Tumgik
#komik olanlara yani
aynodndr · 2 months
Text
BEN HİÇ MÜKEMMEL DEĞİLİM
Belki de sıradan biriyim de onu demeyeceğim...
Yıllar önce ilk kez başımı örtmeye başladığımda hissetmiştim bu absürtlüğü... Ben gayet dini bütün doğru yolda mikemmel bi insandım ve keşkem herkes de benim gibi olabilseydi...
Bunun çok komik olduğu zamanla anlaşılıyor nafile...
İnsan olmak müthiş büyük bir yolculuk, müthiş imtihan takdir edersiniz ki...
Fakat alnı secdeye gelip şükür ki iki rekat namaz kılan , beheyt şu insanlar niye bu kadar kâfir diyor içinden...
Dedesinin halası hacı olan seccade olayında fetva veriyor, güncel meselelere dair kıyas yapıyor...
Yengesi mimar olan , şehircilik konusunda eleştirel bir bakış koyuyor ortaya...
Sivil toplum kuruluşunda iki kediyi doyuran, bencil pinti hasis insanlar iki lokmanızı paylaşsanız ölür müsünüz diyor...
Hasbelkader bi hocanın rahle - i tedrisine girenler , diğerlerine cahil cühelâ...
Hakezâ az biraz mürekkep yalayanlar el âleme benim bildiğim kadar unuttuğum da var halbukise diyor...
Hele hele sosyal medyada sütte leke var bizde yok yani o kadar...
Yok aslında birbirimizden farkımız...
Kimi ayakkabıya düşkün, kimi boğazına, kimi kendini övmeye, kimi kendini aşşalatmaya, kimi mal mülke, kimi cins - i lâtiflere , kimi kumara, kimi kafa bulmaya...
Aczini fakrını bilmeyen , bilmiyor aslında hiçbir şey ve başkasına dudak bükmekten yaşayamıyor kendi hayatını...
Öğretmen, diğer öğretmenlerin anlattığına yapayanlış der... Hocam sizden önceki hocamız böyle dedi yoooo ne haddine ? Hababam Sınıfı 'ndaki gibi biri eski edebiyatı diğeri yeni edebiyatı mühimseyen hocalar gibi...
Halbuki ennnn mühimi eski edebiyattır :)))
Doktor , size bakan diğer doktor bunu nasıl görmedi hayret atlamış galiba sanırsam herkes ben gibi mükemmelliyetçi ve titiz mi ki diyor...
Mühendis, kasap , manav , imam...
En iyisi benem diyor...
Hani tasavvufta tevazu ve incelik şöyle anlatılır:
" Haram yollardan bir miktar para kazanan adam bari iyi bir şey yapmak niyetiyle parayı bir dergaha bağışlamak ister...
Hacı Bektaş- ı Veli 'ye gider , kabul edilmez. Mevlâna 'ya gider , onlar kabul eder...
Adam olanlara bir anlam veremeyip Mevlâna ' ya sorar :
Hacı Bektaş 'ın kabul etmediğini siz neden kabul ettiniz ?
Mevlâna şöyle der:
- Biz bir karga isek Hacı Bektâş-i Veli şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
Adam üşenmez kalkar Hacı Bektâş-i Veli dergâhına gider ve Hacı Bektâş-i Veli'ye Mevlâna’nın hediyeyi kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektâş-i Veli'ye sorar.
Hacı Bektâş-i Veli de şöyle der:
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlâna’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten o senin hediyeni kabul etmiştir. "
Keşke böyle olabilsek...
Konuylan ilgili dinlenilesi şarkı:
"Öyle dudak büküp hor gözle bakma...
Bırak küçük dağlar yerinde dursun...
..........
Bir gülüşün var ki kaş çatar gibi...
En güzel sözlerin azarlar gibi... "
Nüket Belsan Taşören
3 notes · View notes
morkedisblog · 1 year
Text
Ne severim bu absürd komediyi aslında abartılmış karakterler 1976 yılının siyasi bakışını taşır Metin-Zeki taşradan gelmiş sömürülmeye açık emekçiler/Süleyman Turan patron yalakası bir tipi canlandırır patrona öylesine köledir ki onun her hakaretine katlanır istifa edip başka iş aramayı patronu dava edip tazminat almayı düşünemez bile/patron hayâli 1 karakterdir eğer para-güç kazanan kişilere dur denilmezse uyarılmazsa ayıplanmazsa nasıl tiran-zalim-diktatör 1 mahluka dönüşeceğini anlatır en güldüğüm sahneler:İşçilerin haklarını gaspeden fabrika da reklam şirketi sahibinindir 2 kafadar bunu bilmemekte ve fabrikada çalışan arkadaşları için ondan yardım istemektedirler patron fabrika sahibini tanıdığını söyleyip telefon açar aradığı randevu evinin mamasıdır ikisi arasındaki dialoglar komiktir Türk tuluat tiyatrosu orta oyunu karakterlerinin yanlış anlamalarından esinlenmedir 2. Komik sahneler çöplükte buldukları sarhoşu hastaneye götürürler gine yanlış anlamayla adamın öldüğünü kendilerinin cinayetle suçlandıklarını sanıp kanarya adalarına kaçmak isterler Karadenizli kayıkçı onları prens adalarına götüreceğini söyler İstanbul adalarına prens adaları dendiğini bilmeyen saf arkadaşlar büyükadayı yurtdışı zannedip gördükleri simitçiyi adadaki tek Türk sanar sevinirler boynuna sarılıp öperler "biraz salak gelirken getirdiği simitleri satıyor kim alır bayat simiti ama olsun bizden"derler olanlara anlam veremeyen simitçi onları tımarhane kaçkını sanıp korkar yani saçma görünse de iğnelemelerle doludur!
instagram
0 notes
yourhotbigf · 3 years
Text
Yazdigim seylere cok guluyom ben sizde guluyo musunuz
25 notes · View notes
yoldaolanadam · 3 years
Photo
Tumblr media
Tekrardan merhaba!
Üstünden çok zaman geçmesi, bu harikulade anılarımın Tumblr’da yer almayacağı anlamına gelmiyor. Geçen sene askere gitmeden önce -evet, askere gittim ve geldim hala inanmakta zorlanıyorum-, Temmuz ayının ortalarında Twitter’dan bir hafta içinde tanıştığım biriyle apar topar uzun ve ne olacağını kestiremediğimiz bir yola çıktık. Aşağı yukarı 10 gün süren bu yol macerası bana eşsiz deneyimler sundu. En basiti hiç gitmediğim yerlere gittim, ilk defa oralara adımlarımı bastım, oralarda nefes aldım, yani her yönüyle o kadar yeniydi ki! Bu kelimeler bile yolculuğumun benim için ne kadar heyecanlı olduğunu gösteriyor. Çünkü hayat benim için sadece bu kadar... Ege’yi hep gezmek istemiştim ve 10 gün boyunca olabildiğince gezdim. Bu yolda zaman zaman birçok insan eşlik etti bize, kimileri bir gece kaldı çadırımızda, kimileri de bizim bilinmeyen rotamıza günlerce takıldı. Hepsi çok güzel insanlardı. Yol boyunca hoşlanmadığım tek bir insana rastlamadım diyebilirim. :)
Kamping alanlarındaki insanların sıcaklığı, samimiyeti ve o koşulsuz yardımseverliği, sanırım hepimizin içinde olan ama günlük hayatta belli belirsiz sebeplerden dolayı ortaya çıkaramadığımız gerçek insaniyetimizin en büyük yansıması olabilir. Oradaki ufak komün hayatı, aslında tüm insanların sevgi ve kardeşlik içinde yaşayabileceğini gösterir nitelikte. Sanırım o kocaman şehirler, betonlar bizi doğadan uzaklaştırdığı için biz de doğalımızı kaybediyoruz. Belki de saydığım sebeplerin dışında bu kadar güzel ve gerçek anlaşabilmemizin sebebi aynı kafada insanlar olmamızdır, kim bilir? Ama her şeye rağmen, hala bu gerçek doğalı yaşayabileceğimiz ortamların olması çok güzel. :)
Bu yolculuktan sadece iki gün önce de Samsun’a tek başıma gitmiştim ama Ege turu için acilen dönmem gerektiği için ne yazık ki olayı bir Karadeniz turuna çeviremedim. Hala gezilecek, görülecek, yaşanılacak birçok şey var. Hayatı ne kadar yaşarsan yaşa sadece ufak bir dilimini alabilirsin, bu yüzden elinden geldiğince dilimini büyük tut.
Yazımın sonuna gelirken, ağzına kadar eşyayla dolu arabada jandarmaların çadırımızı söktürdüğü için 4 kişi uyumak zorunda kalmamız, şiddetli rüzgardan devrilen çadırın içinde tanımadığım biriyle uyumaya çalışmam, sabah 4 sularında yasağa rağmen mekanı bize açan İzmirli işletme sahibinin habire ağzıma midye tıkması ve onların saçma ama şu an hiç hatırlamadığım komik sohbetleri, duş ihtiyacımızı gidermek için Konak’ta kiraladığımız odadan çıkan intihar notlu fotoğraflar, arkadaşımın seks için birisini çağırması ama çocuğun hiçbir şey yapamaması ve bizim bunları canlı izleyerek kahkahalara boğulmamız “asla unutmayacağım anılar arasında” diyerek kesiyorum, çünkü bu satırlar çok uzayacak.
Ha bir de Opet petrol ofislerine sevgimi iletiyorum. Bir petrol ofisine bu kadar kalpten bağlanacağım hiç aklıma gelmezdi, hemen hemen her gün dişlerimi Opet stickerlarının olduğu yerde halime gülerek fırçaladım. Gerçekten bir gezgin için en temiz tuvalet ve lavabolara sahipler.
Yolda olan günlere ve şu an yolda olanlara selamla,
Görkem.
4 notes · View notes
pinguuudo · 4 years
Text
2020 EXO-L Japon Dergisi- Kyungsoo Röportajı "Gece Vakti, Benim Vaktim"
Tumblr media
Soru: Siz soğuk tonlu renkler giymekten hoşlanan biri izlenimini veriyorsunuz, peki kıyafet rengi seçmedeki standardınız nedir?
🐧:Kıyafet rahat olduğu sürece, hangi rengi giydiğime takılmam(güler). En nihayetinde, giymekten hoşlandığım şeyler rahat kıyafetler. Uzun zamandan beri böyleydim ama son zamanlarda gerçekten rahat bir kıyafet tercihim oluyor bu yüzden kot tarzı şeyleri bile giymiyorum. Bir kıyafet baktığımda, sadece rahat olanlara bakıyorum. Bu yüzden bilmeden çokça siyah renkli kıyafet seçmiş oluyorum... Sahip olduğum kıyafetleri düşündüğümde, birçoğu siyah olduğu için bence siyah renkli kıyafetleri sevmiş olmalıyım.(güler)
Tumblr media
Soru: Gece ve gündüz arasından, hangisini tercih edersiniz?
🐧: Eğer sabah ve gece arasından ise, gece vaktini tercih ederim. Gece vakitleri genelde film izlerim, ve bir film izlediğim vakit, zamanın nasıl geçtiğini ve sabah olduğunu anlayamayacak kadar tamamiyle odaklanırım. Filmleri evimde izliyorum ama sıklıkla sinemada da izlerim.
Tumblr media
Soru: Tüm gece boyunca uyanık kaldığınız zaman ne yapıyorsunuz?
🐧: Kolayca uykuya dalabilen tipte bir insanım ama tüm gece uyanıksam genelde bir filme dalmışımdır. Bu şekilde uyuyakaldığım birçok durum da var ama gece vakitleri sabah vakitlerine oranla daha sessiz bu sebeple... Kelimelere dökmek biraz zor ama gece vaktinin ambiyansını seviyorum. Ah, ama sabahı da seviyorum... um... Aynı şekilde sabah kahvaltılarını da seviyorum.
