Tumgik
#fani lezzetler
derdiderun · 1 year
Text
Tumblr media
Ömer b. Abdülaziz (rahmetullahi aleyh), şu beyitleri söylerdi:
"Ey (dünya ile) mağrur olan (aldanan) kimse! Gündüzün yanılma ve gaflet, gecen ise uykudan ibarettir. Bu yüzden gam ve keder senden hiç ayrılmaz.
Sen, fânî lezzetlerle mesrur oluyorsun ve boş emellerle ferahlıyorsun. Tıpkı rüya gören kimsenin uykusundaki lezzetlerle sevinmesi gibi.
Üstelik senin bütün meşguliyetin sonu hoşuna gitmeyecek fânî dünya içindir. Bu şekilde dünyada hayvanat misali yaşıyorsun."
| el-Minhâcü's-Senî - Şeyh Seyyid Abdülbâki el-Hüseynî (k.s)
21 notes · View notes
fikret-i · 8 months
Text
Tumblr media
Ne için, neleri feda ettiğimizin farkında mıyız? Tercihlerimizi irade ederken neticesi ne olacak, akibetimizi nasıl etkileyecek pek hesap edemiyoruz. Said Nursi Hazretleri diyor ya: "Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur." Başlangıçta çok güzel görünen fani lezzetler, tatmaklar, sevmekler... Bizlerden öyle şeyler alıyor ve bizi öyle hallere koyuyor ki verdiği lezzetin bin misli elemleriyle, ahlarıyla, vahlarıyla kalakalıyoruz. İnsan diyorum, canını hiçe sayacak kadar, bir metaya nasıl da mübtela oluyor. Sadece kendi dünyasını değil başkalarının da dünyalarına zulmetler yağdırıp karanlıklara boğacak hataları nasıl da yapıyor. Ahh sadece dünyalık zararlarla kalsak! Ahiretimizi dahi mah-ı perişan edecek kadar gaflete dalıp, mantıksız hallere bürünmek hamakatin en ahmakça halidir herhalde. Allah bizlere akıl fikir vermiş zaten de. Bunları doğru yolda kullanmamıza da yardım eylesin.
41 notes · View notes
furuzann · 2 years
Text
Bu dünyada elemler de lezzetler de fani. Bize kalacak olan ahirete önden gönderdiklerimiz. Bugün tevafuk olarak okuduğum kitap ve izlediğim sohbette sadaka konusu anlatılıyordu. Az çok demeden günlük, haftalık veya aylık düzenli bir şekilde sadaka veremeye çalışalım. Hem sadaka hastalıklara şifadır. Şifa bulalım inşaAllah.
9 notes · View notes
resule-vuslat-blog · 2 years
Text
HİS NURU İLE HAK NURU
‘’İnsanın asli gıdası Allah nurudur; ona hayvan gıdası lâyık değil! Fakat gönül, hastalık yüzünden bu gıdaya düşmüştür; gece gündüz bu suyu içmekte, bu toprağı yemektedir.’’ His nuru adamı yere çeker, Hak nuru ise Kevser ırmağına götürür.
Çünkü duygularla idrak edilen âlem, çok aşağılık bir âlemdir.
His nurunu bezeyen, Allah nurudur. Bu suretle “Nur üstüne nur” ayetinin manası zuhur eder. (Hz Mevlana) Yaratılmış felek nurlarının sonu yoktur, sayısı çoktur ancak Baki nurun yanında esamesi görünmez.
Dünyada edindiğimiz alışkanlıklar yani duygularımız yani huy ve hislerimizin kaynağı tabiat alemi (aşağılık alem) dir. Hislerimiz nurunu yani işığını gücünü bu tabiattan alır.
İnsan bedeninde bu huylardan başka arşdan verilen manevi duygular yani his ve huylar var ki, hepsi gücünü ve işığını Hakdan yani onun nurundan alır gıdalanırlar. Biri fani diğeri baki dir.
Ancak beşeri olan his nuru, insandaki hak nurunun üzerini örtmüştür.
İnsan  bir müddet tabiatla münasebet içinde alışkanlıklarıyla akraba olmuş, toprak cinsine katılmış aslını unutmuştur. Her ferin aslı ile bir münasebeti vardır. Hak onlara bu münasebeti gizlice vermiş; akıldan gizlemiştir.Bu münasebet  keyfiyetsiz bir haldedir..
