Tumgik
#hayalkurmaktanvazgecme
sinemissinem · 8 years
Text
If you can dream,… (Eğer hayal kurabiliyorsan…)
Öncelikle uzun zamandır blogda yazı paylaşmadığım halde, LinkedIn’den Instagram’dan ve blogdan mesaj gönderen ve göndermeye devam eden herkese çok teşekkür ederim. Son dönemlerde Türkiye’de gelişen olaylar nedeniyle içime kapanmış, olayları uzaktan izlemenin verdiği üzüntüyle boğuştuğum için -tabi bu arada okulla ilgili krizlik yoğunluğu da göz önünde bulundurarak- yazı yazmamayı tercih ediyor, yazmak istediklerimi içimde biriktiriyor; yazılarımı paylaşırsam birilerinin bam teline dokunur muyum sorularını da kendime sormadan edemiyordum. Bu sebeple bu yazım, hala mesaj gönderen, umudu olan ve hayal kuranların yazısıdır.
Geçtiğimiz yaz Coldplay’in -çok severim- konseri vardı Louisville Kentucky’de. Yaz olmasına rağmen ders aldığım ve aynı zamanda okuldaki işimde çalıştığım için ödüllendirmek istemiştim kendimi. Gittim! Giderken kendime, kendi hikayeme yolculuk yaptığımı bilmeden.
Louisville’de Muhammed Ali’nin müzesi var. Orada doğmuş ve büyümüş, dünyaca bilinen ve sayılan ünlü boksörün müzesini de gitmişken görmemek olmazdı. En nihayeti kendime jest yapmıştım ve okulla ilgili hiçbir şeyi düşünmeden “off” günümün tadını çıkaracaktım. Müzede Muhammed Ali’nin fotoğrafları, kıyafetleri, vb. her şeyi görme imkanınız var. Amerika’da bir klasiktir: Her müzeye ya da turistik mekana girdiğinizde kısa film gösterimi olur oranın hikayesini anlatan. Sonra turunuza başlarsınız. Kısa filmi izlemek için salona girdiğimde film Muhammed Ali’nin sözleriyle başlıyordu: “If you can dream,… “ Eğer hayal kurabiliyorsan…
Ben daha önceki yazılarımda da paylaştığım üzere hep hayal kurardım. Asistan olma girişimlerim başladığı zamanlar, her gece yastığa başımı koyduğumda bir gün asistan olacağımın hayalini kurarak uykuya dalardım. Asistan olup da daha önce Amerika’da doktora yapmış olan, aynı bölümde çalıştığımız bir hocamla konuştukça da bu hayallerin yerini yenileri almıştı. Bu sefer Amerika’ya geleceğimin, burada doktora yapacağımın, başarılı olacağımın -henüz tamamlanmamış hayal- hayallerini kurar olmuştum. Bütün bunları, yaşadıklarımı geriye bakıp düşününce hayatın karşıma çıkardığı, acı-tatlı anılar biriktirmeme neden olan her insan ve olayın aslında beni bulunduğum yere sürüklediğini Muhammed Ali’nin müzesini ziyaret ettiğimde anladım.
Müzede bir bisiklet var. Muhammed Ali’nin (Müslüman olmadan önceki adı Clay) kırmızı bisikleti. Hikayesi şöyle: Muhammed Ali 12 yaşındayken uzun süredir hayalini kurduğu bisikletine (Schwinn) kavuşur ve en yakın arkadaşı ile tura çıkar. Şiddetli bir yağmura yakalanınca yapılacak en akıllıca seçimin fuara girmek olduğunu düşünürler. Orada epeyce vakit geçirip eğlendikten sonra eve gitme vakti gelince bisikletinin çalındığını fark eder Muhammed Ali! Bisikletini bulmak için oradan oraya sinirle koşarken adamın biri şikayetçi olabileceği polisin önünde bulundukları binanın alt katında olabileceğini söyler. O yer aslında o adamın boş zamanlarında boks salonu olarak kullandığı alandır. Muhammed Ali, adama bisikletini çalan kişiyi bulunca onu bozguna uğratacağını söyler hışımla. Ve adam ona “Nasıl dövüşeceğini biliyor musun?” diye sorar ve ekler “Birini dövmek istiyorsan önce nasıl dövüşeceğini öğrenmelisin”. Oysa Muhammed Ali bunu o güne kadar hiç düşünmemiştir. Böylece Muhammed Ali boks hocasıyla tanışmış ve macerasına başlamış olur.  