Tumblr media
Soru: Hangi zamanlarda tüm gece ayakta kalmayı istiyorsunuz?
🐧:Aslında, hiçbir zaman tüm gece ayakta kalayım istemiyorum.(güler) Eğer uyku bastırırsa direk uyumaya gidiyorum yani tüm gece ayakta kalmaya karar verdiğim durumlar yok. Önceden de söylediğim gibi, tüm gece ayakta kalma deneyimim sadece bir film izlerken ve sonra tüm geceyi geçirdiğimi fark ettiğimde oluyor.
Tumblr media
Soru:"Gece boş zaman etkinlikleri yaşadım!" diyebileceğiniz zamanlarınız var mı?
🐧:Kendi başıma yalnız bir yürüyüş. Kafamda bir şey olduğunda, sevdiğim yerlere giderim. Bilirsiniz, gecenin ortasında bir yerde yürümek istediğinizi hissettiğiniz zamanlar vardır. Bu zamanlarda, o yere rahatça yürürüm. Bu gece vakti eğlence aktivitesi olarak sayılır mı?(Güler)
Tumblr media
Soru: Sürekli yaptığınız bir gece vakti gevşeme aktiviteniz var mı?
🐧:Yok.(Güler) Uyuyacağım vakit, hiç bir rutin yapmıyorum ve hemen uyumaya gidiyorum. Uyumanın kendisinin bir gevşeme aktivitesi olduğunu düşünüyorum, bu yüzden özel bir gevşeme rutinine gerek olduğunu hissetmiyorum.
Tumblr media
Editör Notu:
Çekim esnasında ani bir komik an oluştu. Set D.O.'nun evinde izlediği bir filme daldığı şekilde ciddi idi, ama o birkaç kez komik ifadeler yaptı ve bu çalışanların modunu yükseltti. Patlamış mısır kutusunun dahil olduğu çekimde, D.O. havaya patlamış mısır atıp sonra ağzıyla yakaladığı bir sahne çekme konusunda fikir verdi.
Eng trans:dyororo_
Tr trans:pinguuu_do
4 notes · View notes
adamolayol · 5 years
Text
Üzülüyorum bazılarına sevmeyi oyuncak sananlara ha bide heves ve heyecandan ibaret olanlara bu kadar narin bir duyguyu nasıl bukadar basitleştirdiklerini anlayamıyorum haftada 2 sevgili değiştirmek gurur verici bişey olmamalı utanmalısın yada peşimde kuyruk var diye övünmen bilmem bana saçma geliyor yani gereksiz yeri gelir peşinde olan bi kişi okadar kişiyi unutturur aslında şunu bilsek yeter sevgilin olması önemli değil içinden gelen bi mutluluk sevgi yetmeli, saçma bi şekilde benim için ondan vazeçti demek komik yani ama unutma bi söz vardır bi gün senin için başkasından vazgeçen başkası içinde senden vazgeçebilir yani gençler işin aslı astarı sevgiyi elinizde oyuncak etmeyin değerini kıymetini bilin.
59 notes · View notes
fitsiniz-blog1 · 4 years
Photo
Tumblr media
Bizi takipen edenlerin çoğu diyet programını uyguluyor veya geçmişte uygulamıştır. Gerçekten ülkemizde diyet yapanlara karşı farklı bir anlayış var yani komik olduğu sanılan birçok tepki alıyorlar ama bu komik olduğu sanılan sözler diyet yapmaya başlamış veya başlayacak olan kişilerin hevesini kırıp hayallerini yıkabilir. Bizim takipçilerimiz bunu bilir ama bilmeyenlere örnek olması için Diyette olanlara söylenmeyecek sözlerin bazılarını paylasmak istedik. Sizde bu sözlere devam niteliğinde yorumlara size söylenmemesi gereken sözleri yazabilirsiniz. Daha fazla bu tarz paylaşımlar için profilimize göz atabilirsiniz 🤸🤩 Unutmayın siz bizimle @fitsiniz 😌 #fitsiniz #diyet #sagliklibeslenme #sağlıklıyaşam #diyetprogramı https://www.instagram.com/p/CBL0SgwJZRi/?igshid=1bcn6ainna9os
0 notes
gokhanerturkey · 4 years
Text
Tumblr media
Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o zatlara ki, onlar hidayete ermişlerdir.
•Yâsîn Suresi 21. Ayet•
Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Nur içinde yatsın Merhum ERBAKAN Hocamız ; Ömrünün son anlarına kadar verdiği siyasi mücadelesinde kamuya hizmetinde hiçbir ücret almamıştır. Allah Hikmet vermiştir bir mesleği vardır en muhteşem seviyede başarılı olmuştur. Ahlaklı Erdemli olanlara Hikmet veriliyor. Kamu hizmetleri bu doğrultuda olursa bu sorunlar kökten çözülüyor.
Mesleğini çok muhteşem bir şekilde başaran insanlar yönetici olursa ve hizmet ettiği kamu kuruluşundan ücret almazsa tavandan tabana kadar bütün sorunlar çözüme ulaşıyor önemli olanda mücadele ruhudur bize düşen bunun mücadelesini yapmak zaten Allah’ın kanunları zamanı gelince ne ileri ne geri ertelenmeden yürürlüğe giriyor: Yüce Allah bizim kazanmamızı istiyor bize düşen aklımızla inancımızla yol haritamızı çizmek. Hidayet veren başarıyı veren Allah bizden istenen mücadele ruhu.
Devletin en üst tavanından muhtarına kadar kamu hizmeti yapanların kendine ait mesleği olursa o oturduğu koltuğu kaybetme korkusu yaşamaz bu olmayınca taviz olmaz. Daha öncede bu örmeği verdim ;
“Minyeli Abdullah -I-“
Bir sahne var mealen aktarıyorum:
Hakime telefon geliyor
Hakim tam o sırada ailesiyle akşam yemeği sofrasında
Hakime kanunsuz teklifte bulunuyor
Hakim diyor ki
- Eğer çocuklarım olmasaydı istifa ederdim.
Peki Allah ne diyor “Evlatlarınız Mallarınız fitne olmasın” eee yani neyle imtihan olacaksın
Bu hakimin güzel bir mesleği olsaydı bitti yani kamu hizmetinden ücret alınmamalı bunun çaresi mesleğini çok güzel şekilde yapan ekonomik bağımsızlığı olan çözüm bu. Basar istifayı geçer.
Diyanet işleri kamu kuruluşudur bu kurumun kapatılmasını istiyor birileri DİN sadece camilerde değil Belediyede maliyede hukukta bütün kurumlarda hepsi kamu hizmeti. Diyanet işlerini hedef göstermek haksızlıktır çözümü yukarda uygulayanlarıyla örnek verdik; yol büyüklerimiz bizzat kendileri uygulamışlar tek başına iktidar olsaydı bütün kurumlarımızda uygularlardı şüphemiz yok kendilerini ispat ettiler.
Örnekler çoğaltıla bilir. Diyelim ki bir Cami imamı sanatla uğraşsa çünkü en uygun sanat maden ocağında çalışıp camide görev yapamaz. Sesi güzel olanlar imam olur musikiyle uğraşır hem kendi inancımız doğrultusunda musikimiz gelişir hem kamuya hizmetinden dolayı ücret almamış olur. Sayın Bülent ARINÇ TRT nin repertuvarında ki Eserleri haklı olarak eleştiriyor arabesk müzikten daha tehlikeli türküler yayınlanıyor hiç olmazsa arabesk sorgulatıyor. Bu içi boş eleştiridir sokak ağızdır evet haklıdır bunun içini nasıl dolduracağız sesi çok harika imamlar var açın bunların önünü daha iyisini yaparlar eminim TRT repertuvarındaki o türküler zaten gümler. Beş vakit arası boş zaman çok söz yazsın notaya döksün tatil günlerinde halk konseri versin neyse sahneye çıksın ücretini ordan alsın. Bizim musikimiz ancak böyle gelişir.
Allah aşkına musiki deyip geçmeyin bunlar meslektir çok büyük emektir tıp boyutu var müsiki ile tedavi olan hastalar var.
Merhum Nazım Hikmet Nur içinde yatsın onun kabrinin başında ağlamakla bu işler çözülmüyor. Bölgeni gez her taraf Pınar göz yaşına gerek kalmaz. Çini yapabilir Ebru sanatı, hat sanatı sanat çok Merhum Abdülhamit gibi ağaç işleri süsleme sanatı çoğalta biliriz. Kısaca mesleği olsun kamu hizmetinden dolayı ücret almasın ki kamu hizmetini hem çok güzel şekilde yerine getirir çünkü mecburiyeti yok elinde mesleği var istediği zaman başka bir arkadaşına bırakır eee geçim kaynağı kamu hizmetiyse nasıl bırakabilir hatta bırakmamak için elinden geleni yapar ve hizmet gayesine ulaşmaz.
Hepsi Devletin kurumu kuru kuruya eleştiri olmaz Ya ERBAKAN Hocam gibi uygularsın yada hiç kurcalama daha!da yıpratma hepimiz bu geminin içindeyiz.
Sayın İhsan ELİAÇIK Diyanetin kapanmasını istiyor peki kendisi ne yapıyor.
İnşa yayınevi isminde matbaa kurmuş kendi kitaplarını basıyor ve diyor ki “Ben matbaa da işçi çalıştırıyorum kağıt harcıyorum elbette parayla satacağım bunları” peki kitabın içinde ne var Dini bilgiler Ayetlerin açılımları eee peki matbaanda bastığın kitaplarda bu dini bilgiler olmasa kim para veririp alır kitaplarını madem kağıt işçi masrafını öne sürüyorsun çıkar içinde ki dini bilgileri sat bakayım kitaplarını ee yani sende dini söylemlerle gündeme geldin burdan para kazanıyorsun yok mesleğin yok(!!) Bu dini söylemlerin olmasa öteki mahallenin de çok hoşuna gidiyor kendi mahallesine sapa kullanıyor eee yani tam istedikleri ŞAHsiyet.
Birde Hz.ALİ den örmek veriyor
Sayın İhsan ELİAÇIK diyor ki:
“30 yıl kuyu kazdı alın terinle geçindi” Evet Hz ALİ ( RA) ilmin kapısı hiç ücret almamış Ey İhsan ELİAÇIK niye anlatıyorsun sen bunları dalgamı geçiyorsun. Merhum Tarık AKAN mesleğinden taviz vermemek için İstanbul da taksi Şöförlüğü yaptığını söylüyor. Sende bir meslek tut Sayın İhsan ELİAÇIK sonra eleştir ki komik durumlara düşme. Hz ALİ (RA) dan örnek o zaman verebilirsin.
Genç gazetecilerimizden Sevgili Çağlar CİLARA KRT de program yapıyor takip ediyorum İşte Orda gördüm Sayın İhsan İhsan ELAÇIK’ı ..ya dedim ne iş bu dedim . Derken girdim internete blogger var orda videoları vardı ayrıntılı bir şekilde analiz etmeye çalışıyorum. Şunu da belirteyim Habertürk’te görmüştüm ilgimi çekmedi kanalı değiştirdim Sevgili Çağlar CİLARA’nın programını düzenli olarak izliyorum eee yani derken Sayın İhsan ELİAÇIK alışkanlık yaptı. Çocukluğumdan beri sevgili Orhan GENCEBAY’ın seri albümlerini takip ediyorum aklımızın ucundan bile geçmedi İstanbula gidip görüşmek durumu belli çözdük . Sayın İhsan ELİAÇIK bu ne iş tanışmaya gittim adresi kimse göstermiyor bir köprüaltı çocuğu yardımcı oldu kapısının önüne kadar götürdü.
