Tumgik
#kafa sesi
gamzelihatuns-blog · 1 year
Text
Kiminle konuşursam konuşayım beni dinlemiyorlar gibi geliyor. Bunlar ailem de olsa aynı arkadaşım da olsa aynı hat daha yedi kat yabancı olsa aynı. Sanki "Sen ne anlatılıyon la bir sus da biz konuşalım'' dediklerini duyuyorum. İçimideki hisleri anlatınca sus kızım diyor aklımdaki ses koz veriyorsun işte yapma bunu yapma işte.
4 notes · View notes
harepare · 2 years
Text
erkek arkadas degil arkadas istiyorum
0 notes
tipitip213 · 1 month
Text
Yasak Sırlar 6
Annemden o gece ne yapıp edip onu kendimle sikişmeye ikna edince dünyam benim olmuştu biribirimizi okşayıp boşaltıp uyuduktan sonra sabah uyandığımda yatakta tek yatıyordum sabah annemi yatakta göremeyince moralim düşmüştü ondan önce uyansaydım muhtemelen yine yakınlık kurucaktım ve onun o güzel kalçalarını buğday tenini öpe öpe memelerini okşuyucaktım sikim gece olanlardan sonra dimdikti pijamama saklayıp odadan çıktım evde teyzem yada kuzenlerim de vardı salakça bi hareket yapıp annemi zor durumda bırakmak istemiyordum lavobaya giderken sağa sola bakınıyordum çok sessizdi sadece mutfaktan ses geliyordu sikim inmek bilmiyordu başını boxırıma sıkıştırmıştım zonkluyordu resmen mutfağa yönelince annemi gece benimle yatakta yiyişirken yattığı pijamaları ile tezgahta domates doğrarken gördüm annemmmm günaydın dedim günaydın yavruuşumm dedi nasılsın annem dedim iyim yavrum nasıl olayım dedi suratıma normal bir bakış attı dün gece olanların gram belirtisi yoktu ne diyeceğeimi bilemeden heycandan annemle sanki ilk defa tanışmışım gibi konuşuyordum git ellerini yüzünü yıka teyzen ekmek almaya gitti kuzenlerin çıkmış sabah dedi bu sözleri duyunca teyzem evde yokmu diye sordum hemen gözlerim fal taşı gibi açılmıştı evde kimse yokmu anne dedim yok ama annem bi salaklık yapacağımı anlamış gibi beni uyarırcasına teyzen birazdan gelir bakkal şurada zaten diye anne seni çok seviyorum deyip hemen arkasına sarıldım ay gökhannn dur napıyon diye önünü bana döndü gözüm dönmüştü götünü avuçlamıştm beline sarılınca elimi amına atmıştım kadife pijamalardan amının dudaklarını mıncıklamıştım yok böyle bir his annem yüzünü bana döndü gökhan bak vurucam saçmalıyorsun annem söz vermedinmi sikişicez zaten neden kızıyorsun dedim oğlum ben sana eve gidince demedimmi bak beni pişman etme, anneciğim ama kimse yok evde sikmiyicemki okşuyucaktım zaten oğlum teyzen gelirse bizi görse ne cevap vericez anne kapıyı kitliyim dedim abazalıktan kafam çalışmıyordu gökhan sen salakmısın teyzen demiyicekmi kapıyı neden kitlediniz diye annemmmm napıym aklımı başımdan alıyorsun seni sikene kadar bu kafa çalışmıyıcak doğru düzgün dedim, biz annemle bu muhabbeti yaparken annem kocaman kalçalarını tezgaha dayamış bende önünde bacak arasında amına baskı yapıp yüz yüze bir birimze bakışıyorduk anemle konuşurken yanaklarını dudaklarını öpüyordum annemin kalçalarını sıkıyordum annem beni omuzlarından itip gökhan sikin kocaman oldu teyzen geldimi anlayacak hadi git ne olur beni pişman etme dedi o güzel dudaklarından bu sözler çıkarken sesi titremişti gerçekten endişeli ve korkuyordu üzüldüm o an ama yapacak bişey yoktu tamam annem dedim napıyım dayanamıyorum biliyorum biliyorum babası kılıklı dedi gülerek hadi git git diye elleriyle beni kış kışladı resmen yanından arkasını döndü domatesi doğramaya devam etti bende lavaboya gittim elimi yüzümü yıkarken dış kapının kilit sesi geldi teyzem gelmişti 2-3 dakka ile durumu kurtarmıştık ellerimi kurulayıp odadan çıktım mutfağa girdim günaydın prensesler dedim teyzem ayy günaydın canımm prensesler yesin seni dedi hadi otur masaya dedi annem bana hınzırca bir gülüş atıp günaydın oğlum dedi teyzem bi bizim oğlana bak yüzünü gören cennetlik bide gökhancıma teyzesinin prensi maşallah diyip hem konuşup hemde masaya annemin hazırladığı şeyleri koyuyordu neyse kahvaltı hazırdı annem benim yanıma teyzemde benim karşıma oturdu kahvaltı sohbet eşliğinde devam ederken teyzem ee tülay naptınız gece yani nasıl uydunuz gece diye lafını düzeltip annemi tedirgin eden bi soru sordu annem bana baktı bozuldu güldü 2 saniye içinde yüzünde tüm ifadeler beliri verdi bende şaşırdım napalım abla gerçekten soğuk oldu gece oğluşumla sarıldık uyuduk iyi uyumuşuz valla dedi, teyzem annemden 180 derece farklı bi kadın kocasını birkere aldatmıştı ben çok küçükken eniştem aile büyüklerinin araya girmesi ile affetti teyzemi.
Devam edecek…
47 notes · View notes
mutereddit · 2 months
Text
Aralık ayında bir aylığına askere gitmiştim. Deneyimleyen de, deneyimlemeyen de herkesin ortak kanısı tabii ki askerliğin gereksizliği üzerine. Dolayısıyla herkesin dilindeki cümle de bir ay kafa dinlemeye gidiyorsun yönündeydi. Şu an ben de öyle düşünüyorum ama o deneyimin içindeyken pek de öyle değildi. Hiiiç yakınacak değilim tabii ki dostlar. Bir ay dışarıdan kısa ama içerideyken çok uzun ve geçmek bilmeyen bir süre. Her şeye rağmen çok güzel bir deneyimdi. Bir o kadar daha para versem o deneyimi tekrar yaşayamam, o yüzden bu rastgeleliğin güzelliği kaldı yalnızca belleğimde. Çektiğim hiçbir sıkıntı aklıma bile gelmiyor.
Haftaiçinin yorgunluğunu haftasonu istirahat ederek geçirirken, buz gibi soğukta bir şey yapamayacağımızdan, koğuşlarımıza çekilmiş ya uyuyorduk, ya vampir köylü oynuyorduk ya da kitap okuyorduk. Çünkü zaten yapılabilecek başka bir şey yok, telefonlarımız eski tuşlu telefon, o da zaten çekmiyor. Muazzam bir teknoloji detoksu oldu yani. Mavi ışık maruziyeti yok, düzenli uyku, düzenli yemek, tadında fiziksel hareket. Resmen fabrika ayarlarıma geri döndüm.
E tabii o bir ay bizim için orada uzun bir süre olduğundan bir sürü askerlik anısı da oldu, dışarıdan pek mümkün gözükmese de. Ama tabii konumuz bu değil.
Birkaç hafta da olsa sivil hayattaki her şeyden öylesine mahrum kaldık ki, bir haftasonu koğuşta kitap okuyorum, herkes uyuyor pür sessizlik. Dışarıdan müzik sesi geliyor. Otomatlara su yükleyen abi müzik açmış. Hepimiz kulak kabarttık, uyuyanlar uyandı, camlara döküldük. Adam da sağ olsun sesi sona yükseltti. Hepimiz huşu içinde Bergen dinledik, çıt bile çıkarmadan.
Buyrun: https://open.spotify.com/intl-tr/track/4VC8fmwVLEqppUhyTx7pJa
34 notes · View notes
musfika-hanim · 2 months
Text
hümeyra minnoşuyla da tanıştık 🥺 hem sesi hem suretiyle. nasıl güzel ve tatlı bir aile oluşlarına uzaktan da olsa şahidim. hilal sarı kafayı beklerken sancı çekerken geceleri sohbet eder konuşurduk. ne kadar uzun yıllar oldu sarı kafa dünyaya geldi, büyüdü bir de abi oldu. Allah onlara çok huzurlu, sağlıklı şimdiki mutluluklarını defaatle katlayacak nice güzel ömürler nasip etsin. maşallah 🤍
14 notes · View notes
master1wayne · 9 months
Text
Gençlik Öfkesi S1 - B5.2
BÖLÜM 5.2 [İLK DENEYİM]
Kendisini araba'nın üstüne oturttum ve topuklu ayakkabılarını bizzat o bembeyaz pembe ojeli ayaklarına özenle giydirdim.
L: Teşekkür ederim.
Rica ederim bütün kaydı sizden şu anlık alabilir miyim?
L: Neden ki?
Merak etmeyin kopyasını çıkaracağım ve size yarın bizzat ben kendi elim ile teslim edeceğim.
L: O zaman ses kaydını da ben alayım.
Kadın aslında bana güvenmiyordu bu sebeple işini sağlama alıyordu, itiraz etmek istemiyordum.
İçeride ne konuştularsa zaten hepsi apaçık videoda olduğu gibiydi bu sebeple tereddüt etmeden uzattım.
Buyurun bu da sizde kalsın hatta kartımı vereyim bu da numaram.
Aslında bir kart değil sadece numaramı yazdığım kağıdı vermiştim.
Kadın eliyle kaptığı gibi çantasına ses kaydının olduğu Flash bellek ile aldı.
L: Bunun şifresi yo-.
Daha gelmeden önce aldım merak etmeyin.
L: Tamamdır. O zaman ben bir taksi tuta-.
Olmaz bu kadar yere ben getirdiysem adamlık edip ben bırakayım buyurun.
Teklifimi kabul etmişti kendisine "bir ara müsaitseniz kahve içebilir miyiz?" demiştim.
Bana hızlıca baktı kızaran yanakları ve o ince kırmızı rujlu dudaklarından gülümsemeli bir evet çıktı.
[30 dakika sonra]
Artık burada yolumuz ayrılıyor Leyal hanım. Tekrar görüşmek üzere.
L: Size de Aras Bey.
L: Bu arada Aras Bey?
Evet?
L: Neden böyle bir şey yaptınız?
Nasıl yani?
L: Babanızın annenizi aldattığını video kaydına aldırıp ses kaydı ve fotoğraflar çektirdiniz. Babanızı kendi elinizle rezil ettiniz.
Olması gerekeni yapmadım mı yani?