Tumblr media
Ben bisikletin karşısında ne kadar zaman geçirdim hatırlamıyorum gerçekten. Karşısında yer alan koltuğa oturup uzun uzun düşündüğümü ve hayatımın -hani derler ya film şeridi gibi diye- gözlerimin önünden geçişini izledim sanırım. Muhammed Ali’nin çalınan bisikleti hayatının çark ettiği yerdi! Peki ya benim hayatım nerede çark etmişti? Zira Amerika’ya gelmeden önce yaşadığım olaylar karşısında “Neden ben?” diye sormamam gerektiğini acı deneyimlerle öğrenmiştim. Yoluma devam etmem gerektiğini kendime hatırlatmak ve gerçek anlamda harekete geçerek yola devam etmek hayatımın önemli bir parçası haline gelmişti. Bize göre tesadüften ibaret olan olayların aslında hayatımızın farklı olaylar zinciriyle şekillenmesinde rolü olduğunu ne zaman fark ediyorduk acaba?  
Doktoramın ilk yılı (geçen sene) bir toplantıdan sonra danışmanımın destek veren sözleri üzerine kendisine teşekkür etmiş; beni öğrencisi olarak kabül ettiği için duyduğum minnettarlığı dile getirmiştim. O da bana “Ben sana şans vermedim. Şansını sen kendin yarattın” demişti. Başvuru sürecinde sanırım bir 30 kez emailleşmiştik. Ben de iyi biliyordum ki daha birinci doktorasını bitirmemiş olan birisinin bi başka doktoraya başvurması çok da ikna edici durmuyordu. “Maymun iştahlı bu kız galiba” dedirtmiş bile olabilirim birçoklarına. Oysa danışmanım haklıydı. İnsan şansını eline geçen fırsatları değerlendirerek, sadece bakmak yerine görmeyi bilerek kendini gerçekleştirme fırsatı elde ediyordu.
Geçen sene American Educational Research Association’ın (AERA) kongresine katılmıştım. Sadece katılımcıydım. Ancak oradaki tüm zamanımı gözlem yaparak geçirmiştim. Farklı oturumlara katılmak, alanın duayen isimlerinden yeni şeyler öğrenmek kongrenin kazanımlarından birkaçıydı sadece. Peki ben ne yapabilirdim? Katıldığım lisansüstü öğrencilerine yönelik danışmanlık oturumunda fark etmiştim ki pek çok doktora öğrencisi Mixed Methods Research Methodology (Karma Yöntem Araştırmaları) yi merak ediyor ancak kime, nasıl ulaşması gerektiğini bilmiyordu. Hatta bazıları adını bile ilk kez duyuyor; merakını gidermek için oturumlara katılıyordu. Bu gözlemim üzerine Mixed Methods Special Interest Grubunun (SIG) başkanına kaç lisansüstü öğrenci üyemiz olduğunu sormuştum (Kendimi de SIG in bir parçası olarak görüyorum, en nihayeti üyeyim :) ). Gözlemlerimle rakamlar örtüşmüyordu -Mixed Methodologist im qualitative ve quantitative dataları entegre ediyorum her zaman-. Talep ve ilgiye göre daha fazla öğrenci olması gerekiyordu. Bunun üzerine bir proposal (öneri mektubu) yazdım ve Mixed Methods Special Interest Grubu komite üyelerine gönderdim. Ben sadece sosyal informal bir aktivite düzenleyerek SIG e olan katılımı arttırmayı ve alana ilgi duyan lisansüstü öğrencilerinin bir araya gelmesini sağlamanın hayalini kurarken, komite üyeleri fikrimi ilginç bulup bana destek vermişti. Sürpriz bir şekilde de bana informal (gayri resmi) bir aktivite yerine bir oturumu organize etme iznini vermişlerdi. WOHOOOO! Ben daha bugüne kadar AERA’de sunum yapmak için bile üçüncü senemi bekleyeyim guardımı alıp daha sağlam çıkayım alana derken hayallerimin ötesinde bir şey gerçekleşmişti! Bunun sonucu olarak San Antonio, Texas’ta Nisan 2017 de düzenlenecek olan kongrede bir alana ait bir oturumun açılışını yapıyor ve oturumun tamamını organize ediyorum. Dahası AERA Mixed Methods Special Interest Group’un Graduate Representative’i (Lisansüstü öğrenci temsilcisi) olarak seçildim. Oysa ben Türkiye’de asistan bile olmadan önce, teyzelerimden birinin deyimiyle, “sadece bir öğretmen”dim! Köy okulunda bir öğretmen!
Sözün özü güzel arkadaşım, sen “SEN” ol ve hayal kurmaktan vazgeçme! Hayaller bir gün gerçek oluyor!
O zaman Coldplay’in sözleri ile...
When you’re in pain
When you think you’ve had enough
Don’t ever give up
Don’t ever give up
Saygılarımla
Sinemissinem
10 notes · View notes