Neyse enteresan şeyler yaşadım
Konumuzu ilgilendiren kesit var onu aktarayım.
Televizyonda ufak tefek gözüküyor boyu benden de uzun maço biri konuşurken yüzüme bile bakmıyor kısaca Bedevi meşrepli biri. Yüzüme bak. Birde şairsen kitabın niye yok diye dalgaya aldı. Bende sanki zarfı yuttum nah bastırırım senin matbaanda şiir kitabımı. Davranışları gösterge beni biliyor belli niye bilmesin ki kaç kişiyiz zaten.
Neyse bir kitap olur yazsam bir kaç saat görüşmemiz!de enterasan şeyler yaşandı.
Kütahya’ya gel konferans ver dedim
Hemen balık gibi atladı
Ya benim otomobilim var
Hemen gelirim
Sizden ücrette istemem dedi ..
Evet şimdi analiz ediyoruz.
Sayın İhsan ELİAÇIK diyor ki sohbetlerinde
Devletin başındaki yönetici yönettiği halkın en fakiri nasıl yaşıyorsa o şekilde yaşamalı .. elbet harika söylemleri
Mesleği dahi olmayan sayın İhsan ELİAÇIK atla otobüse gel Kütahya’ya biz seni otagarda bekletecek değiliz üzerine içerden kapı kilitlemeyiz misafirliğin gerektirdiği gerçekten neyse yaparız kuşkun olmasın burası sanatçılar diyarı Beylerbeyi ufak bir çini yerine göre 10 ton pastırmayı satın alır.
ATATÜRK her gün sizin memlekete telefon ediyormuş ne var ne yok yani ufak tefek işler zaten telefonla çözülmüyor mu ? Bizim memlekete çocukluk arkadaşını milletvekili olarak göndermiş çok samimi ismiyle hitap edermiş ATATÜRK’e sen anla işin ciddiyetini nereye milletvekili yaptığını . Konu açıldı o yüzden birileri bu telefon hikayesini anlatıyor bizde o yüzden yeri geldi anlattık. En çok pastırmayı severim Sevgili Abdullah GÜL en sevdiğim siyasilerdendir sonrasındaki oluşumunu hiç desteklemedim fakat gönülden severim çok kibar biri moral bozmuyor en azından.
Şimdi Özel otomobiliyle Kütahya’ya konferansa gelecek teklifi ben sundum fakat otomobilimle gelirim hatta sizden ücret almam diyen Sayın İhsan ELİAÇIK.
İnternette çok araştırdım sohbetlerini izledim sayın İhsan ELİAÇIK’ı .
Diyanet işleri kapansın diyen Bir sayın İhsan ELAÇIK otobüsle Kütahya’ya gelmiyor kendi deyişiyle çok zengin biri değil zaten olamaz mesleği yok demezler mi adama senin gümüş zurna neyine. Atla otobüse gel özel otomobil çok masraflı bir gün İstanbul da kamu yöneticisi olsan Diyanet İşleri başkanının özel makam aracını eleştiriyorsun peki senin bir eline geçse fırsatlar anasını ağlatırsın belli şu halde kendin ile çelişkidesin çinkü(!)
1 Mayıs işçi Bayramı
Nur içinde yatsın ERBAKAN Hocamızın uygulamasından örmek verdik çözüm sunan kökten hemde meslek durunu yani mesleğinde kendi en muhteşem şekilde ispat etmiş insanların başımızda ücret almadan yönetmesi çünkü koltuğa yapışmaz elinde mesleği var taviz vermez. Diyanet işleri günah keçisi yapılıyor DİN sadece camilerde değil her yerde kamu hizmeti hepsi kökten çözümü bütün kurumlarda uygulamamız gerektiğini Sayın İhsan ELİAÇIK örmeğini ile verdik çelişkilerini mesleğinin olmayışını dini söylemlerden geçimini sağladığını bunun çok tehlikeli olduğunu yaşantılarımızdan kesit vererek Gönül birlikteliği olduğumuz dostlarımızla paylaşımlarımızı sürdürmeye çalışıyoruz.
Şu andaki Devlet kurumlarımızı yıpratmamamız lazım herkes kendine çeki düzen versin Kurumlarda ki yöneticiler görevini şu anda bıraktı diyelim o görevleri daha iyi yapabilecek birilerinin olması için hazırlığımız olması lazım şu anda bu yok o yüzden Sayın İhsan ELİAÇIK gibi anti-kapitalist ayaklarına yatanlarla bu iş hiç olmaz yaşantıları belli örnek bir durum yok laf var eylem yok.
Gençlerimizi sanata yönlendirmeliyiz sanat altın bileziktir sanatında çok başarılı olanları da yönetici olarak kamu hizmetine getirdiğimizde zaten meslekleri var muhteşem bir şekilde hizmet ederler. Ücret niye alsın.
Not:
MGV gençlik kollarında yetiştim Vakıf başkanımız ücret almıyordu hatta maaş defterini arkadaşlara verip vakfın elektiriğini ve suyunu yatırdığımız çok oldu. Kamu hizmeti ücretsiz olmalı daha muhteşem oluyor biz vakıf çalışmalarımızda şahit olduk. Bu gün vakıfta uygulan yarın Devlet kurumlarında; Hidayet başarı Allah’ tan biz bu niyet içindeyiz. Sen vakıf başkanını ücretli yaparsan oraya hizmet edecek gençleri de bu paralel de uygulama getirmen lazım derken para trafiği güm Konyalım hanyalım şarkısını söyletirler sonra.! Bu açılan ufak delik yukarı kadar gidiyor. Öncelikli olan bunlar Devlet kurumlarına geçişin önceki basamağı bu vakıf türü kurumlar çünkü
Çok önemli uyarı:
Sayın İhsan ELİAÇIK gibilerinin elinde bir sopa var bu sopa sadece sen yiyorsun ben yiyemiyorsun kavgası belli ki. Bunların fikirlerinden dolayı ne dava açın ne hapishaneye tıkın bu değer vermektir bırakın konuşsun. Canım Türkiye’mde tırnak çakısı dahi taşımayan gençler yetişmiştir bunların elindeki sopayı alır bir güzel pataklar böyle işte bu en ağır cezadır. Avrupa ve gelişmiş ülkeler de niye yok fikir suçu cezaları çünkü değerli oluyor bunlar 12 Eylül hapishane hatıralarıyla hava atıyorlar fikir fikir ile hezimete uğratılır bunun çaresi bellidir.
Gökhan ER / EGE
0 notes
gajder · 4 years
Text
Yaşamdan Hikayeler; "Sus Payı"
Tumblr media
Yaşamdan Hikayeler; "Sus Payı" Aslında her şey o kadar basit ki. İstemiyorsan, sevmiyorsan olduğun yeri deyiş, bu kadar basit. Ama yok biz yapamayız. O da yapamadı. Ya da bile bile, isteye isteye tüm olumsuzluklara, tüm mutsuzluklara rağmen sustu. Niçin? Evet, niçin? Zenginlik, para pul, varlık için mi? Yıllardır bu soruyu bizzat ablama soruyorum, ancak aldığım cevap kafamdaki soruyu cevaplamaya yetmiyor. "Niçin, abla?" "Kes şunu." "Nasıl ya? Adam seni öldüresiye dövüyor. " "Kes dedim sana." "Bana kızmaya hakkın yok." "Bağırma, kafam almıyor." "Tabi almaz. Kafandakı dikişlere bakılırsa normal." "Lütfen, ablacım yeter. Bak çok yorgunum." "Seni gerçekten hiç anlamıyorum. Adam senin hayatını bitirdi. Ya ilk evlendiğiniz günün sabahı bile seni dövmüş. Sen anlatmıştın bana bunu, unuttun mu?" "Abartma." "Abartmıyorum, gerçekleri söylüyorum." "Garson çocuktan kıskandı beni o yüzden." "Kıskanmak?! Onun ki delilik, aklında sorunu var o adamın." "Seviyor beni." "Ciddi misin sen? Sevgi bu mu yani?" "Ayrıca o konuda haklıydı." "Seni dövdüğüne hak veriyorsun yani?" "Garsonu da dövdü unutma." "Niçin dövdü, hatırla bakalım. Senden sifariş aldığı için. Ha evet, iyi yapmış o zaman dövmekle, keşke restoranı dağıtsaymış." "Sıkıldım ama. Kapat artık bu muhabbeti." "Abla, nasıl kapatayım? Git bir aynaya bak. Yüzünün gözünün haline bak." "Tamam, o zaman sesini alçalt bari, çocuk uyanacak şimdi." "Abla, siz kaç yıldır evlisiniz?" "4." "Peki sen bu 4 yılda kaç defa dayak yedin?" "Sus artık." "Bana sinirlenmeni anlamıyorum gerçekten. Ben senin iyiliğin için konuşuyorum." "Tamam, canım bu kadar iyilik yeter. Bu gidişle iyilik meleği olursun sen." "Komiksin yani. Bu halinle bile güldüre biliyorsun. Ben seni hiç anlamıyorum, nasıl bu kadar sakin kala biliyorsun?" "Ne yapmamı bekliyorsun?" "Ayrılmanı. O adamı hayatından sonsuza kadar çıkarmanı." "Yine başladık. Ayrılmak çözüm değil." "Ben bir saattir burdayım biliyorsun değilmi?" "Ne olmuş yani?" "Sen de bir saattir, kitabın aynı yerin okuyorsun." "Dalmışım işte. İnsanda akıl mı bırakmıyorsun sanki." "Okumadığını biliyorum. Sen de düşünüyorsun, bir yol arıyorsun." "Ben senin gevezeliklerinden kurtulmanın yolunu aramaktan başka hiçbirşey düşünmüyorum. Şimdi sussan gerçekten iyi olacak. Ya da lütfen git." "Beni kovuyorsun yani?" "Hayır, sessiz olmanı istiyorum." "Tamam, abla bir tek soruma yanıt ver, sonra gidicem ve bu konuyu bir daha açmayacağım, anlaştık mı?" "Tamam, sor." "Neden, abla?" "Ne neden?" "Neden bu adama katlanıyorsun? Aşk, sevgi deme lütfen. Onu sevmediğini biliyorum. Zaten senden 15 yaş büyük bir adama aşık olacağına hiç inanmamıştım." "Tamam, sana dürüst olacağım ilk ve son kez." "Dinliyorum." "Adam zengin, bu kadar basit." "Sen… Sen nasıl bir kız oldun ya?" "Ne var? Ne oldu? Korktun mu benden? Böyle insanım işte. Sen fakir yaşamak isteyebilirsin, ama ben..." "Abla, biz o kadar da fakir değiliz ki, kendi yağımızda kavruluyoruz, biliyorsun sen de." "Hadi ama, gün sonunda karnını doyuruyorsun, bir göz odada kalıyorsun. Eğitimin var, diploman var, çalışıyorsun tamam, ama para? Para yok. Senin maaşın kendi karnını doyurur ancak. Eğitimle, çalışmakla birşey olmuyor işte." "Ne yani? Hayatla mücadele etmek yerine zengin kocaya kaçmak daha mı cazip sence?" "Aynen öyle." "Dövse, öldürse bile mi?" "Adam beni seviyor, kıskanıyor, ne var yani bunda iki atıştık diye büyüttün olayı. Her evlilik de olur böyle şeyler." "Atışmak? Abla seni dün hastaneden çıkardık, kolun kırıldı senin." "Yine abartıyorsun. Ufak bir şey, geçer. Etrafına baksana, yaşadığın cennete baksana." "Cennet mi burası?" "Öyle, benim için öyle. Çalışmak yok, ev işi yok, ne istersem anında önümde. İki