L: Yani evet tabii ki ama böyle bir şey hiç görmemiştim.
İlk ve son oldu zaten ailemden ellerini çekecek ve annem de ablam da babamın gerçek yüzünü görecek.
L: Umarım görürler siz iyi birine benziyorsunuz.
Teşekkür ederim...
Leyal'i bıraktıktan sonra bir takı ürünü satan yere uğradım.
[Ürün seçtikten sonra]
Ne kadar bu?
K: 27 bin TL
1300 dolar var burada.
K: Paket olsun mu efendim?
Olsun beyefendi, teşekkürler.
Aldığım gibi çıkıp arabaya döndüm ve hızlıca Selin'in evine doğru yola çıktım.
[5 dakika sonra]
Evine geldiğimde arabayı parkettim sonra da kapının önüne geçtim ve zili çaldım.
Kapıyı tekrar çaldım ve içeriden bir ses "geldim, geldim" diyordu, Selin'in sesi olduğuna emindim.
[Kapıyı açar]
Merhaba aşkım.
S: (isteksiz bir sesle) "Merhaba aşkım"
Gelebilir miyim?
S: Buyur!
İçeriye geçtiğimde 20 tane arkadaşı vardı ve güzel bir ortam, bir bar havası oluşturulmuştu.
Al aşkım senin için almıştım.
S: Teşekkürler...
Hayatım neyin var ne oldu?
Kolumdan tutarak beni kenara çekti.
S: Kaç gündür neredesin sen? Aramıyorsun etmiyorsun, hayır ölsen kalsan haberim olmayacak!
Canım, haklısın Birtanem ama ailemin yemeğiydi, karakoldu sorguydu derken fırsat bulamadım.
S: Nasıl yani, ne karakol'u iyi misiniz?
İyiyiz aşkım babam'a iftira atılmış hepimiz dün emniyete gittik akşam da stresli bir hava vardı bugün daha yeni dışarı çıkabildim sadece sana gelmek için beni sevmeyen ablamın arabasını çarptım.
S: Hmmm, öff tamam gel buraya sensiz ne yaparım zaten ben.
Güzelce sarılmıştık. İçeri doğru geçince farkettim ki bir sürü alkol şişesi vardı ve herkes çeşmeden akarcasına doldurup içiyordu.
Ne diyelim, pek sevmem aslında bu tip ortamları. Benim kafa yapıma uymuyordu ama Selin istediği için buradaydım.
Birazcık ilerleyen saatlerde artık ortam yavaş yavaş dağılıyordu. Bu esnada Selin, ben ve iki tane kız etrafta çöpleri topluyorduk.
Çöp toplama işi bitince diğer kızlar Selin'e "sorun yoksa bu gece burada kalabilir miyiz?" dedi.
Selin "tabii kız kızlar sorun değil." diyerek isteklerini kabul etti.
Ee ben gideyim artık.
S: Nereye?
Evime kızım başka nereye sence?
S: Olmaz benimle gel!
Elini uzatınca ben de elini tuttum. Selin yavaş yavaş yürüyor arkasından ben de onu takip ediyordum.
Merdiven basamaklarını sırayla çıkıyorduk. Her adım attığımda Selin "çok az kaldı, çok az" diye tekrar ediyordu.
Bir kapıyı açtı ve içeri geçtik.
S: Aşkım 18 yaşına girmiş biri olarak en istemediğim şey bakire olmak ve seni seviyorum, seni istiyorum.
Ben de Bakirim evet ama Selin emin misin kızlık zarın delinecek.
S: Alacaksan sen al aşkım, uzun zamandır yanıp tutuşuyorum kendimi parmaklarken telefondan sikinin fotoğrafına bakarak kendimi öyle tatmin ediyorum.
S: Artık dayanamam!
Bu saatten sonra ben de dayanamam merak etme.
[mavi göz, turuncu saçlar, 1.66 boy, 60 kilo, megan fox gibi vücut yapısı, gabbie carter gibi bir göt ve memeye sahipti.]
Selin hemen geldi ve gömleğimin düğmelerini koparırcasına çözmeye başladı ben de pantalonumun kemerini çözdüm ve fermuarı açtım.
Gömleğimi çözdüğü gibi çıkartıp bir yere fırlattı. Sonra da önümde eğildi ve pantalonumu sakince çıkardı artık sadece boxerla kalmıştım.
Şimdi sıra bana geldi üstündeki crop'u çıkardım ve sonra da içine giydiği ince ve küçücük sütyen'in kopçasını çözdüm. Altında duran mini eteği çözmeden önce boynunda başlayarak önüne doğru öperek geçtim.
Sonra, göğüs kafesine geldim ve iki tane ortalama boyutta duran memelerine ellerimi attım ve sıkarak uçlarını belirgin hale getirdim.
Memesine ilk baş dilimin ucuyla dokunuşlar yaptım, sonra da bir annenin memesini emen bebek gibi yavaş yavaş memesinin ucunu ağzıma aldım ve emmeye başladım.
Ben emdikçe selin uzun tırnaklı ojeli elleriyle saçlarımı tutup okşuyor bazen de bastırıyordu.
Artık yettiğini düşündüm ve yavaşça öperek, göbeğine geçtim sonra da elimi arkaya attım ve önce eteği çözdüm ve arkama fırlattım.
Karşımda siyah sıkı bir tanga vardı
O kadar sıkı duruyordu ki amı'nın ortasında siyah bir çizgi haline gelmişti.
Selin'i narin bir şekilde yatağa doğru sırt üstü iktirdim. Tangasını çıkartmak için elimi attım iki parmağımla, iki taraftan yavaşça çektirdim.
Tangayı çıkarttım ve elimi boxerima attım ve çıkarttığım gibi bir yere fırlattım.
Emekleyerek Selin'e yaklaştım ve şehvetli bir öpüşmeyle ön sevilme başladı.
Selin'le öpüşürken dillerimiz birbirimizin ağzında dolaşıyor ve bir elimlede memelerini sıkıyordum.
Selin kontrolü ele almak istiyordu ve beni sırt üstü yatırdı, üstüme çıktı önce dudaklarımı ıslak ıslak öperken yavaştan boynuma geçti.
Boynumu öpüyor ve vakumlar gibi emiyordu. Durmadan aşağıya gidiyordu yavaş, yavaş...
Yavaşça karın kaslarıma geldi her öptüğü'nde gözlerime doğru sinsi bir gülüş atıyordu.
Sonunda sıra sikime gelmişti.
Zaten vücudunu görünce kalkan sikim eline alınca zonklamaya başlamıştı.
Sikimi bir aşağı, bir yukarı sıvazlıyordu. Yavaşça Sikimi ağzıma aldı. Ağzının sıcaklığı müthişti.
Sikimi başını hafif hafif dişleyerek emiyordu. Canım biraz yansa da verdiği zevk daha fazlaydı.
Artık başını emmeyi bıraktı ve yavaşça ağzına daha fazlasını almaya başladı. Her seferinde bir santim daha fazlasını alıyordu.
Ağzından sikime doğru akan tükürcükleri ve yüzün'deki o yarak açlığı azdırıcıydı.
Artık dişlerini hissetmiyordum, sadece sıcak boğazından gidip gelen sikim vardı.
Bir süre sonra saçlarından tutarak çektiğimde yüzünde "neden çektin ki" der gibi bir ifade vardı.
Fakat, sadece birimiz zevk almamalı
69 pozisyonuna geçmemizi söyledim
Selin üstüme ters biçimde çıktı.
Amı'nı artık yalayabilirdim, ilk baş art arda başlayan öpücüklerin yerini dilim almıştı.
Dilimle ilk baş iki dudağını yalaya yalaya güzel bir şekilde ıslatarak zevk veriyordum.
Sonra dilimi bir kılıç gibi dimdik yaptım ve iki dudağın arasına yavaşça dilimi soktum.
Selin az önce zevk alıyordu ancak artık zevkten fazlasını aldığına emindim.
Dilimi sokup çıkarıyor, dalgalı bir biçimde hareket ettiriyordum amında.
Ben soktukça o da sikimi komple ağzına alıyor ve bir süre bekliyordu
5 dakika sonra artık ikimizde yavaştan titremeye başlıyorduk.
Selin'e attığım dil darbeleri onu harap etmişti. Amı'nı yalarken ağzıma ve yüzüme tazyikli bir şekilde zevk suları akmaya başlıyordu.
Biraz bekledikten sonra Selin'in ne kadar enerjisi bitsede, kendini zorladı ve benimde boşalmam için sıcak ağzını tekrar kullanmaya başladı.
Ritmik bir şekilde sikimi ağzına alıp çıkarıyor ve bir eliyle de sikime 31 çektiriyordu.
Ağzın'ın sıcaklığı ve zevk hormonları beni sona yaklaştırıyordu.
Selin elini daha hızlı kullanmaya başladı, sikimi yalamayı bıraktı ve sadece kafasını ağzına aldı.
Artık ne vücudum, ne de ben buna dayanamazdık. Gözlerim sanki sıcaktan baygın insanların gözleri gibiydi açık kalmak için kendini zorluyordu.
Fakat artık kendimi tutmadım, tutamadım ve taşaklarımda ne varsa büyük bir hiddetle Selin'in ağzına boşalttım.
Selin sikimden ağzına fışkıran döllerimi biberondan süt emer gibi emiyordu. En sonunda büyük bir oh çekerek kafamı yastığa bıraktım.
Selin ayağa kalktı ve yanıma gelip ağzındaki döllerimi bana gösterdi sonra da yuttu.
İkimizde yatakta bir süre uzandıktan sonra, sikim tekrar şahlanmaya başlamıştı.
Selin sikimi görünce bacaklarını araladı. Fakat benim ilk amacım onun. Taş gibi götünü dağıtmaktı.
Kendisini bir hamlede ters çevirdim, Selin benim niyetimi anlayınca "aşkım lütfen oradan olmaz çok acıtır" demişti fakat ben onu duymazdan geliyordum.
Sikimi götüne dayadım ve bir elimle saçlarını kavradım. Selin hâlâ itiraz ediyordu ama bu götü yarmak benim hayalimdi.
Sikimi iktirmeye başladım, deliğin dibini zorluyor ama içeri girmiyordu çünkü Selin kendisini kasıyordu.
Kendisine "lütfen bebeğim, senin o götüne girmek için uzun zamandır kendimi yiyip bitiriyorum, bana bırak kendini hiç bir şey olmayacak söz!" dedim.
Selin bunu duyduktan sonra kendini bırakmıştı ama ağzından "yavaş ol, büyük seninki" dedi.
Tekrar sikimi doğrulttum ve deliğe dayadım. İktiriyorum ama deliği sıkıydı girmiyordu.