Tüm kainata bu tabiata ve bedenlere  huyları ve duygu özelliği veren Hak dır. Ancak bu tabiatın insana perde kesileceği de elçileriyle bildirilmiştir. İnsanın bu beşeri  huy ve duygudan yani toprak huyundan lezzetlerinden bir an önce kurtulup daha hayatta iken asli  huylarına lezzetlerine  ulaşması elçileri vasıta kılmıştır.
Çünkü hakikatte insanın gıdası ve huyu ; yaşadığımız bu tabiatın gıdası lezzeti ve huyu değil, Allah nurudur. Hakikatte insan Arş’ tan ve onun nurundan gıdalanır lezzet alır hisleri canlanır.. İnsanın hakikatte bu nurlarla münasebeti vardır.
Ancak bedenin gafleti, çocuk aklı ve hastalığı nedeniyle , insan bu münasebeti bir türlü kuramaz. O yüzden gözleri bağlı değirmen eşeklerine benzer. Değirmen bu dünyadır. İnsan, bu değirmen yani dünya alışkanlıkları, huyları ve gıdaları etrafında ’dönme dolap’’ gibi o duygudan bu duyguya, o huydan bu huya, bu suretten başka surete, o taddan bu tada sürekli dönüp durur.
Bedenin gıdası ile hakikatteki insanın gıdası aslında başka başka unsurlardandır. Ten tenle bir olunca, gönülde gönülle bir olunca ancak huzur ve karar bulur. Biri insanı sonsuz baki nurlara doğru ağarken diğeri aşağılık fani alem unsurlarına ve huylarına doğru bedeni çeker.
İlahi manaların tesirlerinin yerini bedeni beşeri lezzetler ve hoşluklar kaplanmıştır.İster karşılıklı ister karşılıksız olsun insan dünyada bir şeye aşık yahut müptela oldu mu ona kavuşma hayali şiddetli artar. İnsan yeter ki bir şeyi şiddetli arzulamasın yahut ona aşık olmaya görsün.
Sürekli o şeyin rabıtasını hayalini kurar.
Arzuladığı şeyin hayali ve düşüncesi aklından ve gönlünden hiç çıkmaz. İnsanı gece gündüz meşgul eder.. Gizli açık her yerde onu anar ve arar.. Onunla yatar onunla kalkar.
Özetlersek kavuşma arzusu ve lezzeti insanı görünmez bir bağ ile kendine esir eder.Onunla vuslat derdine düşer. Yetmez tüm varlığını onun yolunda harcar Her şeyini gözünü kırpmadan donuna yani sonuna kadar düşünmeden verir..Buda yetmez sevdiği  için ,iş sonunda can vermeye kadar gelir. Kendini neye verdiğine iyi bak .Sende nefsin ve dünyalık için  kendini adadın birazda Allah yolunda her şeyini sonuna kadar ver..
Tesir göze görünmez bir his ve kuvvedir. Bu görünmez güç bedeni kendine çeker ona yön verir.. Sen esir olduğun şeye yani tesire iyi bak. Hayır mı şer mi düşün. Tesirin aslı nur mu yoksa ateş mi gör..Çünkü bu çekişler insana yön verir kıblesi olurlar. Hayatımız bu çekişler içinde bir mihval üzre yürür durur.
Seni çeken tesirin ilahimi yoksa dünyevimi  olup olmadığını tefekkür et. İnsan kendine tesir eden şeyin ne olduğunu çok iyi düşünmeli bulmalıdır. Canlı ve cansız eşya ve süretlere bağlılığı bunu gibi bil. Kendisine esir olduğumuz şey veya suret neyse insanın hedefi o olur.
0 notes
34-kim-bilir · 4 years
Text
Hoş geldin cömert misafir, hoş geldin ikram ve ihsanı ziyade ay, hoş geldin Ramazan-ı Şerif…
Açlığında sayısız lezzet hediyeleri sunan, lezzetli açlık oruçla ruh dünyamıza hesapsız ziyafetler çeken, yetmiş hikmetiyle hayatımıza manalar yükleyen fazilet ve kemâlatımızın terakki zembereği hoş geldin…
Akıl marifet sofrasına kurulur seninle, bir lezzet alır ki tarif edilmez. Şükür nimetini hakkıyla hazmeden ruhumuzun lezzetine diyecek yoktur. Mide acıktıkça diğer aza ve organlarımız iktisadı öğrenir, sabra alışır, riyazete çalışır, mânevî nimetlere doyarlar.