de oğlum oldu. İşte bitti. Daha ne olsun, oğullarıma da babasının mirasını kalacak." "Miras?!" "Sen her dediğimi böyle tekrar mı edeceksin?" "Ben çok şaşkınım." "Neden, ablacım, neden şaşkınsın. Bak, artık yeter, sustum, sustum, ama artık yeter. Ben kocamı seviyorum, o da beni seviyor." "Sen kocanı değil, parasını seviyorsun." "İkisi de aynı şey." "İnanmıyorum sana, gerçekten inanamıyorum." "Annemler bile senin kadar karışmıyor bana. Pes yani." "Zaten annemlerin nasıl buna izin verdiklerini de anlamıyorum." "Kocam onlara yeni ev alacak hediye olarak." "Sus payı olarak yani." "Her zaman alıyordu zaten." "Evet çünkü seni her zaman dövüyordu. Annemler de para için her şeye göz yumuyorlar." "Nankörlük ediyorsun." "Nankörlük mü? Ben mi?" "Unuttun galiba, senin tüm okul masrafları kocam ödedi." "Bilmiyordum, abla, bilmiyordum, o adamın sana işkence yaptığını bilmiyordum." "Bilseydin ne olacaktı ki?" "Kabul etmezdim. Bildiğimde geç oldu, ama reddettim, sen de gördün. Önceden bilseydim, değil parasını kabul etmek, çocuklarınız doğmadan seni ondan alırdım." "Yeter! Gerçekten yeter! Haddini aşıyorsun. Aramıza girme artık kocamla." "Aranıza mı? Dün beni arayan sendin, abla? Dayanamıyorum, kurtar beni diyen sendin." "Tamam, kabul, öyle bir hata yaptım, şimdi de eşimi seviyorum diyorum." "Sana ne aldı bu sefer?" "Ne?" "Seni bu sefer neyle susturdu?" "Yeter ama, git lütfen." "Gidiyorum zaten, midemi bulandırıyorsun artık." "Gelecek hafta İtalya'ya gideceğim haberin olsun, evde olmayacağım. Kocam ayarladı, dinlenmem için." "Bu da senin sus payın herhalde." Kapıyı çarpıp çıktım. Sevmek dövmek mi? Sevmek kavga etmek mi? Neden aşkı bu kadar basit bir hale getiriyoruz ki. Ablam yıllardır bu adama parası için katlanmış. Ve ben gerçeği bilmemeyi tercih ederdim. Sahile iniyorum, uzun uzun düşünmek istiyorum. Bu işler ne zaman bu raddeye geldi, hiç bilmiyorum. Herşey 5 yıl önce  başladı aslında. Ablam ufak, adını çok da duyuramamış bir şirkette çalışıyordu. Bir gün ablam biriyle görüştüğünü söyledi bana. Tabii bana adamın kendinden çok büyük olduğunu, zengin olduğu söylemedi. Ben o zaman daha üniversite sınavlarına hazırlanıyordum. Kafam kendimle o kadar meşguldu ki, ablamın aşk zannettiği şeyi dinlemek bana saçma geliyordu. Ve bir gün ablam yanında yaşlı bir adamla kapımıza geldi. Aşık olduğunu, evlendiğini söyledi. Babamla, annem önce karşı çıkmak istese de, adamın zengin olduğunu öğrenince sustular. Bense çok şaşırdım. O sırada adam bana benim üniversite masraflarımı ödemek için para teklif etti. Ancak ben ablama çok kızgındım ve bu yüzden kabul etmedim. Babamlarsa ya kabul edersin, ya da okuyamazsın dediler, bana destek olmadılar. Ablamla o zamanki konuşmamız hala aklımda. "Abla, bunu nasıl yaparsın?" "Ne yapmışım ben?" "O adam ya, o adam senden kaç yaş büyük? Söylesene kaç yaş?" "Bağırma bana! Ben aşık oldum, anladın mı aşık?" "Parasına aşık oldun herhalde." "Saçmalama! Ben senin ablanım, düzgün konuş." "Sen düzgün bir iş yaptın mı ki, ben düzgün konuşayım?" "Tamam, sakin ol. Oturalım şöyle, sakin sakin konuşalım." "Abla, neden kendini yaktın? Değer mi para için, söyle değer mi?" Ablam o an diz çöktü önümde, yüzünde çok masum, gerçekçi bir ifade vardı, tanıdığım ablamdan farklı bir suratı vardı, şimdi karşımda diz çöken bu kız benim özbeöz ablam değildi sanki. "Canım benim, dinle beni, ben ona çok aşığım, konu para falan değil, gerçekten seviyorum onu." "Senden büyük." "Büyük olması neyi değiştirir ki? Beni anlıyor, beni dinliyor, beni seviyor, bana sevdiğini hissettiriyor. Ben daha önce hiç böyle mutlu olmadım, anlıyor musun? Çok mutluyum. Onu her gördüğümde ayaklarım yerden kesiliyor, kalbim o kadar hızlı çarpıyor ki, heyecandan çoğu zaman onun karşısında saçmalıyorum, komik duruma düşüyorum. Söyle bana şimdi bu ne sence? Aşk değil mi?" "Sen ciddisin." "Ciddiyim tabi." Yalanmış. Ablam sırf para için onunla evlenmişti. Ancak beni sevdiğine inandırmıştı. Bense ona kandım. Sonra ablam okul masraflarımı kocasının ödemesi için beni ikna etti. Ta ki 3 yıl sonra ben onun ablamı dövdüğünü öğrenene kadar. Geceleyin, annem koşarak odama geldi, ablamın kötü durumda olduğunu söyledi. O zamanlar ilk yeğenim henüz 2 yaşındaydı. Eve gittik. Ev darmadağındı, yeğenim mutfakta oturmuştu, korkudan titriyordu, ablamsa salonda kanlar içindeydi. Hemen hastaneye götürdük. Hastanede ablamın iki haftalık hamile olduğu, ancak çocuğunu düşürdüğü öğrendik. Kocası yüzünden. Ablam yıkılmıştı. O gece herşeyi bana anlattı. Annem bu olanlara hiç şaşırmadı, çünkü her şeyden önceden haberdardı. Ablam önceleri olan tüm kötü olayları anneme anlatmıştı, annemse her defasında ne olursa olsun onun kocasına geri dönmesi için ikna etmişti. Zaten ablamın da o adamdan ayrılmak istemediğini görüyordum. O gece tüm çabalarıma rağmen ablam yine de kocasına gitti. Kocası sabahleyin ona pahalı bir yüzük, annem ve babama pahalı eşyalar almıştı. Yine sus payı olarak. Bana da yanında çalışmam için iş teklif etti, kendi yardımcısı olmamı istedi, sus payı olarak, ama ben kabul etmedim. Hatta okul masraflarımı da artık ödemesini istemediğimi söyledim. Hiçbir şey söylemedi, ancak sinirlendiğini gözlerinden çıkan kıvılcımlarda görebiliyordum. Annemlerle ablam da beni ikna etmeye çalışsa da kabul etmedim. Sonra da kendime iş buldum, hem okuyup, hem çalıştım, masraflarımı kendim ödedim. Ablama, anneme, babama çok kızıyorum. Sus payını bu kadar çok sevdiklerini için, hayatın yalnızca paradan oluştuğunu düşündükleri için, sevginin, aşkın adını parayla lekeledikleri için, vicdanı parayla susturdukları için… Kendime de kızıyorum. Onlara gerçeği gösteremediğim için, bir çare bulamadığım için, para hırslarını söndüremediğim için, elimden hiçbirşey gelmediği için… Yazar - Gülnar Ferruhkızı   Read the full article
0 notes
aynodndr · 1 year
Text
BEN HİÇ MÜKEMMEL DEĞİLİM
Belki de sıradan biriyim de onu demeyeceğim...
Yıllar önce ilk kez başımı örtmeye başladığımda hissetmiştim bu absürtlüğü... Ben gayet dini bütün doğru yolda mikemmel bi insandım ve keşkem herkes de benim gibi olabilseydi...
Bunun çok komik olduğu zamanla anlaşılıyor nafile...
İnsan olmak müthiş büyük bir yolculuk, müthiş imtihan takdir edersiniz ki...
Fakat alnı secdeye gelip şükür ki iki rekat namaz kılan , beheyt şu insanlar niye bu kadar kâfir diyor içinden...
Dedesinin halası hacı olan seccade olayında fetva veriyor, güncel meselelere dair kıyas yapıyor...
Yengesi mimar olan , şehircilik konusunda eleştirel bir bakış koyuyor ortaya...
Sivil toplum kuruluşunda iki kediyi doyuran, bencil pinti hasis insanlar iki lokmanızı paylaşsanız ölür müsünüz diyor...
Hasbelkader bi hocanın rahle - i tedrisine girenler , diğerlerine cahil cühelâ...
Hakezâ az biraz mürekkep yalayanlar el âleme benim bildiğim kadar unuttuğum da var halbukise diyor...
Hele hele sosyal medyada sütte leke var bizde yok yani o kadar...
Yok aslında birbirimizden farkımız...
Kimi ayakkabıya düşkün, kimi boğazına, kimi kendini övmeye, kimi kendini aşşalatmaya, kimi mal mülke, kimi cins - i lâtiflere , kimi kumara, kimi kafa bulmaya...
Aczini fakrını bilmeyen , bilmiyor aslında hiçbir şey ve başkasına dudak bükmekten yaşayamıyor kendi hayatını...
Öğretmen, diğer öğretmenlerin anlattığına yapayanlış der... Hocam sizden önceki hocamız böyle dedi yoooo ne haddine ? Hababam Sınıfı 'ndaki gibi biri eski edebiyatı diğeri yeni edebiyatı mühimseyen hocalar gibi...
Halbuki ennnn mühimi eski edebiyattır :)))
Doktor , size bakan diğer doktor bunu nasıl görmedi hayret atlamış galiba sanırsam herkes ben gibi mükemmelliyetçi ve titiz mi ki diyor...
Mühendis, kasap , manav , imam...
En iyisi benem diyor...
Hani tasavvufta tevazu ve incelik şöyle anlatılır:
" Haram yollardan bir miktar para kazanan adam bari iyi bir şey yapmak niyetiyle parayı bir dergaha bağışlamak ister...
Hacı Bektaş- ı Veli 'ye gider , kabul edilmez. Mevlâna 'ya gider , onlar kabul eder...
Adam olanlara bir anlam veremeyip Mevlâna ' ya sorar :
Hacı Bektaş 'ın kabul etmediğini siz neden kabul ettiniz ?
Mevlâna şöyle der:
- Biz bir karga isek Hacı Bektâş-i Veli şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
Adam üşenmez kalkar Hacı Bektâş-i Veli dergâhına gider ve Hacı Bektâş-i Veli'ye Mevlâna’nın hediyeyi kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektâş-i Veli'ye sorar.
Hacı Bektâş-i Veli de şöyle der:
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlâna’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten o senin hediyeni kabul etmiştir. "
Keşke böyle olabilsek...
Konuylan ilgili dinlenilesi şarkı:
"Öyle dudak büküp hor gözle bakma...
Bırak küçük dağlar yerinde dursun...
..........
Bir gülüşün var ki kaş çatar gibi...