Böyle olunca hemen "sonra tekrar denersin demişti" ama benim kararım kesindi.
Krem var mı?
S: Var ama neden?
Sikime ve götüne süreceğim ondan.
S: (ilk baş düşünür) Tamam banyo'da var dolabı açınca sağda duruyor.
Banyo şu kapı oradan gir.
Hemen kalktım ve koşarak kapıdan girdim. (Am kaçıyor sanki de) Dolabı açtım ve hemen krem'i aldığım gibi geri döndüm.
Kapağı açtım ve önce Selin'in götünün deliğine sonra da sikime sürdürüp yaydırdım.
Sikimi iktirmeye başladım, bu sefer kafası azıcık ucundan girmişti Selin nefesini tutmuş bekliyordu.
Sikimi yavaş yavaş sokuyordum ama bu sadece Selin'in canını daha uzun süre yakıyordu.
Ben de şansımı denemek istedim ve sikimi tüm kuvvetimle içine doğru iktirdim
S: Ahhhh, götümü yardın off acıdı
Şşh biraz sonra geçicek aşkım dur.
S:...
Sikimi hafif hafif oynatmaya başladım yavaş yavaş içinde gidip gelmeye başlamıştım.
Selin'in götü alışmaya başlamıştı.
Sikimi içine sokup çıkardıkça Selin "ooh" diye kısık kısık inlemeye başlamıştı.
Daha kolay kontrol edebilmek için Selin'in saçını kement gibi kavradım.
Artık götünün derinlerine kadar sikimi sokuyordum. Sikim her girdiğinde taşaklarımın tenine çarpma sesi yankı ediyordu.
S: Ağğhh evet aşkım sokk evet
Boştaki elimle beyaz götüne ardı ardına şaplaklar atıyordum.
S: Daha sert vur oğğhh hadii.
Saçından çektim ve içine doğru daha sert sokmaya başladım. Selin altımda ciyaklıyor, "ağğhhhh oğhh evet" diye bağırıyordu.
Tam bu esnada Selin tekrar titremeye başladı ve şelale gibi boşaldı.
Bir an kendisini direk yatağa bıraktı ve sikim götünden çıktı. Ancak daha ben boşalmamıştım bu sebeple aklıma gördüğüm yastığı almak ve bununla götünü havaya kaldırmak geldi.
Yastığı alıp altına yerleştirdim ve sikimi tekrar kızarmış götünün deliğine soktum.
Canavar gibi içinde gidip geliyordum bir pistonlu makina gibiydim.
Selin aşağı'daki kızlar duymasın diye yastığını ısırıyor, çarşafı sıkıyordu.
Alev gibi yanıyorduk ikimizde, bir kaç dakika sonra pozisyonu değiştirmek istedim, tekrar sırt üstü yatırdım ve bacaklarını omzuma attım.
Sikimi tekrar soktuğumda Selin'in gözleri fal taşı gibi açılmış dudağının kenarını ısırıyordu.
Sikimi beton delme makinesi gibi kullanıyordum, sert sert girdikçe sanki bütün nefretimi atıyordum.
[10 dakika sonra]
S: Aşkım haydi artık lütfen. Bu am seni bekliyor sen götümü sikiyorsun.
Ohh tamam aşkım dur.
Sikimi itina ile çıkardım ve birazcık durdum.
S: Aşkım hadi?
Prezervatif yok mu?
S: Dur burada olacaktı.
Çekmeceyi açtı ve tırtıklı bir prezervatif çıkardı.
Beni daha fazla azdırmak için paketi ağzı ile açtı ve ağzıyla sikime geçirdi.
Kasıklarını araladı ve işaret parmağıyla amını gösterdi.
Sikimi ilk baş amı'nın etrafına vurduruyordum. Sonra deliğinin girişine sürtmeye başladım.
Ben sürttükçe kendinden geçiyor, mest oluyordu. Fakat asıl istediği içine girmesiydi ve lütfen der gibi bakıyordu bana.
Onu kırmak istemezdim.
Yavaşça pozisyon aldım ve sikimi ileri doğru iktirdim.
Aşkım biraz acıyacak biliyorsun.
S: Dayanabilirim sok hadi!
Bunu dedikten sonra hayvan gibi bütün ağırlığımı vererek sikimi içine iktirdim.
S: (dişlerini sokarak) Iğğmm, Ohh, ohh evet girdi.
Bu sefer götünde olduğu gibi yavaş yavaş gitmek istemedim.
Hızlıca git gel yapmaya başlamıştım.
Selin bacaklarını belime doladı, içine girdikçe ciyaklıyor sırtıma tırnaklarını bastırıyor.
Selin'in dudaklarıyla dudaklarım tekrar buluşmuştu.
Öpüşürken içine giren sert sikimden ağzı bile etkileniyor "ığmm ığmm" sesleri çıkarıyordu.
Vücudumuzdan damla damla terler akıyordu. Selin'in dudaklarından kendimi ayırdım ve elim ile boğazını sıkarak sikimi amına iktirmeye devam ettim.
Her girdiğimde Selin'in gözlerinde yaşlar geliyor rimel'i akıyordu.
S: Ağğhh evet aşkım, sik beeni evett!
Orospu yapacağım seni merak etme oğğğhhh.
S: Sakın çıkarma o sikiniii parçala a-amcığımı parçalaaa oğğh evet oğğh.
Artık boşalmaya yaklaşıyordum.
Git gellerimi arttırdım taşaklarım götünün yanaklarına çarpıyor terden hafif hafif yapışıyordu.
En son gelmeden önce amından hızla çıktım, prezervatifi de çıkardım.
Selin'i hemen ters döndürdüm ve götüne girdiğim gibi iki elimle götünü sıkarak, sikim içine çarpa çarpa giriyordum.
Artık dayanamıyorum, bütün enerjim bitiyor, kendimi sıkmamalıyım dedim ve götüne son bir giriş ile kendimi kenetleyerek spermlerimi içine bıraktım.
Ben boşalınca selin de yüz üstü yatmış derin derin nefes alıp veriyordu.
Sikimin küçülerek çıkmasını bekledim aynı babamın yaptığı gibi.
Sikim çıkınca bütün döllerimin Selin'in götünün içinden dışarı taşarak aktığını görmek beni ayrı bir keyiflendirmişti.
S: Ohh aşkım müthişsin evett, çok güzeldi, çok çok iyi sikiştin.
Yanına uzandım ve tek bir kelime etmeden Selin'in yüzüne baktım.
Selin'in yüzünde daha önce görmediğim bir gülümseme vardı gözleri kapanmış derin nefes alarak dinleniyordu.
Telefonumu alıp saate baktığımda saat 5 olmuştu.
Selin 10 dakika sonra kendine gelince beraber yatağın çarşafını değiştirdik ve birlikte sıcak bir duş aldık.
Cidden çok yorulmuştum ama kurt gibi açtım.
Selin yiyecek bir şey var mı?
S: Aşkım dolaba bak ne ararsan var.
Tamamdır bir tanem.
Bornoz ile aşağı inmiştim. Dolabı açtım ve bir kaç atıştırmalık bir şey aldım ve ısıtıp yedim.
Odaya geri döndüğümde Selin çırıl çıplak yatağa yatmıştı.
İçimden hemen telefonu alıp fotoğrafını çekmek gelmişti ama gerek yoktu zaten kendisini sikmiştim.
Odanın ışığını açtım ve etraftan kıyafetlerimi toplayıp giyindim.
Tekrar saat'e baktım ve 7.37 olmuştu.
Selin'i öptüm ve odasından çıktım.
Aşağı indiğimde iki kız arkadaş birbirini okşayarak tatmin ediyorlardı beni görünce hemen çekinip üstüne çarşafı çektiler.
Ben de aldırış etmeden çıktım ve evime döndüm...
24 notes · View notes
se-a-ser · 2 months
Text
Kuru Otlar Üstüne
aslında çok film seyreden biri değilim de Ramazanda hafta sonları dizi ya da uzun filmleri sahura kadar seyrediyorum işte
bu Nuri Bilge Ceylan filmi beklendiği gibi çok güzel. her filmine bayılıyor muyum ? hayır... 3 Maymun ve Uzak sevmedim mesela ama Ahlat Ağacı, Mayıs Sıkıntısı, Bir Zamanlar Anadolu'da enfes
haki renk kapşonlu montundan anlıyoruz ki esas oğlanımız solcu ve ötesi. bu klişe sıktı artık. oldu olacak sağcı adamlar da namaz takkesi taksın
karla kaplı bir Anadolu köyü, rüzgar sesi, köpek ulumaları sizi zaten baştan o atmosfere sokuyor
spoiler olmasın ama küçük kızın mektup alınganlığı çok inandırıcı değil
Deniz Celiloğlu çok iyi, Merve Dizdar'ı beğenmedim. ödül alması beni ilgilendirmiyor bu adamlar Yılmaz Güney kırosuna da ödül vermişti
entel kahramanımız entel kadına ilgi duyarken kadının sıradan ve iddiasız arkadaşına yönelmesi inceden güzel anlatılmış
filmin merkezindeki esas oğlan ve esas kızın akşam yemeğindeki uzuuuun diyalogları çok uzun. hem diyaloglar uzun hem kurdukları cümleler çok uzun. özellikle kadının konuşmaları bir yerden sonra rap yapıyormuş gibi... gerçekçi durmuyor
adam ve kadın akşam yemeği yiyorlar, derin muhabbete giriyorlar. çünkü onlar farklı... sonra bakıyoruz ki yoo öyle değil. kadın ağlıyor ve devamında malum gelişmeler
Doğu Demirkol işte bu yüzden çok iyi. Doğu dizisinin 2. sezonunda bu durumla güzel kafa buluyor. kadın-erkek tartışır bir taraf ağlar ve hooop mutlu son
dış ses olan filmleri sevmem. yönetmenin dehasını kullanarak anlatması gerekeni dış sesle anlatmak işin kolayına kaçmak
Nuri Bilge Ceylan'ın kamera arkası görüntülerini seyredip ne kadar çok ayrıntıya özen gözterdiğini ve emek verdiğini gördükçe saygınız artıyor... ama bir yandan da bu değil diyorsun yani sinema bu değil
16 notes · View notes
sillagen · 4 months
Text
Babam yemek yiyor. O sıra Elif'in ses kaydını dinliyorum kulaklıkla su ısınana kadar ilişkisi hakkında sonra ses kaydının cevabını babamın yanında attım. Yani oğlanın yaptığı şey de hoş değil hakkında hayırlısı olsun karar senin görüşmeye bilirsin dedim. Kafa karıştırıcı davranmış dedim.
