Tumgik
#dopamin fazlalığı
ruhsalseyler · 5 months
Text
Dopamin, Bağımlılık, Akıl Oyunları
0 notes
saglikvehastalik · 9 months
Text
Hormon Bozukluğu Neden Olur?
Tumblr media
Hormon bozukluğunun birçok farklı nedeni olabilir. Bunlardan bazıları şunlardır: - Genetik faktörler: Bazı kişilerde doğuştan gelen veya sonradan ortaya çıkan genetik mutasyonlar hormon üretimini veya salgılanmasını etkileyebilir. Örneğin Turner sendromu, Klinefelter sendromu, konjenital adrenal hiperplazi gibi durumlar hormon bozukluğuna yol açabilir. - Endokrin sistem hastalıkları: Endokrin sistem, hormon üreten ve salgılayan organlardan oluşur. Bu organlarda meydana gelen hastalıklar veya tümörler hormon dengesini bozabilir. Örneğin tiroid bezi hastalıkları, hipofiz bezi hastalıkları, polikistik over sendromu, Addison hastalığı, Cushing sendromu gibi durumlar hormon bozukluğuna neden olabilir. - Çevresel faktörler: Hormon bozukluğuna neden olan çevresel faktörler arasında beslenme, stres, yaşam tarzı, ilaç kullanımı, kimyasal maddelere maruz kalma gibi etkenler sayılabilir. Örneğin aşırı şekerli veya işlenmiş gıdalar tüketmek, stres altında olmak, düzensiz uyumak, sigara veya alkol kullanmak, doğum kontrol hapları veya steroidler gibi ilaçlar almak, plastik ürünler veya kozmetik ürünler gibi hormonları taklit eden veya engelleyen maddelerle temas etmek hormon bozukluğuna sebep olabilir.
Hormon Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?
Hormon bozukluğunun belirtileri hormondan hormona ve kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. Ancak genel olarak hormon bozukluğunun bazı yaygın belirtileri şunlardır: - Kilo değişimi: Hormon bozukluğu kilo alımına veya kaybına neden olabilir. Özellikle tiroid bezi hastalıkları kilo değişimine yol açar. Hipotiroidi (tiroid bezinin az çalışması) durumunda kilo alma, hipertiroidi (tiroid bezinin fazla çalışması) durumunda kilo kaybı görülebilir. - Tüylenme: Hormon bozukluğu vücuttaki tüylenmeyi arttırabilir veya azaltabilir. Özellikle kadınlarda androjen (erkeklik hormonu) fazlalığı tüylenmeye neden olur. Bu durum polikistik over sendromu veya konjenital adrenal hiperplazi gibi hastalıklarda görülebilir. Erkeklerde ise östrojen (kadınlık hormonu) fazlalığı tüylenmeyi azaltabilir veya göğüs büyümesine neden olabilir. - Cinsel problemler: Hormon bozukluğu cinsel isteği, performansı ve üreme yeteneğini etkileyebilir. Kadınlarda hormon bozukluğu adet düzensizliği, yumurtlama bozukluğu, kısırlık, vajinal kuruluk, ağrılı cinsel ilişki gibi sorunlara neden olabilir. Erkeklerde ise hormon bozukluğu ereksiyon bozukluğu, sperm sayısında azalma, kısırlık, meme büyümesi gibi sorunlara yol açabilir. - Ruh hali değişiklikleri: Hormon bozukluğu ruh halinde dalgalanmalara, depresyona, anksiyeteye, sinirliliğe, uykusuzluğa veya aşırı uyumaya neden olabilir. Özellikle serotonin, dopamin, melatonin gibi hormonlar ruh halini etkiler. Ayrıca kadınlarda menopoz döneminde veya adet öncesi sendromunda hormon dalgalanmaları ruh halini değiştirebilir. - Diğer belirtiler: Hormon bozukluğunun diğer belirtileri arasında baş ağrısı, migren, kas ve eklem ağrıları, kemik erimesi, cilt problemleri, saç dökülmesi, terleme, sıcak basması, yorgunluk, halsizlik, bağışıklık sisteminin zayıflaması gibi durumlar sayılabilir.
Tumblr media
Hormon Bozukluğu
Hormon Bozukluğu Tedavisi Nasıl Yapılır?
Hormon bozukluğu tedavisi hormon bozukluğunun nedenine ve türüne göre değişir. Hormon bozukluğu tedavisinin temel amacı hormon dengesini sağlamak ve hormon bozukluğunun yol açtığı sorunları gidermektir. Hormon bozukluğu tedavisinde genellikle şu yöntemler kullanılır: - İlaç tedavisi: İlaç tedavisi hormon bozukluğuna neden olan hastalığın tedavisinde veya hormon seviyelerini düzenlemek için kullanılır. Örneğin tiroid bezi hastalıklarında tiroid hormonu ilaçları, polikistik over sendromunda doğum kontrol hapları veya insülin direncini azaltan ilaçlar, menopozda hormon replasman tedavisi (HRT) gibi ilaçlar verilebilir. İlaç tedavisi doktor kontrolünde ve önerilen dozlarda yapılmalıdır. - Cerrahi tedavi: Cerrahi tedavi hormon bozukluğuna neden olan tümörlerin veya kistlerin alınması için uygulanabilir. Örneğin hipofiz bezi tümörleri veya yumurtalık kistleri cerrahi olarak çıkarılabilir. Cerrahi tedavi sonrasında ilaç tedavisine devam edilebilir. - Radyasyon tedavisi: Radyasyon tedavisi hormon bozukluğuna neden olan tümörlerin veya kistlerin küçültülmesi veya yok edilmesi için uygulanabilir. Örneğin tiroid bezi tümörleri veya hipofiz bezi tümörleri radyasyon tedavisi ile tedavi edilebilir. Radyasyon tedavisi sonrasında ilaç tedavisine devam edilebilir. - Yaşam tarzı değişiklikleri: Yaşam tarzı değişiklikleri hormon bozukluğunu önlemek veya tedavi etmek için önemlidir. Yaşam tarzı değişiklikleri arasında şunlar yapılabilir: - Sağlıklı ve dengeli beslenmek: Hormon bozukluğunu önlemek veya azaltmak için sağlıklı ve dengeli beslenmek gerekir. Şekerli, işlenmiş, yağlı ve katkılı gıdalardan uzak durmak, sebze, meyve, tam tahıl, baklagil, yağsız protein ve sağlıklı yağlar tüketmek faydalıdır.
Kromozoma Bağlı Hormon Bozukluğu Nedir?
 Kromozoma bağlı hormon bozukluğu, kromozomlarda meydana gelen sayısal veya yapısal anormalliklerin hormon üretimini veya salgılanmasını etkilediği bir durumdur. Kromozomlar, vücudumuzdaki hücrelerde bulunan ve genetik bilgimizi taşıyan DNA paketleridir. Normalde insanlarda 23 çift olmak üzere toplam 46 kromozom vardır. Bu kromozomlardan 22 çifti otozom, 1 çifti ise cinsiyet kromozomu olarak adlandırılır. Cinsiyet kromozomları X ve Y şeklinde sembolize edilir ve biyolojik cinsiyetimizi belirler. Dişilerde XX, erkeklerde XY kromozomu vardır. Kromozoma bağlı hormon bozukluğu, kromozom sayısında veya yapısında meydana gelen değişikliklerden kaynaklanabilir. Kromozom sayısında fazlalık veya eksiklik anöploidi olarak adlandırılır. Anöploidi, genellikle mayoz bölünme sırasında kromozomların eşit olarak ayrılmamasından kaynaklanır. Anöploidiye örnek olarak Down sendromu, Klinefelter sendromu, Turner sendromu gibi durumlar verilebilir. Bu durumlarda hormon bozukluğu, tiroid bezi, hipofiz bezi, yumurtalık veya testis gibi hormon üreten organların gelişimini veya işlevini etkiler. Kromozom yapısında meydana gelen değişiklikler ise translokasyon, inversiyon, delesyon veya duplikasyon gibi isimler alır. Bu değişiklikler, genellikle DNA’nın kopyalanması veya onarılması sırasında hatalar oluşmasından kaynaklanır. Kromozom yapısındaki değişikliklere örnek olarak Prader-Willi sendromu, Angelman sendromu, Williams sendromu gibi durumlar verilebilir. Bu durumlarda hormon bozukluğu, hormon üreten genlerin silinmesi, eklenmesi veya yer değiştirmesi sonucunda ortaya çıkar. Kromozoma bağlı hormon bozukluğunun belirtileri, etkilenen hormona ve organa göre değişebilir. Genel olarak hormon bozukluğunun belirtileri arasında kilo değişimi, tüylenme, cinsel problemler, ruh hali değişiklikleri, baş ağrısı, migren, kas ve eklem ağrıları, kemik erimesi, cilt problemleri, saç dökülmesi, terleme, sıcak basması, yorgunluk, halsizlik gibi durumlar sayılabilir. Kromozoma bağlı hormon bozukluğunun tedavisi ise hormon bozukluğunun nedenine ve türüne göre değişir. Hormon bozukluğu tedavisinin temel amacı hormon dengesini sağlamak ve hormon bozukluğunun yol açtığı sorunları gidermektir. Hormon bozukluğu tedavisinde genellikle ilaç tedavisi kullanılır. İlaç tedavisi ile eksik olan hormon yerine konur veya fazla olan hormon baskılanır. Örneğin tiroid bezi hastalıklarında tiroid hormonu ilaçları, polikistik over sendromunda doğum kontrol hapları veya insülin direncini azaltan ilaçlar verilebilir. İlaç tedavisi doktor kontrolünde ve önerilen dozlarda yapılmalıdır. Hormon bozukluğu tedavisinde ayrıca cerrahi tedavi veya radyasyon tedavisi de uygulanabilir. Bu tedavi yöntemleri hormon bozukluğuna neden olan tümörlerin veya kistlerin alınması veya yok edilmesi için kullanılır. Örneğin hipofiz bezi tümörleri veya yumurtalık kistleri cerrahi olarak çıkarılabilir. Radyasyon tedavisi ise hormon üreten organlara yönelik radyoaktif ışınlar uygulanarak hormon üretiminin azaltılması veya durdurulması için kullanılır. Hormon bozukluğu tedavisinde son olarak yaşam tarzı değişiklikleri de önemlidir. Yaşam tarzı değişiklikleri arasında sağlıklı ve dengeli beslenmek, egzersiz yapmak, stresten uzak durmak veya yönetmek, sigara ve alkol kullanmamak, uyku düzenine dikkat etmek gibi etkenler sayılabilir. Bu etkenler hormon dengesini desteklemeye ve hormon bozukluğunun önlenmesine veya azaltılmasına yardımcı olur. Hormon bozukluğu bulaşıcı bir hastalık değildir. Hormon bozukluğu genetik, endokrin veya çevresel faktörlerden kaynaklanır. Hormon bozukluğu olan bir kişi ile temas etmek veya aynı ortamda bulunmak hormon bozukluğuna yakalanmaya neden olmaz. Ancak hormon bozukluğu olan bir kişi ile cinsel ilişkiye girmek veya kan nakli yapmak gibi durumlarda bulaşıcı hastalıklara yakalanma riski artabilir. Hormon bozukluğu hamileliği etkileyebilir. Hormon bozukluğu olan kadınlarda yumurtlama bozukluğu, kısırlık, düşük, erken doğum, preeklampsi, gestasyonel diyabet gibi sorunlar görülebilir. Hormon bozukluğu olan erkeklerde ise sperm sayısında azalma, kısırlık, cinsel performans bozukluğu gibi sorunlar görülebilir. Bu yüzden hormon bozukluğu olan kişiler hamile kalmak istiyorlarsa doktorlarına danışmalı ve uygun tedavi yöntemlerini uygulamalıdır. Read the full article
0 notes
hcagla · 1 year
Text
Dopamin Detoksu ile Anlık Mutluluklara Geri Dönebilir Miyiz?
Tumblr media
Dopamin detoksu kavramını ilk olarak Oksijen Gazetesi'nde Ayşegül Çoruhlu'nun yazısı ile öğrendim. Dopamin detoksu nedir demeden önce dopamini tanıyalım. Dopamin, beynimizde bizi zevk hissettiren aktiviteler yapmaya motive eden bir nörotransmitterdir. Zevk aldığınız bir aktivite ile meşgul olduğunuzda beyninizde dopamin salgılanır. Peki bu konu benim neden ilgimi çekiyor? Eşim işten eve gelince koltukta en az 3 saat boyunca yatarak Instagram'da story izleyebilir. O kadar çok böyle kısa içerikler tüketiyor ki artık tahammül sınırı oldukça düşmüş durumda. Geçen gün arabada Spotify'dan müzik dinlerken 3 dakikalık bir müziğe bile tahammül edemediğini fark ettim. Her yeni şarkının yarısında sürekli diğer şarkıya geçti. Özellikle sosyal medyanın bu kadar yaygınlaşmasıyla insanlarda sabrın, uzun süreli bir şeyden zevk almanın veya tahammülün kalmadığını düşünüyorum. Çünkü zevk aldığımız her an her şey elimizin altında ve hızlıca tüketebiliyoruz. Instagram'da hızlıca storyleri geçebiliyoruz, TikTok videoları izleyebiliyoruz hatta istediğimiz yemeği yaklaşık 7-8 dakikada kapımıza çağırabiliyoruz. Zevk veren aktiviteler arasında yemek yemek, içmek, en sevdiğiniz filmi izlemek, müzik dinlemek gibi basit şeyler, video oyunları oynamak, art arda Netflix izlemek veya  kumar oynamak gibi "yapay" uyaranlar yer almaktadır. Ne kadar çok video oyunu oynarsanız, ihtiyaçlarınızı karşılamak için o kadar çok oynamanız gerekebilir, bu da düzensiz oyun veya bağımlılığa yol açar. Örneğin video oyunları bağımlılığını ele alalım. Beynimiz bir süre sonra uyarana alışır, bu da ihtiyaçlarımızı karşılamak için giderek daha fazla video oyunu oynamamız gerektiği anlamına gelir. Diğer faaliyetler, arzu ettiğimiz uyarana kıyasla daha az zevkli gelmeye başlar. Bu yazı da ilgini çekebilir: Hayatınıza Doğru Yön Verebilmeniz için 10 Öneri Ayrıca video oyunları oynamak rahat ve hareketsizdir ve zevk almak için fazla çaba gerektirmez. Sadece telefonunuzu veya bilgisayarınızı açıp oyunu oynamaya başlamanız yeterlidir ve neredeyse anında uyarım ve zevk almaya başlayacaksınız. Oyun oynamayı, spor salonuna gitmek gibi dopamin üreten daha az kullanışlı veya daha yüksek efor gerektiren aktivitelerle karşılaştırırsak, video oyunları oynamak daha rahat hissettirecektir. Oyun oynamanın anlık tatmini için diğer etkinlikleri ihmal etmeyi düşünebiliriz.
Dopamin Detoksu Nedir?
Dopamin fazlalığı gibi eksikliği de zararlıdır. Dopamin eksikliğinde de örneğin motivasyon, uyuşukluk gibi günlük yaşantımızı etkileyen ve bizi üretkenlikten alıkoyan etkiler görülebilmektedir. Dopamin detoksu kuralları içerisinde belki de en önemlisi denge. Yüksek miktarda dopamin üreten aktiviteler yapmayı bırakacağınız için, bunların yerine egzersiz gibi sizi tatmin edecek kadar dopamin üretecek aktivitelerle değiştirmeniz gerekecek. Dopamin detoksunun amacı, tüm zevkli aktiviteleri ortadan kaldırmak değil, sizi bağımlı yapan ve hayatınızda sorunlara neden olan aktiviteleri durdurmaktır.
Tumblr media
Buradaki anahtar, sizi gerçekten mutlu ve tatmin olmuş hissettiren ve sizi sağlıklı yapan faaliyetlerden dopamin üretmeye çalışmanızdır. Dopamin detoksu nasıl yapılır? Bu detoksun mantığı dopamin seviyenizi çok yükseğe çıkaran tüm bağımlılık yapıcı faaliyetlerden kaçınmaktır.  Detoksun ana fikrine gelelim; sosyal medya, video oyunları, kumar ve diğer bağımlılık yapan davranışlar gibi faaliyetlere bağımlı olmayı bırakmak. Anlık dopamin uyaranlarından kaçınacak ve bunları uzun sürede dopamin üreten daha sağlıklı aktivitelerle değiştireceksiniz. Dopamin detoksu kaç gün yapılır? Genellikle 3 ay olarak önerilir. Ufak adımlarla başlamak isteyebilirsiniz. Kendinize haftalık hedefler belirleyin. Örneğin bir hafta boyunca sosyal medyaya girmeyeceğim gibi. Bu noktada şunu söylemek istiyorum dopamin detoksu ile ilgili kanıtlanmış araştırmalar yok.
Dopamin Detoksu Faydalı Mı?
İlk iki hafta her türden alışkanlığı yerleştirmede olduğu gibi zor olacaktır. Fakat bunları yine sağlıklı alışkanlıklarla değiştirerek geliştirebilirsiniz. Örneğin anlık atıştırmalıklarla ilgili bir sorununuz varsa; kahvenin yanında mutlaka küçük bir parça kurabiye yiyorsanız ve daha sonra bu size pişmanlık yaratıyorsa bu anlık hazdan vazgeçmeniz gerekebilir. Bunun yerine kahvenin yanında kurabiye yemeyeceğim kahvenin yanında bir parça badem yiyeceğim ya da kahveyle kitap okurum algısını kendinize uyarlayabilirsiniz. Sonunda, daha olumlu hissetmeye ve düşünmeye başlayacaksınız, daha fazla enerjiniz olacak ve istekleriniz azalmaya başlayacak. Bir süre sonra artık oyun oynama ihtiyacı hissetmezsiniz ve plana sadık kaldığınız sürece hayatınız tamamen değişebilir. Sevgilerle Bu yazıyı beğendiyseniz sosyal medya hesaplarınızdan paylaşırsanız fazlasıyla teşekkür etmiş olursunuz. Daha fazla bilgi için beni sosyal medyada takip etmeyi unutmayın - Facebook, Instagram, Pinterest ve Twitter. Read the full article
0 notes
cilginfizikcilervbi · 3 years
Text
Dopamin Fazlalığı Nedir?