En güzel sözlerin azarlar gibi... "
Nüket Belsan Taşören
5 notes · View notes
kendiince · 6 years
Text
“silik biriyim ben. sesim zaten pek çıkmaz. hani bazen çok uzun süre sustuktan sonra biri bir şey sorunca cevap verirken, ses tonumuzu ayarlayamayız, sesimiz osuruk gibi çıkar ya, işte ben o ses tonunda konuşurum. anlattıklarım çok da matah şeyler değildir ama anlatmak isterim. tam anlatmaya başlayıp “iyi gidiyorsun oğlum, hadi şu son cümleyi de bağlarsan, aklını alacaksın onun” diye düşünürken, karşımdaki “abi biraz yüksek sesle konuş, ne diyorsun anlamıyorum” der. or.spu çocuğu nasıl da büyük bir rahatlıkla söyler bunu. başlarım en baştan “abi diyorum ki...” diye anlatmaya. o kadar silik bir insanım ki kurduğum cümlelerde bile doğru düzgün özne yoktur. özne ortaya çıkmaz, özne bile kaçıp saklanır, gizli öznedir. dolaylı tümleçle, zarf tümleciyle kur cümleyi, anlat anlatabilirsen derdini. dün bütün olanlara rağmen bengii’ye onu çok sevdiğimi söylemeye gittim. kim gitti? ben gittim(g.ö\ben). y.rrağımı gittim! bugün bir minibüste bile şoför “birader sen geç, buraya otur da yer açılsın” diyerek para kutusunun yanına, minibüstekilere karşı seni oturttuğu zaman zor duruma düşüyorsun, insanların yüzüne bakamıyorsun, bengu nün suratına nasıl bakacaksın. yalnız sesim değil, tipim de siliktir. normal adamım. bana benzeyen binlerce insan var sokakta... hiç dikkat çekici bir suratım yok. “sokaktan adam geçti bi tane” deriz ya, özelliksiz adam, başında herhangi bir sıfatı olmayan adam, işte ben oyum. dümdüz adam! bu özelliksiz suratımın işe yaradığı da oldu tabi. okul hayatımda ve askerlikte çok rahat ettim. hiç hoca ve ya komutan bana kafayı takmadı. nasıl taksınlar ki ismi bile ezberlenmeyen, hiç ismiyle hitap etmedikleri, en fazla “evladım” veya “oğlum” diye çağırdıkları, hayatlarında hiç iz bırakmadan gelip geçen biriyle kim, niye uğraşsın ki... tamam, biraz abarttım. itiraf ediyorum, bir ara, üniversitedeyken gerçekten ortamın merkezi olmuştum. merkezdeki kişi bendim. hem de iki güzel kızla bardaydık. kulaklarımla duydum, benden bahsediyorlardı, orjin bendim. “şu çocuk seni kesiyor” diye arkadaşına gösterdi biri, kestiğim kız ise “hangisi?” diye sordu. “şu gözlüklünün arkasındaki” dedi. kestiğim gülümsedi. üniversitedeyken gözlük takardım, artık lens takıyorum, temiz tutarsan valla büyük kolaylık... elveda eski kestiğim. silik, utangaç ve iki kelimeyi yan yana getiremeyen biri olduğunda insan, dahi filan olmayı bekliyor ama bende o da yok. çok susup, sabit gözlerle bi nesneye bakınca biri görse “kim bilir içinde ne fırtınalar kopuyordur, ne savaşlar veriyordur, zihninde ne kaleler yıkıp, ne devletler kuruyordur” diye düşünür ama bende vallahi o da yok. neye bakıyorsam onu düşünüyorum. mesela ekmeğe mi bakıyorum “ekmek” yazıyor düşünce balonumda. silik olmam dahi veya duygusal olmam anlamına gelmez. bana benzeyen birinden hoşlanacağım anlamına ise hiç gelmez. aksine nefret ederim benim gibi silik insanlardan, fellik fellik kaçarım. onlarla gezmek, tanışmak, içki içmek, dertleşmek istemem. hatta kendi halime tipime bakmadan aşağılarım onları, “mih mih mih” diye gülerken o, “acaba ben de mi böyle gülüyorum” diye düşünerek, tiksinirim gülüşünden. kendim gibi bir insan daha niye isteyeyim ki? aşık olduğum zaman çok güzel kızlara aşık olurum. “niye aşık oldun?” “çünkü çok güzel” işte bu kadar basit. yakışıklı ne acayip di mi ? ben de yürüyorum, o da yürüyor. ağzı var yemek yiyor, eli filan da var, aynı benim gibi. düşününce totalde aynıyız. ama o yakışıklı. bişey yapmasına gerek yok, dursa yeter. ağzını açtığı zaman herkes onu dinler, saçmalama kredisi sonsuzdur. senin bi tip yakışan saçın vardır, onun hepsidir. kazıtın saçınızı; senin çıksın topatan kavunu gibi kafan ortaya, o ise yine yakışıklı. bi de bu durumun farkında değil gibi uruspu çocuğu, ben ise hayatım boyunca bir jöleden çok şey bekledim. turistin mavi gözlü sarışın çocuğunu sevdiğimiz gibi, 32 yaşında olmamıza bakmadan 4 yaşındaki çocuğun etrafına toplanmamız, onu güldürmeye çalışmamız gibi severiz, utanmasak elimizi çocuğun omzuna elimizi atıp, “ben ulrih’leyim siz hepinizsiniz var mısınız lan maça” dememiz gibi ucundan eklenmeye çalışırız yakışıklıya. sevgili okurlar biz sıramızın gelmesini çok bekledik. ve ne olduysa oldu devran döndü, rüzgâr bizden tarafa esmeye başladı. haber geldi, “samimiyet” bayrakları açılmış toplumda. samimi olmak prim ediyor dediler... sorduk; “nasıl yani? sadece samimi olmak yetiyor mu?” “evet abi. ne olursa olsun samimi olsun deniyor ortamlarda. cahil de olsan, aptal da olsan... yahu konuşturmayın adamı işte! samimice itiraf etmek yetiyor işte, anında prim yapıyor” dendi. çıktık yuvalarımızdan. zaman artık bizim zamanımızdı, beklediğimiz gün gelmişti. en önden ben koştum. anlattım başımdan geçenleri, aptallıklarımı. bence etkileyici bir üslupla sunulmuş, içi de komik şapşallıklar barındıran hikâyelerdi. bir iki etkilenme olunca, bir tane daha anlattım. “sevimli şapşal şey” damarını iyice eşeledim, anlattıkça anlattım. en mahremlerine kadar, altıma sıçmalı anılara kadar bir bir anlattım. baktım hafiften bi tiksiniliyor, rotayı ebeveynlere 31de yakalanmak anılarıma çevirdim. büsbütün iğrenildi. yakışıklı arkadaşım efe ise birkaç “sosyal beceriksizlik” anısını anlatıp, “inanmıyorum efe. çok sevimliymişsin” nidaları eşliğinde bu samimiyet rüzgârından çok güzel ekmek yedi. efe sayesinde tanıştığım kızlarla bağlantım ise ileriye yönelik beklentiler içerisinde sürdü. efenin eski takıldığı kızlardan biri olan benguyle bir gün beşiktaş’ta karşılaştık. nasıl olduysa beni tanıdı. ne istiyordu bu bengü benden, sadece güzel olması bile ona âşık olmama sebepken bir de benim farkımda olması... yoluna mı atayım kendimi, yoksa şaki olup dağa mı çıkayım, bunu mu istiyor benden? “sen efenin arkadaşısın di mi?” dedi. başımı sallayarak onayladım. “efe anlatmıştır biz ayrıldık onla” dedi. “vay be ben evde oturup kalemle mandalina liflerini tırnaklarımdan sökerken insanlar neler yaşamış” diye içimden geçirdim ve acı acı gülümsedim. efe’yi hâlâ çok sevdiğini filan söyledi. “ulan efe’yi dedem de sever, yakışıklı, zengin çocuk, beni sevsene” demek istedim, diyemedim. gözleri dolmuştu, benimkiler de doldu. sonra toparlanmaya çalışarak her şeye rağmen gülümsedi. “neyse saçmalıyorum işte. boş ver beni. sen ne yapıyorsun? yürüyelim mi işin yoksa?” dedi. yürüdük. “sen hep susuyorsun. anlatsana kendini” dedi. boş ver manasında başımı salladım. gerçekten de anlatacak bişey aklıma gelmiyordu. “ama gerçekten merak ediyorum. her insanın bir hikayesi vardır” dedi. karşılaşmadan önce “ağzıma bakalım şu çubuk krakeri enlemesine sokabilecek miyim” diye bi deney yapıyordum ve karşılaştığımdan beri ağzımda enlemesine duruyordu o kraker. önce onu yedim. sonra bütün gücümü toplayıp, bütün samimiyetimle “göğüslerin çok güzelmiş” dedim. “
1 note · View note
alticizilen · 7 years
Text
Bütün Kadınların Kafası Karışıktır - Ece Temelkuran - Alıntılar
Uzun zaman olmuştu, Ece Temelkuran okumayalı. Bir anda, aklıma sonra da kalbime düştü. Büyük bir hevesle neredeyse bütün kitaplarını aldım. Kitap okuma arzusu değildi bu, onu okuma arzusuydu. Toplu taşımada, birini beklerken, her boş anımda, bir kitabın sayfalarını açma arzumu yeniden kazanmıştım.
“Bütün Kadınların Kafası Karışıktır” ile başladım. Bir nefeste, ama gözyaşları içerisinde bitirdim. Altını çizmediğim yerler, altını çizdiklerimden çok daha azdır. Sarıyer Beşiktaş minibüsünde, neden ağlıyorsun sorusunu, şimdi aşağıda altını çizdiklerimi tek tek anlatamayacağım için cevapsız bıraktım. Arkadaşlarıma, yeni sevgilimi anlatır gibi, Ece Temelkuran anlattım. Öyle bir takıntı içerisindeyim şu aralar kendisine.
Kitabın özeline gelirsek, Fidel’in yerine çok isim koydum kendimce. Okudukça yalnız olmadığımı hissettim. Benimle iki şehir, hayalimde yüzlerce hikaye yaşadı. Cümlelerinin bazılarını kimilerinin kafasına fırlatmak, kimilerinin de yaralarına pomatlamak istedim. Demem o ki, çok sevdim, çok beğendim. Hayatıma değmiş herkese, en az bir sebepten, şiddetle tavsiye ederim.
Tumblr media
orada öylece durup, katillerden intikam bile almak istemiyordum. durmak ve gülümsemek. en sonunda bunu yapar insan. ne bağırmak, ne küfür etmek.
yenilmekle uzaklaşmak arasındaki yerdedir delilik. delirdiğinizde herkes, artık mutlu olduğumuzu, her şeyin düzeldiğini sanır. düzelmiştir de bir bakıma. çünkü unutmuşsundur.
böyle bir delilik, hastalık değildir. bu delilik, insan üzerinde işlenen suçların sonucudur. ve suçlar hiçbir zaman kanıtlanamaz. gizlenmemiştir, bu yüzden ortaya çıkarılamaz. kimse cezalandırılamaz. suçlu olanlara hiçbir zaman suçlarını gösteremeyiz. suçları, yine mahkumlar dinler ve dinledikçe yeni acılar çekerler. acı, yine acı çekme yeteneği olanlara düşer. yine dinleyenler duyacaklardır. işte öyküler, bu yüzden hep biraz yanlış adrese gider. (107)
bu yüzden işte, öykü de, yazmak da, “için” değil, “yüzünden”… (14)
ellerimi cebime sokmalıyım bazen. cepsiz şeylere dayanamam. insan ellerini nereye koyacağını şaşırıyor. şaşırdıkça ellerimiz çoğalır. dikkat edin bir kez, mutlaka çoğalır.  (19)
fidel, bütün bu çocuklar için ağlamak gerekiyor; erken gel eve. bütün çocuklar ve kırılmış kalemler için. buna zamanın olmadığını söyleme sakın. kirleniriz yoksa. kedilerden ve çaylardan daha önemli bu. bütün kurban edilmiş çocuklar için fidel, ağlamak lazım, inat etme. (21)
fidel’le zarları değişiyoruz bazen. o, kaybeden oyuncu oluyor. ben alışık değilim elbette, kaybedenin karşısında nasıl durulur bilmiyorum. utanıyorum. bunu da beceremediğim için fidel, ayağa kalkıp piposunu yakıyor. becermediğimi söylüyor. bu yüzden hep yenilmek zorunda kalacakmışım. fidel, yenilmekten biraz tiksinir. bu yüzden onu anlamaya çalışıyorum. öyle ya, hep yenilen biriyle evli olmak onun için hiç de kolay olmamalı. bense, her seferinde daha iyi yenilmeyi deniyorum (22)
“zarlar elime yapışıyor fidel,” dedim. “ellerimden sayılar sallanınca balıklar benimle konuşmuyor. ben susmak istemiyorum fidel, konuşmam gerekiyor. (22)
yanında bir kemancısı olan tek sokak kadınıydı şehrin. artık orospuluk yapmadığı –yaptığı her şeyi kısa bir süre önce unuttuğunu- herkes bilirdi. kadın, bir filin intiharı kadar büyüktü. (24)
bir bisikletçi dükkanının önünde her şey olur. (34)
seni seviyorum diyorum, boynunda böcekler oluyor mu? (35)
öykü, çekip gidememe ikiyüzlülüğün yeniden üretimidir. o, aslında sahtekar bir tanrıdır. (36)
öykü, kanatlarını kıran insana aşık olduğunu kabul etmek ve her ikindi patiskadan kanat biçmektir kendine. öykü budur. sürgün de… (37)
annemle, onları ölerek cezalandırmaya karar verdik. bileklerimizi kesmeyi planlıyoruz. sonra onlar ağlayacaklar.
biz bunu düşünürken neden ağlıyoruz acaba?