Oğlan dediğim an babamın kaşık sesi ve şapır şupur yemek sesi kesildi NDNXNDJRJFJRJFJDJRFJF çok komik
18 notes · View notes
cafunelivisal · 1 year
Text
Yanındaki kahvenin soğuduğunu fark etmeden dışarıyı izlemeye devam etti. Düşünceleri onu delik deşik etmişti ve bu sefer düşüncelerinde kalacağı kesindi. Battaniyesini üzerinden attı. Gözleri, dağınık odada bir şeyi bulmak istermişçesine baktı. Yaklaşık bir iki dakika sonra nihayet aradığı radyosunu buldu. Ellerini üzerinde gezdirirken büyük bir cızırdamayla irkildi. Arkada güzel bir şarkı çaldığı kesindi fakat net duyabilmesi için biraz daha kurcalamaya ihtiyacı vardı. İstediği tek şey düşüncelerine eşlik edecek ve ona fon müziği olabilecek minik bir uğultuydu. Dayanamayıp radyoya bir yumruk geçirip, ellerini masaya dayadı ve başını öne eğdi. Odada dev bir sessizlik oldu ve birden net bir şarkı çalmaya başladı.
‘’belki bir şarkının her sesinde, belki bir sahil meyhanesinde…’’
Sessizce ağlamaya başladı. Masanın yanına oturup, ellerini başının iki yanına koydu. Saatlerce aynı şarkıyı dinledi.
İnsanlar bazen mükemmel bir sesi duymak için öncesinde, büyük bir cızırtıya tanıklık etmeliydi. Çok önemli bir hatırayı hatırlamak için, çok önemsiz bir radyoya dokunmalıydı belki. Çok büyük bir yaranın, çok özel bir anlamı olmalıydı. İnsan, değerlerinden değersizlikler inşa ettiğinde kendinden ve asıl kimliğinden vazgeçerek bunu yaptığının çok sonradan farkına varan bir canlıydı. Hayatının her anında nefes alan fakat nefes aldığını bile fark etmeyen bir nankörde olabilirdi. Gülme eyleminden kendini uzak tutan fakat her defasında gülmelere yenilen bir figürdü. Kaç yaşına gelirse gelsin adını ve yerini bilmediğimiz ama her insanda bulunan o ‘’yara’’ arşivinden bir vakayı çıkarır ve hep onunla savaşırdı. İnsan geçmişiyle yüzleşmeyi seven ve asla geleceği için hayal kurmayan bir denizdi. Ama haklıydı da. Bazen dilediğince ağlamak lazımdı ve kuru bir kumdan yüksek kaleler yapmayı da bekleyemezdik. O sahilde yapılan kumdan kale gibi. Şekli vermende sana yardımcı olan o deniz suyu. İnsanın gözyaşı. Ve sonrasında kendimizi yerde ağlarken bulduğumuzda hep o çocuk gelir akla. Belki kaç yaşına geldiğimizi düşünür ve hala aşamadığımız şeylere kafa patlatırız. O an derin bir burun çekeriz ve o sahil kenarına geri döneriz. O dalganın koca kulelerimi yıkmasına bende tahammül edemezdim. Ama bazen aynı hırs ve aynı heves gerekir. Kendini ayakta gördüğünde korkusuzluğun yerini alması ne iyi bir histir. İnsanı bu yüzden gözyaşı büyütür. Sonrasında güçlü bir hayat sürerken bundan yorulduğunuzu fark ettiğiniz o an kesinlikle o radyoya bir yumruk geçirdiğiniz andır. İnsan sadece kendi dilini anlar ve bundan bir müddet sonra her şey tarafından anlaşılmayı beklediğinde bir radyonun bile onu anlamasını isteyebilir. Bunu isterken çok fazla istekli oluşunu darbeleriyle anlatabilir, haklı bir isyan. Sonrasında delirdiğini anlayabilir ve o sırada derin bir sessizlik çökebilir. Kendini anlamak adına derin bir nefes alır ve bu sakinliği sanki evrene bir mesaj gönderir, istediği anlaşılabilirliği ona verir. Kendi içinde hallettiği ve toparlamaya çalıştığı binlerce duyguyu o an her şey mahvedebilir. Büyük bir bina çökerken insan bazen radyoda çalan şarkıya da tutulabilir.
‘’gündüzümde gecemdesin, çalınmasın söylenmesin sen benim şarkılarımsın.."
22 notes · View notes
erenist · 9 months
Text
Bir şeyleri bir yerlere not almaya her kalkıştığımda bunun belki biraz gülünç ama daha çok acınası bir tarafı olduğunu fark ediyorum ve küçük yakıcı tereddütler yaşıyorum son zamanlarda. Bazen kalemi elimden bıraktığım da oluyor.
Tırnaklarını dünyaya geçirmeye çalışanlardan olmadım hiç, şimdi ellerimi uzatmak bile gelmiyor içimden artık bazı şeylere. Bunca konuşma çabası ne için, bunca anlatma gayreti? Dinleyen kim? Kulak veren samimiyetle? Seni duyabilmek için yolunu değiştiren? Hem niye yapsınlar bunu? Ne var sende onları bu kadar ısrarla sana yöneltecek? Söylenmiş sözler, sadece sana söylenmese olmayacakmış gibi gelen sözler... Söylenmese oluyor işte! Sen söyledin diye söylenmiş de olmuyor zaten, havada baloncuk gibi patlayıp gidiyor bütün kelimeler... Koş istersen peşlerinden, baloncuklarını topla da götür evinde sakla! Yapabiliyor musun? Yok, sen kendine acıyorsun sadece.
Kendini taltif etmek için bir şeyler arayıp duruyorsun, geç bunları! Zaten herkes geçti, sen de geç artık bir zahmet! Yerinde sayıp gülünç olma! Kelimeler anında istiflenip alt alta üst üste raflara sıralanırken, milyonlarca hayati şey milyonlarca başka hayati şeyle yan yana getirilip rastgele ya da taammüden ıskartaya çıkarılırken, ne önemi var artık böyle köhnemiş sözlerin, güya kafa yorulmuş bütün o ifadelerin, sanki insanın bütün sırlarını çözecekmiş gibi kuruntuyla örülmüş bütün o cümlelerin? Ses sesi örtüyor artık, söz sözü görünmez, duyulmaz kılıyor. İnsan koca bir gürültüye dönüşüyor giderek, insandan çıkan her şeyle birlikte. Kimse kimseyi aramazken bulmayı ya da bulunmayı beklemek ne kadar abes! Ve ne kadar acıklı ve aslında itici bekleyenlerin hali! İnsan bir ezber artık, düşünmeden tekrar edilen bir tekerleme... Sözden elbise dikmeye gayret edenler bil ki sinek avlayacak bundan böyle. Konfeksiyon çıkınca terzilere ne oldu? O olacak sözden elbise dikenlere de, insanlar üstlerine giyebilsinler diye. Hazır alınacak kıyafet... O bizim üstümüze uymayacak, biz onun içine uyduracağız kendimizi. Hazır alınacak söz, anlam, tarif ve tasavvur... Birbirimize benzeyerek, daha çok benzeyerek, daha çok benzeyerek kurtulacağız ezberi bozan, bozması ihtimal dâhilinde olan her şeyden. Birimiz hepimiz gibi, hepimiz birimiz gibi... Hiza mesafe almış insanların insanca sürprizlerine kendini kapatmış vasatlıklar dünyası... Daha fazlasını arama, gözünün önüne konandan başkasını merak etme, artık hiç kimsenin sormadığı soruları sorma, şuraya dokun, şu tuşa bas, şuraya gülümse, şuraya sessiz harflerden bir kahkaha bırak, geceyi tamamlayacak bir söz yumurtla, günü şenlendirecek bir laf cambazlığı yap! Sana fotoşopla cennetler kuracağız, ne istersin akasya ağaçları, kiraz çiçekleri, kuru yapraklar, tam arkana gürül gürül akan bir şelale... İki tıkta tamam her şey, istersen hayatını yoran her şeyi kaldıralım arka planından, çok kolay, şuradan yeni bir katman oluşturuyorsun, falan filan... Ama insan? İnsanlar? İnsanlar kolay... Nasıl birini istiyorsan söyle, sarışın esmer... Romantik, aksiyoner... Dünyayı gezmeye meraklı, kendini gezmeye meraksız... Şu teknolojiyi dibine kadar kullanır, şu münzevi, her şeyden uzakta, ancak uydulardan erişilebilir bir keşiş, bağrı açık keten gömlekleri içinde kendini dünyalara sığdıramayan bir bilge... Varlık yokluktan ibaret diyen epeyce varlıklı biri... Ne diyorsun bütün bunlara? Hiç! Hiç mi? Bak işte o çok trendy bir kavram bugünlerde, bunu kullanabiliriz, bunu papağan gibi tekrar edebiliriz. Tekrar her şeydir, tekrar ede ede zihinlere yerleşiyor her şey! Zaten hayat tekerrürden ibaret değil mi? Tamam işte, devam böyle! Kafaya takmaların zamanı geçti.
Bir şeylere takmanın, takılmanın, bir tereddüde geceler ayırmanın, bir kavrama kifayetsizce kementler atmanın, kelimelerle oynamanın, anlamları kısık ateşte pişirmenin, çayı sonuna kadar içmenin, bir şarkının sözlerinde kaybolup gitmenin, duvardaki bir noktaya oksijen tüpsüz dalıp gitmenin, hava almak için dışarı çıkmanın, yağmur içmenin, bulut yutmanın, dağların heybetine bakıp kendinden geçmenin, bodoslama âşık olup için için kavrulmanın, lodoslama her yana savrulmanın...
9 notes · View notes
guzyazi · 5 months
Text
bu gecemin tatlı uykular kafa sesi:
taş çorbası pişiyor, kaynıyooor
taş çorbası kazanında dönüyorrr 🎶
tatlı uykular.
3 notes · View notes
Text
Ayla, uyurken yanına birinin süzüldüğünü hissetti usulca. Bu Kenan olamazdı, Kenan'la nice zamandır görüşmüyordu. "Cemre?" dedi.
Cemre, elbisesini çıkarmadan öylece sarıldı annesine. "Anne, bu gece seninle yatabilir miyim?"
Ayla şaşırsa da, "Tabii bebeğim," dedi. Ve ondan sonra uykusuna geri döndü, ama bu kez de kızının hıçkırıkları neden oldu uyanmasına.
"Cemre, n'oluyor sana?" diye sordu.
"Anne..." dedi Cemre. "Ben çok pişmanım... neden Ali'yi daha evvel fark etmedim? Ali'yi daha evvel tanımış olsaydım, bütün bunlar yaşanmazdı..."