Dopamin Fazlalığı Nedir? Dopamin vücudumuzda doğal olarak üretilen, yaptığımız işlerden zevk almamızı sağlayan bir çeşit kimyasal. Elbette her şeyin fazlasının zarar olduğunu biliyoruz. Dopaminin de fazlası bize ciddi anlamda hem fiziksel hem de kimyasal olarak zarar veriyor. Peki bu dopamin nasıl oluyorda bizim hayattan zevk almamızı sağlarken bir anda tüm hayat sevincimizi elimizden…
Tumblr media
View On WordPress
3 notes · View notes
akilfikirgezegeni · 4 years
Photo
Tumblr media
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB)
Ertan Yavuz
Hiperaktivite;  ‘’Hiper’’ (aşırı) kavramının aktivite (etkinlik) ile birleşmesi sonucu oluşan ve dünyadaki çocukların %5-7’sini dikkatini verememe ve dürtüsellikle bireyin öğrenme ve yaşam şeklini etkileyen sinirbilimsel (beynin büyüme ve gelişme şekliyle ilgili) bir bozukluktur. Çocuklarda (ki yetişkinlerde de görülür) aşırı hareketlilik pek tabi birçok kazaları da beraberinde getirir. Dürtüselliğe bağlı çoklu hareket etme isteği çevredeki uyaranların fazlalığı veya eksikliğine bağlı olarak değişkenlik gösterir.  Dürtüselliği biraz açacak olursak hazza odaklı beynin yapılan eylemin sonunda kazanılacak ödüle odaklı olarak en kestirme yoldan karar verme ve hareket etmesidir diyebiliriz. Bu aşamada bireyin beyninde ödüle ve motivasyonu sürdürücü bir nörotransmitter olan ‘’dopamin’’, yapılan eylemin vermiş olduğu mutluluğun ortaya çıkması için ‘’serotonin’’,  davranışı sürdürmek için ‘’noradrenalin’’  bu davranışların devam edici ısrarını sağlayabilmek için ise ‘’glutomat’’ gibi bazı sinir ileticilerinin yardımı gerekir. Hiperaktivite hakkında doğru bilinen yanlışların en önemlisi her hareketli ve toplumda yaramaz diye isimlendirilen çocuğun bu adla anılıyor olmasıdır. Bir çocuğa, gerek tıbbi, gerekse eğitsel olarak ‘’hiperaktif’’ tanısının koyulabilmesi için uzman kişilerce ve çeşitli gözlem ve testlerle bazı davranış ve eylemlerin gözlemlenmesi gerekir.
Mesela;
Durduğu yerde duramaz
Uzun süre yerinde sabit     oturamaz.
Çocukken koşar ya da     tırmanır, yetişkinken yerinde duramaz,
Sessiz ve sakin bir şeyle     meşgul olmada sıkıntı yaşar,
Adeta motor takılmış gibi     ya da düz duvara tırmanır gibi hareketlidir,
Aşırı konuşur,
Soruyu beklemeden dürtüsel     ve otomatik cevaplar verir,
Bekleme gerektiren işlerde     sıkıntı yaşar,
Başkalarının sözünü keser,
Aşırı hareketlilik bireyde dikkat dağınıklığına ya da eksikliğine de yol açacağı için tam olarak tanılamanın ismi DEHAB olarak anılmaya başlanmıştır. Dikkat bir bireyin belli konular, olaylar, olgular ya da nesneler arasında belirgin olana odaklanabilmek olarak tanımlanabilir ve eksikliği tam tersi olan odaklanamama durumu olarak ta görülebilir. Günümüzde her ne kadar bu tanılamaya sahip olmasa da aşırı uyaran fazlalığı ya da azlığı dikkat eksikliğine neden olabilmektedir. Yine uzman gözetiminde yapılması gereken dikkat eksikliği tanılamalarında bireylerin gözleminde dikkat edilmesi gereken noktalar;
Ayrıntıya dikkat etmeme,     sürekli hata yapma,
Dikkati sürdürmede sıkıntı     yaşama,
Umursamaz görünme,
Komutları izlemekte güçlük     çekme
Yapılan eylemi ya da     davranışı organize etme sorunu yaşama
Sürekli eşyalarını     kaybetme,
Dikkatini en ufak sesler     ve görüntüyle dağıtma,
Günlük işlerini     hatırlamakta zorlanma, hatta unutma,
Yukarıda madde madde gördüğümüz belirtilerin yanında Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite bozukluğuna bağlı olarak oluşabilecek bazı alt sorunlardan da bahsetmemiz gerekir. Mesela hafıza problemleri; Öncelikle Hafıza demişken; Hafızamız kabaca uzun ve kısa süreli olmak üzere iki kısma ayrılır. Kısa süreli hafızamız anlık durumları kısa bir süre içerisinde (takribi 15-20 sn) çizip yazmazsak kaybolduğu bölümdür. Uzun sürekli hafızamız ise eski ve yeni bilgileri en anlamlı ve eklektik bir biçimde birbiriyle kaynaştırıp, en sade şeklini vererek örüntüler kurması ve bu örüntüleri yeri ve zamanı geldiğinde kullanarak hayatımıza katmamızı sağlayan bilgi depomuzdur diyebiliriz.
DEHB’ta hafıza sorunları her iki şekilde de kendini gösterebilir, yani hem kısa anlık hafıza, hem de uzun, planlı hafıza işlevini doğru şekilde yerine getiremeyebilir. Tabi bu durumda da bireyde konuşma bozukluğundan, iletişim sorunlarına, unutkanlıktan, bilişsel kavrama becerilerinin zayıflığına kadar pek çok alanda zorlantıya neden olabilmektedir. Yine ayrıca sadece konuşma bozukluğunu ele alırsak, hafıza ile ilintisini şöyle kurabiliriz.
Artikülâsyon (Sesletim)     bozukluklar,
Fonolojik (Ses bilgisel)     bozukluklar,
Semantik (Anlamsal)     bozukluklar,
Kelime ve cümle bilgisinde     eksiklik,
İletişim yapısında     bozukluk,
Kısaca hafıza sorunları konuşma ile ilgili; anlama, anlatma, anlaşma sorunlarının daha da büyümesine ve sonrasında bireyde anlamlı bir öğrenme güçlüğü yaşamasına neden olabilmektedir. Öğrenme güçlüğü bilindiği gibi çocuklarda en çok akademik becerilere başlandığında ortaya çıkmakta, daha öncesinde alanında uzmanlar haricinde pekte tanılanamamaktadır. Okula başlayan birey mevcut yapılandırılmış müfredatı, yine belirli bir şekilde anlatılması sonucu konu ve konuları anlayamamakta ki; hele aşırı hareketlilik durumu da söz konusu ise daha bir artmakta, buna eşlik eden dikkatin dağılması faktörü öğrenim güçlüğünü artırmakta, tüm bunlarda bireyde davranış bozukluğuna yol açabilmektedir. Özellikle birey için okul, sınıf gibi ortamlarda belirli kurallara uyabilmesi ve istenilen ölçülerde hareket edebilmesi hem okul başarısı için hem de arkadaş ilişkileri için oldukça önem arz etmektedir. Okulda uygun davranışı geliştiremeyen birey sadece arkadaş çevresinde değil, yaşadığı çevre ve aile ortamında da yine farklı davranış tutumuna devam edebilmekte, her seferinde agresyon limitlerini yükseltmekte sonucunda böylesi bir tutum ilişkilere kalıcı zararlar verilmesine sebep olabilmektedir. Özellikle birincil derece yakınlığı bulunan ebeveyn ilişkilerinde mevcut ve sürdürülen davranış problemleri, bakım verenlerin daha depresif, tutucu, izole bir hayat yaşamalarına neden olabilmektedir.  Bu anlamda hiperaktif bireyin dürtüselliğini ve davranımını düzenleyememesi bazı durumlarda ebeveyn taraflı çocuğa şiddete kadar vardırılabilmekte, gerek fiziksel, duygusal, sosyal ya da ekonomik şiddet çeşitleriyle düzeltilmeye çalışılmaktadır. Taktir edersiniz ki, böylesi tutumlar sorun yaşayan bireyin davranışlarını daha çok tetiklemekte, sorunun olduğundan daha fazla içinden çıkılmaz bir boyuta dönüşmesine neden olmaktadır. Ebeveynin sorun yaşayan bireye aykırı davranması, onu anlayamaması bireyin, ya daha taşkın ya da sosyal bakımdan izole bir ortam yaratmasına sebebiyet vermektedir. Aynı belirtilerin bakım verenlerce de deneyimlenmesi içten bile değildir. Sorunların doğru tanımlanamaması, çözüm yolları hakkında fazlaca düşünülüp uygulanmaması beraberinde ruhsal yönden çözülmelere ve bu sebeplerle psikolojik/psikiyatrik destek ihtiyaçlarını gündeme getirir.
Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız DEHB hakkında sorunu tanıma ve oluşabilecek sorunları anlama üzerineydi. Gelin isterseniz bu kısımda da DEHB hakkında neler yapabiliriz, tanılanmış bir dikkat eksiliği ve hiperaktiviteli bireyin eğitsel ve davranışsal anlamda nasıl daha yetkin bireylere dönüştürürüz onu tartışalım.
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu günümüzde birçok çocuğun ve gencin yaşam kalitesini, okul başarısını, iletişim becerilerini ve daha pek çok yönden hayatını etkileyen önemli bir rahatsızlıktır. Ama yapılan eğitsel ve davranışsal uygulamalar, ruhsal ya da nörololojik açıdan yapılan araya girmeler bu rahatsızlığın minimalize olmasını sağlamış, bozukluk diye tabir edilen durum veya durumların sağaltımı gerçekleştirilerek birer çeşitlilik olması sağlanılması amaçlanmıştır. Dünya da ve ülkemizde de konuyla ilgili birçok akademik makale yazılmış olup yine birçoğuna çevrimiçi erişilebilmektedir. İsterseniz yazının bu kısmından sonra tanılanmış olan bu duruma ‘’rahatsızlık’’ veya ‘’bozukluk’’ demeyelim de ‘’ÇEŞİTLİLİK’’ ifadesini kullanalım ne dersiniz?
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Çeşitliliği yaşayan bireyler öncelikle farklı bilgi işleme ve farklı yetenekleri olma yönünden değerlendirilmelidir. Bu anlam da verilen eğitim aynı olsa dahi öğretme yöntemleri farklılık göstermeli, bireyin yetenekleri ve becerileri temel alınarak aktiviteler düzenlenmeli hatta oyuncak seçimleri bile bu çeşitliliklerine göre yapılmalıdır. Böylesi dikkat ve öğrenme sorunları yaşayan bireylerin güçlü yönlerinin tespit edilmesi ve bu yönlerin desteklenmesi yine nitelikli bir aile ve alanında uzman kişilerce yapılmalıdır. Bu bireylere davranışlar ve iletişim dili sevgi dolu, güven verici ve kendinden emin bir şekilde yapılmalıdır. Özellikle okul çağındaki DEHB yaşayan bireylerin uygun benlik bilincinin oluşması için doğru model ve doğru kişilik özellikleriyle karşılaşmalarına dikkat edilmelidir.
Okul ortamında DEHB için öncelikli konular;
Uyum sorunlarının     tanımlanması ve sağaltımı,
Yaşa ve beceriye uygun     öğretim metotlarının geliştirilmesi,
Benlik bilincinin     geliştirilmesi,
Akademik başarının     artırılması,
Ev ortamında DEHB için öncelikli konular;
Bireyin tıbbı ve eğitsel     tanısını göz ardı edilmemesi,
Benlik gelişimi için doğru     model olunması (sözel, davranışsal),
Bireyin yaş, cinsiyet ve     becerilerine göre bazı sınırlar ve sorumlulukların belirlenmesi,
Ailesi olarak çocuğun     daima sevileceğinin ve kabul edileceğinin hissettirilmesi,
Birlikte geçirilen zamanın     niteliğinin, süresinin belirlenmesi,
İletişim dillerinin (ben,     sen dili) öğrenilmesi ve yerinde kullanılması,
Ve en önemli madde sabırlı     olunması önem arz etmektedir.
 Her insan bir çeşitliliktir ve dünyanın bu kadar güzel olmasının nedeni, işte bu çok renkli çeşitliliğidir.
4 notes · View notes
webdedoktor · 7 years
Photo
Tumblr media
Dopamin Fazlalığı Nedir ? Dopamin Nedir ? Dopamin, katekolaminler olarak adlandırılan, nörotransmitterler ve hormonlar olarak görev yapan bir molekül sınıfının üyesidir.
0 notes
fenrees · 4 years
Text
Nörotransmitter Nedir?
Nörotransmitter kavramı, sinir sistemi içerisinde yer almaktadır. Sinir sisteminin temel yapısı olan nöronlar arasındaki iletişimi sağlayan kimyasala verilen isim olan Nörotransmitter, sinir sistemi içerisinde oldukça önemli bir yere sahip olmaktadır.
Sinir sistemindeki haberleşme organı olarak da bilinen Nörotransmitterler, elektrik akımı yoluyla beyindeki nöronların birbiri ile bağlantı kurmasını sağlamaktadırlar. Oldukça küçük yapılarak olarak bilinen bu kimyasallar özellikle ruhsal sağlık alanında önemli bir etkiye sahip olmaktadırlar.
Nörotransmitterler beyin içerisinde farklı isimlerle adlandırılabilmektedir. Özellikle yaşadığımız pek çok duygunun karşılığı beynimizdeki Nörotransmitter kimyasalları aracılığıyla uyarılmaktadır. Mesela günlük yaşamda mutluluk ve heyecan duygularımızın karşılıkları Dopamin ta da Serotonin kavramları da beyin içerisindeki Nörotransmitterler arasında yer almaktadır.
Duyguların yanı sıra günlük yaşamsal aktivitelerimizi doğru yapmamıza da kaynaklık eden Nörotransmitterler, doğru bir etkileşim sağladıklarında fiziksel anlamda da sağlıklı olmamıza kaynaklık etmektedirler.
Beynimizde Kaç Çeşit Nörotransmitter Bulunur?
Beynimizde bulunan Nörotransmitter çeşitleri, uyarıcı ve engelleyici olmak üzere iki farklı gruba ayrılmaktadır. Bu iki grupta da yaşamsal aktivitelerimiz üzerinde farklı etkiler bulunmaktadır.
Uyarıcı olarak adlandırılan Nörotransmitterler özellikle fiziksel faaliyetlerimiz ile ilgili alanları kontrol etmektedirler. Beyni uyararak harekete geçmesini sağladıkları için uyarıcı olarak adlandırılmaktadırlar. En çok bilinenleri şu şekilde sıralanmaktadır:
Dopamin: Kan basıncını yükseltmesi ve kalp atışlarını hızlandırması nedeniyle heyecan duygusuna karşılık gelebilmektedir. Dopamin eksikliğinin olması durumunda odaklanma problemlerinin yanı sıra hatırlama güçlüğü de meydana gelebilmektedir. Bu nedenle odaklanmayı arttırmak amacıyla da Dopamin içeren ilaçlar önerilebilmektedir.
Adrenalin: Doğrudan hareket gerektirmektedir. Kalp atışını hızlandıran ve nabzı yükselten bir etkisi bulunmaktadır.
Histamin ise bağırsaklar ile doğrudan ilişkili bir hormonu etkiler. Bağırsakların düzenli çalışması için temel yapıdır. Beyin ve bağırsağın eş zamanlı çalışmasının ve bozulmalardan birlikte etkilenmesinin nedenleri arasında yer almaktadır.
Bunların yanı sıra uyarıcının tam karşıtı olan engelleyici Nörotransmitterler de bulunmaktadır. Beyindeki uyarıları belirli anlamda düzenledikleri için engelleyici olarak adlandırılmaktadırlar.  Sakinlik ve denge içeren bu Nörotransmitterler arasından en çok bilinenler şu şekilde sıralanmaktadır:
Seratonin: Dengeli bir ruh hali için gerekli olmaktadır. Özellikle ruhsal bozukluklarda Seratonin desteği yapılmaktadır. Mutluluk hormonundan farklı olarak daha dengeli bir ruh halini içerdiği için mutlaka yeterli düzeyde bulunması gerekmektedir.
Asetilkolin: Öğrenme mekanizması olarak bilinir. Hafızanın güçlü kalması için bu Nörotransmitterler iyi çalışmalıdır. Aynı zamanda öğrenmenin kalıcı olmasını da sağlamaktadır.
Dopamin: Uyarıcı olduğu gibi engelleyiciler arasında da yer almaktadır. Fakat ağırlıklı olarak uyarıcı niteliği bulunmaktadır.
Endorfin: Mutluluk hormonu olarak bilinir. Acı hissini gidermekte ve haz duygusunu hissettirmektedir.
Bunların yanı sıra farklı isimlerde de engelleyici Nörotransmitter çeşitleri bulunmaktadır. Fakat engelleyici Nörotransmitter özellikleri genellikle sakinleştirici ve denge kurucu olarak bilinmektedir.
Mantolama nedir, faydaları nelerdir? Bilgilerine yazımızdan bakabilirsiniz.
Nörotransmitter Çeşitleri Ruh ve Beden Sağlığını Nasıl Etkiler?
Nörotransmitter çeşitlerinin sağlığımız üzerindeki etkileri, fizyolojik ve psikolojik olarak iki gruba ayrılmaktadır. Fakat her iki gruptaki problemler de birbiri ile ilişkili olmaktadır. Örneğin Nörotransmitterler sağlıklı çalışmadığında stres ortaya çıkmaktadır ve bununla beraber uyku, beslenme sorunları oluşmaktadır.
Nörotransmitterler ile ilgili olarak doğru çalışmaları üzerine değerlendirme yapılması gibi eksikliği ya da fazlalığı durumlarında da farklı hastalıklara neden oldukları bilinmektedir. Örneğin Dopamin eksikliği durumunda Alzheimer hastalığı riski yükselmekteyken Dopamin fazlalığı ile şizofreni ortaya çıkabilmektedir.
Bunların yanı sıra en çok bilinen Nörotransmitter çeşidi olan Serotonin eksikliği de depresyon tanısının başlıca nedenleri arasında yer almaktadır. Bunların her biri göz önünde bulundurulduğunda Nörotransmitterler nedeniyle fiziksel ve ruhsal hastalıkların oluştuğu bilinmektedir.
Nörotransmitter İle İlgili Video Anlatımı
youtube
Nörotransmitterler Hangi Hastalıklara Neden Olur?