(kendine acıma sayıklamaları bunlar. hiçbir şeyi beceremediğini kabullenmiş birinin, beceriksiz sözcükleri. anlıyorsun değil mi? para etmez demek istemiyorum. böyle şeyleri kullanmak isteyen feminist gruplar olabilir belki. ama onun ötesine geçemezsin.) (38-39)
EĞER ACIYI BABA YARATTIYSA, BUNUN ACI OLDUĞUNU SÖYLEYEN DE ANNEYDİ. ACI ÇEKME YETENEĞİ ONDAN EDİNİLDİ. BÖYLECE TAMAMLANDI AĞLAMA. (41)
hep böyle olmaz mı? erkekleri salonda bırakıp mutfağa gitmez miyiz? vatanımıza, doğal ortamımıza dönmenin huzuru. neden bir de mutfakta sorulur hal hatır? “nasılsın?” daha kısık ve doğrudan bir sesle, gerçeği duymak ister gibi, salondaki yalanları değil.
kendi dilimizi konuşmanın sevinci bu. hiçbir erkek bilmeyecek bunu; yüzümüz gerçek biçimini alır fayansların önünde. (42)
biz yokuz, alara. seninle ikimiz yani. ne kadar “ben” diye başlasa da cümlelerin, aslında anlatmak istediğin ikimiz oluyor. çünkü biz, birer serseri ekiz. bir yapıya eklenerek yok olmaya çalışan ekleriz biz, alara. anladın mı, biz yaşamak değil, iki kişi ölmek istiyoruz. (43)
SERÇE TELAŞLI DEĞİLSE, ÖLMÜŞTÜR… (53)
öyle bir suçluluk duygusu var ki bende, yemeğin yemediğim yarısının bile kalbinin kırıldığını düşünüyorum. (55)
inanın, bu uydurma, yalan söyleme belasının düşmanımın başına gelmesini istemem. ….(56)
alara biraz kuşkulanmıştı sanırım. öyle, sessizce duruyordu. bu tür suskunluklar, beni hep büyük itiraflara sürüklemiştir. “yalan söyledim,” dedim. ….
ama yine de kötü bir duruma düşmüştüm ve alara’nın zırdeli olduğunu kanıtlamak bile beni bu bataktan kurtaramazdı. (58)
bilirsiniz işte, insanlar bir olayı olduğu biçimde dinlemek isterler. bu kaygılarını anlamak da pek olanaklı değildir. oysa ben, o olayları onlar daha çok keyif alsınlar diye öyle anlatıyorum. … beni yanlış anlamayın, bunu ilgi çekmek için yapmıyorum. bilakis insanların hoşuna gittiğine eminim. hoşlarına gitmeseydi, yalan olduğunu ortaya çıkarmak için bu kadar uğraşmazlardı. siz de bilirsiniz ki, insanlar sevdikleri, hayran oldukları şeyleri yalanlamaktan açıklanamaz bir haz alırlar. (60)
(gürkan var bir tane. annesi babası yok. o zaman bu konuyu pek çözemiyorum, ama onarın daha çok sevilmesi gerekenler grubunda olduğunun farkındayım.) (62)
dünyaya omuz atmak için büyümeye alışıyorum. müthiş dayılanıyorum. aşık oluyorum ve sigara tiryakisi olmak için akla gelmeyecek çalışmalar yapıyorum. elbette şiir de yazıyorum. (65)
“erkeklere hep cinsel bir anlam yüklediğin için, yoruluyorsun. onlara arkadaş olarak bakamaman seni sürekli tetikte tutuyor. bana kalırsa biraz daha rahat olmalısın.”
(türkü, kimseyle sevgili değil uzun zamandır. kişiliğiyle insanları eziyor aslına bakılırsa. beni de eziyor. onunla konuşurken heyecanlanıyorum. sırf onun yüzünden saçma sapan lezbiyen romanları okuyorum. onun dersleri çok iyi, son sınıfta. akademisyen olacak. ben de mi olmalıyım?)
“bana kalırsa, kendini de çok önemsiyorsun. her yaşadığın zorluğu bu yüzden abartıyorsun. sen merkezli bir dünyada elbette yalnız kalırsın.”
(öyle değil işte. bu kadar çok ağlayan bir insan… ben kendime, hiçbir şey gibi geliyorum. bu yüzden yazıyorum işte. bu yüzden, insanları yataklarından kaldırıp, sanki olanaksızı başarmışım gibi yazdıklarımı okuyorum. herkes de anlıyormuş gibi geliyor bana) (70-71)
(…her gün saçım başım dağınık içeri giriyorum. karşımda onun yüzü. tanrı aşkına, en son beş yıl önce ağlamış bir insanla ne konuşabilirsiniz ki? kontrollü kadın didem. bir kontrol, bir kontrol… başka da bir şey yok zaten)(72)
önceleri, her şarkıda bir ad koyarsın yaşamaya. gün geçtikçe, şarkı sözlerini bile duymaz insan. biriyle karşılaşırsın, geyikleri anlatır sana, destanları. aşık geyiklerin boynuzlarından kilitlenip öldürdüklerini duyarsın. insan olmak, o kadar da önemli gelmez artık. mazurka yapmayı bilmez kimse bu yüzyılda. o yüzden, tek başına kalırsın. ama yine de tek başına olduğuna inanamazsın bir türlü. hep ararız yani.
hep sanırız. … hiçbir şey beklemediğini söyleyenler en çok bekleyenlerdir aslında. (74)
yoksa bay tanrının, beni tek başıma sürüneyim diye dünyaya göndermesi çok mantıksız olurdu. (…) bir benzeri olduğunu duyunca insan ne kadar seviniyorsa, o kadar da korkuyor. nasıl davranacak? beni önemsemezse ben ne yaparım? (75-76)
ne garip, oysa çoğumuzun adı, çağrı, umut, barış, devrim, savaş veya özgür’dü. adlarımızın anlamlarını ezberleyip sonra da unutmaya çalışarak, bedenlerimizi büyüttük. (82)
işin komik tarafı mevhibe, uydurduğumuz öyküleri gerçek sanıyoruz, acılarımızı da. böylelikle bir dünya kurmuş olur muyuz sence? geri çekilmeler, tutuk sorular ve reklamlar… ellerimiz olmadığı için biz, bu ülkenin tarihine de geçemeyeceğiz. biz bu ülkenin tarihine, çarpacağı taşlardan ürken nehirler olduğumuz için geçemeyeceğiz. akmayan ırmaklardık biz. denizimizi bulamadık, denizden gelen çağrılar kulaklarımıza yığıldı. ses yığınları arasında hiçbir sesi olduğu gibi duyamadık. bu yüzden sevmiş olamaz mıyız gürültülü şarkıları? ya kot pantolonlarımızın markaları neden bu kadar ölümcül bir anlam taşıyordu? birbirimizden korkuyorduk çünkü. çünkü fazla yaklaşmadan tanımlayabilmeliydik insanları. (83)
-ülkemizin sosyalistleri- bence onlar artık, bu ülkede yaşayan ve kendilerinden devrim yapmaları beklenmeyen, en azından buna zorunlu olmayan insanlar olduklarını anlamalılar. (85)
ÖRGÜT SANRISI BİTTİ. BÖYLE SANRILAR, KÜSMÜŞ ÇOCUKLARDA SIK SIK NÜKSEDER. İNSANLARLA DENK DÜŞMEK BÜYÜLÜ VE BİR O KADAR KISA SÜRELİ RASTLANTILARDIR BİZİM İÇİN, BİR TÜRLÜ İNANAMAYIZ. HİÇ ÖRGÜT GÖRMEDİĞİMİZ İÇİN DE, BÖYLE BİR AD TAKABİLİRİZ DENK DÜŞMELERE. OYSA HEPİMİZ, CASUS GİBİ YAŞARIZ, SAKLANARAK VE PAYLAŞILAMAYANIN YÜKÜYLE. BİRBİRİMİZE DOKUNMALARIMIZ KORKAK BİRER KELEBEKLERDİR, DOKUNUNCA RENKLERİ YIKILAN. ÇÜNKÜ KÜSKÜN ÇOCUKLAR İNANAMAZLAR. Kİ İNANMAK, KÜSMÜŞ BİR ÇOCUĞUN EN BÜYÜK KAN KAYBIDIR. (86)
1inci oda: Cosmo Kızlar: gülümse, gülümsemek iyidir. arada bir, çocuk kadar şirin ol erkekler şirin kızları severler, erkeklere her şey söylenmez, ağzını sıkı tut. insanlara duygusal şeyler anlatmak, hemen samimi olmak kötüdür, yemeklerden önce aperatif almak iyidir. pikniklerde etek giymek kötüdür, yurtdışında okumak iyidir. aşık olmak, biraz iyidir, çoğu kötüdür. her şeyi dozunda yapmak iyidir, ortalama olmak en iyisidir. esrar, çılgınlık olsun diye denenebilir, ancak ikinci kez içilmemelidir. leo buscaglia iyidir, bukowski kötüdür. dine saygı duyulmalıdır. kafeinsiz kahve içilmelidir, sigara asla. evlendiğinde yatak odası takımı pembe seçilmemelidir; çok çocukça olur. beyaz olabilir. evlilik öncesi ilişki elbette kurulabilir, bütün Avrupalı kızlar böyle yapıyor artık. çağdışı düşüncelere paydos. ama yine de adamı kafesleyebileceğin ilişkiler seçilmelidir. zaten evlendiğinde, çok sorun olursa tamir ettirilebilir. asla rezil olunmamalı, komik duruma düşülmemelidir. illa içilecekse yabancı sigara içilmelidir, ama fakir arkadaşlar türk sigarası uzattığında onları aşağılamış olmamak için geri çevirmemelidir. çok soru sorulmamalıdır. (88-89)
2inci oda: Duyarlı ama demir gibi kadınlar:            …. yaşamaya ilişkin öğrenilmiş kararlılıkları, deneyimlerle buğulanmış bir parıltı düşürür gözlerine. emek verdikleri ilişkileri vardır, emeği ve zamanı çok önemserler. sevgilileri onlara sarsılmaz bir saygı duyar ve akşamları, erkeklerin kadınları dövmesinin ne kadar iğrenç olduğu gibi kolay uzlaşılır konularda konuşurlar. genellikle terk eden onlar olur ve mutlaka yalanlanamaz bir nedeni vardır ve mutlaka düşünsel bir ayrılık. sevgilileriyle asla “yüz göz” olmazlar ve sokakta ağlamazlar. cosmo kızlarla alay edebilecek kadar zeki ve birikimli hissederler kendilerini. (…) şiirin anlaşılmayanını, kitabın uzun dipnotlusunu severler, bir de filmin fransızını. (92-93) özellikleri gereği asla suçluluk duymuyorlar.