"Cemreciğim sence de bu... çok saçma bir soru değil mi? Ben de, babandan evvel Kenan'ı fark etseydim diye mi sızlanmalıyım yani? O zaman sen doğmayacaktın bebeğim, bütün yaşananlardan pişman olmamız değil, ders çıkarmamız gerekmez mi...?"
"Evet ama... ya düzeltilemeyecek yanlışlar yapıldıysa? Ya hiçbir telafisi olmayan hatalar... günahlar işlendiyse?"
"Bunları yarın konuşalım mı?" Ayla, kızını dinlemeyi çok istiyordu ama, son zamanlarda bilinmeyen bir nedenden uykuları ağırlaşmaya başlamıştı... Cemre'yi, düşüncelerinde geçmişi hatırlamaya bıraktı.
Cemre, bundan altı ay kadar öncesini anımsıyordu. Berk'in kendisini aldattığını anlayıp, gönlünün Vefa'ya kaymaya başladığı zamanları... Berk ve Hazal'dan intikam almayı kafasına koymuştu evet, ama bu, Vefa'nın Instagram profiline bakmayacağı anlamına gelmezdi. Cemre o gün, Instagram gönderilerinde fark etmişti Ali'yi, ama bakmakla görmek arasında çok fark vardı... Zeyno'yla çok samimi olduğu fotoğraflardı bunlar. O zamanlar, ikisi de bir kafede çalışıyorlardı yarı-zamanlı. Cemre, bu kafeyi biliyordu ama, Ali'nin Berk'in radarına girdiğini ancak Berk kolejlileri o kafeye götürdüğünde anladı.
Ege'yle Çağrı da; Berk'in davetini duyduklarında, Berk'in bu varoş kafesinde ne işi olabileceğini sorgulamaksızın teklifine evet dediler. Berk'in iki dudağından çıkan her heceye emir gözüyle bakmak, ve onu ikiletmemek lazımdı. Bahçesine adımını attıkları kafeye Berk'le sevgilisinden evvel gelmiş olmaları şaşırtıcı değildi, Berk daima insanları bekleten türden bir arkadaştı; ama bunun için Cemre'yi suçluyordu.
"Cemrecim, o kadar makyaj yapmana gerek yoktu, ben doğal halinle daha çok beğeniyorum seni..." diyen Berk'in sesi üzerine masadan kalktılar, Berkleri karşıladılar. Berk, Ali'nin hafta sonları çalıştığından emindi, ama belki de öğleden sonra gelecekti. Kimse onu beklemekten ve ona gününü göstermekten alıkoyamazdı Berk'i. Tam altı ay evvel, Berk şimdikinden de intikamcı birisi idi... Tam ortadaki sandalyeye oturarak menüyü eline aldı.
Berk, aslında kasa tarafında esmer bir kafa fark etmişti. "Sipariş vermeden evvel beni beklemeniz artı puan doğrusu, Ege'yle Çağrı, Çağrı'yla Ege..." Yirmi beş yaşlarında gösteren garsona ise, "Siparişimizi kasadaki beye vereceğiz," oldu bütün dediği. Çağrı'yla Ege, ister istemez kendisinden aşağı-yukarı on yaş büyük bir insanla konuşma şeklini yadırgadılar.
"Ali'yi çağırırım," dedi. "Ama asıl görevi kasada durmaktır."
Berk, "Bu bahşişi çok konuştuğun için değil, dediğimi harfiyen uygulayacağın için veriyorum," dedi.
Garson zoraki sırıttı çünkü ne zamandır böylesi gelmiyordu kafesine. "Ali'yi göndersem elime mi yapışır canım," diye içinden geçirdi. "Yolunmak isteyen tavuğu yolmayayım da ne yapayım?"
Ali, hayretle garsonu takip etti. "Bir sorun mu var," diyerek gayet kibar olmaya çalıştı, tam altı aydır görmediği Berklere.
"Sorun sensin," diye eğlence malzemesi çıkardı Berk. "Mesai saatinde karşıma üniformasız çıkmaya utanmıyor musun?"
"Genelde kasada durduğum için misafirlerimizin pek dikkatini çekmem, siparişini arkadaşıma vermemen şart mıydı?"
"Bu ne biçim bir üslup böyle," diye konuştu Berk. "Bu garsonlara bahşişi bol tuttukça şımarıyorlar."
"Harçlığımı çıkarmak ve annemin omuzlarına yük olmamak için böyle bir kafede çalışmak zorunda olan ben miyim şımarık olan; yoksa insanlara buyurmayı, üstelik onların işleriyle alay etmeyi vazife edinen sen misin?"
"Patronunu çağır!"
"Patronum şu anda meşgul, ben nasıl yardımcı olabilirim?" diye araya girdi Ali'nin iş arkadaşı, Berk yakasındaki isme ancak dikkat etmişti: Bilal. "Kendisi yenidir, lütfen acemiliğine bağışlayın."
"Ben ortada bağışlanacak bir şey göremiyorum Bilal."
"Şu rezile de bir bakın!"
"Ben kendisiyle ilgileneceğim," diye Ali'yi çekiştirdi Bilal. "Oğlum, sen n'aptığının farkında mısın?" diye dişlerini gıcırdatıyordu. "Böylesi bir kuş ayda yılda bir kez düşer kafemize, patron bizi ayın elemanı bile seçebilecekken, senin yaptığın, hakikaten iş mi?! Tamam, Yangın Ali'sin ama, bu kadar da yanma be oğlum! Bilsem seni değil kardeşimi sokardım bu işe ha, ama torpilli demesinler dediydim..."
"Kusura bakma," diye omuzlarını silkti Ali. "İşimi kaybedecek bile olsam beni böyle aşağılamasına müsaade etmeyeceğim."
"Seninle ilgili yapmak zorunda kalacağım şeyi söylemiş bulunuyorsun."
"Bu konuda vicdan azabı çekmen gerekmez," diye kollarını sıyırdığı görüldü Ali'nin. "Patronu tazminat vermek zorunda bırakmıyorum, ona istifamı iletirsin Bilal abi."
Adam, belki vicdan azabı denilen ses, müşterisini yokluyordur diye omuzlarının üzerinden geri döndü, ama... Yine orta yolu kendisi bulmaya karar verdi:
"Oğlum, bu senin ilk iş deneyimin... böyle işsiz kalmana razı olamam. Hem senin olmadığın yerde, Zeyno da durmaz. Ben iki elemanımı birden kaybetmek istemiyorum... sizi bu işe ben soktum lan. Patrona mahcup etmeyin beni!"
"Asıl ben oyuncak olmaya razı olmuyorum," diyen Ali, kafenin bahçe kapısına yöneldi.
"Geri adım atmak olsaydı kişiliğimde," diye fısıldadı kendine, "Ayağıma gelen bu golü ben ve benim gibiler adına ağlara atmaktan geri dursaydım eğer; bugün işimi kaybettiğimi açıklamak zorunda kalmayacaktım, ama kaderde bu da varmış." Tam altı ay boyunca Berk'in pusuda bekleyen hamleleri... Berk'le bir güç savaşına girmesi düşünülemezdi. Hem de Cemre'nin gözleri önünde...! Bu, Berk'in oyundan alacağı zevki artırabilir ve Ali'nin hayatını zaten olduğundan daha büyük bir Cehennem'e çevirebilirdi...
Eğer kendisinin Cemre'yi düşündüğü kadar, Cemre de kendini düşünseydi, bugün bütün bu yaşananlar geri alınmış olacaktı... Cemre ne yazık ki, yanlış Tozluyakalının peşine düşmüştü ve bugün bu haldeydi.
Ve Cemre, Berk'in bu leş tavırları üzerine, Instagram'dan Vefa'ya yazmaya karar verdi. "Vefa sen misin?" sözcükleriyle...
"Kaç tane Vefa tanıdığınıza bağlı," diye yazdı Vefa.
"Sanırım yanlış Vefa'ya yazıyorum," oldu karşıdakinin cevabı. "Ama senin için de sorun değilse, sohbetin boşa gitmesini istemem."
"Hayhay," diye cevap verdi Vefa,"İşe gitmeden evvel seninle muhabbet etmek için zamanım olacaktır."
"İş mi? Kaç yaşındasın ki çalışmak zorundasın?"
"On altı... ama arkadaşım işini kaybetti. Onu işe sokan kişi bizim tanıdığımız. Onu mağdur etmemek için, Ali'nin yerine ben alındım..."
"Arkadaşın Ali'nin işini kaybetmesine üzüldüm, istersen onun için arayabilirim bazı yerleri. Sen bilmiyorsun ama, benim bağlantılarım geniştir..."
"İnan çok makbule geçerdi, ama Ali bunu asla kabul etmez," diyen Vefa'nın, kendisiyle yazışan kişinin Hazal olduğunu düşündüğünden, haberi bile yoktu...
"Ooo, kim bu gizli hayran!" diye ensesine bir şaplak yedi Vefa.
"Ya kaç kere söyledim bu hareketinden hoşlanmadığımı..."
"Bugün Cuma, enseyi kapa..."
"Bilmiyorum, Sirenetta nick'li birisi..."
"Vefa senin neyin var, cins cins cevap veriyo'sun..."
"Meşgulüm ve sen kızla arama giriyorsun!"
"Tamam, ben de Bilal abi işimi sana kakaladı diye kızdın sandım... istemezsen çalışmazsın oğlum, zorla değil ya..."
"Hayır, aslında sana sinirliyim... Berk'in o kafeye takıldığını neden söylemedin bana? Zeynep ötmeseydi ruhumuz duymayacaktı!"
"Sadece bir kerelik bir şeydi. Bir daha olmayacaktır... gelmez o kafeye yani, cesaret edemez... sana artık saramadığı için, bana kafayı takıyor... hepsi bu..."
"Şimdi böyle diyorsun..."
"Vefa bu ne demek?"
"Ya iler'de bir gün... Berk'le kanka olursan?"
"Ne alaka ya? Ner'den çıkardın böyle bi' şeyi? Bu, herifle altı ayda ikinci karşılaşmamız..."
Vefa, telefonu elinden bırakarak, elini Ali'nin göğsüne koydu. "Kalbin..." dedi. "Kalbin çok hızlı atıyor. "Önce onu sustur."
"Cemre'yi diyorsan, ben onu..."
"Bu ne o zaman?" diyen Vefa, bir kâğıt gösterdi. Ali'nin, kasada çoğunlukla sıkılırken karaladığı bir defterdendi... üzerinde bir sürü bomboş çizim vardı ama, en çok da, çeşitli şekillerde, çeşitli desenlerde yazılmış "Ali💘Cemre" sözcükleri göze çarpıyordu...
"Gönül ferman dinlemiyor, biliyorum kardeşim ama..." dedi Vefa. "Bu aşk sana hata yaptırtır. O kızın platonik aşkı bile, seni geri dönüşsüz günahlara sürükleyebilir... O insanlar bize göre değil Ali'm... Cemre... Onunla görüşmeye başlarsan, bu ancak bunu gizli-gizli yaptığında mümkün olabilir..."