Mü’minler derecelerine göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, mânevî sürurlara mazhar olurlar; huzur atmosferinde teneffüs etmenin, fani hayatta baki hazine bulmanın bahtiyarlığına erişirler.
Kalp ve ruh, akıl, sır gibi latifelerin oruç vasıtasıyla yücelmesini, büyüyüp gelişmesini yaşar; insan hakiki insanlık makamlarına uçar. Mide ağlasa da mânevî cihazlar masumâne gülerler; onların lezzeti eşsiz, saadeti hudutsuzdur. 
Ruhu geliştiren, fazilet sahibi yapan, yüksek karaktere yücelten, övülmüş ahlâkla ahlâklandıran, başıboşluktan kurtarıp intizama tâbî kılan, sıfatlarını lakaytlıktan, duygularını aşırılıktan muhafaza edip ciddiyet ve istikamet kazandıran, sonsuz kemâlat mertebelerine kamçılayan Rabbânî deva, ruhu olgunlaştıran teşvik kamçısı, terbiye unsuru muhterem Ramazan-ı Şerif hoş geldin…
Sen gelirsin; nefsin günaha uzanan elleri kırılır, emir dinlemeyi öğrenir, Rabb-ı Rahîmini tanır, sonsuz lezzetler diyarı Cennete yol bulur, Cemale vuslat türküleri söylemeye koyulur. Bu kutlu seferin sonunda öyle lezzetler bulur ki ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de bir kalp hissetmiştir.
Şeytanlar zincirlenir, kavgalar zincirlenir, huzursuzluk zincirlenir, asayiş nefes alır, huzur bulur seninle. Buram buram sevgi kokar her yan, hoşgörü, anlayış tahta çıkar, hürmet yürekleri fetheder, hakiki insan olmanın lezzetine varırız.
Evleri mutluluk istilâ eder; sahurun tatlı uykusuzluğu, iftarın heyecanlı hazırlıklarıyla… Mevlidler, mukabeleler, her evden Kur’an sesleri yükselir. Sokaklar cümbüş yeri gibi olur; camilere koşan çocukların coşkusuyla. Camilerde ruhlar bayram eder teravihlerin ahengiyle, hafızların yürek titreten sesleriyle. Kur’an duvarlarda asılı kalıp durmaktan kurtulup, sinelerde hâkimiyet kurar. Günler geceler saadetle yer değiştirir, asr-ı saadetin bir gölgesi yaşanır kıyamete yakın… 
İslâm Âlemini büyük bir mescit yapan, her köşesinde hafızlara ezeli hutbe Kur’an’ı aşk ve şevkle tilâvet ettiren, vahiy atmosferinde âyetlerin manasını, özünü, esasını solumasıyla ruhlarımızı cennetlerde dolaştıran, ayât-ı Kur’âniyenin hayatımıza yön vermesine, yönümüzün sırat-ı müstakîm olmasına vesile olan, Kur’an’ın dünyamıza girmesine mâni olan prangalarımızı kıran, bizleri Kur’anî istikamette tutan Kur’an ayı, Kur’an’ın indiği zaman dilimi, mübarek Ramazan-ı Şerif hoş geldin…
Şefkat coşar, coştukça coşar; yetimin yüzünde tebessüm, fakirin ocağında et, kimsesizin kimsesi olur. Zekâtlar dağıtılır, sadakalar dağıtılır, yokluk varlığa ‘Hoş geldin’ der. Unuttuklarımızı hatırlarız, kaybettiklerimizi buluruz, Meleklerin gıpta ettiklerinden oluruz. Pür lezzet, pür saadet sarar her yanımızı.