Nörotransmitterlerin neden olduğu hastalıklar, şu şekilde sıralanabilmektedir:
Epilepsi
Motor Disfonksiyon
Hareket Bozuklukları
Parkinson
Alzheimer
Anormal Göz Hareketleri
Konuşma Bozuklukları
Gelişim Geriliği
Nörolojik Bazı Hastalıklar
Psikiyatrik tanılar
Bunların yanı sıra doğrudan Nörotransmitterler nedeniyle ortaya çıkmayan fakat dolaylı yoldan etkilerinin bulunduğu hastalıklar da bilinmektedir.  Dolayısıyla Nörotransmitter adı verilen kimyasalların, genel vücut sağlığı üzerinde büyük etkileri olduğu tıp literatürde yaygın olarak bilinen bir bilgidir.
Asetilkolin Nedir?
Asetilkolin kavramı, hem uyarıcı hem de engelleyici grup içerisinde yer alan bazı Nörotransmitterler olarak bilinmektedir. Ön beyin bölgesinde bulunan bu Nörotransmitterler doğrudan öğrenme ve kalıcı hafızayı etkilemektedirler.
Beynin hipokampus denilen bölgesinde yer almakta olan Asetilkolin, eksik olması durumunda bu bölgenin asıl işlev, olan hatıraların yok edilmesine neden olabilmektedir. Bu sebeple Alzheimer hastalarında genellikle Asetilkolin eksikliği bulunmaktadır. Eksikliğin yanı sıra bu bağlantıların bozulmaya başlaması da aynı şekilde Alzheimer hastalığına neden olabilmektedir.
Asetilkolin Nörotransmitterleri aynı zamanda felç oluşumuna da neden olabilmektedir. Ön beyinde oluşan bazı tahribatların kas hareketlerini engellediği ve dolayısıyla felç ya da inme gibi hastalıkların oluşmasına kaynaklık ettiği bilinmektedir.
Norepinefrin Nedir?
Norepinefrin kavramı, psikiyatrik tanısı olan pek çok hastalığın nedeni olan Nörotransmitterler arasında yer almaktadır. Norepinefrin bozulmalarında ya da eksikliğinde şu hastalıklar görülebilmektedir:
Dikkat eksikliği
Hiperaktivite bozuklukları
Beslenme bozuklukları
Duygu durum bozuklukları
Metaplazi nedir, kansere dönüşür mü? Hakkında bilgiler yazımızdadır.
GABA Nedir?
GABA adlı Nörotransmitterler, yaşamsal aktiviteleri en çok etkileyen bağlantı kimyasallarından birisi olarak bilinmektedir. Kas hareketlerini doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle eksikliğinin tespit edilmesi ya da bozukluk meydana gelmesi durumunda şu hastalıklar görülebilmektedir:
Vücut kasılmaları
Şuursuzluk
Nefes darlığı
Havale
Bu hastalıklar aynı zamanda daha kalıcı bir hasara da sebep olabilmektedir. Bu nedenle tespit edilmesi halinde uzmanlar tarafından anlık müdahale edilerek gerekli ilaç kullanımlarına başlanmaktadır.
Adrenalin Nörotransmitterler Arasında Yer Alır Mı?
Adrenalin Nörotransmitterler arasında en çok bilinen kimyasal olarak yer almaktadır. Tansiyonu doğrudan etkilemekle birlikte aynı zamanda kalp atışını hızlandırmakta ve kan basıncını da yükseltmektedir.
Adrenalin aynı zamanda Epinefrin olarak adlandırılmakta olup insomnia adı verilen uyku probleminin de kaynakları arasında kabul edilmektedir. Bu nedenle uyku sorunlarının genel olarak kontrol mekanizması olmasa da seviyesinin uyku problemleri ile ilişkili olduğu söylenmektedir.
Adrenalin eksikliği ya da doğru bir şekilde çalışmaması gibi durumlarda dikkat eksikliğinin de görüldüğü bilinmektedir. Bu nedenle odaklanmayı arttırıcı bir niteliği olduğunu söylemek mümkün olmaktadır.
Histamin Nedir?
Histamin Nörotransmitteri beyin ve bağırsak arasındaki işleyişi doğrudan etkilemektedir. Özellikle bağırsakların sağlıklı bir şekilde çalışması için öncelikle beyinde yeterli düzeyde Histamin olması gerekmektedir.
Bağırsakları doğrudan etkilemesinin yanı sıra mide, tükürük, böbrek üstü bezlerini de doğrudan etkilemektedir. Kılcal damarları üzerindeki etkisi nedeniyle de tansiyon düşürücü bir etlisi olduğu bilinmektedir.
Histamin eksikliği ya da fazlalığının yanı sıra doğru çalışmaması gibi durumlarda da vücutta karıncalanma ya da kaşıntı oluşması söz konusu olabilmektedir. Bu nedenle bağırsak düzenleyiciler kullanılırken aynı zamanda Nörolojik anlamda da destek gerekli olmaktadır.  
Kolostomi nedir? Bilgilerini de inceleyebilirsiniz.
Nörotransmitterler Beyni Nasıl Etkiler?
Nörotransmitterlerin beyni etkilemesi, iki farklı yolla mümkün olmaktadır:
İyon kanalları aracılığıyla yanı elektrik yüklü parçacıklar ile nöronların değişime uğramasını ifade eden yoldur. Nörona yapışması durumunda hareketsiz olan nöronun titreşime geçerek uyarını almasını sağlamaktadır. Nörotransmitter uyarım mekanizmas�� olarak bilinmektedir.
Metabotropik yoluyla yani nöron zarı üzerinden uyarıcının verildiği bir yöntemdir. Aynı zamanda nöron ile kurulan etkileşimin sonucunda yeni kimyasalların üretimini de sağlamaktadır. Bu durumda bir protein salgılanmasını gerçekleşmiş olmaktadır.
Kaynak: https://www.zovovo.com/norotransmitter-nedir/
0 notes
xo-preston-xo · 5 years
Text
DOPAMİN SEVİYENİZİ ARTIRACAK ÖNERİLER!
Dopamin, beyinde salgılanan ve mutluluk veren bir hormondur. Dopaminin hem eksikliği hem de fazlalığı vücutta ciddi sorunlara neden olur. Dopamin eksikliği hareket, bellek, kavrama, öğrenme, duygu durumu ve uyku üstünde fazlaca ciddi tahribata neden olur. Organik yollarla dopamin seviyemizi yükseltmek oldukça kolay. Sabahları dopamin seviyemizi yükseltecek aktivitelerle güne başlayarak yataktan daha kolay çıkmayı sağlayabiliriz.
1. Ilk olarak alarmı uyanmamız ihtiyaç duyulan saatten 10-20 dakika daha öncesine oluşturmayı deneyin.
Böylece hem iki ayağımız bir pabuça girmiyor hem uyku mahmurluğuyla yataktan çıkmıyoruz hem de birazdan söyleyeceklerimizi yapmak için vaktimiz oluyor.
2. Abartmadan kısa bir süre yatakta keyif yapabilirsiniz. Bu sabah mahmurluğunuzu yataktayken atmanızı sağlayacak. Böylece kalktığınızda her eşyayı 10 dakika boş boş incelemeyeceksiniz. 3. Uyanır uyanmaz kaslarınızı esnetin. Esnemek kan dolaşımınızı hızlandıracak, bu şekilde hem daha kolay canlanacak hem de gün boyu daha dengeli hareket edeceksiniz. 4. Güneş ne olursa olsun odanıza girsin.
Güneş ışığı ve mutluluk içinde net bir bağlantı var. Kapalı havalarda mutsuz hissetmemizin sebebi bu. Hatta D vitamini eksikliği sebebiyle kullanılan ilaçların antidepresan tesiri yapmış olduğu söyleniyor. Her gün 15 dakika süresince güneşi direk olarak almamız gerekiyor. Sabah uyanır uyanmaz gün ışığıyla buluşmak güne daha mutlu başlamamızı sağlayacak. Ek olarak sabah uyanır uyanmaz odanıza giren aydınlık beyninize melatonin ve adrenalin hormonlarının salgılanmasını sağlayarak sizi uyanmaya hazır hale getirecek. 5. Kolay uyanmak için sert, yüksek sesli alarm müzikleri değil; sizi rahatlatan, sevdiğiniz müzikleri seçin. Japonlar, alarm sesi ve kalp krizi içinde bir bağlantı bulunduğunu düşünüyor. Güne daha mutlu adım atmak için ne olursa olsun sizi rahatlatacak, motive edecek müzikler seçin.
6. C vitamini alın. Sabahları limonlu ılık su içmenin zayıflamaya destek olduğu mevzusunda uzmanlar aynı fikir değil fakat sabahları güne C vitamini alarak adım atmak mutlu uyanmanızı sağlayacak. Şundan dolayı C vitamininin dopamin düzeyinde artış sağlamış olduğu bilimsel olarak kanıtlandı. 7. Sizi motive edecek kahvaltı planları yapın.
Uyanır uyanmaz ne yiyeceğinizi planlayın. Sıhhatli yiyeceklerle, sizi uyanmak için motive edecek mis şeklinde bir kahvaltıyla güne başlayın. Yağdan ve şekerden uzak, sıhhatli besinler de dopamin seviyenizi yükseltir. 8. Uyanır uyanmaz eliniz telefonunuza gidiyorsa, toplumsal medyaya dalmak yerine en sevdiğiniz şarkıyı kulak verin. Sevdiğimiz müziğin açlık hissini bastırma şeklinde bir özelliği olduğu bile söyleniyor. Sabahları güne sevdiğimiz müzikle adım atmak hem kolay uyanmamızı sağlayacak hem de bizi yeni güne motive edecek.
9. Ne olursa olsun bir gece evvelinde yapılacaklar sıralaması oluşturun. Listede ne olursa olsun sevdiğiniz, keyif alacağınız maddeler de olsun. Bu biçim listeler bir an ilkin güne başlamanız icap ettiğini daha net görmenizi sağlayacak, bu şekilde daha kolay uyanacaksınız. Ek olarak gün içinde yapacağınız şeyleri aklınızdan geçirmek, sizin bu işlerin çok çok fazla ve karmaşıkmış şeklinde algılamanıza sebep olacaktır. Hem yapılacak işleri elle tutulur bir şekilde görmek hem de yaptığınız işlerin üzerini çizmek size büyük motivasyon sağlayacak. 10. Ne olursa olsun bir hobiniz olsun ve gün içinde bu hobinizi gerçekleştireceğinizi bilin. Hobileriniz sizi yeni güne motive edecek en büyük etkenlerin önderlik yapar. Şundan dolayı keyifli zaman geçireceğiniz etkinlikler dopamin seviyesini fazlasıyla yükseltir. 11. Mühim kararları sabaha bırakmayın. Sabahları uyanamamamızın bir sebebi de gün içinde yapacağımız işlerin zorluğudur. Bu yüzden sabahları ne kadar net uyanırsak güne o denli kolay başlarız. Mühim kararları ne olursa olsun geceden alın. Ek olarak kararsız bir halde uyumak, gece uykunuzu da negatif etkileyecektir.
12. Ne olursa olsun bir sabah rutininiz olsun.
Diş fırçalamaktan giymeye her şeyin sırasını bilin. Aslına bakarsanız uyku sersemliğiyle ilkin ne yapacağımıza karar vermek fazlaca kolay olmuyor. Bu sebeple belirli bir sabah rutini size fazladan minimum 10 dakika, kısaca yatakta geçirilecek daha çok vakit kazandırır. 13. Okula ya da işe gitmiyorsanız bile her sabah aynı saatte uyanın. Uyku düzenini devamlı bozmak, vücudunuzun dengesini bozmak anlama gelir. Bu da sabahları huzursuz uyanmanıza sebep olacaktır. 14. Sabahları 30 dakika egzersiz, yürüyüş ya da meditasyon yapın. Her hafta tertipli olarak buna başlayacağımıza dair kendimize söz verip kısa sürede vazgeçiyoruz. Şundan dolayı genel olarak motivasyonumuz devamlı kilo vermek oluyor. Bu tarz şeyleri yalnızca güne güzel adım atmak için yapın. Şundan dolayı vücut, sporun 20. ve 30. dakikaları içinde dopamin salgılar.
0 notes
dustylipscom · 6 years
Text
Potasyum Nedir? Potasyum Faydaları, Potasyum Eksikliği, Gıda Kaynakları ve Tarifler
Potasyum Nedir? Potasyum vücutta önemli bir elektrolittir ve miktar açısından üçüncü mineraldir. Potasyum, her gün bir dizi önemli fonksiyonu yerine getirmek için sodyum ile etkileşime giren, özellikle de vücuttaki sıvı ve mineral seviyelerini dengeleyen ana bileşiktir. Bu yüzden düşük potasyum seviyelerine sahip olmak çok tehlikeli olabilir. Potasyum vücudun tüm hücrelerinde bulunur ve seviyeleri böbrekler tarafından kontrol edilir. Kalp atışı ritimleri ve sinir uyarılarının düzenlemek, kasların kasılmasına izin vermek, kas ağrılarının önlemek, sindirim sağlığının desteklemek ve enerji düzeylerinin artırmak gibi birçok hücresel işlev için gereklidir.
Potasyum Faydaları
Kan Basıncını Düşürür ve Kalp Sağlığını Destekler
Bir elektrolit olarak, potasyum kan basıncını, dolaşımını ve kalp atış ritimlerini düzenleyen kalbin elektriksel aktivitesini kontrol etmeye yardımcı olur. Birçok çalışma düşük potasyum ve yüksek sodyum içeren diyetlerin yüksek tansiyon, hipertansiyon ve kardiyovasküler hastalıklara katkıda bulunabileceğini göstermiştir. Bunun nedeni, potasyumun, kalsiyum ve magnezyum gibi diğer minerallerle birlikte, sıvının hücrelerde birikmesini önlemesidir. Hücrelerdeki sıvı birikmesi, kan basıncını yükseltir ve kalp çarpıntısı, daralmış arterler ve zayıf dolaşım ile sonuçlanabilir. Düşük potasyum zaman içinde kötüleştiğinde düzensiz kalp atışlarına, göğüs ağrılarına ve kalp durmasına katkıda bulunabilir. Bu nedenle, fazla sodyum tüketimini sınırlandırırken bol miktarda potasyum bakımından zengin gıda tükettiğinizden emin olmak, özellikle yaşlı yaşta, kalp sağlığını korumak için önemlidir.
Kas Spazmı ve Ağrısını Önler
Sıvı seviyeleri dengeleyerek, potasyum kasların gevşemesine yardımcı olur, bu nedenle düşük potasyum kas spazmları, kramplar ve genel ağrılarla sonuçlanabilir. Kasların enerji ve onarım için güvendiği karbonhidrat ve proteinlerin parçalanmasına nasıl yardımcı olduğu için, düşük potasyum kas kütlesinin bozulmasına, yorgunluğa, egzersiz yapmakta zorluk çekmeye ve hatta kilo almaya katkıda bulunabilir.
Sağlıklı Metabolizma
Potasyum, metabolizmanızı korumak ve hatta güçlendirmek için gereklidir, çünkü yediğimiz besinlerden karbonhidratları glikoz formunda parçalamak ve bunları kullanılabilir enerjiye dönüştürmek kısmen sorumludur. Ek olarak, potasyum kas inşa eden proteinleri oluşturmak için vücudun amino asitleri kullanmasına yardımcı olur.
Doğru Sindirim İçin Gereklidir
Potasyum, sindirim sisteminde su, sıvı ve sodyum seviyelerini dengelemeye yardımcı olan bir elektrolit gibi davranır. Düşük potasyum bazı durumlarda şişkinlik, kabızlık veya karın ağrısına katkıda bulunabilir, çünkü sıvılar birikir ve minerallerde dengesizliklere neden olur. Ayrıca mide içindeki asit miktarının dengelenmesi, bağırsakların iyileşmesi ve vücudu uygun pH seviyesinde tutmanın da kısmen sorumlusudur. Bu, sağlıklı bakterilerin, bağışıklığı azaltan zararlı bakterileri öldürmesine izin verir.
Böbrek Bozukluklarını Önler
Yeterli miktarda potasyum alımı, böbrek taşı oluşumunun riskini azaltmaya yardımcı olabilir. Çalışmalar, böbrek taşlarına eğilimli insanların genellikle sodyumda daha yüksek ve potasyumda daha düşük diyetlere sahip olduklarını göstermiştir. Düşük potasyum seviyeleri, potasyum ve kalsiyum arasındaki ters ilişki nedeniyle böbrek taşı riskinde artış ile ilişkilidir. Birisi düşük potasyum seviyesine sahip olduğunda, kalsiyum fazlalığı, böbrekler içinden geçmesi gereken idrar yoluyla vücuttan dışarı atılır. Birçok durumda, böbrek taşları aslında kalsiyum birikintileridir, bu nedenle idrardaki kalsiyumu azaltmak acı verici böbrek problemlerinden kurtulmanın bir yoludur.
Kemik Sağlığ��nı Destekler
Kemikleri zayıflamaya ve kırılmaya eğilimli olmaya karşı korumak için potasyum gereklidir. Vücutta, potasyum, bikarbonat haline dönüştürülen sitrat gibi birleşik anyonlar oluşturur. Düşük potasyum seviyeleri, yaygın olarak tüketilen gıdalarda, özellikle hayvan proteinlerinde bulunan asitleri nötralize etmek için gerekli olan bikarbonat habercileri azalması ile ilişkilidir. Sülfürik asitler vücuda et, kümes hayvanları ve diğer yüksek proteinli gıdalarda bulunan amino asitler biçiminde girerler. Düşük potasyum, düşük seviyelerde bikarbonat habercileri anlamına gelir, kemikler sülfer asitlerinin etkilerinden düzgün bir şekilde korunamazlar demineralize, zayıf ve gözenekli hale gelebilir. Bu, osteoporoz ve kırılma riskini artırabilir.
Sinir Sistemini Destekler
Potasyum gün içinde binlerce hücresel fonksiyonda yer aldığından, sinir uyarıları ve beyin fonksiyonlarının güvendiği elektriksel sinyalizasyon için çok önemlidir. Potasyum eksikliği, yorgunluğa, zayıf konsantrasyon, öğrenme ve hatırlamaya ve duygudurum değişikliklerine neden olabilir. Düşük potasyumun en büyük işaretlerinden biri beyin sisidir.