"Vefa, yazıyorsun şu anda..."
"Ben onu bunu bilmem kardeşim... ya ucunda ölüm varsa?"
"Vefacığım, rahat olsana... ne negatif kasıyo'sun? Merak etme, benden ne Berk'e kanka olur, ne de Cemre'ye sevgili..."
O sırada, onları dinleyen biri vardı. Zeyno, her şeyi işitmişti. Cemre'nin, şu anda Berk'le çıktığı halde, gözünün dışarıda olduğu peşin hükmüne vardı. Ve Ali'nin, Sirenler tarafından büyülenen gemiciler gibi, zehirli bir aşka kapıldığını anladı...
Sağ eliyle sol elinin bileğinden sıkarak, oradan ayrıldı.
*****
Çağrı, 12 Ekim 2022'yi tarihe bir not olarak düşebilirdi. Bugün, klinikteki en soğuk gündü. Özel bir klinikte bu kadar üşüyen bir Allahın kulu daha yoktu. Özellikle Can... it gibi titrese bile halen dikilebilirdi bir ağaç gibi kliniğin bahçesinde.
"Bu kadar soğuk olması normal mi...?" diye söylenerek, bir görevliye danışıp danışamayacağını merak etti. "Sanki Kutba geldim bir anda...! Başkaları için normal olabilen soğukluk benim için aşırıdır. Yani ben, neticede... saçma sapan mallara bulaştım. Vücudumun bütün metabolizmasını altüst etti."
Fakat gece ilerliyor, nezle iyice gribe çeviriyordu. Evini düşünmeye çalıştı Çağrı. Şimdi evde olsa, annesi ne de güzel bitkisel çaylar yapardı kendine... kat kat yorganlara sarardı babası... Sonra terlerdi Çağrı, sonra da hiçbir şeyi kalmazdı. Ama burada, ne çaylarla yorganlar vardı, ne de annelerle babalar. Nihayet pes edip görevliye danıştı. Görevli, ona sadece sıcak bir bez getirebileceğini söyledi, alnına kompres yapması için. Çağrı, bunun doğru bir yöntem olduğundan bile emin değildi. Görevlinin Hemşire Ratched sendromu yaşadığını düşündü.
"Ha-haaaaa-haaaaa... hapşuuu!"
"Çok yaşa Çağrıcım."
"Sen bana ıslak bezi getiriver en iyisi," diyen Çağrı, doktorların kendilerini gözetleyebildiği kapı deliğinden uzaklaştı.
"Hey, kaçmasana kara çocuk..." dedi görevli. "Sabah da gazete, dergi neyin istemiştin, beni öyle ayak işlerine koşabileceğini mi sanıyorsun? Dingo'nun ahırı değil burası...!"
"Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" diye sordu Çağrı. Ah, ne kadar da saçma bir çıkıştı! Kim olabilirdi ki yani, bu küçücük klinikte, hap kadar odada, görevlinin karşısında, bir böcek kadar önemli değildi. Ama görevlinin, her gün bunca saçma cümleye alışkın olduğunu düşündü.
Görevli, fazla alınmamıştı bu söze. "Camını açtırırım, biraz oksijen girer içeriye. Oksijen de iyi gelir sana... bu saatte yapabileceğim başka bir şey yok, kusura bakma."
Kliniğin misafirleri, odalarının pencerelerinden kaçmaya çalışmasınlar diye, camlar sadece dışarıdan açılabilecek şekilde yapılmışlardı, ve görevliler izin vermediği müddetçe misafirler buradan hava alamazlardı. Önce, cam açıldı. Sonra, kapıda bir tıkırtı işitildi. Sanki Çağrı içeriden açabilirmiş gibi, izin istiyordu görevli şimdi de.
"Şaka ediyorsun herhalde!" diye seslendi. "Kapıyı aç, gir içeri!"
Açan kişinin, hayal olduğundan emindi.
"Zeyno... senin ne işin var burada?"
"Halüsinasyon görüyorsun galiba..." diyen Ege'nin sesini duydu. Görüntü, şimdi düzelmişti Çağrı'nın gözlerinde. Ege, "hemşire" kıyafetleri içindeydi. "Çok affedersin benim..." dedi. "Ateşim yükseliyor da, Ege."
"Ben de onun için geldim zaten. Paranın çözemeyeceği iş yok," diyen Ege, kapıyı arkasından örterek, Çağrı'nın yatması için işaret etti. Ondan sonra da ıslak bezi alnına koydu.
"Bu soğuk..." dedi Çağrı.
"Evet, sıcak olması gerektiğini söyleyen görevliye saçmalamaması gerektiğini söyledim... Hemşire Ratched midir nedir?"
Çağrı, gülmesini engellemeye çalıştı. Ondan sonra, Ege'nin diğer elinde tuttuğu bardağa dikkat etti. Dumanı tütüyordu.
"Bana hazır çorba mı yaptın?" diye sordu.
"Evet. Çok kolay, sen bile yapabilirsin burada."
"O işler o kadar kolay değil..."
"Ha'di hüplet, iyileşmek için..."
"Ege bu kadar yakın durursan... mikroplarım bulaşacak sana."
"Hasta olmayı umursamam. Kolay da hasta olmam zaten, biliyorsun."
Ne kadar zıt olduklarını düşündü Çağrı. Çorbadan bir yudum aldığında, hiçbir tat alamadığını fark etti. "Eğer bu koronaysa... kendin için endişelenmelisin, gerçekten."
Ege, pencereye bakıyordu. Çağrı, alnına yapışmış olan bezi çekti. Çorba gerçekten işe yaramış, canlanmaya başlamıştı.
"Sen ağlıyor musun?"
"Hayır be! Soğuktan..." diye kısa bir cevap verdi Ege.
"Az önce ağzımdan kaçırdığım isimden dolayı, değil mi?" diyen Çağrı, elini uzatıp Ege'nin gözlerindeki nemi aldı. "Şimdi çok saçma bir şey söyleyeceğim... Leyla'dan sonraki ikinci kavga nedenimiz Zeyno'ya hislerimin daha kuvvetli olduğunu düşünmekte haklısın..."
"Gerçekten de saçma..."
"Evet, kuvvetli duygulardı, ama geçmişte kaldı. HAPŞUUUUU!"
Ah be, çok ciddi bir konuşma sırasında gribi nüksetmişti yine. Daha da fenası, midesine ulaşan çorbanın midesine dokunmasıydı... Ege, Çağrı'daki en ufak değişikliği hemen fark ederdi.
"Miden mi rahatsızlandı senin?"
"Hayır, çorbada fıstık olmayacağına göre..."
"Evet, aşure değil sonuçta."
"Önemli bir şey değildir."
"Yine de öyle tedbirsiz olmaz, ben gidip bir nane-limon ayarlamaya çalışayım, iyi gelir."
"Gitme."
Çağrı, Ege'nin gitmemesi için onu durdurmamıştı, fiziksel hiçbir şey yapmamıştı ama tek bir sözü, Ege'nin durması için yetmişti. Ama Ege halen arkasını dönmüyordu.
"Ege..." dedi Çağrı. "Beni salaklaştırıyorsun... ve bu durumu seviyorum. Çünkü bana iyi geliyor. Aslında... Bana iyi gelen sensin... göremiyor musun? Leyla, Zeyno... bunlar, benim sana giden yolumda basit kaldırım taşlarından başka bir şey olamaz. Ben seni seviyorum, ve bunu kanıtlayabilirim de."
O kadar ani bir aşk itirafıydı ki, Ege ne tepki vereceğini bilemedi. Sadece, arkasını dönerek, anlamsızca başını salladı. Çağrı,
"Öp beni," dedi...
"Tamam, ama kapa gözlerini," diyen Ege, yaklaştı.
Çağrı dediğini yaptıktan sonra, Ege dudaklarını da yaklaştırdı, yaklaştırdı, tam da grip virüslerini bu dudaklardan almak üzereydi ki, gözetleme penceresi "gardiyan" tarafından sürüldü.
"Sadece yarım saat demi��tin sarı çocuk!" diye seslendi "Hemşire Ratched".
Kendini hızlıca uzaklaştıran Ege'nin, az önce yapmakta olduğu şeyi anlayamamıştı, çünkü çok karanlıktı ve böyle bir şeyi tahmin bile edemezdi. Ege,
"Çok güzel bir akşamdı Çağrı..." dedikten sonra hareketlendi. "Bizim papağana selamını söylerim."
Ege için, bu gece bundan daha iyi sonuçlanamazdı gerçekten. Çağrı'yı bütün tamamlanmamış arzuları, yarım kalmış tutkuları, Ege'nin dudaklarının tadının neye benzediği merakını asla cevaplayamayacak heyecanıyla geride bırakmıştı.
Ve bu sevgi, çoktan aşka dönüşmediyse bile bu gece dönüşmüştü kesin olarak; ve de Ege biliyordu bunu.
Ege seviliyordu, hem de çok.
*****
"İyi ki doğdun, Haziş!"
Hazal, içeri getirilen doğum günü pastasına baktı. "Şimdi mumları üfleme zamanı," dedi annesi. "Ne dileyeceksin?"
"Anne, her sene aynı şey oluyor..." dedi Hazal. "Hep dileğimi soruyorsun, ben de sana, seninle paylaşırsam gerçekleşmeyeceğini söylüyorum."
Hazal, hep yalnızdı. Aslında zengin bir ailenin kızı olmadığını saklamak için söylediği yalanlar yüzünden, doğum günleri de yalnız geçerdi. Ve on yedinci yaş günü, hayatının en kötü doğum günüydü. Geçen yılki bile bundan güzel geçmişti. Berk'le o gece...
Berk'i yakın geçmişe kadar bu kadar takıntı yapmasına sebep neydi? Gerçekten âşık olması mı, çoğunluğun düşündüğü gibi para mı, yoksa Hazal'ın, hiç kimsenin haberinin olmasına müsaade etmediği o sır mı... hamilelik... On altı yaşına girdiği gün gebe kalması rezaletini, Efe amca olmasaydı asla temizleyemezdi.
Kürtaj, hayatındaki en büyük sır değildi aslında. Kürtajdan sonra geçtiği dönemdi asıl koyan. Yapayalnızdı ama, şimdiki kadar yalnız hissetmiyordu... Fakat Hazal, bu yaş gününün, son yalnız doğum günü olduğunu bilmiyordu...
"Dileğin bu muydu bilmiyorum ama..." diye, koridordan seslenen annesi şaşırttı. "Bir misafirin var."