3üncü oda: Ruhları sünnet edilmiş kadınlar           artık hiçbir sözcüğe, hiçbir ağlamaya inanmayan kadınlar. (…) kimse onları sevmedi. hiç kimsenin sevmediği kadınlar var bu dünyada. bunu anlayabilir miyiz acaba? (97)
NEDEN ANAHTARLAR VERİP YALNIZ BIRAKIYORLAR BİZİ? NE YAPMAK İSTİYORLAR? (…) SORU YAĞMUR DOLUYSA, İNSANI ÖLDÜRÜR. (100)
burada annemle karşılaşmak da hoş olabilir. annem kendini asmış ve bana bir mektup bırakmış. ben mektubu okuyorum ve her şeyi en baştan anlıyorum. gidip, öyküde adı geçen herkesi öldürüyorum. çünkü bu annemin tek vasiyeti. ve onları elektrik direklerine asıyorum. bu da hoş. hem gürültü hem estetik olur. sonra, kurguyu daha da canlandırmak için yeni bir öykü başlar. ilk cümlesi şu olabilir”öykü, kanat kıranları öldürmektir.” çok şık.(101)
fidel, birazdan insan öldürecek birinin şefkatiyle soruyor (103)
bitti, her şey bitti. artık delirdim, artık suçlu değilim, çünkü deliyim. (…) çünkü acı öyle büyüktür ki, bedeninizi kaplar. badeniniz acı olur. acı yabancı değildir, batmaz. gülersiniz. gülüyorum. (104)
BİZ ÖLÜNCE –SİZ SUSUYORSUNUZ YA, BİZ ONDAN ÖLÜYORUZ İŞTE- ÖLÜNCE BİZ, KARŞISINDA DURUP SUSACAĞINIZ KİMSE OLMAYACAK. SİLAHLARINIZLA YALNIZ BAŞINIZA KALACAKSINIZ. HOŞÇAKALIN. (106)
çok eskiden, ellerim annemin ellerine benzemeden önce, “her şey çok güzel olacak” derdim. sonra bir gün, ellerimin değiştiğini fark ettim, artık bütün filmler, belirsizlikle bitiyordu. hayat. daha yorucuydu yani. (108)
bunları oku. denize karşı bir sigara yak. tek şekerli, demli bir çay koy masaya. çok neşeli bir müzik çalsın mutlaka. kapat gözlerini, gülümse, çünkü…
BÜTÜN KADINLARIN KAFASI KARIŞIKTIR.
çünkü…
bir gün bir anda, bazı kızgınlıklarını unuttuğunun farkına varacaksın. artık pek düşünmediğini, çünkü artık bildiğini anlayıp, ellerini bir klarnet taksimi gibi uzatacaksın. hala kafan karışık olacak. ama bunu seveceksin. sevmelisin de. çünkü…
KADINSIN…
… BİR ÇİÇEĞİN YANINDAN GEÇER GİBİ YAŞAMALIYIZ ASLINDA. … (109)
3 notes · View notes
epifizz · 3 years
Note
Belki komik gelecek ama matematiksel düşünsek ve dostumuz ya da düşmanımız olmayanlara 0=yabancı desek, yabancıları tanıyıp düşmanımız(-) ya da dostumuz(+) olanlara karar verdikten sonra bize tanıdığımız gibi davrandıkları sürece öyle kalacaklar ancak zıt kişilikte davranırlarsa da bunu bir çarpma işlemi gibi düşünebiliriz yani dostum olsun ya da olmasın bana düşmanca davranan düşmanım haline gelir çünkü ondan gelecek bir sonraki eylemi de savaş hamlesi olarak beklerim?
Bauman sizin yabancı olarak kodladığınız, arada kimlik durumuna bir yargıya varıldıktan sonra neler olacağından bahsetmiyor. Aradaki duruma bir sıfat atfedildiğinde zaten arada olmaz ve o zaman bu soru da baştaki dost düşman ayrımındaki tavırların tekrarını ifade eder ve sonuç olarak arada kimliklere ne olduğu sorununu tamamen es geçer.
Arada olana ne olacak? Ne o ne bu olana, hem o hem bu olana? Yani yabancı dediğiniz sizin matematik değerlerinden kodladığınız üzere (işlem atıflarınız önermeniz içerisinde çok belirsiz olduğu için böyle mantıksal bir önermenin neliği anlaşılmaz olsa da doğruluk değeri olarak 0 ve 1 bir kesinlik ibaresi olarak ele alınabilir) arada olan burada ne 0 oluyor ne de 1, bu bir kübit yani hem 0 hem de 1 olabilir. 0 da kesin bir ifadedir, düşmanımın dostum olma hali doğruluk olarak sıfırdır bu yüzden matematiksel kodlamalara başvurarak atadığınız semboller bu sistem içerisinde kusurlu görünmektedir. Merkezimiz dostum olma durumu ise mesela düşman 0'dır (dostum değil) ve dostum da 1'dir. Sıfır bir yokluk durumuna denk gelse de net bir doğruluk değeri taşır.
0 notes
ebrarikoo · 4 years
Text
aşkımın göz yaşları
Hiç başlayamayacak bi aşk için mi bu göz yaşları bir kere onun sesinden sevgilim lafını duyamayacağın için mi bu seni yakıp kavuran ateş asla seni seviyorum diyemeyeceğin için mi bu yıkılışın... Sadece kendine eziyet ediyorsun yapma demesi ne kolay dimi çünkü bunu sana biri söyleyince vazgeçeceksin ondan yaşadığın duygulardan. Kime kızayım ki ben kimi suçlayayım kendimi mi seni mi hoş seni suçlasam kaç yazar dimi ne önemi var ki senin için adımı bile geçmiyordur aklının ucundan tabi ya sen başka hayattasın bense senin yüzünden kendi hayatıma dönemiyorum bile ne komik... Gerçekten aşk denilen lanet bu mu yani her hücrende acı hissetmek mi ya da onun tek bi lafıyla, hareketiyle mutlu olup üzülmek mi bu saçmalığın adı.Aşk eğer buysa mutlu olanların daha doğrusu yaşadığı aşkta mutlu olanlara ne deniyor...
0 notes
donkaryola · 4 years
Text
Sanal ve gerçek ilişkiler
Sanal ve gerçek ilişkiler: Yeni bir ortaklık kurmak tehlikeli midir? Son yıllarda, İnternet çok yaygın bir buluşma yeri haline geldi, bu yüzden birçok insan BDSM'yi “deneme” fırsatına sahip. Bu iyi bir şans! Neden temas çevrenizi sadece yakınlarda yaşayanlarla sınırlandırıyorsunuz? Özellikle de BDSM söz konusu olduğunda ve bu yönün destekçilerine sadece büyük bir metropol de yaşamıyorsanız çok zor? İnternet ufkunuzu genişletir, hayatı daha parlak ve daha ilginç hale getirir ve yeni arkadaşlar ve muhtemelen ruh eşiniz olmanıza yardımcı olur.
Bununla birlikte, en eğitimli, düşünceli ve temkinli insanlar bile sıklıkla hata yapar. Mümkün olduğunca kaçınmaya çalışmanız gereken en yaygın dört hata. Birincisi: Birçoğu, bir insanla yapılan bir toplantının hayatınızın aşkı olabileceğini düşünmüyor: ama ondan binlerce kilometre ayrıldınız ve hiçbiriniz işinizi, çalışmanızı, ailenizi ve arkadaşlarınızı bırakmak istemiyorsunuz senin de sevdiğin kişi. Uzaktan bu tür birçok roman, ortaklardan birinin taşınmasıyla sona ermektedir. Diğerleri acı hayal kırıklığına ve bu ilişkilerden hiçbir şey gelmeyeceğinin farkına varır, çünkü mutluluğun önündeki engeller gerçekten aşılmazdır.
İkincisi: Üzgün, ama gerçek. İnternette insanlar yalan söylüyor. Kendinizi kurnaz bir insan olarak görseniz, zaten aldatma ile karşılaşmış ve gerçeği yalanlardan ayırt etmeyi öğrenmiş olsanız bile, düşündüğünüzden daha fazla yalan söylüyorlar. Adil olmak gerekirse, bazen bir yalanın gizliliği korumak veya sadece eğlendirmek için tasarlanmış masum ve tam olarak doğru olmayan bir ifadeyle başladığı unutulmamalıdır. Bununla birlikte, sanal anonimlik ve uzaklık gibi yönlerin kasıtlı olarak kötüye kullanılması vakaları, gerçek hayatta olduğundan çok daha yaygındır. Günlük yaşamlarında çevrelerindeki karakterleri doğru bir şekilde yargılamaya alışkın eğitimli insanlar, genellikle gerçeklik ve sanal arasındaki farkın ne kadar büyük olduğunu anlamıyorlar. Ağ basitçe bilinçaltı ile bir kişi hakkında yüz yüze görüştüğümüz bir fikre sahip olduğumuz temel işaretlere sahip değildir. İnternete girmek, günlük yaşamda dürüst ve saygın olmak, insanlar genellikle işleri, aileleri ve finansal durumları ve en önemlisi kendileri hakkında yalan söylerler. Kelimeler doğada ikili: yaratılmış sözel imgeler sınırlı da olsa çok inatçıdır. Birçok durumda sözlü açıklamanın gerçeğe karşılık gelmediğini ve ilk başta orijinale çok yakın olsa bile “sanal kimlik” koymak için komik bir fikrin ağ üzerinde çok ileri gidebileceğini hatırlamakta fayda var.
Dahası, bazıları sanallığı bir oyun olarak görür ve bilgisayarın diğer tarafındaki muhataplarının bunu ciddiye alabileceğini varsaymazlar. Ancak diğer taraftaysanız ve olanlara içtenlikle inanıyorsanız, aniden başka birinin oyunundaki bir aldatma veya piyon kurbanı olduğunuzu anlarsınız, o zaman hayal kırıklığı acı yaşam boyu sizinle birlikte kalabilir. Çoğu zaman, insanlar medeni durumları veya önceden var olan aşk ilişkileri hakkında yalan söylerler. Birçok aile insanı sanal romanlara çevrimiçi başlar, ilk başta masum bir flörtün ne kadar ileri gidebileceğini düşünmez. Sebebini şöyle ifade ediyorlar: “Hala bu kişiyle şahsen tanışmak ve onunla gerçek hayatta sevişmek istemiyorum, bu yüzden bu sanal romandan bahsetmeden eşimi hiç yıkamıyorum.” Benzer şekilde, sanal iş ortaklarına kişisel yaşamlarında daha ciddi veya öncelikli yükümlülükler olduğunu bildiremezler. Düzinelerce ortakla aynı anda sanal ilişki sürdüren insanlar var, hiçbiri başkalarının varlığından şüphelenmiyor. Önce ana şeyi açıklığa kavuşturalım: Bir eşinize diğer eşinizin rızası olmadan zaman veya duygusal enerji ayırırsanız, bu hala bir aldatmacadır. Ve yalan söylemekte olduğunuz kişi olmak ahlaksızlıktır, çünkü İnternet “başka bir kadın” ya da “başka bir erkek” kavramına yeni bir hayat vermiştir.