Selülit Görünümünü Azaltır
Selülit oluşumunun başlıca nedenlerinden biri sıvı tutulmasıdır. Çoğu insan çok fazla sodyum tüketir ve yeterince potasyum tüketmez. Sodyum, potasyumun atıkları hücrelerinizden dışarı atılmasına yardımcı olduğu besinleri hücrelerinize getirir. Bu nedenle, sodyum alımını azaltır ve potasyum açısından zengin gıdaları tüketmeye başlarsanız, selülit görünümünü azaltabilirsiniz. Selülit Nasıl Geçer? Selülitten Kurtulma Yolları ve Doğal Tedaviler
Potasyum İçin Önerilen Günlük Alımı
0-12 aylık : 400-700 miligram/gün 1-8 yaş arası çocuklar: 3,000–3,800 miligram/gün 9–18 yaş: 4,500–4,700 miligram/gün 19 yaş ve üstü yetişkinler, erkekler ve kadınlar: 4.700 miligram/gün Hamile veya emziren kadınlar: 5,100 miligram/gün
Bazı insanlar bu sayılardan daha fazla potasyuma ihtiyaç duyabilir. Örneğin, haftanın çoğu günü bir saatten fazla çalışan sporcular. Daha yüksek bir kas kütlesine sahip olduklarından ve vücutları besinleri hayati organlara, kemiklere ve kırık kas dokusuna getirmeye yardımcı olmak için etkili kan akışına dayandığı için, genellikle daha büyük miktarlarda potasyum tüketmeleri gerekir.
Potasyum Gıda Kaynakları
• Meşe Palamudu Kabağı (Sakız kabağı) : (1 kap: 896 miligram) Meşe palamudu kabağı gerçekten daha popüler olması gereken bir potasyum kaynağıdır çünkü çünkü aynı zamanda yüksek seviyelerde antioksidanlar içerir. En etkileyici yanı, sadece bir palamut kabağı porsiyonunda bulunan karotenoidlerdir. Bu tip antioksidan, cilt, meme, akciğer ve prostat kanseri dahil olmak üzere çeşitli kanser türlerinin önlenmesine ve savaşmasına yardımcı olmasıyla bilinmektedir. • Ispanak : (1 kap pişmiş: 839 miligram) Ispanak sadece potasyum açısından zengin bir besin değildir, aynı zamanda bilimsel araştırmalar ıspanakların kanserle savaşan ajan olarak hareket ettiğine inanılan bitki kloroplast glikoliglisipolipidleri içerdiğini göstermiştir. • Kuru Kayısı: (½ kap: 756 miligram) Kuru kayısı, diyetinize potasyum eklemek için hızlı ve kolay bir yol sağlar. Epidemiyolojik çalışmalar, kuru kayısı ve diğer kurutulmuş meyveleri tüketen insanların daha fazla besin maddesi ve daha düşük bir vücut ağırlığı ile daha sağlıklı genel diyetlere sahip olduklarını göstermiştir. Ilımlı olarak, kurutulmuş meyve sağlıklı olabilir ve bu durumda potasyum açısından zengin bir seçimdir. • Beyaz Fasulye : (1 kap pişmiş: 1,004 miligram) Beyaz fasulye, porsiyon başına önemli bir potasyum dozu içermekle kalmaz, aynı zamanda lif bakımından da yüksektir. Beyaz fasulye gibi lif açısından zengin gıdalar tüketmek, diyabet ve kalp hastalığınızın riskini azaltmaya yardımcı olur. Yüksek lifli diyetler ayrıca sağlıklı bir be ölçüsü teşvik eder. • Avokado : (1 bütün: 690 miligram) Bir 2013 çalışmasında, 2001’den 2008’e kadar, avokado tüketiminin metabolik hastalık risk faktörleri üzerindeki etkilerini ve yararlarını tanımlayan epidemiyolojik veriler ortaya konmuştur. Genel olarak, araştırmacılar avokado yiyen insanların genel olarak daha sağlıklı diyetlere sahip olduklarını, ayrıca artan besin alımının ve metabolik sendrom gelişme olasılığının azaldığını bulmuşlardır. • Tatlı Patates : (1 orta: 438 miligram) Tatlı patatesler, beyaz patateslerden daha yüksek bir besin yoğunluğu içeren potasyum açısından zengin bir besindir. Tatlı patatesler ayrıca beta-karoten, C vitamini ve B6 vitamini içerir. Ayrıca, anti-ülser aktivitesi sergilemek için bilimsel hayvan araştırmalarında tatlı patatesler gösterilmiştir ve peptik ülserlerin başarılı bir şekilde tedavi edilmesinde yararlı olabilir. • Muz : (1 orta: 422 miligram) Muzların potasyum içerdiği biliniyor ama aynı zamanda şeker ve karbonhidratta da oldukça yüksektir. Bu yüzden muzları antrenmandan önce hızlı bir enerji kaynağı olarak veya asları onarmaya ve su tutma dengesini dengelemeye yardımcı olmak için egzersiz sonrası, besin açısından zengin bir yiyecek olarak tavsiye ederim. Egzersiz, özellikle yoğun bir egzersiz, potasyum seviyelerini düşürür, bu yüzden muz gibi potasyum açısından zengin yiyecekleri tüketmenin hayati önemi vardır. Bilimsel araştırmalar ayrıca muzların önemli bir duygudurum hormonu olan dopamin açısından zengin olduğunu göstermiştir. • Somon : (1/2 fileto: 772 miligram) Potasyum, diğer vitaminler, mineraller ve proteinlere ek olarak, somon, sağlığı teşvik eden omega-3 yağ asitleri ile yüklüdür. Bu esansiyel yağ asitlerinin faydaları arasında kalp hastalığı ve felç riskini azaltmanın yanı sıra depresyon, yüksek tansiyon, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, eklem ağrısı ve egzama gibi kronik cilt rahatsızlıklarının azalmasına yardımcı olur. • Nar : (1 bütün:667 miligram) Nar taneleri ve meyve suları harika meyve potasyum kaynaklarıdır. Ayrıca lif, C vitamini ve K vitamini ile yüklüdür. Narın ayrıca vücuttaki kortizol seviyelerini düşürme özelliği vardır. Nar suyunun dünyadaki en sağlıklı meyve suyu olduğu bulunmuştur. • Hindistancevizi Suyu : (1 bardak: 600 miligram) İyi bir seçim yaptığınızda, potasyum gibi yüksek elektrolit içeren, ancak şeker veya kalorilerde fazla yüksek olmayan bir içecek seçeneğiniz vardır. Hindistancevizi suyu, acil durumlarda, IV hidrasyon sıvısı olarak kullanılmıştır. Ayrıca, Bezelye : 1 kap pişmiş: 384 miligram Sardalye : 3.75 gramlık 1 kutu:365 miligram Greyfurt : 1 bütün:354 miligram Çiğ : 1 bardak:260 miligram Sığır Eti : 3 ons:237 miligram Lima Fasulyesi : 1 kappişmiş: 955 miligram Brokoli : 1 kap pişmiş:458 miligram
Potasyum Takviyeleri Almaya İhtiyacınız Var Mı ?
Potasyum takviyeleri genellikle normal, sağlıklı yetişkinler için önerilmez. Potasyumun etkili bir şekilde emilmesini engelleyen rahatsızlıkları olan kişilere belirli koşullar altında verilir, aksi takdirde öncelikle gerçek besin kaynaklarından potasyum almaları önerilir. Aşırı yüksek potasyum seviyeleri, düşük potasyum durumu gibi komplikasyonlara neden olabilir. Potasyum dengesi sağlıklı böbrek fonksiyonuna dayanması nedeniyle, birçok insan yaşlandıkça böbrek fonksiyon bozukluğundan muzdariptir, potasyum takviyeleri bazen tehlikeli olarak kabul edilir. Diyabet hastaları, kalp yetmezliği öyküsü olan, antihipertansiyon ilaçları alan ve hatta aspirin ve ibuprofen gibi ağrı kesiciler alan insanlar bile potasyum takviyeleri düzenli olarak tüketirlerse mineral dengesini bozan yüksek potasyum seviyelerini deneyimleyebilirler. Güvende olmak için, Gıda ve İlaç İdaresi tarafından, reçetesiz potasyum takviyelerini 100 miligramdan daha azına sınırlanmıştır. Yani yetişkinler için günde yaklaşık 4.700 miligramın yaklaşık yüzde 2’sine eşittir. Genel olarak, normal böbrek fonksiyonuna sahip sağlıklı yetişkinlerde, sadece potasyum alımı gıdalardan olumsuz etkilere yol açmaz, çünkü aşırı potasyum idrarda dışarı atılır. Ancak, anormal böbrek fonksiyonuna sahip veya yüksek dozlarda potasyum takviyesi alan kişilerde, olumsuz yan etkiler mümkündür.
Düşük Potasyum Seviyeleri Riskleri
Ne yazık ki, birçok çocuk ve yetişkin potasyum eksikliği yaşıyorlar. Aslında, birçok yetişkin ihtiyaç duydukları potasyumun yarısını bile almaz. Araştırmalara göre, yetişkinler tarafından ortalama potasyum alımı, erkekler için günde yaklaşık 2,8 ila 3,3 gram ve kadınlar için günde 2,2 ila 2,4 gram, ancak önerilen günlük miktar 4.7 gramdır. Neyse ki, düşük potasyum seviyelerini önlemek ve potasyum açısından zengin besinlerden doğal olarak alımını arttırmak mümkündür. Birçok gıda potasyum içerir; et, balık ve pastörize edilmemiş, yüksek kaliteli süt ürünleri, birçok sebze, fasulye ve meyve yüksek miktarda potasyum sağlar.
Potasyum eksikliği yaşama eğilimde olan kişiler şunlardır:
• Yüksek tansiyon veya kalp hastalığını tedavi etmek için diüretik kullananlar • Sıklıkla laksatif alanlar • Yakın zamanda kusma ve ishale neden olan bir hastalığa sahip olanlar • Böbrek veya böbreküstü bezi bozuklukları olanlar • Alkolikler • Kontrolsüz diyabetli insanlar • Günde 1-2 saatten fazla egzersiz yapan sporcular • Çok düşük kalorili diyet yapan herkes
Genel popülasyonda orta derecede düşük potasyum seviyeleri çok yaygındır ve genellikle aşağıdaki semptomlarla sonuçlanır:
• Yüksek tansiyon • Kalp hastalığı riski, özellikle inme • Yüksek tuz / sodyum duyarlılığı • Böbrek taşı riski • Yorgunluk ve iyi uyku almakta sorun • Zayıf konsantrasyon ve hafıza • Diyabet ve insülin direnci riski • İdrarda atılan yüksek kalsiyum seviyeleri nedeniyle azalan kemik oluşumu kas zayıflığı ve spazmlar • Elem ağrısı
Çok düşük potasyum seviyeleri hipokalemi olarak adlandırılan bir durumla karakterize olan ciddi potasyum eksikliğine neden olabilir. Hipokaleminin semptomları ciddi, ölümcül bir durumdur ve kardiyak aritmiler, kas zayıflığı ve glukoz intoleransını içerir. Genellikle hipokalemi, potasyum açısından zengin besinleri tüketmemek dışında, böbrek fonksiyonuna bağlı komplikasyonlar, diüretik kullanımı ya da çok hasta olmak ve sıvıları kaybetmek faktörlerden kaynaklanır. Düşük potasyum alımına sahip olmanın en büyük problemlerinden biri de vücudun asitleri de nötralize edememesidir. Karbonik olmayan asitler hem bitki hem de hayvan proteinlerinin sindirimi ve metabolizması sırasında oluşur. Düşük potasyum, vücudun çok asitli hale gelmesi anlamına gelebilir, vücudun uygun bir pH seviyesinde kalması için bu asitleri dengelemek potasyumun işidir. Meyve ve sebzelerde asit-nötrleştiriciler bulunur, ancak etler, çoğu tahıllar ve diğer hayvansal gıdalarda yoktur. Çoğu insan yüksek miktarda hayvan proteinleri ve tahıl ve az meyve ve sebze tükettiğinden dolayı kanda yüksek miktarda asit oluşur. Sonuç mu? Kötü sindirim, bozulmuş bilişsel yetenekler, sık sık yorgun hissetme, düşük bağışıklık, kötü kalp sağlığı vb.
Potasyum Eksikliği Nasıl Önlenir
Düşük kaliteli takviyelerin komplikasyonlarından kaçınmak ve besin maddelerinin tamamen emilebildiğinden emin olmak için mümkün olduğunca besin kaynaklarından vitamin ve mineral almak en iyisidir. Potasyum genellikle tahıl gevreği, ekmek ve bazı spor içecekleri gibi işlenmiş gıdalara eklenir, ancak bu doğal gıdalarda bulunan aynı tür potasyum değildir. Örneğin, sentetik potasyumla güçlendirilmiş işlenmiş gıdalarda, konjügat anyonlar gibi potasyumun en yararlı bazı bileşenleri emilebilir ve etkili değildir. Bu anyonlar tipik olarak kemikleri asitlerin etkilerinden korumak için gereklidir ancak paketlenmiş gıdalara genellikle potasyum klorür formunda eklenen potasyum, uygun bir kemik koruyucusu olarak hareket etmez. Neyse ki, diyet potasyumunun yaklaşık yüzde ortalama 85’i, sağlıklı yetişkinler tarafından emilir. Bu yüzden, problem, insanlar, potasyumun vücuda girdiği anda potasyum kullanmakta güçlük çekmekten ziyade, potasyum açısından zengin yiyecekleri yeterince tüketmiyor olabilir. Potasyumun dengelenmesine yardımcı olan diğer besleyici maddede de içeren çeşitli gıdalardan yeterli miktarda potasyum elde etmeye çalışın.
Potasyum Etkileşimleri
Kanda çok fazla potasyum hiperkalemi olarak bilinir. Aşırı yüksek potasyum, kan basıncı değişiklikleri ve zayıflık gibi diğer risklere ek olarak kalp ritminde tehlikeli değişikliklere neden olabilir. Yaşlı insanlar ve böbrek rahatsızlıkları, diyabet, kronik böbrek yetmezliği, şiddetli kalp yetmezliği veya adrenal yetmezliği olan herkes yüksek potasyum riskine sahiptir. Böbrek problemleri olan, özellikle de diyaliz hastaları, potasyum takviyeleri almamaya ve hatta doktorları ile konuşmadan çok fazla potasyum açısından zengin yiyecek yememeye kesinlikle dikkat etmelidir.
Potasyum Açısından Zengin Tarifler
Çikolatalı Muzlu Fındıklı Smoothie
Çikolatalı Muzlu Fındıklı Smoothie
MALZEMELER
1 kap hindistancevizi sütü 1/3 kap badem ezmesi 1 muz 2 yemek kaşığı kakao tozu 2 kap buz küpü Tat için stevia
HAZIRLANIŞI
Tüm malzemeleri bir blendera yerleştirin ve istenilen kıvama ulaşıncaya kadar karıştırın ve hemen servis yapın.
Tatlı Patates Kızartması
Tatlı Patates Kızartması
MALZEMELER
Yaklaşık yarım kilo tatlı patates 1/4 fincan hindistancevizi yağı 1/2 çay kaşığı deniz tuzu 1/2 çay kaşığı kırmızı biber 1/4 çay kaşığı tarçın
HAZIRLANIŞI
Önceden fırını 425 dereceye kadar ısıtın. Patatesleri soyup yaklaşık 1/2 inç genişliğinde şeritler halinde kesin. Tüm malzemeleri kapatılabilen plastik torbaya koyun ve patates tamamen kaplanana kadar sallayın. Sonra patatesleri bir fırın tepsisine serpin. Her 10 dakikada bir çevirerek 30-45 dakika pişirin. Hemen kağıt havlu ile kaplı bir plakaya aktarın ve sıcak olarak servis yapın.
Avokado Salata Sarması
Avokado-Salata-Sarması
MALZEMELER
küp küp doğranmış 2 avokado, doğranmış 1 kırmızı biber doğranmış 2 yemek kaşığı kırmızı soğan kıyılmış 3 diş sarımsak doğranmış ¼ fincan taze kişniş 2 çay kaşığı limon suyu Doğranmış 6-8 roman marulu
HAZIRLANIŞI
Bir kasede marul hariç tüm malzemeleri karıştırın. Glutensiz bir dürüme malzemeden yaklaşık 1/2 kap ekleyin, marıl ekleyin ve rulo şeklinde yapıp servis edin.
Somon Köftesi
Somon Köftesi
MALZEMELER
1 kap somon 2 yumurta 1 çorba kaşığı zeytinyağı 1/4 doğranmış soğan 1/4 kutu parçalanmış kraker
HAZIRLANIŞI
Tüm malzemeleri bir kaseye yerleştirin ve karıştırın. Köfte haline getirin. Her iki tarafta 5 dakika pişirin.
Yunan Ispanak Tarifi
Yunan Ispanak Tarifi
MALZEMELER
1 çorba kaşığı hindistancevizi yağı 1/2 – 1 kap dilimlenmiş kırmızı soğan 6-8 kap bebek ıspanak ½ çay kaşığı rendelenmiş limon kabuğu ½ çay kaşığı deniz tuzu ½ çay kaşığı karabiber ¼ bardak parçalanmış beyaz peynir
HAZIRLANIŞI
Ota ateşte yağı ısıtın. Dilimlenmiş kırmızı soğan ekleyin ve yarı şeffaf olana kadar 5-7 dakika pişirin. Ispanak ekleyin ve 2-3 dakika soteleyin. Limon kabuğu, tuz ve karabiber ekleyin. Yaklaşık 1 dakika soteleyin. Üzerine feta (peynir) ekleyerek servis yapın.
Facebook | Twitter | Instagram | Pinterest | Youtube
The post Potasyum Nedir? Potasyum Faydaları, Potasyum Eksikliği, Gıda Kaynakları ve Tarifler appeared first on DustyLips.com.