Hazal'ın dalgınlığı, kapının zilini işitmesine bile müsaade etmemişti. Annesinin kapıyı açmaya gittiğini fark etmesine bile... Efe amca mıydı acaba? "Size layık değil ama..." sesi üzerine koridora koşturdu...
"Evladım, ilk defa doğum günü çocuğunun annesine çiçek alındığını görüyorum..." diyordu annesi Arap'a...
"Papatyalar, Derya teyzeden... Hazal'ın hediyesi burada..." Elini cebine attı. Telefonunun, Yıldız şeklindeki şifresini çözdü. Gülümseyerek, "Şifremi annemin adı şeklinde yapmıştım..." dedi. "Hepimiz ana kuzusuyuzdur Hazal, bunu inkâr edemezsin. Ama senden, daha cafcaflı bir doğum günü partisi beklerdim açıkçası."
"Bu benim resmim...!" dedi Hazal. "Bunları ner'den buldun?"
"Üzümünü ye, bağını sorma..."
"Bizi biraz yalnız bırakır mısın," dedi Hazal, annesine. Arap, Hazal'ın bu teknolojik fotoğraf albümüne bu kadar çabuk yumuşayacağını düşünmemişti... Telefonu geri cebine soktu kızıl delikanlı. "Arap..." dedi Hazal, annesi çıktıktan sonra. "Bunu bize niye yapıyo'sun?"
"Çünkü benim yol göstericim olmanı istiyorum," dedi Arap. "Aynı zamanda sırdaşım, yoldaşım... bu hayattaki akıl hocam olur musun Hazal?"
Sonra Arap, sözlerindeki saçma sapanlığı fark etti. "Ben şu anda sana seni sevdiğimi itiraf edemezsem gözlerim açık gider"den daha saçma salak bir ilanıaşka imza atmıştı. Ama Hazal, karşılığında onu öpmeyi filan bir kenara bırakın, sadece şunu söyledi:
"Çok uykum var Arap."
Arap, bunun "evet" mi "hayır" mı demek olduğunu anlayamadı. "Sanırım, beni kovuyorsun şu anda..." dedi.
"Evet," diye cevap verdi Hazal, "Ben uyuyunca, yanımda uyumanı, bir de bana masal anlatmana izin verir mi sandın annem...?"
"Annenin çok iyi sır saklayacağını düşünmüştüm..." Arap gülümsedi. "Masal mı dinlemek istiyorsun Hazal?"
"Doğum günü kızı değil miyim, istediğimi dileyemeyeceksem ne anlamı var doğum günlerinin...?"
"Peki, sana nasıl masal anlatabilirim?"
"Eve git, telefonunu açık tut. Ben seni görüntülü arayacağım..."
Arap, Hazal'la ne zamana kadar gizli-saklı görüşeceğini merak ederek, "Sana hangi masalı anlatmamı istersin?" diye sordu.
"Ci-Cinderella," diye kekeledi Hazal. Arap, masal seçiminden mi, yoksa kendi Külkedisi hayatından mı utandığını kestiremedi. "Sana bir şey söyleyeceğim ama inanmayacaksın," dedi Hazal'a.
"Söyle, ben masallara inanıyorum, sana mı inanmayacağım..."
"Söyleyeceğim şey tam da bununla alakalıydı," dedi Arap. "Ben iler'de hep bir çocuğum olsun isterim... kız olsun ve de adı Masal olsun."
"Çok güzel bir hayal..." dedi Hazal da. "Ve biz konuştukça, masallara inancım eskisinden de güçleniyor..."
*****
13 EKİM 2022
Taksim, İstanbul'un en iğrenç mekânıydı. Bu konuda, Tozluyakalılar da, kolejliler de hemfikirdi. Belki, onların doğduğu yıllarda güzel bir yer olabilirdi, ama zengin-yoksul hiç fark etmez, 2005'ten sonra Taksim'i beğenen, cindi.
Berk, İstiklal Caddesi'nde yürümekten dolayı tiksiniyordu. Fakat, kardeşi için yapacağı ilk iyilikti bu. Arap ve Zeyno'dan gelen çağrılar susmamıştı. "La sincap, Ali çok kötü," diyordu Arap. "N'olduysa, içine kapanıyor çocuk. Hiç böyle değildi, Tozluyakalı bebeler arasında, morali bozulunca köşe-bucak saklanan ben olurdum, kendine bir şey yapmasından korkuyorum."
İstanbul'da kuş uçsa haberini Kenan'a ulaştıran adamlar, nihayet Berk'in bir işine yaramıştı. Ali'nin, Beyoğlu'nda bir barda olduğunun havadisini veriyordular. Berk önce, "Nasıl ya, on sekiz yaşının altında değil mi bu herif, nasıl kabul edebildiler bardan içeri?" diye sormuştu. Ama Kenan Yağızoğlu'nun adını verdiğini anlaması çok uzun sürmedi. Ali de, Kenan'ın ismini kullanarak yolunu bulan bir evlat olmaya yelken açmıştı çoktan...
Berk, böyle ışıklı ve çok gürültülü mekânlara gelmeyeli uzun zaman oluyordu. Yaşının bir önemi yoktu, gerçekten de böyle mekânlarda, para ve isim geçerdi. Ali'yi, içeridekilerle bağdaşmayan kıyafetleriyle, dans pistinin ortasında, kelimenin tam anlamıyla "tepinmekteyken" buldu. Ali, Berk'i görür görmez, hızla edindiği arkadaşlarına, "Ooo, bakın, işte abim geldi," diye gösterdi. "Benim üvey kardeşim... aslında öz... aslında her ikisi de..."
Berk, Ali'ye kızacağını düşünürken, kendini ona yumuşakça, "Ha'di gel," derken buldu. "Çıkalım kardeşim. Gidelim buradan." Ege de, Çağrı'yı böyle çok kurtarmış olmalıydı, böyle zamanlarda, mağdur kişiye karşı içinde bir sempati, bir merhamet uyanıyordu insanın. Hele de bu kişi sizin "yarı-kardeşinizse".
"Berk, kalmak istiyorum ben..."
"Ali, yapma..." Berk, bunu ağlamaya başlayan kardeşine söylemişti. "Bak birader, bu yalnız başına kaldırabileceğin bir yük değil... benimle paylaş, olur mu? Seni sevenleri merakta koyma daha fazla..."
"İyi, öyleyse benimle bir içki paylaş," diyen Ali, barmenlere doğru adeta sekiz çizdi. Berk, onu burada daha iyi kontrol edebileceğine sevinerek, peşine takıldı. Ali, "Ne ısmarlayayım sana?" diye sordu, kelimeler ağzında yuvarlanarak.
"Ben bir 'nar şerbeti' alayım, arkadaşa da sade bir Türk kahvesi, şöyle acı olsun..."
"Saçmalama... alkol sipariş etsene..."
"Cemre'yi çok seviyorsun, öyle değil mi?" diye sordu Ali'ye.
"Ah, abi... şimdi ben n'apacağım? Bir daha hiç, bi' kıza nasıl güvenebilirim?!"
"Annene güveniyor musun?"
"Dünyadaki herkesten daha çok..."
"Öyleyse başka bir kadına güvenmene gerek yoktur."
Ali, ne ara Berk'in göğsüne yasladığını bilmediği başını istemsizce hareket ettirdiğini fark etti kendi kendine. Geçirdiği bu sinir krizine benzer durum, tamamen enerjisini tüketmiş, yığılıvermek üzereydi esmer delikanlı. "Berk..." dedi.
"Efendim?"
"Ben kusmak üzereyim, beni bi' tuvalete götürüversene."
Berk, dediğine uydu. Ali'nin koluna girdi tuvalete kadar, ondan sonra içeride öğürmelerini diledi, onların bir süre sonra kesildiğini gözlemledikten sonra, "Ali, iyi misin kardeşim?" diye sordu içeriye.
Cevap yoktu.
Berk, kapının kulpunu zorladı ama, açılmıyordu kilitten dolayı elbette. Hafif bir omuzla, Ali'yle arasındaki engelden kurtuldu. Tahmin ettiği gibi, kabinin içindeki pencereden tüyüp gitmişti Ali.
"Ah be kardeşim... ne gerek var bu kadar 'drama'ya?" diye kendini tuvaletten dışarı attı. Bu barı çok iyi bildiği için, yönünü derhal tuvaletin penceresinin gördüğü tarafa çevirdi. Orada, Ali yerine birkaç güvenlik buldu.
"Abicim, buradan geçen böyle varoş bir tip gördünüz mü?"
"Evet, şu tarafa koştu."
"Neden engel olmadınız ya?"
"İçtiği alkolle rezillik çıkaracağına, uzaklaşsın barımızdan istedik..."
"Hay ben sizin kalıbınıza tüküreyim..." diyen Berk de, gösterdikleri yöne doğru koşmaya başladı. Ali fazla uzaklaşamamıştı, bara yakın bir bahçedeki birkaç serseriye taş atıyordu...
Berk'in sesli uyarıları, kendisini göstermeden evvel, ancak Ali suratına bir yumruk yiyince ulaşabildi serserilere. "Çocuğu bırakın!" diye bağırıyordu. "Çocuk benimle birlikte!"
"Aaaaa, bu Berk Yağızoğlu muymuş?" diye soran bir serseri, aslında gücü sarhoş sivillere yetebilecek delikanlılıktaydı. Berk'i tanıyınca çekindi, arkadaşlarına da uzaklaşmalarını işaret etti. Fakat arkadaşları olan ızbandutlar, Berk'i o ilk ızbandut kadar iyi tanımıyordular. Ya da önemsemiyordular.
"Kimse kim, bu tıfıldan korkan, bunun gibi olsun!" diyen biri, bir yumruk da Berk'e indirmeye çalıştı ama, Berk alkollü olmadığı için, bunu kolayca savuşturdu, adamı kıskıvrak yakaladı; ondan sonra ona sertçe bir kafa çaktı. Adam, kolayca etkisiz hale geldiğinden, arkadaşları çok kızmıştı. Berk, Ali'yi oradan sürüklemeye çalıştı.
"Ha'di, şoklarının etkisi geçmeden tüyelim bur'dan!" diye onu koşturdu.
Ali, nereye sürüklendiğini bilmeksizin kaçıyordu Berk'in peşinden, bu karanlık ara sokakları hep birbirine benzetmeye başladığından, menzilini bilemiyordu. Berk, kendisini depo gibi bir yere getirmişti.
"Berk..." dedi Ali. "Araştırdım ben."
"Neyi araştırdın?"
Berk, cevabını alamadan kardeşi bayıldı.
*****
14 EKİM 2022
"Ali, hişt, Ali!"
Nerede olduğunu hatırlamaksızın, sesin sahibine cevap verdi: "Berk?"