Birlik ve beraberlik, sevgi ve kardeşlik bambaşkadır seninle. İftar sofralarında buluşuruz muhabbetle, sahur sofralarına kalkarız ubudiyetle, Kur’an sofrasında ruhumuzu doyururuz sahabece, teravih sofrasında kâh kıyamda, kâh rükûda, kâh secdede aşkı yaşarız melekçe, paylaşma sofrasına koşarız cömertçe, yetimlerin sofrasına yüreğimizi koyarız samimiyetle, fukaranın sofrasına hurma, çorba, pilav, aş, ekmek dizeriz şefkatle…
Tebessüm, yüzümüzün yaldızı; güzel söz, dilimizin tercümanı; hürmet, başımızın tacı; sevgi, yaradılışımızın mayası; güzel ahlâk, özümüz; birlik ve beraberlik, fıtrat çimentomuz; kardeşlik, ta ezelden andımız; paylaşma, en çok paylaştığımız şey; yardımlaşma, en çok yardımlaştığımız şey; dayanışma, birbirimizin ihtiyacına cevap verme, birlikte yaşama erdemine ulaşma şiarımız bizim… 
Duygularımızın şâha kalktığı ibadet bayramı, insanlığın zirvesine kurulduğumuz oruç mevsimi, hakiki insan olmamızın kutlu vesilesi,  amellerimizin neşv-ü nema bulduğu verimli tarla, kulluğun resm-i geçit meydanı muhteşem Ramazan-ı Şerif hoş geldin…
Müjdeler alırız semalardan. Yerlerin Muhammedi, Göklerin Ahmedi (a.s.m.) öyle müjdeler verir ki, sen her sene geldiğinde sanki mübarek dudaklarından yeniden duyuyormuşuz gibi mutluluğun arşına çıkarız.
İşte yere göğe sığmayan mutluluk yüklü kelâm-ı Ahmedî’den bir örnek:
“Ramazan ayının ilk gecesi olunca Cennetin bütün kapıları açılır ve bütün ay boyunca tek bir kapısı kapanmaz. Cehennemin bütün kapıları kapanır ve bütün ay boyunca tek bir kapısı açılmaz. Şeytanların azgınları bukağılanır. 
Gökyüzünden bir nida edici her gece fecir sökünceye kadar şöyle der: 
‘Ey hayır işleyen, devam et ve müjdeni al; ey kötülük dileyen, vazgeç ve uyan.’
(Cenab-ı Hak dünya semasına tecellî ederek)
‘Bir af dileyen yok mu, onu bağışlayayım; tövbe eden yok mu, tövbesini kabul edeyim; dua eden yok mu, duasını kabul edeyim; isteyen yok mu, istediğini vereyim.’ buyurur.
Allah Teâlâ, Ramazanda her iftar vaktinde, her gecede altmış bin kişiyi ateşten azad eder. Bayram günü geldiğinde ise bütün ay boyunca azad ettiği kadar, otuz kere altmış bin kişiyi daha azad eder.”
Affın, mağfiretin muştusu, rahmetin sembolü,  tövbelerin kabul vakti hoş geldin. İkram ve ihsanın sebebi, duaların âmini, cennetin kokusu hoş geldin. Yaralı ruhların tiryakı, gönüllerin ilacı, başımızın tacı hoş geldin… Hoş geldin Ramazan-ı Şerif…
4 notes · View notes
yasamyolu-blog · 4 years
Text
Terki Terk
Tumblr media
Görselde Amerikan Doları var. Üzerinde yazan "in god we trust" ibaresini bilirsiniz. "Biz Allah'a güveniriz" demek. İronik değil mi? İşte terki terk, en üst düzeyde bir güven ve teslimiyet ifade ediyor. O Yüce Yaratıcının Varlığında yok olmayı kast ediyor. Terki Terk, tasavvuf yolunun yolcuları için gıpta ile bakılan, gönülden arzulanan bir menzil... Terki terk, hem öğretenlerin hem de öğrenenlerin ardından koştukları bir hediye... Terki terk, vuslata erildiği zaman, terkine mezun, her kula bin bir çeşit lezzet ve keyif... Terki terk, en bilge, en sabır ve sebat sahibi, en takva ehli, en nasipli ve en samimi kulların ulaşabildiği çöl ortasında bir vaha... Terki terk, terk ettikçe ulaşılan hazineler, terk ettikçe çoğalan zenginlikler, terk ile bulunan nice tarifsiz müjdeler... Bugün yine kul olmaya dair yazacağım. İnanmak güzel şey. İnanabilmek bir nimet. Hakkını verebilmek ise bir imtihan..! Sufi başlıklı yazımda, az biraz dem vurmuştum tasavvuftan. İnsana insan olduğunu ve insanlığın gereklerini hatırlatan, kendini bilmek yolunda rehberlik eden, kişisel gelişimin zirvesini yaşatan, lezzetli ve tertemiz bir düşünme, hissetme, fark etme hali... Bu yolun usta ve çırakları çoktur.  Haklarını helal etsinler. Ben sadece bir paylaşım halindeyim. Yoksa haddimi aşıp kimseye bir şey öğretmek iddiasında değilim. Belki de yazarak paylaşmak, paylaşarak aramak, arayarak bulmak, belki yazarken tefekkür edebilmek duasındayım...