Kaynak: https://ift.tt/2CyQQao
0 notes
queenofownice · 6 years
Text
Bir Şizofreni Anlamak
Hayatı boyunca bir çok şizofreni hastası görmüş ve onlarla iletişimde bulunmuş birisi olarak şizofreninin ne olduğu hakkında bildiklerimi size anlatmak istiyorum. Herkesin bildiği gibi şizofreni bir akıl hastalığıdır. Genelde neden olduğu bilinmez. Ancak şizofreniye sebep olan bir takım sebepler mevcuttur. Bunlardan bir tanesi genetik olabiliyor. Diğer sebebi beyindeki dopamin hormonunun fazlalığıdır. Ancak dopamin hormonunun fazla olması kişiyi şizofren yapmak için yeterli değildir. Çoğunlukta fazla görülse bile bazı şizofrenlerde dopamin azlığı da görülmüştür. Bir diğer sebebi kullanılan kötü maddelerdir. Depresif durumlar sebebiyle tedavi gördüğüm hastanede tanıştığım bir arkadaşım vardı. Kendisi Şizofreni hastasıydı. Ama onu şizofren yapan şey esrar, eroin gibi maddelerin yoğun kullanımı sonucunda oluşan sebeplerdi. Yani tıp dünyasında kanıtlanmış bir gerçektir ki bazı maddeler insanı bir süre sonra şizofren yapacak kadar zarar verebilir. Bu sayılanlar şizofreninin bilinen sebepleridir. Ancak temelinde tam olarak neden başladığı henüz tam bilinmemektedir. Şizofreni akıl fazlalığı ya da akıl geriliği demek değildir. Şizofren bir hastanın zeka seviyesi normal bir insanla eşit olabilir, daha fazla olabilir ya da daha az da olabilir. Zeka seviyesi ile şizofreni hastalığının hiçbir alakası yoktur. Hayatımda gördüğüm ilk şizofreni hastası ilk yattığım servisteydi. Onu ilk gördüğüm an farklı olduğunu anlamıştım ama şizofreni hastası olduğunu bilmiyordum. Zeka geriliği vardı ve bu çok belli oluyordu. Gece olduğu zaman korkuyordu ve güvenliklerin gelip ona tecavüz ettiğine inanıyordu. Gündüz olduğunda bir sır gibi insanların yanına yaklaşıp durumu anlatıyor ve yardım istiyordu. Kuralları algılayamıyordu. Ne yapıp ne yapmaması gerektiğine çok fazla karar veremiyordu. Başkalarının kaldığı odalara girmek yasak olduğu halde içeri giriyor ve insanların eşyalarını alıp kullanabiliyordu. Genelde depresif bir ruh hali meydana gelmiyordu. Tam aksine gayet neşeliydi. Servisin koridorunda yangın tüpleri vardı ve bu tüpler plastik camlarla kapatılmıştı. Gerçek cam kullanılmamıştı çünkü servis psikiyatri servisi olduğu için cam yasaktı. Bir gün bu arkadaşım koridorda gezerken plastik camı kırdı ve koridordaki başka bir arkadaşımızı rehin aldı. Elindeki plastik ile onun boynundaki damarı keserek onu öldürmekle tehdit etti. Orada sessiz oda denen bir yer var. Sessiz oda’da sadece minderler ve süngerli duvarlar var. Birisi bir şey yaptığı zaman oraya kilitliyorlar. Bu arkadaşımıza müdahale edip sessiz odaya kilitlediler. Sessiz oda’dan çıkabilmenin tek bir yolu vardır. O da artık sakinleştiğine ve artık etrafa da kendine de zarar vermeyeceğini tedavi ekibine inandırmaktır. Aksi halde açlıktan da ölseniz, susuzluktan da ölseniz ne olursa olsun oradan çıkmanın bir yolu yoktur. Bu rehin alma işini neden yaptığını hiçbir zaman anlayamadık. Bir süre sonra hiçbir şey yokmuş gibi davrandı. Hatırlayıp hatırlamadığını bile konuşmadık. Servis içinde hastalıklar ve olan olaylar hakkında konuşmak yasaktı. Ancak bunu gizli bir şekilde yapabilirdik. Ancak yapmak istemedik çünkü bunun hakkında konuşmak hastayı yeniden bir krize sürükleyebilirdi. O bundan hiç söz etmedi. Bizde etmedik. Hatırlayıp hatırlamadığını bilmiyorum ama bana hatırlamıyormuş gibi gelmişti. Çünkü rehin aldığı arkadaş ile hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya devam ediyordu.  Sessiz Oda’ya kilitlenen o değilmiş, bunları o yapmamış gibi davranıyordu. Yaptıklarının farkında değildi, normal hayata ve kurallara adapte olamıyordu. Bambaşka bir dünyada gibiydi. Ama hissediyordu, yaşıyordu. Kendi dünyasında yaşıyordu ama yine de yaşıyordu. Korkunç bir dünyada yaşıyordu. Aramızdaydı ama aramızda değil gibiydi. Bakın tamam güvenlik ona tecavüz etmedi buna ben şahidim. Öyle bir şey geceleri asla olmadı. Ve her yerde kamera vardı. İddia edilen durum da oldukça ciddi bir suç. Ama bu önemli değil onun için anlıyor musunuz? Bu gerçek değil ama onun için gerçek. O bunu dünyasında yaşadı. Gerçekten yaşadı. Bizim dünyamızda değil ama kendi dünyasında yaşadı. İftira atmıyor, yalan söylemiyor, sadece çare arıyor. Ama bizim dünyamızda olmayan bir olaya müdahale edemiyoruz. Bu yüzden bununla kendisi baş etmek zorunda kalıyor. Biz bilmiyoruz ama o yaşıyor. Biz bilmiyoruz ama o hissediyor. Bizim dünyamızda bu olayın olmamış olması onun için hiçbir anlam ifade etmiyor. Çünkü onun dünyasında bu oldu.
Bu benim gördüğüm ilk şizofreni hastasıydı. Geri kalan gördüğüm hastaların sıralamalarını tam hatırlamıyorum. Kaçıncı olduğu da önemli değil zaten. Bir şizofreni hastasıyla tanışmıştım. O sanırım zaman geçirmiş olmama rağmen şizofren olduğunu anlayamadığım tek şizofreni hastasıydı. Yaşlı bir dedeydi. Çok tonton, çok tatlı ve çok nazlı bir dedeydi. Sürekli şikayet ediyordu. Yürüyemiyorum diyordu. Yürüteç verdiler. Başka şikayetlerde bulundu. Çözmeye çalıştılar. Dedeyi bir türlü memnun edememişlerdi. En sonunda eşi ziyaretine geldi ve eşi hakkında şikayet etmeye başladı. Bu kadın maaşımı alıyor paramı yiyor kaç yaşında adamım parasız geziyorum diyordu. Bir an için gerçek sanmıştım. Yani gerçekten kadının kötü birisi olduğunu falan düşündüm. Ta ki o dedenin şizofreni hastası olduğunu ve akli denge sebebiyle vasisinin eşi olduğunu öğrenene kadar. Hayatımda hiç öyle bir şizofren görmemiştim. Şizofren birisi genelde kendini belli eder. Ancak o dede hiç etmemişti. Tabiki bu örneklerden anlaşılması gereken en önemli şey de hastalık dereceleri. Dede belli etmeyecek kadar iyi durumdaydı ancak ilk hastanın hastalık seviyesi çok ileri olduğu için durum daha farklıydı.
Bir başka şizofreni hastasından söz etmek istiyorum. Mekanların ve kişilerin gerçek isimlerini vermek istemediğim için hiçbir isim kullanmadan yazmaya çalışıyorum. Bir gün hastanenin bahçesindeydim. Başka bir şehirden başka bir şehire depresif halim için çare bulmaya gelmiştim. Dünyam düzelsin istiyordum ve yaşayamayacak kadar huzursuzdum. Tam bir depresyon modundaydım. Çok yoğundu. Hastane, ruh ve sinir hastalıkları üzerine kurulmuş hastanelerden birisiydi. Acilinde bir kadını bağlamışlardı. Kadın olay çıkartmıştı. Ambulans ile gelmişti. İki kızı vardı. Ağlayarak acil servisin orada konuştuk. Yanımdaki annelerine ne olduğunu sordu. Ben ise bunu sormamıştım çünkü o arada içim parçalanıyordu o manzara yüzünden. Kızları annesinin şizofreni hastası olduğunu söylediler. Durumundan bahsettiler. Ben kendi doktoruma girdiğimde intihar riski yüzünden yatış verdi.  O kadınla aynı koğuşa yattık. Normalde bazı hastanelerde hastalıklarına ve derecelerine göre ayırırlar. Ancak o hastanede tek bir kadın koğuşu var ve bütün bayan hastaları oraya karma bir şekilde alıyorlar. Bir gün koridorda gezerken o kadın önüme dikildi ve neden beni takip ediyorsun diye sordu. Ne söyleyeceğimi şaşırdım. Beni takip ediyorsun, kapıyı açtığımda kapı açıyorsun, kapattığımda kapatıyorsun, peşimden geliyorsun demeye başladı. Ne söylesem dinlemeyeceğini bildiğim için cevap vermeden odama girdim. Onu takip etmiyordum. Kendi depresyonumla uğraşıp nasıl hayatımı düzeltebileceğimi ya da nasıl ölebileceğimi düşünüyordum. Ama bunun bir önemi yok. Çünkü onun dünyasında ben onu takip etmiştim, onunla aynı anda kapıları kapatıp açarak ona gizli ve tehlikeli mesajlar vermiştim. Ben onu takip eden biriydim. Gerçekte böyle olmamamın hiçbir önemi yok. Çünkü onun dünyasında ben böyle biriydim. Ve onun için kendi dünyası dışında hiçbir şeyin önemi yoktu. Onun dünyası onun sahip olduğu ve gerçekliğine sarsılmaz bir biçimde kör kütük inandığı tek dünyaydı.
Gördüğüm şizofreni hastalarından birisi de çok tatlı bir kızdı. Zararını hiç görmedim. Görenin korkacağı bir haldeydi ancak karşıdan bakmak yerine yanına yaklaştığında şefkatle kucaklayacağın birisiydi. Bilinçsizce bir çok şey yapıyordu ancak zararsızca yapıyordu. Kendi kendine konuşuyordu, sürekli bir transta gibiydi. Beyaz güvercinler gördüğünü iddia ediyordu. Onları bizim görmediğimizi asla anlamıyordu. Bu yüzden kalkıp güvercinleri sevmeye ve beslemeye çalışıyordu. Aniden şarkı söyleyip bağırarak dans etmeye başlıyordu. Bir an anadan doğma soyunup etrafta öyle geziyordu. Başka bir an bulduğu her şeyi giyip her yerini kapatmaya çalışıyordu. Geceleri aniden yatağından kalkıp başkalarının yatağına geliyor ve onlara sarılarak uzanmak istiyordu. Normalde görevliler böyle bir şeye asla izin vermez. Onlar fark edene kadar kalıyor, bazen ise fark etmeleri uzun sürdüğünde aniden modunu değiştirip kendi yatağına gidiyordu. Yatak odasının zeminine geceleri daire şeklinde idrarını yapıyordu. Uyarıldığı zaman özür diliyordu. Söz dinleyeceğini anlatıyordu. Kendini açıklamaya çalışıyordu. İnsanların ondan nefret etmesinden çok korkuyordu. İnsanlar onu sevsin ve bir sürü arkadaşı olsun istiyordu. Onun dünyasında güvercinler vardı. Evet gerçek dünyada önünde güvercin falan yoktu ama bu önemli değil. Onun güvercinleri vardı işte. Biz görmesekte onun güvercinleri vardı ve o onları besleyip seviyordu. Mutluydu. Güvercinleriyle çok mutluydu. Güvercinleriyle birbirlerini seviyorlardı ve birbirlerine haber yolluyorlardı. Önemli olan tek şey de buydu onun için zaten. Gerçek dünya ile pek işi yoktu. O gördüğüm en ileri seviye şizofreni hastasıydı. Onunla neredeyse bir şey konuşmak imkansızdı. Bazen öylesine kayboluyordu ki bizi duyamadığına emin oluyordum. Onun kendi dünyasından başka hiçbir şeye yer yoktu hayatında. Kimseye de kendi dünyasından bahsetmezdi. Eğer onun ilgisini çekeceği sorular bulursanız ya da sizinle konuşmak isteyeceği zamanlar olursa ancak o zamanlar bir iletişim söz konusu olabilirdi. Gerçek dünyadaki insanlarla ne zaman konuşacağını ne zaman konuşmayacağını kendi seçiyordu. O istemediği zaman ona ulaşmanız mümkün değildi. Çünkü çoğu zaman bedeni bizim aramızda dolaşsa bile bambaşka bir dünyada yaşıyordu. Aramızda dolaştığından haberi bile yoktu. Kendi dünyası vardı, kendi ortamları, kendi arkadaşları. Ve genelde onlarla takılırdı. Onlarla zaman geçirirdi. O insanların gerçek olmamasının hiçbir önemi yok. Çünkü ona göre gerçek olmayan biziz ve gerçek olan onlar. Yazabileceğim daha çok örnek var ancak geri kalanları başka zamana saklıyorum. Bir şizofreni hastası için önemli olan sizin ne düşündüğünüz ya da neyin gerçek olduğu değildir. Bir şizofreni hastası için önemli olan sadece kendi dünyasıdır. Şizofreni geçebilen bir hastalık mıdır? Hayır. Şizofreni asla tamamen geçmez. Ancak ilaç ile kontrol altına alınabilir. Şizofreni hastası birisi gerçek hayata adapte olabilir mi? Tabiki. Ama bu sandığınız kadar kolay bir iş değildir. Gerçekten uğraş gerektiren bir şeydir. Her şeyden önce onun dünyasına girmelisiniz. Dünyasını öğrenmelisiniz. Dünyasında bir yer edinmelisiniz. Onun dünyasına dahil olabilmek için izin istemeli ve ulaşmaya çalışmalısınız. Bir şizofreni hastasına yaşadığı her şeyin  gerçek dışı olduğunu ve bunu kabul etmesi gerektiğini söylerseniz ona asla yardım edemezsiniz. Sadece kendinizden ve tedaviden uzaklaştırırsınız. Şizofreni hastaları topluma karışabilir, yararlı şeyler başarabilir. Gerçek ve düzgün bir tedaviyle bizim gibi yaşayabilir. Tam anlamıyla bizim yaşantımıza sahip olamazlar ancak bize benzer yaşayabilirler. Ben çok zeki şizofrenlerde gördüm, zeka geriliği olan şizofrenlerde. Dediğim gibi, şizofreni bir insanın zekasının seviyesini belirlemez. Çok zeki şizofrenler çok zekice işler başarabilirler. Kendi dünyalarını resmetmek isteyen şizofrenler harika ressam olabilirler. Şizofreniden muzdarip bir çok hasta sağlıklı insanların yapmayı başaramadığı şeyleri başarabilirler. Ancak bunun için onun dünyasına girip kendi dünyamıza davet etmemiz gerekir. Davet etmeden önce davet edilmemiz gerekir. Onun dünyasını anlamalıyız, öğrenmeliyiz. Tıpkı uzaydan gelen ve dünyadan gelen iki insangibi. Ya da Amerika ile Afganistan’dan gelmiş iki yabancı gibi. Ona kendi dünyanızı onun diliyle anlatabilmelisiniz. Kendi dünyanıza davet edilmeyi dilemesini sağlayabilmelisiniz. Ona, kendi dünyasını bizim dünyamıza tanıtabileceğini ve bunun için bizim dünyamız için çok önemli olduğunu fark ettirebilmelisiniz. Ona dünyamızın onun dünyasını tanımaya ihtiyacı olduğunu ve bizim dünyamızda tek kural olduğunu anlatmalısınız. Tek kural, kendine ve hiçbir canlıya zarar vermemek. Ama bu birden olmaz. Mesela iki yakın arkadaşın evde ziyareti gibi olmalı. O sizi davet etti, dünyasını anladınız. Bir süre geçti ve size güveniyor. Ona neden birazda bizim evde oyun oynayalım mı diye sormazsınız ki? Ona odanızı gösterirsiniz, oyuncaklarınızı gösterirsiniz. Annenizin yemeklerini gösterirsiniz. Dışarı çıkar en sevdiğiniz yerleri gösterirsiniz. İkinizinde kişisel alanını görmüş olursunuz böylece. Aynı buna benziyor anlatmak istediğim şey. Önce onun dünyasına gidip öğreniyoruz ve sonra onu kendi dünyamıza davet ediyoruz. Beraber takılabileceğimiz yerleri keşfediyoruz, en sevdiğimiz etkinlikleri gösteriyoruz, en sevdiğimiz filmleri izliyoruz. Korkularımızı, şikayetlerimizi paylaşıyoruz. Bir süre sonra bu dünya arası ziyaretler sıklaşıyor. Ve eğer sevdirebilirseniz bir süre sonra sizin dünyanızda yaşamayı istemesine sebep bile olabilirsiniz. Hastalığı tamamen yok etmeniz mümkün değil. En azından şuanki bilim şartlarıyla. Ama hastayı hayata kazandırabilmek mümkün. Günlük işlerini halledebilecek duruma getirebilmek mümkün. Daha iyi hissettirebilmek mümkün. Sanata atılmasını sağlayabilmek mümkün. Bu yüzden yardım çok önemli. Hayat değiştirmek için doktor olmanıza gerek yok. Doktor olmadan da ruhsal ya da akılsal problemi olan insanlara yardım edebilirsiniz. Onların  arkadaşları olabilirsiniz.
Tüm şizofreni hastalarının ve yardıma ihtiyacı olan tüm canlıların topluma katılabilmesi dileğiyle yardımın yüceliğini belirtmek istiyorum ve yazımı sonlandırıyorum:
En azından herhangi bir canlıyı kurtarmaya çalışan herkes, insanlık görevini yerine getirmeye çalışmış demektir.
0 notes
Text
Prolaktin Yüksekliği insana ne yapar?
Prolaktin Yüksekliği insana ne yapar?
Hormonlar, vücudumuzun temel işlevlerini yerine getirmesini sağlayan ehemmiyetli unsurlardır. Hormonların fazla veyahut az salgılanması ciddi sıhhat meselelerine kapı aralayabilir. Prolaktin de bu hormonlardan biridir.
  Kanda prolaktin hormonu yüksekliğine tıp dilinde hiperprolaktinemi denir.
Bu hormonun fazla salgılanması kadınlarda adet düzensizliği, bebek mevzubahis olmadığı halde memelerden süt gelmesi, gebe kalamama gibi yakıntılara sebep olabilir. Erkeklerde de bu hormon vardır ve erkeklerde prolaktin fazlalığı cinsel gücün azalması, iktidarsızlık ya da memelerde büyüme gibi başka meselelere kapı aralayabilir.(1)
Ehemmiyetli bir sağlık meselesi olan prolaktin yüksekliği uzman bir doktor kontrolünde rehabilitasyon edilmelidir.