"İyi misin sen? Uyan artık, da... kargalar kahvaltı yapıyor."
"Ben, hiçbir şey anımsamıyorum..."
Hemen yanı başında duran ecza çantasından çıkardığı pamuğu tentürdiyoda bulayıp Ali'nin kaşına kompres yaparken, "Kaderde kardeşimin hemşireliğini de yapmak varmış..." diye mırıldandı Berk. "Seni elinden kurtardığım serserileri hatırlıyor musun?"
"Beni getirdiğin bu yer de neresi?" diye doğrulmaya çalıştı Ali. Sağ eliyle göğsünden bastırarak, "Pansumanımın önüne geçiyorsun," diye Ali'nin yüzünde oksijenli suyu gezdirdi. Etrafı inceledi Ali...
"Bu depo benim mekânım," dedi.
"Senin, Kuytu Köşe'den başka mekânın da mı varmış Berk?"
"E, her'alde yani... her mekânı seninle paylaşmak zorunda mıyım? Bana bak Ali, iyi misin sen, cevaplamadın halen."
Ali'nin gözleri, bir tepsi içinde taze sıkılmış nar suyu ve "donut"ları kesiyordu. Gözlerini nar suyu dolu bardağa dikip, kendini olanları hatırlamaya zorladı.
"Ben, hatırlamak dışında iyiyim..."
"Ha, canın dayak istiyo'muş yani... yalnız şunu iyice yaz kafana, seni benden başkası dövemez... Yani canın dayak isteyince n'apıyosun, beni arıyo'sun..."
"Bu arada..." dedi Berk'e. "Allah aşkına peynir-zeytin yesen şaşardım."
"Neyli 'donut' seversin?"
"Fındıklı."
"Ben de... genlerdense demek..."
Ali acı acı güldü. "Ben çikolatalısını da yerim, fark etmez aslında." Bir "donut"a uzandı... "Bu mecralarda nar suyunu nasıl buldun peki?"
"N'oldu, beğenemedin mi?" Berk sırıtmaya engel olamamıştı. "Kusura bakma, elimizde senin gibi bir ayıya layık ayvanın suyu yoktu..."
"Ayılar ayva sevmez ki, armut sever..."
"Ha, ayı olduğunu kabul ediyorsun yani...?"
"Ayva sevdiğimi kabul etmekten iyidir," diyen Ali gülümsedi. Ama buruk bir tebessümdü bu. "Özür dilerim..." dedi Berk'e. "Her şeyi mahvettim."
"Neden böyle düşünüyorsun?"
"Sen benim yerimde olsan... bir duruşun olurdu. Ya en yakın dostunu öldüren kızı net bir biçimde reddederdin, ya da seviyorsan sahip çıkardın... ki yaptığın da tam olarak buydu... Onu senin de sevdiğini düşününce... o saati paramparça ettin... bense omurgasız davrandım... Düşünsene, senle ben kardeşiz... biliyorsun... üvey... öz... yarı... Ama senin bir belkemiğin var... benimse yok."
Berk, ilk defa birisinin kendisini gömerken, Berk'i yücelttiğine şahit oluyordu. Kenan'dan genelde, DNA'sının bozuk olduğu, damarlarında akan kanın pis olduğu, bok herifin teki olduğu gibi şeyler işittiği için... "Beni gözünde bu kadar büyütme," dedi.
"Ben seni büyütmüyorum ki... kendimi küçültüyorum."
"Ama senin durumun benden kötü... Vefa senin manevi kardeşindi, benimse hiçbi' şeyimdi. Belki o nedenle Cemre'ye yardım etmem o kadar kolay oldu..."
"Birisi senin yakının değilse... ölümüne o kadar da vicdan yapmazsın. Mesela Emre'yi ele alalım. Emre bizim hiç kimsemizdi. O yüzden Cemre'nin onu öldürmüş olmasının üzerinde o kadar da durmadık. Psikolojiyle, çocuklukla açıkladık durumu... oysa katil, başından beri gözümüzün önünde duruyordu. Birinci cinayeti işleyen ki��i, ikincisini de işledi..."
"Tıpkı önce rakibini, sonra kralın ta kendisini temizleyen Macbeth gibi," diye düşündüyse de Berk, bunu dile getirmedi. "Haklısın," dedi sadece. "Her şey gerçekten de gözümüzün önünde duruyordu. Şaka gibi ama... Katil, ikimizin de sevdiği biri olduğu için, gerçeğe göz yummak istedik..."
"Peki, pişman mısın Berk?"
"Cevabını işitmeye hazır olmadığın soruları sorma," dedi Berk. "Ha'di, indir şu nar suyunu mideye de, O'na gidelim."
"Hayatta olmaz."
"Ama uykunda, 'Cemre, Cemre,' diye sayıklıyordun?"
"Yalan söyleme, ben rüyamda seni görüyordum."
Bir başkasının rüyalarını dinlemek, dünyanın en sıkıcı işiydi. Ama Ali anlatırsa, Berk için sıkıcı olmaktan çıkıyordu. Rüyasında, bir roman gerçek oluyormuş. Bu romanın kahramanları onlar imiş. Sanki iki yüz elli sayfalık bir romanın sayfaları arasında onlar varmış. Ali ile Berk... Ama edebi bir roman değilmiş bu, basit bir dedektif romanıymış. Berk dedektifmiş, Ali de suçlu. Bir mayın tarlasının içinden Ali'yi kovalıyormuş, bir de ona yardım eden bir kız varmış. Ama yüzünü hatırlayamıyormuş...
Peki, o kız kimdi? Bunu sormaya gerek yoktu aslında. "Senden bir şey rica edebilir miyim?" dedi Berk.
"Buyur?"
"Bundan sonra kendini dağıtmak istersen, en azından nerede olduğunu bana haber verebilir misin? Hem Derya Hanım'ı, hem Arap'ı, hem de Zeyno'yu sakinleştirmek çok zor oluyor da..."
"Sözüm söz... benim de bir sorum var sana bu arada."
"Dinliyorum?"
"Nar suyu ne alaka, hak'katen?"
"Aaaaa, taktı bu da nar suyuna... nar şerbetsiz bir gün bile geçiremem oğlum, yaz mevsiminde olsak dâhi yurtdışından getirttiririm, iki elim kanda olsa dâhi nar susuz bırakılmam!" diye yanlış bir deyim kullandığı için kendine kızdı. "İki eli kanda olmak mı... Berk, ben kafana senin...!"
"Boşuna maymunluk yapmana gerek yok Berk... nar şerbetinin de annenle ilgili olduğuna kalıbımı basarım."
Fakat Berk, "maymunluk" yapmaya devam etti: "Uzmanlar meyve suyunda hiçbir besin değerinin kalmadığını söylüyor... Neyse, sen... çıkarsana ağzındaki baklayı."
"Cemre'yle bir dahaki karşılaşmamız için gerginim... işte," dedi ama sonra, bundan pişman oldu o da. Berk'e Cemre'den bahsetmeye devam etmek, ateşle oynamaya benziyordu. Berk'le Cemre'yi konuşmak, her zaman zor olmuştu ama şimdi, her zamankinden de beterdi.
"Sana, yüklerini benimle paylaşmanı söylemiştim ya..." diye konuşan Berk oldu. "Cemre konusunu tamamen bana bırak. Senin omuzlayabileceğin bir konu değil, görüyorum ki... Cemre'ye bir keresinde, onu da, babamı da kurtaracak bir çözüm üretmeye çalıştığımı söylemiştim... şimdi kurtarmam gerekenler listesine sen de eklendin..."
"Vedat abi de var..." Ali, kendinden iğreniyordu. Vefa'yı öldüren kişiyi affettiği için kendini suçluyordu, ama Vefa'yı asıl öldüren kişiye de muhtaçtı şimdi. Evet, Berk'e. Berk, o saati paramparça ederek, Vefa'yı gerçekten öldüren kişiydi, ve Ali, şu anda onun deposundaydı; O'nun babasının -aslında babalarının- ismini vererek, kendini barlarda dağıtmıştı Ali, ve kendisinin, dünyanın en tiksinç varlığı olduğunu düşündü.
Taksim'den bile iğrenç.
18. BÖLÜM SONU
2 notes · View notes
musfika-hanim · 4 months
Text
evimizin her yerinde üst komşunun tv sesi geliyor, ev küçük de değil mutfağa gidiyorum geliyor, oturma odasından yatak odasına geldim gümbür gümbür. yani bu saatte insan kafa dinler sessiz sakin bir şeyler açar ben mecbur muyum kulağımda tv sesi ile uyumaya çalışmaya. hem daha içime dönmem lazım
7 notes · View notes
haziranzede · 2 years
Text
Hiç bir kafa dengi insan göremiyorum. Sosyal hayatım sıfır ve mutlu değilim. Kendımı kafese kapatılmış gibi hissediyorum. Geleceği dair hiç bir hayalim ve beklentim yok. Varsa da sesi çılız çıkıyor. Tüm bunları evlendikten sonra yaşadım. Evliliği kafanızda fazla büyütmeyin. Üzülürsünüz.
Evlenince insan özgür falan olmuyor. Toplumun kadın erkek algısı çok farklı. Eğitimin hiç bir önemi yok. Kadının tek görevi ev işi ve çocuk olarak görülüyor. Sosyal çevre edinmeniz,eğitim hayatınız,kendinizi geliştirmeniz zırvalık olarak görülüyor. Eşler birbirine alan açmayı bilmiyor. Aileler çocuklu ailelere yardım etmiyor. İnsan ruhu olmayan biyolojik bir varlık olarak görülüyor.
Çevremde evli olupda mutlu olan,kendi olabilen ,ruh sağlığı yerinde çok çok az insan var. Çoğu kişi pişman çünkü tanıştığı kişi ile evin içinde tanıdığı kişi çok farklı çıkmış..
10 notes · View notes
eellfffyy · 11 months
Text
hafif bir deniz kokusu dalgaların sesi ve kafa dinlemek en iyisi
2 notes · View notes
acid-gramma · 1 year
Note
hee aq kütüphanede kimse tanışmaya gelmiyo
ben ders çalışırken yan masadaki çocuğun yanına arladaşı geldi dışarı çağırdı gitmeden önce bana bakıp güzel kız he dedi arkadaşı da kafa salladı gittiler the end kütüphanede ölüm sessizliği var sayfa çevirme sesi dışında
ve kütüphanede yanıma erkolar oturmasın aq biri pis kokuyodu biri iğrençleş bi parfğm kokuyodu kütüphane havasız oluyo genelde parfüm çok rahatsız ediyo bebiş kızlar öyle mi el kremi teklif edenler vs tatlılar
hahhshshshsshsjshs
2 notes · View notes