Bu konuda aldatıldığınızı belirlemenin birkaç yolu vardır. Flört ettiğiniz bir kişi, ağda veya telefonla birkaç aylık yoğun iletişimden sonra bile ev telefon numaranızı vermeyi reddederse veya bir kişi yalnızca iş seyahatleri sırasında sizinle buluşmaya hazırsa, bu kesinlikle sizi uyarmalıdır. Garip bir şekilde, en olağanüstü olanlardan biri, birçok İnternet kullanıcısının bu kadar bariz ve rahatsız edici işaretlere kör bir göz atması ve kendileri için harika görünen bir kişiye naif bir şekilde güvenmeyi tercih etmesidir. Üçüncüsü: Ağda harika, dürüst bir ortak bulsanız bile, sanal D / s ilişkileri onunla yakın gerçek iletişim sürecinde aranızda neler olabileceğinin kesin bir yansıması olmayacaktır. Bu çevrimiçi oynayan insanlar kelimelerle dolu tehlikeleri unutmak eğilimindedir. Sadece kelimelerle, kana karışabilir ve ecstasy'ye getirilebilirsiniz, ancak istediğinizden başka bir şey hissetmeyecek ve kendinize ilham vereceksiniz! BDSM dünyasını doğuştan gelen güçlü ve derin duygularıyla keşfedenler, çıkarlarını en iyi karşılayan ve tüm gizli hayallerini gerçekleştiren biriyle tanıştıklarında genellikle kafalarını kaybederler. Ancak, okuyucunun ya da dinleyicinin, zevkine ve fantezilerine göre anlatı kapsamının ötesinde olan her şeyi düşünmesini sağlayan kelimelerin somut olmamasıdır. Eşinizle gerçek hayatta bir ilişkinin ne kadar harika olacağı konusunda altı ay hayal edebilirsiniz, ama tanışırsanız gerçekten olur mu? Hiç gerekli değil. Gerçekliğin beklentilerinizden çok daha iyi ve çok daha kötü olduğu ortaya çıkabilir. Olumsuz bir sonuç da bir sonuçtur ve ilişki başarısız olsa bile, yine de hedefe hizmet eder, yani bunun gerçek hayatta nasıl olduğunu, bir partnerle yüz yüze tam olarak hissetmenize izin verin. Her şeyde olumlu bir taraf bulmak istiyorsanız, zaman zaman kendinize, bulutlarda süzülmemenin, insanları gerçekte olduğu gibi algılamanın daha iyi olduğunu hatırlatmaya değer. Hayal gücünüzü ayarlayın, gökten dünyaya inin ve hayal kırıklığına uğramanız pek olası değildir. Ve her şeyden önce, aşağıdakiler için hazırlıklı olun: gerçek D / s ilişkileri sanal ilişkilerden o kadar farklıdır ki, çoğu zaman oyunlara dönme veya ağda flört etme fikri bile kesinlikle saçma ve kabul edilemez görünmeye başlar. Önceki ifade, sanal iletişimin gerçek BDSM ilişkileri kadar derin, şehvetli, yoğun ve bilinçli olamayacağı anlamına gelmez. Binlerce başka insanın daha önce yaptığı sonucu, yani ağdaki hakimiyet ve boyun eğme ilişkilerinin, aynı D / s iletişiminin aynı kişiler arasında nasıl gelişeceğinin kesin bir göstergesi olmadığını dikkate almamak aptalca. Gerçek, günlük yaşamdır.
Dördüncü: Kişisel bir toplantı söz konusu olduğunda, deli gibi aşık olsanız ve sanal ortağınıza tam olarak güveniyor olsanız bile temel güvenlik önlemlerini düşünmelisiniz. Bir kişi gerçekten kendini tanımladığı şeyse, kendinizi güvende hissetmek için mümkün olan her şeyi yapacaktır. “Güvenlik” terimi ile kendinizin ne demek istediğinizi belirlemek için çok önemlidir. Sanal arkadaşınızın hiç bir toplantıya gelmeyebileceğini ya da gerçek hayatta güvenmekte olduğunuz derin duyguları deneyimlemeyebileceğini unutmayın. Uzun yıllara dayanan deneyime rağmen, bir kişi güvenlik tekniklerine son derece yüzeysel aşinitesini açıkça kabul etmekten korkabilir; ve diğer şeylerin yanı sıra, tecavüzcü veya katil olduğu ortaya çıkabilir. Bu da mümkündür. Bunun olasılığı oldukça küçüktür, ancak her durumda bazı önlemler almalısınız. lk temel kural: yeni bir potansiyel ortak, vanilya veya tematik ile, halka açık, yani bir restoranda, alışveriş merkezinde veya başka bir halka açık yerlerde buluşmak en iyisidir. Neredeyse yarım yıldır bu kişiyle internette iletişim kurduğunuz ve size zarar vermeyeceğinden tamamen emin olduğunuz için bunu unutmayın! İnternet, işte veya arkadaşlarda daha önce tamamen yabancı olan insanlar için bir buluşma yeri haline geldiğinden, bu önlem gereğinden fazla hale gelmiştir. Kendinizi korumanın bilinen başka bir yolu da, bir arkadaşınızı veya kız arkadaşınızı yeni, önceden tanımadığınız biriyle planlanmış bir buluşma yeri hakkında bilgilendirmek ve belirli bir zamanda aramazsanız, arkadaşınızın arama için gerekli her şeyi yapacağını kabul etmektir. Çağrı kolluk görevlileri de dahil. BDSM topluluğunda oldukça önemsiz bir önlemin yaygın olduğunu bilmiyor olabilirsiniz. Tematik iletişim, olağan vanilya ilişkilerinin çok ötesine geçer, bu da bir dizi geleneğin ortaya çıkmasına neden olur. Başlangıçta yeni başlayanlar için çok şaşırtıcı olan bu özel geleneklerden biri, tavsiyelerde bulunmaktır. Genellikle insanlar vanilya sevgililerinin eski veya şimdiki partnerine onunla iletişim kurmanın ne kadar güvenli olduğunu sormazlar. Bununla birlikte, BDSM topluluğunda, potansiyel baskın bir ortaktan önerilerde bulunmasını istemek ve daha sonra onun hakkında geri bildirimde bulunan insanlarla sohbet etmek normal kabul edilir. Prensip olarak, potansiyel bir Dominant kendini sunmazsa veya eski veya mevcut ortaklarından onun hakkında bilgi almanıza izin vermezse, bu sizi uyarmalıdır. Düşünün
Kendinizi duygusal travmadan ve aldatılma tehlikesinden sadece siz kendiniz koruyabilirsiniz. Ve yalanlarınız, çiftliğiniz ve aldatmacanızla diğer insanlara verebileceğiniz zarardan sadece siz sorumlusunuz. Yol boyunca sizi bekleyen tehlikeleri saymak imkansız. Ancak İnternet her zaman bu kadar sinsi değildir: sadece saf olmayın. Bu sana olsaydı, yalnız değilsin. Başkalarını dinlerseniz hatalarını tekrar etmekten kaçınabilirsiniz. Ağda gerçek, samimi ve dürüst ilişkiler var ve gerçekle yüzleşirseniz başarılı olursunuz.
1 note · View note
sporarkadasi-blog · 6 years
Text
Her çeşit protein kas geliştirmek için aynı derecede fayda sağlar mı? Bu makalede bu sorunun cevabına bilimin ne dediğini bulacaksınız. Öncelikle bu soru kime sorduğunuzada bağlıdır. Birçok vejetaryen bu sorunun cevabı olarak bitkisel proteinleri gösterecektir. Vücut geliştirmecilere sorarsanız, bitkisel protein kaynaklarını seçmenin komik olacağını düşünebilirler. Pekala hangisi haklı şimdi bu sorunun cevabına bakalım.
Protein Nedir ve Kas Geliştirmek İçin Neden Önemlidir
Protein, vücudun temel yapı taşları olan amino asitler olarak bilinen daha küçük molekül zincirlerinden oluşan bir bileşiktir. Protein tüketildiğinde vücut onu oluşturan parçalara (aminoasitler) böler ve daha sonra emilerek yeni protein moleküllerini oluşturur.
Yeni oluşturulan bu proteinler kaslar, bağlar, tendonlar, kıllar, organlar ve cildin yanı sıra çeşitli hormonlara, enzimlere ve yaşam için gerekli olan diğer kimyasalların yapımında kullanılan hammadde görevini görür. Vücut bunların hepsini yapmak için 21 aminoasite ihtiyaç duyar ancak bu amino asitlerin 9 tanesini tükettiğimiz gıdalardan alabiliriz.
Bu 9 temel amino asit, esansiyol amino asitler olarakta bilinir. İşte bu temel amino asitler şunlardır.
Lösin
İzolösin
Valin
Lizin
Metionin/Sistein
Fenilalanin/Tirozin
Treonin
Triptofan
Protein tüketmenin temel nedeni, vücudun yapması gereken her şeyi yapabilmesi için vücuda gerekli olan amino asitleri sağlamaktır. Yeterli protein tüketmeyen insanlar, yaşları arttıkça kas kütlesini hızlı kaybedecektir çünkü vücutları yağsız kütleyi korumak için gerekli besin maddelerini karşılayamaz.
Düzenli olarak antreman yapan kişilerin vücudun protein ihtiyacının arttırmasının temel nedeni budur. Dokulara zarar verilir ve tamir edilmesi için fazla aminoasit ihtiyacı vardır.
Protein ve Kas Gelişimi İlişkisi
Bir proteinin amino asit profili, içerdiği her bir aminoasit türünün ne kadarının parçalanacağı ile ilişkilidir. Bazı proteinler, bazı aminoasitlerden çok daha fazlasını içerir ve bu da onları kas gelişimi açısından iyi veya kötü yapar.
Yani, daha fazla miktarda esansiyel aminoasit içeren proteinler, özellikle de lösin bakımından zenginse daha az olanlara göre daha fazla kas büyümesine teşvik eder.
Proteinin nitel yönleri vardır bunlar: vücutta ne kadar iyi sindirildiği, emildiği ve işlendiğidir. Vücut bir proteini sindirmesi, emmesi ve işlemesi ne kadar kolay olursa, kas gelişimide bir o kadar kolay olur.
Hayvansal ve Bitkisel Protein Arasındaki Fark
Birçok hayvansal ve bitkisel proteinlerin arasında büyük farklılıklar vardır. Birincisi amino asit profilleridir. Örneğin, 275 gram kırmızı et ve broki arasındaki esansiyel amino asitleri karşılaştıralim.
Gerekli Amino AsitlerKırmızı EtBrokoli
Histidin0,9750,48
İzolösin1,3910,643
Lösin2,4311,05
Lizin2,5831,099
Metionin0,7960,309
Sistein0,3940,228
Treonin1,2210,716
Triotofan0,2010,269
Valin1,5161,018
Görüldüğü üzere miktarlar yakın bile değil. Sadece 4 gram ette bulunan temel amino asitleri tüketmek için bol miktarda brokoli tüketilmesi gerekir.
Bu diğer birçok bitki proteinleri içinde aynıdır. Bitkisel proteinler, hayvansal proteinin temel amino asit miktarının yanından bile geçemezler.
Kas geliştirmek için temel amino asitlerin tüketimi oldukça önemlidir, çünkü alımının yetersiz olması gelişimi yavaşlatacaktır.
Dahası araştırmalar, günlük en az 3 gram lösin tüketiminin kas büyümesini en üst düzeye çıkarmak için ideal olduğunu ileri sürmektedir.
http://sporarkadasi.com/hayvansal-protein-mi-bitkisel-protein-mi/
0 notes