Prolaktin Nedir?
Prolaktin, beynimizin arkasında bulunan hipofiz bezi tarafından salgılanan bir hormondur. Süt hormonu veya stres hormonu olarak da adlandırılır. Bu hormonun vücuttaki temel görevi, kadınlarda doğumdan sonra süt imalatını sağlamaktır. Erkeklerde ne gibi bir işlevi olduğu ise tam olarak bilinememektedir.(2)
Gebeliğin ikinci ayından itibaren vücuttaki prolaktin oranı artmaya başlar. Bu sayede bebek doğduktan sonra beslenmesi için anne sütü hazır olmuş olur. Ayrı olarak doğumdan sonra -belli bir müddet- adet görülmemesini ve böylelikle emizrme döneminde gebe kalınmamasını da sağlayan yeniden prolaktin hormonudur.
  Prolaktin düzeyinin gebelik süresince yüksek olması normal bir vaziyettir. Aksine gebelikte düşük prolaktin normal kabul edilmez. Gebelik dışında ise vaziyet zıddıdır. Gebe olmayanlarda prolaktin düzeyinin yüksekliği vücutta bir şeylerin ters gittiğinin habercisidir.(3)
Vücudumuz prolaktin hormonunu balansta tutmak için dopamin isimi verilen başka bir hormon salgılar. Bu sayede prolaktin hormonu balanslı olarak işlevini yürütür. Kadın üreme uzuvlarının gelişimi ve işlevleri için ihtiyaç duyulan olan prolaktin hormonunun yüksek düzeylerde olması kontrol altına alınması şart olan bir durumdur.
Prolaktin Yüksekliği Neden Olur?
Stres
Prolaktin düzeyinin az miktarda artmasında yoğun egzersiz veyahut stres gibi etkenler rol oynayabilir. Bilindiği gibi yoğun stres altında kalan insanların beyin kimyasında farklıklar olur. Bu vaziyet prolaktin hormonu salgılayan hipofiz bezini de etkileyebilir.(4)
Altta yatan hastalıklar
Prolaktin düzeyi dikkat çekici şekilde artmışsa bu vaziyette yalnızca stres deyip geçilemez ve daha derin bir araştırma yapılması gerekir. Hormon düzeyini yükseltebilecek bir takım rahatsızlıkların mevzubahis olup olmadığına bakılır.
Polikistik Over Belirtisi rahatsızlığı olan kadınlarda da prolaktin düzeyinin yüksek olduğu gözlemlenmiştir.
Kronik böbrek yetmezliği rahatsızlığı olanlarda ve siroz hastalığına yakalananlarda da prolaktin düzeyinin yükseldiği bilinmektedir.(5)
Hipotiriodi isimi verilen, tiroid bezinin az çalışması meselesi da bu hormonu arttıran ehemmiyetli bir nedendir. Kişide prolaktin hormonu düzeyi ölçülürken bu arada hipotiroidi olup olmadığı da yapılan ek analizlerle kontrol edilir. TSH ve T4 gibi hormon analizleri neticeninde tiroid bozukluğu belirlenirse tedavi buna göre şekillenir.(6)
Kullanılan ilaçlar
Çöküntü ve çöküntüye bağlı kullanılan antidepresan gibi kimi psikiyatrik ilaçların prolaktin düzeyleri üzerinde tesirli olduğu bilinmektedir.
Hipertansiyon hastalarının kullandıkları bazı ilaçların yan tesiri prolaktin düzeyinin yükselmesidir. Yine doğum kontrol haplarında ve östrojen hormonu ilaçlarınında da aynı yan tesir söz konusu olabilir.
Urlar
Hipofiz bezinde ortaya çıkan ve prolaktinoma isimi verilen ur hipofiz bezinin sağlık çalışmasını engelleyerek gereğinden fazla prolaktin salgılamasına kapı aralayan başlıca tümör türüdür. Çapı 1 santimetre’den büyük tümörlere “makroadenom”, 1 cm’den küçük tümörlere “mikroadenom” denir. Bunlar çoğunlukla iyi huylu tümörlerdir.(7)
Hipofiz bezinde prolaktin salgısını arttırmayan fakat yine de prolaktin düzeyinin yükselmesine kapı aralayan tümörler de olabilir. Bu tümörler dopamin isimli hormonu etkileyerek prolaktin yüksekliğine yol açarlar.
Diğer nedenler
Kadınların meme uçlarının daimi uyarılması, göğüs bölgelerine aldıkları sert darbeler veya göğüs bölgesine uygulanan büyük operasyonlar da prolaktin düzeyini arttırır.
Protein ağırlıklı bir beslenme geçici olarak prolaktin düzeyinin yükselmesinde bir etken olabilir. Vücudun temel ihtiyaçlarından olan proteinin fazla tüketimi prolaktin düzeyinin yükselmesinde etki edebilir.(8)
Bu veriler şu ana kadar yapılan ilmi araştırmalar neticesi ortaya çıkmış bilgilerdir. Her vakit ana etken olmasalar da tetikleyici etkenler oldukları bilinmektedir. Hiperprolaktinemi rahatsızlığını yaşayanların takriben üçte birinde, hormon artışını izah eden net bir neden söylemek olası olmaz.
Prolaktin Yüksekliğinin Belirtileri
Prolaktin hormonu normal düzeyin üstüne çıkması vücut için ciddi rizikolar oluşturabilir. Bilhassa kadınların üreme uzuvlarının gelişiminde ve işlevlerini yerine getirmesinde etken olan prolaktin hormonu, normal değerlerini aştığı vakit bu işlevlerin sıhhatli olarak işlemesini engeller. Prolaktin yüksekliğinin belirtilerini şöyle sıralayabiliriz:
Proklatin kadın vücudundaki en temel görevinin gebelik döneminde sonra süt imalatını sağlamasını olduğunu belirtmiştik. Emzirme dönemi dışında nedensiz olarak vücudun süt üretmesi ve memelerden süt gelmesi prolaktin yüksekliğinin ehemmiyetli bir belirtisidir. Memelerden nedensiz olarak süt gelmesine tıp dilinde ‘galaktore‘ denir.(9)
Anne sütünü vücut doğumdan sonra üretir. Ancak gebelik döneminde de vücudun süt üretmesi ve memelerden süt gelmesi normal olarak karşılanan bir vaziyettir.
Kadınlarda adet düzensizliği, çok az adet görme veyahut adet görmeme prolaktin yüksekliği belirtisi olabilir. Kadın üreme uzuvunun işlevlerinde ehemmiyetli tesiri olan prolaktin, vücutta yüksek düzeye eriştiğinde yumurtlama ve adet görme döngüsünün bozulmasına kapı aralar.
Prolaktin yüksekliğine bağlı yumurtlamanın olmaması kadınların gebe kalmasını engeller. Bu vaziyet yüksek prolaktin düzeyinin rehabilitasyon edilmediği vaziyetlerde kısırlığa kapı aralar. Uzun müddet tecrübe etmesine karşın gebelik gerçekleşmiyorsa kan tahlili yapılarak prolaktin düzeyi kontrol edilir.(10)
Erkeklerde de nadir olsa da “galaktore” başka bir deyişle memelerden süt gelmesi durumu görülebilir. Yine yüksek prolaktin düzeyi erkeklerde cinsel isteğin azalmasına ve iktidarsızlığa sebep olabilir. Sperm imalatını negatif etkileyerek kısırlığa kapı araladığı da bilinmektedir. Prolaktin yüksekliği olan erkeklerde meme büyümesi görülebilir.
Diğer belirtiler: Çok sık rastlanmamakla beraber baş ağrısı, görme bozuklukları ya da bulantı gibi prolaktin yüksekliğine bağlı diğer belirtilerden söz edilebilir.
Erkeklerde saptayan tümörlerin ehemmiyetli bölümünün makroadenom (1 santimetre’den büyük), kadınlarda belirleyen urların ehemmiyetli bölümünün ise mikroadenom (1 santimetre’den küçük) olduğu görülmüştür.
Prolaktin Yüksekliğinin Rehabilitasyonu
Prolaktin düzeyinin yüksekliği ciddi bir vaziyettir ve uzman bir doktor kontrolünde rehabilitasyon edilmelidir. Rehabilitasyonu ikiye ayırmak gerekir. Hipofiz bezindeki urlardan meydana gelen düzey artışının rehabilitasyonu ile diğer nedenlere bağlı düzey artışının rehabilitasyonu. Rehabilitasyona başlamadan önce ihtiyaç duyulan tetkiklerle prolaktin yüksekliği teşhisi net olarak konmalıdır. Yapılacak diğer tetkiklerle de nedeni araştırılıp rehabilitasyon sürecine başlanmalıdır.
1- Hipofiz Bezindeki Urların Rehabilitasyonu
Hipofiz bezindeki urlar çoğunlukla iyi huylu tümörlerdir ve kansere dönüşmezler. Hemen hemen her insanda oluşan bu tümörler manyetik titreşim görüntüleme (MRI) veya kompüterize aksiyal tomografi (CT scan) yolları ile teşhis edilirler.
Tümörler için uygulanan ilk yol ilaç yöntemidir. Kullanılan ilaçlar cabergolin ve bromokriptin içermektedir. İlaçlar sayesinde tümörlerde %50’ye kadar küçülme gözlemlenmiştir. Ancak yan etkileri fazladır. Bayılma, kusma, baş ağrısı, sanrı görme gibi yan etkiler, hastaları ara ara ilaçları bırakmak zorunda bırakabilir.
Urlar ciddi tehlike oluşturuyorsa operasyon metoduna müracaat edilir ki bu çok nadir olarak kullanılan bir metottur. Yapılan cerrahi müdahale ile tümörler hipofiz bezinden alınır ve hasta yaklaşık olarak 6 ay içinde tüm yakıntılarından kurtulur.
Hipofiz bezinde küçük tümörler bulunduysa ve bu tümörlerin rastgele bir zararı yoksa 6 ayda bir yapılan kontroller ve tetkiklerle tümörler sadece izlenir.
Radyoterapi de bilinen bir yöntemdir. Ancak hipofiz bezi yetersizliğine kapı aralaması ve başarısının düşük olması sebebiyle pek seçenek edilen bir yöntem değildir.(11)
2- Diğer Nedenlere Bağlı Prolaktin Yüksekliği Tedavisi
Burada prolaktin miktarının neden yükseldiğinin tespiti büyük ehemmiyet taşır. Tiroid bezinden kaynaklı bir durumsa tedavi o istikamete kayar ve buna göre biçimlenir. Memelerden süt gelme meselesi tek başına bir belirtiyse herhangi bir tedavi uygulanmaz.
Yüksek prolaktinin nedeni saptadıktan sonra genel olarak ilaç tedavisi uygulanır. Uygulanan ilaç tedavisi sayesinde kısa sürede yakıntılar diner. Ancak tek başına ilaç kullanmak yetmez. Hastanın tedavi boyunca doktorunun tavsiyelerini çok iyi dinlemesi, stresten uzak durması gerekir.
Prolaktin düzeyi 100 ng/ml olan bir hasta moralini iyi tutarak ve doktorunu dinleyerek 1 ay gibi kısa bir müddette 25 ng/ml olan normal düzeye inebilir. Ancak moralsiz, stres yüklü bir hastanın 50 ng/ml olan prolaktin düzeyi 6 ayda dahi normal düzeye inemeyebilir.
Prolaktin Yüksekliğinin Tespiti
Prolaktin düzeyini belirlemek için kan tahlili yapılır. Prolaktin düzeyi yüksek çıkarsa vaziyetten tam emin olmak için ikinci bir kan tahlili istenebilir. Kan tahlilinden net netice almak için dikkat edilmesi şart olan, aç karnına ve sabah saatlerinde test yapılması gibi, bir takım hususlar vardır. Bu konuda doktor veya laboratuvar tavsiyelerine dikkatle uyulmalıdır.
Kan tahlili yaptırmadan hemen önce yapılacak yorucu egzersiz veyahut duygusal stres neticeleri etkileyebilir.
Stresten uzak durulmalı ve uykusuz kalınmamalıdır.
Testten 24 saat öncesine kadar göğüslerin uyarılmamasına dikkat edilmelidir.
Bu hususlara dikkat ederseniz prolaktin düzeyinin daha sıhhatli ölçülmesini sağlarsınız.
Kan tahliline paralel olarak prolaktin düzeyinin neden yüksek olduğunu belirlemek için tiroid ve böbrek işlevlerini ölçen testler de yapılabilir.
Manyetik titreşim görüntüleme (MRI) veya kompüterize aksiyal tomografi (CT scan) ile hipofiz bezinde ur olup olmadığına bakılabilir ve neden bulunursa buna göre rehabilitasyon süreci başlayabilir.
Prolaktin yüksekliği ciddi bir vaziyete işaret edebilir ve rehabilitasyon edilmesi gerekir. Uzman bir doktordan teşhis ve rehabilitasyon ile ilgili yardım alınmalıdır.
Prolaktin Yüksekliği insana ne yapar?
0 notes
hcagla · 1 year
Text
Dopamin Detoksu ile Anlık Mutluluklara Geri Dönebilir Miyiz?
Tumblr media
Dopamin detoksu kavramını ilk olarak Oksijen Gazetesi'nde Ayşegül Çoruhlu'nun yazısı ile öğrendim. Dopamin detoksu nedir demeden önce dopamini tanıyalım. Dopamin, beynimizde bizi zevk hissettiren aktiviteler yapmaya motive eden bir nörotransmitterdir. Zevk aldığınız bir aktivite ile meşgul olduğunuzda beyninizde dopamin salgılanır. Peki bu konu benim neden ilgimi çekiyor? Eşim işten eve gelince koltukta en az 3 saat boyunca yatarak Instagram'da story izleyebilir. O kadar çok böyle kısa içerikler tüketiyor ki artık tahammül sınırı oldukça düşmüş durumda. Geçen gün arabada Spotify'dan müzik dinlerken 3 dakikalık bir müziğe bile tahammül edemediğini fark ettim. Her yeni şarkının yarısında sürekli diğer şarkıya geçti. Özellikle sosyal medyanın bu kadar yaygınlaşmasıyla insanlarda sabrın, uzun süreli bir şeyden zevk almanın veya tahammülün kalmadığını düşünüyorum. Çünkü zevk aldığımız her an her şey elimizin altında ve hızlıca tüketebiliyoruz. Instagram'da hızlıca storyleri geçebiliyoruz, TikTok videoları izleyebiliyoruz hatta istediğimiz yemeği yaklaşık 7-8 dakikada kapımıza çağırabiliyoruz. Zevk veren aktiviteler arasında yemek yemek, içmek, en sevdiğiniz filmi izlemek, müzik dinlemek gibi basit şeyler, video oyunları oynamak, art arda Netflix izlemek veya  kumar oynamak gibi "yapay" uyaranlar yer almaktadır. Ne kadar çok video oyunu oynarsanız, ihtiyaçlarınızı karşılamak için o kadar çok oynamanız gerekebilir, bu da düzensiz oyun veya bağımlılığa yol açar. Örneğin video oyunları bağımlılığını ele alalım. Beynimiz bir süre sonra uyarana alışır, bu da ihtiyaçlarımızı karşılamak için giderek daha fazla video oyunu oynamamız gerektiği anlamına gelir. Diğer faaliyetler, arzu ettiğimiz uyarana kıyasla daha az zevkli gelmeye başlar. Bu yazı da ilgini çekebilir: Hayatınıza Doğru Yön Verebilmeniz için 10 Öneri Ayrıca video oyunları oynamak rahat ve hareketsizdir ve zevk almak için fazla çaba gerektirmez. Sadece telefonunuzu veya bilgisayarınızı açıp oyunu oynamaya başlamanız yeterlidir ve neredeyse anında uyarım ve zevk almaya başlayacaksınız. Oyun oynamayı, spor salonuna gitmek gibi dopamin üreten daha az kullanışlı veya daha yüksek efor gerektiren aktivitelerle karşılaştırırsak, video oyunları oynamak daha rahat hissettirecektir. Oyun oynamanın anlık tatmini için diğer etkinlikleri ihmal etmeyi düşünebiliriz.
Dopamin Detoksu Nedir?
Dopamin fazlalığı gibi eksikliği de zararlıdır. Dopamin eksikliğinde de örneğin motivasyon, uyuşukluk gibi günlük yaşantımızı etkileyen ve bizi üretkenlikten alıkoyan etkiler görülebilmektedir. Dopamin detoksu kuralları içerisinde belki de en önemlisi denge. Yüksek miktarda dopamin üreten aktiviteler yapmayı bırakacağınız için, bunların yerine egzersiz gibi sizi tatmin edecek kadar dopamin üretecek aktivitelerle değiştirmeniz gerekecek. Dopamin detoksunun amacı, tüm zevkli aktiviteleri ortadan kaldırmak değil, sizi bağımlı yapan ve hayatınızda sorunlara neden olan aktiviteleri durdurmaktır.
Tumblr media
Buradaki anahtar, sizi gerçekten mutlu ve tatmin olmuş hissettiren ve sizi sağlıklı yapan faaliyetlerden dopamin üretmeye çalışmanızdır. Dopamin detoksu nasıl yapılır? Bu detoksun mantığı dopamin seviyenizi çok yükseğe çıkaran tüm bağımlılık yapıcı faaliyetlerden kaçınmaktır.  Detoksun ana fikrine gelelim; sosyal medya, video oyunları, kumar ve diğer bağımlılık yapan davranışlar gibi faaliyetlere bağımlı olmayı bırakmak. Anlık dopamin uyaranlarından kaçınacak ve bunları uzun sürede dopamin üreten daha sağlıklı aktivitelerle değiştireceksiniz. Dopamin detoksu kaç gün yapılır? Genellikle 3 ay olarak önerilir. Ufak adımlarla başlamak isteyebilirsiniz. Kendinize haftalık hedefler belirleyin. Örneğin bir hafta boyunca sosyal medyaya girmeyeceğim gibi. Bu noktada şunu söylemek istiyorum dopamin detoksu ile ilgili kanıtlanmış araştırmalar yok.
Dopamin Detoksu Faydalı Mı?