Terki Terk ve Zühd Kavramı
Zühd terki terk yolundaki insanın fiilidir. Kelime olarak  ilgisizlik ve yüz çevirmek, alaka göstermemek şeklinde izah edilebilir. Yani Yaradan dışındaki bütün her şeyi  terk etmek, Hak yolunda, yaratılmış hiç bir şey ile alakadar olmamak anlamlarını karşılar. Yoğun kullanım alanı tahmin edersiniz ki tasavvuf yoludur... Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus vardır. Dinimizde başka dinlerde ki gibi ruhbanlık yoktur. Halktan kopmak, dünyayı terk edip meczup gibi yaşamak yoktur. Veli evliya dahi ekseriya meslek sahibidir. Büyük erenler çoban, fırıncı, tüccar veya terzi olmuş, dünya hayatından asla büsbütün kopmamışlardır. Zühd benlik ve bilinçte bir boyuttur... Yoksa tek başına dağlarda yaşamak değil... Efendimiz dünya servetini reddetmemiştir. Dünya hayatında mal mülk sahibi olmayı ve bunları doğru yolda harcamayı özendirmiştir. Bakın konuyla ilgili iki Hadisi Şerif aktarayım: “Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir ticaret ehli, nebiler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir.” Tirmizi, Büyu, 4 “Doğru tüccar, kıyamet günü Arş’ın gölgesindedir.”  İbn Mace, Ticarat 1 Demek oluyor ki zühd kavramını incelerken ve terki terk derken, bu boyutu da her daim aklımızda tutacağız... Zühd esasen Yaradan'dan gayri her bir  şeyi kalpten uzak tutmaktır. Gönül dünyasını ise her daim Allah ile beraber kılmaktır... Terki terk konusuyla ilgili bir inceliğin daha altı çizilmeden geçilmemesi gerekir. Herhangi bir şeyi terk etmek için öncelikli şart ona sahip olmaktır değil mi? Mal, mülk, makam, mevki, şan, şöhret veya nüfuz sahibi insanlar terk ettim dediğinde anlam ifade eder. Yoksa neyin var ki, neyi terk ediyorsun.!? Değerli okuyucum, ben ne tasavvuf da ilim sahibi ne de ilahiyatçıyım. Haliyle bildiğimi ve hissiyatımı paylaşacağım. Hata eder isem bilenler düzeltsinler, hayra girsinler... Terki terk Şah-ı Nakşibendi (Hz)' nin aşağıdaki beyiti ile hayat buluyor: “Der tarik-i Nakşibendi lazım amed çar terk / Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hesti, terk-i terk” Muhammed Uveysi'l Buhârî/Şahı Nakşibendi Muhammet Bahaeddin olarak da anılır mübarek Nakşibendi (Hz) Özbekistan, Buhara'da yaşamıştır. Bu beyit ile müridlerine kendi yolunu tarif etmiştir. Aklım yettiğince anladığımı kısa kısa açıklayayım, elbet kendimize düşen bir pay buluruz; Terki Terk İçin Dört Boyut 1- Terk-i Dünya : Dünyevi çabaların ve bütün dünyevi edinimlerin, asgari ihtiyaç dışında kalanlarını kalpten ve benlikten atmaktır. Nitekim bunların tamamı kısacık dünya ömrünü sonlandırıp, ötelere göçerken zarureten terk edilecektir. Hepsi geçicidir... Tek kalıcı olan kullukta ki başarıdır... 2- Terk-i Ukba : Ahiretten bir pay için çaba sarf etmemektir. Yani dinimizi yaşarken, ne cennet keyfini gözeterek ne de cehennem korkusuna sığınarak hareket etmemektir. İlla Allah rızasını arzu edip, Yaradan 'a karşı mahcup olmamak ve O'na itaat ile yakın olmak iştiyakı ile yaşamaktır. Hayır ve şerrin Rabb'imizden geldiğini bilip; şımarmadan veya isyan etmeden baş üstüne deyip razı olmaktır... 3- Terk-i Hesti : Enaniyet, benlik ve varlık davasından vazgeçmektir. Allah'a karşı -haşa- "ben" demek gafletinde bulunmamaktır. Haliyle kullarına karşı da egonun terki gerektir... Zira gerçekte Yaradan dışında hiçbir varlık yoktur. Hepsi ve hepimiz O'nun ikramı ile var olduk. Nefsimiz bu davayı güder. Ben varım, şahsıma münhasır bir varlığım der. Ona ubudiyet ve kullukla terbiye vermeliyiz. 