanın ve yoksul köylülüğün artık-değerinin gasp edilmesi yoluyla “ilk sermaye birikim”ini elde eden prusyatik proletaryan kast rejimleri, kapitalist dünya pazarının basıncı altında ekonomik olarak iflas ederek ya çöktüler ya da kabuk değiştirerek varlıklarını sürdürme yoluna gittiler. Bu noktada SSCB ve Doğu Avrupa rejimleri tam bir çöküş yaşarken; Çin, Vietnam ve Kuzey Kore gibi proletaryan kast yapıları ise minimal politikalardan glokal politikalara geçiş noktasında görece daha başarılı oldular ve en azından kendi devlet yapılarının kuruluş ilkelerini günün koşullarına az ya da çok uyarlayarak (glokalize ederek) kurumsal ve bürokratik varlıklarını sürdürmekte başarılı oldular.
Rusya ve Doğu Avrupa ile kıyaslandığı zaman merkez karşıtı Asya ülkelerinde kurulan proletaryan kast rejimlerinin minimal yapıdan glokal yapıya geçişini kolaylaştıran asıl temel etken; sanayi emeğinin görece daha zayıf olmasından dolayı burjuvazi ile yapılan ittifakların zorunlu olması politikası idi. Lakin; örneğin Rusya’da daha fazla “tek sınıf eksenli” bir devlet politikası izlenmeye çalışılırken, Çin’de ise tam tersine daha fazla “çok sınıf ittifakı eksenli” bir devlet politikası izlendi. Başka bir deyişle, Rusya ile kıyaslandığı zaman Çin’de burjuvazi zamanla devlet aygıtının “organik” bir bileşeni haline geldiği için glokalizme geçiş özellikle Rusya’ya kıyasla daha esnek ve kolay olmuştur; Rusya’da ise daha sert ve zor olmuştur.
Bugün Çin minoktokratik kapitalist restorasyon sürecini tamamlayıp glokal emperyalist bir bölgesel güç olma yolunda hızla ilerlemektedir. Onu, SSCB benzeri bir çöküşten kurtaran asıl şey ise glokalist kapitalist restorasyon sürecini, devletin “baskıcı karakterinden” asla taviz vermeden, çok önceleri başlatmış olmasıdır. Ama bu durum Çin’in altından kalkamayacağı çelişkilerle yüklü bir toplumsal altüst dönemine doğru sürüklendiği gerçeğini de değiştirmemektedir. Keza; dünya glokal sistemi içinde her geçen gün daha da fazla teknik emeğin ve protekyanın önemli merkezlerinden biri haline gelen Çin’in sosyal ve sınıfsal mücadeleler açısından çok daha önemli bir mücadele merkezi haline geleceği gün gibi ortadadır. Yalnızca teknik emekçilerin damgasını vurduğu Hong Kong isyanı bile (Türkiye’deki Gezi isyanına benzer bir biçimde) yaklaşan protekya devriminin öncü bir sarsıntısından başka da bir şey değildir.
Sosyalizme giden yol; emeğin en ileri biçimini temsil eden protekyanın bağımsız sınıf hareketinden, onun öz-denetim örgütlerini ve doğrudan demokrasisini esas alan protek iktidarlarından geçmektedir. Hiç kuşkusuz protekyanın kurtuluşu başta proletarya ve köylülük olmak üzere tüm emekçi sınıfların ve tabakaların kurtuluşu anlamına da gelmektedir. Sanayi emeğine/kapitalizme karşı teknik emeğin/sosyalizmin kendi kaderini tayin hakkı için mücadele eden protekya sosyalizme giden yolunda asıl öncü gücü olmaya bugünde devam etmektedir.