İlk iki hafta her türden alışkanlığı yerleştirmede olduğu gibi zor olacaktır. Fakat bunları yine sağlıklı alışkanlıklarla değiştirerek geliştirebilirsiniz. Örneğin anlık atıştırmalıklarla ilgili bir sorununuz varsa; kahvenin yanında mutlaka küçük bir parça kurabiye yiyorsanız ve daha sonra bu size pişmanlık yaratıyorsa bu anlık hazdan vazgeçmeniz gerekebilir. Bunun yerine kahvenin yanında kurabiye yemeyeceğim kahvenin yanında bir parça badem yiyeceğim ya da kahveyle kitap okurum algısını kendinize uyarlayabilirsiniz. Sonunda, daha olumlu hissetmeye ve düşünmeye başlayacaksınız, daha fazla enerjiniz olacak ve istekleriniz azalmaya başlayacak. Bir süre sonra artık oyun oynama ihtiyacı hissetmezsiniz ve plana sadık kaldığınız sürece hayatınız tamamen değişebilir. Sevgilerle Bu yazıyı beğendiyseniz sosyal medya hesaplarınızdan paylaşırsanız fazlasıyla teşekkür etmiş olursunuz. Daha fazla bilgi için beni sosyal medyada takip etmeyi unutmayın - Facebook, Instagram, Pinterest ve Twitter. Read the full article
0 notes
fenrees · 4 years
Text
Dopamin Nedir? – Nasıl Arttırılır?
Sinir sistemimiz yanıtları göndermek ve bizim vücudumuzu kontrol etmemizi sağlamak için dopamin ihtiyacı duyar. Vücudumuzda dopamin eksikliği olması durumunda bazı dopamin eksikliği belirtileri ortaya çıkar ve dopamin fazlalığı belirtileri de eksikliğine oranla daha farklıdır. İnsanlar bir merkezi sinir sistemi üzerinden vücutlarını kontrol eden canlılar sınıfındadırlar. Merkezi sistemimiz olarak adlandırılan bu sinir sistemi beynimizin vereceği tüm komutları iletir ve merkezi sinir sisteminden iletilen komutlar arasında şu an siz bu yazıyı okuduğunuzda oturuş şekliniz, vücut pozisyonunuzu koruma, gözlerinizi hareket ettirmeye yarayan sistemin kontrolü, kafanızın hareketlerini kontrol etmek bulunur.
Merkezi sinir sistemi bozulması halinde ise kişiler birçok farklı sorunlarla karşı karşıya kalırlar ve bu durum çok ciddi sorunlar yaratabilir. Örneğin Multiple Skleroz adlı MS olarak kısaltılan bir merkezi sinir sistemi hastalığında hastalar yürümek, kollarını kullanmak gibi merkezi sinir sisteminden gelen işlevleri yapmakta zorlanabilirler. Sadece Multiple Skleroz değil, benzer merkezi sinir sistemi hastalıklarının tamamında sistemden iletilen veriler bir diğer tarafa giderken sorun yaşar ve bu sorun dolayısı ile kişiler vücutlarını kontrol etmek gibi konularda çok büyük zorluklar yaşarlar.
Vücudumuzda dopamin beyinden başlayarak 4 farklı yolla vücudumuza yayılır ve bunu biz hissetmeyiz bile. Beyin içerisinde yer alan bazı bölümler dopamin salgılanmasından sorumludur ve bu bölümden çıkan dopamin tüm vücudumuzda yer alır, ancak bunun üretimi ve tüketimi aşamasında beynimizde en ufak bir his bile olmaz.
Beynimizde dopamin 2 farklı aşamada üretilir ve oluşur. ilk aşamada amino asit tirosini dopa adı verilen bir madde oluşur ve sonra dopamine dönüştürülür-dönüşür.Dopamin vücudunuzda birçok konudan sorumludur ve bu sebeple özellikle vücut ve insan sağlığı için son derece önemli olduğu bilinmektedir. Uzmanlar özellikle bebeklerden başlayarak her yaştan insanın dopamin seviyesini kontrol altında tutmak gerektiğine, bunun için ise dikkatli olmak gerektiğine değinmektedirler.
Dopamin hayvanlarda daha farklı etkilerle kendisini gösterebilir.
Dopamin düzeyleri bir hayvanın yaptığı hareketleri tekrar etmesine, örneğin bir atın sürekli olarak koşmasına sebep olur. Eğer dopamin seviyesi düşük olsaydı bir hayvanın koşma veya kendine özgü hareketleri yapmakta zorlanma veya yapamama durumu ile karşı karşıya kalmasının mümkün olabileceği düşünülür.
Dopamin, örneğin bir laboratuarda üretilmiş olan küçük deney farelerini, lezzetli yiyecek yiyebilmek için kendisini test ettikleri makinede pedala defalarca basmasına sebep olan, kısaca bir şeyler yemek, bir şeyler içmek, bir şeyleri yapabilmemizi sağlamak açısından en önemli kimyasallardan bir tanesidir, belki de birinci olanıdır.
Dopamin olmasaydı olamazdık. İnsanlar bugün cinsellik, karnını doyurmak, yıkanmak ve diğer tüm eylemleri yaparken dopamin sayesinde bunları yapıyorlar. Eğer ki dopamin olmasaydı biz olmazdık ancak oldu da olduk diyelim, bu durumda yemek yemek veya benzer cinsellik yaşamak gibi konularda istekli olmazdık ve bunun sonucunda yine yok olurduk. Yemek yemek için açlık hissetmek gerekir ve tokluk hissine erişme isteği buna sebep olur. Dopamin olmasaydı tam olarak bu olamazdı ve bunun bir sonucu olarak ise asla karnımızı doyuramazdık, doyurmak istemezdik. “İstek kimyasalı” olarak da görülebilecek olan dopamin aslında insanların vücudunda olmazsa olmazdır ve bunu biz hissetmesek bile yaşama sebebimizdir.
Dopamin bir zevk-istek kimyasalı olarak da adlandırılabilir. Örneğin seks yapma isteği dopamin olmasaydı olmazdı. Seks insanlar için bir ihtiyaç ve ödüldür. Bu ödül için biraz çaba harcamak gerekir ve bu çabayı harcamadan seks yapmak mümkün olmaz. Ancak çaba harcarsanız sonucunda ödül kazanırsınız. Örneğin kendinize partner ararsınız ve çaba harcamış olursunuz, sonucunda ise seks yaparsınız ve ödülünüzü alırsınız.
Veya karnınız acıkmıştır, yemek yemek istiyorsunuzdur ancak bir ödül olarak yemek yemeyi görüyorsunuzdur. Bu durumda yemek yapmak için malzemeleri toparlar ve çaba harcayarak yemek yaparsınız ve sonuç olarak ödül olarak yemek yersiniz ve dopamin seviyeniz normal olarak yükselir.
Dopamin Eksikliği Belirtileri
Dopamin eksikliği anlaşılabilir mi? Evet!
Eğer ki dopamin eksikliği yaşıyorsanız bunun birçok farklı belirtisi olabilir.
Daha uzun saatler boyunca uyuma isteği
Bir şeyleri yapmak istememe, örnek olarak çalışmak istememe vb.
Konsantrasyon sorunları
Daha az motive olma ve daha az zevk alma durumu
Zayıf koordinasyon
Hareket etmede zorluklar veya hareketlerde kısıtlanma
Gibi durumlar dopamin eksikliği belirtileri arasında yer almaktadır. Bu belirtilerden herhangi birisini kısa vadeli olarak yaşamak genelde acil bir uzmana danışma sebebi olmamalıdır. Ancak bu durum uzun süredir devam ediyorsa, özellikle de son maddede yazan hareket etmede zorluk ve benzer sorunlar devam ediyorsa bir uzmana dopamin konusunda soru sormak gerekli olabilir. Eğer dopamin seviyeniz eksikse ve bu durum erkenden tedavi edilmez ise kalıcı hasarlara sebep olabileceğinden acil olarak bir şekilde kimyasallarla dışarıdan ve uzman tarafından önerilecek olan eylemler ile tedavi edilmelidir.
Uyku eksikliği gibi durumlar dopamin seviyenizin düşmesine sebep olabilecek olan durumlardan bir tanesidir. Uzun saatler uykusuz olarak bilgisayara bakıyorsanız çok ciddi dopamin eksikliği yaşayabilirsiniz.
Dopamin Neye Yarar?
Öğrenme hızı, durumu ve anlama kabiliyetini etkiler
Motivasyonunuzu büyük oranda etkiler, motivasyonunuzun yüksek olması dopamin seviyenizin normal düzeyde olduğuna işaret ediyor olabilir
Kalp atış hızınız ile dopamin çok yakın ilişkilidir
Kan damarlarının sağlıklı fonksiyonlarını koruması, özellikle ana arter damarların sağlıklı kalmasından sorumludur
Böbrek fonksiyonlarınızın kontrol altında tutulması ve sağlıklı böbrek işlevlerinde özellikle dopaminin önemi o kadar büyüktür ki…
Hamilelik sonrasında süt miktarı ve kalitesinin dopamin ile etkileşimde olduğu bilinmektedir
Uyku, eğer ki uyku sorunları yaşıyorsanız ve motive değilseniz, son dönemde dopamin eksikliğine bağlı belirtiler yaşıyorsanız uyku sorununuz dopamin eksikliği sebebiyle olabilir
Ruh haliniz ile dopamin durumu yakından ilişkilidir
Dikkat eksikliği sorununuz ile dopamin yakından ilgilidir
Mide bulantısı ve kusma gibi sorunlar ile dopamin yakından ilişki içerisindedir. Bir kişinin sık kusması veya mide bulantısı çekmesi dopamin ile ilişkili olabilir
Ağrının hissi ve ağrı durumu ile dopamin arasında çok güçlü bir bağ bulunduğu bilimadamları tarafından ortaya çıkarılmıştır
Hareket hızı ve kontrolü ile dopamin yakından ilişkilidir. Çok yavaş hareket eden insanların dopamin eksikliği yaşıyor olabilecekleri düşünülmektedir.
Dopaminin Akıl Sağlığı Üzerinde Etkilisi Nedir?
Çoğu akıl sağlığı bozukluğu ve zorluğunun tek bir nedenini belirlemek zordur. Uzmanlar bu konuda akıl sağlığını yitiren insanların neden dolayı akıl sağlığını yitirdikleri konusunu belirmekte genelde psikolojik sebeplere dayanırlar. Ancak yeni dönemde düşünceler beynin bazı bölümlerinde dopamin eksikliği ve dopamin fazlalığı durumunun kişilerin delirmesine ve akıl sağlığını yitirmesine sebep olan en önemli sebep olarak gösterilmeye başlamıştır.
Uzmanların burada demek istediği, aslında akıl sağlığını yitiren kişilerin psikolojik sorunları olmasa bile dopamin seviyesi sorunları ile akıl sağlıklıklarını yitirmelerinin mümkün olabileceğine dönük ifadelerdir. Özellikle de bazı araştırmalarda dopamin seviyesinin az olması veya fazla olmasının akıl sağlığı üzerinde sanılandan daha fazla etkili olabileceği belirtilmiştir.
Şizofreni: Günümüzden onlarca yıl kadar süre önce, araştırmacılar şizofreni semptomlarının hiperaktif bir dopamin sisteminden kaynaklandığına dönük bir inanca sahiplerdi. Ancak bunu kesin olarak o dönemde kanıtlamış değillerdi. Bugün ise şizofreni hastalarının beyinlerinde aslında onlarca yıl önce düşünülen şeyin gerçek olduğunu biliyoruz ve bunun yalan olmadığını tıbben kanıtlamış durumdayız. Şizofreni hastalarının özellikle de hayal görme ve gaipten sesler duymasının sebebi olarak beyinlerinde olan dopamin seviyesi sorunlarından kaynaklandığını artık çok net biliyoruz. Bu hastaların bu durumdan kurtulmasını sağlamak ise buna dönük tedaviler sayesinde olabilmektedir.
DEHB: Kimse dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğuna (DEHB) ne veya nelerin sebep olduğunu %100 bilmemektedir. Ancak bazı uzmanlar buna sebep olan durumun beyinde dopamin eksikliği olduğuna işaret etmişlerdir. Kesin olarak kanıtlanmış olmasa bile çok sayıda uzmanın genel görüşü dikkat eksikliği ve hiperaktivite sorunlarının dopamin ile çok yakından ilişkili olduğunu göstermektedir.
Uyuşturucu kullanımı ve bağımlılığı: Kokain gibi ilaçlar beyninizde büyük ve hızlı bir dopamin artışına neden olabilecek güçtedir. Vücudunuzda üretilenden çok daha fazla sizi mutlu edecek dopamin düzeylerinizi yükseltecek olan bu uyuşturucu maddeler bir süre sonra vücudunuzun üretebildiğinden çok daha fazla dopamini vücuda yüklemesinden dolayı bırakılmasını imkansız kılar. Kişiler istemese bile vücut yani bilinç doğal olarak yüksek dozda ve kendisini mutlu hissettirecek olan dopamin seviyesine dönülmesini ister.
Diğer Hastalıklar Ve Dopamin İlişkisi
Obeziteden parkinsona kadar birçok farklı akıl hastalığı sınıfında olmayan hastalık üzerinde de dopaminin direkt veya dolaylı yoldan etkili olduğuna inanılmaktadır. Amerikan Tıp Derneği tarafından 2013 yılında obezite bir hastalık sınıfında yer almıştır ve bu hastalığın dopamin ile yakından ilgisi olduğu, kişilerin dopamin nedeniyle obezite olmasalar bile gıda tüketimlerinin fazla olmasının dopamin ile ilişkisinin olduğuna değinilmektedir.
Parkinson hastalığı: Dopamin, beyninizdeki nöronların hareketi yürütmesini ve kontrol etmesini sağlamaktadır. Parkinson hastalığında bir tür nöron sürekli olarak zarar görür ve bu sebeple bu zarar gören nöronlar bazı sinirleri iletmekte zorluk çıkarır. Tıpkı Multiple Skleroz hastalığında olduğu gibi bunu biraz daha halk dilinde açıklamak gerekirse, bir damarınızın içerisinden geçecek olan ki eğer ki damarın yarısı kapalıysa 10 saniyede akıyorsa, damar tam açıkken 3 saniyede akabilir ve kan zamanında yerine ulaşabilir. Ancak bu nöronlar zamanında yerine ulaşamadığında belirli problemler baş gösterir. Kimyasal dengesizlik fiziksel bazı belirtiler yaratır ve parkinson hastaları iletim sorunları yaşayacak oldukları için dopamin dolayısı ile bazı sorunlar yaşarlar. Bunların arasında en bilinen yan etkiler daha doğrusu belirtiler arasında titreme durumu, sertlik durumu, kendiliğinden oluşan ve istem dışında yaşanan hareket hızında yavaşlama, dengede bozulma ve dengede durma bozuklukları ve zayıf koordinasyon bulunmaktadır. Doktorlar bu semptomları bu kimyasalın seviyesini yükselten ilaçlarla tedavi etmektedirler ve cerrahi olarak tedavi seçenekleri de ayrıca mevcuttur.
Obezite: Obezitenin özellikle direkt dopamin ile ilgili olmadığı bilinmekte olsa bile son dönemde dopamin ile direkt ilgisi olduğu belirtilmektedir. Bazı kişilerin dopamin eksikliği gibi durumları yemek yediklerinde azaldığı, ancak daha fazla yemek yediklerinde bu durumun azaldığına işaret etmektedir. Bu durumun ise obeziteye sebep olan kilo alma problemleri yarattığı ifade edilmiştir.
Dopamin Hayatınızı Kurtarabilir
Dopamin vücut için son derece hayatidir ve zaman zaman eksikliği kalıcı sağlık sorunlarına sebep olur. Bu nedenle bu durumu tedavi etmek için reçeteli dopamin (Inotropin) ilaçları-takviyeleri kullanılır:
Düşük kan basıncı
Yetersiz kalp debisi (kalbin yeterince kan pompalamama durumu)
Hayati organlara zayıf kan akışı durumu
Bazı hastalarda septik şok vakaları görülmesi
Olması mümkündür. Bazı hastalar kontrol altında tedavi alsalar bile şu durumlarla karşı karşıya kalabilirler:
Düzensiz kalp atışı
Daha hızlı kalp atış hızı
Nefes darlığı
Göğüs ağrısı
Mide bulantısı ve kusma
Baş ağrısı
Birçok ilaç dopamin ile direkt ve dolaylı olarak etkileşim içerisindedir ve bu sebeple doktorunuz kullandığınız tüm ilaçları dopamin tedavisi öncesi bilmeniz gerekenler (bildirmeniz gerekenler) kısmında bilmesi gerekmektedir.
İlaçlar Dopamin Seviyesini Etkiler Mi?
Bazı ilaçlar dopamin seviyelerini büyük oranda etkiler.
Alkol, tütün ürünleri ve benzer kimyasallar dopamin seviyesi üzerinde son derece etkili olan tüketim ürünleri arasında yer alırlar. Yüksek dozda alkol ve sigara tüketimi özellikle dopamin seviyelerinizi çok yakından ilgilendirir.
Bu maddelerden alacak olduğunuz zevk-dopamin düzeyi bir kare çikolatadan alacağınız dopamine oranla vücudunuza çok yüksek dozda dopamin yüklemesine sebep olabilir ve bunlarda sizin gereksiz yere mutlu olmanızı sağlayabilir. Ancak bu durum bağımlılık yaratır ve sürekli olarak ilgili maddeyi vücudunuz yeniden ister. Uyuşturucu bağımlıları kendilerini ilk uyuşturucu kullandıklarında durdurabilseler bu zaten bağımlı olmazlar. Ancak genelde zevk uğruna ilk dönemde kullanılan uyuşturucu daha sonrasında vücudun genel bir gereksinimi gibi olur ve dopamin seviyelerini bir anda düşürmek mümkün olmayacağından uyuşturucu bağımlıları dopamin düzeylerini kontrol ederek ilaçlar ile tedavi edilirler.
İhtiyacınızdan daha fazlasına ihtiyacınız varsa ve bir şeyi ihtiyacınızdan daha fazla kullanıyoresanız bu bir bağımlılık durumudur. Durdurmak isteseniz bile bunun sonucu olacağını düşünürsünüz, örneğin sigarayı bırakmak istersiniz ama elleriniz ve ayaklarınızın titreyeceğini, stres ve psikolojik sorunlar yaşayacağınızı düşünürsünüz ve bu sebeple bırakmaya gücünüz yetmeyebilir.
Sigarayı bırakmış olsanız bile vücudunuz onun tadını ve verdiği gereksiz yüksek düzeyde dopamin seviyesine bağlı olarak çok ciddi mutluluk dolayısı ile yıllar sonra sigaraya yeniden başlamanıza sebep olabilir.