4- Terk-i Terk : Yaşasın bak nasılda terk ettim tuzağına düşmemektir. Terk ettim diye böbürlenmek, terk etmediğimizin göstergesidir. Terk ettiğine dönüp bakmamak, nefsini kabartacak şekilde kendini tebrik etmemektir. Terk ettiklerini anmamak, arkalarından bakmamak, terk ettiğini unutup, kullukta yol almaya devam etmek demektir. Terki terk ile Allah'tan başka hiçbir şeye sahip kalmamaktır. İşte böyle... Yüksek bir kulluk ve yalan dünya bilinci. Allah hepimize azıcık da olsa tattırsın İnşaallah... TERKİ TERK İÇİN BEDİÜZZAMAN YAKLAŞIMI Şah-ı Nakşibendi (Hz)' nin bu tarifi, Bediüzzaman Said Nursi (Hz)' nin de dikkatinde bulunmuş ve risalede şöyle yazmış: "Der tarik-i aczmendi lazım amed çar çiz / Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz."Mektubat / 4. Mektup Aklım erdiğince izah etmeye çalışayım ; 1- Fakr-ı Mutlak : İnsanoğlunun sınırsız ihtiyaçları sebebi ile fakir olmasını ifade eder. Su ve hava ile başlayan ve sonu gelmeyen ihtiyaçlar... Ne kadar muktedir ve gelişmiş olursa olsun, insanlık kainatın işleyişine muhtaçtır ve muhtaç kalacaktır. Zira insan tefekkür edip etrafına baksa, ihtiyaçlarından yola çıkarak Allah'a varacaktır. 2- Acz-i Mutlak : İnsan acizdir. Kendi taleplerini kendisi karşılamaya muktedir değildir. En basit bir eksikliği dahi kendisi gideremez, Yaratıcı' nın yarattıklarına muhtaçtır ve kesinlikle acizdir. İnsanın hem kendisi ve hem de çevresindeki her yaratılmış için, acizlik halinde bulunması, Allah'a giden bir rota çizmelidir. 3- Şükr-ü Mutlak : Allah'ın bizi var etmesine ve bütün kötü hallerimiz ve günahlarımız karşısında bize merhametle muamele etmesine şükran duyarak, Rahmetine sığınmayı, şefkatine nail olmayı bu yol üzerine devamlı şükür halinde bulunmayı ifade eder. Bu şekilde insan, Allah'ın ikramlarında ki hikmetleri fark eder. Kulluk yolunda cesaret ile yürümek için kuvvet bulur;  şükür içinde olur. 4- Şevk-i Mutlak : Doğru yolu tespit ettikten sonra, inandığın yolda iddia, sebat, sabır ve azimle yürümek anlamına gelir. Bu yolda bulunmaktan şevk ile haz duyar. Şevk sahibi insan, Allah'tan gayrı kimseden bir karşılık veya menfaat gütmeksizin inandığı davaya hizmet eder. Zorluklar, yokluklar veya olumsuz gelişmeler onu yolundan alıkoyamaz. Ümitsizliğe düşüremez... Sonuç Olarak Değerli okuyucum isterseniz bir bileşke doğurun, yada birine tabi olun. Ne fark eder ki; fark etmiyor musunuz? Hepsi aynı yola çıkan öğretiler bunlar ve yolun sonu ALLAH (C.C.)... Zira başka neresi olabilir ki.!? Terki terk et bak, berrak olacak görüşün. Gerçekleri göreceksin. Dünya fani; bileceksin... İmanın ve İslam'ın şartları bellidir. Başka sorumluluğumuz da yoktur. Velev ki bunlarda sabit kalalım. Öte yandan Tasavvufi hayat tarzı türlü lezzetler barındırmaktadır. Seçim meselesidir. Farz değildir. Lakin Allah'a daha yakın olmak için seçilecek yollar vardır. Hakk’ın yakınlığını ve rızasını kazanmak için  çalışacak isen ve samimi isen tasavvuf sırlarla dolu keyifli ve yol göstericidir. Fakat bildirmek gerekir ki tasavvufun mistik ve sırlı hallerini sömürerek hayat bulan ve kendisini tasavvuf kapısı olarak ilan eden,  ama  şarlatanlıktan ibaret bir sürü oluşum da vardır. Dikkatli ve bilinçli  hareket etmeli bu konuda... İslam Ansiklopedisi tasavvufu şöyle tanımlıyor : İslam’ın zahir ve batın hükümleri çerçevesinde yaşanan manevi ve deruni hayat tarzı.