Dipnotlar
[1] 1917 Rusya’sı ile 1925-27 Çin’inin koşulları “üç aşağı beş yukarı” aynı olmasına rağmen, Çin merkez karşıtında kaldığı için, iktisadi ve sosyal açıdan daha geri bir emek seviyesine sahipti. Dolayısıyla; 1925-27’de ÇKP Çin’de Rus sovyetik-leninist ayaklanma modelini birebir uygulamaya çalıştığı için, bu model o günün Çin’inin tarihsel koşullarına uymadığından dolayı yenilgi kaçınılmazdı. Çin o dönemde Rusya gibi feodal bir yönetim tarafından idare ediliyordu. Her ne kadar Çin’de Rusya kadar kapitalist modernizasyon hakim olmasa da, D4-burjuvazisinin Rusya’ya göre daha cılız olması devrimin stratejisi açısından yanlış bir taktiğin benimsenmesine de neden olmuştu. Lakin; Mao sonrası Çin devrimci hareketinin asıl başarısı (bu nokta yeterince tartışılmamış olsa da) Rusya’nın dekamberist ya da narondik devrimci hareketlerinin başarısızlığından dersler çıkarmış olmasında gizliydi.
[2] Mao Çetung, Teori Ve Pratik, Sol Yayınları, 1992, s.29
[3] Mao Tsetung, Sağ ve Sol Sapma, Ekim Yayınevi, 1970, s.66
[4] Mao Çetung, Teori Ve Pratik, Sol Yayınları, 1992, s.94
[5] Mao Zedung, Sovyet İktisadının Eleştirisi, Birikim Yayınları, 1980, s.10
[6] Mao Tsetung, Sağ ve Sol Sapma, Ekim Yayınevi, 1970, s.14-15
[7] Çin’de ki sürecin bir benzeri Küba Devrimi’nden sonrada yaşandı. Küba Devrimi ile kurulan Fidel Castro hükümeti, tıpkı Çin Halk Cumhuriyeti gibi, İkinci Dünya Savaşı’nın bitişini takiben, ABD ile SSCB ittifakının bozulup resmen Soğuk Savaş döneminin başlamasıyla birlikte bir tercih yapmak zorunda kaldı. Soğuk Savaş koşullarının basıncı altında Küba’da ki proletaryan kapitalist rejim ABD Emperyalizm’i karşısında ayakta kalabilmek için ihtiyaç duyduğu siyasi, ekonomik ve askeri yardımı SSCB’den aldı. SSCB’nin tamamen çöküşüne kadar Küba-SSCB ittifakı varlığını sürdürdü. Küba’nın bir dönem için hayata geçirmeye çalıştığı “Bağlantısızlar Hareketi”de Havana’nın bu politikası ile bir tezatlıkta teşkil etmiyordu; ki yine pek çok “bağlantısız” ülke de tıpkı Küba gibi Moskova’dan mali, teknik ve askeri planda destek alıyordu.
[8] ÇKP’ye göre; SSCB “sosyal-emperyalist” bir ülkeydi. Soğuk Savaş dönemi boyunca Pekin çizgisindeki Komünist partiler içinde “sosyal-emperyalizm” teorisi üzerine yapılan sayısız tartışma sonucunda çeşitli bölünmeler yaşandı. Başka bir deyişle, sosyal emperyalizm teorisi SSCB’nin “proletaryan kapitalist bir rejim” olduğu gerçeğinin bir boyutuyla utangaçca kabulunden başka da bir şey değildi. Keza; Emekolojik yol ve yöntemin olmadığı koşullarda Maocu teorinin kendi sınırları içerisinde kalarak ulaşabileceği “en ileri” bilimsel ve ideolojik seviye de bunu gerektiriyordu.
Konuyla başlantılı diğer yazılar:
Glokal Pazar Savaşları, Uzakdoğu ve Elektronik Emek, 25.01.2015
http://serhatnigiz.tumblr.com/post/109090695672/glokal-pazar-sava%C5%9Flar%C4%B1-uzakdo%C4%9Fu-ve-elektronik
Post-Maoizm Üzerine Kısa Notlar, 18.01.2017
http://serhatnigiz.tumblr.com/post/156027088912/post-maoizm-%C3%BCzerine-k%C4%B1sa-notlar
Mao’nun “Çelişki Yasası” Üzerine Kısa Bir Değinme, 06.05.2017
http://serhatnigiz.tumblr.com/post/160377451987/maonun-%C3%A7eli%C5%9Fki-yasas%C4%B1-%C3%BCzerine-k%C4%B1sa-bir-de%C4%9Finme
28.08.2018
Serhat Nigiz
0 notes