Dopamin bağımlılık yaratma sorumluluğunu direkt olarak üstlenmemektedir. Genetik ve çevresel faktörler gibi diğer şeyler bağımlılık üzerinde son derece büyük bir rol oynamaktadır.
The post Dopamin Nedir? – Nasıl Arttırılır? appeared first on Zovovo - En İyi Bilgi Sitesi.
Kaynak: https://www.zovovo.com/dopamin-nedir/
0 notes
queenofownice · 6 years
Text
Bir Şizofreni Anlamak
Hayatı boyunca bir çok şizofreni hastası görmüş ve onlarla iletişimde bulunmuş birisi olarak şizofreninin ne olduğu hakkında bildiklerimi size anlatmak istiyorum. Herkesin bildiği gibi şizofreni bir akıl hastalığıdır. Genelde neden olduğu bilinmez. Ancak şizofreniye sebep olan bir takım sebepler mevcuttur. Bunlardan bir tanesi genetik olabiliyor. Diğer sebebi beyindeki dopamin hormonunun fazlalığıdır. Ancak dopamin hormonunun fazla olması kişiyi şizofren yapmak için yeterli değildir. Çoğunlukta fazla görülse bile bazı şizofrenlerde dopamin azlığı da görülmüştür. Bir diğer sebebi kullanılan kötü maddelerdir. Depresif durumlar sebebiyle tedavi gördüğüm hastanede tanıştığım bir arkadaşım vardı. Kendisi Şizofreni hastasıydı. Ama onu şizofren yapan şey esrar, eroin gibi maddelerin yoğun kullanımı sonucunda oluşan sebeplerdi. Yani tıp dünyasında kanıtlanmış bir gerçektir ki bazı maddeler insanı bir süre sonra şizofren yapacak kadar zarar verebilir. Bu sayılanlar şizofreninin bilinen sebepleridir. Ancak temelinde tam olarak neden başladığı henüz tam bilinmemektedir. Şizofreni akıl fazlalığı ya da akıl geriliği demek değildir. Şizofren bir hastanın zeka seviyesi normal bir insanla eşit olabilir, daha fazla olabilir ya da daha az da olabilir. Zeka seviyesi ile şizofreni hastalığının hiçbir alakası yoktur. Hayatımda gördüğüm ilk şizofreni hastası ilk yattığım servisteydi. Onu ilk gördüğüm an farklı olduğunu anlamıştım ama şizofreni hastası olduğunu bilmiyordum. Zeka geriliği vardı ve bu çok belli oluyordu. Gece olduğu zaman korkuyordu ve güvenliklerin gelip ona tecavüz ettiğine inanıyordu. Gündüz olduğunda bir sır gibi insanların yanına yaklaşıp durumu anlatıyor ve yardım istiyordu. Kuralları algılayamıyordu. Ne yapıp ne yapmaması gerektiğine çok fazla karar veremiyordu. Başkalarının kaldığı odalara girmek yasak olduğu halde içeri giriyor ve insanların eşyalarını alıp kullanabiliyordu. Genelde depresif bir ruh hali meydana gelmiyordu. Tam aksine gayet neşeliydi. Servisin koridorunda yangın tüpleri vardı ve bu tüpler plastik camlarla kapatılmıştı. Gerçek cam kullanılmamıştı çünkü servis psikiyatri servisi olduğu için cam yasaktı. Bir gün bu arkadaşım koridorda gezerken plastik camı kırdı ve koridordaki başka bir arkadaşımızı rehin aldı. Elindeki plastik ile onun boynundaki damarı keserek onu öldürmekle tehdit etti. Orada sessiz oda denen bir yer var. Sessiz oda’da sadece minderler ve süngerli duvarlar var. Birisi bir şey yaptığı zaman oraya kilitliyorlar. Bu arkadaşımıza müdahale edip sessiz odaya kilitlediler. Sessiz oda’dan çıkabilmenin tek bir yolu vardır. O da artık sakinleştiğine ve artık etrafa da kendine de zarar vermeyeceğini tedavi ekibine inandırmaktır. Aksi halde açlıktan da ölseniz, susuzluktan da ölseniz ne olursa olsun oradan çıkmanın bir yolu yoktur. Bu rehin alma işini neden yaptığını hiçbir zaman anlayamadık. Bir süre sonra hiçbir şey yokmuş gibi davrandı. Hatırlayıp hatırlamadığını bile konuşmadık. Servis içinde hastalıklar ve olan olaylar hakkında konuşmak yasaktı. Ancak bunu gizli bir şekilde yapabilirdik. Ancak yapmak istemedik çünkü bunun hakkında konuşmak hastayı yeniden bir krize sürükleyebilirdi. O bundan hiç söz etmedi. Bizde etmedik. Hatırlayıp hatırlamadığını bilmiyorum ama bana hatırlamıyormuş gibi gelmişti. Çünkü rehin aldığı arkadaş ile hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya devam ediyordu.  Sessiz Oda’ya kilitlenen o değilmiş, bunları o yapmamış gibi davranıyordu. Yaptıklarının farkında değildi, normal hayata ve kurallara adapte olamıyordu. Bambaşka bir dünyada gibiydi. Ama hissediyordu, yaşıyordu. Kendi dünyasında yaşıyordu ama yine de yaşıyordu. Korkunç bir dünyada yaşıyordu. Aramızdaydı ama aramızda değil gibiydi. Bakın tamam güvenlik ona tecavüz etmedi buna ben şahidim. Öyle bir şey geceleri asla olmadı. Ve her yerde kamera vardı. İddia edilen durum da oldukça ciddi bir suç. Ama bu önemli değil onun için anlıyor musunuz? Bu gerçek değil ama onun için gerçek. O bunu dünyasında yaşadı. Gerçekten yaşadı. Bizim dünyamızda değil ama kendi dünyasında yaşadı. İftira atmıyor, yalan söylemiyor, sadece çare arıyor. Ama bizim dünyamızda olmayan bir olaya müdahale edemiyoruz. Bu yüzden bununla kendisi baş etmek zorunda kalıyor. Biz bilmiyoruz ama o yaşıyor. Biz bilmiyoruz ama o hissediyor. Bizim dünyamızda bu olayın olmamış olması onun için hiçbir anlam ifade etmiyor. Çünkü onun dünyasında bu oldu.
Bu benim gördüğüm ilk şizofreni hastasıydı. Geri kalan gördüğüm hastaların sıralamalarını tam hatırlamıyorum. Kaçıncı olduğu da önemli değil zaten. Bir şizofreni hastasıyla tanışmıştım. O sanırım zaman geçirmiş olmama rağmen şizofren olduğunu anlayamadığım tek şizofreni hastasıydı. Yaşlı bir dedeydi. Çok tonton, çok tatlı ve çok nazlı bir dedeydi. Sürekli şikayet ediyordu. Yürüyemiyorum diyordu. Yürüteç verdiler. Başka şikayetlerde bulundu. Çözmeye çalıştılar. Dedeyi bir türlü memnun edememişlerdi. En sonunda eşi ziyaretine geldi ve eşi hakkında şikayet etmeye başladı. Bu kadın maaşımı alıyor paramı yiyor kaç yaşında adamım parasız geziyorum diyordu. Bir an için gerçek sanmıştım. Yani gerçekten kadının kötü birisi olduğunu falan düşündüm. Ta ki o dedenin şizofreni hastası olduğunu ve akli denge sebebiyle vasisinin eşi olduğunu öğrenene kadar. Hayatımda hiç öyle bir şizofren görmemiştim. Şizofren birisi genelde kendini belli eder. Ancak o dede hiç etmemişti. Tabiki bu örneklerden anlaşılması gereken en önemli şey de hastalık dereceleri. Dede belli etmeyecek kadar iyi durumdaydı ancak ilk hastanın hastalık seviyesi çok ileri olduğu için durum daha farklıydı.
Bir başka şizofreni hastasından söz etmek istiyorum. Mekanların ve kişilerin gerçek isimlerini vermek istemediğim için hiçbir isim kullanmadan yazmaya çalışıyorum. Bir gün hastanenin bahçesindeydim. Başka bir şehirden başka bir şehire depresif halim için çare bulmaya gelmiştim. Dünyam düzelsin istiyordum ve yaşayamayacak kadar huzursuzdum. Tam bir depresyon modundaydım. Çok yoğundu. Hastane, ruh ve sinir hastalıkları üzerine kurulmuş hastanelerden birisiydi. Acilinde bir kadını bağlamışlardı. Kadın olay çıkartmıştı. Ambulans ile gelmişti. İki kızı vardı. Ağlayarak acil servisin orada konuştuk. Yanımdaki annelerine ne olduğunu sordu. Ben ise bunu sormamıştım çünkü o arada içim parçalanıyordu o manzara yüzünden. Kızları annesinin şizofreni hastası olduğunu söylediler. Durumundan bahsettiler. Ben kendi doktoruma girdiğimde intihar riski yüzünden yatış verdi.  O kadınla aynı koğuşa yattık. Normalde bazı hastanelerde hastalıklarına ve derecelerine göre ayırırlar. Ancak o hastanede tek bir kadın koğuşu var ve bütün bayan hastaları oraya karma bir şekilde alıyorlar. Bir gün koridorda gezerken o kadın önüme dikildi ve neden beni takip ediyorsun diye sordu. Ne söyleyeceğimi şaşırdım. Beni takip ediyorsun, kapıyı açtığımda kapı açıyorsun, kapattığımda kapatıyorsun, peşimden geliyorsun demeye başladı. Ne söylesem dinlemeyeceğini bildiğim için cevap vermeden odama girdim. Onu takip etmiyordum. Kendi depresyonumla uğraşıp nasıl hayatımı düzeltebileceğimi ya da nasıl ölebileceğimi düşünüyordum. Ama bunun bir önemi yok. Çünkü onun dünyasında ben onu takip etmiştim, onunla aynı anda kapıları kapatıp açarak ona gizli ve tehlikeli mesajlar vermiştim. Ben onu takip eden biriydim. Gerçekte böyle olmamamın hiçbir önemi yok. Çünkü onun dünyasında ben böyle biriydim. Ve onun için kendi dünyası dışında hiçbir şeyin önemi yoktu. Onun dünyası onun sahip olduğu ve gerçekliğine sarsılmaz bir biçimde kör kütük inandığı tek dünyaydı.
Gördüğüm şizofreni hastalarından birisi de çok tatlı bir kızdı. Zararını hiç görmedim. Görenin korkacağı bir haldeydi ancak karşıdan bakmak yerine yanına yaklaştığında şefkatle kucaklayacağın birisiydi. Bilinçsizce bir çok şey yapıyordu ancak zararsızca yapıyordu. Kendi kendine konuşuyordu, sürekli bir transta gibiydi. Beyaz güvercinler gördüğünü iddia ediyordu. Onları bizim görmediğimizi asla anlamıyordu. Bu yüzden kalkıp güvercinleri sevmeye ve beslemeye çalışıyordu. Aniden şarkı söyleyip bağırarak dans etmeye başlıyordu. Bir an anadan doğma soyunup etrafta öyle geziyordu. Başka bir an bulduğu her şeyi giyip her yerini kapatmaya çalışıyordu. Geceleri aniden yatağından kalkıp başkalarının yatağına geliyor ve onlara sarılarak uzanmak istiyordu. Normalde görevliler böyle bir şeye asla izin vermez. Onlar fark edene kadar kalıyor, bazen ise fark etmeleri uzun sürdüğünde aniden modunu değiştirip kendi yatağına gidiyordu. Yatak odasının zeminine geceleri daire şeklinde idrarını yapıyordu. Uyarıldığı zaman özür diliyordu. Söz dinleyeceğini anlatıyordu. Kendini açıklamaya çalışıyordu. İnsanların ondan nefret etmesinden çok korkuyordu. İnsanlar onu sevsin ve bir sürü arkadaşı olsun istiyordu. Onun dünyasında güvercinler vardı. Evet gerçek dünyada önünde güvercin falan yoktu ama bu önemli değil. Onun güvercinleri vardı işte. Biz görmesekte onun güvercinleri vardı ve o onları besleyip seviyordu. Mutluydu. Güvercinleriyle çok mutluydu. Güvercinleriyle birbirlerini seviyorlardı ve birbirlerine haber yolluyorlardı. Önemli olan tek şey de buydu onun için zaten. Gerçek dünya ile pek işi yoktu. O gördüğüm en ileri seviye şizofreni hastasıydı. Onunla neredeyse bir şey konuşmak imkansızdı. Bazen öylesine kayboluyordu ki bizi duyamadığına emin oluyordum. Onun kendi dünyasından başka hiçbir şeye yer yoktu hayatında. Kimseye de kendi dünyasından bahsetmezdi. Eğer onun ilgisini çekeceği sorular bulursanız ya da sizinle konuşmak isteyeceği zamanlar olursa ancak o zamanlar bir iletişim söz konusu olabilirdi. Gerçek dünyadaki insanlarla ne zaman konuşacağını ne zaman konuşmayacağını kendi seçiyordu. O istemediği zaman ona ulaşmanız mümkün değildi. Çünkü çoğu zaman bedeni bizim aramızda dolaşsa bile bambaşka bir dünyada yaşıyordu. Aramızda dolaştığından haberi bile yoktu. Kendi dünyası vardı, kendi ortamları, kendi arkadaşları. Ve genelde onlarla takılırdı. Onlarla zaman geçirirdi. O insanların gerçek olmamasının hiçbir önemi yok. Çünkü ona göre gerçek olmayan biziz ve gerçek olan onlar. Yazabileceğim daha çok örnek var ancak geri kalanları başka zamana saklıyorum. Bir şizofreni hastası için önemli olan sizin ne düşündüğünüz ya da neyin gerçek olduğu değildir. Bir şizofreni hastası için önemli olan sadece kendi dünyasıdır. Şizofreni geçebilen bir hastalık mıdır? Hayır. Şizofreni asla tamamen geçmez. Ancak ilaç ile kontrol altına alınabilir. Şizofreni hastası birisi gerçek hayata adapte olabilir mi? Tabiki. Ama bu sandığınız kadar kolay bir iş değildir. Gerçekten uğraş gerektiren bir şeydir. Her şeyden önce onun dünyasına girmelisiniz. Dünyasını öğrenmelisiniz. Dünyasında bir yer edinmelisiniz. Onun dünyasına dahil olabilmek için izin istemeli ve ulaşmaya çalışmalısınız. Bir şizofreni hastasına yaşadığı her şeyin  gerçek dışı olduğunu ve bunu kabul etmesi gerektiğini söylerseniz ona asla yardım edemezsiniz. Sadece kendinizden ve tedaviden uzaklaştırırsınız. Şizofreni hastaları topluma karışabilir, yararlı şeyler başarabilir. Gerçek ve düzgün bir tedaviyle bizim gibi yaşayabilir. Tam anlamıyla bizim yaşantımıza sahip olamazlar ancak bize benzer yaşayabilirler. Ben çok zeki şizofrenlerde gördüm, zeka geriliği olan şizofrenlerde. Dediğim gibi, şizofreni bir insanın zekasının seviyesini belirlemez. Çok zeki şizofrenler çok zekice işler başarabilirler. Kendi dünyalarını resmetmek isteyen şizofrenler harika ressam olabilirler. Şizofreniden muzdarip bir çok hasta sağlıklı insanların yapmayı başaramadığı şeyleri başarabilirler. Ancak bunun için onun dünyasına girip kendi dünyamıza davet etmemiz gerekir. Davet etmeden önce davet edilmemiz gerekir. Onun dünyasını anlamalıyız, öğrenmeliyiz. Tıpkı uzaydan gelen ve dünyadan gelen iki insan gibi. Ya da Amerika ile Afganistan’dan gelmiş iki yabancı gibi. Ona kendi dünyanızı onun diliyle anlatabilmelisiniz. Kendi dünyanıza davet edilmeyi dilemesini sağlayabilmelisiniz. Ona, kendi dünyasını bizim dünyamıza tanıtabileceğini ve bunun için bizim dünyamız için çok önemli olduğunu fark ettirebilmelisiniz. Ona dünyamızın onun dünyasını tanımaya ihtiyacı olduğunu ve bizim dünyamızda tek kural olduğunu anlatmalısınız. Tek kural, kendine ve hiçbir canlıya zarar vermemek. Ama bu birden olmaz. Mesela iki yakın arkadaşın evde ziyareti gibi olmalı. O sizi davet etti, dünyasını anladınız. Bir süre geçti ve size güveniyor. Ona neden birazda bizim evde oyun oynayalım mı diye sormazsınız ki? Ona odanızı gösterirsiniz, oyuncaklarınızı gösterirsiniz. Annenizin yemeklerini gösterirsiniz. Dışarı çıkar en sevdiğiniz yerleri gösterirsiniz. İkinizinde kişisel alanını görmüş olursunuz böylece. Aynı buna benziyor anlatmak istediğim şey. Önce onun dünyasına gidip öğreniyoruz ve sonra onu kendi dünyamıza davet ediyoruz. Beraber takılabileceğimiz yerleri keşfediyoruz, en sevdiğimiz etkinlikleri gösteriyoruz, en sevdiğimiz filmleri izliyoruz. Korkularımızı, şikayetlerimizi paylaşıyoruz. Bir süre sonra bu dünya arası ziyaretler sıklaşıyor. Ve eğer sevdirebilirseniz bir süre sonra sizin dünyanızda yaşamayı istemesine sebep bile olabilirsiniz. Hastalığı tamamen yok etmeniz mümkün değil. En azından şuanki bilim şartlarıyla. Ama hastayı hayata kazandırabilmek mümkün. Günlük işlerini halledebilecek duruma getirebilmek mümkün. Daha iyi hissettirebilmek mümkün. Sanata atılmasını sağlayabilmek mümkün. Bu yüzden yardım çok önemli. Hayat değiştirmek için doktor olmanıza gerek yok. Doktor olmadan da ruhsal ya da akılsal problemi olan insanlara yardım edebilirsiniz. Onların  arkadaşları olabilirsiniz.
Tüm şizofreni hastalarının ve yardıma ihtiyacı olan tüm canlıların topluma katılabilmesi dileğiyle yardımın yüceliğini belirtmek istiyorum ve yazımı sonlandırıyorum:
En azından herhangi bir canlıyı kurtarmaya çalışan herkes, insanlık görevini yerine getirmeye çalışmış demektir.
0 notes