İslam Ansiklopedisi Mutasavvuf veya Sufi tanımı da şöyle : Tasavvufî hayat tarzını benimseyerek bu yolla  Hakk’ın yakınlığını kazanmaya çalışan kimse.İslam Ansiklopedisi Allah bizleri Rızasına ulaşmış kimselerden eylesin....... İnsan-ı kamile yaklaştıkça, akıl keskin bir hal alır. Görüş berraklaşır. Sezgiler güçlenir. Kalp gözü açılır ve gönül masivadan arınarak safi bir hale evrilir. Asli olarak bu hal gerçek bir özgürlüktür... Dünya esaretine baş kaldırmış, esas ebedi hayata adanmış kutlu bir özgürlük... Nitekim zaman ve mekan anlamını yitirir. Asıl olanı bulan ruh, kopya ve taklit ile tatmin olamaz hale gelir. Daha adil ve objektif bir sezgi kaplar her yanını... Madde, cisim ve vücut ile alakası kesilmekte olan nefis çırpınır. Dünya yükünün ve bulanık, kirli hallerinin bir bir yok olması onu deliye çevirir. Nefis ve şeytan hiç olmadığı kadar güçlü ve kurnazca saldırılarını arttırır. Lakin perdelerin bir bir kalktığını gören ruh; yaradılış sırlarına odaklanır, dünyalık esaretinden kurtuldukça rahatlar ve hürriyetine kavuşur... Gerçek mutluluk burada saklıdır değerli okuyucum... Allah'u Alem.... Read the full article
1 note · View note
oguzhans003 · 6 years
Text
Allah’tan hakkıyla haya edin.
Ravi: İbnu Mes'ud (ra)
Resulullah (sav) "Allah'tan hakkıyla haya edin!" buyurdular. Biz: "Ey Allah'ın Resulü, elhamdülillah, biz Allah'tan haya ediyoruz" dedik. Ancak O, şu açıklamayı yaptı: "Söylemek istediğim bu (sizin anladığınız haya) değil. Allah'tan hakkıyla haya etmek, başı ve onun taşıdıklarını, batni ve onun ihtiva ettiklerini muhafaza etmen, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamandır. Kim ahireti dilerse dünya hayatının zinetini terketmeli, ahireti bu hayata tercih etmelidir. Kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah'tan hakkıyla haya etmiş olur."
Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Tirmizi, Kıyamet 25, (2460)
Hadisin Açıklaması:
Bu hadiste, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah'tan hakkıyla hayâ etmek" diye farklı bir mefhumdan söz etmektedir. Farklı diyoruz. Çünkü, halkın mutad hayâ anlayışını kabul etmeyerek, hakkıyla hayâyı yeni baştan târif ediyor. Buna göre, kişi dinleyip, görüp öğrendiğinden, yiyip içtiğine kadar her şeyin Allah'ın rızasına uygun olmasına dikkat etmelidir, gerçek hayâ budur. Zîra başın taşıdıklarından göz, kulak, lisan gibi maddî ve zâhirî; hâfıza, hayâl, tefekkür gibi ruhî ve görünmez duygu ve hasseler kastedilmektedir. Keza batnın ihtiva ettiklerinden murad da mide, ferc, kalb, el ve ayaklar gibi batın ve batna bağlı her şeydir. Bu uzuvların ilgili olduğu bütün fiiller buraya dahildir. Şu halde insan bütün organlarını helâlde kullanmadıkça hakikî hayâya eremez.
Beyzâvî der ki: "Allah'tan hakkıyla hayâ, sizin zannettiğiniz şey değildir. Bilakis o, kişinin nefsini bütün organlarıyla Allah'ın razı olmayacağı fiil ve sözlerden korumasıdır."
Süfyan İbnu Uyeyne de şöyle demiştir: Haya takvanın en hafif mertebesidir. Kul hayâ etmedikçe Allah’tan korkmaz. Ehl-i takvânın takvâya, hayâdan başka girdiği bir kapı var mıdır?"
Hadîsle ilgili olarak Tîbî de şunu söylemiştir: “Burada baş, her çeşit kötü ahlâkın kab ve zarfı kılınmış; ağız, göz, kulak ve bunlara bağlı olan diğer manevî duyguların hepsi kastedilmiş ve bunların kötülüklerden korunması emredilmiştir.
Münâvî, hadiste geçen "ölümü ve toprakta çürümeyi hatırla" ibaresiyle ilgili olarak şu açıklamayı kaydeder: "Kim kemiklerinin çürüyeceğini, azalarının dağılacağını derhatır eder, aklına getirirse; dünyevî, fani lezzetler nazarında kıymetini kaybeder ve âhireti kazanmada gerekli olan şeyler ehemmiyet kazanır, Allah'a saygı ve sevgi ile ibadet eder."
Tîbî hadisin sonunda geçen: "Kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah'tan hakkıyla hayâ etmiş olur" cümlesiyle ilgili olarak der ki: "Bu sözle, bütün geçmiş kaydedilenlere işaret edilmektedir. Kim bunlardan birini ihmâl ederse hayâ duyma sorumluluğundan kurtulamaz. Bundan şu husus ortaya çıkmıştır: İnsanın cibilleti ve baştan ayağa dahili ve hâricî uzuvlarıyla hilkati, kusur madeni ve rüsvaylık mahallidir, bunu yegâne bilen de Allah Teâlâ'dır. Öyle ise, hakikî hayâ, O'ndan utanmak ve yapıldığı takdirde ayıplanılacak şeylerden kaçınmakla hâsıl olur. Bunun da aslı, esâsı, İslâm'a göre değeri olmayan şeyleri yani mâlayâniyâtı terketmek, mânası, değeri, sevabı olan şeylerle meşgul olmaktır. Kim bu söyleneni yerine getirirse Allah ona gerçek hayâyı müyesser kılar.
Hayânın pekçok mertebesi vardır. En üst mertebesi: Zâhiren ve bâtınen, içiyle dışıyla kişinin Allah'tan hayâ etmesidir. İşte bu, kişiye müşâhede makamı kazandıracak olan murâkabe makamıdır.
el-Mecmû'da Şeyh Ebu Hâmid'den şu kaydedilmiştir: "Hasta veya sağlam herkes bu hadisi, dilinde pelesenk olacak şekilde çokca zikretmesi lazımdır ve bilhassa hastalar!"
1 note · View note
mevedde-blog · 7 years
Text
Rahmet ile imtihan arasında ince bir çizgi vardır
Bu sıkıntılı zamanda nefsim sabırsızlıkla beni taciz ederken, bu fıkra onu tam susturdu, şükrettirdi. Size de faydası olur diye leffen takdim edilen bu fıkra, başımın yanında asılı duruyor.
1. Ey nefsim! Yetmiş üç sene, yüzde doksan adamdan ziyade zevklerden hisseni almışsın. Daha hakkın kalmadı.
2. Sen, ani ve fani zevklerin bekasını arıyorsun. Onun için, onun zevaliyle ağlamaya başlıyorsun. Kör hissiyatınla bu yanlışının tam tokadını yersin. Bir dakika gülmeye bedel on saat ağlıyorsun.
3. Senin başına gelen zulümler ve musibetlerin altında kaderin adaleti var. İnsanlar, senin yapmadığın bir işle sana zulmediyorlar. Fakat kader, senin gizli hatalarına binaen, o musibet eliyle seni hem terbiye, hem hatana kefaret ediyor.
4. Hem yüzer tecrübenle, ey sabırsız nefsim, kat i kanaatin gelmiş ki, zahiri musibetler altında ve neticesinde inayet-i İlahiyenin çok tatlı neticeleri var. -1- çok kat i bir hakikatı ders veriyor. O dersi daima hatıra getir. Hem, feleğin çarkını çeviren kanun-u İlahi, senin hatırın için o pek geniş kanun-u kaderi değiştirilmez.
5. -2- kudsi düsturunu kendine rehber et. Hevesli akılsız çocuklar gibi, muvakkat, ehemmiyetsiz lezzetlerin peşinde koşma. Düşün ki, fani zevkler, sana manevi elemler, teessüfler bırakıyor. Sıkıntılar, elemler ise, bilakis, manevi lezzetler ve uhrevi sevaplar veriyor. Sen divane olmazsan, muvakkat lezzeti yalnız şükür için arayabilirsin. Zaten lezzetler şükür için verilmiş.
Said Nursi
• • •
1- Belki sevmediğiniz şey hakkınızda hayırlıdır. (Bakara Sûresi: 2:216.) 2- Kadere imân eden, kederden emin olur.
2 notes · View notes